Geri

   

 

 

 

İleri

 

4- Güneşin ve ay'ın bir hesâb ile (er-rahmân: 5) sıfatlanışları (nın tefsiri) bâbı

Mucâhid: Değirmenin hesabı gibi (yani Güneş ve Ay değirmenin hareketi ve konumu gibi) cereyan ederler, demiştir.

Diğerleri: Bunlar bir hesâb ve geçemeyecekleri birtakım menziller üzere cereyan ederler, demişlerdir. "Şihâb"ın cem'i "Şuhbân" olduğu gibi "Husbân", "Hisâb"ın cem’idir.

"Duhâha " (eş-şems:1) "Davuhâ" (yani aydınlığı) demektir. "en-Tudrikel-kamera, Ne Güneş'in Ay'a erişip çatması, ne de gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Hepsi de birer felekte yüzerler" (Yâsîn: 40). Mucâhid: Bunlardan birinin aydınlığı, diğerinin aydınlığını örtmez ve bu onlara gerekmez (yani onlara sahîh olmaz), demiştir. "Velâ'lleylu sâbıku'n-nehârı":... Ne gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. (Yasin:40) Bunlar birbirlerini tekrar tekrar arka arkaya sür'atle isterler (yani gece âyeti gündüz âyetinin önüne geçmez). Bunlar iki nûrlandırıcı âyettirler. "Neslehu", yâni biz onların birini diğerinden sıyırıp çıkarırız ve onlardan herbirini bir felekte akıtıp yürütürüz.

"...Vâhiyetun : Gök de yarılmış ve artık o, o gün zayıftır" (el-Hâkkaa: 16); onun zayıflığı yarılmasıdır. "Ve'l-meleku ala ercâihâ: Melekler ise onun bucaklarındadır" (el-Hakka: 17); yani gök yarılmadığı müddetçe melekler semânın iki tarafindadırlar. Bu senin "Kuyunun etrafı üzerinde" sözün gibidir.

"Ve ağtaşa leylehu: Onun gecesini kararttı, gündüzünü çıkardı" (en-Nâziât: 29); "Felemmâ cenne aleyhi’l-leylu: İşte o üstünü gece bürüyüp örtünce... " (el-En'âm: 76); bu iki yerde de ma'nâ "karanlık basınca" demektir.

el-Hasen dedi ki: "İzâ'ş-şemsu kuvviratGüneş toplanıp durulduğu zaman" (et-Tekvîr:1), dürülüp toplanır, nihayet ışığı gider, demektir. "Ve'l-leyli ve mâ veseka ve 'l-kameri izâ’t-teseka” (O geceye ve onun derleyip topladığı şeye, toplu bir hâle geldiği (nuru tamamlandığı) zaman Ay'a yemîn ederim ki... " (el-İnşikaak: 16-17). Burada "Veseka ", debelenen nevden herşeyi topladığı; "Itteseka" (İnşikak:18) da dümdüz olduğu zaman demektir.

"Tebârekellezî ceale fis-semâi burûcen = Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir çerağ ve nurlu bir ay barındıran Allah'ın şânı ne yücedir" (el-Farkaan: 61). Burada burçlar, Güneş'in ve Ay'ın menzilleridir. "Velâ'z-Zillu vel-harûr = Gölge ile sıcak bir olmaz" (Fâtır: 21)

Hasen bunu, Güneş'le beraber gündüzleyin olacak sıcak ile tefsir etti. İbn Abbâs: " harûr" geceleyin; "Semûm", samyeli azâbı (et-Tûn 27), gündüzleyindir, dedi. "Yûlicu'n-nehâra fil-leyl" (el-Hacc; 61), yânı gündüzü geceye girdirir ki, bu "Yukevviru " yânı "Gündüzü gecenin içine dürer" demektir. "Velîceten ", (Tevbe:16) birşeyin içine girdirdiğin herbir şeydir.

3235 Ebû Zerr (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) güneş battığı zaman bana:

"Güneş nereye gider, bilir misin?" diye sordu. Ben:

— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedim… Rasûlüllah şöyle buyurdu:

"Güneş gider, tâ Arş'ın altında secde eder (âdetince doğudan doğmak üzere) izin ister de ona izin verilir (ve doğu taraftan doğar. Bununla beraber insanların günahlıları üzerine doğmayı fena görür). Ve bu hâlde secde etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabul olunmaz. (Doğacağı yerine gitmeye) izin ister; izin verilmez. Ona: Artık nereden geldinse oraya dön! Denilir. O da battığı taraftan doğar. İşte bu Yüce Allah'ın şu kavili (nin ma'nâsı): Güneş de kendi karargâhında (yörüngesinde devam üzere) cereyan etmektedir. (Güneşin en ince bir hesâb üzere) bu yürüyüşü mutlak gâlib, herşeyi hakkıyle bilen Allah'ın takdiridir!" (Yâsîn: 38).

3236 Bize Abdullah ed-Dânâc -Farsça'dır, ma'nâsı "âlim" demektir- tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân, Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Güneş ve Ay kıyâmet gününde (ziyaları sönüp birbiri içine) dürülürler" buyurmuştur.

3237 Bana Amr ibnu'l-Hâris haber verdi ki, Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım, Bâbası el-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr'den; o da Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den söylemiştir. Abdullah ibn Omer, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu haber verir idi: "Şübhesiz ki Güneş ile Ay, hiçbir kimsenin ne ölümünden, ne de hayâtından dolayı tutulurlar. Lâkin bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Tutulduklarını görünce hemen namaza durun".

3238  Abdullah ibn Abbâs şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Şübhesiz ki, Güneş ile Ay Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar bir kimsenin ölümü veya hayâtından dolayı tutulmazlar. Siz bu tutulmayı gördüğünüz zaman Allah'ı zikrediniz" buyurdu.

3239 Âişe (r.anha) şöyle haber vermiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Güneş tutulduğu gün kıyama durup tekbîr aldı ve uzun bir kıraat yaptı. Sonra uzun bir rükû' yaptı. Sonra başım rukû'dan kaldırıp Semiallâhu limen hamidehu dedi. Ve secdeye gitmeden olduğu gibi yine kıyam yaptı ve burada uzun bir kıraat daha yaptı. Bu kıraat birincisinden daha kısa idi. Sonra uzun bir rükû' daha yaptı, fakat bu rükû', birinci rukû'dan kısa idi. Sonra uzun bir secde yaptı. Sonra ikinci rek'atin içinde de birinci rek'atte yaptığı gibi yaptı. Sonra Güneş açılmış olduğu hâlde selâm verdi. Bunun ardından insanlara karşı hutbe yaptı da Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları hususunda: "Bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiçbir kimsenin ne ölümü, ne de hayâtı için tutulurlar. Sizler bu ikisini tutulmuş gördüğünüz zaman hemen namaza iltica ediniz" buyurdu.

3240 Bana Kays ibn Ebî Hazım, Ebû Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Güneş ile Ay hiçbir kimsenin ne ölümünden, ne de hayâtından dolayı tutulurlar. Lâkin bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Tutulduklarını görünce hemen namaza durun".