47 - ÂYETLERDE NÂSİH ve MENSÛHBu konuda pek çok kitap yazılmıştır. Ebû Ubeyd Kasım b. Sellam, Ebû Dâvud es-Sicistani, Ebû Cafer en-Nehhas, İbnu'l-Enbari, Mekkî, İbnu'l-Arabi ve diğer ulema, bu konuda eser yazanlar arasındadır. Ulema; nâsih ve mensûhu bilmedikçe, bir müfessirin Kur’ân'ı tefsir etmesinin caiz olmadığını söyler. Hazret-i Ali bir kadıya: Nâsih ve mensûhu bilir misin? diye sorduğunda kadı; hayır, cevabını verir. Bunun üzerine Hazret-i Ali; kendini de, başkalarını da helak ettin, şeklinde mukabelede bulunur. 1. Nesihle İlgili Meseleler4050 Kur’ân'da nesih ile ilgili bir takım meseleler vardır. a- Neshin lügat mânası Nesih; ***** «..Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini tahkim eder..» (Hac, 52.) âyetinde olduğu gibi izale, ***** «..Bir âyetin yerini başka bir âyetle değiştirdiğimizde..» (Nahl, 101.) âyetinde olduğu gibi tebdil mânasındadır. Mirasın, birinden diğerine intikalinde kullanılan «tenâsülü'l-mevaris» tabirinde olduğu gibi, tahvil veya intikal mânası da vardır. Bir yerden diğer bir yere nakil mânasına da gelir. ***** kitabı istinsah ettim, ifadesinde olduğu gibi, bir kitapda bulunan yazıyı, bir başka yere nakletmek mânasını taşır. Mekki, neshin bu mânasının Kur’ân için geçerli olamayacağını söyler. Kur’ân'da nâsih, mensûhun lâfzıyla değil, başka bir lafızla geldiğini ileri sürerek, en-Nehhâs'ın bu konudaki cevazına karşı çıkar. Buna karşılık Saîdî, en-Nehhâs'ın bu görüşüne ***** «..Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk..» (Câsiye, 29.), ***** «Şüphesiz o, bizim katımızda Ana kitapta mevcut, yüce ve hikmet dolu bir kitapdır..» (Zuhruf, 4.) âyetlerinin delil olduğunu söyler. Bilindiği üzere, ***** «..sadece arınmış olanların dokunabileceği saklı bir kitapta mevcutken..» (Vâkıa, 78-79.) âyetlerinde görüldüğü gibi, levhi mahfuz'da bulunan bütün âyetler, bölüm bölüm nâzil olmuştur. b- Neshin Faydaları Allahü teâlâ neshi, bazı hikmetlerinden ve sağladığı kolaylıklarından dolayı, bu ümmete bahşetmiştir. Bütün İslam uleması, neshin cevazını kabul ederken, Yahudiler neshin, beda mânasına geldiğini zannederek karşı çıkmışlardır. Halbuki beda, önceden kararlaştırılan bir fikri bırakıp, akla gelen başka bir fikri kabul etmektir. Beda'nın Allah'a isnadı, muhaldir. Çünkü Yahudilerin «beda» kabul ettikleri şey; öldürdükten sonra diriltmek, dirilttikten sonra öldürmek, sıhhatli iken hasta olmak, fakir iken zengin olmak gibi hususlarda verilen hükmün müddetini tayin etmek demek olur ki, bu hususlara beda denmez. Bütün emir ve nehiyler de böyledir. Kur’ân'ın neshi hususunda ulema, farklı görüşlere sahiptir. Bir kısmı ***** «Herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır, veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz.» (Bakara, 106.) âyetine dayanarak Kur’ân'ın ancak Kur’ân'la neshedileceğini, Kur’ân'ın misli ve Kur’ân'dan daha hayırlı olanın gene Kur’ân olacağını ileri sürmüşlerdir. Bir kısmı da ***** «O, kendiliğinden konuşmaz.» (Necm, 3.) âyetine dayanarak, sünnetin Allah katından geldiği gerçeğini düşünerek, Kur’ân'ın sünnetle neshedileceğini kabul etmişlerdir. Vasiyet âyetinin neshi, bu kabildendir. Bir kısım ulemanın görüşü de şu noktada toplanır. Şayet sünnet, vahiy yoluyla gelmişse âyeti neshedebilir. Şayet bu, Resûlün içtihadı ise, neshedemez. Bunu İbn-i Habib en-Nisâburi, «Tefsir»inde zikretmiştir. Bu konuda İmâm Şâfiî şöyle der: Kur’ân'ı sünnet neshederken, mutlaka bu neshi destekleyen bir başka Kur’ân âyeti mevcuttur. Sünneti Kuran neshederken, Kur’ân'ı destekleyen mutlaka bir sünnet mevcuttur. Bu durum Kur’ân ve sünnet'in birbirine uygunluğunu gösterir. Bu konunun teferruatını, «Cemu'l-Cevami» adlı eserin şerhinde zikrettim. c- Neshin Cari Olduğu Yerler Nesih ancak; cümle haberi olsa bile, emir ve nehiylerde vaki olur. Talep ifade etmeyen cümlelere, nesih dahil olmaz. Vaad ve vaid ifade eden cümleler bu kabildendir. Bu gerçek kavranılınca, nesihle ilgili kitaplara çok sayıda vaad ve vaidle ilgili haberî âyetlerin alınmasındaki yanlışlık açıkça görülür. d- Neshin Bazı Kısımları 1 - Amel edilmeden önce neshedilen âyet; hakikatte nesih budur. (Mücadele sûresinin 12. âyeti olan) necva âyeti, buna misaldir. 2- Önceki ümmetlerin şeriatında bulunan bazı ahkâmın, bu ümmette neshedilmesidir. Kısas ve diyetle ilgili âyetler buna misaldir. Veya, bir süre uygulanması emredilmiş olan âyetlerdir. Kıblenin Beyti Makdis'den Kabe'ye, aşure orucunun Ramazan ayına çevrilmesindeki nesih, buna misaldir. Bu yüzden bu nevi neshe, hafifletme neshi denilir. 3- Belli bir sebebe bağlı olarak emredilen, sebebin kalkması ile emrin kalkmasını gerektiren hükümler de, neshin kısımlarındandır. Zayıflık ve sayıca azlık durumunda sabır ve teenni ile davranma emri, buna misaldir. Bu durum, kıtalin farz kılınmasıyla neshedilmiştir. Böyle bir nesih, hakikatte nesih değildir. Bu, ***** (Bakara, 106.) âyetinde olduğu gibi, hükmün tehir edilen kısmıdır. Tehir edilen hüküm, Müslümanların kuvvetlendiği anda, savaşla emrolunmalarıdır. Zayıflık anında ise hüküm, eza karşısında sabredilmesidir. Bu bakımdan sabır hakkında inen âyetin seyf âyeti ile neshedildiğini kabul eden ulemanın görüşü zayıf düşmüştür. Halbuki gerçek, âyetin mensûh olmayıp, hükmü tehir edilen âyet olmasıdır. Şöyle ki, bu durumda varid olan her emrin, hükmünü gerektiren bazı sebeplerden dolayı muayyen bir zamanda uygulanması gerekir. Sonra hükmün sebebleri değişince, hüküm de değişir ki buna nesh denmez. Gerçek nesih, uygulanmamak üzere hükmün kalkmasıdır. Mekkî şöyle der: Bazı ulema ***** «Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, geçin.» (Bakara, 109.) âyetinde görüldüğü gibi, gaye ve zamana işaret eden bir emrin mensûh olmayıp muhkem olduğunu söyler. Çünkü bu emir belli bir zamana bağlıdır. Belli bir zamana bağlı olan emirde, nesih mümkün değildir. 4065 e- Alimlerden bir grup, içinde nâsih veya mensûh âyetler ihtiva eden sûreleri, şu kısımlara ayırırlar: 1- İçinde nâsih veya mensûh âyet bulunmayan sûreler, 43 tanedir. Bunlar: Fatiha, Yûsuf, Yâsin, Hucurât, Rahmân, Hadid, Saff, Cuma, Tahrim, Mülk, Hâkka, Nuh, Cin, Mürselât, Nebe, Nâziat, İnfitar, Mutaffifîn, İnşikâk, Burûc, Fecr, Tîn, Asr ve Kâfirûn sûreleri hariç, Fecr'den sonra, Nas sûresine kadar olan bütün sûreler. 2- İçinde nâsih veya mensûh âyet bulunan sûreler, 25 tanedir. Bunlar: Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, Hac, Nûr, Furkan, Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rûm, Lokman, Ahzâb, Sebe, Mü’min, Şûrâ, Zâriyat, Tûr, Vâkıa, Mücâdele, Müzzemmil, Müddessir, Tekvir ve Asr. 3- İçinde sadece nâsih âyetler bulunan sûreler 6 tanedir. Bunlar: Fetih, Haşr, Münafikûn, Tegâbûn, Talak ve A'lâ. 4- İçinde sadece mensûh âyetler bulunan sûreler de geriye kalan sûrelerdir. Bu taksim, şüphelidir. Bu da, aşağıda verilecek bilgilerden anlaşılacaktır. 4066 f- Mekkî, nâsihi şu kısımlara ayırır: Birincisi; farzın farzı neshidir. Neshedilen âyetle amel caiz değildir. Had cezası verilen zaninin hapsi, bu nevi neshe bir misaldir. İkincisi; farzın farzı neshidir. Neshedilen âyetle amel caizdir. Müsabere âyeti buna misaldir. Üçüncüsü; mendup olanı nesheden farzdır. Kıtal âyeti buna misaldir. Kıtal, önceleri mendup iken, sonradan farz kılınmıştır. Dördüncüsü; farzın mendup ile neshedilmesidir. Gece namazının neshi buna misaldir. Bu namaz; ***** «..Artık Kur’ân'dan kolayınıza geleni okuyun..» (Müzzemmil, 20.) âyetinde geçen kıraatla neshedilmiştir. 2. Kur’ân'ı Kerim'de nesih4067 Kur’ân'ı Kerim'de nesih üç kısımdır: 1( Hükmü ve tilâveti mensûh olan âyetlerHazret-i Âişe şöyle demiştir. Evliliği haram kılan on emzirme, beş emzirme ile neshedilmiştir. Resûlüllah vefat ettiğinde bunlar, Kur’ân'da okunan âyetlerdendi. Bu hadisi, Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir. Ulema, hadisde geçen «bunlar Kur’ân'da okunan âyetlerdendi» sözünü şüphe ile karşılamıştır. Çünkü bu sözden, on emzirmenin tilâveti neshedilmediği anlaşılır ki, gerçek bu değildir. Bu sözden anlaşılanı şöyle belirtmek isterim; Peygamberin vefatından murat, vefatına yakın bir zamana kadar demektir. Veya âyetin tilâveti de neshedilmişti. Fakat bu haber, ancak Resûlün vefatından sonra duyulmuştu. Bu yüzden Resûlün vefatı günlerinde bazı sahâbe âyetin neshini duymadıklarından tilâvetine devam etmekteydiler. Ebû Musa el-Eşari ise şöyle der. Âyet nâzil olur olmaz neshedilmiştir. Mekkî şöyle der: Hazret-i Âişe'den rivâyet edilen bu hadis'de mensûh olan âyet de nâsih olan âyet de, tilâvet edilmemiştir. Bunun dışında benzeri bir neshi bilmiyorum. 2) Hükmü mensûh, tilâveti baki olan âyetler.4068 Neshin bu kısmı ile ilgili bazı eserler mevcuttur. Bazı ulema bu nevi âyetlerin sayıca çokluğundan bahsetseler bile, hakikatte cidden azdır. Kadı Ebû Bekr b. Arabi gibi muhakkik ulema, bu hususu inceleyip vuzuha kavuşturmuşlardır. Bu konuda şunu ilâve etmek isterim: Bu nevi âyetlerin sayıca çokluğundan söz edenlerin ileri sürdükleri mensûh âyetler birkaç kısımdır. Bunlardan biri; ne nesih, ne tahsis, ne de bunlarla ilgili bir yönü bulunmayan âyetlerdir. ***** «..kendilerine rızık olarak verdiğimizden yerli yerince sarfederler.» (Enfal, 3.) ve ***** «..sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin.» (Bakara, 254.) âyetleri buna misaldir. Bu nevi âyetlerin sayısını çoğaltan ulema, bu iki âyetin zekat âyetiyle mensûh olduğunu söylerler. Fakat bu doğru değildir. Enfal sûresinin âyeti, infakta bulunanları öven bir haberdir. Bu infakı; zekat verme, aile efradına infakta bulunma ile tefsir etmek mümkündür. Halbuki bu âyette, zekatın dışında farz nafakaya işaret bulunmamaktadır. Bakara sûresinin âyetinde ise, infakın zekata hamli mümkündür, tefsiri bu şekilde yapılmıştır. ***** «Allah hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?» (Tin, 8.) âyeti de bu nevidendir. Bu âyetin Seyf âyetiyle mensûh olduğu söylenirse de bu doğru değildir. Çünkü Allah her zaman «ahkemu'l-hâkimindir», bu âyet cezalandırmayı terkedip neticeyi Allah'a bırakma mânasına gelse bile neshi kabul etmez. Bazı ulema ***** «..insanlara güzel söz söyleyin..» (Bakara, 83.) âyetinin seyf âyeti ile neshedildiğini kabul ederler. İbnu'l-Hassar; bu görüşün hatalı olduğunu, âyetin Beni İsrail'den alınan misakı ifade eden bir haber olduğunu, böyle bir habere nesih giremeyeceğini söyler. Benzeri âyetlerde aynı şeyi söylemek mümkündür. 4072 Mensûh değil, tahsis ifade eden âyetler İbn-i Arabi bu nevi âyetleri mükemmel tesbit etmiştir. ***** «İnsan hiç şüphesiz hüsran içindedir. Ancak inanıp..» (Asr, 2-3.), ***** «Şairlere ancak azgınlar uyar.» (Şuarâ, 224.) ***** «Ancak inanıp..» (Şuarâ, 227.), ***** «Allah'ın emri gelinceye kadar onları affedin, geçin..» (Bakara, 109.) âyetleri bu kabildendir. Bu ve benzeri âyetler, istisna ve gaye ifade eden edatlarla tahsis edilmiştir. Bunları mensûh saymak, hatadır. ***** «Müşrik kadınlar Mü’min oluncaya kadar onlarla evlenmeyin..» (Bakara. 221.) âyetinin ***** «..ehli Kitab'ın hür ve iffetli kadınlarını..» (Mâide, 5.) âyeti ile mensûh olduğu söylenir. Halbuki ikinci âyet, birincisini tahsis etmiştir. Diğer bir kısmı da; câhiliye devrinde İslam'dan önceki dinlerde veya üvey anne ile nikahın iptali, kısasın ve diyetin meşruiyeti, talakın üç sayıda sınırlı kalması gibi hususlarla ilgili âyetlerin henüz nâzil olmadığı, İslam'ın ilk günlerindeki âdetlerin kaldırılması ile ilgilidir. Bunların nâsih kısmında mütalaa edilmesi, uygun ise de, edilmemesi daha uygundur. Bu görüşü, Mekkî ve diğer ulema tercih etmiş, şayet bunlar nâsihden sayılsa idi, Kur’ân'ın tamamı nâsih olurdu. Halbuki Kur’ân'ın tamamı veya tamamına yakın bir kısmı, küffar ve Ehl-i Kitab'ın durumunu neshetmektedir, şeklinde tevcihte bulunmuşlar, nâsih ve mensûhun hakkı, bir âyetin diğer bir âyeti neshetmesidir, demişlerdir. Evet, İslam'ın ilk günlerinde yaşanan âdetlerin neshi olan bu son kısmın, neshe dahil olması, diğer iki kısmdan daha uygundur. Bu konu aydınlığa kavuşmuşsa, nâsih-mensûh âyetlerin sayıca çokluğunu ileri sürenlerin misal olarak getirdikleri çok sayıdaki âyetler, nâsih-mensûh olmaktan çıkar. Hatta, affetme ve vazgeçme ile ilgili âyetlerin seyf âyeti ile nesh edilmediğini söyleyecek olursak, geride nâsih mensûhla ilgili pek az âyet kalır. Bunları delilleriyle tesbit ettim, aşağıda ayrı ayrı gösteriyorum. a- Sûrelerde Mensûh ÂyetlerBakara sûresinde bulunanlar: 4076 ***** «Birinize ölüm geldiği zaman...size farz kılındı..» (Bakara, 180.) âyeti, İbn-i Arabi'nin ifadesine göre, miras âyeti ile veya ***** «varise vasiyyet yoktur.» hadisi ile veya icma ile mensûhtur. ***** «Orucu güçlükle tutanlara bir fidye vardır..» (Bakara, 184.) âyeti, ***** «Ramazan'a erişen orucunu tutsun..» (Bakara, 185.) âyetiyle mensûh olduğu söylenir. ***** «Oruç gecesi kadınlara yaklaşmak size helal kılındı..» (Bakara, 187.) âyet, ***** «..sizden öncekilere yazıldığı gibi.» (Bakara, 183.) âyetini neshetmiştir. Zira bu son âyetin hükmü uyarınca, uyandıktan sonra cinsi temasda bulunmanın ve yeyip içmenin haram olduğuna inanıyorladı. Bunu İbn-i Arabi zikretmiştir. Başka bir rivâyette ise, bunun sünnet ile yapılan nesih olduğunu söylemiştir.
*****
«Sana haram ayından, onda savaştan soruyorlar..»
(Bakara, 217.) âyeti, *****
«..müşrikler nasıl sizinle topyekün savsıyorlarsa, siz de onlarla topyekün
savaşın..» Âl-i İmrân sûresinde bulunanlar: ***** «..Allah'tan ona yakışır biçimde korkun..» (102) âyeti ***** «Gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun..» (Tegâbun, 16.) âyetiyle neshedildiği söylenirse de, muhkem olduğundan neshedilmediği de söylenir. Bu sûrede, bu âyet dışında, neshi ileri sürülen başka bir âyet yoktur. Nisâ sûresinde bulunanlar: ***** «..Yeminlerinizin bağladığı kimselere hisselerini verin..» (33.) âyeti, ***** «..Rahim sahipleri (akraba olanlar), Allah'ın Kitabına göre birbirlerine (vâris olmağa) daha yakındırlar..» (Enfal, 75.) âyetiyle neshedilmiştir. ***** (Nisâ, 8.) âyetinin mensûh olduğu söylendiği kadar, mensûh olmadığı da söylenir. Fakat bu âyetle fazla amel edilmemiştir. ***** «..fuhuş yapanlara karşı.» (Nisâ, 15.) âyeti, Nûr, 2. âyetiyle neshedilmiştir. Mâide sûresinde bulunanlar: ***** «..ne haram aya..» (2.) âyeti, aynı aydaki kıtali mubah kılan âyetle mensûhtur. ***** «..Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..» (42.) âyeti, aynı sûredeki ***** «Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet..» (49.) âyetiyle neshedilmiştir. ***** «..sizin dışınızdan iki kişi..» (106.) âyeti, ***** «..sizden adaletli iki kişiyi şahit tutun..» (Talak, 2.) âyetiyle neshedilmiştir. Enfal sûresinde bulunanlar: ***** «..eğer sizden sabırlı yirmi kişi olursa..» (65.) âyeti, kendinden sonraki 66. âyetle neshedilmiştir. Tevbe sûresinde bulunanlar: ***** «Gerek hafif, gerek ağır olarak (isteyerek veya istemeyerek) savaşa çıkın..» (41.) âyeti, ***** «Köre güçlük yoktur..» (Nûr, 61.) âyetiyle, ***** «Düşkünlere güçlük (günah) yoktur..» (91.) âyeti, aynı sûredeki ***** «Bütün Müslümanların toptan harbe iştirakleri doğru değildir..» (122.) âyetiyle neshedilmiştir. Nûr sûresinde bulunanlar: ***** «Zina eden erkek, zina eden kadından.. başkası ile evlenemez..» (3.) âyeti, ***** «İçinizden bekarları.. evlendirin..» âyeti ile neshedilmiştir. ***** «..köleleriniz.. sizden izin alsınlar..» (58.) âyetini Bazı ulema mensûh sayarken, Bazıları da mensûh değildir, demişlerdir. Fakat fukaha, bununla fazla amel etmemiştir. Ahzâb sûresinde bulunanlar: ***** «..sana..kadınlar helal değildir..» (52.) âyeti ***** «..biz ücretlerini verdiğin eşlerini.. sana helal kıldık.» âyetiyle neshedilmiştir. Mücadele sûresinde bulunanlar: ***** «..Peygamberle hususi olarak konuşacağınızda.. verin..» (12.) âyeti, kendisinden sonraki 13. âyetle neshedilmiştir. Mümtehine sûresinde bulunanlar: ***** «..ganimetten, eşleri giden Mü’min erkeklere harcadıklarının mislini verin..» (Mümtehine, 11.) âyetinin seyf âyeti veya ganimet âyetiyle mensûh olduğu söylenirse de, bir görüşe göre mensûh değil, muhkem âyettir. Müzzemmil sûresinde ise, ***** «Geceleyin kalk (namaz kıl); yalnız birazında (uyu) âyeti, sûrenin son âyeti ile neshedilmiştir, denirken bu son âyetin de beş vakit namazla ilgili âyetle neshedildiği söylenir. Bazılarında ihtilaf edilmekle beraber, yukarıda verdiğimiz mensûh âyetlerin sayısı 21 dir. Bunlar dışında mensûh âyetler bulunduğunu iddia etmek doğru değildir. İstizan ve ganimet taksimi ile ilgili âyetlerde nesih olmadığına dair sahih kavle bakılırsa, mensûh âyet sayısı 19 olur. İbn-i Abbâs'ın ***** «..Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır..» (Bakara, 115.) âyetinin ***** «..(Bundan böyle) yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir..» (Bakara, 144.) âyetiyle mensûh olduğuna dair rivâyeti dikkate alınacak olursa, mensûh âyet sayısı 20 de kalmış olur. Bunları beyitler halinde, aynen aşağıdaki gibi nazmettim:
Tilâvetin baki kalıp, hükmün kaldırılması iki şekilde açıklanabilir. a- Kur’ân-ı Kerîm, hükümleri öğrenip onlarla amel etmek için okunduğu gibi, Allah kelâmı olduğundan, sevaba nail olmak için de okunur. Bu yüzden, mensûh ayetin hükmü kaldırılmasına rağmen, tilâveti baki kalmıştır. b- Nesihde umumiyetle kullara kolaylık sağlama gayesi bulunduğundan, zor olan hükümler kaldırılmış, Allah'ın bu nimetini hatırlamak üzere, neshedilen ayetin tilâveti baki kalmıştır. Kur’ân'da mevcut nâsih ayetler, cahiliye devrinde İslâm'dan önceki dinlerde veya İslâm'ın ilk günlerindeki bazı hükümlerle ilgilidir. Bu yüzden, nâsih ayetlerin sayısı da azdır. Bunlar; kıblenin değiştirilmesi, aşûra orucu yerine ramazan orucu tutulması gibi hususlardır. Bunları Cem'ul-Cevâmi adlı esere yazdığım şerhde ayrı ayrı ele aldım. b- Nâsih-Mensûhla İlgili Bazl Meseleler4099 Bazı ulema; Kur’ân'da mevcut nâsih ayetler tertipte, mensûh ayetlerden sonra nâzil olduğunu, ancak Bakara süresindeki iddet ayeti ile, Ahzab sûresi 52. ayetinin böyle olmadığını söyler. Bazıları buna üçüncü bir âyet ilâve etmişlerdir. Bu âyet, Haşr sûresinin 7. ayetidir. Bazı Ulemaya göre Enfal sûresinin 41. ayeti, bu ayeti neshetmiştir. Bazıları buna bir dördüncüsünü ilâve etmişlerdir ki bu da "onların mallarından artanı al" mealindeki A'raf sûresi 199. ayetidir. Bu ayetin, zekât ayeti ile neshedildiği söylenir. İbnu'l-Arabî şöyle der: Kur’ân-ı Kerîm'de, küffârdan sakınmayı, kaçmayı, uzaklaşmayı, onlarla münasebette bulunmayı emreden bütün ayetler, seyf âyetiyle neshedilmiştir. Bu âyet, Tevbe sûresi 5. âyettir. Kur’ân'ın 124 âyeti bu seyf âyetiyle neshedilmişse de, âyetin son kısmı ile, ilk kısmı da neshedilmiştir. İbnu'l-Arabî, yukarıdaki sözüne şunu da ilâve eder: A'raf Sûresinin 199. ayeti, "Sen af yolunu tut." ile "Ve cahillere aldırış etme." kısmına nesh girdiği halde, âyetin ortasındaki "İyiliği emret." kısmının muhkem âyet hükmünde olması, neshin dikkate değer yönlerinden biridir. Dikkate değer yönlere bir başka misal de Mâide Sûresi 105. âyettir. Bu âyetin son kısmı nâsih, ilk kısmı da mensûhtur. Bunun bir benzeri, Kur’ân'da mevcut değildir. Emri bi'l-ma'rûf, nehyi ani'l-münker mânasını taşıyan "Siz doğru yolda olursanız" kısmı, "Siz kendinizi koruyun" kısmını neshetmiştir. Saîdî şöyle der: Ahkâf sûresinin 9. ayeti nüzûlünden 16 sene sonra Hudeybiye Müsâlahası sırasında nâzil olan Fetih sûresinin ilk ayetiyle neshedilmiştir. Hiç bir âyet, bu kadar uzun süreden sonra neshedilmemiştir. Hibetullah b. Selâme ed-Darir ***** (İnsan, 8.) âyetinde şöyle der: 'Bu âyette neshedilen ***** kelimesidir. Bununla, müşriklerden alınan esirler kasdedilmektedir. A'ma olan bu zat, ***** kelimesinin «müşrikleri kapsamadığını yani, âyetin mensûh olduğunu» ifade edince kızı bu görüşün hatalı olduğunu söyledi. Babası neden yanlış, diye sorunca kızı Müslümanlar, kimseyi acından öldürmez, diye cevap verdi. Şeyzele, «el-Burhan» adlı eserinde şöyle der: Nâsih âyetin neshi caizdir. Bu durumda nâsih âyet mensûh olur. ***** «Sizin dininiz size, benim ki bana.» (Kâfirûn, 6.) âyetini, ***** «..müşrikleri öldürün..» (Tevbe, 5.) âyetinin neshetmesi, bu âyeti de ***** «..kendi elleriyle cizye verene kadar..» (Tevbe, 29.) âyetiyle neshedilmesi, buna misaldir. Bu ifadeyi iki yönden değerlendirmemiz gerekir. Birincisi; bu konuda önceden bilgi vermiştik. İkincisi; ***** âyeti, ***** âyetini tahsis etmiş mensûh kılmamıştır. Buna misal, Müzzemmil sûresinin son âyetidir. Bu âyet, sûrenin ilk kısmını neshetmiştir, kendisi de, namazların farziyetini belirten âyetle neshedilmiştir. Buna bir diğer misal de ***** (Tevbe, 41.) âyetidir. Bu âyet, müşriklerle münasebette bulunmayı yasaklayan âyetleri neshetmiş, özür ifade eden âyetlerle de neshedilmiştir. Ebû Ubeyd, Hasanu'l-Basri ve Ebû Meysere'nin şöyle dediğini rivâyet eder: Mâide sûresinde mensûh âyet yoktur. Buna rağmen «Mustedrek» sahibinin İbn-i Abbâs'dan yaptığı rivâyette bir müşkil bulunmaktadır. İbn-i Abbâs'a göre ***** «..ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..» (Mâide, 42.) âyeti, ***** «..aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet..» (Mâide, 49.) âyeti ile neshedilmiştir. Ebû Ubeyd ve diğer ulema, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Kur’ân'da neshedilen ilk âyet, kıblenin tahvili âyetidir. Ebû Dâvud, başka bir tarik ile İbn-i Abbâs'dan şu rivâyeti nakleder: Kur’ân'da neshedilen ilk âyet, kıble âyetidir. Sonrada aşura orucudur. el-Mekki ise şunları söyler: Bu durumda, Mekke'de nâzil olan âyetlerde nâsih vaki olmamıştır. Fakat bir rivâyete göre, nâsih âyetler mevcuttur. Gâfir sûresinin ***** «Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler, O'na inanırlar ve Mü’minler için (şöyle) mağfiret dilerler:..» (Mü’min, 7.) âyeti, ***** «Melekler ise Rablerini överek tesbih eder ve yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlanma dilerler..» (Şûrâ, 5.) âyetini neshetmiştir. Bu konuya en uygun olan nesih, Müzzemmil sûresinin ilk âyetlerinin, son âyetleriyle, son âyetlerin de beş vakit namazın farziyetini getiren âyetle neshedilmesidir. Bu sûreler, ittifakla Mekke'de nâzil olan sûrelerdir. c- Nâsih-Mensûh'un şartları4112 İbnu'l-Hassar şöyle der: Neshin kabul edilebilmesi için ya Resûlün, ya da Sahâbe'nin ***** bu âyet, şu âyeti neshetti, şeklindeki açık ifadesi bulunmalıdır. Fakat bir âyetin nâsih-mensûh oluşunda ihtilaf mevcutsa, bu âyetin nüzûl sırasına bakılır, buna göre hüküm verilir. Nesih konusunda sahih bir nakil, iki âyet arasında açık bir zıtlık bulunmadıkça, ne müfessirlerin kavline, ne de müçtehidlerin içtihadına itimad edilir. Çünkü nesih, bir hükmün kalkması, yerine Resûlüllah'ın zamanında takarrür eden bir hükmün gelmesi demektir. Bu da, rey ve içtihaddan ziyade, sahih nakil ve nüzûl sırasına bağlıdır. Ulema bu konuda farklı görüşlere sahiptir. Bir kısmı, udul vasfını taşıyan birinin nesih konusunda verdiği haberi kabul etmezken, diğer bir kısmı, müfessir veya müçtehidin haberini yeterli görür. Fakat gerçek olan, her iki görüşün hilafıdır. 3) Hükmü baki, tilâveti mensûh olan âyetler4116 Neshin kısımlarından üçüncüsü; hükmü baki, tilâveti mensûh olan âyetlerdir. Bazı ulema, hükmün baki kalmasına karşılık, tilâvetin kaldırılmasındaki hikmetin ne olduğu, âyetin hükmüyle amel edip tilâvetinden hasıl olan sevabı birleştirmek gayesi ile, tilâvetin baki kalmasının daha iyi olup olmayacağı konusunda bazı sorular yöneltmişlerdir. «Fununu'l-Efnan» müellifi İbnu'l-Cevzi, bunu şöyle cevaplandırır. Bundaki hikmet; Müslümanların kendilerine emredilen hususlarda herhangi araştırmaya gitmeksizin, zan yoluyla, hayırlı işlerde ne ölçüde yapışıp itaat edeceklerini ortaya çıkarmaktır, İbrahim (aleyhisselâm)ın, vahyin en alt mertebesi olan, uykuda oğlunu kurban ettiğini görmesi üzerine, bunu derhal uygulamaya koyması gibi, Müslümanlar da emredildikleri şeyleri derhal uygularlar. Bu hikmeti gösteren misaller pek çoktur. Ebû Ubeyd, İsmail b. İbrahim'den, o Eyyub'den, o Nafi'den, o da İbn-i Ömer'den, şöyle dediğini rivâyet eder: Sizden biriniz Kur’ân'ı bütünüyle biliyorum demesin..Kur’ân'ın bazı âyetleri neshedildiğinden, tamamını nasıl bilebilir? Bu yüzden, Kur’ân'da mevcut olanın hepsini biliyorum demesi, daha uygundur. Ebû Ubeyd; İbn-i Ebî Meryem, o Ebû Lehia'dan o Ebû'l-Esved'den, o Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den, o da Hz Âişe'den, şöyle dediğini rivâyet eder: Ahzab sûresi nâzil olunca, Resûlün sağlığında 200 âyetten ibaretti. Bu sûreden pek çok âyetin neshedilmesi sonucu, Hazret-i Osman zamanındaki Kur’ân'ın teksiri sırasında, bugün mevcut olan âyet sayısı kadarıyla yazılmıştır. Ebû Ubeyd; İsmail b. Cafer'den, o Mübarek b. Fudale'den, o Asım b. Ebî Necud'dan, o da Zerru'bnu Hubeyş'den, şöyle dediğini rivâyet eder. Ubeyy b. Ka'b bana şöyle dedi; Ahzâb sûresi kaç âyettir? Ben de, 72 veya 73 âyettir, cevabını verdim. Ubeyy: Bu sûre, Bakara sûresine muadildi, recm âyetini bile bu sûrede okurduk, deyince, recm âyeti nedir, diye sordum. Ubeyy bu âyeti ***** Evli erkek ve evli kadın zina ederlerse, Allah'tan bir ceza olmak üzere onları recmedin. Allah aziz ve hakimdir, şeklinde okudu. Ebû Ubeyd; Abdullah b. Salih'den, o Leys'den, o Halid b. Yezid'den, o Said b. Ebî Hilal'den, o Mervan b. Osman'dan, o Ebû Umame b. Sehl'den, o da teyzesinden, şöyle dediğini rivâyet eder. Resûlüllah bize recm âyetini; ***** Yaşlı erkek ve kadını tattıkları lezzetten dolayı cezalandırın, şeklinde okumuştu. Ebû Ubeyd; Abdullah b. Salih'den, o Hişam b. Sa'd'dan o Zeyd b. Eşlem' den, o Ata b. Yesar'dan, o da Ebû Vâkıd Leysi'den, şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah'a vahiy indiğinde kendisine uğrar, inen vahyi öğrenirdik. Bir gün aynı maksatla yanına uğradığımda bana: Allah şöyle buyuruyor diyerek: ***** Biz malı insanoğluna namazını kılması, zekatı vermesi için verdik; ama ademoğlunun bir dere dolusu malı (kasası kesesi dolu) olsa ikincisini ister, onu da elde etse üçüncüsünü elde etmeye bakar. Ademoğlunun (muhteris) gönlünü topraktan başka birşey doldurmaz. Şu kadar ki (ihtirastan nefret edip) tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder, şeklinde okudu. Hâkim, Müstedrek'inde, Ubeyy b. Ka'b'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah bana şöyle dedi: Allahü teâlâ bana, Kur’ân'ı sana okumamı emretti. Sonra ***** «Kitap ehlinden ve putperestlerden olan inkârcılar ...vazgeçecek değillerdi.» (Beyyine, 1.) ile başlayan sûreyi okuyarak şunları ilâve etti: ***** İnsanoğlu bir dere dolusu mal mülk isteyip bu isteğini elde etse, bir ikincisini ister, onu da elde etse, üçüncüsünü ister. İnsanoğlunun aç gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. Şu kadar ki (bu ihtirası bırakıp) tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder. Allah yanında değeri olan kişi, ne Yahudi, ne de Hıristiyan'dır; ancak muvahhid kişidir. Ebû Ubeyd, Haccac'dan, o Hammad b. Seleme'den, o Ali b. Zeyd'den, o Ebû Harb b. Ebî'l-Esved'den, o da Ebû Musa'l-Eşari'den rivâyetle, şöyle dediğini nakleder: Tevbe sûresi uzunluğunda bir sûre nâzil olduysa da sonradan neshedildi. Ondan şu âyetler ezberlenmişti: İbn-i Ebî Hâtim, Ebû Musa'l-Eşari'nin şöyle dediğini nakleder: biz ***** ile başlayan sûrelerden birine benzer miktarda bir sûre okumuşsak da, bundan ancak şu âyet aklımızda kaldı: Ey Mü’minler, yapmayacağınız şeyleri söylemeyin, bu tür işleriniz şahit olarak boynunuza (amel defterinize) yazılır da kıyamet gününde bundan dolayı hesap vermek zorunda kalırsınız. Ebû Ubeyd; Haccac'dan, o Said'den, o Hakem b. Uteybe'den. o da Adiy b. Adiy'den şöyle dediğini rivâyet eder: Adiy, Hazret-i Ömer bize ***** Babalarınıza özenti duymayın, onlara özenti duyarsanız kâfir olursunuz, âyetini okumuştu. Bunu Zeyd b. Sabite sordum. O da âyetin böyle olduğunu doğruladı. Ebû Ubeyd, İbn-i Meryem'den, o Nâfi b. Ömer el-Cumahi'den, o İbn-i Ebî Muleyk'den, o Misver b. Mahreme'den rivâyetle, şöyle dediğini nakleder: Hazret-i Ömer, AbdurRahmân b. Avfa; ***** Önceki cihadınız gibi cihad edin, âyetini biz duymadık, acaba sen duydun mu? diye sorar. O da; bu âyet, Kur’ân'da neshedilen âyetlerden biriydi, cevabını verir. Ebû Ubeyd; İbn-i Ebî Meryem'den, o İbn-i Lehia'dan, o Yezid b . Âmiri'l-Mugâferi'den, o Ebû Sufyani'l-Kelali'den rivâyetle, Mesleme b. Mahled el-Ensârî'nin şöyle dediğini nakleder: Bana, Mushaf'da yazılmayan iki âyeti söyler misiniz? diye sordu. Yanlarında Ebû Kennud Said b. Mâlik olduğu halde, buna cevap vermediler. Bunun üzerine Mesleme şunları okudu: İman edip, hicret eden, mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimseleri; sizsiniz saadete, mutluluğa erecek olanlar, diye müjdeleyin. Hicret eden bu Müslümanları barındıran, onlara yardımcı olan, Allah'ın sevmediği bir topluluğa karşı onlarla beraber mücadele eden bu topluluğa, yaptıklarına karşılık olmak üzere saklanan (hazırlanan) müjdeyi hiç kimse bilemez. Taberânî «es-Sünenu'l-Kebir»inde İbn-i Ömer'den şöyle dediğini rivâyet eder: Sahâbe'den iki kişi Resûlüllah'tan bir sûre ezberlemişlerdi. Aradan bir süre geçtikten sonra, bir gece namaz kılarken, bu sûreyi okumak istediler. Fakat sûreyi tam olarak okuyamadılar. Sabahleyin Resûl'e uğrayıp durumu anlatınca Resûlüllah; bu sûre, neshedilen sûrelerdendir, üzerinde durmayınız buyurdu. Buhârî ve Müslim, Bi'ri Maune vak'ası ile ilgili Enes'den, bu vak'ada ölenlerin katillerine Resûlüllah'ın beddua etmesi ve buna dair bir rivâyeti nakleder. Bu rivâyete göre Enes; bunlar hakkında âyet nâzil olmuş, biz de bunu neshedilinceye kadar okumuştuk, demiş, neshedilen âyetin şu şekilde olduğunu söylemiştir. Kavmimize haber verin ki biz Rabbimize kavuştuk; O bizden razı oldu, ve bizi mükâfatlandırdı. Hâkim «Müstedrek»inde Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivâyet eder: Okuduğunuz nedir? diye sorduğumda bana; Tevbe sûresinin dörtte birini okuyoruz, dediler. Huseyn b. Munadi, «en-Nâsih ve'l-Mensûh» adlı eserinde şöyle der: Kur’ân'da metni neshedilip mânası hâlâ akıllarda kalan iki sûre vardır ki bunlar; vitr namazında okunan iki Kunut sûreleridir. Bu iki sûreye Hal' ve Hafd sûreleri denilir. 3- Yukarıdaki Rivâyetlerin Değerlendirilmesi4133 Kadı Ebû Bekr İbnu'l-Arabi, «el-İntisar» adlı eserinde, bu nevi neshe itiraz eden Bazı ulemanın görüşlerini nakleder. Bu konuda rivâyet edilen haberler, âhâdi haberlerdir, Kur’ân'ın nüzûlü veya neshinde kesin delil sayılamazlar. Ebû Bekri'r-Razi meseleyi bir başka yönden alarak şunları söyler: Metnin ve tilâvetin neshi, Allah'ın ancak, insanlara bunu unutturması, zihinlerden silinmesi, Mushafa yazılıp tilâvetinden kaçınılmasını emretmesi ile mümkündür. Böylece; ***** «Doğrusu bu hükümler ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde de vardır.» (A'la, 18-19.) âyetlerinde zikri geçen önceki semavi Kitaplarda olduğu gibi, metinle birlikte tilâveti de zamanla unutulur gider. Böyle bir nesih, ya Resûlüllah zamanında zihinlerden silinmiş, ya da vefatlarından sonra kıraatı devam etmiş, zamanla Allahü teâlâ insanlara bunu unutturmuştur. Resûlün vefatından sonra Kur’ân'dan herhangi bir âyetin neshi, caiz değildir. Zerkeşî «el-Burhân» adlı eserinde Hazret-i Ömer'in: Eğer insanlar Ömer, Allah'ın Kitab'ına ilâvede bulundu diye konuşmayacaklarını bilseydim, recm âyetini Kur’ân'a yazardım, sözünü şöyle açıklar, recm âyetinin Kur’ân'a yazılması caizdir, fakat dedikodudan korkması bunu engellemiştir. Esasta caiz olan, bazı dış tesirlerden dolayı, caiz olmaktan çıkar. Kitabet caiz olsaydı, âyetin yazılması gerekirdi. Çünkü âyetler bu şekilde yazılırdı. Denilir ki; mensûh olan bu âyetin tilâveti baki kalsaydı Hazret-i Ömer, insanların sözünü dikkate almaksızın bunu yazardı. Zira insanların sözü bir mani teşkil etmez. Kısacası bu husus, müşkil bir mesele olarak kalmıştır. Hazret-i Ömer bu haberin, âhâdi haber olacağı inancındaydı. Bu nevi haberle hüküm sâbit olsa bile, Kur’ân metninin sabit olduğu söylenemez. Bu bakımdan İbn-i Zafer «el-Yenbu' fi'tefsir» adlı esrinde böyle bir görüşü reddetmiş, bunu tilâveti neshedilen âyetlerden saymış, haberi vâhidle Kur’ân'ın tesbit edilemeyeceğini söylemiştir. Aynca bunun, nesih değil, münse (unutturulmuş âyet) olduğunu, her ikisinin aynı mânada zannedildiğini, halbuki aralarında fark olduğunu, hükmü bilinip tatbiki tehir edilen lâfza münse dendiğini belirtir. «Belki Hazret-i Ömer bu haberin âhâdi olduğu inancındaydı» sözü, doğru değildir. Şurası kesin olarak bilinmektedir ki Hazret-i Ömer bunu Resûlüllah'dan öğrenmiştir. Hâkim, Kesir b. Sâmid'den yaptığı rivâyette, şöyle dediğini nakleder: Zeyd b. Sabit ve Said b. Âs, Mushaf'ın tertibi sırasında recm âyeti ile karşılaşınca Zeyd; Resûlüllah'ın ***** Evli erkek ile evli kadın zina ederlerse, onları recmedin, dediğini işittim cevabını verir. Hazret-i Ömer ise; bu âyet nâzil olunca Resûlüllah'a geldim. Bunu âyet olarak yazayım mı deyince Resûlüllah Ömer'in bu teklifini pek hoş karşılamadı. Bunun üzerine Ömer; yaşlı ve evli olmayan bir erkek zina ederse kırbaçlanır, genç ve evli olan bir erkek zina ederse recm edilir, demiştir. İbn-i Hacer «Şerhu'l-Minhac»ında şöyle der: Bu hadisden anlaşıldığına göre, âyetin tilâvetindeki neshin sebebi, zâhirine bakmaksızın umum manasıyla amel edilmesidir. Bu hususla ilgili şu açıklamada bulunmak isterim: Hatırıma güzel bir fikir geldi. Tilâvetin neshindeki sebeb, neshedilen âyetin hükmü baki kalmakla beraber, Mushafta yer almayışı ve tilâvetinin şöhret bulmayışı sebebiyle, Müslümanlara kolaylıktır. Çünkü neshedilen âyetin taşıdığı hüküm, Kur’ân'da mevcut olan hükümlerin en zoru, en şiddetlisi ve cezaların en ağırıdır. Mensûh olan bu âyette, kusurları kapatmanın mendup olduğuna işaret edilmektedir. Nesâî'nin rivâyet ettiğine göre Mervan b. Hâkim, Zeyd b. Sabit'e şöyle demiştir: Bu âyeti Mushaf'a yazmadın mı? Bunun üzerine Zeyd; iki evli gencin recmedildiklerini duymadın mı? Biz önceden söylediğimizde Hazret-i Ömer; bu hususta gerçeği size bildiririm, demişti. Hazret-i Ömer meseleyi Resûlüllah'a açıp, ya Resûlüllah, recm âyetini yazabilir miyim? diye sordu. Resûlüllah da, yazamazsın cevabını verdi. Hazret-i Ömer'in bu âyeti yazabilir miyim sözü, âyeti yazmama müsaade et, veya bu imkanı bana tanı, mânasındadır. İbn-i'd-Durays «Fedâilu'l-Kur’ân» adlı eserinde Ya'la b. Hâkim tarikıyla Zeyd b. Eslem'den yaptığı rivâyette Hazret-i Ömer'in, bir hutbesinde şöyle dediğini nakleder: Recm hususunda şikayette bulunmayın. Çünkü o bir gerçektir. Bu âyeti Mushaf'a yazmayı arzuladığımda Ubey b. Ka'b'a sordum ondan şu cevabı aldım; Resûlüllah'dan bu âyeti okumasını istediğim zaman, sen bana geldin, göğsümü iterek; bunlar merkepler gibi birleşirken Resûlüllah'a recm âyetini mi okutacaksın, dememiş miydin! Bu haberin şerhinde İbn-i Hacer şöyle der. Burada üzerinde ihtilaf edilen tilâvetin neshindeki sebebin izahına işaret vardır. İbnu'l-Hassar, bu nevi nesih hakkında şöyle der: ***** «Herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır, veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını, veya onun benzerini getiririz.» (Bakara, 106.) âyetine rağmen, mukabili olmaksızın nesih nasıl mümkün olur? Halbuki bu âyet, ihtilaf kabul etmeyen kesin bir haberdir, şeklinde sorulacak olursa, buna şu karşılık verilir, Kur’ân'da mevcut olup neshedilmeyen her âyet, tilâveti neshedilen âyetlerin yerini tutmaktadır. Şu anda bilmediğimiz, Allah'ın neshettiği her âyet, bildiğimiz, lâfzı ve manasıyla bize mütevatiren ulaşan bir âyetle değiştirilmiştir. |