Geri

   

 

 

 

İleri

 

1- Harbîlerle Mütâreke ve Cizye Bâbı

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Kendilerine kitâb verilenlerden ne Allah'a, ne âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasûlü'nün haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hakk dînini dîn olarak kabul etmeyen kimselerle, zelîl ve hakîr kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe edin" (et-Tevbe: 29).

Buhârî: "Sâgirûn = Zeliller" demektir. "Meskenet = Miskîn"in masdarıdır. "Eskenu min fulânin (yani: Ondan daha muhtaç)" denilir dedi de, hareket azlığı ma'nâsına olan sükûna gitmedi. Ve Yahûdîler'den, Nasrânîler'den, Mecûsîler'den ve Arab olmayanlardan cizye alınması hakkında gelen rivayet. Sufyân ibn Uyeyne, Abdullah ibn Ebî Necîh'ten söyledi ki, o şöyle demiştir: Ben Mucâhid'e: Şâm ahâlîsinin hâli nedir, onlar üzerinde ferd başına dört dînâr cizye var; Yemen ahâlîsi üzerinde ise bir dînâr cizye var? dedim. Mucâhid: Bu, zenginlik cihetinden böyle yapıldı, dedi.

3192 Ben Amr ibn Dinar'dan işittim, şöyle dedi: Ben Câbir ibn Zeyd ve Amr ibn Evs'in beraberinde oturuyordum. Bu ikisine Becâle, Mus'ab ibnu'z-Zubeyr'in Basra ahâlîsiyle hacc yaptığı yıl olan yetmişinci hicret senesinde, Zemzem merdivenlerinin yanında tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Ahnef ibn Kays'ın amcası olup Basra Vâlîsi bulunan Cez' ibn Muâviye'nin kâtibi idim. Bize ölümünden bir sene evvel Omer ibnu'l-Hattâb'ın mektubu geldi. Bu mektûbda: "Mecûsîler'den (kendi âdetleri ve kendi nikâhlarıyle aralarında zevciyet bulunan) her mahrem sahibi (yânı İslâm'a göre nikâh geçmez hısımlık sahibi karı koca) arasını ayırınız!..." diye yazmıştır. (Râvî dedi ki:) Omer başlangıçta Mecûsîler'den cizye almazdı.

3193-Nihayet Abdurrahmân ibn Avf, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Bahreyn'in Hecer şehri Mecûsîleri'nden cizye aldığına şehâdet etti. (Bunun üzerine Omer de Mecûsîler'den cizye almağa başladı.)

3194 ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, el-Misver ibnu'l-Mahrame'den tahdîs etti, ona da Âmir ibn Luey oğulları'nın yeminli dostu olan ve Bedir harbinde hazır bulunan Amr ibn Avf el-Ensârî (radıyallahü anh) şöyle haber vermiştir:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) harb etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle barış andlaşması yapmış ve Bahreyn ahâlîsi üzerine el-Alâ ibnu'l-Hadramî'yi emîr ta'yîn etmişti. Tahsil olunan cizye mallarını getirmek üzere de Rasûlüllah, arkadan Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı Bahreyn'e gönderdi. Ebû Ubeyde cizye mallarını alıp Bahreyn'den Medine'ye geldiğinde, Ensâr onun geldiğini işitince -ki bu haberin yayılması sahabelerin, Peygamber'in beraberinde sabah namazı kıldıkları zamana tesadüf etmişti- Peygamber'in onlara sabah namazını kıldırıp ayrılması ile beraber hemen sahâbîler Ebû Ubeyde'ye karşı çıktılar. Rasûlüllah sahâbîleri bu hâlde görünce gülümsedi ve onlara:

— "Ebû Ubeyde'nin birçok malla geldiğini işitmiş olduğunuzu sanıyorum" buyurdu.

Onlar da:

— Evet yâ Rasûlallah! Diye tasdik ettiler. Bunun üzerine Rasûlüllah:

"Sevininiz ve sizi sevindirecek ni'metleri (bundan böyle her zaman) ümîd ediniz. Allah'a yemin ederim ki (bundan sonra) size fakirlik ve ihtiyaç geleceğinden korkmam. Fakat sizin üzerinize korkmakta olduğum şey, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünyâ nimetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılması, onların birbirlerine bu nimetlerde hased ettikleri ve en nefîs olanını elde etme yarışına giriştikleri gibi sizin de birbirinizle nefsâniyet yarışına girişmeniz ve bu yarışmanın onları helak ettiği gibi sizleri de helak etmesidir" buyurdu.

3195 Bize Saîd ibnu Ubeydillah es-Sakafîtahdîs edip şöyle dedi: Bize Bekr ibnu Abdillah el-Muzenî ile Ziyâd ibnu Cubeyr tahdîs etti ki, Cubeyr ibnu Hayye şöyle demiştir: Urner ibnu'l-Hattâb (halifeliğinin ikinci yılında) müşriklerle harbetmeleri için İran'ın büyük şehirleri üzerine ordular gönderdi. Yapılan savaşlar üzerine Hürmüzân müslüman oldu (Omer de onu yakınları arasına alarak şöyle istişarede bulundu) :

— Ey Hürmüzân! Şimdi ben seninle (İran fetihlerini tamamlamak için) şu Fars, Isfahan, Azerbaycan hakkında istişare ediyorum. Bunlardan, önce hangisinin fethine başlamalıdır? diye sordu.

Hürmüzân cevâb vererek:

— Evet Emîru'l-Mü'minîn! Bu toprakların ve buralarda bulunan müslümân düşmanı halkın benzeri, iki kanadı, iki ayağı ve bir başı bulunan bir kuşun benzeridir. Bu kuşun kanatlarından biri kırılsa (o ölmez), bir kanadı ve bir başı ile iki ayağı üstünde durur. Öbür kanadı da kırılmış olsa bir başı ve iki ayağı ile yaşar durur. Amma kuşun başı ezilirse ayakları da, kanatları da, başı da (kırılır, ezilir) gider. İmdi bu işte baş, Kisrâ'dır. Kanadın biri Kayser'dir, öbürüsü de Fars'tır. Yâ Emîru'l-Mü'minîn! Şimdi siz müslümânlara emrediniz de toptan Kisrâ üzerine hareket etsinler! dedi.

 (Bu, İran harp târihinin son derece özetlenmiş birinci safhasıdır.)

Bekr ibn Abdillah el-Muzenî ile Ziyâd ibn Cubeyr beraberce söylediler ki, râvî Cubeyr ibnu Hayye (İran vak'alarının ikinci safhasını rivayet ederek) şöyle demiştir: (Kaadisiyye fethinden sonra bir gün) bizi Omer gaza için çağırdı, üzerimize de Nu'mân ibn Mukarrin'i kumandan yaptı. (O da Kaadisiyye fethinden yeni gelmişti. Bu yeni ordu içinde ibn Omer ve sahâbîlerden pek çok kimseler vardı. Biz Medine'den hareket ederken Omer, Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye Basra kuvvetleriyle; Huzeyfe'ye de Küfe kuvvetleriyle hareket etmelerini ve Nihâvend'de birleşmelerini yazdı -İbn Ebî Şeybe rivayetinden-) Biz de Medine'den hareket edip düşman diyarında Nihâvend'e varıp birleştik. Kisrânın kumandanı bizi (Fars, Kirman ve diğerlerinden) kırk bin kişilik bir kuvvetle karşıladı. Ve kumandan tarafından gelen bir tercüman bize:

— Bâzı şeyler soracağım. İçinizden bir kişi bana cevâp versin! dedi.

 (Sahâbîlerin hakîm ve hatîblerinden) Mugîre ibn Şu'be:

— Ne istersen sor, dedi. Bunun üzerine o tercüman:

— Sizler nesiniz? dedi. Mugîre şöyle cevâb verdi:

— Biz Arab ırkından birtakım kimseleriz. Biz vaktiyle azgın bir şakaavet, zorlu bir belâ içinde yaşar; açlıktan hurma çekirdeği ve deri parçası sorar; deve yününden ve kıldan elbise giyer; ağaçlara ve taşlara tapardık. Hulâsa biz böyle bir vahşet ve cehalet içinde iken, göklerin ve yerlerin Rabb'i, şânı âlî, azameti mütecellî olan Allah bize kendi aramızdan bir peygamber gönderdi. Biz O'nun babasını (aramızdaki şerefini, doğru sözlülüğünü) biliriz. Şimdi Rabb'imizin elçi gönderdiği bu Azîz Peygamberimiz bize, -Siz yalnız bir Allah'a ibâdet edinceye yahut cizye verinceye kadar- sizinle harbetmemizi emretti. Ve Peygamberimiz Rabb'imizin elçiliğinden olmak üzere bize şunu haber verdi: Bizden cihâd uğrunda öldürülen, asla benzeri görülmemiş ni'metlerle dopdolu olan cennete gider. Şehîd olmayıp da hayatta kalanlar da sizleri esir alıp boyunlarınıza mâlik olurlar.

3196- (Mugîre ibn Şu'be bu ateşli hitabesini zeval vakti bitirmişti. Ve harbden başka çıkar yol olmadığını anlamıştı. Kumandanımız Nu'mân ibn Mukarrin'e harbe başlamasını emretti.) Bunun üzerine Nu'mân, Mugîre'ye:

— Allah seni, Rasûlüllah ile beraber bu vak'a gibi birçok muharebelerde bulundurdu. (Hatırlarsın ki, Rasûlüllah gündüzün ilk saatinde harbe başlamazsa, zevalden sonraya te'hîr ederdi.) Şimdi sabr ve teenni size pişmanlık vermez ve sizi düşman gözünde küçük düşürmez. Ben de Rasûlüllah'ın beraberinde kıtalde hazır bulundum. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gündüzün ilk saatinde harb etmezse (zevalden sonra) rüzgârlar esip namazlar kılınıncaya kadar beklerdi, dedi. (Ve müsâid zamanda hücum emrini verdi.)