6- İşte Şiddetten ve Derinlemeye Gitmekten; İlimde İhtilâf Hâlinde Nizâlaşmadan; Dînde Aşırılıktan Ve Bid'atlerden (Yânı Kitâb Ve Sünnette Olmayan Sonraki Uydurmalardan) Mekruh Olacak Şeyler BâbıÇünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır: "Ey kitâb ehli, dînîniz hususunda haddi aşmayın. Allah'a karşı hakk olandan başkasını söylemeyin... (en-Nisâ: 171). 7385 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — "İftar yapmayarak iki ve daha fazla orucu birbirine ulamayın!" buyurdu. Sahâbîler: — Yâ Rasûlallah, Sen orucu bazen birbirine ekliyorsun! dediler. Rasûlüllah: — "Ben sizden hiçbiriniz gibi değilim. Çünkü ben, Rabb'im beni yedirir ve içirir hâlde gecelerim" buyurdu. Fakat sahâbîler oruçları birbirine eklemekten vazgeçmeyince Peygamber oruçlarını arka arkaya iki gün yahut iki gece birbirine uladı. Sonra (üçüncü gün) hilâli gördüler. Bunun üzerine Peygamber, oruçlarını birbirine ulamaktan çekinmeyenleri ta'kîb ve tevbîh eder gibi: — "Eğer hilâl daha da geri kalsaydı, ulamayı sizin için (bir ceza ve ders olsun diye) o ana kadar daha artırırdım!" buyurdu. 7386 Bana İbrâhîm ibn Yezîd et-Teymî tahdîs etti. Bana Yezîd ibn Şurayh tahdîs edip şöyle dedi: Alî ibn Ebî Tâlib bizlere pişirilmiş tuğladan yapılmış bir minber üzerinde hutbe yaptı. Üzerinde, kınında asılı bir sahîfe bulunan bir kılıç vardı. Alî: — Vallahi bizim yanımızda okunan hiçbir yazı yoktur, ancak Allah'ın Kitabı ve bir de şu sahîfedeki şeyler vardır, dedi ve sahîfeyi açtı. İçinde diyet develerinin yaşlan ile “Medine Aîr Dağı 'ndan şuraya kadar haremdir. Kim Medine'nin bu haremi içinde bir bid'at çıkarırsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti onun üzerine olsun. Allah o kimseden hiçbir sarf ve adl kabul etmesin!" hadîsi, bir de "Müslümanların emânı birdir. O emânı müslümânların (kadın ve köle nev'inden) en aşağı bir ferdi de üzerine alır. Her kim bir müslümânın verdiği ahdi bozarsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti onun üzerine olsun. Allah o kimseden hiçbir sarf ve hiçbir adl kabul etmesin!" Yine o sahîfede "Her kim de kendi efendilerinden başka bir kavmi, efendilerinin izni olmaksızın velî ve efendi edinirse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti onun aleyhine olsun; Allah ondan hiçbir sarf ve hiçbir adl kabul etmesin!" hadîsi yazılmıştır. 7387 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir iş yaptı da o hususta ruhsat verdi. (Birtakım insanlar Peygamber'in yapıp da ruhsat verdiği o iş kendisine hâstır zannedip) o işi yapmaktan çekindiler. Onların bu çekinmesi Peygamber'e ulaşınca, Allah'a hamdettikten sonra: — "Birtakım topluluklara ne oluyor ki, onlar benim yapmakta olduğum birşeyi yapmaktan çekiniyorlar! Allah'a yemîn ederim ki, ben onların Allah'ı en çok bilenleri ve Allah'tan en çok korkanlarıyımdır!" buyurdu. 7388 Abdullah ibnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Çok hayırlı iki zât Ebû Bekr ile Omer helak olmaya yaklaşmışlardı: Peygamber'in huzuruna Temîm oğulları hey'eti geldiği zaman, bu ikisinden biri (yani Omer), "Mucâsi' oğulları'nın kardeşi olan el-Akra ibn Habis et-Teymî el-Hanzalî'yi onlara emîr yap" diye işaret etti. Diğeri de başkasını (yani Ka'kaa ibn Ma'bed ibn Zurâre et-Teymî'yi) emîr yap diye işaret etti. Bunun üzerine Ebû Bekr, Omer'e: — Sen sırf bana muhalefet etmek istedin! dedi. Omer de: — Hayır sana muhalefet etmek istemedim, dedi. Peygamber'in yanında münâkaşa ettiler ve sesleri yükseldi. Bunun üzerine şu âyetler indi: "Ey imân edenler, seslerinizi Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın. Ona sözle, birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider... " (el-Hucurât: 2-3). İbnu Muleyke şöyle dedi: Abdullah ibnu'z-Zubeyr şöyle dedi: Artık Omer bu âyetin inmesinden sonra -İbnu'z-Zubeyr bunu, dedesi Ebû Bekr'i kasdederek anasının babasından zikretmedi- Peygamber'le bir hadîs konuştuğu zaman, O'na gizli şeyler söyleyen bir kardeş gibi konuşur, Peygamber anlamak isteyip soruncaya kadar sesini O'na işittirmezdi. 7389 Bana Mâlik, Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da mü'minlerin anası Âişe (r.anha)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtiyle netîcelenen hastalığı içinde: — "Ebû Bekr'e söyleyin de insanlara namazı kıldırsın!" buyurdu. Âişe şöyle dedi: Ben: — Ebû Bekr Sen'in makaamında (yani namaz kıldırdığın mihrâbda) durursa, ağlamaktan kıraati insanlara işitteremez. Omer'e emret de insanlara o namaz kıldırsın! dedim. Rasûlüllah yine: — "Ebû Bekr'e söyleyin de insanlara namaz kıldırsın!” buyurdu. Âişe şöyle dedi: Ben Hafsa'ya da: — Peygamber'e: Ebû Bekr Sen'in makaamında durursa ağlamaktan kıraati insanlara işittiremez. Onun için Omer'e emret de insanlara o namaz kıldırsın! diye söyle! dedim. Hafsa dediğimi yaptı. Onun üzerine Rasûlüllah: — "Şübhesiz ki, sizler elbette Yûsuf Peygamber'in sahibeleri olan kadınlarsınız (yani onun günündeki kadınlar gibisiniz). Ebû Bekr'e emredin de insanlara namazı o kıldırsın!" buyurdu. Bunun üzerine Hafsa, Âişe'ye hitaben: — Zâten senden bana hayır gelecek değildi! dedi (de canının sıkıntısını açıkladı). 7390 Bize ez-Zuhrî tahdîs etti ki; Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Uveymir el-Aclânî, Aclân oğulları'nın başkanı olan Âsim ibn Adiyy'e geldi de: — Bana re'yini haber ver: Bir adam karısı ile beraber bir adamı bulsa, kadının kocası o adamı öldürmeli, siz de öldürdüğü adama mukaabil onu öldürmeli misiniz? (Yoksa bu koca nasıl yapar?) Yâ Âsım, sen bu mes'eleyi benim için Rasûlüllah'a soruver! dedi. Bunun üzerine Âsim bunu Peygamber'e sordu. Peygamber de böyle soruları, hoşlanmayıp, ayıpladı. Akabinde Âsım ailesi yanına döndü, Uveymir de geldi. Âsim, Uveymir'e Peygamber'in böyle sorulardan hoşlanmayıp ayıpladığını haber verdi. Bunun üzerine Uveymir: — Vallahi ben bizzat kendim Peygamber'e gideceğim de bunu soracağım! dedi ve Peygamber'e geldi. O sırada Yüce Allah, Âsım’ın ardından- "Zevcelerine zina isnâd eden, kendilerinin kendilerinden başka şâhidleri de bulunmayan kimselere gelince, onlardan herbirinin yapacağı şâhidlik, kendisinin hakîkaten sâdıklardan olduğunu Allah'a yemin ile dört kerre tekrar edeceği şâhidliktir. Beşinci şehâdet de eğer yalancılardan ise Allah'ın lâ’neti muhakkak kendisinin üstüne (olmasını ifâde etmesidir..." (en-Nûr: 6-9) âyetleri olan - Kur'ân indirmişti. Peygamber, Uveymir'e: — "Allah senin ve karın hakkında Kur'ân âyeti indirdi" dedi ve onların ikisini çağırdı. Bu karı-koca, Peygamber'in önüne geçip birbiriyle la'netleşme yemîni yaptılar. Uveymir: — Yâ Rasûlallah! Eğer ben bu kadını yanımda tutarsam, ben bunun aleyhine yalan söylemiş olurum! dedi de Peygamber ona kadınından ayrılmasını emretmeden o kadını boşayıp ayrıldı. Artık, la'netleşme yapanlar hakkında onların birbirlerinden ayrılmaları sünnet yani kaanûn oldu. Peygamber meclistekilere: — "Bu kadına bakınız! Eğer bu kadın keler fasilesinden kızılca kurt gibi kısa bir çocuk getirirse, ben Uveymir'in kadına ancak iftira ettiğini sanırım. Eğer kadın bedeni siyah, iri gözlü ve kıçının iki yanı büyük tipte bir çocuk getirirse, ben Uveymir'in kadına zina isnadında doğru söylediğini sanırım" buyurdu. Sonra kadın, çocuğu sevilmeyen iş üzerine getirdi (yani esmer, iri gözlü hâlde getirdi; çünkü bu, âdette kadının zinasının sübütunu tazammun etmekteydi). 7391 İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Mâlik ibn Evs en-Nasrî haber verdi. (İbn Şihâb dedi ki:) Muhammed ibn Cubeyr de bana bu gelecek hadîsten şöyle zikretti: Ben Mâlik ibn Evs'in yanına girdim de, ona bu hadîsi sordum. O şöyle dedi: Ben gittim, nihayet Omer'in yanına girdim. Ben onun yanında otururken, kapıcısı Yerfa, Omer'e geldi de: — (Ey Mü'minlerin Emîri!) Usmân ibn Affân, Abdurrahmân ibn Avf, ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm, Sa'd ibn Ebî Vakkaas geldiler, senin huzuruna girmeye izin isterler, onlara iznin var mı? dedi. Omer: — Evet vardır, dedi. Onlara izin verdi. Girdiler, selâm verip oturdular. Biraz sonra Yerfa yine geldi ve: — Alî ile Abbâs da geldiler, izin isterler, müsâade var mı? dedi. Omer onlara da izin verdi. Bunlar da girdiler. Abbâs: — Ey Mü'minlerin Emîri! Benimle (Alî'yi işaret ederek) şu zâlim arasında hükmet! dedi ve bu ikisi birbirine kaba ve sert sözler söylediler. Orada bulunan topluluk, Usmân ve diğer arkadaşları: — Ey Mü'minlerin Emîri, bunların aralarında hükmedip gönüllerine huzur ve sükûn ver! dediler. Bunun üzerine Omer: — Sabrediniz, acele etmeyiniz! Gök ve Yer izni iradesiyle duran Allah hakkı için size sorarım: Siz bilirsiniz ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Biz peygamberler camiasının terîkesi vâris olunmaz. Bizim bıraktığımız her mal sadakadır, vakıftır!" buyurdu. Ve bu sözüyle Rasûlüllah kendisini kasdediyordu, değil mi? dedi. O topluluk, yânı Usmân ile arkadaşları: — Evet, Rasûlüllah böyle buyurdu! diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Omer, Alî ile Abbâs'a dönüp: — Allah hakkı için size de sorarım: Rasûlüllah'ın, kendisini kasdederek böyle buyurduğunu siz de bilirsiniz, değil mi? dedi. Alî ile Abbâs da: — Evet, diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Omer: — Şimdi ben size bu malın hukukî vaziyetini söyleyip bildireyim! diye şöyle îzâh etti: Allahü Taâlâ bu fey'de tasarrufu Rasûlüllah'a tahsîs buyurdu. O'ndan başka kimseye bu hakkı vermedi. Çünkü şânı yüce olan Allah Kur'ân'da "Allah'ın onlardan Rasûlü'ne verdiği fey'e gelince; siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat Allah rasûllerini dileyeceği kimselere musallat eder. Allah herşeye hakkıyle kaadirdir... " (el-Haşr 6-8) buyurmuştur. Bundan dolayı bu malda tasarruf etme, sâde Rasûlüllah'ın hakkı idi. Sonra vallahi bu mala sizden başka kimse ortak olmadı. Ve sizin zararınıza kimse tasarruf da iddia eylemedi. Rasûlüllah bu fey' malının nemasını size verdi ve onu aranızda taksim edip dağıttı. Nihayet fey'den o malın aslı mahfuz kaldı. Peygamber bu maldan ailesinin bir senelik nafakasını ayırır, onları infâk ederdi. Sonra bundan arta kalanı alırdı. Onu Allah'ın malı (vakıf) kılardı. (Cihâd ve hayır yollarına harcardı.) Bu malı Peygamber sağlığında böyle kullandı. Ey cemâat! Size Allah adiyle soruyorum: Sizler de bunu böyle biliyor musunuz? dedi. Onlar da: — Evet, dediler. Sonra Omer, Alî ile Abbâs'a: — Ben sizlere de Allah adiyle soruyorum: Siz ikiniz de bunun böyle olduğunu biliyor musunuz? dedi. Onlar da: — Evet biliyoruz, dediler. (Omer devamla:) — Sonra Allah, Peygamber'ini vefat ettirdiğinde Ebû Bekr: Ben Rasûlüllah'ın vekîliyim! diye bu mallara el koydu ve Rasûlüllah'ın kullandığı gibi kullandı. Sonra Omer Alî ile Abbâs'a doğru dönerek: — Ebû Bekr'in bu suretle muamele ettiği zamanı siz de hatırlarsınız. Omer dedi ki: — Siz ikiniz o zaman Ebû Bekr'in o mal hakkında şöyle şöyle yaptığını söylüyordunuz. Allah bilir ki, Ebû Bekr bu hareketinde doğru idi, lutufkârdı, akıl ve zekâ sahibi idi. Hakka uymuştu. Sonra Allah Ebû Bekr'i vefat ettirdi. Ben de: Rasûlüllah'ın ve Ebû Bekr'in halefiyim! dedim. Ve emaretimin ilk iki yılında bu mala el koydum. Ve Rasûlüllah ile Ebû Bekr'in kullandığı gibi idare ettim. Sonra ikiniz müştereken bir kelime üzerinde birleşip bana geldiniz. İşiniz toplu olup aranızda niza yoktu. (Sizinle görüştüm. Sonra ayrı ayrı geldiniz.) Yâ Abbâs, sen bana geldin. Benden kardeşinin oğlundan isabet eden hisseni istiyordun. (Alî'yi kasdederek:) Bu da eşinin babasından nasîbine düşen hissesini istiyordu. Bunun üzerine ben size: İsterseniz bu hurmalıkları size vereyim. Allah'ın ahdi ve andı boynunuza olmak üzere siz bu malı Rasûlüllah'ın, Ebû Bekr'in ve emirliğim zamanında benim idare ettiğimiz gibi idare ediniz. Şayet kabul etmezseniz, artık bana birşey söylemeyiniz! dedim. Bu teklifim üzerine siz de: Peki, bu şartla bize ver! dediniz. Ben de ikinize teslîm ettim. Şimdi ey cemâat! Allah adına yemînle sizlere soruyorum: Ben bu malı bu şartla bu ikisine teslîm ettim mi? dedi. Topluluk: — Evet, teslîm ettin! dediler. Sonra Omer Alî ile Abbâs'a döndü de: — Sizlere de Allah'a yemînle soruyorum: Ben bu malı bu suretle sizlere teslîm ettim mi? dedi. Onlar da: — Evet, teslîm ettin! dediler. Omer onlara: — (Aranızda çıkan ihtilâf üzerine) şimdi benden bunun hâricinde bir hüküm mü istiyorsunuz? Gök ve Yer kendi izniyle, iradesiyle ayakta duran Allah'a yemîn ederim ki, ben kıyâmet kopuncaya kadar bunun hâricinde bir hükümde bulunamam. Eğer siz idareden âciz iseniz bana geri veriniz. Ben onu sizin hesabınıza yeterlilikle idare ederim! dedi. |