Geri

   

 

 

 

İleri

 

85- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hastalığı ve Ölümü ile Yüce Allah'ın Şu Kavli Bâbı:

"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da elbet ölecekler. Sonra hiç şübhesiz kıyâmet gününde hepiniz Rabbinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (ez-zumer: 30-31).

4472- Ve Yûnus ibn Yezîd el-Eylî, ez-Zuhrî’den söyledi ki, Urve şöyle demiştir: Âişe (r. anha) şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği hastalığı içinde: "Yâ Âişe! Ben Hayber'de yediğim o zehirli yemeğin elemini devamlı hissedip durdum. İşte bu anlar o zehirden dolayı kalb damarımın kesilmesini hissettiğim zamandır" der idi.

4273 el-Hâris kızı Ümmü’l-Fadl (radıyallahü anh): Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)den akşam namazında "el-Murselâti urfen" Sûresi'ni okurken işittim. Bundan sonra ruhunu Allah kabz edinceye kadar bir daha bize namaz kıldırmadı, demiştir.

4474 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) ben İbn Abbâs'ı kendi meclisine alır, kendisine yakın oturturdu. Abdurrahmân ibn Avf, Omer'e:

(Bu genci ne için bizimle beraber meclisine alıyorsun?) Bunun yaşında bizim oğullarımız var? dedi.

Omer de:

— Şübhesiz ki o, sizin bilmekte olduğunuz bir cihetten dolayı bu mevki ve rütbededir, dedi.

Akabinde Omer, İbn Abbâs'a: "İzâ câe nasru'llâhi ve'l-fethu" âyetinden sordu. İbn Abbâs:

— O, Rasülullah'ın ecelidir. Allah, Peygamber'ine ecelini bildirdi, dedi.

Omer de:

— Benim bildiğim de senin bilmekte olduğun şeyden ibarettir, dedi.

4475 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Hani o perşembe günü, o perşembe günü ne acı gündü! O gün Rasûlüllah'ın ağrısı artmıştı da:

— "Haydin bana yazacak birşey getirin, size bir kitâb yazayım da, ondan sonra yolunuzu hiç şaşırmayasınız!" buyurdu.

Bunun üzerine orada bulunanlar ihtilâf ettiler. Halbuki hiçbir peygamberin yanında ihtilâf yakışmazdı. Bâzı kimseler:

Peygamber'in hâli nedir? (Hastalığından dolayı) sayıkladı mı? Kendisinden bu yazı yazmak isteğini iyice sorup anlayın, dediler.

Bunun üzerine söylediği yazı malzemesi isteğini iyice tesbît etmek maksadıyle, o sözünü tekrar ettirmeye giriştiler. Bu sefer Peygamber:

— "Beni (kendi hâlime) bırakınız! Benim şu içinde bulunduğum hâl, sizin beni da'vet ettiğiniz (yazma gibi) şeylerden daha hayırlıdır" buyurdu.

Ve Rasûlüllah onlara üç şey vasiyet etti:

— "Bütün müşrikleri Arab yarımadasından çıkarınız! Elçilere, hey'etlere benim izin verip hediyeler ikram etmekte olduğum gibi, siz de gelmelerine izin verip hediyeler ikram etmek suretiyle hürmet gösteriniz" buyurdu.

İbn Abbâs üçüncü vasiyetten sükût etti, yahut: Ben üçüncüsünü unuttum, dedi.

4476 BizeMa'mer, ez-Zuhrî'den; o da Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe'den haber verdi ki, İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Rasûlüllah'ın vefatı yaklaştığı ve evinde sahâbîlerden mühim birtakım adamlar bulunduğu sırada, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Bana yazı yazacak birşey getirin! Size bir kitâb (vasiyetname) yazdırayım ki, ondan sonra yolunuzu şaşırmayasınız!" buyurdu.

Fakat oradakilerin bâzısı:

Rasûlüllah'ın hastalığı muhakkak ağırlaşmıştır. Yanımızda ise Kur'ân vardır. Bize Allah'ın Kitabı yetişir, dedi.

Bunun üzerine ev halkı ihtilâfa ve husûmete başladılar. Onların kimi "Yazı takımı getiriniz, size vasiyetname yazdırsın; ondan sonra yolunuzu şaşırmazsınız!" diyorlardı. Kimi de bundan başka sözler söylüyorlardı. Artık karışık söz ve ihtilâfı çoğalttıkları zaman, Rasûlüllah:

— "Haydi, kalkınız!" buyurdu.

Râvî Ubeydullah dedi ki: İbn Abbâs şöyle der idi: Âh! Ne büyük musibettir o musibet ki, Rasûlüllah ile onlara yazmak istediği kitâb arasına engel oldu! Bunun sebebi ihtilâf etmeleri ve seslerini yükseltmeleridir.

4477 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ölüm sebebi olan hastalığı sırasında Fâtıma aleyhâ's-selâmı yanına çağırdı ve ona gizli bir şey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra bir daha çağırıp yine gizli birşey söyledi. Bu defa da Fâtıma güldü. Biz bu ağlamanın ve gülmenin sebebini sorduk. Fâtıma:

Peygamber bana vefat sebebi olan bu hastalığı sonunda rûhunun Allah canibine alınacağını söyledi. Bunun üzerine ağladım. Sonra bana ev halkından kendisine ilk ulaşanı olacağımı gizlice söyleyip haber verdi. Buna da güldüm! dedi.

4478 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ben Peygamber'den: "Hiçbir peygamber dünyâ (ni'meti) ile âhiret (saadeti) arasında muhayyer kılınmadıkça vefat etmez" dediğini çok işitirdim. Peygamber'in de ölüm sebebi olan hastalığında boğazı kısılıp sesi değişerek âhirete göçme hâli geldiğinde: " (Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse işte onlar) Allah 'ın kendilerine nîmetler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi adamlarla beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar" (en-Nisâ: 69) âyetini sonuna kadar okuduğunu işittim. Artık Rasûlüllah'ın da bu iki dilek arasında muhayyer bırakılıyor olduğunu (ve âhireti tercih ettiğini) anladım.

4479 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), içinde ölmüş olduğu hastalığa tutulduğu zaman: "er-Refîkul-Alâ (En Yüksek Refîk içine)" demeğe başladı.

4480 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sıhhatte iken birçok defalar: "Hiçbir peygamberin ruhu cennetteki durağını görmedikçe alınmaz. Sonra (durağına gitmek) onun arzusuna bırakılır yahut muhayyer kılınır" buyurmuştu.

4481- Hastalanıp rûhu kabzolunmak zamanı gelince, başı benim dizimin üzerinde bulunduğu bir sırada kendisine bir baygınlık geldi. Sonra ayılınca gözü açılıp evin tavanına doğru dikildi. Sonra: "Yâ Allah, beni er-Refîku'l-A'lâ zümresine kat!" diye duâ etti. Bunun üzerine ben: Artık Rasûlüllah şimdi bizi tercih etmiyor! dedim. Ve Rasûlüllah'ın bu temennisi, sıhhatli zamanında vaktiyle bize söylediği bir haber (in kendisinde tecellîsi) olduğunu bildim.

4482 Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım, babası el-Kaasım ibnu Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk'tan; o da Âişe (r.anha)'den (o şöyle demiştir): Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân, Peygamber'in huzuruna girdi. Ben Peygamber'i göğsüme yan dayamıştım. Abdurrahmân'ın yanında kendisiyle diş temizlenen yaş bir misvak vardı. Rasûlüllah yüzünü ona çevirip uzunca baktı. Ben Abdurrahmân'dan misvakı aldım, dişlerimle onu ısırıp kestim, onu silkeledim, su ile ıslattım. Sonra hazırladığım bu misvakı Peygamber'e verdim. O bununla dişlerini misvâkladı. Artık ben Rasûlüllah'ın bu kadar güzel diş misvâkladığını görmedim. Rasûlüllah misvâklamayı bitirince, hemen elini yahut parmağını yükselttikten sonra üç defa: "er-Refîku'l-A'lâ'da" dedi. Bundan sonra Rasûlüllah vefat etti.

Râvî dedi ki: Âişe: Rasûlüllah'ın başı mi'dem ile çene kemiğim arasında (yahut köprücük kemiğim ile çene kemiğim arasında) iken öldü, der idi.

4483 İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve haber verdi. Ona da Âişe (radıyallahü anha) şöyle haber vermiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) her zaman hastalandığında Muavvize Sûreleri'ni okuyup kendi ellerine üflemek (ve ondan iyileşmek için) eliyle vücûdunu sıvamak i'tiyâdında idi. Vefât sebebi olan hastalığa tutulduğu zaman Rasûlüllah'ın nefes ettiği Muavvize Sûreleri'yle ben de kendisine nefes etmeye (ve iyileşmesi niyetiyle) eline üfleyip kendi eliyle vücûduna meshetmeye başladım.

4484 Âişe (r.anha) haber verdi ki, kendisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmezden önce, Peygamber sırtını Âişe'ye dayamış vaziyette iken Peygamber'e kulak vermiş, bu sırada Peygamber'in: "Allâhumme, ığfır lî ve'r-hamnî ve elhıknî bi’r-Refîk (Yâ Allah, günâhlarımı mağfiret et, bana merhamet eyle ve beni er-Refîku'l-A'lâ'ya eriştir)" diye duâ ettiğini işitmiştir.

4485 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha kalkamadığı hastalığı içinde: "Allah Yahûdîler'i rahmetinden uzak kılsın! Bunlar peygamberlerinin kabirlerini birer mescid edindiler!" buyurdu.

Âişe: Böyle bir endîşe olmasaydı, Peygamber'in kabri açık bırakılırdı. Lâkin Peygamber kendi kabrinin bir mescid edinilmesinden korktu, demiştir.

4486 İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbete'bni Mes'ûd haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Rasûlüllah'ın hastalığı ağırlaşıp ağrısı şiddetlenince, benim odamda bakılmak üzere kadınlarından izin istedi. Onlar da izin verdiler. Bunun üzerine Abbâs ibn Abdilmuttalib ile başka bir kimse arasında olarak ve takatsizlikten ayakları yerde sürünerek çıktı, benim odama geçti.

Ubeydullah dedi ki: Ben Âişe'nin ismini söylediği kimseyi Abdullah ibn Abbâs'a haber verdim. Abdullah ibn Abbâs da bana:

— Âişe'nin ismini söylemediği diğer adamın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu.

Râvî Ubeydullah dedi ki: Ben:

— Hayır, bilmiyorum, dedim, ibn Abbâs:

— O, Alî'dir, dedi.

Peygamber'in zevcesi Âişe şöyle tahdîs ediyordu: Rasülullah benim evime girdiği ve ağrısı şiddetlendiği zamanki günlerin birinde:

— "Benim üzerime ağızları bağlanıp bağları çözülmüş olan yedi kırba su dökün! Umarım ki bu suretle biraz hafiflerim de insanlara vasiyet edebilirim!" buyurdu.

Su kırbaları hazırlanınca biz Peygamber'i, zevcesi Hafsa'ya âid olan bir leğenin içine oturttuk. Sonra o kırbaların suyundan üzerine dökmeye başladık. Döktük, döktük. Nihayet Rasülullah eliyle bize:

— "Artık yetişir!" diye işaret etti.

Aişe dedi ki: Bundan sonra Rasülullah mescide insanların yanına çıktı ve onlara namaz kıldırdı ve onlara hitâb edip koruştu.

4487- ez-Zuhrî, geçen senedle şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verdi ki, Âişe ile Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma; ikisi, şöyle demişlerdir: Rasûlüllah son hastalığına tutulduğu zaman (çektiği zahmetten dolayı) yanında bulunan dört köşeli yumuşak bir abayı yüzü üzerine atıp, yüzünü bununla örtmeye başladı. Hamîsa denilen bu abâ kendisine sıkıntı verdikçe, onu yüzünden açıyordu, îşte Rasûlüllah bu vaziyette iken:

— "Allah'ın la'neti Yahûdîler'in ve Hristiyanlar'ın üzerine olsun! Onlar peygamberlerinin kabirlerini kendilerine mescidler edindiler!" buyuruyordu ki, maksadı, onların yaptıklarından ümmeti sakındırmak idi.

4488- ez-Zuhrî, yine geçen senedle şöyle demiştir: Bana Ubeydullah haber verdi ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Yemîn olsun ben "Ebû Bekr insanlara imâm olup namaz kıldırsın" emri hususunda Rasûlüllah'a çok müracaat ettim. Beni Rasûlüllah'a çok müracaat etmeye sevkeden düşünce şu idi: Rasûlüllah'ın makaamına geçecek kimseyi insanların devamlı sevebileceğini gönlüm bir türlü almıyordu. Ve öyle sanıyordum ki, Rasûlüllah'ın yerine geçecek kimseyi insanlar muhakkak uğursuz sayacaklardır. İşte bunun için ben Rasûlüllah'ın, Ebû Bekr'in imamlık yapmasına dâir emrini ta'dîl etmesini ısrarla istemiştim.

Bu, Ebû Bekr'in insanlara namaz kıldırması emri hadîsini İbnu Omer, Ebû Mûsâ, İbn Abbâs -Allah onlardan razı olsun- Peygamber'den rivayet etmişlerdir.

4489 Âişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in başı benim göğsüm ile çenem arasında olduğu hâlde vefat etti. Bu sebebleben Peygamber'den sonra hiçbir kimsenin ölümünün şiddetinden asla korkmam.

4490  ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ka'b ibn Mâlik el-Ensârî'nin oğlu Abdullah haber verdi. Bu Ka'b ibn Mâlik, Allah tarafından kendilerine tevbe nasîb edilmiş olan üç kişiden biri idi. Ka'b'ın oğlu Abdullah'a da Abdullah ibn Abbâs şöyle haber vermiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (radıyallahü anh), Rasûlüllah'ın içinde vefat ettiği hastalığı sırasında yanından dışarıya çıktı. İnsanlar:

— Yâ Eba'l-Hasen! Rasûlüllah (bu gece) nasıl sabahladı? diye sordular.

Alî:

— Allah'a hamd olsun, hastalıktan biraz iyileşerek sabahladı, diye cevâb verdi. Alî'nin bu cevâbı üzerine, onun elini (babam) Abbâs ibn Abdilmuttalib tuttu da:

— Vallahi sen üç gün sonra asanın kulu olacaksın. Allah'a yemînle söylüyorum ki, ben Rasûlüllah'ın bu hastalığından yakında vefat edeceğini zannediyorum. Çünkü Abdulmuttalib oğulları'nın ölüm sırasında yüzlerini (ne şekil aldıklarını tecrübemle) tanımaktayım. Şimdi sen bizimle Rasûlüllah'a git, bu (devlet başkanlığı) işinin kimde bulunacağım kendisine soralım. Eğer bu iş bizde olacaksa, bunu (Rasûlüllah'ın sağlığında) bilelim. Bizden başkasına âid olacaksa, bunu da öğrenelim ve bizi ona vasiyet etsin! dedi.

Bunun üzerine Alî:

— Vallahi bu işi biz eğer Rasûlüllah'a sorar, O da bizi bundan men' ederse, Rasûlüllah'tan sonra insanlar (bunu delîl getirerek) devlet başkanlığını bize vermezler. İşte bundan dolayı vallahi ben halifelik mes'elesini Rasûlüllah'a sormam, dedi.

4491 İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle tahdîs etti: Pazartesi günü müslümânlar sabah namazında bulundukları sırada, Ebû Bekr onlara namaz kıldırırken birden Rasûlüllah, Âişe odasının kapı perdelerini açtı da sahâbîlerine baktı. Sahâbîlerinin namaz saffları içinde el bağlayarak durduklarını gördü. Sonra (bu görünüşten çok sevindi ve) sesi duyulacak derecede güldü. Ebû Bekr, Rasûlüllah'ın namaza gelmek isteğiyle çıktığını sanarak topukları üzerinde ilk safa ulaşmak için geriye çekildi.

Enes devamla dedi ki: Müslümânlar Rasûlüllah'ı görmekten o kadar çok ferahladılar ki, az kaldı namazlarından çıkacaklardı. Rasûlüllah onlara eliyle: "Namazınızı tamamlayınız!" diye işaret etti. Sonra tekrar Âişe'nin odasına girdi ve kapı perdelerini indirdi.

4492 Omer ibn Saîd şöyle demiştir: Bana Abdullah ibnu Ebî Muleyke haber verdi. Ona da Âişe'nin himayesinde bulunan Ebû Amr Zekvân şöyle haber vermiştir: Allah'ın bana ihsan ettiği ni'metlerden birisi Rasûlüllah'ın benim odamda, benim nevbetimde, başı benim göğsümün üstü ile gerdanımın arasında olarak vefat etmesidir. Bir de Allah'ın O'nun vefatı sırasında benim tükürüğüm ile O'nun tükürüğünü bir arada birleştirmesidir. (Şöyle ki: Kardeşim) Abdurrahmân, elinde bir misvak ile odama girdi. Ben de RasülulIah'ı (göğsüme yan) dayamıştım. O'nun misvaka dikkatle baktığını gördüm. O'nun misvakı çok sevdiğini bildiğim için:

— Size misvakı alayım mı? diye sordum.

Başıyla "Evet, al" diye işaret etti. Hemen misvakı alıp kendisine sundum. Fakat katı geldi.

— Yâ Rasûlallah, biraz yumuşatayım mı? diye sordum.

Başı ile "Evet!" diye işaret etti. Ben de misvakı yumuşatıp verdim. Bir de Rasûlüllah'ın yanında deriden ufak bir su kabı yahut ağaçtan bir su kabı, içinde su ile dururdu. -Râvî Omer ibn Saîd su kabının ne'vinde şübhe etmektedir- Rasûlüllah arasıra ellerini bu kabın içine batırıyor ve ıslanan elleriyle yüzünü sıvazlıyor ve:

— "Lâ İlahe illallah! Ölümün de şiddetleri, sarsmaları var!" diyordu.

Sonra elini kaldırdı. Tâ ruhu alınıncaya kadar:

— "Yâ Allah, beni er-Refîku'l-a'la camiasında kıl!" duasına devam etti. Ve bu duâ ile Peygamber'in (mu'cizeler çıkaran) eli meyledip düştü. (Allâhumme sallı alâ Muhammedin ve âli Muhammed.)

4493 Hişâm ibn Urve tahdîs edip şöyle demiştir: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe'den şöyle haber verdi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiği hastalığı içinde Âişe'nin nevbet gününe ulaşmayı isteyerek:

— "Yarın ben nerede olacağım? Yarın ben nerede olacağım?" diye sorar dururdu.

Bunun üzerine zevceleri kendisine izin verdiler, böylece O istediği yerde oluyordu. Artık Peygamber yanında vefat edinceye kadar Âişe'nin odasında olmuştur.

Âişe dedi ki: Peygamber sağlığında bana gelmekte bulunduğu nevbet gününde, benim evim içinde öldü. Allah O'nun ruhunu, başı gerdanımla göğsüm arasında iken ve tükrüğü tükrüğüme karışmış hâlde iken aldı.

Sonra Âişe dedi ki: Kardeşim Abdurrahmân ibn Ebî Bekr, beraberinde dişlerini misvâkladığı bir misvakla içeriye girdi. Rasûlüllah ona doğru baktı. Bunun üzerine ben:

— Yâ Abdarrahmân, şu misvâğı bana ver! dedim.

O da verdi. Ben misvâğın kullanılmış yerini dişimle kestim, sonra yumuşattım ve Rasûlüllah'a verdim. Rasûlüllah benim göğsüme dayanmış hâlde o misvakla dişlerini ovaladı.

4494 Âişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim odamda, benim nevbetimde ve ciğerimle gerdanım arasında vefat etti. Bizlerden herbir kadın O'nu hastalandığı zaman bir duâ ile Allah'a sığındırırdı. Ben de O'nu bir duâ ile sağındırmaya giriştim. Bu sırada başını yukarı kaldırdı da iki defa:

— "er-Refîku'l-a’lâ içinde kıl, er-Refîku'l-a'lâ içinde kıl!" duasını söyledi.

Bu sırada Abdurrahmân ibn Ebî Bekr, elinde yaprakları soyulmuş yaş bir deynekle bize uğradı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona doğru baktı. Ben bu bakışından, Peygamber'in o deyneğe ihtiyâcı var diye düşündüm de, deyneği Abdurrahmân'dan aldım, ucunu ağzımda yumuşattım ve bir kısmını kestikten sonra bunu Peygamber'e verdim. Peygamber de bununla misvâklanmakta olduğu en güzel şekilde dişlerini misvâkladı. Bundan sonra o deyneği bana uzatıp verdi. Bu esnada eli düştü yahut deynek elinden düştü. İşte bu suretle Allah, benim tükrüğüm ile O'nun tükrüğünü bu misvak deyneği vâsıtasıyle birleştirdi ki, bu da Peygamber'in dünyâdan olan günlerinin en sonuncusu içinde ve âhiretten olan günlerinin de ilk gününde oldu.

4495 ibn Şihâb şöyle dedi: Bana Ebû Seleme haber verdi. ona da Âişe şöyle haber vermiştir: Rasûlüllah'ın ölümü üzerine Ebû Bekr, Sunh köyündeki meskeninden atına binerek Medine'ye geldi ve mescide indi. (Mesciddeki kalabalığa bakmayarak ve) kimseye birşey söylemeden, doğru Âişe'nin odasına girdi. Hemen Rasûlüllah'a yaklaştı. Rasûlüllah'ın yüzü bir Yemen beziyle örtülü idi. Yüzünden örtüyü açtı. Sonra üzerine kapandı, O'nu (iki gözünün arasından) öptü ve ağladı.

4496- Bundan sonra:

— Babam, anam Sana feda olsun! Vallahi Allah Senin üzerinde iki ölüm birleştirmeyecektir. Sana takdir edilip yazılmış olan bu ölüm geçidini ise geçirmiş bulunuyorsun! dedi.

4497- ez-Zuhrî dedi ki: Ve bana Ebû Seleme, Abdullah ibn Abbâs'tan şöyle tahdîs etti: Ebû Bekr Rasûlüllah'ın yanından dışarıya çıktı. Omer ibnu'l-Hattâb ise insanlara:

Rasûlüllah ölmedi! sözünü söylüyordu. Ebû Bekr:

— Yâ Omer, otur! dedi.

Fakat Omer oturmuyordu. Ebû Bekr hemen minbere yöneldi. İnsanlar Omer'i bırakarak Ebû Bekr'i dinlemeye toplandılar. Ebû Bekr, Allah'a hamd ve senadan sonra "Amma ba'du" deyip şunları söyledi :

— Sizden her kim Muhammed'e ibâdet ediyorsa, iyi bilsin ki, Muhammed ölmüştür. Her kim de Allah'a ibâdet ediyorsa, iyi bilsin ki, Allah hiç ölmeyecek olan diridir. Yüce Allah: "Muhammed ancak bir rasûldür. Ondan evvel daha nice rasûller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür, yahut öldürülürse ökçelerinizin üstünde geriye mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde geriye dönerse, elbette Allah 'a hiçbir şeyle zarar yapmış olmaz. Allah şükr ve sebat edenlere mükâfat verecektir" (Âlu İmrân: 144) buyurmuştur.

İbn Abbâs dedi ki: Vallahi sahâbîleri o derece şaşkınlık kaplamıştı ki, bu âyeti Ebû Bekr okuyana kadar, Allah'ın bu âyeti indirdiğini sanki bilmiyorlardı da bütün cemâat bunu Ebû Bekr'den öğrenmişlerdi. Artık işittiğim herbir insan muhakkak bu âyeti okumaya başlamıştı.

ez-Zuhrî yine geçen senedle dedi ki: Bana Saîd ibnu'l-Museyyeb haber verdi ki, Omer o günkü hâlini şöyle anlatmıştır: Vallahi Ebû Bekr Âlu İmrân âyetini okuyuncaya kadar, Peygamber'in ölümü hakkında kanâatim yoktu. Onun okuduğunu işitince, dehşet içinde kaldım. Ayaklarım beni tutmaz olmuştu. Nihayet Ebû Bekr'in o âyeti okuduğunu işitince artık Rasûlüllah'ın öldüğüne kanâat getirip, bulunduğum yere çöktüm.

4498  Bu seneddeki râvîler İbn Abbâs ile Âişe'den, Ebû Bekr (radıyallahü anh), Peygamber'in ölümünün ardından Peygamber'i öptü, dediklerini rivayet etmişlerdir.

4499 Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Abdullah ibn Ebî Şeybe hadîsini tahdîs edip şunu ziyâde etti: Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yarı baygın bulunduğu hastalığı içinde ağzına ilâç koymuştuk. O da bize: İlâç vermeyiniz! diye işaret etmeye başlamıştı. Biz (Rasûlüllah'ın bu çekinmesi) hastalar ilâçtan hoşlanmadığı içindir, dedik (ve ilâç vermeye devam ettik). Fakat Peygamber ayılınca:

— "Ben sizi ilâç vermekten men' etmedim mi?" diye azarladı. Biz yine:

— Hasta ilâçtan hoşlanmaz (onun için azarlıyor), dedik. Bunun üzerine Rasûlüllah:

— "Ev içinde bulunan herkes istisnasız bu ilâçtan alacaktır. İşte ben bakıyorum. Yalnız Abbâs müstesnadır. Çünkü o beni ilâçlamakta sizinle hâzır bulunmadı!" buyurdu.

Bu hadîsi İbnu Ebfz-Zinâd, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âişe'den; o da Peygamber'den olmak üzere rivayet etmiştir.

4500 el-Esved ibn Yezîd en-Nahaî şöyle demiştir: Bir kerresinde Âişe'nin yanında, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in (hastalığı sırasında) Alî'ye vasiyet ettiği zikrolundu. Bunun üzerine Âişe:

— Bu vasiyet sözünü kim söyledi? Yemîn olsun ben Peygamber'i şu hâlde görmüşümdür: Ben O'nu hayâtının son demlerinde göğsüme dayamıştım. Bu sırada bir tas istedi. Müteakiben kucağımda bütün vücûdu sarkıverdi. Meğer vefat etmişti. Ben vefatını anlamadım. Şu hâlde Peygamber, Alî'ye nasıl vasiyet etmiştir? diye onları reddetti.

4501 Talha ibn Musarrıf şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'ya:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vasiyet etti mi? diye sordum. O:

— Hayır, (birşey vasiyet etmedi), dedi. Ben tekrar:

— Öyleyse insanlar üzerine vasiyet etmek nasıl farz yazıldı, yahut: İnsanlar nasıl vasiyetle emrolundular? dedim.

İbn Ebî Evfâ:

Peygamber Allah'ın Kitâbı'yle vasiyet etti, dedi.

4502  (Peygamberin kayın biraderi ve mü'minlerin anası Cuveyriye'nin erkek kardeşi olan) Amr ibnu'l-Hâris (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) -vefatı zamanında- dînâr, dirhem, erkek ve dişi köle bırakmadı. Ancak binmekte olduğu dişi beyaz katırla harb silâhını, bir de yolcular için vakıf ettiği (Fedek ve Hayber'deki) arazîyi bıraktı.

4503  Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatı günü zevale doğru hastalığı- ağırlaşınca sık sık bayılmaya başladı. Bundan kederlenen Fâtıma aleyha's-selâm da yüksek sesle:

— Vây babamın ıztırâbına! dedi.

Bunun üzerine Peygamber, Fâtıma'ya hitaben:

— "Kızım bu günden sonra babanın üzerinde hiçbir iztırâb kalmayacaktır" buyurdu.

Enes dedi ki: Peygamber vefat edince, Fâtıma:

— Yâ ebetâhu! Ecâbe Rabbâ duâhu! Yâ ebetâhu men cennetu'l-Firdevsi me'vâhu! Yâ ebetâhu ilâ Cibrîlenen'âhu (Ey Rabb'in da'vetine icabet eden babam! Ey cennetu'l-Firdevs'te makaamı olan babam! Ey Cibril'e ölümünü haber verdiğimiz babam!) Diye hüzün ve kederini açığa çıkarmıştır.

Peygamber defnedildikten sonra da Fâtıma aleyha's-selâm, Enes'e:

— Ey Enes! Derin bir bağlılıkla sevdiğiniz Rasûlüllah'ın üzerine toprak saçmağa gönlünüz nasıl razı oldu? diye bir hüzün ve keder sorgusu sormuştur.