26- Câhiliyet Günleri Bâbı3879 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Âşûrâ, Câhiliyet devrinde Kureyş'in oruç tutar olduğu bir gündü. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de âşûrâ orucunu tutardı. Medine'ye geldiği zaman da bu orucu tuttu ve sahâbîlerine de bu orucu tutmalarını emretti. (İkinci sene) Ramazân orucu emri inince, isteyen âşûrâ orucunu tuttu, isteyen onu tutmaz oldu. 3880 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Câhiliyet devrinde müşrikler hacc aylarında umre yapmayı yeryüzünde işlenen günâhlardan görürlerdi. Ve muharrem ayına safer ismini verirlerdi de: "Devenin arkasındaki yara iyi olur; hacıların ayak izleri gider; (safer ayı da çıkarsa) artık umre etmek işte o zaman umreciye halâl olur" derlerdi. İbn Abbâs dedi ki: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sahâbîleriyle beraber (zu'l-hiccenin) dördüncü gecesi sabahında hacc niyetiyle telbiye ederek Mekke'ye geldiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), sahâbîlerine hacclarını umreye çevirmelerini (tavaf, sa'y ve tıraşla ihramdan çıkmalarını) emretti. Sahâbîler (hacc aylarında umre etmeyi günâh saydıkları için): — Yâ Rasûlallah! Bu nasıl hılldır, nasıl umredir (ihramın haram kıldığı şeyleri bu da halâl kılar mı)? Dediler. Peygamber: — "Bu umrenin yerine getirilmesi, bunların hepsini halâl kılar" buyurdu. 3881 Amr ibn Dînâr şöyle der idi: Bize Saîd ibnu'l-Müseyyeb, babası Müseyyeb'den; o da Saîd'in dedesi Hazn el-Muhâcirî'den tahdîs etti. O (Câhiliyet devrinde Kureyş'in şerîflerindendi) şöyle demiştir: "Câhiliyet devrinde büyük bir seyl geldi de (Mekke üzerinde yükselen) iki tepe arasını kaplayıp bürüdü". Sufyân ibn Uyeyne dedi ki: Amr ibnu Dînâr da: — Şübhesiz bu, uzun bir kıssası olan bir hadîstir, der idi. 3882 Kays ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ebû Bekr, Buceyle kabilesinin Ahmes kolundan Zeyneb denilen bir kadının yanına girdi ve onu konuşmuyor gördü. Yanındakilere: — Bu kadının nesi var ki konuşmuyor? diye sordu. Oradakiler: — Konuşmayarak hacc yaptı, dediler. Ebû Bekr, kadına: — Konuş, çünkü konuşmamak halâl olmaz; bu konuşmamak, Câhiliyet amelindendir, dedi. Bunun üzerine kadın konuştu da Ebü Bekr'e: — Sen kimsin? diye sordu. Ebû Bekr: — Muhacirler'den bir adamım, dedi. Kadın: — Hangi muhacirler? dedi. Ebû Bekr: — Kureyş'ten olan muhacirler, dedi. Bu sefer kadın: — Sen Kureyş'in hangi boyundansın? dedi. Ebû Bekr: — Sen çok suâl sorucu bir kadınsın. Ben, Ebû Bekr'im, dedi. Kadın: — Câhiliyet devrinin ardından Allah'ın bize getirmiş olduğu bu iyi iş (yânı İslâm Dîni) üzerinde bekaamız ne kadar olur? Dedi. Ebû Bekr: — İslâm üzerinde bakî olmanız, imamlarınız sizleri dosdoğru tuttuğu müddetçe olur, dedi. Kadın: — İmamlar nedir? diye sordu. Ebû Bekr: — Senin kavminin onlara emretmekte olan ve onların da kendilerine itaat etmekte bulundukları birtakım başkanları ve şerifleri vardır, değil mi? dedi. Kadın: — Evet, vardır, dedi. Ebû Bekr: — İşte onlar, insanlar üzerinde doğrultucu önderlerdir, dedi. 3883 Bize Alî ibnu Mushir, Hişâm'dan; o da babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Arab kabilelerinin birine âid siyah bir kadın müslümân oldu. İşte o kadının Mescid'de küçük bir odacağı vardı. Âişe dedi ki: Bu kadın her vakit bize gelir ve yanımızda konuşurdu. Konuşmasını bitirdiği zaman: — Ve yevmu'l-vuşâhı min teâcîbi Rabbinâ Ela innehû min beldeti'l-küfri encânî. (= Vuşâh işinin olduğu gün Rabb'imizin yarattığı acîblerdendir. Şübhesiz ki O küfür beldesinden kurtarmıştır) der idi. Kadın bu mısra'ı çok söyleyince Âişe ona: — Vuşâh günü nedir? diye sordu Bunun üzerine o kadın şöyle anlattı: — Ailemden birine âid bir kız çocuğu, üzerinde kırmızı tirşeler dizilmiş deriden bir kemer olduğu hâlde dışarı (yıkanmaya) çıkmıştı. O meşin kemer kendisinden düştü (yahut, onu kendisi üzerinden çıkardı). Hemen o kırmızı kemer üzerine bir çaylak indi, ve onu semiz bir et parçası sanarak kapıp gitti. (Kız dedi ki:) Ev halkı beni hırsızlıkla ittihâm ettiler ve o kemer yüzünden bana azab verdiler. Hattâ benim işim o dereceye ulaştı ki, onlar benim ön tarafımda bile o kemeri araştırdılar. Onlar bu vaziyette benim etrafımda bulundukları ve ben de kederim içinde bunaldığım bir sırada, birden o çaylak (tekrar) yönelip geldi ve tam başlarımız hizasına ulaştı. Sonra o kemeri aşağıya attı. Arayıcılar hemen onu aldılar. Bunun üzerine ben onlara: — İşte beni ittihâm ettiğiniz şey! Halbuki ben hırsızlıktan berî bulunuyorum, dedim. 3884 Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Dikkat edin! Her kim yemîn etmek zorunda kalırsa yalnız Allah adiyle yemîn etsin (başka birşeye yemîn etmesin)" buyurdu. Abdullah: Kureyş, babalan üstüne yemîn ederlerdi ve Peygamber onlara: — "Babalarınızın üstüne yemîn etmeyiniz” buyurdu, demiştir. 3885 Amr ibnu’l-Hâris haber verdi ki, kendisine el-Kaasım'ın oğlu Abdurrahmân, babası Kaasım'ın cenazenin önünde yürür ve cenaze için ayağa kalkmaz olduğunu ve Âişe'den şöyle dediğini haber verir olduğunu tahdîs etmiştir: Âişe: — Câhiliyet ahâlîsi cenaze için ayağa kalkarlar ve cenazeyi gördükleri zaman "Sen şimdi hayâtta olduğu gibisin (şerrli isen şerrli, hayırlı isen hayırlısın)" derlerdi. 3886 Amr ibn Meytnûn şöyle demiştir: Omer ibn Hattâb (radıyallahü anh) şöyle dedi: Müşrikler, güneş Sebîr Dağı üzerine doğmadıkça Müzdelife'den Minâ'ya dönmezlerdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş müşriklerine muhalefet etti de güneş doğmazdan evvel (alaca karanlıkta) Müzdelife'den Minâ'ya döndü. 3887- Bana İshâk ibn İbrâhîm tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Usâme'ye: Size Yahya ibnu'l-Muhelleb tahdîs etti. Bize Husayn, İkrime'den ve "Ke'sen dıhâkan = Arka arkaya dolu" diye tahdîs etti. 3888- Ve yine İkrime dedi ki: İbn Abbâs: Ben babam Abbâs'tan işittim, Câhiliyet devrinde hizmetçisine: "Bizi arka arkaya dolu kadehle sula" diyordu, demiştir. 3889 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şâir sınıfının söylediği en doğru söz, Lebîd'in: Elâ kullu şey'in mâ halâ'llahe bâtılu Ve küllü naîmin lâ mahâlete zâilu (= İyi bilin ki Allah'tan başka herşey bâtıldır, Her ni'met de hiç şübhesiz zail olucudur) kelâmıdır. Umeyyetu'bnu Ebi's-Salt da şiirlerinde müslümân olmağa yaklaşmıştı" buyurmuştur. 3890 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ebû Bekr'in bir kölesi vardı. kazancından Ebû Bekr'in ta'yîn ettiği mikdâr haracı, her gün Ebû Bekr'e verir idi. Ebû Bekr onun haracından yer idi. O köle bir gün kazancından birşey getirdi, Ebû Bekr de ondan yedi. Köle, Ebû Bekr'e: — Bu sana getirdiğim şeyin ne olduğunu biliyor musun? dedi. Ebû Bekr: — O nedir? dedi. Köle şöyle dedi: — Ben Câhiliyet devrinde bir insana kâhinlik yapar, gâibden birtakım haberler verirdim. Fakat ben kâhinliği güzel yapamıyor, sâdece o insanı aldatıyordum. O insan bana kavuştu da, bu kâhinlik mukaabilinde bana atıyye verdi. İşte şimdi senin yediğin şey, o bana verilen maldır, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekr, elini ağzına soktu da karnındaki herşeyi kustu. 3891 İbn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Câhiliye devri halkı deve etlerini, gebe bir devenin doğurmasına ta'lîkan alıp satarlardı. ibn Omer: "Habelu'l-habele" bir devenin karnındaki yavruyu doğurması, sonra bu doğan dişi yavrunun da gebe kalması demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları bu habelu'l-habele satışından (yânı gebe devenin dişi doğan yavrusunun gebeliğini satmaktan) nehyetti, dedi. 3892 Gaylân ibn Cerîr şöyle tahdîs etmiştir: Biz Basra'da Enes ibn Mâlik'in yanına gelirdik de, o bize Ensâr'ın haberlerinden tahdîs ederdi: Senin kavmin (Câhiliyet'te) şu ve şu günlerde şöyle şöyle yaptı; senin kavmin de şu ve şu günlerde şunu ve şunu yaptı, der idi. |