8- Muan'an hadîsle ihticacın sahîh oluşu Bâbı İsnâdlara ta'n hususundaki bu kavil —Allah sana rahmet buyursun — uydurma yeni çıkma, sahibinden önce kimse tarafından söylenmemiş ve ehl-i ilmden hiç bir taraftarı bulunmayan bir sözdür. Çünkü eski ve yeni bütün hadîs ve rivâyet âlimleri arasında ittifakla şayi' olan söz şudur: mevsuk olan her râvî kendi gibisinden bir hadîs rivâyet eder; ve her ikisi bir asırda bulunmakla onunla görüşmek ve kendisinden hadîs dinlemek caiz ve mümkün olursa, bir araya geldikleri ve şifahen görüştükleri hiç bir haberde bulunmasa bile o rivâyet sabit ve hucciyyeti lâzımdır. Ancak ortada bu râvînin rivâyette bulunduğu zâtla görüşmediğine yahud ondan bir şey işitmediğine ap açık delâlet eder bir delîl bulunursa o başka. Ama mesele îzâh ettiğimiz şekildeki imkân üzerinde müphem kalırsa o rivâyet — beyan ettiğimiz kat'î delâlet bulunmadıkça— daima semâ'a hamledilir. Binaenaleyh anlattığımız bu kavlin mucidine yahud onun mudâfiine şöyle denilir: «Sen, sözün arasında: sika olan bir kişinin sika bir kimseden verdiği haber hüccettir, onunla amel vâcib olur» dedin. Sonra ona şart koşarak: «Tâ ki biz bu iki râvînin bir defa veya daha fazla görüştüklerini, yahud ondan bir şey işittiğini bilelim.» dedin. Acaba koştuğun bu şartın, sözü hüccet sayılan tek bir zâttan rivâyet edildiğini bulabilir misin? Aksi halde iddiana delil getir. * Eğer bu — mûçid— hadisi tesbît hususunda ortaya koyduğu şartın selef ulemâdan birinin kavli olduğunu iddia ederse. Kendisinden bu kavli göstermesi istenir ki, ne o, ne de başkası böyle bir kavil göstermeye asla imkân bulamayacaktır. Yok, da'vasını isbât için hüccet olabilecek bir delili bulunduğunu iddia ederse kendisine: «Bu delil nedir?» diye sorulur. Bu sefer. «Ben onu söyledim. Çünkü ben, yeni ve eski bütün haber râvîlerinin — biri diğerini hiç görmeden ve ondan bir şey işitmeden— bir birlerinden hadîs rivâyet ettiklerini gördüm. Onların bu suretle kendi aralarında semâ* bulunmaksızın mürsel olarak hadîs rivâyetine cevaz verdiklerini görünce — ki bizim asıl kavlimize ve ilm-i ahbâr ulemasına göre mürsel rivâyetler hüccet değildir— ben de arzettiğim sebepten dolayı her haber râvîsinin, rivâyet ettiği zâttan işitmiş olmasını araştırmaya ihtiyâç hissettim. Şayet bir râvînin rivâyet ettiği zâttan en ufak bir şey işittiğine vâkıf olursam, bunun sebebiyle benim nazarımda artık ondan rivâyet ettiği her şey sabit olur. İşittiğine muttali' olamazsam o haberi mevkuf addederim. Ve haberde mürsel olmak ihtimâli bulunduğu için bence artık hüccet yerine de geçemez.» derse kendisine şöyle mukabele edilir: «Eğer senin bir haberi zayıf kabul ederek onunla ihticaci terk etmek ne sebep, ondaki irsal ihtimali ise bu takdirde, başından sonuna kadar semâ' bulunduğunu görmedikçe hiç bir muan'an isnadı isbât etmemen lâzım gelir. Çünkü bize Hişâm b. Urve den babası tarikiyle gelen, onun da Âişe'den işittiği bir hadîsi yakînen biliriz ki Hişam muhakkak babasından, babası da Âişe'den işitmiştir. Nitekim, Âişe'nin dahi Nebî (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiğini biliriz. Ama Hişâm babasından rivâyet ederken, işittim» veya «bana haber verdi» dememişse, bu rivâyette kendisi ile babası arasında bazen başka bir insan da olabilir. O rivâyeti babasından Hişam'a haber vermiş. Hişam onu babasından işitmemiş olur. Hadisi mürsel olarak rivâyet ederek, işittiği kimseye isnadda bulunmak istemediği zaman bu pek a'lâ mümkündür. Bu, Hişâm'in babasından rivâyet ettiği surette mumlun olduğu gibi, babasının Âişe'den rivâyetinde de mümkündür. Râvilerinin bir birlerinden işittikleri zikredilmeyen bir hadîsin her isnadı böyledir. Vâkıâ bazen her râvînin bir birinden bir çok defalar hadîs dinlediği bilinirse de, bazı rivâyetlerde bu râvîlerin her birinin daha aşağıdaki râviye inerek, yukarıki râvinin bazı hadîslerini ondan dinlemesi; sonra bazan hadîsi irsal ederek, dinlediği zâtın ismini söylememesi, bazen da gayrete gevrek hadîsini aldığı zâtın adını söylemesi ve irsali terk etmesi de caizdir. Bu söylediklerimiz mevsuk muhaddislerle ilim ehli olan İmâmların yapmış oldukları işler olup hadîsde mevcûd ve yaygındır. Biz onların söylediğimiz şekilde rivâyetlerinden bir kaçını zikredeceğiz. Bunlarla daha çoğuna istidlal olunur inşâallah. Mezkûr rivâyetlerden bazıları şunlardır: Eyyûb Sahtiyanı, İbn Mübarek, Vekî', İbn Numeyr ve bunlardan başka bir cemâat, Hişâm b. Urve'den o da babasından o da Âişe (radıyallahü anha)'dan şunu rivâyet etmişlerdir. Âişe demiştir ki: «Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gerek hıl’i gerekse ihramı için bulabildiğim en güzel kokuyu sürerdim.» Bu rivâyeti aynen Leys b. Sa'd, Dâvûd el-Attâr, Humeyd b. el-Esved, Vüheyb b. Hâlid ve Ebû Üsâme, Hişâm' dan rivâyet etmişlerdir. Hişâm demiştir ki: «Bana Osman b. Urve, Urve'den o da Âişe'den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den haber verdi. Yine Hişâm babasından o da Âişe'den rivâyet etmiştir. Âişe (radıyallahü anha) demiştir ki: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) i'tikâfa girdiği zaman başını bana yaklaştırır; ben de hayızlı olduğum hâlde onu tarardım.» Yine aynen bu rivâyeti Mâlik b. Enes Zührî'den o da Urve'den O da Amre'den o da Âişeden o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet etmişlerdir. Zühri ile Salih b. Ebi Hassan, Ebû Seleme’den o da Âişe'den rivâyet etmişlerdir ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) oruçlu iken Öpermiş. Yahya b. Ebi Kesir, bu haberdeki öpüş hakkında şöyle deditir: Bana Ebû Selemete'bnü Abdirrahman haber verdi; ona Ömer b. Abdilazîz haber vermiş; ona da Urve haber vermiş; ona da Âişe haber vermiş ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) oruçlu olduğu halde kendisini öpermiş. İbn Uyeyne ve başkaları Amr b. Dinar’ dan o da Câbir'den rivâyet etmişlerdir. Câbir demiştir ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize at etlerini yedirdi ama eşek etlerini yasak etti.» Ayni hadîsi Hammâd b. Zeyd , Amr'dan, o da Muhammed b. Alî'den, o da Câbir'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet etmişlerdir. Rivâyetler içinde bu gibileri pek çoktur. Bunları saymak uzun sürer. Anlayanlara, bizim zikrettiklerimiz kâfidir. Az evvel kavlim tavsif ettiğimiz zâta göre eğer —râvînin kendisinden rivâyet ettiği kimseden bir şey işittiği bilinmediği zaman hadisin bozuk ve çürüğe çıkarılması îçin— illet, sadece hadîsin mürsel olması ihtimali ise, o takdirde kendisine — kendi sözünün muktezası olarak — rivâyet ettiği zâttan işittiği ma'lûrn olan râvînin rivâyetiyle ihticâc etmemek lâzım gelir. Ancak kendisinde semâ' zikredilen haber müstesnadır. Çünkü az evvel beyan ettiğimiz vecihle haberleri nakleden İmâmlar bazen bir hadîsi irsal ederek kendisinden hadîs dinledikleri zâtın ismini hiç anmazlar; bazen da gayrete gelerek, haberi işittikleri şekilde isnâd ederler; ve bir hadîsde aşağı inmişlerse inişi, yukarıya çıkmışlarsa çıkışı haber verirler. Nitekim bu ciheti onlardan naklen îzâh etmiştik. Haberlerle meşgul olan ve isnâdların sağlamını çürüğünü araştırma, Eyyûb Sahtiyanı, İbn Avn, Mâlik b. Enes, Şu'betü'bnü'l-Haccâc, Yahya b. Saîd -el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî gibi selef İmâmlarından ve onlardan sonraki hadîs âlimlerinden hiç birinin, az evvel sözünü açıkladığımız zâtın iddia ettiği gibi isnâdlardaki işitme vaziyetini araştırdığını bilmiyoruz. Bunlardan araştırma yapanlar, hadîs râvilerinin, kendilerinden rivâyette bulundukları kimselerden işitmeleri vaki' olup olmadığını sadece râvî hadîste tedlîs yapmakla ma'ruf ve bununla şöhret bulmuş kimselerden olduğu zaman yapmışlardır. İşte o zaman bu gibi râvîlerden tedlîs illeti bertaraf edilmesi için rivâyetlerinde semâ' olup olmadığın, araştırır soruştururlar. Ama kavlini hikâye ettiğimiz zâtın iddiası vecihle ortada müdellis yokken böyle bir şart arayan varsa biz bunu isimlerini söylediğimiz ve söylemediğim hiç bir İmâmdan işitmedik. İsimlerini işitmediğimiz İmâmlardan biri Abdullah b. Yezîd el-Ensârî'dir. Bu zât Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gördüğü halde Huzeyfe ile Ebû Mes'ud el-Ensârî den rivâyette bulunmuş ve bunların her birinden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e isnâd ettiği birer hadîs rivâyet etmiştir. Halbu ki Abdullâh'ın bu iki zâttan yaptığı rivâyetinde onlardan işittiği zikredilmediği gibi biz de rivâyetlerin hiç birinde Abdullah b. Yezîd'in Huzeyfe ve Ebû Mes'ud'la hiç bir hadîsi yüz yüze konuştuğunu bilmiyoruz. Onları gördüğünden bahsedildiğini dahi muayyen bir rivâyette bulamadık. Bununla beraber ne geçmişlerden ne de eriştiklerimizden hiç bir ehl-i ilmin Abdullah b. Yezîd'in Huzeyfe ile İbn Mes'ûd'dan rivâyet ettiği bu iki habere zayıftırlar diye ta'nettiğini duymadık. Bilâkis bu iki haber ve benzerleri görüştüğümüz hadîs uleması nazarında sahih ve kuvvetli isnâdlardandır. Bu isnadlarla nakledilen hadîslerin isti'malini ve bunların getirdiği sünnet ve eserlerle ihticâc etmeyi caiz görmektedirler. Halbuki mezkûr isnadlar biraz evvel kavlini hikâye ettiğimiz zâtın,iddiasına göre, râvînin rivâyet ettiği kimseden semâma tesadüf edilmedikçe boş ve mühmeldirler. Bu kailin züm'unca zaif sayılan râvîler tarafından nakledilen fakat ulemaya göre sahîh olan haberleri sayıp dökmeye kalkarsak onları sonuna kadar sayıp bitirmekten âciz kalırız. Lâkin biz söylemediklerimize alâmet olmak üzere bunların yalnız bir miktarını arzetmek istedik. İşte Ebû Osman en-Nehdî ile Ebû Râfi' Es-Sâiğ! Bunların ikisi de hem câhiliyye devrine yetişmiş hem de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in maiyyetinde Bedir ve daha nice gazalara iştirak eden ashabı ile sohbette bulunmuş; onlardan haberler naklederek tâ Ebû Hüreyre ile İbn Ömer gibi zevata ve onların arkadaşlarına kadar inmişlerdir. Mezkûr iki zâttan her biri Übey b. Kâ'b'dan o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işitmiş olarak birer hadîs rivâyet etmişlerdir. Fakat biz hiç bir muayyen rivâyette onların Ubey'i gördüklerini yahud ondan bir şey işittiklerini duymadık. Ebû Amr eş-Şeybâni — ki câhiliyyet devrine erişenlerden olup Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında basbayağı bir adamdı — ile Ebû Mâ'mer Abdullah b. Sahbera'dan her biri Ebû Mes'ud el-Ensârî'den, oda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)' den ikişer haber rivâyet etmişlerdir. Ubeyd b. Umeyr, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcesi Ümmü Seleme'den o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bir müsned hadîs rivâyet etmiştir. Ubeyd b. Umeyr Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında doğmuştur. Kays b. Ebî Hâzim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanına yetişdiği hâlde Ebû Mes'ud el-Ensârî'den o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)'den üç hadîs rivâyet etmiştir. Abdurrahman b. Ebî Leylâ — ki Ömeru'bnü'l-Hattâ b'dan hadîs bellemiş; Alî ile de sohbette bulunmuştur — Enes b. Mâlik'den o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)'den müsned bir hadîs rivâyet etmiştir. Rib'î b. Hırâş, İmrân b. Husayn'dan o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den iki hadîs; Ebû Bekre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bir müsned hadîs rivâyet etmiştir. Halbuki Rib'î Aliy b. Ebî Tâlib'den hadîs dinlemiş ve rivâyet etmiş bir zâttır. Nâfi, b. Cübeyr b. Mut'im, Ebû Şüreyh el-Huzâî'den, o da, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bit müsned hadîs rivâyet etmiştir. Nu'man b. Ebî Ayyaş, Ebû Saîd-i Hudrî'den o da. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den üç müsned hadîs rivâyet etmiştir. Atâ’ b. Yezîd el-Leysi, Temim ed-Dârî’den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bir müsned hadîs rivâyet etmiştir. Süleyman b. Yesâr, Râfi'b. Hadîc'den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bir müsned hadîs rivâyet etmiştir. Humeyd b. Abdirrahman El-Hımyeri, Ebû Hüreyre'den oda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bir çok müsned hadîsler rivâyet etmiştir. İsimlerini söylediğimiz sahabeden rivâyette bulunduklarım arzettiğimiz bütün bu tabiinin ne onlardan olduğunu bildiğimiz hiç bir muayyen rivâyette semâ'a riâyet ettikleri işitilmiş; ne de onlarla muayyen bir haber hususunda görüştükleri mâlûm olmuştur. Halbuki bu isnadlar, haberlerle rivâyetleri bilenlerce sahih isnadlardandır. Bunlardan hiç birini çürüttüklerini ve râvîlerinin birbirinden se-mâ-ı olup olmadığım araştırdıklarını bilmiyoruz, Zîra onların herbirinin hadîsi arkadaşından işitmesi mümkündür; kabul edilmez bir şey değildir. Çünkü hepsi ayni asırda bulunmuşlardır. Binaenaleyh hikâye eylediğimiz kailin hadîsi, ta'rif ettiği illetle çürütmek için ortaya attığı bu söz, üzerinde durmaya ve lâfını etmeye değmez. Çünkü uydurma bir kavil ve sakat bir sözdür. Selefin ulemâsından ona hiç bir kimse kail olmamıştır. Onlardan sonra gelenler de onu münker addetmektedirler. Bu sebeple onu red için verdiğimiz izahattan fazlasına ihtiyacımız yoktur. Zîra sözün de, onu söyleyenin de kıymeti tasvir ettiğimiz kadardır. Âlimlerin mezhebine muhalefet edenleri defi' etmek için yardım dilenilecek zât ancak Allah'dır. Ancak ona' tevekkül olunur. |