FECR SURESİ

[ 089.001 ] ( KK )

وَالْفَجْرِ ﴿ ١ ﴾

[ 089.001 ] ( MŞ )

Yemin olsun fecr(-i sâdıka/tan yerinin ağarmasına/sabâh)a,

[ 089.001 ] ( AY )

Kasem olsun sabaha,

[ 089.001 ] ( EO )

Kasem olsun ki fecre.

[ 089.001 ] ( ES )

Andolsun fecre.

[ 089.001 ] ( NQ )

By the dawn;

[ 089.002 ] ( KK )

وَلَيَالٍ عَشْرٍ ﴿ ٢ ﴾

[ 089.002 ] ( MŞ )

(Zi'l-hicce ayından ilk) on geceye (veya Ramazan ayının son on yahut Muharrem ayının ilk on gecesine),

[ 089.002 ] ( AY )

(Zi’l-Hicce ayından ilk) on geceye,

[ 089.002 ] ( EO )

Ve leyâli aşre.

[ 089.002 ] ( ES )

On geceye (Zilhicce ayının ilk on gecesine).

[ 089.002 ] ( NQ )

By the ten nights (i.e. the first ten days of the month of Dhul-Hijjah),

[ 089.003 ] ( KK )

وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ ﴿ ٣ ﴾

[ 089.003 ] ( MŞ )

(Yaratılan bütün varlıklardan) çifte ve teke (veya yaratılanla Yaratan’a yahut unsurlara, göklere, burçlara, gezegenlere yahut da Zi’l-hicce’nin onuncu [Kurban] günü ile dokuzuncu [Arefe] gününe), 

[ 089.003 ] ( AY )

(Yaratılan bütün eşyadan) çifte ve teke,

[ 089.003 ] ( EO )

Ve şef'ü vetre

[ 089.003 ] ( ES )

Çifte ve teke.

[ 089.003 ] ( NQ )

And by the even and the odd (of all the creations of Allah).

[ 089.004 ] ( KK )

وَاللَّيْلِ إِذَا يَسْرِ ﴿ ٤ ﴾

[ 089.004 ] ( MŞ )

Gelip geçen (yürüyüp gittiği zaman) geceye (veya Kadir gecesine), 

[ 089.004 ] ( AY )

Geçib gittiği zaman geceye ki,

[ 089.004 ] ( EO )

Ve geceye: geçeceği sıra.

[ 089.004 ] ( ES )

Gitmekte olan geceye.

[ 089.004 ] ( NQ )

And by the night when it departs.

[ 089.005 ] ( KK )

هَلْ فِي ذَلِكَ قَسَمٌ لِذِي حِجْرٍ ﴿ ٥ ﴾

[ 089.005 ] ( MŞ )

Bunlarda akıl sâhibi (olanlar) için birer kasem (yemin) vardır, değil mi? (Bunların hepsine yemin olsun ki, kâfirler mutlaka azâba uğrayacaklardır!)

[ 089.005 ] ( AY )

Muhakkak bunlarda, akıl sahibi bir kimse için, bir ikna kuvveti vardır (ki inkârcılar azaba uğratılacaklardır).

[ 089.005 ] ( EO )

Nasıl bunlarda bir akıl sahibi için bir kasem var değilmi?

[ 089.005 ] ( ES )

Nasıl, bunlarda bir akıl sahibi için yemin var değil mi?

[ 089.005 ] ( NQ )

There is indeed in them (the above oaths) sufficient proofs for men of understanding (and that, they should avoid all kinds of sins and disbeliefs, etc.)!

[ 089.006 ] ( KK )

أَلَمْ تَرَى كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍ ﴿ ٦ ﴾

[ 089.006 ] ( MŞ )

Görmedin (bilmedin) mi, Rabbinin (Hûd peygamberin kavmi olan) Âd’a ne yaptığını? 

[ 089.006 ] ( AY )

Görmedin mi, Rabbin nasıl (azap) etti (Hûd peygamberin kavmi) Âd’a:

[ 089.006 ] ( EO )

Görmedinmi rabbın nasıl yaptı Ade?

[ 089.006 ] ( ES )

Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine?

[ 089.006 ] ( NQ )

Did you (O Muhammad ( )) not see (thought) how your Lord dealt with 'Ad (people)?

[ 089.007 ] ( KK )

إِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِ ﴿ ٧ ﴾

[ 089.007 ] ( MŞ )

O direkler (gibi uzun boylu veya direkler üzerine yapılmış yüksek binaların, köşklerin) sâhibi İrem1 (halkına, yani Âd kavmin)’e,
1 İrem, Âd kavminin diğer bir adı veya belde/şehir ismidir.

[ 089.007 ] ( AY )

O direk gibi (uzun boylu insanlardan ibaret) İrem kavmine?

[ 089.007 ] ( EO )

İreme zâtil'imâde.

[ 089.007 ] ( ES )

Sütunlar sahibi İrem'e?

[ 089.007 ] ( NQ )

Who were very tall like lofty pillars,

[ 089.008 ] ( KK )

اَلَّتِي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلاَدِ ﴿ ٨ ﴾

[ 089.008 ] ( MŞ )

(O İrem halkı veya şehri) ki, ülkeler/şehirler içinde onun (o halk veya o şehir) gibisi (Hak teâlâ tarafından) yaratılmamıştı.
(İrem halkı, boylarının uzunluğu ve çok güçlü olmalarıyla meşhur idiler. Kişinin boyu, ortalama dörtyüz zira [192m.] olabiliyordu. Eğer büyük bir taşı alıp bir topluluk üzerine atmış olsa, onu helâk edebiliyordu.
Âd’ın oğlu Şeddâd, kral olunca, bütün dünyayı idaresi altına almıştı. Bu arada cennet sözünü duydu. Bunun üzerine, “Cennet gibi bir yer yapın.” diye emir verdi. Aden sahrâların­dan birinde üç yüz yıl içinde İrem şehrini kurdurdu. Şeddâd, dokuz yüz yıl yaşadı. Şehrin köşkleri altın ve gümüşten, sütunları zeberced ve yâkuttandı. Bu büyük şehirde her çeşit ağaç vardı. İçinde devamlı nehirler akardı.
Şehrin yapımı tamamlanınca, Şeddâd halkıyla birlikte oraya hareket etti. Şehre bir gün bir gecelik bir mesafe kalınca, Allahü teâlâ onlara, semâdan bir sayha [müthiş bir ses] gönderdi. Böylece onlar, orada helâk oldular. Bk. Râzî ve Kurtubî.)

[ 089.008 ] ( AY )

Öyle bir kavim ki, memleketler içinde (boy ve kuvvetçe), onun gibisi yaratılmamıştı.

[ 089.008 ] ( EO )

- Ki o beldeler içinde misli yaradılmamıştı. -

[ 089.008 ] ( ES )

Ki ülkeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.

[ 089.008 ] ( NQ )

The like of which were not created in the land?

[ 089.009 ] ( KK )

وَثَمُودَ الَّذِينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِ ﴿ ٩ ﴾

[ 089.009 ] ( MŞ )

Ve vâdi(ler)de kayaları oyan (muhkem evler, kaleler yapan) Semûd (kavmin)’e,

[ 089.009 ] ( AY )

(Nasıl azap etti) vadilerde kayaları oyan (ve böylece şehirler kuran) Semûd’a?

[ 089.009 ] ( EO )

Ve vâdîlerde kayaları kesen Semûde.

[ 089.009 ] ( ES )

Vâdide kayaları yontan Semud kavmine?

[ 089.009 ] ( NQ )

And (with) Thamud (people), who cut (hewed) out rocks in the valley (to make dwellings)?

[ 089.010 ] ( KK )

وَفِرْعَوْنَ ذِي الْأَوْتَادِ ﴿ ١٠ ﴾

[ 089.010 ] ( MŞ )

(İnsanları kazıklara bağlayarak işkence yapan) o kazıklar sâhibi (veya ordusu çok güçlü, çadırları bol olan) Fir'avn’e (nasıl azap gönderdiğini duymadın mı)?

[ 089.010 ] ( AY )

Kalabalık ordu sahibi Fir'avun’a?

[ 089.010 ] ( EO )

Ve o kazıkların sahibi Fir'avne.

[ 089.010 ] ( ES )

Kazıklar sahibi (güçlü, kuvvetli) Firavun'a?

[ 089.010 ] ( NQ )

And (with) Fir'aun (Pharaoh), who had pegs (who used to torture men by binding them to pegs)?

[ 089.011 ] ( KK )

اَلَّذِينَ طَغَوْا فِي الْبِلاَدِ ﴿ ١١ ﴾

[ 089.011 ] ( MŞ )

(Bütün) bunlar (Âd, Semûd ve Fir'avn kavimleri), memleketler(in)de (sınırı aşmış) azgınlık etmişlerdi.

[ 089.011 ] ( AY )

Bunlar o kimselerdi ki, memleketlerde azgınlık etmişlerdi.

[ 089.011 ] ( EO )

Onlar ki memleketlerde tuğyan etmişlerdi de.

[ 089.011 ] ( ES )

Bunlar ülkelerde azmışlardı.

[ 089.011 ] ( NQ )

Who did transgress beyond bounds in the lands (in the disobedience of Allah).

[ 089.012 ] ( KK )

فَأَكْثَرُوا فِيهَا الْفَسَادَ ﴿ ١٢ ﴾

[ 089.012 ] ( MŞ )

Şöyle ki: Oralarda fesâdı (küfrü, adam öldürmeyi ve zulmü) çoğaltmışlardı.

[ 089.012 ] ( AY )

Böylece oralarda fesadı çoğaltmışlardı.

[ 089.012 ] ( EO )

Onlarda fesadı çoğaltmışlardı.

[ 089.012 ] ( ES )

Oralarda çok bozgunculuk yapmışlardı.

[ 089.012 ] ( NQ )

And made therein much mischief.

[ 089.013 ] ( KK )

فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍ ﴿ ١٣ ﴾

[ 089.013 ] ( MŞ )

Bu yüzden Rabbin de onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.

[ 089.013 ] ( AY )

Onun için rabbin de üzerlerine bir azap kamçısı yağdırıverdi.

[ 089.013 ] ( EO )

Onun için rabbın da üzerlerine bir azâb kamçısı yağdırıverdi

[ 089.013 ] ( ES )

Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı.

[ 089.013 ] ( NQ )

So your Lord poured on them different kinds of severe torment.

[ 089.014 ] ( KK )

إِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِ ﴿ ١٤ ﴾

[ 089.014 ] ( MŞ )

Şüphesiz Rabbin, (kullarının bütün yaptıklarını her an görüp) gözetlemektedir.

[ 089.014 ] ( AY )

Şüphesiz ki Rabbin, (kullarının bütün yaptıklarını görüp) gözetleyendir.

[ 089.014 ] ( EO )

Şübhesizki Rabbın öyle mırsad ile gözetmektedir.

[ 089.014 ] ( ES )

Kuşkusuz Rabbin her an gözetlemededir.

[ 089.014 ] ( NQ )

Verily, your Lord is Ever Watchful (over them).

[ 089.015 ] ( KK )

فَأَمَّا الْاِنْسَانُ إِذَا مَا ابْتَلاَهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ ﴿ ١٥ ﴾

[ 089.015 ] ( MŞ )

Fakat (kâfir olan) insan, (dünya lezzetlerinden başka bir şeyle ilgilenmez. Bundan dolayı) ne zaman Rabbi onu, (zenginlik ve genişlikle) imtihan edip de ona (rutbeler, makamlar) ikram eyler, nimetler verirse, o zaman: “Rabbim beni üstün kıldı. der."

[ 089.015 ] ( AY )

Fakat insan, (dünya nimetlerini arar gözetir. Onun için) her ne zaman Rabbi, onu, (zenginlik ve genişlikle) imtihan edip de ona ikram eyler, nimetler verirse; o vakit: “ Rabbim bana ikram etti.” der.

[ 089.015 ] ( EO )

Amma insan, her ne zaman rabbı onu imtihan edip de ona ikram eyler, ona ni'metler verirse, o vakıt rabbım bana ikram etti der

[ 089.015 ] ( ES )

Ama insan, her ne zaman Rabbi onu sınayıp da ikramda bulunur, nimet verirse, "Rabbim bana ikram etti." der.

[ 089.015 ] ( NQ )

As for man, when his Lord tries him by giving him honour and gifts, then he says (puffed up): "My Lord has honoured me."

[ 089.016 ] ( KK )

وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلاَهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ ﴿ ١٦ ﴾

[ 089.016 ] ( MŞ )

Fakat ne zaman onu (fakirlikle) deneyerek rızkını daraltırsa, o zaman da: “Rabbim bana ihânet etti (beni zillete düşürdü).” der.

[ 089.016 ] ( AY )

Amma her ne zaman, onu imtihan edip de rızkını kendisine daraltırsa; o vakit de: “ Rabbim bana ihanet etti.” der.

[ 089.016 ] ( EO )

Amma her nezaman da imtihan edip rızkını daraltırsa o vakıt da rabbım bana ihanet etti der.

[ 089.016 ] ( ES )

Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa, o vakit de, "Rabbim beni zillete düşürdü." der.

[ 089.016 ] ( NQ )

But when He tries him, by straitening his means of life, he says: "My Lord has humiliated me!"

[ 089.017 ] ( KK )

كَلاَّ بَل لاَ تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ ﴿ ١٧ ﴾

[ 089.017 ] ( MŞ )

Hayır (iyilik zenginlikle, ihânet fakirlikle değildir. İyilik itâat, kötülük de isyân iledir). Doğrusu siz, (Allah'tan ikram bekliyorsunuz ama kendiniz) yetime ikram etmiyor (iyilik yapmıyor ve onun mirâs hakkını vermiyor)sunuz.

[ 089.017 ] ( AY )

Hayır, (iyilik zenginlikle, ihanet fakirlikle değildir. İyilik ve fenalık, itâat ve isyan iledir). Şüphesiz siz, yetime ikram etmezsiniz, (mirâs hakkını vermezsiniz).

[ 089.017 ] ( EO )

Hayır hayır doğrusu siz yetîme ikram etmiyorsunuz.

[ 089.017 ] ( ES )

Hayır hayır, doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.

[ 089.017 ] ( NQ )

Nay! But you treat not the orphans with kindness and generosity (i.e. you neither treat them well, nor give them their exact right of inheritance)!

[ 089.018 ] ( KK )

وَلاَ تَحَاضُّونَ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ ﴿ ١٨ ﴾

[ 089.018 ] ( MŞ )

Miskîne (yoksula) yedirmeğe birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.

[ 089.018 ] ( AY )

Miskini de yedirmeğe birbirinizi teşvik etmezsiniz.

[ 089.018 ] ( EO )

Ve bir birinizi miskîni ıt'ame teşvık eylemiyorsunuz.

[ 089.018 ] ( ES )

Birbirinizi yoksulu yedirmeye teşvik etmiyorsunuz.

[ 089.018 ] ( NQ )

And urge not on the feeding of AlMiskin (the poor)!

[ 089.019 ] ( KK )

وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ أَكْلاً لَمًّا ﴿ ١٩ ﴾

[ 089.019 ] ( MŞ )

Hâlbuki (size kalan) mirâsı, hak gözetmeden (helâl, haram demeden, kadın ve çocukları mahrum bırakarak) yiyorsunuz. 

[ 089.019 ] ( AY )

Mirâsı, helâl - haram demeden yersiniz.

[ 089.019 ] ( EO )

Halbuki mîrası öyle bir yiyiş yiyorsunuzki.

[ 089.019 ] ( ES )

Oysa mirası öyle bir yiyorsunuz ki, haram-helal gözetmeden.

[ 089.019 ] ( NQ )

And you devour inheritance all with greed,

[ 089.020 ] ( KK )

وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُبًّا جَمًّا ﴿ ٢٠ ﴾

[ 089.020 ] ( MŞ )

Malı (depolayacak derecede) pek çok seviyorsunuz.

[ 089.020 ] ( AY )

Malı da pek çok seversiniz.

[ 089.020 ] ( EO )

Yığmacasına.

[ 089.020 ] ( ES )

Malı öyle bir seviyorsunuz ki, yığmacasına.

[ 089.020 ] ( NQ )

And you love wealth with much love!

[ 089.021 ] ( KK )

كَلاَّ إِذَا دُكَّتِ الْأَرْضُ دَكًّا دَكًّا ﴿ ٢١ ﴾

[ 089.021 ] ( MŞ )

Hayır (böyle yapmayın!). Ne zaman ki yer, (yörüngesinden çıkıp depremlerle) parça parça dağılıp (dağlar ve tepeler) dümdüz (veya toz) hâl(in)e getirildiği zaman,

[ 089.021 ] ( AY )

Hayır, (bunların hiç biri uygun değildir). Ne zaman ki arz, çarpıla çarpıla toz duman edilir,

[ 089.021 ] ( EO )

Hayır hayır, Arz Ğdekken dekkâğ düzlendiği.

[ 089.021 ] ( ES )

Hayır hayır, yer birbiri ardınca sarsılıp dümdüz olduğu zaman,

[ 089.021 ] ( NQ )

Nay! When the earth is ground to powder,

[ 089.022 ] ( KK )

وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا ﴿ ٢٢ ﴾

[ 089.022 ] ( MŞ )

Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf (inip mertebe ve derecelerine göre dizildiği zaman, her şey ortaya çıkacaktır).

[ 089.022 ] ( AY )

Rabbinin emri gelip melekler saf saf dizilir;

[ 089.022 ] ( EO )

Ve rabbının emri gelip Melek Ğsaffen saffâğ dizildiği vakıt.

[ 089.022 ] ( ES )

Rabbinin emri gelip melekler sıra sıra dizildiği zaman,

[ 089.022 ] ( NQ )

And your Lord comes with the angels in rows,

[ 089.023 ] ( KK )

وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى ﴿ ٢٣ ﴾

[ 089.023 ] ( MŞ )

O gün cehennem getirilmiştir. O gün (kâfir olan) insan (yaptığı bütün günahları) hatırlayacak (ve tevbe edecek)tir. Fakat bu hatırlamanın (pişmanlık ve tevbenin) ona ne faydası var! (Artık kıyâmettedir.)
(Resûlüllah “aleyhisselâm” şöyle buyurur:
Kıyâmet günü cehennem, yetmiş bin dizgin/halat ile getirilir. Her dizginde, onu çeken yetmiş bin melek vardır. [Bk. Müslim, Cennet 29, (2842); Tirmizî, Cehennem.1, (2576)]. Cehennem dizginlerden kurtulmak isteyecektir. Eğer bırakılacak olsa, orada bulunan herke­si yakacaktır. Sonra benim önüme getirilecektir: “Ey Muhammed! Benim seninle ne ilgim olabilir? Şüphesiz Allah, senin etini bana haram kılmıştır." diyecektir. [Artık o esnâda nefsim, nefsim demeyen kimse kalmayacaktır. Ancak Muhammed “aleyhisselâm” müstesna. O “Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetim!” diyecektir.] Bk. Kurtubî.)

[ 089.023 ] ( AY )

Cehennem de o gün getirilip ortaya konur; o gün (kâfir) insan düşünür, fakat o düşünüp (gerçeği) anlamaktan ona ne fayda? (Artık düşünmek ona hiç bir fayda sağlayamaz).

[ 089.023 ] ( EO )

Ki Cehennem de o gün getirilmiştir, o insan o gün anlar, fakat o anlamadan ona ne fâide?

[ 089.023 ] ( ES )

Ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insan anlar. Fakat bu anlamanın ona ne yararı var?

[ 089.023 ] ( NQ )

And Hell will be brought near that Day. On that Day will man remember, but how will that remembrance (then) avail him?

[ 089.024 ] ( KK )

يَقُولُ يَالَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي ﴿ ٢٤ ﴾

[ 089.024 ] ( MŞ )

(Bu durumda o kâfir kişi şöyle) der: Ah, keşke ben (bu ebedî) hayatım için, önceden (dünyada) (sâlih ameller) yapmış olsaydım. 

[ 089.024 ] ( AY )

(O, şöyle) der: “ Ah, ne olurdu! Keşke ben (ebedî olan Âhiret) hayatım için, önceden (fâni dünyada) sâlih ameller yapmış olsaydım.”

[ 089.024 ] ( EO )

Ah der; nolurdu ben önce hayatım için (sağlığımda hayırlar) takdim etmiş olsa idim.

[ 089.024 ] ( ES )

"Keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim." der.

[ 089.024 ] ( NQ )

He will say: "Alas! Would that I had sent forth (good deeds) for (this) my life!"

[ 089.025 ] ( KK )

فَيَوْمَئِذٍ لاَ يُعَذِّبُ عَذَابَهُ أَحَدٌ ﴿ ٢٥ ﴾

[ 089.025 ] ( MŞ )

Artık o gün (Allah’ın veya Allah’ın emriyle zebânîlerin) azâbı gibi hiç kimse azap edemez. (Çünkü o gün emir, ancak Allah’a aittir.)

[ 089.025 ] ( AY )

Artık o gün, Allah’ın ettiği azabı kimse edemez;

[ 089.025 ] ( EO )

Artık o gün onun ettiği azâbı kimse edemez.

[ 089.025 ] ( ES )

Artık o gün Allah'ın edeceği azabı kimse edemez.

[ 089.025 ] ( NQ )

So on that Day, none will punish as He will punish.

[ 089.026 ] ( KK )

وَلاَ يُوثِقُ وَثَاقَهُ أَحَدٌ ﴿ ٢٦ ﴾

[ 089.026 ] ( MŞ )

O'nun vurduğu gibi kimse bağ (pranga) vuramaz.

[ 089.026 ] ( AY )

Ve O’nun vurduğu bağı kimse vuramaz.

[ 089.026 ] ( EO )

Ve onun vurduğu bağı kimse vuramaz.

[ 089.026 ] ( ES )

Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.

[ 089.026 ] ( NQ )

And none will bind as He will bind.

[ 089.027 ] ( KK )

يَاأَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ﴿ ٢٧ ﴾

[ 089.027 ] ( MŞ )

(Hak teâlâ, mü’min kimseye şöyle hitap eder:) Ey (îmanda sebat eden, yüce Allah’ın zikri ile her türlü şüpheden, tereddütten, kötü huy ve sıfattan arınarak) itminâne eren (yakîn ile huzura kavuşan) nefis!
(Onlar, îman edenler ve Allah’ın zikriyle gönülleri huzûr ve sükûne kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki, kalpler, ancak Allah’ın zikriyle yatışır ve huzur bulur. Bk. Ra’d 13/28)

[ 089.027 ] ( AY )

(Sonra Allah, mü'min kimseye şöyle buyurur): “Ey (îmanda sebat gösteren, Allah’ı anmakla huzura kavuşan) itâatkâr nefis!

[ 089.027 ] ( EO )

Ey o rabbına muti' olan nefsi mut'meinne

[ 089.027 ] ( ES )

Ey, Rabbine, itaat edip huzura eren nefis!

[ 089.027 ] ( NQ )

(It will be said to the pious): "O (you) the one in (complete) rest and satisfaction!

[ 089.028 ] ( KK )

اِرْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً ﴿ ٢٨ ﴾

[ 089.028 ] ( MŞ )

(Ölüm esnâsında veya öldükten sonra diriliş ânında ona: “Rabbin(in emrine, irâdesine, lütuf ve ihsanların)a dön!” (denilir). “Sen (O’nun verdiği sevap ve mükâfatlardan) râzı, O sen(in îman ve sâlih amellerin)den râzı olmuş olarak:”

[ 089.028 ] ( AY )

Dön Rabbine, (cennette sana hazırladığı nimetlere); sen O’ndan, (sana verdiklerinden ötürü) razı, O’da senden (îmanın sebebiyle) razı olarak...

[ 089.028 ] ( EO )

Sen dön o rabbına hem râdıye olarak hem merdıyye de.

[ 089.028 ] ( ES )

Hem hoşnut edici, hem de hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön.

[ 089.028 ] ( NQ )

Come back to your Lord, Well-pleased (yourself) and well-pleasing unto Him!
 

[ 089.029 ] ( KK )

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي ﴿ ٢٩ ﴾

[ 089.029 ] ( MŞ )

(Kıyâmet’te:) “Haydi gir (sâlih) kullarımın (dünyada iken benim dinimin taraftarları) arasına!”
(Biz onları elbette sâlihler arasına katacağız. Bk. Ankebût, 29/9)

[ 089.029 ] ( AY )

Haydi gir (Sâlih) kullarımın içine;

[ 089.029 ] ( EO )

Gir kullarım içine.

[ 089.029 ] ( ES )

Kullarımın arasına gir.

[ 089.029 ] ( NQ )

Enter you, then, among My honoured slaves,

[ 089.030 ] ( KK )

وَادْخُلِي جَنَّتِي ﴿ ٣٠ ﴾

[ 089.030 ] ( MŞ )

“Gir (onlarla birlikte) cennetime!” (denilir.)

[ 089.030 ] ( AY )

Gir cennetime...

[ 089.030 ] ( EO )

Gir Cennetime.

[ 089.030 ] ( ES )

Cennetime gir.

[ 089.030 ] ( NQ )

And enter you My Paradise!