Geri

   

 

 

 

İleri

 

40- Hayber Gazvesi Bâbı

4244 Suveyd ibnu'n-Nu'mân (radıyallahü anh) şöyle haber vermiştir: Hayber yılında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sefere çıktık. Sahbâ'ya -ki Hayber'in alt başındadır- vardığımızda (Peygamber inip) ikindi namazı kıldırdı. Sonra mevcûd azıkları istedi. Sevîktan, yani kavuddan başka birşey getirilmedi. Islatsınlar diye emretti ve ıslatıldı. Akabinde o sulandırılmış kavuddan Peygamber de yedi, biz de yedik (içtik). Sonra akşam namazına kalktı. Ağzını çalkaladı. Biz de ağzımızı çalkaladık. Sonra abdest almadan namazı kıldırdı.

4245 Selemetu'bnu'l-Ekva' (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Hayber gazvesine çıktık. Bir gece giderken kaafileden bir kişi, Âmir ibnu'l-Ekva'a :

— Yâ Âmir! Kısa vezinli şiirlerinden bize birkaç parça dinletmez misin? dedi.

Âmir şâir bir kişi idi. Bunun üzerine Âmir hayvanından aşağıya indi ve şu mealdeki şiirini (güzel seda ve edâ ile) okuyarak kaafile develerini yollandırdı :

— Yâ Allah, eğer Sen hidâyet etmemiş olaydın, biz doğru yolu bulamaz, sadaka vermez ve namaz da kılmazdık, canlarımız Sana feda olsun, bizleri hayâtta bıraktığın müddetçe mağfiret eyle. Düşmanla kavuştuğumuzda ayaklarımızı sabit tut ve üzerimize sekînet at! Şübhesiz bizler haksızlığa çağrıldığımızda dayatırız. Düşmanlar ise müşrikleri haykırarak üzerimize da'vet etmişlerdir (yâni bizim aleyhimize müşriklerden yüksek sesle yardım isteyerek hücum etmişlerdir).

Bunun üzerine Rasûlüllah:

"Şiir okuyup develeri yollandıran kimdir?" diye sordu. Sahâbîler:

— Âmir ibnu'l-Ekva'dır, dediler. Rasûlüllah:

— "Allah Âmir'e rahmet etsin!" diye duâ etti. Kaafileden bir kişi:

— Ey Allah'ın Peygamberi, bu duâ bereketiyle Âmir cenneti hak etti. Âmir'in şehîdliği vâcib oldu. Âmir'le (ve onun şiir ve kahramanlıklarıyle) bizleri bir süre daha faydalandırsaydınız! Dedi.

Nihayet Hayber'e geldik ve Hayber ahâlîsini muhasara ettik. (Muhasara yirmi gün sürdü.) Hattâ bize şiddetli bir açlık isabet etti. Sonra Yüce Allah müslümânlara Hayber kalelerinin birer birer fethini müyesser kıldı. Hayber'in müslümânlara açıldığı günün akşamında mücâhidler, yer yer pekçok ateşler yakmışlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Bu ateşler nedir, ne üzerine yakıyorlar?" diye sordu.

Sahâbîler:

— Et pişirmek için yaktılar, diye cevâb verdiler. Peygamber:

— "Hangi et, ne eti üzerine?" diye sordu. Sahâbîler:

— Evcil eşeklerin eti» diye cevâb verdiler. Peygamber:

— "O etleri dökünüz, kapları da kırınız!" buyurdu. Sahâbîlerden biri:

— Yâ Rasûlallah! Etleri döküp, kapları yıkasak olmaz mı? diye sordu.

Rasûlüllah:

— "Yâhud öyle yapınız!" buyurdu.

Hayber'de muhârib kavim harb saffı bağlayınca (Âmir, Yahüdîler'in cenkçi pehlivanı Mirhab'a karşı mubâriz çıkmıştı), Amir'in kılıcı kısa idi. Âmir bu kısa kılıcını vurmak için Yahudi'nin baldırına saldırmıştı. Fakat kılıcının keskin yüzü dönüp Âmir'in diz kapağına isabet etti. Kahraman Âmir bu yaradan vefat etti. (Bâzı kimseler Amir'in bu şekilde vefatını intihar sayıp mükâfatsız kalacağını söylemiş, Seleme ibnu’l-Ekva' da amcası hakkındaki bu sözlerden üzülmüştü.)

Râvî Seleme devamla şöyle dedi: Rasûlüllah ile sahâbîleri Hayber'den döndükleri sırada Rasûlüllah beni gördü de iki elimi tutarak bana:

— "Yâ Seleme, sana ne oldu?" dedi.

Ben de kendisine:

— Babam anam Sana feda olsun! Bâzı kimseler (amcam) Âmir'in gazasının bâtıl ve şehîdliğinin mükâfâtsızlığını iddia ettiler, dedim.

Peygamber:

— "Bu iddiada bulunan kişi yalan söylemiştir. Âmir için muhakkak iki ecir ve sevâb vardır: Peygamber iki parmağını birleştirerek: O, câhid ve mücâhiddir (yani biri Allah yolunda cihâd sevabı, öbürü cehdi ve bu uğurda son kudretini harcamasının sevabı). Yeryüzünde yürüyen Arab ırkından onun benzeri bir Arab az bulunur" buyurdu.

Bize Kuteybe ibnu Saîd tahdîs etti: Bize Hatim ibn İsmâîl tahdîs etti ve hadîsinde "Yeryüzünde onun benzeri pek az yetişir" şeklinde söyledi.

4246 Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin Hayber'e (yakın Recî' vadisine) geldi, (orada eğlendi). Çünkü Rasûlüllah gece vakti bir düşman kavim üzerine vardığında onlara gece baskını yapmaz, sabaha girinceye kadar beklerdi... Sabah olunca Hayber Yahûdîleri kazmaları, kürekleri ve büyük küfeleriyle dışarı çıktılar. Rasûlüllah'ı görünce:

— Muhammed, vallâhî Muhammed ve ordusu! Diye bağrıştılar. Bunun üzerine Peygamber:

— "Allâhu Ekber, Hayber harâb oldu gitti (yahut: harâb olsun)! Biz bir kavmin yurduna indik mi, inzâr edilmiş olanların sabahı ne fena olur! Buyurdu.

4247 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz Hayber'e sabah erkenden baskın yaptık. Hayber ahâlîsi zirâat aletleriyle şehir dışına çıktılar da Peygamber'i gördüklerinde:

— Muhammed, vallâhî Muhammed ve ordusu! Diye bağrıştılar. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Allâhu Ekber! Hayber harâb oldu. Biz bir kavmin sahasına indiğimiz zaman korkutulan o kavmin sabahı ne fena olur!" buyurdu.

Biz Hayber'de birçok eşek etleri elde etmiştik. Bu sırada Peygamber'in münâdîsi:

— Allah ve Rasûlü sizleri eşek etlerinden nehyederler. Çünkü eşek etleri pistir! Diye nida etti.

4248 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten; şöyle demiştir: Rasûlüllah'a biri geldi de:

— Eşekler yenildi, dedi. Rasûlüllah sustu.

Sonra ikinci kerre geldi de yine:

Eşekler yenildi, dedi. Rasûlüllah yine sükût etti. Sonra üçüncü defa geldi ve:

— Eşekler tüketildi, dedi.

Bu sefer Rasûlüllah bir münâdîye emretti, o da insanlar içinde:

— Allah ve Rasûlü sizleri evcil eşek etlerinden nehyederler! diye nida etti.

Et tencereleri kaynar hâldeyken bunlar olduğu gibi döküldü.

4249 Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'e yakın bir yerde sabah namazını daha karanlık iken kıldırdı. Sonra:

— "Allâhu Ekber, Hayber harâb oldu. Bizler bir kavmin sahasına indiğimiz zaman (Öteden beri gelecek tehlikelerle) korkutulmuş olan o kâfirlerin sabahı ne kötü olur!" buyurdu.

Yahudiler Hayber'in sokaklarında koşarak dışarıya çıktılar. Peygamber, Hayber ahâlîsinin muhârib olanlarını öldürdü. Nesillerini, oğulları ve kızlarını da esîr aldı. Safiyye (bintu Huyey ibn Ahtab) esirler arasında idi. Evvelâ Dıhye ibn Halîfe el-Kelbî'ye geçti. Sonra Peygamber'e geçti. Peygamber onun hürriyete kavuşturulmasını onun mehri yaparak, onunla evlendi.

Abdulazîz ibnu Suheyb, Sâbit'e hitaben:

— Yâ Ebâ Muhammedi Enes ibn Mâlik'e "Safiyye'ye Peygamber ne mehr tayin etti?" diyen sen misin? diye sordu da Sabit, Suheyb'in sorusunu tasdik olarak, başını hareket ettirdi.

4250 Abdulazîz ibnu Suheyb şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten işittim: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -Kurayza ve Nadîr oğulları'nın seyyidesi olan- Safiyye'yi esîr aldı. Akabinde Safiyye'yi âzâd etti ve onunla evlendi, diyordu.

Sabit el-Bunânî, Enes'e:

Peygamber, Safiyye'ye ne mehr verdi? Diye sordu. Enes:

Peygamber, Safiyye'ye hürriyet verdi de, nefsinin hürriyete kavuşturulmasını ona mehr yaptı, dedi.

4251 Bize Ya'kûb ibn Abdirrahmân el-İskenderânî, Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (radıyallahü anh)'den tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müşrik Yahudiler (Hayber harbinde) karşılaştılar da cenk ettiler. (O günün harbi sona erip) Rasûlüllah kendi askerî karargâhına, öbürleri de kendi askerî karargâhlarına dönmüşlerdi. Fakat Rasûlüllah'ın sahâbîleri içinde bir adam vardı ki, o, düşman ordusundan ayrı düşen, yahut orduya katılmamış bulunan Yahudi'nin arkasını bırakmayıp amansız ta'kîb ediyor ve kılıcıyla ona vuruyordu. (Bu adamın cenkçiliği hakkında) :

— Bu gün bizden hiçbir kişi Fulân'ın gösterdiği kahramanlık derecesinde yeterlilik göstermedi, denildi.

Bunun üzerine Rasûlüllah:

— "Dikkat, o kişi muhakkak cehennem ehlindendir" buyurdu. Sahâbîlerden bir kişi (Eksum ibn Ebi’l-Cevn el-Huzâî):

— Öyleyse ben onunla beraber olup, onu gözetleyeceğim, dedi.

Râvî Sehl dedi ki: Bu Huzâalı kişi o adamla beraber harb sahasına çıktı ve harb saffının neresinde durduysâ, o da onunla beraber orada durdu. O kişi harbde ne kadar çeviklik gösterdiyse, Huzâalı kişi de onunla birlikte çeviklik gösterdi.

Râvî Sehl dedi ki: Nihayet o adam ağır şekilde yaralandı. (Bu yaranın acısıyle) ölümün acele gelmesini istedi de kılıcını (yani kılıcın demirini) yere koydu, kılıcın ağzını ise iki memesi arasına koydu ve kılıcın üstüne yüklendi. Bu suretle kendisini öldürdü. Bunun üzerine Huzâalı Eşlem, Rasûlüllah'ın huzuruna çıktı ve:

— Yâ Rasûlallah, ben şehâdet ederim ki, Sen muhakkak Allah'ın Rasûlü'sün! Dedi.

Rasûlüllah:

— "Bu şehâdetin sebebi nedir?" diye sordu. Huzâalı kişi:

— Biraz önce cehennem ehlinden olduğunu haber verdiğin o kişi, hakîkaten cehennemliklerdendir. Onun cehennemliklerden olduğu hakkındaki sözünüzü insanlar zihinlerinde büyüttüler. Ben de bu adamı sizin için ta'kîb eder gözetlerim demiştim. Ve hakîkaten ardısıra çıkıp, onun her hareketini araştırdım. Nihayet bu adam ağır şekilde yaralandı ve ölümün çabuk gelmesini isteyerek kılıcının demirini yere, keskin ağzını da iki memesi arasına koydu. Sonra kılıcın üstüne yüklendi. Ve bu suretle kendisini öldürdü, dedi.

Bu sırada Rasûlüllah:

— "İnsanlar arasında bir sınıf kişi vardır ki, halka görünüşe göre cennet ehline yaraşan hayırlı işler yapar; Halbuki o cehennemliklerdendir. Yine insanlardan bir kısım da yardır ki, halka görünüşüne göre cehennemliklere âid kötü işler yapar; Halbuki o cennetliklerdendir!" buyurdu.

4252 ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz Hayber'de hazır bulunduk. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beraberinde (yani ordusunda) bulunanlardan olup da İslâm'ı iddia etmekte bulunan bir adam için:

— "Bu, ateş ehlindendir" buyurdu.

Kıtal zamanı gelince o zât en şiddetli şekilde kıtal yaptı ye çok yara aldı. İnsanların bâzısı Rasûlüllah'ın sözü hakkında şübheye düştüler. O zât, yaralarının acısını hissetti de elini ok kuburuna uzatıp, orada birkaç ok çıkardı ve onlarla kendisini öldürdü. Bunun üzerine müslümânlardan bâzıları sür'atle gittiler de:

— Yâ Rasûlallah! Allah Senin sözünü doğruladı: O Fulân kişi intihar etti ve kendisini öldürdü, dediler.

Bunun üzerine Rasûlüllah:

— "Kalk yâ Fulân! Cennete mü'min olandan başkası girmez; muhakkak ki Allah, bu dîni (dilerse) fâcir kişi ile de te'yîd edip kuvvetlendirir hakikatini i'lân eti" buyurdu.ez-Zuhrî'den rivayetinde Ma'mer ibn Râşid, Şuayb'e mutâbaat etti.

4253- Ve Şebîb ibn Saîd, Yûnus ibn Yezîd'den söyledi ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb ile Abdurrahmân ibnu Abdillah ibn Ka'b haber verdiler ki, Ebû Hureyre: Biz Hayber'de Peygamber'in beraberinde hazır bulunduk... Demiştir.

Abdullah ibnu'l-Mubârek, Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu’l-Müseyyeb'den; o da Peygamber'den söyledi. Ez-Zuhrî'den rivayet etmekte Salih ibnu Keysân, Abdullah ibnu'l-Mubârek'e mutâbaat etti.

ez-Zubeydî (Muhammed ibnu'l-Velîd) şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verdi; ona da Abdurrahmân ibn Ka'b haber verdi ki, Ubeydullah ibn Ka'b şöyle demiştir: Bana Hayber'de Peygamber'le beraber hazır bulunan kişi haber verdi. Ve yine ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana, Ubeydillah ibn Abdillah ibn Omer ile Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Peygamber'den olmak üzere haber verdiler.

4254 Ebû Mûsâ el-Eş'arî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'e gazveye gittiği zaman -yahut da şöyle demiştir: Rasûlüllah Hayber'e (yani Hayber'den) yöneldiği zaman- sahâbîler bir vâdîye yukarıdan baktıklarında yüksek sesle:

— Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Lâ ilahe ille'llah... diye tekbîr aldılar.

Bunun üzerine Rasûlüllah onlara:

— "Nefislerinize yumuşak davranın. Çünkü sizler ne sağırı çağırıyorsunuz, ne de gaibe sesleniyorsunuz. Muhakkak ki sizler pek işiten ve çokyakın olan Allah'a duâ ediyorsunuz. O her zaman sizinle beraberdir!" buyurdu.

Bu sırada ben, Rasûlüllah'ın bineğinin arkasında idim. Ben de:

— Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi (= Kulun çâresi ve kuvveti yalnız Allah'ın yardımıyle meydana gelir) demeğe başladım.

Rasûlüllah benim sözlerimi işitti ve:

— "Ey Abdallah ibne Kays!" diye seslendi. Ben:

— Lebbeyke yâ Rasûlallah (= Buyur, emrinizi almağa hazırım yâ Rasûlallah)! Dedim. Rasûlüllah:

— "Sana cennet hazînelerinden büyük bir hazîne değerinde olan bir kelimeye delâlet edip bildireyim mi?" buyurdu.

Ben de:

— Evet, bildir yâ Rasûlallah, babam anam Sana feda olsun, dedim.

Rasûlüllah:

"O kelime Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’ dir" buyurdu.

4255- Bize el-Mekkî ibnu İbrâhîm tahdîs etti: Bize Yezîd ibnu Ebî Ubeyd tahdîs edip şöyle dedi: Ben Seleme ibnu'l-Ekva'ın baldırında bir darbe eseri gördüm de:

— Yâ Ebâ Müslim! Bu vurma nedir? dedim. Seleme:

— Bu, Hayber günü bana isabet eden bir darbedir. İnsanlar: Seleme vuruldu, dediler. Akabinde ben Peygamber'e geldim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o darbenin yerine üç defa nefes etti. Ben o saatte (veya bir saatlik bir zaman içinde) bu yaradan ağrı ve ızdırab duymadım.

4256 Sehl ibn Sa'd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müşrikler, Peygamber'in gazvelerinden birinde (yani Hayber'de) karşılaştılar da cenk ettiler. (O günün harbi sona erince) müslümân ve Yahûdîler'den olan her topluluk, kendi askerlerinin yerine döndüler. Müslümanların içinde bir adam vardı ki, o, müşriklerden ayrı düşen yahut müşrik ordusuna katılamamış bulunan her münferid Yahudi'nin arkasını bırakmayıp amansız ta'kîb ediyor ve onu kılıcıyla vuruyordu.

— Yâ Rasûlallah! Sahâbîlerin hiçbirisi Fulân kişi derecesinde yeterlilik gösteremedi, denildi.

Rasûlüllah:

— "Şübhesiz o kimse cehennem ehlindendir" buyurdu.

" Sahâbîler:

— Eğer o zât (bu ciddiyeti ve mucâhedesiyle beraber) cehennem ehlinden olduysa, bizim hangimiz cennet ehlindendir? Dediler.

Sahâbîler topluluğundan biri dedi ki:

— Yemîn olsun ben o zâtı muhakkak ta'kîb edeceğim... Çeviklik yaptığında ve yavaş davrandığında onun beraberinde bulundum. Sonunda yaralandı. (Yarasının acısından ötürü) ölümün çabuk gelmesini istedi de kılıcının sapını yere, keskin ucunu da iki memesinin arasına koydu. Sonra kılıcın üzerine yüklendi. Böylece kendini öldürdü.

Bunları ta'kîb edip gören sahâbî Peygamber'e geldi ve:

— Ben Sen'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdet ediyorum, dedi.

Peygamber:

— "Bu şehâdeün sebebi nedir?" diye sorunca o, gördüklerini Peygamber'e haber verdi.

Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

— "Öyle kişi vardır ki, insanlara görünen işlerde o muhakkak cennet ehlinin amelini işler; Halbuki o ateş ehlindendir. Yine insanlara görünen işlerde ateş ehlinin amelini yapar; Halbuki kendisi cennet ehlindendir" buyurdu.

4257 Ebû İmrân (Abdulmelik ibn Habîb el-Cevnî) şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik (Basra'da bulunduğu sırada) bir cumua günü insanlara baktı da başlarında birçok taylesanlar gördü. (Enes, Basralılar'ın bu başlık şeklinden hoşlanmadı da:)

— Şu saatte Basralılar sanki Hayber Yahudileri! Dedi.

4258 Seleme (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Hayber'de Alî gözünden rahatsız olmuştu da Peygamber'den geri kalmıştı. Kendi kendine:

— Ben Peygamber'den geri kalıyorum, dedi de akabinde Peygamber'e ulaştı.

Sabahında Hayber'in fetholunduğu geceye girdiğimizde Peygamber:

— "Yemin olsun yarın ben sancağı bir adama vereceğim ki -yahut da: Yarın bayrağı öyle bir adam alacaktır ki- Allah ve Rasûlü onu sever. Hayber ona açılacaktır" buyurdu.

Bizler herbirimiz o sancağı alacak kişi olmamızı ümîd edip duruyorduk.

— İşte Alî! denildi.

Peygamber sancağı Alî'ye verdi ve Hayber'in fethi Alî'ye müyesser oldu.

4259 Ebû Hazım şöyle demiştir: Bana Sehl ibn Sa'd (radıyallahü anh) şöyle haber verdi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber gününde:

— "Müslümanların şu bayrağını yarın bir kişiye vereceğim ki, Allah Hayber'in fethini onun iki elinde müyesser kılacaktır. O Allah'ı ve Allah'ın Rasûlü'nü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever!" buyurdu.

Râvî devamla dedi ki: Bunun üzerine orada bulunan sahâbîler gecelerini bayrak onlardan hangisine verilecek diye bir karışıklık ve ihtilâf içinde geçirdiler. Sabaha girdiklerinde insanların hepsi bayrağın kendilerine verilmesini umarak Rasûlüllah'ın huzuruna gittiler. Fakat Rasûlüllah:

— "Alî ibn Ebî Tâlib nerededir?" diye sordu.

— Yâ Rasûlallah, o, iki gözünden şikâyet ediyor, denildi. Rasûlüllah:

— "Ona haber gönderin (gelsin)” buyurdu.

Akabinde Alî huzura getirildi. Rasûlüllah Alî'nin gözlerine püskürdü ve duâ etti. Alî hemen iyileşti, hattâ kendisinde hiç ağrı yokmuş gibi oldu. Rasûlüllah sancağı Alî'ye verdi. Alî:

— Yâ Rasûlallah! Hayber Yahûdîleri'yle onlar da bizim gibi (müslümân) oluncaya kadar cenkleşecek miyim? Diye sordu.

Rasûluîlah:

— "Yâ Alî, yavaş yavaş ilerleyip onların açık ve geniş meydanlarına ininceye kadar içlerine girip sokul. Sonra onları İslâm'a davet et. Ve İslâm içinde üzerlerine vâcib olan Allah haklarını onlara haber ver. Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın şenin irşadınla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için kırmızı develere sâhib olmandan daha hayırlıdır" buyurdu.

4260  (Burada iki senedie gelen bu hadîste) Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler Hayber'e geldik. Allah, Peygamberi'ne (Kamus) kalesinin kapılarını açınca, Peygamber'e Safiyye bintu Huyey ibn Ahtab'ın güzelliği zikrolundu. Kocası (Kinânetu'bnu'r-Rabf ibn Ebî'l-Hakîk) öldürülmüştü. Halbuki kendisi yeni gelin olmuştu. Peygamber, Safiyye'yi kendisi için ayırıp seçti. Akabinde Safiyye ile yola çıktı, nihayet onunla Hayber'in alt tarafında bulunan Seddu's-Sahbâ' mevkiine ulaşınca Safiyye temizlenip Peygamber'e halâl oldu. Rasûlüllah orada Safiyye ile evlenip gerdeğe girdi. Sonra Rasûlüllah küçük bir sofra içinde hays yemeği (yani hurma, kuru yoğurt ve yağ karışığı bir yemek) yaptı. Bana:

— "Etrafındaki insanları bu yemeğe çağır" buyurdu.

İşte bu hays, Rasûlüllah'ın Safiyye üzerine yaptığı düğün yemeği oldu.

Sonra Medine'ye doğru yola çıktık. Ben Peygamber'i gördüm ki, bineğinin arka tarafına bindirmiş olduğu Safiyye'yi bir abâ ile çepçevre örtüp koruyordu. Sonra Peygamber devesinin yanında oturuyor, hareket edeceği zaman dizini koyuyor, Safiyye de ayağını Peygamber'in dizi üzerine koyarak deveye biniyordu.

4261 Humeyd et-Tavîl, Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten şöyle dediğini işitmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber yolunda (inip konakladığı Seddu's-Sahbâ mevkiinde) Safiyye bintu Huyey yanında üç gün ikaamet etti de, nihayet orada Safiyye ile evlendi. Safiyye de üzerine perde çekilen Peygamber kadınları içinde oldu.

4262 Humeyd, Enes (radıyallahü anh)'ten şöyle derken işitmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -Hayber'den dönüşte- Hayber'le Medîne arasında üç gece ikaamet edip Safiyye ile evlendi. Ben de müslümânları düğün yemeğine da'vet ettim. Bu düğün yemeğinde ekmek ve et yoktu. Bunda ziyâfetle ilgili hiçbirşey yoktu. Yalnız Rasûlüllah, Bilâl'e sofralar yaymasını emretmişti.. Sofralar yayıldığında üzerlerine hurma, akt denilen ekşi yoğurtlu yiyecek, bir de tereyağı bırakıldı. Yemek esnasında müslümânlar kendi aralarında:

— Safiyye mü'minlerin analarından birisi (hürr bir kadın)imdır, yahut Rasûlüllah'ın sağ elinin mâlik'olduğu bir câriye midir? dediler.

Bâzıları da:

— Eğer Rasûlüllah, Safiyye'yi örterse, o mü'minlerin analarından birisidir. Eğer örtmezse Safiyye, Rasûlüllah'ın sağ elinin mâlik olduğu bir câriyesidir, dediler.

Rasûlüllah hareket etmeğe kalkışınca, bineğinin arkasına Safiyye için bir taht kurdu, ön tarafına da perde çekti.

4263 Abdullah ibn Mugaffel (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler Hayber'i muhasara ediyorduk. Bu sırada bir insan, içinde yağ bulunan bir tulum attı. Ben o yağ tulumunu almak için fırlayıp koştum. Arkama dönünce Peygamber’le karşılaştım da (Peygamber'in benim tuluma olan hırsıma muttali' olmasından dolayı) utandım.

4264 Sâlim'den; o da babası İbnu Omer (radıyallahü anh) 'den: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü sarımsak yemekten ve evcil eşeklerin etlerinden nehyetti, diye tahdîs etti. "Sarımsak yemekten nehyetti" sözü, yalnız Nâfi'den rivayet edilmiş, "Evcil eşeklerin etinden nehyetti" sözü de yalnız Sâlim'den rivayet edilmiştir.

4265 Bize Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Muhammed ibn Alî'nin iki oğlu olan Abdullah ile el-Hasen'den; onlar da babaları Muhammed ibnu'l-Hanefiyye'den; o da babası Alî ibn Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü mut'a suretiyle kadınları nikâh etmekten ve evcil eşeklerin etlerini yemekten nehyetti.

4266 Ubeydullah ibn Omer, Nâfi'den; o da İbn Omer'den: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü evcil eşeklerin etlerinden nehyetti, diye tahdîs etmiştir.

4267 Ubeydullah, Nâfi'den ve Sâlim'den tahdîs etti ki, İbn Omer (radıyallahü anh): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evcil eşeklerin etlerini yemekten nehyetti, demiştir.

4268 Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü evcil eşeklerin etlerinden nehyetti, at etleri (ni yemek) hakkında ruhsat verdi, demiştir.

4269 eş-Şeybânî şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ (radıyallahü anh)'dan şunu işittim: Hayber günü bizlere bir açlık isabet etti. Şübhesiz eşek etiyle dolu tencereler muhakkak kaynıyordu.

Râvî dedi ki: Bâzısı pişmişti. Bu sırada Peygamber'in nidâcısı geldi de:

— Eşek etlerinden hiçbirşey yemeyiniz ve o etleri dökünüz! Diye nida etti. İbnu Ebî Evfâ devamla dedi ki: Bizler kendi aramızda;

Peygamber bu etlerden ancak henüz beşte bir hissesi alınmadığı için nehyetmiştir diye konuştuk. Sahâbîlerden bâzısı da:

Peygamber bunlardan kesin olarak nehyetti; çünkü bu eşekler pislik yiyorlardı, dediler.

4270 Adiyy ibn Sabit, el-Berâ ile Abdullah ibn Ebî Evfâ (radıyallahü anh) haber verdi ki, onlar (Hayber'de) Peygamber'in beraberinde bulunurlarken birtakım eşek sürüleri ele geçirmişler. Akabinde onları pişirmişler. Bu sırada Peygamber'in nidâcısı:

— Tencereleri dökünüz! Diye nida etmiştir.

4271  Adiyy ibn Sabit tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Berâ'dan ve İbn Ebî Evfâ (radıyallahü anh)'dan işittim, onlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den tahdîs ediyorlardı: Kendileri tencereleri (ocaklar üzerine) dikmişlerken, Peygamber:

"Tencereleri dökünüz!" buyurmuştur.

4272 Buradaki senedde de el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh): Biz Peygamber'in beraberinde gazveye gittik, demiş ve geçen hadîsin benzerini söylemiştir.

4273 el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hayber gazvesinde bizlere evcil eşek etlerini çiğ olarak ve pişmiş olarak atmamızı emretti. Sonra bir daha onları yemeyi emretmedi, demiştir.

4274 İbn Abbâs radıyallahü anhüma: Bunlar insanların yük taşıma hayvanları olduğu için, bunları yemek sebebiyle yük hayvanlarının yok olup gitmelerini istemediği için mi Rasûlüllah bundan nehyetti yahut Hayber gününde mutlak olarak evcil eşek etlerini haram mı kıldı, bilmiyorum, demiştir.

4275 Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü süvari gazilerin atları için iki pay, yayalara bir pay verdi, demiştir. Râvî Ubeydullah ibn Omer şöyle demiştir: Bu hadîsi Nâfi' tefsir edip şöyle dedi: Mücâhidin beraberinde bir atı olursa, ganimet malından ona üç pay verilir (birisi gâzînin, ikisi atının payıdır). Eğer gâzînin atı yoksa, onun yalnız bir payı vardır.

4276 Cubeyr ibn Mut'ım (radıyallahü anh), Saîd ibnu’l-Müseyyeb'e haber verip şöyle demiştir: Ben ve Usmân ibn Affân, Peygamber'in yanına yürüdük ve kendisine:

— Hayber'in size âid olan beşte bir ganîmet hissenizden Muttalib oğulları'na verdiniz de bizi bıraktınız. Halbuki bizler ve onlar nesebce nisbetimiz yönünden (yani Abd Menâf a intisâbda) bir tek soyda birleşiyoruz, dedik.

Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Hâşim oğulları 'yle Muttaîib oğulları bir soydur" buyurdu. Cubeyr: Peygamber, Abdi'ş-Şems oğulları'yle Nevfel oğullarına birşey taksim etmedi, demiştir.

4277  Bize Bureyd ibnu Abdillah, Ebû Burde'den tahdîs etti ki, Ebû Mûsâ (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz (Eş'arîler) Yemen'de iken Peygamber'in meydana çıkışı (yahut hicrete çıkışı) haberi bize erişti. Biz de, ben ve iki kardeşim -ki biri Ebû Burde, öbürü Ebû Ruhm'-dür; ben kardeşlerimin en küçükleri idim- kavmimiz Eş'arîler'den -Ebû Mûsâ yâ elli küsur demiş, yahut da şöyle söylemiştir:- elliüç yahut elliiki kişi içinde Peygamber'in yanına doğru muhacirler olarak Yemen'den çıktık. Biz bir gemiye bindik. (Havanın muhalefetiyle) gemimiz bizi Habeşe Hükümdarı en-Necâşî'nin memleketi sahiline attı. Orada Ca'fer ibn Ebî Tâlib'e kavuştuk. Bir müddet onunla beraber Habeşistan'da kaldık. Nihayet hepimiz topluca yola çıkıp Medîne'ye geldik. Ve Peygamber'e Hayber'i fethettiği sırada kavuştuk. Ordudaki mücâhidlerden bâzı insanlar bize, yani gemi ile gelenlere:

— Hicret şerefini kazanmakta biz sizi geçtik! diyorlardı.

Bir kerre de Esma bintu Umeys -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi- Peygamber'in kadını Hafsa'yi -ki o da vaktiyle bir muhacir kaafilesi için Habeşistan'a hicret etmişti- ziyaret etti. Esma, Hafsa'nın yanında iken Omer de kızı Hafsa'nın odasına girdi. Omer, Esmâ'yı görünce Hafsa'ya:

— Bu kadın kimdir? diye sordu. Hafsa:

— Umeys kızı Esmâ'dır, dedi. Omer:

— Bu kadın Habeşli Esma mıdır? Bu kadın deniz yolcusu Esma mıdır? dedi (ve böyle tekrar tekrar latife etti).

Esma da:

— Evet, diye tasdik etti. Omer, Esmâ'ya:

— Medine'ye hicret faziletinde biz sizi geçtik! Biz Rasûlüllah'a sizden daha lâyık, daha yakın bulunuyoruz, dedi.

Esma bu sözlerden öfkelenerek şöyle müdâfaada bulundu:

— Hayır, siz hiç öyle değilsiniz. Vallahi Rasûlüllah ile hicret eden sizlerin Rasûlüllah açlarını doyurdu, câhillerini va'z edip okuttu. Biz ise Habeşistan'da müslümânlara uzakların ve öfkelilerin yurdunda yahut toprağında bulunuyorduk (yani müslümânlara kînle, düşmanlıkla dolu bir yurtta, bir toprakta bulunuyorduk). Bütün bu sıkıntıları biz, Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsı uğrunda yüklendik. Ey Omer! Allah adına yemîn olsun ki, bütün bu dediklerini gidip Rasûlüllah'a söyleyinceye kadar ne bir lokma yemek yiyeceğim, ne de bir yudum su içeceğim. Ey Omer! Biz uzak illerde eziyet olunuyorduk ve korku içinde yaşıyorduk. Bu hakikatleri şimdi gidip Peygamber'e zikredeceğim ve O'na soracağım. Ey Omer, Peygamber'e bunları söylerken yemîn olsun ben ne yalan söylerim, ne de haktan meylederim. Bu konuşmamızı bir kelime bile artırmam.

4278- Bu sırada Hafsa'nın odasına Peygamber geldi. Esma:

— Ey Allah'ın Peygamberi, Omer şöyle şöyle söyledi, diye nakletti.

Peygamber de:

— "Sen ona ne cevâb verdin?" diye sordu. Esma

— Ben de şöyle şöyle cevâb verdim, diye müdâfaasını da anlattı. Bunun üzerine Peygamber:

— "Bu hususta Omer bana sizden daha lâyık ve yakın değildir. Omer ve Omer'le (Medîne'ye) hicret eden arkadaşları için bir hicret sevabı vardır. Ey gemi yoldaşları, sizin için ise iki hicret sevabı vardır (Birisi Necâşî'ye hicret, öbürüsü Medîne'ye, Peygamber'in yanına hicret)".

Esma şöyle demiştir: Bu hâdise ve Peygamber'in gemi halkı hakkındaki bu yüksek şehâdeti üzerine bir de gördüm ki, bunu işiten Ebû Mûsâ el-Eş'arî ve bütün yoldaşlarımız, birbiri ardınca takım takım ziyaretime geliyorlar ve bu hadîsi sevinçle benden soruyorlardı. Bir derecede ki, dünyâ malından arzu edilen hiçbirşey, Peygamber'in Habeşe Muhacirleri hakkındaki bu yüksek şehâdeti derecesinde onların gönüllerinde çok ferah ve yüksek te'sîrli olamazdı.

4279- Ebû Burde dedi ki: Esma şöyle demiştir:

— Yemîn ederim, ben Ebû Musa'yı gördüm ki, o, bu hadîsi benden tekrar tekrar nakletmemi istiyordu.

Yine Ebû Burde, Ebü Musa'dan söyledi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz ben Eş'ârtler cemâatinin geceleyin evlerine girdikleri zaman okudukları Kur'ân seslerini pekiyi tanırım. Sefer hâlinde de onların ordu içindeki konak yerlerini de gece vakti Kur'ân seslerinden tanırım. Velev ki ben Eş'arîler'in indikleri bu konak yerlerini gündüz görmemiş olsam bile. Eş'arîler'den hakîm bir kimse de vardır ki, o, bir süvârî veya bir düşman müfrezesine kavuştuğu zaman onlara: Arkadaşlarım size burada kendilerini beklemenizi emreder (böylece onları korkutur)".

4280 Ebû Mûsâ (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz (Eş'arîler, Ca'fer ve arkadaşlanyle beraber Habeşe'den) Peygamber Hayber'i fethettikten sonra huzuruna geldik. Fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetten bize de bir pay ayırdı. Halbuki Hayber fethinde hazır bulunmayan bizden başka hiçbir kimseye pay ayırmamıştır.

4281  Abdullah ibn Mutî'in himayesinde bulunan Salim Ebû’l-Gays, Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den şöyle derken işitmiştir: Biz Hayber'i fethettik. Fakat altın ve gümüş ganimeti almadık; ancak sığır, deve ve hurma bahçeleri ganimet aldık. Sonra Rasûlüllah'ın maiyyetinde olarak Vâdî'l-Kurâ'ya gittik. Rasûlüllah'ın beraberinde Mıd'am (yahut Kerkere) adiyle çağrılan, kendisine Dıbâb oğullarının hediye ettiği siyah bir kölesi vardı. İşte bu köle, Rasûlüllah'ın yolculuk eşyasını deveden indirdiği sırada ona, nereden geldiği bilinmeyen bir ok geldi ve bu köleye isabet etti. Bunun üzerine insanlar:

— Şehîdlik ona mübarek olsun, dediler. Rasûlüllah da:

— "Hayır, nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, onun Hayber günü taksimleri yapılmamış olan ganimetlerden aldığı semle (yani ince kadifeden ihram) kendi üzerinde tutuşup yanmaktadır" buyurdu.

Akabinde bir adam Peygamber'in bu sözünü işitince bir yahut iki tane ayakkabı tasması getirdi de:

— Bu, benim kendiliğimden almış olduğum birşeydir, dedi. Rasûlüllah:

— "Ateşten bir -yahut iki- ayakkabı tasması!" buyurdu.

4282 Zeyd, babası Eslem'den haber verdi ki, o, Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) şöyle derken işitmiştir:

— Dikkat edin! Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, eğer insanların sonra gelecek nesillerine bir seviyede, hiçbirşeyleri olmayarak bırakacak olmasaydım, bana fethedilen herbir memleket arazîsini muhakkak Peygamber'in Hayber'i taksim ettiği gibi taksim ederdim. Fakat ben fethedilen memleketleri (hemen şimdiki gâzîler arasında taksîm etmeyip) ileriki nesillere gelirini taksim edecekleri birer hazîne olarak bırakıyorum.

4283 Bize İbnu Mehdî, Mâlik ibn Enes'ten; o da Zeyd ibn Eslem'den; o da babası Eslem'den tahdîs etti ki, Omer (radıyallahü anh):

— Müslümanların sonradan gelecek nesilleri (ni düşünmek) olmasaydı, müslümânlara fethedilen herbir memleket arazîsini, Peygamber'in Hayber'de yaptığı gibi gâzîler arasında taksim ederdim, demiştir.

4284 Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben ez-Zuhrî'den işittim, şu hâlde ki, ona İsmâîl ibn Umeyye soruyordu. O şöyle dedi: Bana Anbesetu'bnu Saîd şöyle haber verdi: Ebû Hu-reyre (radıyallahü anh) Hayber'de Peygamberce geldi de ganimet malından atiyye vermesini istedi. Saîd ibnu'l-Âs oğulları'ndan biri (yani Ebân ibn Saîd):

— Yâ Rasûlallah, ona atiyye verme, dedi. Bunun üzerine Ebû Hureyre:

— Bu adam Nu'mân ibn Kavkal'ı öldüren kişidir, dedi. Ebân ibnu Saîd de:

— Vay şu dağ kediciğine şaşılır ki, o (Yemen'in) Kadûmu'd-Da'n Dağı'ndan yuvarlanıp geldi... Dedi.

4285- Ve ez-Zubeydî'den zikrolunur ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Anbesetu'bnu Saîd haber verdi. O, Ebû Hureyre'den işitmiştir. Ebû Hureyre, Saîd ibnu’l-Âs'ı haber veriyordu. Şöyle dedi: Rasûlüllah, Ebân'ı Medîne'den Necd tarafına doğru bir seriyye başında kumandan olarak göndermişti.

Ebû Hureyre devamla dedi ki: Nihayet Ebân ve arkadaşları, Hayber'i fethetmesinin ardından (henüz Hayber'de iken) Peygamber'in huzuruna geldiler. Atlarının yularları muhakkak hurma Iîfi idi.

Ebû Hureyre dedi ki: Ben:

— Yâ Rasûlallah, bunlara, yani Ebân ve beraberindeki arkadaşlarına ganîmetten mal ayırma! dedim.

Ebân:

— Ey dâl (yani sidr) ağacının başından yuvarlanıp gelen dağ kedisi, sen Rasûlüllah'a bu sözü nasıl söylüyorsun? dedi.

Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Yâ Ebân, otur!" buyurdu da onlara ganîmetten pay ayırmadı.

4286 Bana dedem Saîd ibn Amr şöyle haber verdi: Ebân ibn Saîd, -Peygamber Hayber'i fethetmesinin ardından- Peygamber'in yanına geldi ve selâm verdi. Ebû Hureyre bu anda:

— Yâ Rasûlallah, (Uhud günü) İbn Kavkal'ı öldüren işte budur! Deyiverdi. Ebân da Ebû Hureyre'ye hitaben:

— Sana şaşarım, Kadûmu Da'n Dağ'ndan yuvarlanıp gelen dağ kedisi! Bu öyle dağ kedisi ki, Allah'ın benim elimle şehîdlik ikram ettiği ve beni onun eliyle öldürüp horlamasından men' ettiği bir adamla (yani İbn Kavkal'ı öldürmemle) beni kötülüyor! Dedi.

4287  Bize tmâm el-Leys ibn Sa'd, Ukayl (ibn Hâlid el-Eylî)'den; o da Muhammed ibn Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Âi-şe (radıyallahü anh)'den (onun şöyle dediğini) tahdîs etti: Peygamber'in kızı Fâtıma aleyhi's-selâm Ebû Bekr'e haber gönderip, ondan Allah'ın, küffâr mallarından kendisine harbsiz olarak verdiği Medîne civarındaki Nadîr oğulları arazîsi Fedek hurmalıkları ve Hayber hurmalıklarının beşte birinin bakıyyesinden isabet eden mallardan Rasûlüllah'ın mîrâsını istiyordu. Ebû Bekr şöyle dedi:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Biz (peygamberler) vâris olunmayız. Biz ne mal bırakırsak sadakadır" buyurdu. Ancak Muhammed ailesi bu maldan yerler (bundan fazla tasarruf hakları yoktur). Vallahi ben Rasûlüllah’ın bu sadaka malları üzerinde kendi hayâtı zamanında yürürlükte olan işlerden hiçbirşeyi değiştirmem. Ben muhakkak Rasûlüllah'ın bu mallar üzerindeki muamelesi gibi muamele yaparım, dedi.

Böylece Ebû Bekr, o mallardan Fâtıma'ya herhangi birşey vermeyi kabul etmedi. Bunun üzerine Fâtıma bu hususta Ebû Bekr'e darıldı da, ondan ayrılıp gitti. Vefat edinceye kadar Fâtıma, Ebû Bekr'le konuşmadı. Fâtıma, Peygamber'den sonra altı ay yaşadı. Fâtıma vefat edince kocası Alî, onu Ebû Bekr'e bildirmeden geceleyin üzerine cenaze namazı kılıp defnetti. Fâtıma'nın hayâtında insanlar tarafından Alî'ye bir saygı, bir sevgi ciheti vardı (Fâtıma'yı teselli için meşguliyeti, bey'attan geri kalmasına sebeb sayılmıştı). Fâtıma vefat edince Alî, insanlardan bu saygı cihetini bulamadı da Ebû Bekr'le barışmayı ve onunla bey'atlaşmayı aradı. Bundan önceki altı ay içinde Ebû Bekr'e bey'at etmemişti. Alî, Ebû Bekr'e haberci gönderip:

— Bize gel, -Omer'in gelmesini istemediği için de- fakat yanında başka bir kimse gelmesin! dedi. Omer de (bu Ebû Bekr'e ulaşınca):

— Hayır, vallahi onların yanına tek başına girmeyeceksin, dedi. Ebû Bekr de:

— Sen Alî ve beraberindekilerin bana ne yapacaklarını sanıyorsun? Vallahi ben onlara elbette gideceğim, dedi.

Akabinde Ebû Bekr onların yanına girdi. Bunun üzerine Alî, şehâdet kelimelerini telâffuz etti de Ebû Bekr'e şunları söyledi:

— Bizler senin faziletini tanımış ve Allah'ın sana verip, sana doğru sevkeylediği hiçbir hayırda sana karşı hased etmemişizdir. Lâkin sen bize karşı bu halîfelik içinde istibdâd ettin (yani bizimle istişare etmeyip, kendi bildiğine gittin). Bizler ise Rasûlüllah'a yakınlığımızdan dolayı bu işte müşavereden bir pay görüyorduk!

Alî bunları söyleyinceye kadar Ebû Bekr'in iki gözü yaş akıttı. Bu sefer Ebû Bekr konuşunca şöyle dedi:

— Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, muhakkak Rasûlüllah'ın hısımlarına hizmet etmek bana kendi hısımlarıma hizmet etmemden daha sevimlidir. Amma şu, Peygamber'in geride bıraktığı mallardan dolayı sizinle aramda olan çekişmeye gelince, ben o mallarda hayırdan hicbirşey eksiltmedim ve Rasûlüllah'ın o mallarda yapmakta olduğunu gördüğüm herhangibir işi terketmeyip mutlakaa yapmışımdır, dedi.

Bu konuşma akabinde Alî, Ebû Bekr'e:

— Bey'at için sana va'd zevalden sonradır, dedi.

Ebû Bekr öğle namazını kılınca minbere çıktı, şehâdet kelimelerini telâffuz etti de Alî'nin durumunu, bey'atten geri kalışını zikretti ve Alî'nin, kendisinden özrünün kabulünü istediği sebeble, Alî'nin özrünü kabul edip gecikmesini bağışladı. Sonra Alî istiğfar ve teşehhüd etti de, Ebû Bekr'in hakkını büyüttü (ve onunla bey'atleşti). Ve kendisinin yapmış olduğu şeye, ne Ebû Bekr'e karşı bir hased ve ne de Allah'ın Ebû Bekr'in üstün kıldığı fazîletini inkâr ve tanımamazlık düşüncesinin sevketmediğini söyledi ve şunu ilâve etti:

— Lâkin bu devlet başkanlığı içinde kendimiz için istişareden bir pay görüyorduk. Fakat Ebû Bekr bize karşı istibdâd etti, yani bize danışmayıp, kendi bildiğiyle hareket etti. Bu sebebden biz de gönüllerimizde darılmıştık!

Alî'nin bu sözleriyle müslümânlar sevindiler de:

— Îsabet ettin (yâ Alî)! Dediler ve Alî, bey'at işine böyle güzellikle döndüğü zaman, müslümânlar Alî'ye yakın oldular.

4288 Âişe (r. anha): Hayber fetholunduğu zaman artık şimdi hurmadan doyarız dedik, demiştir.

4289 İbn Omer (radıyallahü anh) de: Bizler Hayber'i fethettiğimiz zamana kadar doymuş değildik, demiştir.