164- Harb içinde iken birbiriyle çekişmenin ve görüş ayrılığı yapmanın çirkinliği ve kumandanına karşı isyan edenlerin ukubeti bâbıVe Yüce Allah şöyle buyurdu: "Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz, rüzgârınız (kesilip) gider... " (el-Enfâl: 46). Katâde: "Rüzgâr = harbdir” demiştir. 3075 O da dedesi Ebû Mûsâ (radıyallahü anh)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâz ibn Cebel ile Ebû Musa'yı Yemen'e me'mûr gönderdi de onlara (verdiği emirlerden olarak): '' (Halka) kolaylık gösteriniz, güçlük göstermeyiniz; müjde verip sevindiriniz, nefret ettirmeyiniz; birbirinizi seviniz, ihtilâf etmeyiniz" buyurdu. 3076 Bize Ebû İshâk.tahdîs edip şöyle dedi: Ben el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den işittim; o tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud harbi günü okçu piyadeler üzerine -ki bunlar elli kişi idiler- Abdullah ibn Cubeyr'i kumandan ta'yîn etti de onlara hitaben: — "Bizleri kuşlar kapıyor görseniz de ben sizlere haberci gönderinceye kadar asla şu yerinizden ayrılmayın. Ve yine sizler, bizim düşman kavmi bozguna uğrattığımızı ve onları çiğnediğimizi görseniz de size ben haberci gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayınız" diye kesi n emreretti. Akabinde (harb başladı ve ilk hamlede) müslümânlar, müşrikleri bozguna uğrattılar. Râvî el-Berâ dedi ki: Vallahi ben (o sırada düşman ordusundaki müşrik) kadınları gördüm ki, onlar elbiselerini toplamışlar, bacaklarındaki halhalları ve baldırları meydana çıkmış hâlde çabuk çabuk koşuyorlardı. Müslümanların bu galebesi üzerine Abdullah ibn Cubeyr'in kumandası altındaki piyade okçular birbirlerine: — Ey arkadaşlar, ganimet, ganimet! Cebhedeki arkadaşlarımız düşmana gâlib geldiler. Daha burada ne bekliyorsunuz? Dediler. Abdullah ibn Cubeyr bunlara hitaben: — Rasûlüllah'ın size söylediği emirleri unuttunuz mu? Diye mâni' olmaya çalıştı. Fakat maiyyetindeki askerler: — Vallahi insanların yanına muhakkak gideceğiz ve ganimetten elbette nasibimizi alacağız! Dediler (ve görevli oldukları yeri bırakıp ordunun içine karıştılar). Onlar, onların yanına varır varmaz yüzleri geldikleri tarafa çevrildi ve ordunun büyük kısmı bozularak kaçmaya yöneldiler. İşte bu çirkin vaziyet sırasında idi ki Rasûlüllah askerin geri kalanlarını arkalarından çağırıyordu. O sırada Peygamber'in beraberinde oniki kişiden başka kimse kalmamıştı. Uhud harbinde müşrikler bizden yetmiş kişi şehîd ettiler. Halbuki Bedir harbinde Peygamber ve sahâbîleri müşriklerden yüzkırk kişiyi elde ederek, bunlardan yetmiş tanesini esîr etmiş, yetmişini de öldürmüşlerdi. (Uhud'da harb kesildiği sırada müşriklerin başkanı) Ebû Sufyân üç defa: — Topluluk içinde Muhammed var mı (yani sağ mı)? dîye bağırdı. Fakat Peygamber, sahâbîlerine Ebû Sufyân'a cevâb vermelerini nehyetti. Sonra Ebû Sufyân yine üç kerre: — Topluluk içinde Ebû Kuhâfe'nin oğlu var mıdır? dedi. Sonra da yine üç kerre: — Topluluk içinde Ibnu'l-Hattâb var mıdır? Diye sordu. Bütün bunlardan sonra da Mekkeli arkadaşlarına dönerek: — Bunların hepsi öldürülmüşler, dedi. Bunun üzerine Omer kendine mâlik olamadı da: — Yalan söyledin vallahi ey Allah'ın düşmanı! İyi bil ki, senin adlarını saydığın o zâtların hepsi elbette diridirler. İleride sana zarar verecek kuvvetimiz bakîdir! Diye bağırdı. Ebû Sufyân, Omer'e karşı şunları söyledi: — Bu gün Bedir gününün karşılığıdır. Harb (tâli'i) kuyunun iki kovası gibi, biri iner biri çıkar (bazen siz yenersiniz, bazen de biz). Şimdi siz ölülerinizin içinde işkence ile öldürülmüş kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim, fakat bu bana fena da gelmedi. Sonra Ebû Sufyân: — Yüksek ol Hubel, yüksek ol Hubel! Diye recez okumaya başladı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Ebû Sufyân'a cevâb vermiyecek misiniz?" buyurdu. Sahâbîler: — Yâ Rasûlallah, ne söyleyelim? Diye sordular, Rasûlüllah: — "Allah en yücedir, Allah en uludur! Deyiniz" buyurdu. (Sahâbîler böyle cevâb verdiler, bu defa) Ebû Sufyân: — Muhakkak ki bizim Uzzâ'mız var, sizin Uzzâ'nız yok, dedi. Peygamber, kendi sahâbîlerine: — "Ebû Suyfân'a cevâb vermiyecek misiniz?" buyurdu. Sahâbîler: — Yâ Rasûlallah, ne cevâb verelim? Diye sordular. Rasûlüllah: — "Allah bizim Mevlâmızdır, Halbuki sizin mevlânız yoktur! Deyiniz" buyurdu. (Onlar da bu şekilde cevâb verdiler.) |