Geri

   

 

 

İleri

 

56 - ÎCÂZ VE İTNAB

4484 Îcâz ve itnab, belâgat ilminin en önemli nevilerindendir. «Şırru'l-Fesâha» adlı eserin müellifi Hafaci'nin Bazı ulemadan yaptığı nakle göre belâ­gat, îcâz ve itnab demektir. Keşşaf müellifi Zemahşerî, belâgat yapan bir kim­senin sözü, yerine göre kısaltması, yerine göre de uzatması gerekir, der. Cahiz bu konuda şu beyti söylemiştir:

*****

Kabile hatipleri, bazen uzunca hitabeleriyle açıktan açığa karşı tarafa saldırır­larken, bazen de rakiplerinden korkup, saldırılarını gizliden gizliye yaparlardı.

Îcâz ile itnab arasında bir vasıta olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu vasıta, belâgat ilminde, îcâza dahil olan «müsavattır.» Sekkakî ve bir kısım belâgat uleması müsavatın varlığını kabul ederlerse de, mak­bul saymamışlardır. Bunlar müsavat'ı, belâgat ilmini bilmeyenlerin sözlerinden alınan ifadeler olduğu, şeklinde belirtmişlerdir.

Îcâz ise; maksudu en az kelime ile ifade etme sanatıdır.

İtnab ise; kastedilen mânayı daha çok kelime ile ifade etmektir. İbnu'l-Esir ve Bazı ulema da, müsavatın îcâz ve itnab arasında bir vasıta olmadığı görüşündedirler. Bunlara göre îcâz, ifade edilmek istenen mânanın fazla kelime kullanmadan verilmesi, itnab ise fazla kelime kullanarak ifade edilmesidir.

Kazvini şöyle der. Bu konuda en uygun olan şudur; kastedilen mânayı ifade etmenin başlıca yolu, ya mâna ile lâfzın müsavi olması, ya lâfzın mâna­dan az, fakat yeterli olması, ya da duyulan ihtiyaçtan dolayı, lâfzın mânadan çok olmasıdır. Bunlardan birincisi müsavat, ikincisi îcâz, üçüncüsü de itnabdır. Bu tarifteki «yeterlilik» ifadesi mânayı bozmadan, «duyulan ihtiyaç» ifadesi de lüzumsuz yere uzatmadan kaçınmak için kullanılmıştır.

Kazvini'ye göre müsavat, bir vasıtadır. Belâgat ilminde makbul olan bir nevidir, «el-lzah» adlı eserinde: Kazvini'ye neden müsavatı zikretmedin? Bu müsavatın mevcut olmadığını gösteren bir tercih midir, yoksa kabul edilme­diği veya bir başka sebeple midir? diye sorulunca şu cevabı vermiştir; müsa­vat, Kur’ân'da hemen hemen yok gibidir. Ancak Kazvini müsavat'a «et-Telhis» adlı eserinde; ***** «..kötü tuzak ancak sahibine do­lanır..» (Fatır, 43.) âyetiyle, «el-lzah» adlı eserinde; ***** «Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlar­dan yüz çevir.» (Enam, 68.) âyetiyle misal vermiş, ikinci âyetteki ***** nin mevsufu hazfedildiğini, birinci âyette ise ***** kelimesinde itnab olduğunu söyle­miştir. Çünkü hile'nin kötülükten başka bir şey olmadığını, âyetteki istisna gayri müferrag veya istisnada kasr olduğu takdirde ***** kelimesinin hazfiyle müstes­nada îcâz olduğunu belirtmiştir. Âyet; bütün insanları ezadan koruma gayesi güttüğünden, insana eza veren bütün kötülüklerden onu korumaktır. Âyette; ***** Arkadaşına en kötü zararı verir, şeklinde takdir yapı­lırsa, ifade temsil yoluyla meydana gelen istiareyi tebeiyye şekline girmiş olur. Zira âyetteki ***** fiili, ***** mânasındadır. Bu da ancak cisimlerde kullanı­lır.

Sekkaki, «el-Miftah» adlı eserinde belirttiğine göre, belâgat ilminde îcâz ve ihtisar, aynı mânadadır. et-Tibî de bunu aynen benimsemiştir. Bazı Ulemaya göre ihtisar, îcâzın hilafına, sadece cümlelerin hazfedilmesiyle yapılır. Şeyh Bahauddin, ihtisar'ın itnab'la hiçbir ilgisi olmadığını söyler. İtnab'ın ishab (çok söyleme) mânasına geldiği de söylenir. Tennuhi ve diğer belâgat ule­masının zikrettiğine göre itnab, ishab'dan daha hususidir. İshab, bir fayda sağ­lasın veya sağlamasın, sözü uzatmaktır.

1- Îcâz

4493 Îcâz; icâzu’l-kasr ve icâzu’l-hazf olmak üzere ikiye aynlır.

İcâzu’l-kasr, lâfzı veciz olan îcâzdır.

1) İcâz-ı Kasr

4493 Şeyh Bahauddin; az söz, eğer uzun sözün bir parçası ise buna icâzu’l-hazf, az söz eğer daha geniş bir mâna ifade ederse, buna icâzu’l-kasr adı veri­lir, der. Bir kısım ulema; îcâzı kısar'ın, az kelime ile çok mâna ifade etmek ol­duğunu söyler. Diğerleri ise, mânaya nazaran, kelimenin herkesçe bilinen şek­linden daha az olmasıdır, derler. Îcâzı kısar'ın belâgat sanatındaki güzelliğinin sebebi, fesahattaki üstünlüğüdür. Bu sebeble Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); kelimelerin en güzeli bana verildi, buyurmuştur.

et-Tibî, «et-Tibyan» adlı eserinde hazifsiz yapılan îcâzı üç kısma a-yırır. Bunlar; îcâzu’l-kasr, îcâzu’t-takdîr ve el-îcâzu’l-câmi'dir:

a- İcâz-ı kasr, lâfzın mânaya göre kısalmasıdır; ***** (Neml, 30-31.) âyetleri buna misaldir. Bu âyette Cenabı Hak, mektubun başlığını, muhtevasını ve gayesini, birkaç kelime ile ifade etmiştir. Bir rivâyete göre; kelimeleri, mânaya denk bir şekilde beliğ bir vasıfla getirdiği söylenir.

Bu görüş, müsavatı îcâz'a dahil edenlerin görüşü olduğunu söylemek is­terim.

b- İcâz-ı takdir, söylenen söze, ziyade mâna takdir edilmesidir. Bedrud-din b. Mâlik «el-Misbah» adlı eserinde bu nevi îcâza, îcâzı tadyik adını vermiştir. Bu nevi îcâz, lâfzı mânadan daha az olduğundan, ifadede bir eksik­liktir. ***** «Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (fa­izcilikten) vazgeçerse, geçmişi kendisinedir..» (Bakara, 275.) âyeti buna mi­saldir. Âyetteki ***** cümlesi; hataları affolunmuş, bu hatalar aleyhine değil, lehine dönmüştür. ***** «..muttekilere yol göstericidir..» (Bakara, 2.) â-yeti de buna misaldir. Âyet, dalaletten sonra takvaya yönelen kimseler için, mânasındadır.

c- İcâz-ı câmi, bir kelimenin çeşitli mânalar ihtiva etmesidir. ***** «Allah adaleti ve ihsanı emreder..» (Nahl, 90.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** kelimesi; itikad, ahlâk ve ubudiyette bütün vecibelere işaret e-den ifrat ve tefrit arasında bulunan, mutavassıt olan, doğru yol mânasındadır. ***** kelimesi ise, Allah'a kulluk vecibelerindeki ihlas mânasındadır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ***** «Allah'ı görür gibi O'na kulluk etmendir», hadisi, kelimenin bu mânaya geldiğine bir delildir. Hadis'in mânası; Allah'a halisane ni­yetle, huzu ve huşu ile her an korku içinde ibadet etme ve yakınlara yardımda bulunma şeklindedir. İşte bu mâna, nâfile ibadetlerdeki ziyadeliktir. Bunlar, Al­lah'ın emirleri ile ilgili olanlarıdır. Nehiylerle ilgili olanlar, şehevani kuvvetlere i-şaret eden kötülükler, .***** kelimesi, öfkeden veya dinen haram olan şeyler­den hasıl olan ifratlardır. ***** kelimesi, vehimden doğan taşkınlıklar, ***** ke­limesiyle ifade edilmiştir. ■

4497 Bu konuda yapılan bazı rivâyetleri nakletmek isterim.

Hâkim, «Müstedrek»inde rivâyet ettiğine göre, İbn-i Mesûd şöyle demiştir: Kur’ân'da bu âyetten başka hayır ile şerri bir arada toplayan başka bir âyet yoktur. Beyhaki «Şuabu'l-İman» adlı eserinde Haseni Basri'nin, bu âyeti, okuduktan sonra şöyle dediğini nakleder: Allah size, hayrın ve şerrin tamamını, bu âyette toplamıştır. Yemin ederim ki Allah adl ve ihsan kelimeleriy­le hiçbir şeyi terketmeden kendisine itaati bir arada toplamıştır. Fahşa, münker ve bagy kelimeleriyle de, kendisine karşı isyanın her nevisini ifade etmiştir.

Beyhaki, İbn-i Şihab'dan rivâyetle Buhârî ve Müslim'de mevcut: Kelime­lerin en güzeli ile gönderildim, hadisinin mânası hakkında şöyle dediğini nak­leder: Bildiğim kadarı ile kelimelerin en güzeli sözündeki mâna şudur; Allah, Resûlüne, bir veya birkaç konuda, önceki Kitaplarda farz kılınan pek çok hu­susları bir arada toplamıştır.

***** «Affetme yolunu tut..» (Araf, 199.) âyeti de bu kabildendir. Çünkü bu âyet, güzel ahlâkın her türlüsünü bir arada toplamıştır. Affetme, in­sanlar arasındaki karşılıklı haklarda kolaylık ve müsamaha göstermek, dine da­vette yumuşak ve merhametli davranmak, emri maruf ise, ezadan, harama bakmaktan ve benzeri yasaklardan kaçınmak; sakınmak ise, sabırlı olmak, iyi huy ve sevgi ile muamele etmektir.

Îcâzın bedii değerine misal, ihlas sûresidir. Bu sûre, Allah'a şirk koşmayı tenzih eden en kuvvetli sûredir. Sûre, ehli küfürden kırk kadar fırkanın iddiaları­nı reddetmektedir. Bahauddin b. Şeddad, bu konuda müstakil bir eser yazmış­tır.

***** «Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.» (Nâziât, 31.) âyeti de buna misaldir. Âyetteki iki kelime, Allah'ın yeryüzünde kulları için yiye­cek olarak bitirdiği bütün şeylere delalet etmektedir. Bunlar; ot, ağaç, hubu­bat, meyve, ekin, odun, elbise, ateş ve tuzdur. Ateş, odun parçalarından, tuz da sudan elde edilir.

Aynı konuda misal olan ***** «Orada ne başları ağrıtı­lır, ne de akılları giderilir.» (Vakıa, 19.) âyeti;.başağrısı, akli dengenin kaybol­ması, mal-mülkün elden gitmesi, içilecek şeylerin tükenmesi ve içkinin meyda­na getirdiği bütün ayıpları bir arada toplamaktadır.

***** «Ey arz, suyunu yut, dendi..» (Hûd, 44.) âyetinde Cenabı Hak; emrediyor, yasaklıyor, haber veriyor, sesleniyor, vasfediyor, ad veriyor, helak ediyor, hayat veriyor, cennet ve cehennemle müjdeliyor ve ön­ceki kavimlerin halini anlatıyor. Şayet bu âyetin ihtiva ettiği kelimelerdeki gü­zellik, belâgat, îcâz ve beyan hakkıyla şerhedilecek olsaydı, kalemlerin mürek­kebi tükenirdi. Bu âyetteki belâgatı açıklamak üzere müstakil eserler yazılmış­tır. Kirmani «el-Acâib» adlı eserinde, bu âyet hakkında şunları söyler: İs­lâm'a karşı olanlar, bu âyetin benzerini getirmenin insan gücünü aştığını ittifakla kabul etmişlerdir. Bunlar, beşer sözünü incelemişler, îcâzla birlikte ifadeyi boz­madan, âyetteki mevcud olan tasvirin lâfzındaki yüceliği, nazmındaki güzelliği, mânasındaki sağlamlığı ile, bu âyetin mislini getirememişlerdir.

***** «Ey karıncalar!

Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi çiğnemesin..»

(Neml, 18.) âyetinde Cenabı Hak on bir çeşit sözü bir arada toplamıştır. Bunlar; nida, kinaye, uyarmak, ad verme, emretme, anlatmak, sakındırmak, tahsis et­mek, umumileştirmek, işaret etmek, özür beyan etmek, şeklinde sıralanmıştır. Âyetteki nida ***** harfi, kinaye ***** kelimesi, uyarma ***** kelimesi, ad verme kelimesi emretme, ***** fiili anlatma, ***** kelimesi sakındırma, ***** fiili tahsis etme, ***** kelimesi umumileştirme, ***** kelimesi işaret etme, özür beyan etme ***** kelimesiyle ifade edilmiştir. Âyet, beş ayrı hukuku da göstermiştir. Bunlar; Allah'ın hukuku, Resûlü'nün hukuku, karıncanın huku­ku, raiyyetin hukuku ile Hazret-i Süleyman'ın ordusunun hukukudur.

***** «Ey Adem oğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin..» (Araf, 31.) âyetinde Allah, sözün ana unsurları­nı bir arada toplamıştır. Bunlar; nida, umum, husus, emir, nehiy, mubah ve ha­berdir. Bazı ulema, âyetin devamı olan ***** «..yiyin için fa­kat israf etmeyin..» kısmında, Allah'ın bazı hikmetleri bir araya getirdiğini söy­ler.

***** «Musa'nın annesine bildirdik ki O'nu emzir..» (Kasas, 7.) âyetinde İbnu'l-Arabi şöyle der: Bu âyet, fesahat yönünden Kur’ân âyetlerinin en güzelidir. Âyette; iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde vardır.

***** «O halde sen emrolunduğun şeyi açık­ça söyle ve müşriklere aldırma.» (Hicr, 94.) âyetinde İbn-i Ebî İşba şöyle der: Âyetin işaret ettiği mâna; sana vahyedilenin tamamını açıkla, bir kısmı Bazıları­na ağır gelse bile, beyanı ile emrolunduğun âyetleri tebliğ et, şeklindedir. ***** ile ***** arasındaki benzerlik, tasrihin kalplerdeki tesirinde görülür. Tıpkı parçalanan camda olduğu gibi, âyetlerin tasrihi neticesinde, insan yüzünde bu­rukluk ve sevinç, inkâr ve memnuniyet alâmetleri belirir. Âyetteki bu istiare'nin güzelliğine, îcâzın büyüklüğüne, ihtiva ettiği zengin mânaya bakın... Rivâyet e-dildiğine göre bazı Bedeviler bu âyeti işittiklerinde secde etmişlerdi. Niçin sec­de ettikleri sorulduğunda: 'Bu sözün fesahatından dolayı secde ettik' cevabını vermişlerdi.

***** «..orada canlarının çektiği, gözlerinin hoş­landığı her şey var..» (Zuhruf, 71.) âyetinin tefsirinde Bazı ulema şöyle demiş­tir: Bu iki lafızda büyük hikmetler toplanmıştır. Şayet, bütün insanlar bir araya gelerek âyette vasfedilen hususları açıklamağa çalışsalar, bundan daha iyisini bulamazlardı.

***** «..sizin için kısasta hayat vardır..» (Bakara, 179.) â-yetindeki kelimeler az olmakla beraber, mânası oldukça geniştir. İnsan bir başkasını öldürdüğünde, kendisinin de buna karşılık öldürüleceğini bilirse, başka­sını öldürmeğe teşebbüs edemez. Kısasın uygulanması ile, insanların birbirini öldürmesi kalkmış olur. Öldürmenin ortadan kalkması ile, insanlara hayat sağ­lanmış olur. Bu âyet, veciz olma bakımından, aynı mânada Arablann kullandığı ***** Ölüm, öldürmeyi önler, sözünden yirmi kat üstünlüğe sahiptir.

İbnul-Esir, bu iki söz arasındaki üstünlük mukayesesini reddederek şöyle der:

Allah kelamı ile, kul kelamı arasında bir benzerlik olamaz. Bununla beraber ulema, düşünebildikleri mânalar üzerinde zihinlerini yormuşlardır. Âyetteki ifade ile, Arapların ifadesi arasındaki farkları şöyle sıralamışlardır:

1 - Arapların sözüne karşılık olan ***** kısas hayattır, âyeti, harf sayısı bakımından daha azdır. Âyette on harf olmasına karşılık, ***** ölüm öldürmeyi önler, sözünde on dört harf bulunmaktadır.

2- Öldürmenin yasaklanması, hayatı getirmeyebilir. Halbuki âyet, hayat sağlamaktadır. İstenilen de budur.

3- Âyetteki ***** nekre olarak gelişi, tazim ifade eder. Kısasda ***** «Onları, insanların hayata en düşkünü bulacaksın..» (Ba­kara, 96.) âyetinde olduğu gibi, yaşanmak istenen hayat vardır.

Halbuki Arapların sözünde, bu mâna mevcut değildir. ***** kelimesindeki ***** harfi, cins içindir. Bu yüzden hayatı ebedilikle tefsir etmişlerdir.

4- Âyette, Arapların sözü hilafına hayatın sağlanması vardır. Her öldürü­len, başka birinin öldürülmesini engellemez. Aksine, daha çok teşvik eder. Böyle öldürme işi zulümdür. Katli önleyecek tek yol, kısastır. Çünkü kısasda, daimi bir hayat vardır.

5- Arapların sözünde mevcut olan ***** kelimesi tekrar ettiği halde, âyette böyle bir tekrar mevcut değildir. Tekrarın olmayışı, fesahati ihlal etmez­se tekrar edilenden daha üstündür.

6- Âyette, Arapların sözü hilafına mahzuf bir takdire ihtiyaç yoktur. Hal­buki Arapların sözünde ismi tafdil ve ondan sonra gelen kelimeyi takip eden ***** harfi cerri, birinci ***** kelimesinden sonra *****, ikinci ***** kelimesinden son­ra da ***** kelimesi hazfedilmiştir. Böylece sözün takdiri şekli şöyledir: ***** Kısası infaz etmek, haksızlık ederek terketmekten daha iyidir.

7- Âyette tıbak sanatı vardır. Çünkü kısas'dan hayatın zıddı anlaşılır. Arapların sözünde bu sanat mevcut değildir.

8- Âyette bedi sanatı vardır. Bu sanat, iki zıddan biri olan ölümün, buna zıd olan hayata mahal ve mekan yapılmasıdır. Hayatın, kısas yoluyla yapılan ölümde istikrar bulması, sözün en mübalağalı şekilde ifade edilmesidir. Bu görü­şü, Zemahşerî zikretmiştir. «el-İzah» adlı eserin müellifi Kazvini, Zemahşerî' nin Keşşaf'daki bu sözünü; kısas kelimesinden önce zarfiyet ifade eden ***** harfinin gelmesi, kısası sanki bu sözün menbaı yapmıştır, şeklinde açıklamıştır.

9- Arapların sözünde, harekeden sonra sükun gelmesi gibi, hoş olma­yan bir takım hafiflikler mevcuttur. Halbuki harekesi kesintisiz olarak gelen ke­limelerin telaffuzu kolay olduğundan, ifadede her harekeden sonra sükun ge­len kelimelerin aksine, fesahat hissedilir. Bu aynen, hareket halinde olan bir şeyin durmasiyle, hareketinin kesilmesine benzer. Mesela, bir hayvan bir an kımıldar, hemen durdurulur, tekrar kımıldar tekrar durdurulursa, ne hareket et­miş ne de durmuş sayılır. Bu durumda, devamlı bağlı gibidir.

10- Arapların sözü, görünürde çelişkili gibidir. Çünkü bir şey, kendi ken­dini nefyetmez.

11- Âyette, dile zorluk ve ağırlık veren kaf harfinin tekrarı ve nun'un gunnesi yoktur.

12- Âyet, kaf harfinden sad'a geçişi sağlayan, telaffuz bakımından bir­birine uygun harfler ihtiva eder. Âyetteki kaf harfi isti'la, sad da isti'la ve itbak harfleridir. Halbuki kaf harfinden, dil ucu ve boğazın son tarafına nazaran uzak­lığından dolayı, lam'dan hemzeye geçişten daha rahattır.

13- Sad, ha ve ta harfleri ile telaffuzda ses güzelliği varken, kaf ve ta­nın tekrarında bu güzellik yoktur.

14- Âyette, hayat kelimesinin zıddı olan, vahşet ifadesi taşıyan katl ke­limesi yoktur. İnsan tabiatı, katl kelimesinden çok, hayat kelimesine mütema­yildir.

15- Kısas kelimesi, katl kelimesi hilafına, adaletin gereği olan eşitlik ifa­de eder.

16- Âyet, hayatın devamlılığına, Arapların sözü ise, hayatın yokluğuna dayanır. Hayatta kalmak, öldürülmekten daha şereflidir. Çünkü hayatın, ölüme nazaran önceliği vardır.

17- Arabın sözündeki hayat mânası, kısastaki hayat mânası anlaşıldık­tan sonra ortaya çıkar. Halbuki «Kısasta hayat vardır» âyetinin mânası hemen anlaşılmaktadır.

18- Arapların sözünde ismi tafdil sigasında müteaddi bir fiilden alınmış­ken, âyette böyle bir durum yoktur.

19- İsmi tafdil sigası, umumiyetle müştereklik ifade eder; bu yüzden kı­sasın terki, katlin terki demek olur. Fakat aslında kısas, katlin tamamen nefyi-dir. Halbuki Arapların sözünde durum böyle değildir.

20- Âyet, kısasın şumulüne girdiğinden, öldürme ve yaralamayı şiddetle engellemektedir. Hayat, aynı zamanda bazı azanın kısasına bağlıdır. Çünkü bir uzvun kesilmesi, hayatın normal seyrini azaltır, hatta insanın ölümüne sebeb olur. Arapların sözünde bu incelik yoktur. Âyetin ***** lâfzıyla başlamasında, ö-zellikle Mü’minlerin korunduğuna işaret eden bir letafet mevcuttur. Âyette ifade edilen hayattan murat, sadece Müslümanlann hayatıdır. Çünkü kendilerinin dı­şında kalan insanlar olmasına rağmen hitap, kendilerine tahsis edilmiştir.

Îcâz'ın Nevileri Hakkında Bazı Görüşler

4534

1- İbn-i Kudame, ismi işaretleri, bedi sanatı içinde mütalaa ederek bun­ları, az kelime ile çok mâna ifade eden lafızlar şeklinde tefsir eder. Bu tarif, îcâz-ı kısar'ın tarifinden başka bir şey değildir. Fakat İbn-i Ebî'l-İsba, bununla îcâz arasında fark olduğunu belirterek, îcâzın delaleti mutabakat, işaretin dela­leti ise, tazammun veya iltizam olduğunu söyler. Bundan anlaşılır ki, işaretten murat, Ellinci Bahiste izah edilen Mantuk başlığındaki bilgilerdir.

2- Kadı Ebû Bekr, «Îcâzu'l-Kur’ân» adlı eserinde, îcâz nevilerin­den birine tadmin adı verildiğini zikreder. Tadmin; isim zikredilmeksizin, bir ke­limede meydana gelen mânadır. İki kısma ayrılır. Birincisi, malum kelimesinde görüldüğü gibi, kelimenin yapısından anlaşılır. Çünkü her malum'un mutlaka bir alimi bulunur. İkincisi, Besmele'de oluduğu gibi, ibareden anlaşılır. Çünkü Bes­mele, tazim ve teberrük kasdiyle, her işe Allah'ın adı ile başlamayı öğreten bir ifadedir.

3- İbnu'l-Esir ve «Arusu'l-Efrah» müellifi Bahauddun Subki ile diğer Ulemaya göre hasr, gerek *****, gerek ***** veya benzeri edatlarla olsun, i'­cazı kasr'ın bir nevidir. Bu edatlarla yapılan cümle, iki cümlenin yerini tutmakta­dır. Aşağıdaki hususlar da aynen böyledir;

Atıf harfleri, amil'in yerini, aslında meful olan naibi fâil, fâilin yerini, zamir de, kısaltmak maksadiyle ismin yerini tutar. Muttasıl zamiri kullanma imkanı varken, munfasıl zamirin kullanılmaması da bu kabildendir.

***** Biliyorum ki sen ayaktasın, misalinde olduğu gibi, ***** babı aynen böyledir. Bu misalde bir isim, hazif olmaksızın iki meful yerine geçmek­tedir.

Ferra'nın görüşüne göre, takdir yapılmayan tenazu konusu, ileride anlatı­lacağı üzere, kısaltmak gayesi ile, müteaddi fiilin lazım fiil gibi kullanılarak mef-ufün kaldırılması, Malın yirmi mi, yoksa otuz mudur?, sorusuna mahal bırak­mayan ***** istifham cümlesinde olduğu gibi, istifham ve şart edatları, ***** kelimesi gibi umum ifade eden kelimeler, müfredin tekrarını gerektirmeyen, kı-. saltma gayesi ile yerine bir harf getirilen tesniye ye cemi isimler, bu kabilden­dir. Bedi sanatının nevilerinden olduğu söylenebilecek diğer neviler de bu kabildendir. Bu, fevatihi's-Suver'de olduğu gibi, bir kelimenin birkaç mânaya gelmesiyle tevil imkanı bulunan kelimelerde görülür. Yukarıdan beri verilen bil­giler, İbn-i Ebî'l-lsba'dan alınmıştır.

2) Îcâz-ı Hazf

4543 Îcâz nevilerinden ikincisi olan îcâz'ı hazf'in zikre değer bazı faydaları vardır. Bunlar:

a- Mânası açıkça bilindiğinden, abes şeylere mahal bırakmamak veya sözü kısaltmaktır.

b- Mahzuf kelimeyi zikretmeğe zaman kalmadığına, zikredildiği takdirde, mühim olanın yapılmayacağına tenbihtir. Bu aynen, tahzir ve igradaki faydaya benzer. Her ikisi, ***** «..Allah'ın devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın.» (Şems, 13.) âyetinde mevcuttur. Âyetteki ***** ifadesi, ***** fii­linin takdiriyle tahzir, ***** terkibi de ***** fiilinin takdiriyle igradır.

c- Haziften dolayı müphemlik görüldüğünden, tazim ve tefhim ifade eder.

«Minhacu'l-Bulega» adlı eserinde Hazim şöyle der: Hazif an­cak, mahzufu gösteren kuvvetli bir delil bulunduğunda veya sayımı, uzun ve sı­kıcı olan bazı şeyler sayılmak istendiğinde yapılırsa, yerinde olur. Bu gaye ile hazif yapılır, mevcut karine ile iktifa edilir. Karineye dayanarak terkedilen şey­lerin düşünülmesi, insana bırakılır. Bu maksatladır ki, hayret ve korku veren hususlar insanı tesir altında bulundurur.

Cennet ehlinin durumuna işaret eden ***** «..oraya varıp da kapıları açıldığında..» (Zümer, 73.) âyeti buna misaldir. Âyette cevap mahzuftur. Çünkü cennet ehli, karşılaştığı bolca nimetleri sayamamış, bunları vasfetmekten aciz kalmışlardır. Bu durumda cennet nimetlerinin takdiri kendile­rine bırakılmış, buna rağmen herbirine erişememişlerdir. ***** «..Bir görsen ateşin başında duruşlarını..» (Enam, 27.) âyeti de bu kabilden­dir. Âyette takdir edilen cevap, ifadeye sığmayacak şekilde feci bir durumla karşılaşırsın, şeklindedir.

4548

d- Nida harfinin hazfinde olduğu gibi, konuşmada sık sık tekrarından do­layı yapılan tahfiftir. ***** «Yûsuf, vazgeç..» (Yûsuf, 29.) âyeti buna mi­saldir. ***** deki nun ile, cemi salimdeki nun'un hazfi, bu kabildendir. Bir kıraata göre ***** (Hac, 35.) âyetindeki nun'un hazfi, ***** «Yürüyüp gitmeye yüz tutan geceye..» (Fecr, 4.) âyetindeki ya'nın hazfi, aynen böyledir. Bu âyet hakkında Sedusi, Ahfeş'e sorduğu soruya şu cevabı almıştır: Araplar-da âdet olduğu üzere mânasında değişiklik yapmak istedikleri kelimenin harfle­rini azaltırlar. Gece, bizatihi yürümez; fakat geceleyin yürünülür. Bu yüzden, fi­ildeki ya harfi hazfedilmiştir. Nitekim ***** «Annen de fahişe değildi..» (Meryem, 28.) âyeti de böyledir. Âyetteki ***** kelimesi, aslında ***** şeklindedir. Taşkınlıkta bulunan, gerçek fâil olmadığından, bu kelimenin son harfi hazfedil­miştir.

e- Hazfedilen kelime ile, ancak Allah kastedilmektedir. ***** «..gizliyi ve açığı bilendir..» (Enam, 73.) ve ***** «Her dilediğini mutlaka yapandır.» (Burûc, 16.) âyetleri buna misaldir.

f- Zikredilsin veya edilmesin, herhâl ü kârda hazfedilen kelimenin, bili­nen bir kelime olmasıdır. Zemahşerî bunun açıkça ifade edilen kelimeden daha iyi anlaşılan karinenin bir nevi olduğunu söyler. Hamza'nın kıraatına göre: ***** «..adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz ..»(Nisâ, 1.) â-yeti buna misaldir. Bu âyette, harfi cerrin tekrarı gerekirken, şöhretinden do­layı zikredilmemiş, şöhret zikrin yerine geçmiştir.

g- Saygıdan dolayı, hazfedileni korumaktır. ***** «Firavn dedi ki: Âlemlerin Rabbi de kim oluyor?» (Şuarâ, 23-24.) â-yetleri buna misaldir. Bu âyetlerde mübteda, Rab kelimesinden önce hazfedil-miştir. Bunlar; ***** şeklindeki haziflerdir.

Musa (aleyhisselâm), Firavn'ın davranışını, Allah hakkında soru sorma cüretini ya­dırgadığından, tazim ve tefhim ifadesi olarak, Allah kelimesini gizlemiştir. «Aru-su'l-Efrah» adlı eserde; ***** «Rabbim, bana kendini göster, Sana bakayım..» (Araf, 143.) âyeti, buna misal getirilmiştir. Âyetteki ***** kelimesi, ***** mânasındadır.

h- Hakaret mânası taşıması için, dile getirmekten sakınılmasıdır. ***** «sağırdırlar, dilsizdirler...» (Bakara, 18.) âyeti buna misaldir. Âyette mahzuf o-lan ***** zamiri ile ***** kelimesidir.

ı- Umum mâna kastedilmesidir. ***** «Yalnız Senden yardım di­leriz.» (Fatiha, 4.) âyeti buna misaldir. Yani; ibadette ve yaşayışımız­da, demektir. ***** «Allah esenlik evine çağırır..» (Yûnus, 25.) âyetindeki mahzuf, ***** herkesi, terkibidir.

k- Fâsılaya riayetten dolayı hazfedilmesidir. ***** «Rabbin seni

bırakmadı.....»(Duha, 3.) âyeti buna misaldir. Mahzuf olan zamir ***** dır.

l- Dilemek mânasındaki ***** fiilinde olduğu gibi, müphem bir kelimeden sonra, beyan kastedilmesidir. ***** «Allah dileseydi hepinizi doğru yola getirirdi.» (Nahl, 9.) âyeti buna misaldir. Yani; hidayetinizi dileseydi, size hi­dayet, verirdi, demektir. Zira; eğer dileseydi sözünü işiten, Allah'ın ne dilediği­ni bilemediğinden, haklarında Allah'ın dileyeceği şeyi merak ederler. Âyetteki şartın cevabı zikredilince, Allah'ın dilemesi ortaya çıkar. Bu durum, ekseriyetle şart edatından sonra görülür. Çünkü meşietin mefulu, cevabında mezkurdur.

m- Dilemek kelimesi, şart edatı olmadan, istidlal yoluyla cevabsız da gelebilir. ***** «Onun ilminden, ancak kendisinin dile­diği kadarından başka bir şey kavrayamazlar..» (Bakara, 255.) âyeti buna misaldir. Beyan uleması, meşiet ve irade kelimelerinin mefulu, ancak garip ve­ya büyüklük ifade ettiğinde zikredileceğini beyan ederler. ***** «Aranızdan doğru hareket etmek isteyenler için..» (Tekvir, 28.) ve ***** «Eğer bir eğlence edinmek isteseydik..» (Enbiya, 17.) âyetleri buna misaldir. Diğer fiiller dışında, meşiet fiilindeki mefulün mecburen veya ço­ğu kez hazfedilmesi, meşiet'in varlığı istenenin varlığını gerekli kılmasından-dır. Cevabın mazmunu gerektiren meşiet ancak, meşiet fiilinin cevabı olmakla mümkündür. Bu yüzden meşiete benzeyen irade fiilinin mefulu de mecburen hazfedilerek, şöyle demişlerdir: ***** edatından sonra meşiet fiilinin mefulu hazfe-dildiğinde bu meful, şartın cevabında mutlaka zikredilir. Bahauddin b. Subki «A-rusu'l-Efrah» adlı eserinde buna şu âyeti misal getirir: ***** «Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi.»(Fussilet, 14.) âyetindeki meşi-et fiilinin mahzuf mefulü, ***** peygamberleri göndermeyi, terkibidir. Buna göre âyetin mânası: Eğer Rabbimiz elçiler göndermeyi dileseydi, melaikeyi gönderirdi, şeklinde olur. Zaten âyetin mânası da bunu gerektirmektedir.

4557 Şeyh Abdulkahir, hazfin faydaları arasında şunu da zikreder; hazfi ge­rekli olan hallerde bir ismin hazfedilmesi, zikredilmesinden daha güzeldir.

İbn-i Cinni, böyle bir hazfe, Arap dilinin kuvveti adını vermiştir. Zira hazif, dile kuvvet kazandırır.

3) İhtisar Gayesiyle Mefulün Hazfi

4558 İbn-i Hişam eserinde; nahiv ulemasınca âdet olduğu üzere, mefulün ihti­sar ve iktisaren hazfini kabul ederek, ihtisarın bir delille, iktisarın da delilsiz hazfedildiğini söyler. Buna; ***** (Tûr, 19.) âyetini delil gösterir. Âyetin mânası; her iki fiili yerine getiriniz, şeklindedir. Beyan ulemasının dediği gibi, bu konudaki hakikat şudur:

Hazfin gayesi:

Bazen, bir işi yapanla yaptıranı tayin et­meksizin, sadece o işin vukuunu bildirmektedir. Bu durumda fiilin masdarı, u-mumi mâna ifade eden bir fiile isnad edilir. ***** Yangın çıktı, veya yağma edildi, cümlesi buna misaldir.

Bazan da fiilin sadece fâil tarafından işlendiğini bildirmeğe bağlıdır. Bu durumda meful zikredilmediği gibi, varlığı da aranmaz. Fâilin işlediği fiille iktifa edilir. Şayet hazfedilen mefulu var kabul edilecek olunursa buna mahzuf meful denmez. Bu durumda fiil, hazif maksadıyla meful almayan fiil kabul edilmiş olur. Şu âyetler buna misaldir. ***** «Benim Rabbim Odur ki öldürür, diriltir..» (Bakara, 258.), ***** «..Bilenlerle bilme­yenler bir olur mu?..» (Zümer, 9.), ***** «..yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz..» (Araf, 31.), ***** «Nereye baksan, bir ni­met ve büyük bir mülk görürsün!» (İnsan, 20.) Âyetlerin sırası ile mânası; öl­düren ve dirilten Rabbimdir!, ilim sahipleriyle ilimden nasibi olmayanlar eşit ola­bilir mi?, yiyiniz, içiniz, ancak israfı terkediniz, nereye baksan!..

***** «Medyen suyuna varınca..» (Kasas, 23.) âyeti buna mi­saldir. Musa (aleyhisselâm) hayvanlarını sularken, kavminin erkekleri arasına girmek istemeyen iki kıza acıdığından, yardıma koşmuştur. Yoksa onların, erkekler de-velerini sularken koyunlarını sulamaları mümkün olmadığından değildir. Âyetteki ***** den murad, sulamaktır, sulananlar değildir. Bunu iyice kavrayamayanlar, âyetin mânasına develerini sularlar, koyunlarını tutarlar, koyunlannı sulamı-yoruz, gibi takdirler yaparlar.

Hazfin gayesi bazan da, fiili fâiline isnad etmek, mefulüne bağlamaktır. Bu yüzden her ikisi de zikredilir. ***** «..faiz yemeyin..» (Âl-i İmrân, 130.), ***** «..Zinaya yaklaşmayın..» (İsrâ, 32.) âyetleri buna misaldir. Buna, mahzufu zikredilmeyen hazif nevi de denilir.

Bazan da lâfzın hazfi gerekir. Bu durumda takdirin bulunması kesinlik kazanır. ***** «..Allah bunu Peygamber mi göndermiş?..»(Fur-kan, 41.), ***** «..gerçi Allah hepsine de güzellik vaadetmiştir.» (Nisâ, 95.) âyetleri buna misaldir. Bazan da hazif olup olmadığı şüphe edilir. ***** «De ki: 'İster Allah diye çağırın, ister Rahmân diye, ça­ğırın..» (İsrâ, 110.) âyetindeki durum böyledir. Âyetteki ***** fiilinin mânası ***** şeklinde düşünülürse, hazif yoktur. ***** şeklinde düşünülürse, hazif mevcuttur.

4) Hazfin Şartları

4562 Hazfin şartlan sekizdir:

a- Mahzufu gösteren bir delil bulunduğunda yapılan haziftir. Bu da ***** «..selam dediler..» (Hûd, 69.) âyetinde olduğu gibi, ya sözün gelişinden anlaşılır, bu durumda âyetin mânası ***** şeklinde olur; ya da kavl kelime­sinin delaletiyle anlaşılır. ***** «Sakınan kimsele­re: 'Rabbiniz ne indirdi' denince, 'iyilik' derler..» (Nahl, 30.), ***** «'Selam' dedi, 'siz tanınmamış bir topluluksunuz..» (Zâriyat, 25.) âyetleri bu­na misaldir. Son âyetin mânası, ***** şeklindedir.

Bir sözün aklen doğruluğu ancak mahzufun takdiriyle mümkün olduğun­dan, bu takdir aklîdir.

Bazan mahzuf kelime, akli delille değil, başka bir delilden istifade edile­rek tayin edilir. ***** «Size leş...haram edildi..» (Mâide, 3.) âyetinde­ki durum böyledir. Akıl, ölü etinin haram olmadığını kabul eder. Bir şeyin haram olması, her ölüyle ilgili değildir. Haram ve helal, işlenen fiillere bağlıdır. Bu du-rumda bir şeyin hazfedildiği aklen anlaşılır. Hangi ölü etinin yeneceğini tayin, şeri delille bilinir. Bu delil, Resûlüllah'ın şu hadisidir: ***** Leşi yemek haramdır. Akıl burada neyin helal, neyin haram olduğunu idrak edemez. «Tel-his» adlı eserin müellifi, bu hususun akılla bilindiğini kabul eder. Sekkaki de bu kaidenin Mutezile'ye ait olduğunu düşünmeksizin, «Telhis» müellifine ta­bi olur.

Mahzuf kelimeyi, bazan akıl tayin eder; ***** «Rabbinin emri geldiği zaman..» (Fecr, 22.) âyetinde durum böyledir. Âyette Allah'ın gelişi değil, azap emrinin gelişi anlaşılır. Çünkü akıl gelme işini, mahlûkatın bir vasfı olarak bildi­ğinden, Allah'ın gelişini, mümkün bir iş gibi kabul edemez. Bu bakımdan gelen, Allah'ın kendisi değil, emridir.

***** «..akitleri yerine getirin..» (Mâide, 1.), ***** «Anlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini yerine getirin..» (Nahl. 91.) âyet-leri de buna misaldir. Mânası; verilen söz gereği, Allah'ın ahdi gereği, demektir. Zira verilen söz ve ahid, insanın yerine getirdiği veya bozduğu, iki kelimedir. Vefa ile adem-i vefa, bu iki kelimede tasavvur edilmez. Vefa ile adem-i vefa, ancak bunların gereği ve kendileriyle ilgili olan hükümlerle gerçekleşir.

Mahzuf kelimenin tayini bazan, örf ve âdetle bilinir; ***** «..işte siz beni bunun için kınamıştınız.» (Yûsuf, 32.) âyetinde durum böyledir. Akıl, âyette bir hazif olduğunu kabul eder. Çünkü Yûsuf (aleyhisselâm), kınama fiiline he­def değildir. Âyetin, ***** «Sevda onun bağrını yakmış..» (Yûsuf, 30.) âyetine dayanarak ***** Siz beni onun sevgisinden ötürü kınamıştınız, şeklinde takdir edilmesi mümkündür. ***** «uşağından murat al­mak istemiş.» (Yûsuf, 30.) âyetine dayanarak kadın, Yûsuf (aleyhisselâm)ın sevgisi ile dolup taşmıştır. Âdet olduğu üzere, gerçek budur. Aşırı sevgiden dolayı, kimse kınanmaz. Çünkü sevgi, engellenmesi mümkün olmayan bir duygudur.

Hazfın bazan, mahzuf kelimenin bir başka yerde açıkça zikredilmesi ile tayin edilir. Böyle bir tayin şekli, hazfin şartlarından en kuvvetlisidir. ***** «Onlar Allah'ın gelmesini mi bekliyorlar?» (Bakara, 210.) âyeti buna misaldir. ***** «Yoksa Rabbinin azap emrinin gelmesini?..» (Nahl, 33.) âyetinin delaletiyle mânası, bizatihi Allah'ın değil, emrinin geldiği şeklindedir. ***** «ve genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete..» (Âl-i İmrân, 133.) âyeti, Hadid süresindeki 21. âyetinin delaletiyle ***** «..genişliği gökle yerin genişliği gibi olup..» mânasındadır. ***** «Allah tarafından bir elçidir.» (Beyyine, 2.) âyeti ***** «Allah tarafından kendilerine bir elçi gelince..» (Bakara 101.) âyetinin delaletiyle ***** Allah tarafından, mânasındadır.

Hazfedilen kelimenin aslına delalet eden şartlardan biri, hazif yapılmadan önce, kelimenin cümledeki zâhiri mânasına, akli delil mâni olmaksızın âdete da­yanmasıdır. ***** «..eğer savaş...bilseydik, sizinle gelirdik..» (Âl-i İmrân, 167.)âyetinde bu durum görülmektedir. Âyette hazfedilen kelime, savaş yeri mânasında olan mekan kelimesidir. Bundan da, savaşa elverişli mekan kastedilmektedir. Âyetin bu şekilde tefsir edilmesi, münafıkların savaşı herkes-den iyi bilmelerindendir. Aksi takdirde, savaşmayı bilmiyoruz, demeleri kendileri için bir utanç vesilesi olurdu. Fakat örf ve. âdet, savaşın hakikatini bilseydik şeklindeki sözlerine meydan bırakmazdı. Bu yüzden Mücahid, âyete ***** takdirinde bulunmuştur. Mücahid'in böyle bir takdirde bulunması, münafıkların Medine'den çıkmak istemediklerini Resûlüllah'a bildirmelerine işarettir.

Diğer bir şartı da, bir işe başlamayı ifade etmesidir. Besmele, buna mi­saldir. Yapılacak takdir, Besmele ile başlanacak işe göre yapılır. Başlanacak iş şayet Kur’ân kıraati ise ***** yemeğe başlama arzusu ise ***** fiileri takdir edilir. Beyan ulemasının ittifak ettikleri görüş budur. Nahiv uleması bu görüşe katıl­mamışlardır. Beyan ulemasının görüşünü, ***** «Haydi (geminin) içine binin, dedi. Onun akıp gitmesi de, durması da Alla­h'ın adıyladır..» (Hûd, 41.) âyeti ile ***** Rabbim, Senin adınla yatıyorum, hadisi doğrulamaktadır.

Diğer bir şartı da nahiv kaideleridir. ***** (Kıyame, 1.) âyetinin takdiri ***** şeklindedir. Çünkü şimdiki zamanı bildiren fiille yemin edilmez. ***** (Yûsuf, 85.) âyetinin takdiri ise ***** şeklindedir. Eğer fiilin cevabı müsbet ol­saydı ***** «Vallahi tuzak kuracağım putlarınıza..» (Enbiya, 57.) âyetinde olduğu gibi, fiile lam ve nun harfleri dahil olurdu. Eğer mânada ittifak mevcut değilse, nahiv kaidesine göre bir takdir gerekir, ***** Allah'tan baş­ka (gerçek) ilâh yoktur, cümlesinde haber, mahzuftur. Bu da, mevcudun keli­mesidir. Fahruddin Razi bu görüşü reddederek şöyle der: Bu sözde, takdire ih­tiyaç yoktur. Nahiv ulemasının böyle bir takdirde bulunması yanlıştır. Çünkü, mutlak olarak hakikatin nefyi, mukayyed nefyinden daha umumidir. Uluhiyet, mutlak olarak bir başkasından nefyedildiği zaman, mukayyed olarak mâhiyetin selbini gösterir. Hususi bir kayıdla mukayyed olan nefyedildiği zaman, başka bir kayıtla nefyi gerekmez. Nahiv ulemasının mevcud'un şeklindeki takdiri, Al­lah'tan başka her ilâh'ın kesinlikle nefyini gerektirir. Halbuki, yok olan bir şey hakkında söz söylenmez. Hakikatta yokluk, mukayyed olarak değil, mutlak su­rette nefyedilir. Zâhiri veya takdiri haberi bulunmayan mübteda düşünülemeye­ceğinden, mutlaka bir haber takdiri gerekir. Mâna anlaşılsa bile, nahiv uleması nahvin hakkını vermek için takdirde bulunur.

İbn-i Hişam şöyle der: Mahzuf olan ibare, tam cümle veya cümleyi ta­mamlayan unsurlardan biri olduğu veya cümleye bağlı bir mâna ifade ettiği za­man, delilin şart koşulması gerekir. ***** «Vallahi, Yûsufu anıp durman..» (Yûsuf, 85.) âyeti bunun misalidir. Bunlar dışında olanların hazfi için delil aranmaz. Bilakis, mânevi kaidelere zarar vermemesi istenir. İbn-i Hişam, lafzi delilin, mahzufa aynen uyması şartını ileri sürer. Ferra'nın ***** «İnsan, bizim kendisinin kemiklerini bir ara­ya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız, onun parmak uçlarını bile..» (Kıyame, 3-4) âyetlerinde ***** Hayır, o bizim gücümüzün yetece­ğini sanıyor, şeklindeki takdirini reddeder. Çünkü âyetteki ***** fiili zan, takdir edilen ibarede ise ilim mânasındadır. Tekrar dirilme konusundaki tereddüd kü­fürdür. İnsan böyle bir tereddüdle emredilmemiştir. İbn-i Hişam bu konuda Si-beveyh'in şu sözünü tercih eder: Âyetteki ***** kelimesi, hal makamındadır. Mânası; kemikleri mutlak olarak toplamaya kadiriz, şeklindedir. Çünkü bir a-rada toplama işi, bunun böyle olacağını sanmaya nazaran, akla daha yakındır. Âyetteki ***** harfi, menfi cümlenin cevabında geldiğinden, âyetin cevabına ***** fiili takdir edilmiştir.

b- Hazfin şartlarından ikincisi, hazfedilen kelimenin, cümlenin bir cüzü olmamasıdır. Bundan dolayı fâil, naibi fâil, kâne ve benzerlerinin ismi hazfedile-mez. İbn-i Hişam ***** «..Allah'ın âyetlerini yalanlayan­ların durumu ne kötüdür!..» (Cuma, 5.) âyetinde İbn-i Atıyye'nin ***** Kavmin örneği, ne kötü örnektir, şeklindeki takdirini ele alarak şöyle der: İbn-i Atıyye bununla irabi tefsiri kastetmişse fâil, mahzuf olan ***** kelime­sidir. Bu ise merduddur. Şayet mâna tefsiri kastetmişse ***** fiilindeki ***** ke­limesine ait olan zamir, müstetir sayılır. O zaman, bu takdir doğru olur.

c- Hazfin şartlarından üçüncüsü, mahzufun tekid edilmemesidir. Hazif aslında, tekide ters düşer. Çünkü hazif, cümlede ihtisar gayesiyle yapılır. Tekid ise, cümleyi uzatır. Bu yüzden el-Farisi ***** «..bunlar iki büyücü..» (Tâhâ, 63.) âyetinde Zeccâc'ın ***** Bu ikisi, sihirbazdan başka bir şey değildir, şeklindeki takdirini reddederek şöyle der: Lam harfi ile hazif ve tekid, birbirine zıd şeylerdir. Fakat, delile dayalı hazif ve bunun tekidi mese­lesinde bir tezat yoktur. Çünkü delile dayalı olan mahzuf, zâhir kelime gibidir.

d- Dördüncü şart, mahzuf kelimenin ifadeyi kısaltmamasıdır. Bu bakım­dan isim fiil, fiilin ihtisarı olduğundan hazfedilemez.

e- Beşinci şart, mahzuf kelimenin, zayıf bir amil olmamasıdır. Harfi cer ile fiili nasb ve cezmeden edatlar hazfedilemez. Bunlar ancak, hazfedildiğini gösteren kuvvetli delil bulunduğunda veya çokça kullanıldığı yerlerde hazfedilir.

f- Altıncı şart, mahzuf kelimenin bir başka kelime yerine kullanılmaması­dır. Bu konuda İbn-i Mâlik şöyle demiştir: Araplar, nida harfini ***** fiilinden ivaz olarak kabul etmezler, çünkü nida harfinin hazfine cevaz verirler. Bu sebeble-dir ki, ***** ve ***** masdarlarından ***** lar hazfedilmez çünkü bu ***** lar kelimenin aslında mevcut ***** harflerinin yerine gelmiştir, bu sebeble de hazfedilemezler. Ancak ***** «..namaz kılmayı..» (Enbiya, 73.) âyeti bununla kıyaslanamaz. ***** fiilinin haberi de hazfedilemez. Çünkü haber, fiilin masdarı yerine geçmiştir,

g- Yedinci şart, hazfedilen kelimenin, kuvvetli bir amilin mevcudiyetine meydan vermemelidir. Bu yüzden ***** «Allah hepsine de güzel sonucu vaadetmiştir..» (Hadid, 10.) âyetindeki kırâat, bununla kıyas edilme­melidir.

5) Hazifle İlgili Diğer Hususlar

4580 Ahfeş, mümkün olduğu takdirde, hazifte tedricilik olduğunu dikkate ala­rak ***** «ve öyle bir günden korkun ki hiç kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez..» (Bakara. 48.) âyetinde şöyle demiştir; ***** nin aslı, ***** dir. Önce harfi cerrin hazfiyle fiil ***** olmuş, za­mir de hazfedilince ***** şekline girmiştir. Böyle bir kaide, nahiv ilminin latif bir yönüdür. Sibeveyh'e göre, her iki hazif aynı anda yapılmıştır. İbn-i Cinni, Ahfeş-in görüşünü makbul sayarak, aynı anda iki harfin hazfi yerine, ayrı haziflerin uygunluğunu kabul etmiştir.

4581 Hazifde asıl olan, kelimenin cümle içindeki yerinde takdir edilmesidir. Hem hazif yapılıp, hem de hazfedilen kelimenin cümledeki yeri dışında bir yer­de takdir edilmesi, aslına muhalif olmamasıdır. Bu yüzden ***** Sadece Zeyd'i gördüm, cümlesinde olduğu gibi, tekaddüm eden müfesser bir kelime takdir edilir. Beyan uleması, ihtisas ifade etmesi için, müfesser kelimenin mu­ahhar olarak takdirine cevaz vermişlerdir. Nahiv uleması da, aynı görüştedir. Bu durum ancak ***** «Semud (kavmine) gelince, onlara yol gös­terdik.» (Fussilet, 17.) âyetinde olduğu gibi, müfesser kelimenin öne geçmesi­ne engel olduğunda mümkün olur. Âyetteki bu engel, ***** dan sonra fiilin gelme-yişidir.

Asla muhalefeti azaltmak için, mümkün mertebe az sayıda hazif yapılma­sı gerekir. Bu esasa göre ***** «..henüz âdet görmeyenler de böy­ledir..» (Talak, 4.) âyetinde el-Farisi'nin ***** Bekleme süresi üç ay­dır, şeklindeki takdiri zayıf kabul edilmiştir. Buna ***** kelimesinin takdir edil­mesi daha uygundur. Şeyh İzzeddin şöyle demiştir: Hazfedilen kelimeler, gaye­ye en uygun ve en fasih kelimelerle takdir edilmelidir. Esasen Araplar konuş­tukları dilde, nasıl en uygun ve en güzel kelimeleri seçerek telaffuz etmişlerse, takdirde kullandıkları kelimeleri de aynı nitelikte seçerek takdir etmişlerdir. ***** «Allah Kabeyi insanlar için kıyam yeri yaptı..» (Mâ-ide, 97.) âyetinde Ebû Ali el-Farisi; ***** Allah Kabe'yi mevki yap­tı, takdirinde bulunurken, başkaları ***** hürmet yeri takdirinde bulun­muşlardır. İkinci takdir, âyetin mânasına daha uygundur. Çünkü bu kelimenin takdiri, âyetteki ***** ve ***** kelimelerine fesahat bakımından daha uygundur. Âyete ***** kelimesinin takdiri ise, fesahattan uzaktır. İzzeddin b. Abdisselam; mahzuf kelimenin tadirinde güzel ile, en güzeli seçme konusun­da tereddüd edildiğinde, en güzelin seçilmesi gerektiğini söyler. Çünkü Cenabı Hak Kur’ân'ı en güzel söz ifadesiyle vasıflandırmıştır. Kur’ân'ın telaffuz edilen kelimeleri nasıl en güzeli ise, mahzufunun da en güzel olması gerekir. Aynı şe­kilde, mücmel ile mübeyyen arasında tereddüd edildiğinde, mübeyyenin takdir edilmesi daha uygundur. ***** «Davud ve Süleyman'a da (lütfettik). Hani onlar bir ekin hakkında hükmediyorlardı..» (Enbiya, 78.) âyetinde ***** veya ***** şeklinde iki türlü takdir yapıla­bilir. İkinci takdir mübeyyen olduğundan, birinciye nazaran daha uygundur.

Bir cümlede fiil mahzuf, fâil baki veya mübteda mahzuf haberi baki ise, bu durumda ikinci şık tercih edilir. Çünkü mübteda, haberin aynıdır. Mahzuf ke­lime de, sabit kalan kelimenin aynıdır. Bu şekilde yapılan hazif, hazfedilmemiş gibidir. Fiilin durumu, mübtedaya göre farklıdır. Bu yüzden fâilin aynı sayılamaz. Ancak fiil hazfedildiği yerde veya benzeri başka bir yerde, ayrı bir rivâyet ken­disini kuvvetlendiriyorsa, fiil hazfedilebilir. Birinci şıkka misal, ba harfinin fethi i-le okunan kıraata göre ***** «O evlerde O'nu tesbih ederler..» (Nûr, 36.) he harfinin fethi ile okunan kıraata göre de ***** «..sa­na da, senden öncekilere de şöylece vahyolunur..» (Şûra, 3.) âyetleridir. Bi­rinci âyetteki takdir ***** ikinci âyette ise ***** şeklindedir. Bu iki â-yetteki fiilleri meçhul okuyan kıraata göre, takdir edilen isimler, fâil durumunda olduğundan, haberi mahzuf birer mübteda olarak takdir edilemez. İkinci şıkka misal, ***** «Onlara: 'Kendilerini kimin yarattığını?' sor­san, 'Allahtır' derler, (Zuhruf, 87.) cümlesinde ***** takdiri, ***** takdirin­den daha uygundur.

Bir kelimede mahzuf, birinci veya ikinci harfler arasında olursa, ikincinin tercihi daha uygun olur. Bu yüzden ***** «..benimle tartışıyor musunuz?.» (Enam, 80.) âyetinde mahzuf, nunu vikayedir, merfu alâmeti olan nun değildir. ***** «..alev saçan bir ateşe..» (Leyl, 14.) âyetinde mahzuf olan müzariat ta'sı değil, bu harften sonraki ta'dır. ***** «..Allah ve Resûlünü hoşnut etmeleri daha uygundu..» (Tevbe, 62.) âyetinde mahzuf, birinci haber değil, ikinci haberdir. ***** «..Hac bilinen aylardadır..» (Bakara, 197.) âyetindeki mahzuf, birinci kelimeye değil, ikinciye muzaf olandır. Yani; ***** değil, ***** şeklindekidir. Bazen mahzufun, birinci kelimenin haberi şeklinde gelmesi gerekir. ***** kelimesini merfu okuyan kıraata göre ***** «Allah ve melekleri Peygambere salat etmektedirler..» (Ahzab, 56.) âyeti buna misaldir. Bu âyette haber, cemi sigası ile geldiğinden, melaike, kelimesine tahsis edilmiştir. Bazan da mahzufun, ikinci kelimenin ha­beri şeklinde gelmesi vaciptir. ***** «Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır..» (Tevbe, 3.) âyeti buna misaldir. Bu âyette haber, ikinci kelimeye tekaddüm ettiğinden, ikinci kelimenin haberi de aynen, birincisindeki gibi olur. Yani ***** demektir.

6) Hazfin Nevileri

4486 Hazfin bazı nevileri vardır:

a- Hazfu'l-iktita' adı verilen haziftir, kelimenin bazı harflerini hazfetmekle yapılır. İbnu'l-Esir, Kur’ân'da bu nevi hazfin bulunduğunu kabul etmez. Bazı ulema, hurûfu mukattaayı buna misal kabul ettiğinden, İbnu'l-Esir'in bu görüşünü, hurûfu mukattaa'dan her harfin, Kur’ân'ın isimlerinden biri olduğu görüşüne da­yandığından, reddedilmiştir. Bazı ulema ***** «..başınızı meshedin.» (Mâide, 6.) âyetinde ba harfinin ***** kelimesinin ilk harfi olduğunu, diğer iki harfin hazfedildiğini iddia etmişlerdir. Bir kısım ulema da ***** «Ey Mâlik, diye seslendiler..» (Zuhruf, 77.) âyetini ***** şeklinde okumuşlar, bunu i-şiten bir kısım selef, terhim yapmak cehennem ehline ne sağlayacak, demiştir. Buna Bazıları şöyle cevap vermişlerdir; cehennem ehli mecalsizlikten dolayı kelimeyi tamamlayamamışladır.

***** kelimesindeki hemzenin hazfi, bu neve dahil olan haziftir; ***** «Fakat O Allah benim Rabbim'dir..» (Kehf, 38.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** kelimesinin aslı, ***** dir. ***** nin hemzesi, tahfif için hazfedilmiş, nun nun'a idgam edilmiştir. Bazı kıraatlara, şu âyetler misal teşkil ederler.

***** «..yer üzerine düşmesin diye göğü tutuyor..» (Hac, 65.), ***** «..sana indirilene..» (Bakara, 4.), ***** «Kim he­men iki gün içinde dönerse ona günah yoktur..» (Bakara, 203.), ***** «O (cehennem) büyük (belalar)dan biridir.» (Müddessir, 35.) âyet.

b- Hazfu'l-İktifa adı verilen haziftir. Bu nevi hazif, cümlenin mânasına gö­re aralarında telazüm ve irtibat bulunan iki kelimenin beraberce zikri gerekir­ken, bir nükteden dolayı, birinin zikriyle yetinilmesidir. Mahzuf kelime çoğunluk­la, atıfla irtibat kurularak tahsis edilir. ***** «..sıcaktan sizi koruya­cak elbiseler..» (Nahl, 81.) âyeti buna misaldir. Mahzuf olan ***** kelimesidir. Âyette ***** kelimesi zikredilmiştir. Çünkü hitab, ülkeleri sıcak olan Araplaradır. Onlara göre sıcaktan korunmak, soğuktan korunmaktan daha önemlidir. Bir kavle göre şöyle denilmiştir: Soğuktan korunmak ***** «..yün, tüy ve kıllarından bir süre kullanacağınız giyimlikler..» (Nahl, 80.), ***** «..sığınacağınız barınaklar varetmiş..» (Nahl, 81.), ***** «Hayvanları da yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak bir çok fay­dalar vardır..» (Nahl, 5.) âyetlerinde önceden zikredilmiştir. Bu sebeple burada tekrar edilmemiştir.

***** «..iyilik Senin elindedir..» (Âl-i İmrân, 26.) âyeti de bu kabilden­dir. Burada mahzuf kelime, ***** kelimesidir. Hayır kelimesinin sarahaten zikredilmesi, kulların buna talep ve rağbette bulunmasındandır. Veya dünyada hay­rın daha çok bulunması veyahut şerrin Allah'a izafesi edebe mugayir olmasın­dandır. Nitekim Resûlüllah ***** Ya Rabbi, şer Senden sadır olmaz, buyurmuşlardır.

***** «Gece ve gündüzde barınan herşey O'nundur..» (Enam, 13.) âyeti de bu neve bir misaldir. Âyette mahzuf olan, ***** ibare-sidir. Canlı ve cansız varlıkların iki halinden en çoğu, sükûn hali olduğun­dan, âyette özellikle sükûn zikredilmiştir. Çünkü her hareket halinde olan, mutlaka sükûn bulur.

***** «Onlar ki gaybe inanırlar..» (Bakara, 3.) âyeti de bu neve bir misaldir. Âyette ***** kelimesi mahzuftur. Çünkü bunların her ikisine îman, vaciptir. Âyette gaybın zikredilmesi, övgüye daha layık olduğundan, gaybe imanın, şuhudi imanı gerektirdiğindendir.

***** (Sâffât, 5.) âyetindeki mahzuf, ***** kelimesidir. ***** (Bakara, 2.) âyetindeki mahzuf kelime, ***** kelimesidir. Bunu İbnu'l-Enbari söylemiştir. ***** (Bakara, 185.) âyeti bunu teyid etmektedir.

***** «..çocuğu olmayan bir kimse ölürse..» (Nisâ, 176.) âyetindeki mahzuf, ***** kelimesidir. Bunun delili, kız kardeşe, mirasın yarısı­nın vacib olmasıdır. Kız kardeşe düşen miras, babanın önceden vefat etmiş ol­masıdır. Aksi takdirde, kıza miras düşmezdi.

c- Hazfu'l-İhtibak adı verilen haziftir. Bu hazif, belâgat ilminin en latif ve en bedii bir nevidir. Belâgat uleması içinde, bu nevi hazfi bilen veya başkasına öğreten, yok denecek kadar azdır. Ahmed b. Yûsuf er-Ruayni el-Endelusi, «Şerhu'l-Bediiyye» adlı eserinde buna yer vermediğini, böyle bir ismi bile kullanmadan Hazfu'l-Makali diye bahsettiğini, Zerkeşî «el-Burhan»ında zikreder. Bu konuda ilk eseri yazan, zamanımız ulemasından Burhanuddin el-Bikai'dir. «Şerhu'l-Bediiyye» adlı eserinde Ruayni şöyle der: İhtibak, Bedi' ilminin çok önemli bir nevidir.

İhtibak, cümlenin ilk kısmından, benzeri diğer kısmında bulunan kelimeler ile, ikinci kısmında bulunandan, benzeri birinci kısmında bulunan kelimelerin hazfedilmesine denir. Bunun misali; ***** «İnkar edenler (i çağıran)ın durumu tıpkı bağırıp çağırmadan başka birşey i-şitmeyene haykıranın durumu gibidir..» (Bakara, 171.) âyetidir. Bu âyette tak­dir; ***** Kâfirleri hakka çağıran peygamberlerin durumu tıpkı hayvanlara seslenen kimsenin durumu gibidir. Burada mahzuf olan ***** kelimesine, ***** cümlesi, ***** ye de ***** cümlesi delalet etmektedir.

***** «Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın.» (Neml, 12.) âyetinde takdir, ***** elini beyaz ol­mayarak sok, ile ***** beyaz olarak çıkar, ifadeleridir. Âyetin birinci kısmından ***** ikinci kısmından ise ***** kelimeleri hazfedilmiş-tir.

Zerkeşî, ihtibak'ı şöyle tarif eder: İhtibak, bir cümlede birbirine benzer iki ifadenin beraberce gelmesidir. Bu iki ifadeden biri, diğerinin delaletiyle hazfe­dilir. ***** «Yoksa 'Kur’ân'ı uydurdu mu, diyorlar? De ki: 'Eğer O'nu uydurmuşsam, suçum banadır. A-ma ben sizin işlediğiniz suçlardan uzağım.'» (Hûd, 35.) âyetinde ihtibak'dan dolayı takdir; ***** Eğer onu uydurmuşsam günahı bana ait, siz bundan sorumlu değilsiniz, si­zin vebaliniz de size, ben de sizin işlediklerinizden sorumlu değilim, şek­lindedir.

***** «..iki yüzlülere de dilerse azab etsin, yahut tevbelerini kabul buyursun..» (Ahzab, 24.) âyetindeki takdir; ***** ***** O dilerse münafıklara tevbe nasib etmeyip, onlara azab eder, dilerse de onlara tevbe nasib edip aza-betmez, şeklindedir.

***** «..temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlenince de onlara Allah'ın emrettiği yerden varın..» (Ba­kara, 222.) âyetindeki takdir; ***** Hayızdan kesilip gusledinceye kadar, onlara yaklaşmayın. Hayızdan kesilip yıkandıklarında onlara varın, şeklindedir.

***** «..iyi işle kötü işi birbirine karıştırdılar..» (Tev­be, 102.) âyetindeki takdir; ***** iyi işlerini kötü işlerine, kötü işlerini de iyi işlerine karıştırdılar, şeklindedir.

***** «Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki de inkârcı..» (Âl-i İmrân, 13.) âyetindeki takdir; ***** Mü’min bir topluluk Allah yolunda çarpışır, Kâfir bir toplum ise Tagût'un yolunda çarpışır, şeklindedir.

Kirmânî «el-Garaib» adlı eserinde, birinci âyetin takdirini şöyle ya­par; ***** Ya Muhammed! Kâfirler çobanın güt­tüğü davara benzer. Âyetin her iki kısmından, diğerine delalet eden kısım haz-fedilmiştir. Bunların Kur’ân'da benzerleri pek çoktur. Cümlenin en beliğ şekli, ihtibak bulunan cümledir.

İhtibak kelimesi, ***** kelimesinden türemiştir. Bu da; bir şeyi kuvvetlice sıkıp sağlamlaştırmak, elbiseyi en iyi şekilde dikmektir. Elbisenin en iyi şekilde dikilmesi, ipliği sıkıca çekip, herhangi bir iz bırakmadan sağlam bir hale getirmekle mümkündür.

İhtibak'ın ***** kelimesinden alınması, şöyle açıklanabilir: Cümledeki hazif yerleri, atılan dikişler arasındaki boşluğa benzetilmiştir. Cümleyi büyük bir ustalıkla kurmasını bilen kudretli kalem sahibi müellif, cümledeki her inceliği bil­diğinden, hazfedilen kelimelerin yerine, ifadeyi bozmadan, cümlenin güzelliği ve akıcılığını değiştirmeden, uygun kelimeler kullanır.

d- Hazfu’l-İhtizal adı verilen haziftir. Bu hazif, önceki hazif nevilerinden farklıdır, kendi arasında kısımlara ayrılır; bunlar: Bir ismin hazfi, fiilin hazfi, harfin hazfi veya birden fazla kelimenin hazfidir.

İsmin Hazfedildiği Yerler:

4604

1- Muzaf'ın hazfi; Kur’ân'da bunun misali cidden fazladır. Hatta İbn-i Cinni, bunun bin kadar âyette olduğunu söyler. Şeyh İzzeddin, «Kitabu'l-Mecâz» adlı eserinde, muzaf'ın hazfedildiği sûre ve âyetleri sırasına göre tertib etmiştir. Bazıları şunlardır: ***** (Bakara, 197.) âyetinde hazfedilen muzaf ***** veya ***** şeklindedir.

***** «..Asıl iyilik, Allah'a ve ahiret gününe îman..» (Bakara, 177.) âyetinde hazfedilen muzaf, ***** veya ***** şeklindedir. ***** «Size haram kılındı: Analarınız..» (Nisâ, 23.) âyetinde hazfedilen muzaf, ***** analarınızın nihakı, şeklindedir. ***** «..sana hayatın da, ölümün de kat kat azabını tattırırdık..» (İsrâ, 75.) âyetin­deki hazfedilen muzaf, ***** kat kat azabı, şeklindedir. ***** kölele­re, (Bakara, 177.) âyetindeki hazif ise, ***** köleleri hürriyete ka­vuşturma, şeklindedir.

3605

2- Muzafun İleyh'in hazfi; bu hazif, ***** «Rabbim beni bağışla!..» (Araf, 151.) âyetinde oluduğu gibi, mütekellim «ya»sında, ***** «Bundan önce de, bundan sonra da iş tamamen Allah'a aittir.» (Rum, 4.) â-yetinde olduğu gibi, gaye bildiren yerlerde, çokça kullanılır. Son âyetteki mah-zuf cümle ***** Galibiyetten önce de, ondan sonra da, şeklinde­dir. Ayrıca; ***** kelimeleri de çokça kullanılır. ***** «..onlara korku yoktur..» (Bakara, 38.) âyetinde ***** kelimesi, bir kıraata göre tenvinsiz zamme ile okunmuştur. Bu âyette mahzuf ibare ***** onlara her­hangi bir şeyin korkusu yok (onlar herhangi bir şeyden korkmazlar), şek­lindedir.

4608

3- Müptedanın hazfi; bu hazif, istifham'ın cevabında olur: ***** «Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin, (o) kızgın bir ateştir.» (Kâria, 10-11.) âyetleri buna misaldir. Âyetteki mahzuf müb­teda, ***** şeklindedir. Fa harfinin cevabından sonra da mübteda hazfedilir. ***** «Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir..» (Câsiye, 15.) âyeti buna misaldir. Âyetteki mahzuf müpteda ***** onun yaptığı kendisi-nedir, şeklindedir. ***** «..ve kim kötülük yaparsa zararı kendisine-dir..» (Câsiye, 15.) âyetindeki mahzuf müpteda da ***** yaptığı kötülük kendisine aittir, şeklindedir. Makûl-i kavl'den sonra da müpteda hazfedilir. ***** «..(bu Kur’ân) öncekilerin masalları derler..» (Furkân, 5.), ***** «..(Bu), karışık hayallerden ibarettir..» (Yûsuf, 44.) âyetleri bu­na misaldir.

4609

4- Haberi, mânaca sıfatı olan müptedanın hazfi; bu nevi hazfe misal: ***** «Tevbe eden, ibadet eden..» (Tevbe, 112.) ve ***** «sa­ğırdırlar, dilsizdirler, kördürler..» (Bakara, 18.) âyetleridir.

Bunların dışında da müpteda hazfedilir. Buna misal; ***** «İnkar edenlerin, öyle (bolluk içinde) şehirlerde dolaş­ması seni aldatmasın.» (Âl-i İmrân, 196.) ile ***** «..sanki sade­ce gündüzün bir saati gibi kalmış olurlar..» (Ahkâf, 35.) âyetlerinde mahzuf müpteda ***** (Nur, 1.) ***** âyette ise ***** kelimesidir.

Merfu na't'ın haberi, hazfedilir; ***** «..yemişi de süreklidir, göl­gesi de..» (Ra'd, 35.) âyeti buna misaldir. Hazfedilen haber, ***** kelimesidir. Haber hazfedildiği gibi, müptedanın da hazfi yapılabilir.

***** «..güzelce sabretmektir..» (Yûsuf, 18.) âyetindeki takdir; ***** veya ***** yapacağım iş sabretmektir, şeklindedir; ***** (Nisâ, 92.) âyetindeki takdir, ***** veya ***** şeklindedir.

4613

5- Mevsuf'un hazfi; buna misal: ***** «yanlarında da yalnız kendilerine göz dikmiş güzel gözlü eşler vardır.» (Sâffât, 48.) âyetidir. Hazfedilen mevsuf ***** şeklindedir. ***** «Geniş zırhlar yap..» (Sebe, 11.) âyetindeki mahzuf ***** şeklindedir. ***** (Nur, 31.) âyetindeki mahzuf da ***** şeklindedir.

4614

6- Sıfatın hazfi; buna misal: ***** «..her gemiyi zorla alırdı.» (Kehf, 79.) âyetidir. Âyette mahzuf olan sıfat ***** kelimesidir. Bu kelime, bir kıraata göre sıfat olarak okunmuştur. ***** «..işte şimdi gerçeği getir­din..» (Bakara, 71.) âyetinde mahzuf ojan sıfat ***** kelimesidir. Kur’ân, vazıh bir Kitap olmasaydı, mânasını inkâr ederlerdi. ***** «..kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayız.» (Kehf, 105.) âyetinde mahzuf sıfat, ***** kelimesidir.

7- Matufun aleyh'in hazfi; buna misal: ***** «..değneğinle deni­ze vur.. deniz yarıldı.», (Şuarâ, 63.) âyetidir. Hazfedilen kelime ***** vurunca, kelimesidir. Atıf vavı, talil «lam»ından önce geldiğinde, iki durum ortaya çıkar; birincisi: Mualleli mahzuf olan talil'dir. ***** «Mü’minleri güzel bir imtihandan geçirmek için..» (Enfâl, 17.) âyeti buna misaldir. Âyette mahzuf

olan muallel ***** Mü’minlere ihsanda bulunmak için bu­nu böyle yaptı, ibaresidir. İkincisi: Atfın sıhhati açıkça görünmesi için talilin, muzmer olan başka bir illete atfedilmesidir. Buna göre âyetin takdiri; ***** Kâfirlere azabını tattırmak, Mü’minlere de ihsanda bu­lunmak için bunu böyle yaptı, şeklinde olur.

8- Atıf harfleriyle birlikte matufun hazfi; buna misal: ***** «Elbette içinizden fetihden önce harcayan ve savaşanlar bir olmaz..» (Hadid, 10.) âyetidir. Mahzuf olan da ***** sonradan savaşan ve harcayanla, ibaresidir. ***** «.iyilik senin elindedir..» (Âl-i İmrân, 26.) âyetindeki mahzuf ise ***** kelimesidir.

9- Mübdel-i minh'in hazfi; buna misal: ***** «..dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü..» (Nahl, 116.) âyetidir. Yani; ***** de­mektir. Âyetteki ***** kelimesi, mahzuf olan ha harfinden bedeldir.

10- Fâilin hazfi; bu hazif, masdarın fâili olması halinde caiz olur. ***** «İnsan hayır istemekten usanmaz..» (Fussilet, 49.) âyetinde mahzuf fâil ***** ibaresidir. Kisai buna, bir delil bulunduğunda, mutlak ola­rak cevaz vermiş, ***** «..can boğaza dayandığı zaman?.» (Vakıa, 83.) ve ***** «..nihayet bu atlar gözden kaybolduğu zaman..» (Sâd, 32.) âyetlerini buna misal getirmiştir. Birinci âyetteki ***** ikinci âyette ise ***** kelimeleridir.

4619

11 - Mefulün hazfi; Daha önce ifade ettiğimiz gibi, meşiet ve irade fiille­rinin hazfedilen mefullerine dair pek çok misal vardır. Bu iki fiil dışındaki fiillerde de mefulün hazfi mevcuttur. ***** «..Buzağıyı (tanrı diye) benimseyenlere muhakkak Rablerinden bir öfke erişecektir..» (Araf, 152.) âyetinde mahzuf ***** kelimesi, ***** «Hayır (olmaz bu) ya­kında bileceksiniz.» âyetinde ise mahzuf, ***** yaptıklarının sonucunu, kelimesidir.

12- Hal'in hazfi; eğer hal, kavil olarak gelmişse, Kur’ân'da pek çok mi­sali mevcuttur. ***** «..Melekler de her kapı­dan yanlarına varırlar: Selam size,(derler)» (Ra'd, 23-24.) âyetleri buna misal­dir. Mahzuf olan hal bu âyette ***** kelimesidir.

13- Münada'nın hazfi; bir kıraata göre okunan; ***** «(Ey millet) secde etmeniz gerekmez miydi?» (Neml, 25.) âyetinde ***** ibaresi mahzuf-tur. ***** (Kasas, 79.) âyetinde ise ***** ibaresi hazfedilmiştir.

4622

14- Âid'in hazfi; bu hazif dört yerde yapılır:

a- Sıla cümlesinde yapılana misal: ***** «Allah bunu mu peygamber göndermiş!?..» (Furkan, 41.) âyetidir. Âyette mahzuf kelime ***** deki he zamiridir.

b- Sıfatta yapılana misal: ***** «öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez..» (Baka­ra, 48.) âyetidir. Âyette hazfedilen ***** kelimesidir.

c- Haber'de yapılana misal: ***** «..Gerçi Allah hepsine de güzellik vadetmiştir..» (Hadid, 10.) âyetidir. Âyetteki mahzuf ***** kelimesidir.

d- Hal'de yapılan hazif.

4623

15- Nime fiilindeki mahsusun hazfi; bu nevi hazfe misal: ***** «Gerçekten biz onu sabreden (bir kul) bulmuştuk. Ne güzel kuldu o» (Sâd, 44.) âyetidir. Âyette mahzuf kelime Eyyub kelimesidir. ***** «Ölçtük, biçtik.. Ne güzel ölçüp biçenleriz biz.» (Mürselât, 23.) âyetindeki mah­zuf kelime ***** kelimesidir. ***** «..Takva sahiplerinin yurdu ne gü­zeldir.» (Nahl, 30.) âyetinde mahzuf kelime, ***** kelimesidir.

16- Mevsul'ün hazfi; buna misal: *****«..Bize indiri­lene de, size indirilene de inandık..» (Ankebut, 46.) âyetidir. Buradaki hazif i-kinci ***** den önceki ***** ismi mevsulüdür. Çünkü bize inen kitab, bizden ön­cekilere inen kitabın aynısı değildir. Bu sebeple mâ-i mevsul ***** «..Allah'a bize indirilene, İbrahim'e indirilene inanırız.» (Ba­kara, 136.) âyetinde ***** tekrar etmiştir.

7) Fiilin Hazfedildiği Yerler

4625 Fiil müfesser olursa, hazfi mecburidir; ***** «Eğer müşriklerden biri eman dileyip yanınıza gelmek isterse..» (Tevbe, 6.) ***** «Gök yarıldığı zaman..» (İnşikak, 1.), ***** «De ki: Eğer sahip olsaydınız..» (İsrâ, 100.) âyetlerinde müfesser fiiller hazfedilmiştir.

İstifham cevabında fiilin hazfi çokça yapılır; ***** «(Allah'ın azabından) korunanlara da Rabbınız ne indirdi, denildiğinde 'Hayır' dediler.» (Nahl, 30.) âyetinde ***** kelimesinden önceki müfesser ***** fiili, hazfedilmiştir.

Kavil'de fiilin hazfi de çokça yapılır; ***** «İbrahim, İsmail'le beraber evin temellerini yükseltiyor. 'Rabbimiz,..» (Bakara, 127.) âyetinde ***** ibaresi hazfedilmiştir.

Bunların dışındaki durumlarda da fiil hazfedilir. ***** «Kendi yara­rınıza olarak buna son veriniz..» (Nisâ, 171.) âyetinde ***** kelimesinden ön­ce ***** fiili hazfedilmiştir.

***** «Onlardan önce o yurda yerleşen, imana ısınanlar..» (Haşr, 9.) âyetinde ***** dan önce ***** veya ***** fiili hazfedil­miştir. ***** «..sen ve zevcen cennette oturun..» (Bakara; 35.) âyetinde ***** kelimesinden önce ***** fiili hazfedilmiştir. ***** «Karısı da odun hammalı olarak.» (Tebbet, 5.) âyetinde ***** kelimesinden önce ***** fiili hazfedilmiştir. ***** «O namazı kılanlar..» (Nisâ, 162.) â-yetinde ***** kelimesinden önce ***** fiili hazfedilmiştir. ***** «..fakat Allah'ın Resûlüdür..» (Ahzab, 40.) âyetinde ***** kelimesinden önce ***** fiili hazfediimiştir. ***** «Şüphesiz Rabbin, hepsinin işlerinin karşılığını verecektir..» (Hûd, 111.) âyetinde ***** kelimesinden önce ***** fiili hazfedilmiştir.

8) Harfin Hazfedildiği Yerler

4629 İbn-i Cinni «el-Muhteseb» adlı eserinde şöyle der: Bize Ebû Ali naklederek Ebû Bekr'in şöyle dediğini rivâyet etti: Harfin hazfi, kıyasi değildir. Çünkü harfler, bir bakıma ihtisar gayesi ile kelimelere dahil olmuştur. Eğer harfler, kelimeden çıkarılacak olursa, ikinci bir ihtisar yapılmış olur ki, muhtasa­rın ihtisarı, hiçbir mâna ifade etmez.

İstifham hemzesinin hazfi, harfin hazfindendir.

İbn-i Muhaysın; ***** «..onları uyarsan da.. birdir..» (Bakara, 6.) âyetini, hemzenin hazfi ile okumuştur. Üç ayrı âyette geçen ***** «..budur Rabbim..» (Enam, 76, 77, 78.) âyetlerinde istifham hemzelerinin hazfini, buna misal kabul etmiştir. ***** «O başıma kaktığın nimet de..» (Şuarâ, 22.) âyetinde ***** ibaresindeki hemze hazfedilmiştir.

Harfi mevsufun hazfi, harfin hazfindendir. İbn-i Mâlik, bunun ancak ***** ile caiz olduğunu söyler. ***** «Onun âyetlerinden biri de, size korku ve ümit vermek için şimşeği göstermesi..» (Rûm, 24.) âyetinde ***** harfi hazfedilmiştir.

Harf-i cerr'in hazfi de bu kabildendir. Bu hazif, ***** veya ***** ile yapılır, ***** «Ey Muhammed!. Müslü­man oldular diye seni minnet altında bırakmak isterler; de ki: Müslüman ol­manızla beni minnet altında tutmayın, hayır;...sizi imana eriştirmekle Allah sizi minnet altında bırakır.» (Hucurat, 17.), ***** «..bağışlayacağını umduğum..» (Şuarâ, 82.), ***** «Siz öldüğünüz zaman...size vaadedi-yor..» (Mü’minûn, 35.) ayetlerindeki harfi cerler, hazfedilmiştir.

Harfin hazfi, bunların dışındaki harflerle de yapılır. ***** «..konaklar tayin ettik..» (Yâsin, 39.) âyetinde ***** takdiri, ***** «..onu eğriltmek isterler..» (Araf, 45.) âyetinde ***** takdiri, ***** «..dostlarından kor­kutuyor.» (Âl-i İmrân, 175.) âyetinde ***** Sizi dostlarıyla korkutuyor. ***** «Musa kavminden seçti..» (Araf, 155.) âyetinde ***** kav­minden, ***** «(iddet süresi dolmadan) nikah bağını bağlamağa kalkışmayın..» (Bakara, 235.) âyetinde ***** şeklinde, harflerin hazfi yapılmıştır.

Atıf Harfinin hazfi, bu kabildendir. Ebû Ali el-Farisi, şu âyetleri buna mi­sal göstermiştir.

***** «Binek vermen için sana geldiklerinde, 'Size binek bulamıyorum' dediğin zaman...üzüntüden göz yaşı dökerek geri dönenlere de bir şey yok.» (Tevbe, 92.) âyetinde ***** fiilinden önce vav harfi hazfedilmiştir. ***** «İnanmış olanların yüzleri, o gün, pırıl pırıldır.» (Gâşiye, 8.) âyeti, ***** «O gün bir takım yüzler zillete bürünmüştür.» (Gâşiye, 2.) âyetine atfen ***** kelimesinden önceki vav harfi hazfedilmiştir.

Cevap durumunda olan fa harfinin hazfi, bu kabildendir. Ahfeş buna ***** «..eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyyet etmek..» (Bakara, 180.) âyeti­ni misal göstermiştir.

Nida edatının hazfi, bu kabildendir. Bu harfin misali Kur’ân'da çoktur. ***** «İşte siz öyle kimselersiniz ki.» (Âl-i İmrân, 119.), ***** «Yusuf, sen bundan vazgeç..» (Yûsuf, 29.), ***** «Şöyle demişti: Rabbim, kemiklerim zayıfladı..» (Meryem, 4.), ***** «..Ey gök­lerin ve yerin yaratanı!.» (Yûsuf, 101.) âyetleri buna misaldir.

4636 Kirmânî «el-A-caib» adlı eserinde; Kur’ân'da mevcut ***** kelimesinden önce, nida harfi olan ***** edatı, tazim ve tenzih gayesi ile çokça hazfedilmiştir. Çünkü nida'da bir bakı­ma emretme ifadesi vardır, der.

Hal durumunda olan mazi fiilin önündeki ***** harfinin hazfi de, bu kabilden­dir. ***** «..yahut göğüsleri daralıp size gelenler..» (Nisâ, 90.), ***** «..sana bir sürü bayağı kimseler uymuşken biz sana inanır mıyız?..» (Şuarâ, 111.) âyetleri buna misaldir.

***** i nafiyenin hazfi, bu kabildendir. Bu hazif, nefyedilen kelime muzari ise, kasemin cevabında zaruri olarak hazfedilir. ***** «Allah'a yemin ederiz ki, anıp durman..» (Yûsuf, 85.) âyeti buna misaldir. Bundan başka durumlarda da hazfedilir. ***** «..Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir..» (Bakara, 184.) âyetindeki hazif, ***** şeklindedir.

***** «Sizi sarsar diye arza ağır baskılar attı..» (Nahl, 15.) âyetindeki hazif ***** ibaresidir.

Tevtıe lam'ının hazfi de bundandır. ***** «..Bu dedik­lerinden vazgeçmezlerse.. uğrayacaklardır.» (Mâide, 73.), ***** «..Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz müşrik olursunuz.» (Enam, 121.) âyetleri buna misaldir.

Emir "lam"ı da bunlardandır. Buna ***** «İnan kul­larıma söyle namazlarını kılsınlar..» (İbrahim, 31.) âyeti misal getirilmiştir. Âyetteki hazif, ***** şeklindedir.

***** kelimesindeki lam'ın hazfi, uzun cümlede hafiflik getirir. ***** «Nefsini temizleyen iflah olmuştur.» (Şems, 9.) âyetindeki hazif buna misaldir.

4642 Tevkid nunu’nun hazfi de bu kabildendir. Ha harfini mensub okuyan kıraa­ta göre ***** «Biz senin göğüsünü açmadık mı?» (İnşirah, 1.) âye­ti buna misaldir.

Cemi nun'unun hazfi de bu kabildendir. Bir kıraata göre ***** «..Ama onlar büyü ile hiç kimseye zarar veremezler..» (Bakara, 102.) â-yeti buna misaldir.

Tenvin'in hazfi de bu kabildendir. Bir kıraata göre ***** «De ki: O Allah birdir. Allah Sameddir.» (İhlâs, 1-2.) âyetinde ***** kelimesindeki tenvin ile, ***** kelimesini mensub okuyan kıraata göre de ***** «..ne de gece, gündüzün önüne geçebilir..» (Yâsin, 40.) âyeti buna misal ge­tirilmiştir.

Murab ve mebni kelimelerdeki harekenin hazfi, bu kabildendir. Farklı kı-raatlara göre aşağıdaki âyetler buna misal getirilmiştir. ***** «..yaratı­cınıza tevbe ediniz..» (Bakara, 54.), ***** (Bakara, 67.), ***** «..koca­ları daha çok hak sahibidirler..» (Bakara, 228.), ***** «..ya­hut nikah bağı elinde bulunan erkek vazgeçerse..» (Bakara, 237.), ***** «..kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?.» (Mâide, 31.)

9) Birden Fazla Kelimenin Hazfi

4646 Bir cümlede iki muzaf, beraberce hazfedilir. ***** «Şüphe­siz bu kalplerin takvasındandır..» (Hac, 32.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ha­zif ***** «Allah'ın nişanelerine saygı göstermek, saygılı kalp sahiplerinin işidir.», şeklindedir. ***** «..elçinin ayak bastığı yerden bir avuç toprak aldım..» (Tâhâ, 96.) âyeti de mahzuf mu­zaf ***** Elçinin atının ayağını bastığı yerden, şeklindedir. ***** «..ölüm baygınlığı çökmüş insan gibi, gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün..» (Ahzab, 19.) âyetinde mahzuf muzaf, ***** üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimsenin gö­zünün dönmesi gibi, şeklindedir.

***** «Onunla arasındaki mesafe iki yay kadar.» (Necm, 9.) âyetinde ***** fiilinin üç ismi ile, bir haberi hazfedilmiştir. Âyetin takdiri; ***** Yakınlık mesafesinin miktarı iki yay kadardır, şeklindedir.

***** babındaki fiillerin aldığı iki mefulün hazfi, bu kabildendir. ***** «..Hani aklınız sıra bana koştuğunuz ortaklarınız nerede?.» (Enam,

22.) âyetindeki hazif ***** Onları bana ortak kabul ediyordunuz, şeklindedir. Harfi cer'le birlikte mecrur kelimenin hazfi, bu kabildendir, ***** «..iyi işle kötü işi birbirine karıştırdılar..» (Tevbe, 102.) â-yetinde ***** kelimesinden sonra ***** kelimesinden sonra da ***** kelimeleri hazfedilmiştir. Atıfla birlikte (atıf harfi) atfedilen kelimenin hazfi, daha önce geçmişti.

4651 Şart edatı ile fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. ***** «..bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..» (Âl-i İmrân, 31.) â-yeti buna misaldir. Bu âyette hazif ***** eğer bana uyarsanız, şeklindedir. ***** «İman eden kullarıma söyle: Namazı kılsınlar..» (İbra­him, 31.) âyetindeki hazif ***** eğer sen söylersen onlara kılarlar, şeklindedir. Zemahşerî; ***** «..öyleyse Allah verdiği sözden dönmez..» (Bakara, 80.) âyetini bu kabilden saymıştır. Âyetteki hazif, ***** eğer siz Allah ile bir sözleşmeye girerseniz, Allah sö­zünden caymaz, şeklindedir. Ebû Hayyân; ***** «De ki: Ne­den daha önce peygamberleri öldürüyordunuz?..» (Bakara, 91.) âyetinde, şart edatı ile fiilin hazfini, bu kabilden saymıştır. Âyetteki hazif ***** Eğer size indirilene inanıyor idiyseniz, niçin öldürüyordunuz. şeklindedir.

4654 Şart edatındaki cevabın hazfi, bu kısımdandır; ***** «..haydi yapabilirsen yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki..» (Enam, 35.) âyeti bu kabil­dendir. Âyetteki mahzuf cevap ***** şeklindedir. ***** «Onlara: 'Önünüzdeki ve arkanızdaki (geçmiş ve gelecek) olaylardan sakının ki esirgenesiniz' dendiği zaman (yüz çevirirler).» (Yâsin, 45.) âyetindeki mahzuf cevap kendinden sonra gelen âyetteki ***** kelime-sinin delaletiyle ***** şeklindedir. ***** «..yardım için bir o kadarını daha getirsek (yine yetmez).» (Kehf, 109.) âyetindeki mahzuf cevap; ***** fiili­dir. ***** «Suçluları bir görsen; Rablerinin huzurunda (utançtan) başlarını öne eğmiş..» (Secde, 12.) âyetinde mahzuf cevap; ***** Çok feci bir manzara görürdün, şeklindedir. ***** «Eğer size Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasaydı ve Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı..» (Nûr, 20.) âyetindeki mahzuf cevap ***** fiilidir. ***** «..Eğer biz onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık..» (Kasas, 10.) âyetindeki mahzuf cevap ***** şeklindedir.

***** «..eğer, oradaki henüz kendilerini tanımadığınız Mü’min erkek ve kadınları bilmeyerek ezmek sure­tiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı..» (Feth, 25.) âyetindeki mahzuf cevap ***** Ehli Mekke'yi size kırdırırdı, şeklindedir.

Kasem cümlesinin hazfi de bu kabildendir. ***** «Ona çetin bir azap edeceğim..» (Neml, 21.) âyetideki mahzuf kasem cümlesi ***** keli­mesidir. Kasem cümlesi hazfedildiği gibi, cevab da hazfedilir. ***** «Andolsun söküp çıkaranlara.» (Nâziât, 1.) âyetindeki kasemin mahzuf cevabı ***** şeklindedir. ***** «Sâd. Şerefli Kur’ân'a Andolsun ki..» (Sâd, 1.) âyetinde ***** O Kur’ân mutlaka mucizedir, kelimesi, ***** «Kâf. Şerefli Kur’ân'a andolsun ki..» (Kâf, 1.) âyetinde ise ***** İş onların sandığı gibi değil, cümlesi, kasemin mahzuf cevabıdır.

Zikredilen bir şeye, sebeb olan cümlenin hazfedilmesi, bu kabildendir. ***** «..hakkı gerçekleştirsin, batılı da ortadan kaldırsın di­ye..» (Enfâl, 8.) âyetinde hazfedilen cümle; ***** cümlesidir.

Birçok cümlenin hazfi de bu kabildendir. ***** «..He­men beni gönderin. Yusuf! Ey doğru sözlü..» (Yûsuf, 45-46.) âyetlerinde haz­fedilen ***** Beni Yûsuf'a gönderin, ona rüyayı yo-rumlattırayım, (dedi). ***** onun dediğini yapıp gönderdi­ler, elçi ona gelince ey Yûsuf, dedi, cümleleridir.

4658 Yukarıda misalleri görüldüğü gibi, mahzuf cümle yerine, bazen bir başka cümle takdir edilmez, bazen de buna delalet eden bir cümle takdir edilir. ***** «Eğer yüz çevirirseniz, artık ben, size gönderildi­ğim şeyi duyurdum..» (Hûd, 57.) âyetinde olduğu gibi, ancak bu âyette şartın cevabı ***** fiili değildir; çünkü tebliğ işi, tebliği kabul etmeden öncedir. Âye­tin takdiri şöyledir: ***** Eğer siz Allah'ın emirlerine kulak as­mazsanız, bundan sorumlu olacak olan ben değilim, veya ***** Boşuna mazeret beyan etmeyin, çünkü ben risalet görevimi yerine getir­dim, şeklindedir. ***** «Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden öncekileri de yalanlamışlardı..» (Fâtır, 4.) âyetinde mahzufa delalet eden cümle ***** Üzülme, sabret, cümlesidir. ***** «..tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını..» (Enfâl, 38.) âyetinde mahzufa delalet eden cümle de ***** Onlara isabet eden kendilerine de isabet eder, cümlesidir.

2- İtnab

4659 Îcâz; îcâzı kasr ve îcâzı hazif şeklinde ikiye ayrıldığı gibi, itnab da best ve ziyade olmak üzere ikiye ayrılır.

B- İtnab-ı Best

4660 Bu nevi itnab, cümleleri çoğaltmak suretiyle yapılır.

***** «Şübhesiz göklerin ve yerin yaratılışında..» (Bakara, 164.) âyetinde; her asır ve zamanda insan ve cinlerin alimi ve cahiline, îman edeni veya etmeyenine hitap edildiğinden itnab, en beliğ bir şekilde yapılmıştır. ***** «Arşı taşıyan­lar ve onun çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler, O'na inanırlar..» (Gâfir, 7.) âyetinde itnab, ***** cümlesidir, çünkü hamele-i arşın imanı malumdur. Âyetteki itnab, imanın değeri gösterilerek, daima teşvik edil-mesindendir. ***** «..müşriklerin vay haline, onlar ki zekatı vermezler..» (Fussilet, 6-7.) âyetlerinde itnab vardır. Çünkü müşriklerin zekat vermeleri düşünülemez. Âyetteki nükte Mü’minleri zekat vermeğe teşvik, vermemekten sakındırmaktır. Yüce Allah zekat vermemeyi müşriklerin vasıfla­rından biri olarak göstermiştir.

B- İtnab-ı Ziyade

1) Cümleye Bazı Harfler ve Edatların Dahil Olması

4662 Bu nevi itnabın da çeşitleri vardır:

Cümleye Bazı Harfler ve Edatların Dahil Olması. Bunlar; ***** lamu'l-ibtida, lamu'l-kasem, istiftah edatı ***** tenbih ha'sı teşbihin tekidinde kullanılan *****, istidrakin tekidinde kullanılan ***** , te-menni'yi tekidde kullanılan ***** , terecciyi tekidde kullanılan *****, şan ve fasl zamirleri, şartı tekid için kullanılan ***** , istikbale delalet eden ***** ve ***** harfleri, fiili tekid eden nun'lar, lamu't-tebriye, nefyi tekid için kullanılan ***** ve ***** harfleridir. Bu harflere sözün tekid edilmesi, muhatabın münkir veya mütereddit olması halinde, ayrı bir değer kazanır.

Tekid, muhatabın inkâr derecesine göre değişir. Bunun misali; Hazret-i İsa ta­rafından gönderilen elçilerin yalanlanmalarıdır. Elçiler ilk yalanlandıklarında ***** «..Biz size gönderilen elçileriz.» (Yâsin, 14.) şeklinde ifade kullanmış­lardır. Bu âyette cümle, tekid ifade ***** ile isim cümlesi şeklinde gelmiştir. Elçiler ikinci sefer aynı durumla karşılaşınca ***** «Dediler ki: Rabbimiz bilir ki biz size gönderilmiş elçileriz..» (Yâsin, 16.) şeklinde ifade kullanmışlardır. Elçilere muhatap olanlar; ***** «Dediler ki: "Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsi­niz. Rahmân bir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz".» (Yâsin, 15.) sözleriyle, inkârda son derece aşırı gittikleri için âyet; kasem, ***** lam'ı te­kid ve isim cümlesiyle tekid edilmiştir.

Bazen cümle, muhatap münkir olsa bile, ikrar ettiği gibi amelde bulunma­dığından, inkâr edenin durumuna düştüğü için bu harflerle tekid edilir. Bazen de muhatap münkir olmasına rağmen, düşündüğü takdirde, inkârdan dönebilece­ğine dair elinde açık deliller bulunduğundan, cümlede tekid yapılmaz. Buna ***** «Sonra siz, bunun ardından öleceksiniz. Sonra siz kıyamet günü muhakkak diriltileceksiniz.» (Mü’minûn, 15-16.) â-yetleri delil getirilmiştir. Âyetin muhatabı olanlar, ölümü inkâr etmedikleri halde gafletlerinden dolayı, inkâr edenler durumuna düştüklerinden, âyetteki ***** kelimesi iki, şiddetli inkâra rağmen, baas kelimesi de, bir tekid harfi olmuştur. Kıyamette tekrar dirilme ile ilgili açık delillerin bulunması, inkâra mahal bırak­mamasına rağmen, muhatapların bu delilleri dikkate almalarını teşvik için, ken­dileri inkâr etmeyenler durumunda kabul edilmiştir. ***** (Bakara, 2.) âyeti de bu kabildendir. Kur’ân hakkında şüpheye düşenler olmamasına rağmen şüphe, umumi mânada la ***** harfi ile nefyedilmiştir. Fakat Kur’ân hakkında şüpheyi izale eden açık deliller bulunduğundan şüphe, yokmuş gibi kabul edi­lir. Bu aynen, inkâr edenlerin, etmeyenler durumuna düşmelerine benzer.

Zemahşerî şöyle der: Mü’minûn sûresi 15. âyetinde sözü edilen ölümün şiddetle tekidi, insanın bunu daima göz önünde bulundurması, hiçbir zaman ak­lından çıkarmamasını tenbih gayesiyle yapılmıştır. İnsan, er-geç ölümü tada­caktır. Bu mânayı sağlamak üzere âyette, üç ayrı tekid mevcuttur. Dünya ha­yatında insan, güya baki kalacakmış gibi, bütün gücü ile dünyaya sarılır. Aynı sûrenin 16. âyetinde baas, sadece inne harfi ile tekid edilmiştir. Çünkü bunun, münakaşa ve inkan yapılmayacak şekilde açık delilleri bulunmaktadır.

et-Tac b. Firkah şöyle der: Âyette geçen ölüm kelimesi, insan nevi'nin halef-selef olarak baki kalacağını iddia eden Dehriyye'yi red etmek için tekid edilmiştir. ***** «De ki: 'Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksi-niz..» (Tegâbun, 7.) âyetinde olduğu gibi, Kur’ân'ın bazı âyetlerinde baası inkâr edenlere cevap verilerek tekidde bulunulduğu için, bu âyette tekide lüzum görülmemiştir.

Başkaları da şöyle demiştir: Atıf harfi, matuf ile matufun aleyh arasında müşterekliğinden, tekid lamı bu âyette tekrar zikredilmemiştir.

Lam'ı tekid bazan, kendisine bir şey anlatılan kimseye merakını gider­mek üzere söylenen sözde kullanılır. ***** «..zulmedenler hakkında bana söz söyleme..» (Hûd, 37.) âyeti buna misaldir. Âyetin mânası: Ey Nuh, bana kavminin durumundan söz etme, şeklindedir. Bu mâna, Nuh kavminin azaba layık olduğuna işaret eder. Bu durumda muhatap, onların ger­çekten azaba mahkum olup olmadıkları hususunda tereddüd eden kimse duru­muna düşer. Bu tereddüd, âyetin sonunda mevcut ***** cümlesindeki te-kidle giderilmiştir.

***** «Ey insanlar, Rabbinizden korkun.» (Hac, 1.) âyeti, bu konuda ayrı bir misaldir. Bu âyette Allahü teâlâ insanlara, semeresi ahirette görülecek olan takvayı emrettiğinden onlar, kıyametin vasfını merakla öğren­mek istediler. Bu merakı ***** «çünkü zelzelenin saati cidden korkunç bir şeydir.» (Hac, 1.) âyeti tekid ile gelerek şüphe giderilmiş, takvanın lüzumuna işaret edilmiştir.

***** «Ben kendimi temize çıkarmıyorum..» (Yûsuf, 53.) âyeti de buna ayrı bir misaldir. Âyette, muhatabı hayrette bırakan, masum ve suçsuz olduğu halde, nefsini tebriye edemeyen Yûsuf (aleyhisselâm) sözü hakkında tereddüde sevkeden bir durum mevcuttur. Bu yüzden âyetin devamı olan ***** «..çünkü nefis, daima kötülüğü emredicidir..» (Yûsuf, 53.) cümlesiyle tekid edilmiştir.

Cümle bazan, tergib maksadıyla tekid edilir. ***** «..onun tevbesini kabul etti. O, tevbeyi çok kabul edendir..» (Bakara, 37.) âyetinde bu durum mevcuttur. Allahü teâlâ bu âyette, kulları tevbeye rağbet ettirmek için dört ayrı tekidde bulunmuştur.

Bahiste geçen edatların mânası ve kullandığı yerler hakkında geniş bilgi, Kırkıncı Bölümde verilmiştir.

Yukarıda ifade edilen tekid edatları ile ilgili bilgilere, şunları da ilâve et­mek isterim: İnne ve lam'ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü inne kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam'ı tekid de ilâve edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Bu konuda Kisai'nin şöyle dediği rivâyet edilir: Lam, haberi tekid eder, inne i-se, ismi tekid eder. Bu sözde gerçek payı yoktur. Çünkü tekid edilen, inne'nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükmüdür. Fiillerin sonuna gelen müşedded tekid nun'u, fiilin üç kez tekrarını, nun-u muhaffefe de iki kez tek­rarını gösterir. Sibeveyh: ***** ifadesindeki elif ve ha, tekid ifade etmek üzere eyyu kelimesine ilâve edilmiştir. Böylece ya edatı iki kez tekrar edilmiş, ismi de tenbih durumuna girmiştir, der. Sibeveyh'in bu görüşüne, Zemahşerî de ka­tılmıştır.

***** «İnsan: 'Öldüğüm zaman mı diri ola­rak çıkarılacağım, diyor.» (Meryem, 66.) âyetinin tefsirinde Curcâni, «Nazmu'l-Kur’ân»nında şunları söyler: Sevfe kelimesine bitişen lam, te­kid lam'ı değildir. Âyetteki ifadeyi kullanan insan, münkirdir, inkâr ettiği şeyi nasıl doğrular? Münkir bunu ancak, ifadeyi tekid edatı ile söyleyen Resûlüllah-ın sözünü aktararak söylemiş, âyet de aynı ifade ile nâzil olmuştur.

2) Cümleye Bazı Ziyade Harflerin Dahil Olması İle Yapılan İtnab

4676 İbn-i Cinni; Arapça'da ziyade olarak kullanılan her harf, o cümleyi iki ke­re tekrarlanan cümle durumuna getirir, der.

 Zemahşerî, «Keşşaf»ında şöyle der: Lam harfi müsbet cümlede tekid ifade ettiği gibi, ma ve leyse'nin haberine dahil olan ba harfi de, menfi cümle­de tekid ifade eder.

Bir grup ulemaya, ıskatı halinde mânası bozulmadığı halde, harf ile yapılan tekid'in faydası nedir? diye sorulduğunda, şu cevabı vermişlerdir: Bunu, e-debi zevki olanlar bilir. Bunlar, harf ilâvesiyle cümlenin bir mâna kazandığını, ıs­katı halinde ise, bu mânanın kaybolduğunu kolayca anlarlar. Bu durum aynen tabiatında şairlik ruhu bulunanın, karşılaştığı beytte bir değişiklik hissettiğinde, vezinden hareket ederek eksikliğini bulup çıkarması gibidir. Ziyade harflerin durumu da böyledir. Arapça cümlenin her türlü inceliğini bilen, bir harfin eksik­liği ile cümlenin değiştiğini anlar, bir harf eksikliği ile mâna nasıl değişirse, ilâvesiyle ayrı bir mâna kazandığını farkeder.

Harf ve fiille yapılan ziyadelik az olduğu gibi, isimlerde yapılan ziyadelik ise daha azdır. Ziyade olarak kullanılan harfler şunlardır: ***** ***** ve ***** dir. Bunlarla igili açıklama, Kırkıncı Bahis'de geçmiştir.

Ziyade olarak kullanılan fiiller; ***** ve ***** fiilleridir.

***** «..Beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?..» (Mer­yem, 29.) âyeti ***** ye, ***** «..kaybedenlerden olmuşlardır.» (Mâi-de, 53.) âyeti de ***** fiiline misaldir. Rummani bu âyette ***** fiilinin kullanılı­şına dair şu açıklamada bulunur: Hasta olanın hastalığı daha ziyade geceleyin arttığından, bir an evvel sabah olmasını diler. Bu yüzden ***** fiili kullanılmıştır. Âyette hüsrana uğrayanlar, kurtulmayı umdukları bir sırada hüsrana duçar ol­muşlardır ki, âyetteki ***** fiili, ziyade fiil sayılmaz.

Nahiv ulemasının çoğu, isimlerin ziyade olarak kullanılmadığı görüşünde­dirler. Müfessirler ise, ***** «Eğer sizin inandığınız gibi inanırlar­sa..» (Bakara, 137.) âyetindeki ***** kelimesinin ***** mânasında ziyade olarak geldiğini misal göstererek, isimlerin nadiren ziyadeliğini kabul etmişlerdir.

3) Sınai Tekid'le Yapılan İtnab

4683 Bu da dört kısma ayrılır:

a- Tekidi mânevidir, Bu tekid; ***** kelimeleri ile yapılır.

***** «Meleklerin hepsi topluca secde ettiler..» (Hicr,

30.) âyeti buna misaldir. Âyetteki tekid'in faydası, mecâz olma tevehhümünü gidermek, secde etmenin, hepsine şamil olduğunu göstermektir. Ferra; âyette­ki ***** kelimesinin, vehmi tamamen kaldırdığını, ***** lâfzının ise, meleklerin ayrı ayrı değil, birlikte secde ettiklerini gösterir, der.

b- Tekidi lafzidir; bu kısım, ya birinci kelimenin müradifinin tekrarı ile ya­pılır; misali şunlardır: Ra'nın kesri ile okunan ***** «..dar ve tıkanık..» (En­am, 125.) âyeti, ***** «..simsiyah yollar..» (Fâtır, 27.) âyeti ve ***** «..size vermediğimiz servet ve kuvveti..» (Ahkaf, 26.) âyetindeki ***** ve ***** kelimelerini Saffar; nefiy kabul eder, Ahkaf, âyetini buna misal getirir. ***** «..onlara arkanıza dönün de nur arayın, denilir..»

(Hadid, 13.) âyetinde Bazı ulema, ***** kelimesinin zarf olmadığını, ***** fiilin­de aynı mânanın bulunduğunu, bilakis ***** kelimesinin ***** mânasında isim-fiil olduğunu kabul ederek âyeti, bu kabilden saymıştır. Buna göre âyet, ***** mânasındadır. Ya da, lâfzının tekrarıyla yapılır. Bu tek­rar; isim, fiil, harf ve cümlede bulunur. İsmin tekrarı ile yapılan tekidi lâfzıye mi­sal: ***** «..gümüşten kaplar; gümüş kaplar ki..» (İnsan, 15-16.), ***** «çarpılıp parçalandığı..» (Fecr, 21.) âyetleridir. Fiilin tekrarı ile yapılana misal: ***** «Hele sen o Kâfirlere mühlet ver, biraz bırak onla­rı.» (Târik, 17.) âyeti, isim-fiille yapılana misal: ***** «Heyhat, o size vaadolunan şey ne kadar uzak..» (Mü’minûn, 36.) âyeti; harfle yapılana misal: ***** «Siz öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman size, mutlaka çıkarılacağınızı mı vaadediyor.» (Mü’minûn, 35.) âyetleridir. Cümlenin tekrarı ile yapılan tekidde, tekid eden cümlenin ***** ile başlaması daha uygundur. Buna misal ***** «Ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin.. yine ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin.» (İnfitar, 17-18.), ***** «Hayır, yakında bileceksiniz (hatanızı). Yine bileceksi­niz (hatanızı)!» (Tekâsür, 3-4.) âyetleridir.

Muttasıl zamirin munfasıl zamirle tekid edilmesi, bu nevi tekidden sayılır. ***** «..sen ve eşin cennette oturun..» (Bakara, 35.), ***** «..sen ve Rabbin gidin..» (Mâide, 24.), ***** «..yoksa ön­ce atanlar biz mi olalım?.» (Araf, 115.) âyetleri buna misaldir. Munfasıl zami­rin diğer munfasıl zamirle tekidi de bu kabildendir. ***** «..onlar­dır ahireti inkâr edenler.» (Yûsuf, 37.) âyeti buna misaldir. c- Fiilin Masdarıyla Yapılan Tekiddir.

Fiilin masdarıyla tekidi, bu fiilin iki kere tekrarı yerine geçer. Böyle bir tekrarın faydası, yukarıda ikinci nevide geçen fiilin tekidi hilafına, fiildeki mecâz tevehhümünü ortadan kaldırır. Halbuki ikinci nevide geçen tekid, fiildeki mecâzı değil, fâilindeki mecâz tevehhümünü kaldırmıştır. İbn-i Usfur ile Bazı ulema, aynı farka işaret etmişlerdir. Buna dayanarak bazı Ehl-i sünnet uleması, Mutezilenin ***** «Allah, Musa ile konuştu.» (Nisâ, 164.) âyetinden hareket e-derek Allah'ın Hazret-i Musa ile, hakikaten tekellüm etmediği iddiasını reddetmişler­dir. Zira âyetteki tekid, fiildeki mecâziliği kaldırmıştır. ***** «..içtenlikle selam edin.» (Ahzâb, 56.), ***** «O gün dağlar bir çalkanış çalkalanır; dağlar bir yürüyüş yürür.» ***** (Tûr, 9-10.), ***** «cezanız cehennemdir, mükemmel bir ceza..» (İsrâ, 63.) âyetleri de bu­na ayrı misaldir. Yalnız ***** «..Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz..» (Ahzâb, 10.) âyeti, bunun dışındadır. Çünkü ***** kelimesi, deği­şik nevileri bulunan «zan» kelimesinin çoğuludur. Fakat ***** «..Rab-bim ne dilerse o olur..» (Enam, 80.) âyeti, fiilin masdarıyla tekid edildiğine mi­sal olma ihtimalini taşıdığı gibi, âyetteki ***** kelimesi hal veya durum mânasına geldiğinden, fiilin masdarıyla tekid edilmeme ihtimalini taşımaktadır.

Bu nevi tekidde esas olan, masdarın murad edilen vasfı olmasıdır. ***** «..Allah'ı çok anın..» (Ahzâb, 41.), ***** «..ve onları güzellikle serbest bırakın.» (Ahzâb, 49.) âyetleri buna misaldir. Bazen de, mu­rad edilen vasıf, masdarın muzafı olur. ***** «..(inanç konusunda) Al­lah'tan gereği gibi korkun..» (Âl-i İmrân, 102.) âyeti bu kabildendir. Bazen de başka bir fiilin masdarıyla veya masdarın yerini tutan muayyen bir isimle tekidi yapılır. Birinciye misal: ***** «..yalnız Ona yönel.» (Müzzemmil, 8.) âye­tidir. Âyetteki ***** fiilinin masdarı ***** dir. Oysa ***** kelimesi, ***** fiilinin mas-darıdır. İkinciye misal: ***** «Allah sizi yerden bitirir gibi bitir­miştir.» (Nuh, 17.) âyetidir. Âyetteki ***** kelimesi, muayyen bir isimdir. ***** fiili­nin masdarı olan ***** nin yerine kullanılmıştır.

d- Hal'in Tekididir

***** «..diri olarak kaldırılacağım gün de..» (Meryem, 33.), ***** «..yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarma­yın..» (Bakara, 60.), ***** «..seni insanlara elçi gönderdik.» (Ni­sâ, 79.), ***** «..Sonra siz pek azınız hariç döndü­nüz; hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz.» (Bakara, 83.), ***** «Cennet müttekilere yaklaştırılmıştır. Uzak değildir.» (Kâf, 31.) âyetlerin­de hâl makamında olan kelimeler, tekid edilmiştir.

***** «..arkasını dönerek kaçtı..» (Neml, 10.) âyeti, bu kabilden de­ğildir. Çünkü âyetteki tevelli, ***** «..yüzünü Mescidi Ha­ram tarafına çevir..» (Bakara, 144.) âyetinin delaletiyle her zaman geri döne­rek gitmek mânasını taşımaz. ***** «Onun sözüne gülümseye­rek..» (Neml, 19.) âyeti de bu neviden değildir. Çünkü tebessüm, her zaman gülerek yapılmaz. ***** «..kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir.» (Bakara, 91.) âyeti de bu neviden değildir. Âyet, Kur’ân'ın ken­dinden önceki Kitap'ları tasdik etmesiyle hak olması değil, bizatihi hak olması gibi muhtelif iki mâna taşımaktadır.

4) Sözün Tekrarı İle Yapılan İtnab

4699 Tekrar, tekidden daha beliğdir. Bazı yanlış anlayanların hilafına tekrar, fesahatin en yüksek derecesidir. Tekrarın pek çok faydaları vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:

Tekrar'ın faydası, kesinlik bildirmesidir. Nitekim, söz ne kadar tekrar e-derse, o kadar kesinlik kazanır. Allahü teâlâ ***** «..Ona tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki (günahların­dan) korunsunlar. Yahut (Kur’ân) onlara bir hatırlatma yaptırsın.» (Tâhâ, 113.) âyetiyle Kur’ân'da geçen kıssalar ve inzarın tekrar ediliş sebebine dik­kati çekmektedir.

Tekrar'ın faydası, tekid bildirmesidir. Sözün daha kolay kabul edilmesi i-çin, töhmeti ortadan kaldıracak hususa, daha çok dikkati çekmedir. Buna mi­sal: ***** «İnanan dedi ki: 'Ey kavmim, bana uyun, sizi doğru yola götüreyim. Ey kavmim, dünya hayatı geçicidir..» (Mü’min, 38-39.) âyetidir. Bu maksatla îman eden kimsenin ***** şeklindeki nidası, âyette tekrar edilerek, ziyadesi ile dikkat çekilmiştir.

Tekrar'ın faydası, söz uzadığında, ilk söylenenin unutulma korkusu oldu­ğunda, bu sözün bir kere daha tekrar edilmesidir. Şu âyetler buna misaldir: ***** «Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyip ardından tevbe eden ve ıslah olanlar­dan yanadır. Rabbin bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.» (Nahl, 119.), ***** «Rabbin, türlü işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğ­runda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.» (Nahl, 110.), ***** «Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulunanı doğru­layıcı bir kitap geldi..» âyetinin ***** «..O bildikleri (Kur’ân) kendilerine gelince Onu inkâr ettiler.» âyetine kadar olan (Bakara, 89.) âyeti buna misaldir; ***** «Ettiklerine sevinen, yapmadıklarıyle övülmekten hoşlananla­rın, sakın sakın onların azabdan kurtulacaklarını sanma!..» (Âl-i İmrân, 188.), ***** «..ben rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm.» (Yûsuf, 4.) âyetleridir.

Tekrar'ın faydası, tazim ve korku ifade etmesidir. ***** «Gerçek­leşen! Nedir o gerçekleşen?.» (Hâkka, 1-2.), ***** «Gürültü kopara­cak olan, nedir o gürültü koparacak olan?.» (Kâria, 1-2.), *****

«Sağın adamları, kimdir o sağın adamları?.» (Vâkıa, 27.) âyetleri bu kabildendir.

Sözün tekrarı, kelimenin tekran ile tekid edilen, tekidi sınai nevinin kısım-larından biridir. Bunu, müstakil bir nevi şeklinde kabul etmek yersizdir, denile­cek olursa, şu cevap verilebilir: Bu nevinin diğerine nazaran, benzer veya farklı yönleri kadar, eksik veya fazla yönleri mevcuttur. Bu yüzden, başlıbaşına bir nevi yapılmıştır. Tekid, daha önceki misallerde görüldüğü üzere, sözün tekrarı nevinden sayıldığı gibi, sayılmayabilir de; çünkü tekrar, mâna bakımından tekid ifade etse bile, tekidi sınai olmayabilir.

Mükerrer iki lâfzın arası ayrılırsa, bu durum tekidi değil, tekrarı gösterir. Çünkü tekid eden kelime ile, tekid edilen kelimenin arası fasl olunmaz. Aşağı­daki iki âyet, tekidi lafzi değil, sözün tekrarıdır: ***** «..Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun..» (Haşr, 18.), ***** «..Al­lah seni seçti, temizledi ve seni dünyaların kadınlarına üstün kıldı.» (Âl-i İm­rân, 42.). Söz uzadığında yapılan tekrarla ilgili, yukarıda geçen âyetler de, bu nevidendir.

Tekrar edilen ikinci lâfzın müteallakı başka, birinci lâfzın müteallakı da başka olması halinde, müteallakı'ın farklılığı, tekidi gerektirmez. Bu nevi tekra­ra, terdid adı verilir. ***** «Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nuru, i-çinde lamba bulunan, penceresiz bir oyuğa benzer. Lamba cam içindedir. Cam sanki inciden bir yıldız..» (Nur, 35.) âyeti buna misaldir. Bu âyette dört ayrı tekrar mevcuttur.

İbn-i Abdisselam ve diğer ulema ***** «Şimdi Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz.» (Rahmân, 13, 16, 18...) âyetlerini bu kabil­den saymışlar ve şöyle demişlerdir. Bu âyet, sûrede otuzdan fazla tekerrür et­se bile, her biri mâkabline bağlıdır. Bu bakımdan âyet, üçten fazla tekrar edil­miştir. Şayet, tekrar eden bu âyet, bir müteallaka bağlı olsaydı, üçden fazla tekrar edilmezdi. Çünkü tekid, üç tekrardan fazla olmaz.

Bu âyetin müteallakı, bir nimet olsa bile, nimeti inkârdan dolayı uyarmak da bir nimet sayılır. ***** «Yer üzerinde bulunan her şey yok olacak­tır.» (Rahmân, 26.) âyetinde hangi nimet vardır diye sorulduğunda, muhtelif ce­vaplar verilebilir. Bunların en güzeli, gam ve kederle dolu bu dünyadan, saadet kaynağı olan ahirete intikal, Mü’min'in facirden kurtulmasıdır.

Mürselât sûresindeki ***** «(Hakkı) yalanlayanların vay hali­ne o gün.» (Mürselât, 19, 24.) âyeti de bu kabildendir. Allahü teâlâ bu sûrede, muhtelif kıssaları zikretmiştir, her kıssanın akabinde, bu âyeti tekrarlamıştır. Her birinde: O gün bu kıssayı yalanlayanların vay haline.. demek istemiştir.

Şuarâ sûresindeki ***** «Şüphesiz bunda bir işaret vardır. Ama çokları inanmazlar. Ve şüphesiz Rabbin, işte üstün Odur, merhamet eden Odur.» (8, 9; 67, 68; 103, 104.) â-yeti de bu kabildendir. Âyet, bu sûrede, her kıssanın sonunda, sekiz kere tekrar etmiştir. Bu âyetin tekranyla, zikredilen Nebi'nin kıssasına, bu kıssada ibret ve delillerin bulunduğuna işaret edilmektedir.

***** «Ama çokları inanmazlar.» (Şuarâ, 8, 67, 103,..) â-yeti, her nebinin kavmine mahsus bir ifadedir. Bu âyetin mefhumunda, her kavim içinde îman edenlerin sayıca azlığı mânası mevcut olduğundan, izzeti, içlerinden îman etmeyenlere, rahmeti de îman edenlere işaret olmak üzere, müteakip âyette ***** ve ***** gibi iki sıfatla zikredilmiştir.

Kamer sûresindeki ***** «Andolsun biz Kur'a-nı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?» (17, 22, 32, 40.) âyetleri de bunun gibidir. Zemahşerî, âyetin tefsirinde şöyle der: Bu âyet, her kavme ait kıssayı duyanların, ibret almaları ve dikkatli olmaları için tekrar edil­miştir. Çünkü bu kıssaların her biri, kendine mahsus bir değer taşımakta, se­vinç ve gafletlerine mağlup olmamaları için, uyanık bulunmalarına işaret etmek­tedir.

Bahauddin Subki, «Arusu'l-Efrah» adlı eserinde şöyle der: Kur' an'da tekrar edilen âyet ile, makablindeki âyet murat ediliyorsa bu, itnab değil, ayrı gayelere bağlı olan lafızlar olmaz mı? diye sorulursa, şöyle cevap verilir: Eğer muteber olan lâfzın umumiliği ise, tekrar eden bu âyetlerin her biri, aynı gayeye bağlı âyetlerdir. Fakat bu tekrar, kendinden sonraki âyete nass olduğu kadar, önceki âyetlerle de vuzuh kazanarak nass olur. Bu durumda, âyetin te-kid ifade etmesi gerekmez mi? denilirse, şu cevap verilir: Gerçek olan, tekid i-fade etmesidir. Fakat, tekidin üçten fazla âyetin tekrarıyla yapılmayacağı hu­susu da bir gerçektir. Bu durum, tabi şeklinde gelen tekidde söz konusudur. Ama bir âyetin değişik sûrelerde, üçten fazla tekrarlanması, buna mani teşkil etmez.

İbn-i Cerîr: ***** «Gök­lerde, olanların hepsi Allah'ındır...Allah, zengindir, övgüye layıktır.» (Nisâ, 131.) âyetiyle, ***** «Göklerde ve yerde o-lanların hepsi Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.» (Nisâ, 132.) âyetinin tefsi­rinde zikrettiği hususlar, buna yakındır. İbn-i Cerîr şöyle demiştir: ***** âyetinin, her iki âyette ardarda tekrar etmesinin hikmeti nedir? diye sorulsa. Şu cevabı veririz: Bu durum, gökler ve yerle ilgili bilgilerin, değişik mâ­nada olmasındandır. Bu da şuna dayanmaktadır: Birinci âyet; kul Allah'a muh­taç olduğu halde, Allah'ın kula muhtaç olmadığını gösterirken ikinci âyet, Allah­ın kulunu koruduğu, yaptığı her işi eksiksiz bildiğini gösterir. ***** «Allah, zengindir, övülmeye layıktır. Vekil olarak Allah yeter.» şeklinde den­se, daha iyi olmaz mıydı? diye sorulacak olursa, şöyle cevap verilir: Birinci â-yette, Allah'ın kulunu koruyup gözetmesi gibi bir vasıf mevcut değildir.

Râgıbel-lsfahani; ***** «Onlardan bir grup var ki, Kitapta olmayan bir şeyi, siz kitaptan sanasınız diye dillerini eğip bükerler.» (Âl-i İmrân, 78.) âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: Âyetteki birinci Kitap ***** «Vay haline o kimselerin ki, Kitab'ı elleriyle yazıp..» (Bakara, 79.) âyetinde zikredilen, kendilerinin yazdığı kitabı, ikincisi Tevrat, üçüncüsü de Allah'ın indirdiği bütün semavi Kitaplardır. Allah kelamını tahrif edenlerin söylediği sözler, Allah'ın Kitab'ı ve kelamından olmayan sözlerdir.

Tekrar gibi zannedilen, fakat aslında tekrar olmayan âyetlere misal, Kâfirun sûresidir. Bu sûrenin ***** «Ben sizin taptıklarınıza tapmam.» âyeti istikbale, ***** «Siz de tapmıyorsunuz..» âyeti hale, ***** «taptı­ğıma» âyeti istikbale, ***** «Ben asla tapacak değilim..» âyeti hâl'e ***** «sizin taptığınıza» âyeti mâziye, ***** «Siz de tapacak değilsi­niz.» âyeti istikbale, ***** «benim tapmakta olduğuma» âyeti hale delalet et­mektedir. Neticede sûre, her üç zamanda da Kâfirlerin ilâh kabul ettikleri putla­ra ibadeti nefyetmektedir.

***** «..Meşari Hara­ma akın ettiğinizde Allah'ı anın, Onun size gösterdiği biçimde Onu anın..» (Bakara, 200.) ve ***** «Sayılı günlerde Allah'ı anın..» (Baka­ra, 203.) âyetleri buna misaldir. Bu âyetlerde geçen her zikir, diğerinden farklı­dır. Birinci âyetteki zikr, şeytan taşlama yeri olan Müzdelife'deki vakfe sırasın­da yapılan zikirdir. ***** âyeti, zikrin ikinci ve üçüncü defa tekrarlan­dığına işarettir. ***** «Hac ibadetini bitirince» âyetinin delaleti ile Arafat dönüşünde yapılan tavafın, bu âyetle de murad edilmesi muhtemeldir. Üçüncü zikir, Akabe'de yapılan taşlamaya işarettir. Âyetlerde geçen son zikir ise teşrik günlerinde, şeytan taşlama esnasında geçen zikirdir.

İdrab harfi olan ***** kelimesinin tekrarı, yukarıdaki tekrara benzer. ***** «Hayır, dediler, karmakarışık rüyalar; hayır, onu uydurmuş; hayır, o şairdir..» (Enbiya, 5.), ***** «Doğrusu onların ahiret hakkındaki bilgileri, ardarda gelip bir araya toplandı. Fakat onlar ondan bir kuşku içindedirler; hayır onlar ondan yana kördürler.» (Neml,

66.) Âyetleri buna misaldir. ***** «..Onları faydalandırın. Eli geniş olan da kendi gücü nisbetinde, eli dar olan da kendi kaderince güzel bir şekilde faydalandırma-lıdır. Bu, iyilik edenlerin üzerine bir borçtur.» (Bakara, 236.) âyetinden sonra ***** «Boşanmış olan kadınların uygun olan geçimlerini sağlamak korunanlar üzerine bir borçtur.» (Bakara, 241.) âyetinin gelmesi de, bu kabildendir. Bu âyetlerdeki ikinci tekrar, boşanan her kadına şamil olan tekrarlardır. Birinci âyetteki boşanma, özellikle mehir takdirinden ve cinsi temastan önceki boşanmadır. Bir rivâyete göre birinci âyet, vucubiyete i-şaret etmemektedir. Bu yüzden âyetin nüzûlünden sonra bazı Sahâbe: İster­sen iyilikte bulunursun, istersen bulunmazsın, demişlerdir. İkinci âyet, Sahâbe­nin bu sözü üzerine nâzil olmuştur. Bunları, İbn-i Cerîr rivâyet etmiştir.

Kur’ân'daki darbı mesellerin tekrarı da bu nevidendir. *****

«Kör ile gören, karanlıklar ile ışık ve gölgelikle sıcaklık bir değildir.» (Fâtır, 19-22.) âyetleri buna misaldir. Bakara sûresi 17. âyetinde münafıkların durumu, ateşi yakıp çevresini aydınlatan kimsenin durumu, gökten boşanan yağmura tutul­muşların durumuna benzetilmesi, bu kabildendir. Zemahşerî, âyetin tefsirinde şöyle demiştir: İkinci teşbih; aşırı hayret, şiddetli sıkıntı ve korkunç duruma de­lalet etmesiyle, birincisinden daha beliğdir. Bu yüzden ikinci teşbih, birinciden sonra gelmiş, münafıkların durumu da tedrici olarak, ehvenden başlayıp daha şiddetli hallerle anlatılmıştır.

Kur’ân'daki Kıssaların Tekrarı

4721 Kıssaların tekrarı da bu nevidendir. Adem, Nuh, Musa, (aleyhisselâm) gibi bazı peygamberlerin kıssası buna misaldir. Bazı ulema, Allah'ın Musa'yı Kur’ân'da yüz yirmi yerde zikrettiğini, İbnu'l-Arabi de «el-Kavasım» adlı eserinde; Allah'ın Nuh (aleyhisselâm) kıssasını yirmi beş âyette, Musa (aleyhisselâm) kıssasını da doksan âyette zikrettiğini söyler.

Bedr b. Cemaa, «el-Muktenıs fî Fevaidi Tekrar'l-Kı sas» adında müstakil bir eser telif etmiştir. Bu eserde müellif, kıssaların tek-rarındaki faydaları zikretmiştir. Bunlardan Bazıları şunlardır:

Önceki kıssada zikredilmeyen bir kelimenin, sonraki kıssada ziyade ola­rak gelmesi veya kelimenin, bir nükteden dolayı başka bir kelime ile yer de­ğiştirmesi, kıssanın tekrarı sayılmaz. Belâgat uleması, Kur’ân'ın bu uslubunu çokça kullanır.

Bir kimse, Kur’ân'dan bir kıssa duyar, evine dönerek duyduğunu anlatır, sonra da bir yere gidip, gittiği yerlerde bunu tekrar eder, bir başkası da önceki kavimlerin kıssalarını ayrıca tekrar ederse, bu anlatılanlar, fazla tekrar sayıl­maz. Şayet kıssalar Kur’ân'da tekrar etmemiş olsaydı, Musa (aleyhisselâm) kıssası bir başka kavimde, İsa (aleyhisselâm) kıssası da diğer bir kavimde kalırdı. Kur’ân'daki bütün kıssalar da aynen böyledir. Halbuki Allahü teâlâ her kavmin, bu kıssalarda iş­tirakini murad etmiştir. Bu sayede kıssalar, duymayanlara duyurulmuş, duyanla­ra ise tekid edilmiş olur.

Bir sözün, değişik edebi sanat ve uslubda kullanılması da, tekrardan sayılmaz. Bunun fesahattaki değeri açıkça ortadadır.

Kıssaların naklindeki sebepler, hükümlerin naklindeki sebeplerden az ol­duğundan, kıssaların tekrarı, ahkâm âyetlerinin tekrarından daha çoktur. Allahü teâlâ Kur’ân'ı inzal buyurduğunda, buna karşı gelenler, nazmın hangi şeklinde olursa olsun, benzerini getirmede aciz kalmışlardır. Bunun üzerine Allahü teâlâ, kıssaları değişik sûrelerde tekrar etmekle, karşı gelenlerin acizliklerini açık­ça ortaya koymuştur. Allahü teâlâ onlara: ***** «Haydi bir sûrenin benzerini getirin..» (Bakara, 23.) âyetiyle mislini getirmeğe davet etmiştir. E-ğer Kur’ân'daki bir kıssa, sadece bir sûrede zikredilseydi Araplar; sûrenin benzerini siz getirin derlerdi. Bu yüzden Cenabı Hak, iddialarını her yönden çü­rütmek için aynı kıssayı, değişik sûrelerde tekrarlamıştır.

Bir kıssa, değişik sûrelerde tekrar edildiğinden, kelimelerindeki ziyadelik-noksanlık, takdim-tehir olmuş, her biri, bir başka üslupla ifade edilmiştir. Bu ifade şekli, nazmındaki değişiklikten, aynı mânayı çıkarmadaki fevkaladeliği ortaya koyduğu gibi, insan tabiatında yeniliklere karşı meyletme zevki ve sev­gisi bulunduğundan, kalplerin bu kıssaları dinleme arzusunu da ortaya koyar. Ayrıca tekrarlanması ile, lafızdaki bir bozukluk dinlenilmesi halinde bir bıkkınlık husule getirmeyecek şekilde, Kur’ân'ın ayrı bir özelliği ortaya çıkar. Böylece Kur’ân, insan kelamından tamamen ayrılmış olur, Yûsuf (aleyhisselâm) kıssasının, diğer kıssalardan farklı olarak sadece bir sûre­de zikredilmesindeki hikmet, nedir? şeklindeki soruya şu cevaplar verilebilir:

1- Bu sûrede yer alan kıssada, kadınların Hazret-i Yûsuf'a karşı aşırı sevgi­ye kapılmaları, erkeklerin en güzeline meftun olan kadın ile, diğer kadınların durumları yer almaktadır. Gözü haramdan sakındırmak ve işlenen kusurları ört­mek bakımından, kıssanın bir başka sûrede tekrar edilmeyişi buna uygun düş­müştür. Hâkim, «Müstedrek»inde sahih olarak rivâyet ettiğine göre Resûlüllah kadınları, Yûsuf sûresini öğretmekten menetmiştir.

2- Bu kıssa, diğer kıssaların hilafına, büyük bir sıkıntı sonunda feraha kavuşmayı ihtiva etmektedir. Çünkü; İblis, Nuh kavmi, Hûd kavmi, Salih (aleyhisselâm)ın kavmi ile diğer kavimlerin kıssaları, neticede helake dayanmaktadır. Yûsuf kıs­sasında feraha kavuşma özelliği olduğundan, naklindeki sebepler, onun diğer kıssalardan ayrılmasında ittifak etmiştir.

3- Ebû İshak el-İsferayini şöyle der: Allahü teâlâ, Kur’ân'ı Kerim'de Yû­suf kıssasını bir kere, diğer peygamber kıssalarını da çeşitli sûrelerde birden fazla tekrar etmesi, sanki Resûlüllah'ın Araplara; şayet Kur’ân benim sözüm i-se, diğer kıssaların tekrarlandığı gibi, siz de Yûsuf kıssasında aynı tekrarı yapı­nız, demesi gibi, onların benzerini getirmedeki aczine işaret etmektedir.

4- Suyûtî, burada şunu ilâve etmek isterim der: Bu sûre ile ilgili dördüncü cevap, bana göre şu olabilir: Yûsuf sûresi, Hâkim'in «Müstedrek»inde zikrettiği gibi, mahiyetini öğrenmek isteyen Sahâbe'nin talebi üzerine nâzil ol­muştur. Bu yüzden sûre, Sahâbe'nin arzusuna uygun, kıssanın maksudunu or­taya koyacak şekilde, nefsi rahatlatıcı, bütün teferruatı ihtiva eden bir özellikle, tam ve geniş olarak nâzil olmuştur.

5- Verilen cevaplann en kuvvetlisi bence, bu beşinci cevaptır. Yûsuf (aleyhisselâm) kıssası dışında, diğer peygamber kıssalarının tekrarlanmasındaki gaye, peygamberlerini yalanlayan kavimlerin helakini ifade etmektir. Kıssaların tekra-rındaki ihtiyaç, küffarın Resûlüllah'ı tekzib etmesinin sürekli olarak tekrarına bağ­lıdır. Küffann Resûlüllah'ı her yalanlayışında, önceki peygamberleri yalanlayan­ların karşılaştığı azap gibi, azabın geleceğini haber veren bir kıssa nâzil olmuş­tur. Bu yüzden Allahü teâlâ; ***** «..öncekilerin kanunu geç­miştir.» (Enfâl, 38.), ***** «Görmediler mi onlardan önce nice nesiller yok ettik..» (Enam, 6.) âyetleri inzâl buyurmuştur. Halbuki, Yûsuf (aleyhisselâm) kıssasında bu durum mevcut değildir.

Yûsuf kıssasıyla ilgili bu cevaplar, Eshâbı Kehf, Zülkarneyn, Musa (aleyhisselâm)la Hızır (a.s) ve Hazret-i İbrahim'in oğlunu kurban etmesi kıssalarının tekrar etmeyişin-deki hikmet için de geçerlidir.

Tekrarı yapılan kıssalardan olmadığı halde, Yahya ve İsa (aleyhisselâm)ın doğum­ları Kur’ân'da niye iki kere zikredilmiştir? diye sorulacak olursa, buna şu cevap verilir: Bu iki peygamber önce Mekki olan Meryem sûresinde zikredilmiştir. Bu sûre, Mekke ehline hitaben nâzil olmuştur. Sonra da Medeni olan Âl-i İmrân sûresinde zikredilmiştir. Bu sûre Yahudiler ve Hiristiyanlara hitaben nâzil ol­muştur. Bu yüzden Yahudi ve Hristiyanların karşı koymaları ve yalanlamaları, bu kıssayı takiben gelmiştir.

5) Sıfatla Yapılan İtnab

4732 Sıfat, cümlede çeşitli sebeplerle kullanılır:

a- Nekre kelimeyi tahsis eder; ***** «..Mü’min bir köle azat etmesi..» (Nisâ, 92.) âyeti buna misaldir.

b- Marife kelimeyi açıklar; ***** «..Onun ümmi peygamberi olan elçisine..» (Araf, 158.) âyeti buna misaldir.

c- Medih ve sena gayesi ile kullanılır. Allah'ın sıfatları bu kabildendir; ***** «Rahmân ve Ra­him olan Allah'ın adıyla. Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. O Rahmân ve Rahimdir, din günün sahibidir.» (Fatiha, 1-4.) ve ***** «O ya­ratan, var eden, şekil veren Allahtır.» (Haşr, 24.) âyetleri buna misaldir. ***** «Allah'a teslim olmuş peygamberler, onunla hükmederlerdi.»

(Mâide, 44.) âyeti de bu kabildendir. Zemahşerî'nin ifadesine göre âyetteki bu vasıf medih bildirmek, İslam'ın şerefini göstermek, Yahudilere tarizde bulunmak için gelmiştir. Çünkü onlar, bütün peygamberlerin dini olan İslamiyetten uzak­laşmışlardır.

d- Zemmetmek gayesiyle gelir, ***** «..kovulmuş şeytandan Allah'a sığın..» (Nahl, 98.) âyeti buna,misaldir.

e- Vehmi kaldıran tekid olarak gelir; ***** «..iki ilâh edinme­yin..» (Nahl, 51.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** kelimesi, tesniye ifade eder. Bundan sonraki ***** kelimesi, şirki nefyetmek üzere tekid eden bir sıfat olarak gelmiştir. Aynca bu, acizlik veya başka bir mânaya gelmeksizin, sadece uluhi-yetteki ikiliğin nefyini ifade için gelmiştir. Birlik ifadesinden Resûlüllah'ın: Biz ve Benu Muttalip, aynı kabileyiz, sözünde görüleceği üzere, neviyet anlaşıldığı gi­bi, bazen de sayının nefyi anlaşılır. Tesniye de bunu ifade eder. Âyette sadece ***** dense idi, bir neviden birçok ilâh ittihazı ihtimal dahilinde olsa bile, iki ilâh cinsinin nefyedildiği vehmi ortaya çıkardı. Bu yüzden ***** «..O ancak tek bir ilahtır..» (Nahl, 51.) âyetinde ilâh kelimesi, vahid sıfatıyla tekid e-dilmiştir.

***** kelimesini tenvinli okuyan kıraata göre *****

«her cinsten ikişer çift...alıp..» (Mü’minûn, 27.) âyeti ile ***** «Sûra birinci defa üflendiği zaman..» (Hâkka, 13.) âyeti, bu kabildendir. İkinci âyetteki ***** kelimesi, nefha sayısındaki tevehhümü kaldırmak üzere gelen tekittir. Çünkü bu siga, ***** «..Eğer Allah'ın nimetini say­mağa kalkışsanız sayamazsınız..» (İbrahim, 34.) âyetinin delaleti ile kesret ifa­de eder.

***** «..eğer iki kız kardeşi varsa..» (Nisâ, 176.) âyeti de bu ka­bildendir. Âyetteki ***** lâfzı, tesniye ifade eder. Böylece ***** lâfzıyla tefsiri, ***** kelimesi üzerine ziyadelik ifade etmez.

Ahfeş ve el-Farisi, bu hususu şöyle açıklarlar: ***** kelimesi sıfat olmak­tan ziyade, başlıbaşına sayı ifade eder. Eğer ***** kelimesi sıfat olsaydı, bu durumda ***** veya ***** veya ***** veyahut diğer sıfatlardan herhangi birini getirmek mümkün olurdu. Âyette ***** gelince, bunun sadece iki sayısına taalluk ettiği anlatılmak istenmiştir. Bu kelimenin sağladığı fayda, tesniye zamirinde mevcut değildir. Bu âyette Cenab-ı Hakkın ***** Eğer iki veya ikiden fazlaysa.. şeklinde murat ettiği söylenir. Bununla, iki veya ikiden çok olanı ***** ile ifade ederek yetinmiştir. Bunun benzeri, ***** «..eğer iki erkek yoksa..» (Bakara, 282.) âyetidir. Âyetteki tesniye za­mirinin mutlaka iki şahide ait olması daha uygundur.

«..iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki..» (Enam,38.) âyeti, tekid ifade eden sıfata ait misallerdendir, Âyetteki ***** kelimesi, ***** kelimesinden kuşun kendisi murad edildiğini tekid etmektedir. ***** keli­mesi, bazan mecâzi olarak başka mânaya da gelir. Âyetteki ***** kelimesi, gerçek mânada uçmayı tekid için gelmiştir. Kelime, bazan mecâzi olarak; hızlı adımlarla koşmak mânasına da gelir.

***** «Onlar kalplerinde olmayan şeyi söylüyor-lar..» (Fetih, 11.) âyeti de bu kabildendir. Söylemek, ***** «..kendi içlerinde de...diyorlar..» (Mücadele, 8.) âyetinin delaletiyle mecâzi olarak dille söyleme dışındaki ifadelerde de kullanılır. ***** «..fakat göğüslerdeki kalbler kör olur.» (Hac, 46.) âyeti de bu kabildendir. Âyetteki kalp kelimesi mecâzi olarak göz yerine kullanıldığı gibi, ***** «Onlar ki beni anmağa karşı gözleri perde içinde idi..» (Kehf, 101.) â-yetinde görüldüğü üzere göz kelimesi, mecâzi olarak, kalp yerine de kullanıl­mıştır.

Sıfatla ilgili önemli kaidelerden Bazıları şunlardır: Umumi mânadaki sıfat, hususi mânadaki sıfattan sonra gelmez. ***** düzgün konuşan adam, yerine ***** denilir. Bu kaideye göre, Musa (aleyhisselâm)la ilgili ***** «..ve gönderilmiş bir peygamberdi..» (Meryem, 51.) âyetinde, çözülmesi müşkil bir husus vardır. Bu müşkil, nebi ke­limesinin sıfat olmayıp, hal olduğu şeklinde izah edilmiştir. Buna âyetin mânası: Nebi durumunda iken resûl olarak gönderildi, şeklindedir. Takdim-tehir bahsin­de bununla ilgili misaller verilmiştir.

Eğer sıfat, isim tamlamasından sonra gelir, muzaf sayı olursa, bu sıfa­tın muzafa veya muzafun ileyh üzerine icrası caiz olur. Birinciye misal: ***** «..yedi göğü tabaka tabaka..» (Mülk, 3.) âyeti, ikinciye misal de: ***** «..yedi semiz inek..» (Yûsuf, 43.) âyetidir.

Bir isim, birden fazla sıfat alırsa, en doğru olan, mânaları birbirinden farklı olan sıfatların atıf edatıyla birbirine bağlanmasıdır. ***** «O ilktir, sondur, zahirdir, batındır..» (Hadid, 3.) âyeti buna misaldir. Aksi halde atıf edatının terki gerekir. ***** «Şun-ların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, kınayan, söz götürüp getiren, hayra engel olan, saldırgan, günahkâr, kaba, sonra da kötülükle ?soysuzlukla? damgalı..» (Kalem, 10-13.) âyetleri buna misaldir.

Sıfatların medih ve zem makamında irapdan kesilmesi, icrasından daha beliğdir. el-Farisi bu konuda şöyle der: Sıfatlar medih veya zem makamında zikredildiğinde doğru olan, irabında mevsufuna muhalefet etmesidir. Cümledeki yeri, itnabı gerektirir. İrabında muhalefet edilirse, sıfattan beklenen gaye daha mükemmel olur. Çünkü ihtilaf durumunda, mânalar çeşitli ve değişik, ittihat durumunda ise, sadece bir nevi olur. Sıfatlardaki medihe misal: ***** «..ve Mü’minler, sana indi­rilene ve senden önce indirilene inanırlar. O namazı kılanlar, zekatı veren­ler..» (Nisâ, 162.) ile ***** «Asıl iyilik odur ki, Allah'a inandı...Anlaşma yaptıkları zaman anlaşmalarını yerine getirenler, sabredenler..» (Bakara 177.) âyetleridir.

***** kelimesinin raf'ı ve nasbi ile okunan şaz kıraata göre ***** «Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun.» (Fatiha, 2.) âyeti buna misaldir. Zemme misal ise; ***** «Karısı da odun hammalı olarak..» (Le-heb, 4.) âyetidir.

6) Bedelle Yapılan İtnab

4751 Bu itnabın gayesi, müphemi izah etmektir. Faydası ise, beyan ve tekid-dir. Beyan'ın faydası; ***** Kardeşin Zeyd'i gördüm, cümlesinde a-çıkça görülmektedir. Bu cümlede Zeyd'den, sadece kardeşi olan Zeyd anlaşılır. Tekidin faydası, amilin tekrarı niyetiyle yapılmasıdır. Bu tekid, görünürde iki cümle gücündedir, birinci cümlenin ifade ettiği mânayı ihtiva eder. Bu tekid; ya mutabakat sağlamakla bedeli küll mine'l-küll, ya da iltizam yolu ile bedeli isti­mal şeklinde olur.

Bedeli kül'e misal: ***** «..Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazab edil­miş olanların yoluna değil.» (Fatiha, 6-7.), ***** «doğru yola götürüyorsun, Allah'ın yoluna..» (Şûra, 52, 53.), ***** «..onu perçeminden yakalarız. O yalancı, günahkar perçeminden..» (Alak, 15, 16.) âyetleridir.

Bedeli ba'z mine'l-küll'e misal: ***** «..yo­luna gücü yeten herkesin o eve (gidip) haccetmesi, insanlar üzerinde Al­lah'ın bir hakkıdır..» (Âl-i İmrân, 97.), ***** «..Eğer Allah, insanların bir kısmıyla diğerini savmasaydı..» (Bakara, 251.) âyetleridir.

Bedeli iştimal'e misal: ***** «..Onu söylememi bana ancak şeytan unutturdu..» (Kehf, 63.), ***** «Sana haram ayından, onda savaştan soruyorlar. De ki: Onda savaş büyük bir günahtır..» (Bakara, 217.), ***** «Öldürüldü hendeğin a-damları...ateş..» (Burûc, 4-5.) ve ***** «..Rahmân'ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve binip çıkacak-ları merdivenler yapardık..» (Zuhruf, 33.) âyetleridir.

Bazı ulema, bu üç bedele; bedel-i küll mine'l-ba'zı da ilâve ederler. Buna misal olarak, Kur’ân'da şu âyete rastladım. ***** «..Cennete girecekler ve hiç haksızlığa uğratılmayacaklar. Adn cennetleri..»

(Meryem, 60, 61.). Âyetteki ***** kelimesi, cennet kelimesinden bedel'dir. Bu nevi bedel'in faydası, cennetin bir olduğunu değil, çokluğunu belirtmesidir. İbn-i Sîd bu konuda şöyle der: Her bedel, mübdel-i minh'de görülen müşkili kaldırma gayesini gütmez. Belki, mübdeli minh'in bedele ihtiyacı olmasa bile, bedel'le tekid edildiğini gösterir. ***** «..ve şüp-hesiz sen, doğru yola götürüyorsun. Allah'ın yoluna..» (Şûrâ, 52, 53.) âyetin­de ikinci sırat kelimesi zikredilmeseydi, sıratı mûstakim'den, sıratullah anlaşıldı­ğını herkes kabul ederdi. Buna rağmen Sibeveyh, bedelden tekit yapılamaya­cağını savunmuştur.

İbn-i Abdisselam; ***** «İbrahim babası Âzer'e demişti ki..» (Enam, 74.) âyetinde bedelin sadece tekit için gelmediğini ifade ederek şöyle der: Âyetteki bedel, beyan ifade etmez. Çünkü bir babanın, başka bir baba ile karıştırılmasına imkan yoktur. Fakat bu görüş; dedeye, baba da denil­diğinden reddedilmiş, âyette hakiki babanın kastedildiğini belirtmek için, bedel yapılmıştır.

7) Atf-ı Beyan'la Yapılan İtnab

4757 Atf-ı Beyan, izah bakımından aynen sıfat gibidir. Fakat, bedel'le araların­da bazı farklar mevcuttur. Bedel, bağlı olduğu mübdel-i minh'i izah ederken atfı beyan, bağlı olduğu ifadedeki mânayı izah eder.

İbn-i Keysan; atf-ı Beyan'la bedel arasındaki farkı şöyle açıklar: Bedel cümlede, mübdelün minh'in bir tekrarı kabul edildiğinden, müstakil bir değere sahip iken atf-ı beyan, matufun aleyh'le birlikte, aynı değere sahiptir.

İbn-i Mâlik, «Şerhu'l-Kifaye» adlı eserinde, bu konuda şu açıkla­mada bulunur: Atf-ı beyan, metbuunu tamamlama bakımından sıfata benzer. Yalnız atf-ı beyan, şerh ve beyan etmek suretiyle metbuunu tamamlarken, sıfat metbuunda mevcut olan mânanın veya sebebin delaletiyle mevsufunu tamam­lar. Ayrıca atfı beyan, delalet ettiği mânayı takviye etmede, tekide benzer. A-ralarındaki fark, tekidin, mecâz olma tevehhümünü kaldırmasıdır. Atfı beyan ay-rıca, müstakil bir değere sahip olma bakımından bedele benzer. Fakat araların­daki fark, bedel'deki tekrarın, niyete bağlı olmasıdır. ***** «Onda açık deliller, İbrahim'in makamı vardır.» (Âl-i İmrân, 97.), ***** «..mübarek bir zeytin ağacından..» (Nur, 35.) âyetleri buna misaldir. At­fı beyan bazan, izah yönü olmaksızın, yalnız medih için gelir. ***** «Allah, Kabe'yi, o saygı değer evi..» (Mâide, 97.) âyeti buna misaldir. Âyetteki beytu'l-Haram, Kabeyi izah için değil, medih için gelen atfı beyandır.

8) İki Müteradif Kelimeden Birinin Diğerine Atfı İle Yapılan İtnab

4761 Bu itnabın gayesi, tekid'dir. ***** «Ben üzüntümü ve

tasamı yalnız Allah'a şikayet ederim..» (Yûsuf, 86.), ***** «..Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zayıflık da göstermedi­ler.» (Âl-i İmrân, 146.), ***** «ne zulümden, ne de hakkının çiğ-nenmesinden korkmaz..» (Tâhâ, 112.), ***** «..yetişilmekten korkma, (boğulmaktan) endişelenme..» (Tâhâ, 77.), *****«O-rada ne bir eğrilik, ne de bir tümsek göremiyeceksin..» (Tâhâ, 107.). el-Halil b. Ahmed; ***** ve ***** kelimelerinin aynı mânada olduğunu söyler. ***** «onların sırlarını ve gizli konuşmalarını..» (Tevbe, 78.), ***** «..bir şe­riat ve yol..» (Mâide, 48.), ***** «(Geride bir şey) komaz, bırakmaz (her şeyi yakıp yok eder)(Müddessir, 28.), ***** «..bağırıp çağırma­dan başka..» (Bakara, 171.), ***** «..biz beylerimize büyükleri­mize uyduk..» (Ahzab, 67.), ***** «..orada bize ne bir yorgunluk, ne de bir usanç dokunur..» (Fatır, 35.) âyetteki ***** kelimesi, ***** kelimesinin vezin ve mânasındadır. ***** «..Rablerin-den bağışlanmalar ve rahmet hep onlaradır..» (Bakara, 157.), ***** «Ö-zür yahut uyarmak için.» (Mürselât, 6.) âyetleri buna misaldir. Sa'leb; son â-yetteki iki kelimenin aynı mânada olduğunu söyler.

el-Müberrid, Kur’ân'da bu nevi atfın mevcut olmadığını söyleyerek yuka­rıda zikredilen âyetlerdeki müteradif kelimelerin aynı mânada olmadığı şeklinde tevilde bulunmuştur. Diğer ulema da şöyle der: Bu hususta doğru olan, mütera­dif kelimelerin bir arada bulunmasıyla hasıl olan mânanın, münferid halde iken bu mânayı taşımadığıdır. Ziyade harf, kelimeye ziyade mâna kazandırdığından, ziyade kelime de, cümleye ziyade mâna kazandırır.

9) Hususi Mânanın Umumi Mânaya Atfı İle Yapılan İtnab

4764 Bu nevi atfın faydası, hususi mânadaki kelimenin faziletini gösterir. Hatta bu kelime, vasfındaki değişiklik zatındaki değişikliği meydana getirdiğinden, u-mumi mânadaki kelime cinsinden sayılmamıştır.

Ebû Hayyân, hocası Ebû Cafer b. Zubeyr'in şöyle dediğini nakleder: Bu nevi atfa, tecrid adı da verilir. Güya bu atıf, cümleden tecrid edilmiş faziletin­den dolayı, münferiden zikredilmiş bir atıftır. ***** «Namazları ve orta namazı koruyun..» (Bakara, 238.), ***** ***** «..Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrai-le ve Mikaile düşman olursa.» (Bakara, 98), ***** «İçinizden hayra çağıran, iyiliği buyurup, kötülükten men eden bir topluluk olsun..» (Âl-i İmrân, 104.), ***** «Onlar ki Kitab'a sımsıkı sarılırlar ve namazı dosdoğru kılarlar..» (Araf, 170.) âyetleri buna mi­saldir. Namazı dosdoğru kılmak, Kur’ân'a temessük cümlesindendir. Namazın ayrıca zikri, dinin direği olması bakımından, önemini göstermektedir. Cebrâîl ve Mikaii (aleyhisselâm)ın ayrıca zikri, bunlara karşı düşmanlık iddiasında bulunan Yahudile­rin sözüne cevap vermektedir. Mikail'in Cebrâîl ile birlikte zikredilmesi, Cebrâîl-in, kalplere ve ruhlara hayat veren vahiy meleği, Mikail'in de insana hayat ve­ren, rızık meleği olmasından dolayıdır. Kirmani, «el-Acaib» adlı eserinde i-fade ettiği gibi; Cebrâîl ve Mikail, meleklerin emiridir. Emir nasıl orduya dahil değilse, Cebrâîl ve Mikail, başlangıçta melaikeye dahil değillerdi.

***** «Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulme­der de» (Nisa, 110.) ***** «Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendisine bir şey vahyedilmemişken 'Bana da vahyolunuyordu' diyenden daha zalim kim olur?..» (Enam, 93.) âyetleri de bu neve misaldir. İbn-i Mâlik'in, bu ve bundan önceki âyetlerdeki görüşüne göre atıf, vav harfine tahsis edilmemiştir. Âyetlerin ikinci kısmında matufun biz­zat zikri, söylenen ve yapılana işin son derece çirkin olduğuna işaret etmekte­dir. Bu nevi atıfta, sözü edilen hususilik ve umumilik, usul ıstılahının aksine, u-mumi mânanın hususi mânaya şamil olduğunu gösterir.

10) Umumi Mânanın Hususi Mânaya Atfı ile Yapılan İtnab

4770 Bazı ulema, bu nevi atfın Kur’ân'da mevcut olmadığını söylemekle hata­ya düşmüşlerdir. Faydası açıkça görüldüğü üzere, mânayı umumileştirmekte-dir. Önemini göstermek üzere, birinci kelimesi münferid zikredilene misal ***** «..benim namazım, ibadetim..» (Enam, 162.) âyetidir. Âyetteki nusuk kelimesi, umumi mânada, ibadet demektir. ***** «Andolsun, sana ikişerlerden yedi ve bu büyük Kur’ân'ı verdik.» (Hicr, 87.), ***** «Rabbim, beni, anamı-babamı, inanarak evime gireni, îman eden erkek ve kadınları bağışla..» (Nuh, 28.), ***** «..Onun dostu ve yardımcısı Allah, Cibril ve Mü’minlerin iyileridir. Bunun ardından melekler de ona arkadır.» (Tahrim, 4.) âyetleri bu neve dair misallerdir.

Zemahşerî; ***** «De ki: 'Sizi kim rızıklandırıyor?'» (Yûnus, 31.) âyetine ***** «..ve düzenleyip yönetiyor..» âyetinin atfını, bu neviye misal olarak göstermiştir.

11) Mübhemlikten Sonra İzah Edilen İtnab

4773 Beyan uleması şöyle der: Bir kelimeyi önce müphem mânada kullanıp sonra izahını getirmek, itnabdır. Bu nevi itnab'ın faydası, ya mânayı müphem veya izah gibi iki ayrı şekilde anlamak ya da üzerinde iyice düşündükten sonra talep edilen mânanın akla gelmesini sağlamaktır. Mânayı bu şekilde kavramak, zihni yormadan kavranılan mânadan daha değerlidir. Veyahut, müphemi düşü­nerek, izahını öğrenme zevkine ermektir. Çünkü,bir şey, bir yönüyle bilindiğin­den nefis, diğer yönlerini öğrenme şevkine kapılır, kendini düşünceye sevke-der. Bunların da bilinmesi, düşünülen bu şeyin, birden bilinmesinden daha zevklidir.

***** «Dedi ki: 'Rabbim benim göğüsümü aç'.» (Tâhâ, 25.) âyeti bu nevi itnaba misaldir. Âyetteki ***** fiili, herhangi bir şeyin şerhini talep ifade eder. ***** kelimesi de, talep edilen şeyin tefsir ve beyanını ifade eder. ***** «Bana işimi kolaylaştır.» âyeti de bu kabildendir. Âyetin mânası, tekid ifade eder. Çünkü gönderilen her peygamber, bir takım zorluklarla karşı­laşmıştır. ***** «Biz senin göğsünü açmadık mı?» (İnşirah, 1.) â-yeti de buna ayrı bir misaldir. Bu âyet, Resûlüllah'ın içinde bulunduğu nimet ve mevkii ifade ettiğinden, tekid mânası taşır.

İcmalden sonra tafsil de bu nevidendir.

***** «..Allah katında ayların sayısı on ikidir...Bunlardan dördü haram aylardır..» (Tevbe, 36.) âyeti buna misaldir. Tafsilden sonra icmale misal de: *****«..üç gün hacda, yedi gün de döndüğünüz zaman olmak üzere tam on gün oruç tutar..» (Bakara, 196.) âyetidir. Bu âyette ***** kelimesi ***** kelimesindeki vav harfinin ***** mânasında olma tevehhümünü kaldırmak için, yeniden zikredil­miş, ***** kelimesi de ***** kelimesindeki icmali mânaya dahil olmuştur. *****

«..arzı iki günde yaratanı...Onun üstünden ağır baskılar yaptı. Onda bereketler ya­rattı ve onda gıdalarını tam dört günde takdir etti..» (Fussilet, 9-10.) âyetleri de buna misaldir. Bu âyette zikredilen iki gün, sonradan gelen dört günün dı­şında değildir. Zemahşerî'nin, Tefsirinde işaret ettiği, İbn-i Abdisselam'ın da tercihe şayan bulduğu görüşe göre, âyetin en güzel tefsiri budur.

Zemlekani, «Esraru't-Tenzil»inde Zemahşerî'nin bu görüşünü kabul ederek, şunu ilâve eder: ***** «Musa ile o-tuz gece sözleştik ve buna on gece daha kattık..» (Araf, 142.) âyeti bunun benzeridir. Âyet, on gecenin, vaadedilen otuz gecenin dışında olma ihtimalini kaldırmaktadır.

İbn-i Asker şöyle der: Âyette; önce otuz, sonra on gecenin zikrindeki fayda, Hazret-i Musa'nın zihnen ve bedenen hazır bulunması için, vaadedilen gece­lerin sonuna yaklaştığını hatırlatmaktır. Şayet Hazret-i Musa, başlangıçta kırk gün ile vaad edilseydi, vaadedilen günler arasında bir fark olmayacaktı. Bu müddet ikiye bölününce, Hazret-i Musa vaadedilen günlerin sonuna yaklaşıldığını hissetmiş, azmi daha da artmıştır.

Kirmani, «el-Acaib» adlı eserinde ***** «tam on gün» (Ba­kara, 196.) âyetiyle ilgili sekiz husus tesbit ettim, der. Bunlardan ikisi tefsir, biri fıkıh, biri nahiv, biri mâna, ikisi de hesapla ilgilidir. Ben bunları, «Esraru't-Tenzil» adlı eserime dercettim.

12) Tefsir Yoluyla Yapılan İtnab

4779 Beyan uleması şöyle der: Bu nevi itnab, bir cümledeki gizlilik veya karı­şıklığı izale ve tefsir etmek için yapılır. ***** «Doğrusu insan hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokun-dumu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu vermez.» (Meâric, 19-21.) âyet­leri buna misaldir. Ebû’l-Âliyye ve diğer müfessirlerin dediği gibi, âyetteki ***** ile devam eden cümle, ***** kelimesini tefsir etmektedir.

Beyhaki, «Şerhu Esmai'l-Husna» adlı eserinde ***** «..Diri, yaratıklarını koruyup yönetici. Kendini ne bir uyku, ne bir uyuklama tutmaz..» (Bakara, 255.) âyetine ***** cümlesi, ***** keli­mesini, ***** «Size azabın en kötüsünü reva görüp, oğullarınızı boğazlayan..» (Bakara, 49.) âyetinde ***** cümlesinin ***** cümlesini, ***** «..Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı..» (Âl-i İmrân, 59.) âyetinde ***** cümlesinin ***** kelimesini, ***** «..benim de sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin..» (Mümtehine, 1.) âyetinde ***** cümlesinin ***** cümlesini tefsir ettiğini söyler. Muhammed b. Ka'bi'l-Kurazi ***** «..Sameddir. Kendisi do ğurmamış ve doğmamıştır..» (İhlas, 2-3.) âyetinde ***** cümlesinin ***** keli mesini tefsir ettiğini söyler.

Kur’ân'da bu neve dair misaller pek çoktur.

İbn-i Cinni ise şunları zikreder: Cümle ne zaman tefsiri olarak gelirse, müfesser cümlenin parçası, mütemmimi ve cümlenin bir kısmı gibidir.

13) Zâhiri Bir İsmin Zamir Yerine Getirilmesi ile Yapılan İtnab

Bu konuda sadece İbn-i Saig'ın bir eserini gördüm. Bu çeşit itnabın sağ­ladığı bir takım faydalar vardır. Bunlar, sırası ile şöyledir:

1- Beyan ve kudrette ziyadelik ifade eder; ***** «De ki: Allah birdir. Allah Sameddir.» (İhlas, 1-2.), ***** «Biz onu hak olarak indirdik, o da hak olarak inmiştir..» (İsrâ, 105.), ***** «..Şüphesiz Allah insanlara lütufkârdır. Fakat insanların çoğu şükretmezler..» (Mü’min, 61.),

***** «..Kitabta olmadığı halde Kitaptan zannedesi-niz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: 'Allah ka­tındadır' derler..» (Âl-i İmrân, 78.) âyetleri buna misaldir.

2- Tazim ifade eder: ***** «Allah'tan kor­kun Allah, size öğretiyor. Allah herşeyi bilir.» (Bakara, 282), ***** «İşte onlar Allah'ın grubudur. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşa­cak olanlar Allah'ın taraftarlarıdır.» (Mücadele, 22.), *****

«..sabahın Kur’ân'ını da. Çünkü sabah namazı görülür.» (İsrâ, 78.), *****«..Takva elbisesi daha hayırlıdır.» (Araf, 26.) âyetleri buna misaldir.

3- İhanet ve tahkir ifade eder; ***** «..Onlar şeytanın grubudur. İyi bilin ki şeytanın taraftarları kaybe­decektir.» (Mücadele, 19.), ***** «Çünkü şeytan aralarına girer..» (İsrâ, 53.) âyetleri buna misaldir.

4- Zamirin mercii olan birinci ismin dışnda, başka bir isme raci olma vehminden dolayı beliren karışıklığı izale etmesidir. İbnu'l-Haşşab'ın ifadesine göre: ***** «De ki: 'Ey mülkün sahibi olan Allah'ım, Sen mülkü dilediğine verirsin..» (Âl-i İmrân, 26.) âyetinde ***** denilse idi, za­mirin birinci isme ait olduğu vehmi ortaya çıkardı. ***** «..Allah'a kötü zanda bulunan müşriklerin...kötü hezimetleri başlarına gelsin..» (Fetih, 6.) âyetinde Cenab-ı Hak ***** buyursa idi, za­mirin Allah'a ait olduğu vehmi ortaya çıkardı. ***** «Bunun üzerine kardeşinin kabından önce onların kaplarını ara­mağa başladı. Sonra tası kardeşinin kabından çıkardı..» (Yûsuf, 76.) âyetin­de Cenab-ı Hak, zamirin kardeş kelimesine avdet vehmini kaldırmak için, ***** şeklinde buyurmadı. Zamir kardeşe avdet etseydi, su kabının kardeşinde çık­masını arzular duruma düşerdi. Böyle bir davranış, iyi niyetli kimseleri ezaya sevkedeceğinden meydana gelmemiştir. Bu yüzden zâhiri isim, zamir yerine kullanılmıştır. Yüce Allah âyette, zamirin Yûsuf (aleyhisselâm)'a raci olma vehmini kaldırmak için ***** şeklinde buyurmamıştır. Çünkü Yûsuf (aleyhisselâm)'a ait zamir, ***** fiilinde müstetirdir.

5- Hürmeti gerektiren bir ismin zikriyle, dinleyenin kalbinde korku hissi uyandırmayı ifade eder. ***** Halife hazretleri size şöyle emrediyor.. şeklindeki söz, buna misaldir. ***** «Al­lah size emanetleri ehline vermenizi emrediyor..» (Nisâ, 58.), ***** «Allah, adaleti emreder..» (Nahl, 90.) âyetleri bu kabildendir.

6- Yapılması istenen bazı şeylerin takviyesini ifade eder. *****

***** «Bir kere azmettin mi artık Allah'a dayan. Çünkü Allah kendine güvenip.... sever.» (Âl-i İmrân, 159.) âyeti bu kabildendir.

7- Bir işin yüceliğini ifade eder; ***** «Görmedin mi Allah nasıl yaratmayı başlatıyor, sonra onu iade edi­yor, dönüp yeniden yaratıyor; bu Allah'a göre kolaydır.» (Ankebut, 19.), ***** «..bakın yaratmaya nasıl başladı..» (Ankebût, 20.), ***** «İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geç­memiş midir?. Doğrusu biz insanı halden hale geçirdiğimiz karışık bir nut-feden yarattık..» (İnsan, 1 -2.) âyetleri buna misaldir.

8- Bir şeyin zikriyle hoşlanmayı ifade eder; ***** «bizi dilediğimiz yerde oturacağımız bu cennet yurduna varis kılan» (Zümer, 74.) âyeti buna misaldir. Yüce Allah âyette, ***** buyurmadı. Bu yüzden zamir yerine, lezzet kaynağı olan cennet kelimesini ifade buyurdu.

9- Zâhir bir isim kullanarak, vasfedilene ulaşmayı ifade eder. ***** «Allah'ın elçisiyim.» (Araf, 158.) cümlesinden sonra gelen *****

«Gelin, Allah'a ve Onun ümmi peygemberi olan elçisine inanın..» (Araf, 158.) âyeti, buna misaldir. Yüce Allah âyette ***** Alla-ha ve bana inanın.. buyurmamıştır. Çünkü Resûlüne verdiği sıfatları yerleştir­mek, bu sıfatlarla vasıflanmış olan Resûl'e, îman ve ittibanın vacip olduğunu bil­dirmek istemiştir. Şayet, âyette zamir gelmemiş olsaydı, zamir bu vasıfları ala­mayacağından, bu mâna mümkün olmazdı.

10- Hükmün sebebine dikkati çekmektir; ***** «Derken o zalimler, onu ken­dilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Biz de yaptıkları kötü-lüklerden dolayı o zulmedenlerin üzerine gökten bir azap indirdik.» (Bakara, 59.), ***** «..Allah da o inkâr edenlerin düşmanıdır.» (Bakara, 98.) âyetleri buna misaldir. Bu son âyette Yüce Allah, ***** buyurmadı. Çünkü; Al­lah'a meleklere, resûllerine, Cebrâîl ve Mikail'e düşman olanlar da Kâfir oldu­ğundan, Allah da Kâfire, küfründen dolayı düşmanlığını bildirmiştir. ***** «Allah'a yalan uydurup atan, yahut Onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz suçlular asla felah bulmazlar.» (Yûnus, 17.), ***** «Onlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar, elbette biz iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz.» (Araf, 170.), ***** «Onlar ki inandılar ve iyi işler yaptılar, elbette biz işi güzel yapanın ecrini zayi etmeyiz.» (Kehf, 30.) âyetleri de bu neve misaldir.

11- Umumilik gayesi ile kullanılmasıdır; ***** «Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis daima kötülüğü emredicidir..» (Yûsuf, 53.) âyeti bu kabildendir. Bu âyette Yüce Allah, Yûsuf (aleyhisselâm)ın bizzat tahsis edildiği anlaşılmaması için, ***** şeklinde buyurmamıştır. ***** «İşte onlar gerçek Kâfirlerdir..» (Nisâ, 151.), ***** «..o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.» (Nisâ, 37.) âyetleri de bu kabil­dendir.

12- Hususilik gayesiyle kullanılmasıdır; ***** «Bir

de kendisini Peygambere hibe eden kadını..» (Ahzâb, 50.) âyetinde Yüce Allah nefsini hibe etme işinin sadece Nebi'ye ait olduğunu açıklamak için ***** buyur­mamıştır.

13- İkinci cümlenin, birinci cümle hükmüne dahil olmadığına işaret et­mesidir; ***** «..Allah dilerse senin kalbine mühür basar, batılı mahveder..» (Şûra, 24.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** cümlesi, istinaf cümlesidir, birinci cümledeki şartın hükmüne dahil değildir.

14- Cinasa riayet etmektir. Şeyh İzzeddin b. Abdisselam'ın zikrettiğine göre, nas sûresi buna misaldir. İbn-i Saig da, ***** «O, insanı alaktan yarattı. İnsana bilmediğini öğretti. Hayır, (Rabbının Kitabını okumayan) insan azar..» (Alak, 2, 5 ve 6.) âyetlerini buna misal getirerek, âyetteki birinci insan kelimesinden insan cinsi, ikincisinden A-dem (aleyhisselâm) veya okuma-yazma öğretenler veya İdris (aleyhisselâm), üçüncüsünden de E-bu Cehil murad edildiğini söyler.

15- Cümle kuruluşunda, kelimelerin uygun ve güzel bir şekilde, yerinde kullanılmasıdır. Bazı belâgat uleması; ***** «..ta ki kadınlardan biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın..» (Bakara, 282.) âyetini buna misal getirmişlerdir.

16- Cümlenin, zaruri olan zamiri bulundurmasıdır; ***** «..nihayet bir köye varıp, köyün halkından yemek istediler..» (Kehf, 77.) âye­ti buna misaldir. Şayet Yüce Allah ***** buyursaydı, doğru olmazdı. Çünkü Musa ve Hızır (aleyhisselâm) yiyeceklerini, köyün kendisinden istemediler; şayet ***** buyursaydı, yine doğru olmazdı. Çünkü ***** cümlesi, köy halkının değil, nekre olan karye kelimesinin sıfatıdır. Bu yüzden karye kelimesine avdet eden, bir zamir gereklidir Bu zamir ancak, zâhir ismin açıkça zikredilmesi ile mümkündür.

Salahu's-Safedi'nin bu konuda sorduğu bir soruya Subki, şu beyitle ce­vap vermiştir:

Bu konuda ayrıca şu açıklamayı ilâve etmek gerekir.

Zâhir kelimeyi lâfzıyla iade etmek, mânası ile iade etmekten daha güzel­dir. Şu âyetler buna misaldir: ***** «..elbette biz iyiliğe çalı­şanların ecrini zayi etmeyiz.» (Araf, 170.), ***** «..elbette biz işi güzel yapanın ecrini zayi etmeyiz.» (Kehf, 30.), ***** «Ehli Kitaptan olan Kâfirler de, puta tapanlar da size Rabbinizden bir hayır indirilmesini istemezler..» (Bakara, 105.). Bu âyette hayr'ın indirilişi, Rububiyete uygundur. Bu bakımdan âyette, ***** kelimesinden sonra ***** lâfzı gelmiştir. Hayrın sadece insanlara tahsisi, uluhiyete uygundur. Çünkü rububiyetin sınırı, uluhiyete nazaran daha geniştir. ***** «Gökleri ve yeri ya­ratan Allah'a hamdolsun.. Yine de Kâfirler Rablerine (başkalarını) denk tu­tuyorlar.» (Enam, 1.) âyeti de bu kabildendir.

Zâhir ismin, aralarında fasıla bulunduğundan bir başka cümlede iadesi, aynı cümlede iadesinden daha güzel olduğu gibi, uzun cümlede, zamirin ait ol­duğu mercii bulma zorluğu karşısında zihni yormamak için, zamir yerine zâhir ismin gelmesi de güzel olur. ***** «İbrahim babası Âzere demişti ki...İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz hüccetlerdendir..» (Enam, 74-83.) âyetleri buna misaldir.

14) İgal İle Yapılan İtnab

4807 İgal; Sözü nükte ifade eden bir cümle ile bitirmektir; ama mâna nük-tesiz de tamam oluyor. Bazı belâgat uleması, igal'in sadece şiirde kullanıldığı kanaatındadırlar. Bu görüş, Kur’ân'da misalleri bulunduğundan, reddedilmiştir. ***** «..'Ey kavmim, elçilere uyun' dedi. Sizden bir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.» (Yâsin, 20-21.) âyetleri buna misaldir. Âyetteki ***** cümlesi, igaldir. Çünkü her resûl, şüphesiz hidayet üzere olduğundan, igal cümlesi gelmese bile, âyetin mânası tamamlanmaktadır. Fakat âyetteki bu igal'de, resûllere îman ve ittibaya fazlasıyla teşvik söz konusudur.

İbn-i Ebî'İsba ***** «arkalarını dönmüş kaçarlarken sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.» (Neml, 80.) âyetinde igal oldu­ğunu söyleyerek ***** cümlesi, Resûlün avdetinden istifade etmemele­ri bakımından, âyetin mânasını takviye eden bir ziyadelik olduğunu belirtir. ***** «..iyice bilen bir toplum için Allah'dan daha güzel hüküm veren kim olabilir?» (Mâide, 50.) âyetinde ***** düşünen bir millet için, cümlesi, Mü’minleri methedip, anlayış göstermekten uzak olan Ya­hudileri zemmeden mânaya, ziyade olarak gelmiştir. ***** «..bu iş, sizin konuştuğunuz gibi bir gerçektir.» (Zâriyat, 23.) âyetinde ***** cümle­si, bu vaadi gerçekleştirmek için, âyetin mânasına ziyade olarak gelen igal'dir. Çünkü vaadedilen şey, üzerinde kimsenin şüphe edemiyeceği, zaruri olarak bilinen bir olaydır.

15) Tezyil ile Yapılan İtnab

4809 Tezyil; iki cümleyi ardarda getirmektir. Bu maksatla getirilen ikinci cümle mantuk veya mefhumunu tekid için, birinci cümlenin mânasını taşır. Bu durum, birinci cümleyi anlamayana anlamasını, anlayanın da bilgisini pekiştirmesini sağlar. ***** «Nankörlük ettiklerinden ötürü onları böyle cezalandırdık, biz nankörden başkasını cezalandırmayız.» (Se-be, 17.), ***** «De ki: 'Hak geldi, batıl yıkılıp gitti; zaten batıl yok olmaya mahkumdur.» (İsrâ, 81.), ***** «Senden önce hiç bir insana ebedi yaşam vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar?» (Enbiya, 34.), ***** «Her can ölümü tadacaktır..» (Enbiya, 35.), ***** «..Kıyamet günü de sizin (onları Allah'a) ortak koşmanızı inkâr ederler. (Bu gerçeği) sana herşeyden haberi olan (Allah) gibi hiçbir kimse haber veremez.» (Fâtır, 14.) âyetleri buna misaldir.

16) Tard ve Aksi ile Yapılan İtnab

4810 et-Tibî şöyle der: Tard; iki cümlenin birlikte gelmesi, birinci cümledeki mefhumu kuvvetlendirmesidir. Aksi ise, ikinci cümledeki mantukun, birinci cüm­ledeki mefhumu kuvvetlendirmesidir. ***** «..elleriniz altında bulunanlar ve siz­den henüz erginliğe ermemişler üç vakitte izin istesinler., bunların dışında ne size ne onlara bir günah yoktur..» (Nur, 58.) âyeti buna misaldir. Âyette, özellikle belli vakitlerde izin istemenin mantuku, bu vakitler dışında günahı kal­dıran mefhum mânayı kuvvetlendirmiştir. Âyette, bu hükmün aksi de mevcuttur. ***** «..Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.» (Tahrim, 6.) âyeti.

Şunu belirtmek isterim ki bu nevi, îcâzın ihtibak nevinin aynıdır.

17) Tekmil ile Yapılan İtnab

4812 Buna ihtiras adı da verilir. Tekmil; istenilen mânanın aksi anlaşılma ihtima­li olan bir cümlede, bu ihtimali kaldıran bir ifadenin ilâve edilmesidir. ***** «..Mü’minlere karşı alçak gönüllü, Kâfirlere karşı onur­lu ve şiddetlidirler..» (Mâide, 54.) âyeti buna misaldir. Şayet âyette sadece ***** kelimesi mevcut olsaydı, Mü’minlerin zilleti, zaaflarından geldiği ihtimali beli­rirdi. Fakat ***** kelimesiyle bu ihtimal ortadan kalkmıştır. *****

«..Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler..» (Fetih,

29.) âyeti de bu kabildendir. Âyette sadece ***** kelimesine bağlı kalınsaydı, Mü’minlerin şiddeti, kabalıklarından ileri geldiği ihtimali belirirdi. ***** «..kusursuz olarak bembeyaz çıksın..» (Neml, 12.) âyeti de bu kabilden­dir. ***** «..Süleyman ve orduları, farkında ol­mayarak sizi ezmesinler.» (Neml, 18.) âyetinde Hazret-i Süleyman'a zulüm nisbet edilme ihtimalini kaldırmak için, ihtiras sanatı mevcuttur. ***** «..bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız..» (Fetih, 25.), ***** «Derler ki: 'Şahitlik e-deriz ki sen muhakkak Allah'ın elçisisin.' Senin mutlaka kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah, münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder.» (Munafikûn, 1.) âyetleri buna ayrı misallerdir. Bu âyetin orta cümlesi, ihtiras ifa­de eder. Çünkü tekzibin de aynı şey olduğu ihtimalini kaldırmaktadır.

«Arusu'l-Efrah» adlı eserinde müellif şöyle der: Bu nevilerden her biri, yeni bir mâna ifade ediyorsa, itnabdan sayılmaz, şeklindeki bir görüşe, şu cevabı veririz: Bütün bu neviler, müstakil mâna taşısalar bile, önceki cümle­de mevcut vehmi kaldırdığından, itnab sayılırlar.

18) Tetmim İle Yapılan İtnab

4813 Tetmim; murad edilen mâna dışında başka bir mâna ihtimali bulunmayan cümleye, mübalağa gibi bir nükte getiren fazlalıktır.

***** «Onlar kendi içleri çektiği halde yemeklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler.» (İnsan, 8.) âyeti buna misal­dir. Âyetteki ***** kelimesi, tetmim ifade eder. Çünkü insanın yemeği sev­mesi, iştahının olmasına rağmen yedirmesi, sevabını daha da artırır. ***** «..(Allah rızası için) malını veren..» (Bakara, 177.), ***** «Kim inanarak iyi olan işlerden yaparsa artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkmaz.» (Tâhâ, 112.) âyetleri buna misaldir. Son âyetteki ***** cümlesi, en güzel şekliyle tetmim ifade eder.

19) İstiksa İle Yapılan İtnab

4814 İstiksa; hitabda bulunanın bir mânayı bütün yönleriyle düşünmesi, başka­sına söz hakkı bırakmaksızın düşündüğü şeyin bütün ana vasıflarını iyice tetkik ettikten sonra bu şeyin, arizi veya lüzumlu diğer yönlerini ortaya koymasıdır. ***** «Biriniz ister mi ki (şöylece) bir bahçesi olsun..» (Baka­ra, 266.) âyeti buna misaldir. Bu âyette Yüce Allah şayet ***** kelimesinin zikri ile yetinse idi, âyetin mânası tam olurdu. Fakat bununla kalmamış, ***** kelimeleri ile bahçede bulunan nimetleri açıklamıştır. Bahçe sahibinin kavuştuğu bu nimetler, gerçekte çok büyük nimetlerdir. Âyete ***** ***** cümlesini ilâve etmekle, bahçenin vasıflarını göstermiş, bu vasfı ***** orada kendisine her çeşit meyveleri bulunsun âyetiyle tamamla­mış, bahçenin bahçe özelliğini kaybetmesi ile ortaya çıkan üzüntüyü artırmak için, bahçedeki bütün nimetleri zikretmiştir. ***** ona ihtiyarlık çöksün, âyetiyle de, bahçe sahibinin durumunu dile getirmiş, ihtiyarlığın verdiği büyük sıkıntıdan dolayı ***** aciz ve küçük çocukları olsun, cümlesiyle, mâ­nayı derinleştirmiştir. Âyet ayrıca zürriyyetini hiçbir şeye gücü yetmeyen zayıf­lıkla vasıflandırmış, sonra da elindeki tek varlığı olan bahçenin ansızın helakini zikrederek ***** bir bora isabet etsin, buyurmuştur. Bununla da kalma­yıp ***** içinde ateş bulunan, demek suretiyle, bahçeyi alevler sardığını be­lirtmiştir. Alevlerin zayıflığı, bahçede bulunan suyun ve ağaçların verdiği ru­tubetin varlığı, bahçenin yanmasına yeterli olmama ihtimalini kaldırmak için ***** cümlesini getirmiştir. Âyetteki bu istiksa, bir cümlede bulunabilecek istiksanın en güzeli ve en mükemmelidir.

İbn-i Ebî'l-İsba şöyle der: İstiksa ile, tetmim ve teklil arasındaki fark şu­dur; tetmim, cümlede eksik mânayı tamamlamak, tekmil; cümlede mevcut mâ­nanın vasıflanmasını mükemmelleştirmek, istiksa ise; tam ve kamil mânayı kav­ramada kimseye bir ihtimal bırakmamak, hatıra gelecek bütün yönleri içine ala­cak şekilde, bu mânayı teferruatıyla tetkik etmektir.

20) İtiraz İle Yapılan İtnab

4817 Kudame b. Cafer; itiraz'a, iltifat adını verir. İtiraz; bir veya birkaç cümle­den meydana gelen, arasında irabdan mahalli olmayan bir veya birkaç cümle giren, müphemliği kaldırmaktan ziyade, bir nükteden dolayı mâna yakınlığı taşı­yan cümledir. ***** «şanı yüce Allah'a kızlar mal ediyorlar da kendilerine hoşlandıklarını..» (Nahl, 57.) âyetindeki ***** cümlesi, Allahü teâlâ'yı kız evlad edinmekten tenzih, bu sözü söyleyenleri de tak­bih için itirazi cümle olarak gelmiştir. ***** «Allah dilerse güven içinde Mescidi Harama gireceksiniz..» (Fetih, 27.) âyetinde te-berrük bildiren ***** cümlesi, itirazi cümledir.

Birden fazla itirazi cümle ihtiva eden âyetler şunlardır: ***** «..Allah'ın emrettiği yerden onlara varın. Al­lah tevbe edenleri sever.» (Bakara, 222.) Âyetteki ***** kelimesi, ***** cümlesini beyan ettiği için, mânaca birbirine bağlıdır. Temizliğe teşvik, arkadan yaklaşmaktan tahzir için, bu iki kelime arasına giren cümleler, itirazi olur. ***** «Ey arz, suyunu yut... yok olsun denildi..» (Hûd, 44.) â-yeti de bu kabildendir. Âyette üç ayrı itirazi cümle mevcuttur. Bu cümleler; ***** «..su azaldı. İş bitirildi. (Gemi) Cudiye oturdu..» âyetleridir.

Tennuhi, «Aksa'l-Karib» adlı eserinde, bu âyetle ilgili şu açıklama­da bulunur: Âyetin taşıdığı nükte, baş ve son kısmı arasında ifade edilen cüm­lelerdir. Bu cümleler âyetin sonunda gelmiş olsaydı, vuku bulması gerekli olan durumların, tehiri gerekecekti. Bunların cümle arasına gelmesi, tehir etmedik­lerini gösterir. Bu âyette ayrıca, itiraz içinde itiraz vardır. Çünkü ***** cümlesi, ***** ile ***** cümleleri arasında, muteriza cümlesidir. Âyette; ge­minin dağa oturması, suların çekilmesinden sonra gerçekleşmiştir.

***** «Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet vardır.» (Rahmân, 46-54.) âyetleri de buna ayrı bir misal­dir. Bu âyetler arasında ***** cümlesinin hâl olması durumunda, yedi âyet, itirazi cümle durumunda bulunur.

***** «Yoo, yıldızların yerine yemin ederim. Bilesiniz, bu büyük bir yemindir. O, elbette şerefli bir Kur’ân'dır.» (Vakıa, 75-77.) âyetlerinde, itiraz içinde itiraz cümlesi mevcuttur.

Birincisi; ***** kasem cümlesiyle, kasemin cevabı olan ***** cümlesi arasındaki ***** cümlesidir, ikincisi ise; ***** cümlesi arasındaki ***** itiraz cümlesidir. Kasem ile sıfat arasındaki bu itiraz, muksemin bih'in yüceliğini gösterir, Kur’ân'ın azametini bilmediklerini öğretir. et-Tibî, «et-Tibyan» adlı eserinde şöyle der: İtirazi cümlenin gü­zelliği, beklenmedik bir anda gelmesinden dolayı ifadede güzellik sağlamasıdır. Muteriza cümle, aynen, beklenmedik bir anda gelen iyilik gibidir.

21) Ta'lil İle Yapılan İtnab

4820 Ta'lilin faydası; takrir ve .belâgat ifade etmesidir. Çünkü insanın meyli, illeti bilinmeyen hükümlerden çok, illeti bilinen hükümleri kabule daha yatkındır. Kur’ân'da mevcut olan illetlerin çoğu, birinci cümlenin gerektirdiği sorunun ce-vabındadır.

Talil ifade eden harfler şunlardır ***** ve ***** bunlara ait misaller, Edevat Bölümünde geçmişti.

Talili gerektiren kelimelerden biri de ***** kelimesidir. ***** «Bunlar üstün bir hikmettir..» (Kamer, 5.) âyeti buna misaldir. Allah'ın, mahlûkatı yaratı-şındaki gayeyi zikretmesi de, bu kabildendir. ***** «O, (Rab) ki yeri sizin için döşek, göğü de bina yaptı..» (Bakara, 22.), ***** «Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer di­rek yapmadık mı?.» (Nebe, 6-7.) âyetleri buna misaldir.