Geri

   

 

 

 

İleri

 

67 - İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Bâbı

386- Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nüraeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Hâlid yânı Süleyman b. Hayyân, Sa'd b. Târik'dan, o da Rib'i'den, o da Huzeyfe'den naklen rivâyet etti.

Dedi ki:

Ömer'in yanında idik. Bize: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) fitneleri anlaürken hanginiz işitti?» diye sordu. Bazıları: («Biz işittik») dediler. Ömer:

İhtimâl siz, kişinin ailesi ve komşusu hususundaki fitnesini kastediyorsunuz?» dedi. Oradakiler:

— «Evet!» cevabını verdiler. Ömer:

— « (Hayır!) o fitneye namaz, oruç ve sadaka keffâret olur. Lâkin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i deniz dalgası gibi dalgalanacak olan fitneleri anlatırken hanginiz işitti?» dedi. (Huzeyfe diyor ki): Bunun üzerine cemaat sustu. Ben (davranarak):

— Ben (işittim) dedim. Ömer:

— «Sen mi? Aferin sana!» dedi. (Huzeyfe şunları söylemiş):

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i:

«Fitneler kalplere (tıpkı) hasır çubukları gibi dal dal arz olunur. Artık onlar hangi kalbe işlerse o kalbde siyah bir leke hâsıl olur. Hangi kalb onları kabul etmezse o kalpde de beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbe yerleşirler. (Bu kalplerden) biri cilâlı taş gibi bembeyazdır; ve göklerle yer durdukça ona hiç bir fitne zarar vermez. Ötekine gelince: o alaca siyahtır; tepesi aşağı duran desti gibidir. Ne bir ma'ruf tanır; ne de bir münkeri inkâr eder. Yalnız içine işleyen heva ve hevesini bilir.» derken işittim.

Ömer'e: «Seninle bu fitneler arasında, kırılmak üzere bulunan kapalı bir kapı vardır.» dedim. Ömer:

— «Hay Allah hayırim versin, o kapı kırılacak mı? Açılmış bile olsa belki tekrar kapanır.» dedi. Ben:

— «Hayır! bilâkis kırılacak.» dedim. Ve kendisine: bu kapının, öldürülecek yahut ölecek bir zât (dan kinaye) olduğunu, mugalata değil dos doğru bir söz olarak anlattım.

Ebû Hâlid

Dedi ki: Ben Sa'de: «Yâ Ebâ Mâlik! Bu siyah mürbaad nedir?» dedim.

— «Siyahın içindeki şiddetli beyazdır.» dedi.

— «Yâ mücahhi desti nedir?» diye sordum.

— «Tepsi aşağı demektir.» cevabını verdi.

387- Bana İbn Ebû Ömer de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Mervân-ı Fezârî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Mâlik el-Eşcaî, Rib'iden naklen rivâyet etti. Rib'i Şöyle dedi: «Huzeyfe, Ömer'in yanından gelince oturarak bize anlattı.

Dedi ki: Dün Emîriümü'minînin, yanına oturduğum sırada ashabına: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in fitneler hakkındaki hadisini hanginiz hatırlıyor? diye sordu...» diyerek hadisi Ebû Hâlid hadisi gibi rivâyet etti: Yalnız Ebû Mâlik'in «mürbaadd» ve «mücahhî» kelimelerini tefsir ettiğini söylemedi.

388- Bana Muhammed b. el-Müsennâ ile Amr b. Aliy ve Ukbetü'bnü Mükrem el-Ammî de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ebî Adîy, Süleyman et-Teymî'den, o da Nuaym b. Ebî Hind'den, o da Rib'i b. Hirâş'dan, o da Huzeyfe'den naklen rivâyet etti ki, Ömer: «Bize kim rivâyet edecek yahut —aralarında Huzeyfe de bulunduğu halde— Bize Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in fitne hakkında söylediklerini hanginiz rivâyet edecek?» demiş.

«Ben!» cevabını vermiş.

Huzeyfe, hadisi Ebû Mâlik'in Ribi'den rivâyet ettiği şekilde nakletmiş. Yalnız bu hadisde Huzeyfe'nin: «Ona masal değil dos doğru bir söz olarak anlattım» dediğini söylemiş. Ve: «Huzeyfe bu sözü ile hadisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet ettiğini anlatmak istemiştir.» demiş.

Bu hadisi Buhârî «Kitâbü'l-Fiten», «KitâbüVSalât» ve «Kitâ-bü'z-Zekât» da, Titmizi ile İbn Mâcede «Kitâbül-Fiten» de tahriç etmişlerdir.

Hazret-i Huzeyfe (radıyallahü anh)'ın bu hadisi de mucizedir. Çünkü Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in şehid edileceğini ve onun vefatından sonra bir takım fitneler zuhur edeceğini haber vermektedir. Ubbî'nin beyanına göre burada haber verilen fitnelerden murâdi. Hazret-i Osman (radıyallahü anh)’in şehid edilmesi ve dalâlet fırkalarından hâricilerin Hazret-i Alî (radıyallahü anh)'a karşı isyanı gibi şeydir. Cemel ve Sıffîn vakalarına bu haberin şümulü yoktur. Çünkü o vakalara iştirak eden zevat hakkında «Ne bir ma'ruf tanır; ne de bir münkeri inkâr eder.» denilemez.

Fitne: Lügatta imtihan, ibtilâ ve deneme mânalarına gelir. Küfür, rezalet azâb, harb, musibet, dalâl ve günah mânalarında da kullanılır. Fakat bütün bu mânaların aslı yine deneme mânasına gelen ihtibârdır. Kâdi Iyâz bu kelimenin Örfen: deneme ile meydana çıkarılan her şeyde kullanıldığım; hayıra da şerre de itlâk edildiğini söylüyor.

Bir kimsenin ehli yani ailesi hakkında fitneye düşmesi: onlar tarafından başına gelen elem, keder, üzüntü, kötülük ve şüphelerdir. Komşusu hakkındaki fitneden murâd da, komşusu zenginse onun gibi zengin olmak için üzülmesidir. Bu gibi fitnelerin Keffâreti: beş vakit namazı vakitlerinde kılmak orucunu tutmak ve zekâtını vermektir

«Şüphesiz ki hayır ve hasenat günahları giderir.» âyet-i kerîmesi, büyük günahlardan sakınmak şartile beş vakit namaz küçük günahları giderir diye tefsir edilmiştir. Ekseri müfessirlerin kavli budur.

İbn Abdilberr: «Zamanımızda bazı ilim müntesibleri: Bütün büyük ve küçük günahlara namaz vp-taharet kefââret olur; demiş; ve bu hadisle abdestin günahları ıskat ettiğini bildiren hadisi delil göstermiştir» diyorsa da bu kavil reddedilmiştir. Ebû Ömer: «Bu bir cehalet ve ayni zamanda ehl-i dalâletten mürcie fırkasına muvafakattir...» demiştir.

Zuhur edecek fitnelerin büyüklüğü ve husule gelecek hercü-merc deniz dalgasına benzetilmiştir. Yanî kükremiş denizin dalgaları nasıl çalkalanır ve bir birine çarparsa fitneler de öylece bir birini takip edecek demektir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'ın suali karşısında cemaatin susması, fitnenin bu nevini bilmedikleri içindir. Onlar yalnız birinci nevi fitneyi bilirlerdi.

tabirinin asıl mânası «baban Allah'indir.» demektir. Fakat araplar bu cümleyi aferin makamında kullanırlar. Nitekim: cümlesinin mânasıda «Babasız kalasın» demektir. Ama araplar ondan böyle bir mâna kasdetmezler. Ebû Abdillâh Temîmi'nin beyanına göre bu tabir bir şeye teşvik makamında kullanılır. Zira bir kimsenin babası sağ olursa, başı dara geldiği zaman hemen ondan yardım ister; bu suretle fazla yorulmadan emeline nail olur; şu halde buradk baba yardımcı demektir, «babasız kalasın» demek:

«Yardımcısız kalda kendi işini kendin görmeye hazır ol!» mânasına taşır. Lisanımızda böyle bir tabir bulunmadığından tercenıede onun yerine: «Allah hayrını versin» tabirini kullandık.

Fitnelerin kalplere yerleşmesi de hasıra benzetilmiştir. Buradaki «arz olunur» tabirinden murâd: fitnenin kalbe hasır gibi döşenmesi yânî yerleşmesidir. Hasır üzerinde yatan bir kimseye hasır nasıl yapışırda vücudunda iz bırakırsa fitne de ayni şekilde kalbe yerleşir ve orada iz bırakır.

«Dal dal arzolunmak»dan maksad: bazılarına göre fitnelerin tekerrürüdür. «Hasır gibi» tâbiri de: hasır dokur gibi demektir. Yanı hasır dokuyan kimse hasır çubuklarını nasıl birer birer örerse fitneler de peyder pey zuhur edecektir.

Hadisde fitnenin tesirine kapılmayan kalpler mücellâ taşa, fitneyi kabul edenle- de tepesi aşağı çevirilmiş destiye benzetilmiştir. Yanı hayırı kabul etmeyen bir kalp, içinde su kalmayan ters çevrilmiş destiye benzer.

Sa'd b. Tarık'ın «mürbaadd», «siyaha karışan şiddetli beyazdır.» diye tefsirde bulunmasını bazı hadis İmâmları tashif kabul etmişlerdir. Onlar kelimenin şiddet değil «şebeh» yanı benzerlik olacağı kanaatindedirler. Çünkü siyaha karışan beyaz, çok olursa o renge araplar «belak» o rengi taşıyan şeye de «eblak» derler, «mürbaadd» siyaha az miktarda beyaz karışandır. Lisanımızda buna boz renk tabir olunur. Maamafih bu kelimeyi Sa'dın tefsir ettiği mânaya alanlar da vardır.

Hazret-i Huzeyfe Ömer (radıyallahü anh)'a: «Seninle bu fitneler arasında, kırılmak üzere bulunan kapalı bir kapı vardır.» demekle, onun hayatında bu fitnelerin zuhur etmeyeceğini anlatmak istemiştir. Kırılmak ta-birile dahi onların önlenemeyeceğine işaret etmiştir. Çünkü kırılan bir şeyin yerine iadesi mümkün değildir. Birde kırılmak ekseriya zorlamakla olur; âdetin hilâfınadır. Onun için Buhârî'nin rivâyetinde Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)’in bunu işittiği zaman: «Öyle ise ebediyyen kapanmaz» dediğini görüyoruz.

Yine o rivâyetin sonunda şu cümleler de vardır: «Huzeyfeye: Ömer bu kapıyı biliyormu idi?» diye sorduk: Evet, yarından önce bu akşamın geldiğini bildiği gibi. (Biliyordu) Ben ona masal değil hadis söyledim; dedi. Biz Huzeyfenin heybetinden çekinerek (Kapının ne olduğunu) nıesrûk'a sordurduk. Mesruk sorunca Huzeyfe: bu kapı Ömer (radıyallahü anh)'dır, dedi,

Görülüyorki kapı tabirinden murâd kendisi olduğunu Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) biliyormuş.

«Öldürülecek veya ölecek» tabiri hakkında Nevevî şu mütâlea-yı beyân etmektedir: «Huzeyfe: (radıyallahü anh)’in bu ibareyi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den böyle şekk ile işitmiş olması muhtemeldir. Bundan maksad ölümü Huzeyfe'ye ve başkalarına müb-hem bırakmaktır. Bir ihtimâle göre de Huzeyfe (radıyallahü anh) Hazret-i Ömer'in öldürüleceğini bilmiş, fakat yüzüne karşı söylemekten çekinerek nıübhem bırakmıştır. Çünkü Ömer (radıyallahü anh) kapıdan murad kendisi olduğunu biliyordu. Bununla beraber Huzeyfe (radıyallahü anh)'ın maksadı Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)’in öldürüleceğini haber vermek de değildi.

«Egâlit» kelimesi «üğlûta»nın cem'idir. Üğlûta: mugaleteya yarayan söz demektir. Bununla Hazret-i Huzeyfe (radıyallahü anh) söylediği sözün masal yahut kendi, re'yi olmadığım, dosdoğru rivâyet edilmiş bir hadis-i Nebevi olduğunu anlatmak istemiştir.

Hâsılı fitnelerle İslâmın arasındaki kapalı kapı Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) dır. O hayatta kaldıkça İslama fitne girmeyecek, fitneler onun vefatından sonra zuhur edecektir Nitekim öyle de olmuştur.

389- Bize Muhammed b. Abbâd ile İbn Ebi Ömer hep birden Mervân el-Ferâzîden rivâyet ettiler. İbn Abbâd dedi ki: Bize Mervan, Yezid yanî İbn Keysân'dan, o da Ebû Hazım'den, o da Ebû Hüreyre-den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«İslâm garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu o gariblere!» buyurdular.

390- (Bana Muhammed b. Râfi' ile Fadl b. Sehl el-A'rac rivâyet ettiler, (Dediler ki): Bize Şebâbetü'bnü Sevvar rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Âsim — ki İbn Muhammed -el-Ömerîdir — babasından, o da İbn Ömer'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

«İslâm garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacak, yılanın deliğine çekildiği gibi iki mescidin arasına çekilecektir.» buyurmuşlar.

391- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Ntimeyr ile Ebû Üsâme, Ubeydullah b. Ömer'den rivâyet ettiler. H.

Bize İbn Nümeyr de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ubeydullah, Hubeyb b. Abdirrahman'dan, o da Hafs b. Âsım'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti, ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

«Muhakkak iman yılanın deliğine çekildiği gibi Medine'ye Çekilecektir.» buyurmuşlar.

Hadis müttefekun aleyhtir. Buhârî onu «Bâbu Fedâili'l-Medine» de tahriç etmiştir.

Müslim sarihlerinden. Kurtubî'nin beyânına göre bazı hadis âlimleri bu hadisin başındaki «bede'e» fi'lini hemzesiz olarak «bedâ» şeklinde okumuşlardır. Çünkü «başladı» mânasına gelen «bede'e» fi'li mütead-dîdir; mef'ul ister, halbuki hadisde mef'ul zikredilmemiştir. Rivâyet «bede'e» şeklinde hemze ile gelmişse de müşkildir. Hatta ulemadan bazıları bu rivâyeti kabul etmiyerek kelimenin «zuhur etti» mânasına gelen «bedâ» şeklinde okunacağım iddia etmişlerdir. «Bedâ» kelimesi lâzım fi'l olduğu için mef ule zaten hacet yoktur. Bu suretle hadis hem manen hem de lâf-zan sahih olmuş olur. Ancak Kurtubî bu sözleri naklettikten sonra, hadisin «bede'e» lâfzile rivâyet edildiğini söyleyerek bunu kabul etmemenin yersiz olacağını, «bede'e» lâfzile dahi mânanın sahih olduğunu bildirmiş; ve «çünkü hadisden maksat: İslâmın az kimseler arasında intişare başladığını; sonra yine az kimselerde kalacağım haber vermektir. «Zuhur etti» mânasına gelen «bedâ» ise onu bu maksattan uzaklaştırır.» demiştir.

«Tûbâ»; masdarından alınmıştır. «Tîb» güzellik, temizlik, lezzet ve gönül hoşluğu mânalarına gelir. İşte «fuİâ» veznindeki «tubâ» bu asıldan alınmış; «ta» nın harekesi zamme olduğu için kelimenin «ya» si «vav» a çevrilmiştir.

Araplar «tubâ» yi iki şekilde kullanırlar ve: «tûbâke» yahut «tûbâ leke» derler.

Bu kelimenin mânası hususunda müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Sul-tanülmüfessirin İbn Abbâ'ya göre ferah ve göz aydınlığı manasınadır. îkrime'ye göre «sana verilen ne güzel şeydir» Dahhâk'a göre: «sana gıbta ederim», Katâdeye göre: «hayı-ra isabet ettin.» demektir. Bazıları: «Tûbâdan murâd; cennettir.» demiş; bir takımları da cennette bir ağaç olduğunu söylemişlerdir. Nevevî ha-disdeki Tûbânın bu mânaların her birine ihtimâli olduğunu söylüyor. Türkçemizde bu makamda: «müjdeler olsun» «ne mutlu» gibi ta'biler kullanılır.

Gurabâ: garibin cem'idir. Esas itibarile gurbet: uzaklık demektir. Onun için de vatanından uzak düşenlere garib denilir. Yine bu mânadan alınarak sürgüne tağrib denilmiştir.

Hadisin ikinci rivâyetinde; İslâmın, deliğine çekilen yılan gibi. iki mescidin araşma çekilip toplanacağı bildiriliyor. Bu mescitlerden murad Mekke ile Medine mescitleridir.

Hadisin mânası hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhum «Hak dini Kur'ân dili» nâm eserinde Nemlı sûresinin son âyetlerini Tefsir ederken şunları söylemiştir: «Bu âyetin işaretine nazaran İslâmın istikbali gece değil gündüzdür. Sönük değil parlaktır. Ara-sira basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir. Bu mâna mâruf bir Hadis-i şerif ile şöyle beyan buyurulmuştur:

Bu hadisdeki «Seyeûdû» fiilini ekseri kimseler «seyesîru» mânasına fi'li nakıs telâkki ederek: «İslâm garip olarak başladı (yahut zuhuretti) yine başladığı gibi garip olacak» diye yalnız inzar suretinde anlamış, bundan ise hep yeis, teammünı etmiştir. Halbuki Kanıus'ta gösterildiği üzere «Âde» de olduğu gibi; dönüp yeniden başlamak mânasına da gelir.

Bu hadis de böyledir. Yani «islâm garip olarak başladı (veya zuhur etti) ileride yine başladığı gibi garip olarak tekrar başlayacak (yahut yeniden zuhur edecek) ne mutlu o gariplere» demektir. Hadisin âhirin-deki Fetûba onun inzar için değil, tebşir için sevk buyrulduğunu gösterir, gerçi, bunda da dönüp garip olmak inzarı yok değil, lâkin dönmeyip yeniden başlaması tebşiri vardır, İşte «Fetûbâ lilgurebâ» müjdeside bunun içindir. Çünkü onlar sâbikun-i evvelûn gibidirler. Binaen aleyh hadis de ye'si değil müjdeyi nâtıktır.

Elmahlı merhumun izahatı burada bitti şimdi diğer İslâm ulemasının izahlarım görelim: Kâdi Iyâz diyor ki: «İbn Ebî Üveys'in İmâm Malik (rahimehüllah)'dan rivâyetine göre bu hadisin mânası Medine'de İslâmiyet garip olarak başlamış ve (günün birinde) yine oraya dönecektir. Hadisin zahiri umum bildirmektedir. İslâmiyet bir kaç kişi arasında başlamış sonra yayılarak meydana çıkmıştır. Daha sonra ona noksanlık ve bozuntu arız olacak ve yine başladığı gibi bir kaç kişiden ibaret kimselerde kalacaktır.

Gurebânın tefsiri bir hadiste varid olmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e:

— «Gurebâ kimlerdir ya Resûlüllah?» diye sorulmuş. «Her kabilenin nezİ'leridir.» cevabını vermiştir.

Nezi' yahut nâzî: Ailesinden uzak düşen manasınadır. Bununla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah ve Resûlüllah aşkına ailelerinden uzak düşen muhacirleri kastetmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) in. «islâmiyet Medine'ye çekilir» buyurmasının mânası imanın evvel ve âhır bu sıfatta kalmasıdır. Çünkü İslâmiyetin başında imanı halis ve İslâmı sağlam olan herkes ya yerleşmek üzere muhacir olarak yahut Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i görmek, ondan bir şeyler öğrenmek ve ona yakın olmak aşkı ile Medine'ye gelirdi. Ondan sonra Hulâfâ-i Raşidin zamanında dahi onlardan adalet numunesi almak, cumhûru sahabe (rıdvanullahi aleyhim) hazaratiyle onlardan sonra gelen ulemaya uymak, intişar eden sünneti onlardan almak için bu minval üzere devam ettiler. İman kalbine yer eden her müslüman Medineye gelirdi. Bu iş tâ zamanımıza kadar devam ede gelmiştir. Maksat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kabrini ziyaret etmek onun gezdiği yerlerle, eserleriyle ve ashâb-ı kirâmın eserleriyle teberruk etmektir. Binaenaleyh Medineye ancak mümin olanlar gelir. «Kâdı îyâz’ın izahı da burada bitti.

Dâvudi şöyle diyor: «Bu mesele Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devriyle ondan sonra gelen sahabe ve daha sonra gelen tabiîn devirlerine mahsustur. Çünkü o devirlerde vaziyet dürüst idi.»

Kurtubi; «Bu hadisde o devirler müslümanlarının doğru yolda ve bid'atlardan uzak olduklarına, onların fi'llerinin bizim, için hüccet teşkil ettiğine tenbih vardır. Nitekim İmâm Malik'in mezhebi de budur.» diyor.

Buhârî sarihi Aynî de şunları söylüyor: «Bu hâl Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn devirlerine mahsustur, ki bu müddet doksan seneden ibarettir. Ondan sonra haller değişmiş, bâ husus zamanımızda bid'atlar çoğalmıştır.»

Ulema-i Kiramın kavillerinden bu kadarcığını gördükten sonra, şunu da arz etmek isterim ki; bence hadisi şerif kıyâmete yakın müslümanlığm başladığı devre döneciğini yani müslümanlarm azalacağını ve meşakkatlere mâruz kalacaklarını takrir etmektedir. Nitekim bundan sonra göreceğimiz hadiste de kıyâmete yakın, «Allah Allah» diyen kimse kalmıyacağı bildirilmektedir. Dünya müslümanlannın bu günkü hali nazarı dikkate alınırsa bu hadislerin geleceği haber veren birer mucize olduğundan şüphe etmemek gerekir. Kanaati acizânemce bu hadisde inzâr veya tebşir diye bir şey yok sadece vukua gelecek hakikati ihbar vardır. Ulemânın: «İslâinın dalgah devirleri tebe-i tabiîn ile sona erer demelerine bakılarsa İslâmm tekrar eski satvet ve şevketine dönmesi hayli şüphe götürür. Allah'ın lütfü inayetinden hiç bir zaman ümidimizi kesmemekle beraber bu hadisi zahirî mânası üzerine bırakmak bence eslimi tariktir. Allah'ü âlem.»