NAZİAT SURESİ

[ 079.001 ] ( KK )

وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا ﴿ ١ ﴾

[ 079.001 ] ( MŞ )

(Kâfirlerin ruhlarını derinliklerden) boğarcasına (şiddetle) çekip çıkaran (melek)lere, 

[ 079.001 ] ( AY )

Kasem olsun, (kâfirlerin ruhlarını tâ) derinliklerden çekip şiddetle çıkaran meleklere;

[ 079.001 ] ( EO )

O daldırıp nez'edenlere.

[ 079.001 ] ( ES )

Andolsun şiddetle çekip çıkaranlara,

[ 079.001 ] ( NQ )

By those (angels) who pull out (the souls of the disbelievers and the wicked) with great violence;

[ 079.002 ] ( KK )

وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا ﴿ ٢ ﴾

[ 079.002 ] ( MŞ )

(Mü’minlerin ruhlarını) kolaylıkla, rıfk ile çekip alan (melek)lere, 

[ 079.002 ] ( AY )

(Mü'minlerin canlarını) o usulcacık çekenlere,

[ 079.002 ] ( EO )

Ve usulcacık çekenlere.

[ 079.002 ] ( ES )

Usulcacık çekenlere,

[ 079.002 ] ( NQ )

By those (angels) who gently take out (the souls of the believers);

[ 079.003 ] ( KK )

وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًا ﴿ ٣ ﴾

[ 079.003 ] ( MŞ )

(Allah’ü teâlâ’nın emriyle dalgıçlar gibi) yüzüp yüzüp giden (melek)lere, 

[ 079.003 ] ( AY )

(Dalgıçlar denizden inci çıkarır gibi,) yüzüp (mü'minlerin ruhlarını rahatça alarak) gidenlere,

[ 079.003 ] ( EO )

Ve yüzüp yüzüp gidenlere.

[ 079.003 ] ( ES )

Yüzüp yüzüp gidenlere,

[ 079.003 ] ( NQ )

And by those that swim along (i.e. angels or planets in their orbits, etc.).

[ 079.004 ] ( KK )

فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا ﴿ ٤ ﴾

[ 079.004 ] ( MŞ )

(Mü’minlerin ruhlarını cennete, kâfirlerinkini ateşe götürmekte) yarıştıkça yarışan (melek)lere, 

[ 079.004 ] ( AY )

(Mü'minlerin ruhlarını cennete, kâfirlerinkini ateşe götürmekte) koşup yarışanlara,

[ 079.004 ] ( EO )

Derken yarışıp geçenlere.

[ 079.004 ] ( ES )

Yarışıp geçenlere,

[ 079.004 ] ( NQ )

And by those that press forward as in a race (i.e. the angels or stars or the horses, etc.).

[ 079.005 ] ( KK )

فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا ﴿ ٥ ﴾

[ 079.005 ] ( MŞ )

(Her) işi tedbîr eden (yöneten) (melek)lere [nâziât, nâşitât, sâbihât, sâbikât ve müdebbirât’a] yemin olsun (ki, kıyâmet vardır. Öldükten sonra hepiniz dirilip hesâba çekileceksiniz.)
(Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde geçen 1.nâziât (şiddetle çekmek), 2.nâşitât (yavaşça çekmek), 3.sâbihât (yüzüp gitmek), 4.sâbikât (yarışıp geçmek), 5.müdebbirât (iş yönetmek) görevlerini yapanların melekler olduğu gibi fazîletli ruhlar ve gâziler olduğunu söyleyen Müfessirler de vardır. Ayrıca bu beş kelime, yıldızların [çeşitli şekillerdeki] hareketi ile tefsir dahi edilmektedir. Bk. Beydâvî, Kurtubî ve Râzî.) 

[ 079.005 ] ( AY )

Bir de (kullara ait) işi tedbir edenlere ki, (kıyâmet var, öldükten sonra dirilip hesaba çekileceksiniz).

[ 079.005 ] ( EO )

Derken bir emir çevirenlere kasem olsun ki (Kıyamet var).

[ 079.005 ] ( ES )

Derken bir iş çevirenlere kasem olsun (ki kıyamet var).

[ 079.005 ] ( NQ )

And by those angels who arrange to do the Commands of their Lord, (so verily, you disbelievers will be called to account).

[ 079.006 ] ( KK )

يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ ﴿ ٦ ﴾

[ 079.006 ] ( MŞ )

O gün râcife (sarsan/Sûr’a ilk üfürüş) şiddetle sarsar. 

[ 079.006 ] ( AY )

O gün (Sûra) ilk üfürüş şiddetle sarsacak,

[ 079.006 ] ( EO )

O gün ki sarsar râcife

[ 079.006 ] ( ES )

O gün deprem sarsar,

[ 079.006 ] ( NQ )

On the Day (when the first blowing of the Trumpet is blown), the earth and the mountains will shake violently (and everybody will die),

[ 079.007 ] ( KK )

تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ ﴿ ٧ ﴾

[ 079.007 ] ( MŞ )

Onu râdife (peşinden ikinci nefha/Sûr’a ikinci üfürüş) tâkip eder.
(İki nefha/iki Sûr arasında kırk yıllık bir süre vardır. Bk. Kurtubî.) 

[ 079.007 ] ( AY )

Onu ikinci üfürüş takib edecek.

[ 079.007 ] ( EO )

Onu velyeder o râdife.

[ 079.007 ] ( ES )

Onu ikinci bir sarsıntı izler.

[ 079.007 ] ( NQ )

The second blowing of the Trumpet follows it (and everybody will be raised up),

[ 079.008 ] ( KK )

قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ ﴿ ٨ ﴾

[ 079.008 ] ( MŞ )

O gün (kâfirlerin) kalpler(i) (yerinden hoplayacak derecede) titrer.

[ 079.008 ] ( AY )

(İnkârcı) kalpler, o gün ürperip hoplar yerinden;

[ 079.008 ] ( EO )

Yürekler o gün oynar kaygıdan

[ 079.008 ] ( ES )

Yürekler vardır, o gün kaygıdan hoplar.

[ 079.008 ] ( NQ )

(Some) hearts that Day will shake with fear and anxiety.

[ 079.009 ] ( KK )

أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ ﴿ ٩ ﴾

[ 079.009 ] ( MŞ )

Onların gözleri (korkudan) aşağı bakar.

[ 079.009 ] ( AY )

(Bu kalplerin sahiblerinin) gözleri, korkudan zillet içindedir.

[ 079.009 ] ( EO )

Gözleri kalkmaz saygıdan

[ 079.009 ] ( ES )

Gözler kalkmaz saygıdan.

[ 079.009 ] ( NQ )

Their eyes cast down.

[ 079.010 ] ( KK )

يَقُولُونَ أَئِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ ﴿ ١٠ ﴾

[ 079.010 ] ( MŞ )

(Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden o) kâfirler (alay ederek) şöyle derler: Biz mi, sahiden (öldükten sonra) eski (dünyadaki) hâl(imiz)e döndürüleceğiz?

[ 079.010 ] ( AY )

Kâfirler (dünyada öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederek) şöyle diyorlar: “ Biz mi, sahiden (öldükten sonra) evvelki hale döndürüleceğiz?

[ 079.010 ] ( EO )

Diyorlar ki: biz, gerçek döndürülecekmiyiz o hufrede

[ 079.010 ] ( ES )

Diyorlar ki: "Biz tekrar eski halimize mi döndürülecekmişiz?

[ 079.010 ] ( NQ )

They say: "Shall we indeed be returned to (our) former state of life?

[ 079.011 ] ( KK )

أَاِذَا كُنَّا عِظَامًا نَخِرَةً ﴿ ١١ ﴾

[ 079.011 ] ( MŞ )

Çürüyüp ufalanmış kemik(ler) hâline geldikten sonra (dirileceğiz), öyle mi?

[ 079.011 ] ( AY )

Çürüyüp ufalanmış kemikler olduğumuz zaman mı?”

[ 079.011 ] ( EO )

Ya' ufalanmış kemikler olduğumuz vaktı ha?

[ 079.011 ] ( ES )

"Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra ha?"

[ 079.011 ] ( NQ )

Even after we are crumbled bones?

[ 079.012 ] ( KK )

قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ ﴿ ١٢ ﴾

[ 079.012 ] ( MŞ )

(Mü’minlerle alay etmeye devam ederek) dediler ki: O hâlde bu (dirilme), hüsranlı (çok zararlı) bir dönüştür!

[ 079.012 ] ( AY )

(Mü'minlerle alay ederek) dediler ki: “ O hâlde bu (dirilme) hüsranlı bir dönüş!”

[ 079.012 ] ( EO )

O dediler: o halde husranlı bir dönüş

[ 079.012 ] ( ES )

"Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür." dediler.

[ 079.012 ] ( NQ )

They say: "It would in that case, be a return with loss!"

[ 079.013 ] ( KK )

فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ ﴿ ١٣ ﴾

[ 079.013 ] ( MŞ )

(Ey kâfirler, bunu zor ve uzak bir iş görmeyin,) muhakkak ki o, tek bir sayha (Sûr’a ikinci bir üfürülüşten, bir çığlık)tan ibârettir.

[ 079.013 ] ( AY )

(Ey kâfirler, bunu zor ve uzak bir iş görmeyin), muhakkak ki Sûra (son) üfürülüş, tek bir sayhadan ibarettir.

[ 079.013 ] ( EO )

Fakat o zorlu bir kumandadır.

[ 079.013 ] ( ES )

Fakat o bir tek haykırıştır.

[ 079.013 ] ( NQ )

But only, it will be a single Zajrah [shout (i.e., the second blowing of the Trumpet)]. (See Verse 37:19).

[ 079.014 ] ( KK )

فَإِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِ ﴿ ١٤ ﴾

[ 079.014 ] ( MŞ )

Bir de bakarsın (halkın) hepsi (diri olarak) toprağın üzerindedir. 

[ 079.014 ] ( AY )

Bir de bakarsın onlar hep kabirlerinden uyanmışlar, (bir araya toplanmışlar)...

[ 079.014 ] ( EO )

Bakarsın uyanmışlar hepsi meydandadır.

[ 079.014 ] ( ES )

Bir de bakarsın hepsi meydandadır.

[ 079.014 ] ( NQ )

When, behold, they find themselves over the earth alive after their death,

[ 079.015 ] ( KK )

هَلْ أتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى ﴿ ١٥ ﴾

[ 079.015 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) sana (peygamberim) Mûsâ'nın haberi gel(me)di mi? (Evet, geldi. O, Firavun ile nasıl mücâdele etmişti? Onun düşmanları, senin karşılaştığın Mekkeli kâfirlerden daha güçlü idi.)

[ 079.015 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), muhakkak ki sana Mûsa’nın haberi geldi.

[ 079.015 ] ( EO )

Geldi ye sana Musânın kıssası?

[ 079.015 ] ( ES )

Musa'nın haberi sana geldi mi?

[ 079.015 ] ( NQ )

Has there come to you the story of Musa (Moses)?

[ 079.016 ] ( KK )

إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى ﴿ ١٦ ﴾

[ 079.016 ] ( MŞ )

Hani Rabbi ona (peygamberi Mûsa’ya), mukaddes Tuvâ vâdisinde (zaman, mekân, kelime ve harf olmaksızın) seslendi (fakat Hazret-i Mûsa, Hak teâlâ’nın kelâmını zamanlı, mekânlı, kelime ve harfli olarak işitti):

[ 079.016 ] ( AY )

Hani Rabbi ona, mukaddes Tuva vadisinde şöyle nida etmişti:

[ 079.016 ] ( EO )

O vakıt ki ona rabbı nidâ etmişti o mukaddes vadîde: Tuvada.

[ 079.016 ] ( ES )

Hani Rabbi ona kutsal vaadi Tuva'da seslenmişti:

[ 079.016 ] ( NQ )

When his Lord called him in the sacred valley of Tuwa,

[ 079.017 ] ( KK )

اِذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى ﴿ ١٧ ﴾

[ 079.017 ] ( MŞ )

Haydi, Fir'avn’a git. Çünkü o, (küfür ve fesatta) çok azdı.

[ 079.017 ] ( AY )

“Haydi Firavûn’a git; çünkü o pek azdı.”

[ 079.017 ] ( EO )

Haydi demişti git Firavne de, çünkü o pek azdı.

[ 079.017 ] ( ES )

"Haydi, demişti, git Firavun'a, çünkü o çok azdı."

[ 079.017 ] ( NQ )

Go to Fir'aun (Pharaoh), verily, he has transgressed all bounds (in crimes, sins, polytheism, disbelief, etc.).

[ 079.018 ] ( KK )

فَقُلْ هَلْ لَكَ إِلَى أَنْ تَزَكَّى ﴿ ١٨ ﴾

[ 079.018 ] ( MŞ )

(Ona) de ki: (Allah’tan başka ilâh olmadığını kabul etmek suretiyle şirkten) temizlenmeyi ister misin?

[ 079.018 ] ( AY )

(Ona) de ki: “ İster misin (küfürden) temizlenesin?

[ 079.018 ] ( EO )

De ki: istermisin temizlenesin?

[ 079.018 ] ( ES )

De ki: İster misin arınasın?

[ 079.018 ] ( NQ )

And say to him: "Would you purify yourself (from the sin of disbelief by becoming a believer)",

[ 079.019 ] ( KK )

وَأَهْدِيَكَ إِلَى رَبِّكَ فَتَخْشَى ﴿ ١٩ ﴾

[ 079.019 ] ( MŞ )

Sana Rabbine giden yolu göstereyim ki, (O’nun emirlerini yerine getirmek, haramlardan kaçınmak suretiyle) O’dan korkasın.

[ 079.019 ] ( AY )

Seni Rabbine davet edeyim de (O’na) boyun eğesin?

[ 079.019 ] ( EO )

Ve rabbına irşad edeyim de seni saygılanasın?

[ 079.019 ] ( ES )

Seni Rabbinin yoluna ileteyim de ondan korkasın.

[ 079.019 ] ( NQ )

And that I guide you to your Lord, so you should fear Him?

[ 079.020 ] ( KK )

فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَى ﴿ ٢٠ ﴾

[ 079.020 ] ( MŞ )

(Peygamberim Mûsa) ona (Fir’avun’a), en büyük mûcizeyi (asânın1 ejderha oluşunu veya asâ ve yedi2) gösterdi.
1 Tâhâ 20/19-20.
2 Tâhâ 20/22.

[ 079.020 ] ( AY )

(Mûsa vardı da) ona, büyük mûcizeyi (asânın ejderha oluşunu) gösterdi.

[ 079.020 ] ( EO )

Vardı ona o büyük mu'cizeyi de gösterdi.

[ 079.020 ] ( ES )

Musa Firavun'a o büyük mucizeyi gösterdi.

[ 079.020 ] ( NQ )

Then [Musa (Moses)] showed him the great sign (miracles).

[ 079.021 ] ( KK )

فَكَذَّبَ وَعَصَى ﴿ ٢١ ﴾

[ 079.021 ] ( MŞ )

Fakat o (Fir’avun), (Mûsa'yı) yalanladı ve (Allah’a) isyân etti.

[ 079.021 ] ( AY )

Fakat o, (Mûsa’yı) yalanladı ve isyan etti.

[ 079.021 ] ( EO )

Fakat o tekzîb etti, ısyan etti.

[ 079.021 ] ( ES )

Fakat Firavun yalanladı, karşı geldi.

[ 079.021 ] ( NQ )

But [Fir'aun (Pharaoh)] belied and disobeyed;

[ 079.022 ] ( KK )

ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَى ﴿ ٢٢ ﴾

[ 079.022 ] ( MŞ )

Sonra (fesat peşinde) koşarak (îman etmemek için veya ejderha mûcizesi korkusundan) arkasını döndü (ve soluk soluğa kaçtı).

[ 079.022 ] ( AY )

Sonra (fesad peşine) koşarak (îman etmekten) yüz çevirdi.

[ 079.022 ] ( EO )

Sonra koşarak idbara gitti.

[ 079.022 ] ( ES )

Sonra koşarak dönüp gitti.

[ 079.022 ] ( NQ )

Then he turned his back, striving hard (against Allah).

[ 079.023 ] ( KK )

فَحَشَرَ فَنَادَى ﴿ ٢٣ ﴾

[ 079.023 ] ( MŞ )

Derhal (sihirbazlarını veya ordusunu) topladı ve (onlara) bağırdı:

[ 079.023 ] ( AY )

Nihâyet (sihirbazlarını, yahut ordusunu) topladı da çağırdı:

[ 079.023 ] ( EO )

Derken mahşerini topladı da bağırdı:.

[ 079.023 ] ( ES )

Derken adamlarını topladı da bağırdı:

[ 079.023 ] ( NQ )

Then he gathered his people and cried aloud,

[ 079.024 ] ( KK )

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى ﴿ ٢٤ ﴾

[ 079.024 ] ( MŞ )

(Fir’avun:) Ben sizin en yüce Rabbinizim! (Dedi.)

[ 079.024 ] ( AY )

“Ben, en yüksek Rabbinizim.” dedi.

[ 079.024 ] ( EO )

Benim en yüksek rabbınız, dedi.

[ 079.024 ] ( ES )

"Ben sizin en yüce Rabbinizim" dedi.

[ 079.024 ] ( NQ )

Saying: "I am your lord, most high",

[ 079.025 ] ( KK )

فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى ﴿ ٢٥ ﴾

[ 079.025 ] ( MŞ )

Allah da onu, (bu ilâhlık iddiası ve Mûsa peygamberi yalanlamasından dolayı) sonun (âhirette ateş) ve ilkin (dünyada suda boğma) azâbıyla cezâlandırdı.

[ 079.025 ] ( AY )

Allah da onu dünya ve Âhiret azabı ile yakalayıverdi.

[ 079.025 ] ( EO )

Allah da onu tuttu sonuna önüne nekâl olmak üzere tenkîl ediverdi.

[ 079.025 ] ( ES )

Allah da onu tuttu, dünya ve ahiret azabıyla yakalayıverdi.

[ 079.025 ] ( NQ )

So Allah, seized him with punishment for his last [i.e. his saying: "I am your lord, most high") (see Verse 79:24)] and first [(i.e. his saying, "O chiefs! I know not that you have a god other than I" (see Verse 28:38)] transgression.

[ 079.026 ] ( KK )

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشَى ﴿ ٢٦ ﴾

[ 079.026 ] ( MŞ )

Şüphe yok ki (Allah’dan) korkan kimse(ler) için bunda bir ibret vardır.

[ 079.026 ] ( AY )

Muhakkak ki bunda bir ibret var, (Allah’dan) korkacak kimse için...

[ 079.026 ] ( EO )

Şübhesiz ki bunda bir ıbret var, saygı duyacaklar için.

[ 079.026 ] ( ES )

Kuşkusuz bunda, saygı duyacaklar için bir ibret vardır.

[ 079.026 ] ( NQ )

Verily, in this is an instructive admonition for whosoever fears Allah.

[ 079.027 ] ( KK )

أَأَنْتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاءُ بَنَاهَا ﴿ ٢٧ ﴾

[ 079.027 ] ( MŞ )

(Öldükden sonra tekrar dirilmeyi inkâr eden) siz (kâfirler)i yaratmak (tekrar diriltmek) mi daha zor, yoksa (yedi kat semâdan oluşan ve sadece dünyaya yakın olan “birinci semâda 100 milyon galâksi ve her galâkside milyonlarca yıldız bulunan1” şu) semâyı (gökleri) yaratmak mı? (Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları [öldükten sonra] yaratmaktan daha büyüktür.2) O semâyı (gökleri), (sonsuz kudret sâhibi Allah) bina etti.
1Astronomi bilginlerinin tespitlerine göre.
2 Mü’min 40/57.

[ 079.027 ] ( AY )

(Sizce, öldükten sonra tekrar) sizi yaratmak mı çetin, yoksa semâ (yı yaratmak) mı? Allah onu bina etmiştir.

[ 079.027 ] ( EO )

Sizmi daha çetinsiniz yaratılışça yoksa Semamı? O ĞAllahğ onu bina etti.

[ 079.027 ] ( ES )

Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? Onu Allah bina etti.

[ 079.027 ] ( NQ )

Are you more difficult to create, or is the heaven that He constructed?

[ 079.028 ] ( KK )

رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا ﴿ ٢٨ ﴾

[ 079.028 ] ( MŞ )

Tavanını yükseltti, onu (saniye ve milim şaşmayan) bir nizama (sisteme) koydu.

[ 079.028 ] ( AY )

Tavanını yükseltti de, onu düzgün bir nizama koydu.

[ 079.028 ] ( EO )

Boyuna irtifa' verdi. Nizamına koydu.

[ 079.028 ] ( ES )

Tavanını yükseltti, onu bir düzene koydu.

[ 079.028 ] ( NQ )

He raised its height, and He has equally ordered it,

[ 079.029 ] ( KK )

وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا ﴿ ٢٩ ﴾

[ 079.029 ] ( MŞ )

Gecesini kararttı, gündüzünü (güneşle aydınlığa) çıkardı.

[ 079.029 ] ( AY )

Gecesini karanlık yaptı, gündüzünü aydınlık...

[ 079.029 ] ( EO )

Gecesini kararttı, kuşluğunu çıkardı.

[ 079.029 ] ( ES )

Gecesini kararttı, kuşluğunu çıkardı.

[ 079.029 ] ( NQ )

Its night He covers with darkness, and its forenoon He brings out (with light).

[ 079.030 ] ( KK )

وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا ﴿ ٣٠ ﴾

[ 079.030 ] ( MŞ )

Bundan sonra (yer ve arkasından da göğü yarattıktan sonra), yeri (ikâmet edebilecek bir hâlde) döşedi.

[ 079.030 ] ( AY )

Bundan sonra (yer ve arkasından da gök yaratıldıktan sonra), arzı döşedi.

[ 079.030 ] ( EO )

Ondan sonra da arzı döşedi.

[ 079.030 ] ( ES )

Bundan sonra da yeryüzünü döşedi.

[ 079.030 ] ( NQ )

And after that He spread the earth;

[ 079.031 ] ( KK )

أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءَهَا وَمَرْعَاهَا ﴿ ٣١ ﴾

[ 079.031 ] ( MŞ )

Ondan suyunu ve otlağını çıkardı

[ 079.031 ] ( AY )

O arzdan suyunu ve otlağını çıkardı;

[ 079.031 ] ( EO )

Ondan suyunu ve mer'asını çıkardı.

[ 079.031 ] ( ES )

Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.

[ 079.031 ] ( NQ )

And brought forth therefrom its water and its pasture;

[ 079.032 ] ( KK )

وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا ﴿ ٣٢ ﴾

[ 079.032 ] ( MŞ )

Dağları (sağlam bir şekilde) yerleştirdi.

[ 079.032 ] ( AY )

Dağları yerleştirdi,

[ 079.032 ] ( EO )

Ve dağlarını oturttu.

[ 079.032 ] ( ES )

Dağlarını oturttu.

[ 079.032 ] ( NQ )

And the mountains He has fixed firmly;

[ 079.033 ] ( KK )

مَتَاعًا لَكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿ ٣٣ ﴾

[ 079.033 ] ( MŞ )

(Bütün) bunları sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için yaptı.

[ 079.033 ] ( AY )

Sizin ve davarlarınızın istifadesi için...

[ 079.033 ] ( EO )

Sizin ve davarlarınızın intifa'ı için.

[ 079.033 ] ( ES )

Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için .

[ 079.033 ] ( NQ )

(To be) a provision and benefit for you and your cattle.

[ 079.034 ] ( KK )

فَإِذَا جَاءَتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَى ﴿ ٣٤ ﴾

[ 079.034 ] ( MŞ )

Fakat o en büyük felâket geldiği (kıyâmette ikinci Sûr üfürüldüğü) zaman.

[ 079.034 ] ( AY )

Fakat o büyük felâket (kıyâmet) geldiği vakit,

[ 079.034 ] ( EO )

Fakat geldiği vakıt o Ğtâmmei kübrâğ.

[ 079.034 ] ( ES )

Fakat o her şeyi bastıran büyük felaket geldiği vakit,

[ 079.034 ] ( NQ )

But when there comes the greatest catastrophe (i.e. the Day of Recompense, etc.),

[ 079.035 ] ( KK )

يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعَى ﴿ ٣٥ ﴾

[ 079.035 ] ( MŞ )

O gün insan, (dünyada) ne yaptığını (meleklerin kaydetmiş olduğu defterlerde görerek hayır mı, şer mi işlediğini) anlar.

[ 079.035 ] ( AY )

O gün insan, (küfür olarak) ne yaptığını anlıyacaktır.

[ 079.035 ] ( EO )

O insanın neye koştuğunu anlıyacağı gün

[ 079.035 ] ( ES )

O, insanın neyin peşinde koştuğunu anladığı gün,

[ 079.035 ] ( NQ )

The Day when man shall remember what he strove for,

[ 079.036 ] ( KK )

وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَنْ يَرَى ﴿ ٣٦ ﴾

[ 079.036 ] ( MŞ )

Gören kimseler için o alevli ateş (cehennem) ortaya çıkarılır. (Onu herkes mutlaka görür.)

[ 079.036 ] ( AY )

Bir de cehennem, her (gözü olup) görene açılmıştır, (o gün, onu herkes görecektir).

[ 079.036 ] ( EO )

Ve Cahîm hortlatıldığı vakıt, görür kimseler için.

[ 079.036 ] ( ES )

Gören kimseler için cehennem hortlatıldığı vakit,

[ 079.036 ] ( NQ )

And Hell-fire shall be made apparent in full view for (every) one who sees,

[ 079.037 ] ( KK )

فَأَمَّا مَنْ طَغَى ﴿ ٣٧ ﴾

[ 079.037 ] ( MŞ )

Artık kim, haddi aşarak (kâfir olmuş),

[ 079.037 ] ( AY )

Artık kim azgınlık edip kâfir olmuş,

[ 079.037 ] ( EO )

Artık herkim azgınlık etmiş,

[ 079.037 ] ( ES )

Artık her kim azgınlık etmiş,

[ 079.037 ] ( NQ )

Then, for him who Tagha (transgressed all bounds, in disbelief, oppression and evil deeds of disobedience to Allah).

[ 079.038 ] ( KK )

وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿ ٣٨ ﴾

[ 079.038 ] ( MŞ )

(İlâhî emir ve yasaklara sırt çevirmek suretiyle) dünya hayatını tercih etmişse,

[ 079.038 ] ( AY )

(Âhiret üzerine) dünya hayatını tercih etmişse,

[ 079.038 ] ( EO )

Dünya hayatı tercih eylemiş ise.

[ 079.038 ] ( ES )

Ve dünya hayatını tercih etmişse,

[ 079.038 ] ( NQ )

And preferred the life of this world (by following his evil desires and lusts),

[ 079.039 ] ( KK )

فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى ﴿ ٣٩ ﴾

[ 079.039 ] ( MŞ )

Şüphe yok ki, onun varacağı yer cehennemdir.

[ 079.039 ] ( AY )

Muhakkak cehennem, onun varacağı yerdir.

[ 079.039 ] ( EO )

Muhakkak Cahîmdir onun varacağı

[ 079.039 ] ( ES )

Kuşkusuz onun varacağı yer cehennemdir.

[ 079.039 ] ( NQ )

Verily, his abode will be Hell-fire;

[ 079.040 ] ( KK )

وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى ﴿ ٤٠ ﴾

[ 079.040 ] ( MŞ )

Fakat kim, Rabbinin makâmından (kıyâmet günü huzurunda hesap vermekten) korktu (ve) nefsini hevâsından (günah ve haram işlemekten) alıkoyduysa,

[ 079.040 ] ( AY )

Fakat her kim de Rabbinin makamından korkmuş ve nefsi, şehevattan alıkoymuşsa,

[ 079.040 ] ( EO )

Herkim de rabbının makamından korkmuş ve nefsi hevadan nehy eylemiş ise.

[ 079.040 ] ( ES )

Kim de Rabbinin divanında durmaktan korkmuş, nefsini boş heveslerden menetmiş ise,

[ 079.040 ] ( NQ )

But as for him who feared standing before his Lord, and restrained himself from impure evil desires, and lusts.

[ 079.041 ] ( KK )

فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى ﴿ ٤١ ﴾

[ 079.041 ] ( MŞ )

Muhakkak onun varacağı yer, cennettir.

[ 079.041 ] ( AY )

Muhakkak cennet onun varacağı yerdir.

[ 079.041 ] ( EO )

Muhakak Cennettir onun varacağı.

[ 079.041 ] ( ES )

Kuşkusuz onun varacağı yer cennettir.

[ 079.041 ] ( NQ )

Verily, Paradise will be his abode.

[ 079.042 ] ( KK )

يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ﴿ ٤٢ ﴾

[ 079.042 ] ( MŞ )

Sana o sâati (kıyâmeti) (ve) onun ne zaman demir atacağı (olacağı)nı sorarlar.

[ 079.042 ] ( AY )

Sana kıyâmetten soruyorlar: “ Ne zaman kaim olacak?”

[ 079.042 ] ( EO )

Sana o saattan soruyorlar: ne zaman demir atması?

[ 079.042 ] ( ES )

Sana o kıyameti soruyorlar, ne zaman kopacak diye.

[ 079.042 ] ( NQ )

They ask you (O Muhammad ( )) about the Hour, - when will be its appointed time?

[ 079.043 ] ( KK )

فِيمَ أَنْتَ مِنْ ذِكْرَاهَا ﴿ ٤٣ ﴾

[ 079.043 ] ( MŞ )

Sende ona ait bir şey (bilgi) yok ki (onu) anlatasın. 

[ 079.043 ] ( AY )

Onu anlatmak sana nerden olsun? (Allah bildirmeyince...)

[ 079.043 ] ( EO )

Nerde senden onu anlatması?

[ 079.043 ] ( ES )

Sen nerde, onu anlatmak nerde?!

[ 079.043 ] ( NQ )

You have no knowledge to say anything about it,

[ 079.044 ] ( KK )

إِلَى رَبِّكَ مُنْتَهَاهَا ﴿ ٤٤ ﴾

[ 079.044 ] ( MŞ )

Onun bilgisi, yalnız Rabbine aittir.

[ 079.044 ] ( AY )

Onun nihâyeti (ilmi), yalnız Rabbine aiddir.

[ 079.044 ] ( EO )

Rabbınadır onun müntehası

[ 079.044 ] ( ES )

Onun son ilmi Rabbine aittir.

[ 079.044 ] ( NQ )

To your Lord belongs (the knowledge of) the term thereof?

[ 079.045 ] ( KK )

إِنَّمَا أَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشَاهَا ﴿ ٤٥ ﴾

[ 079.045 ] ( MŞ )

Sen ancak ondan (kıyâmetten) korkacakları sakındıran (bir peygamber)sin.

[ 079.045 ] ( AY )

Sen, ancak kıyâmetten korkacakları sakındıran bir peygambersin.

[ 079.045 ] ( EO )

Sen ancak bir münzirisin ondan haşyet duyacakların.

[ 079.045 ] ( ES )

Sen ancak ondan korkacak olanları uyarıcısın.

[ 079.045 ] ( NQ )

You (O Muhammad ( )) are only a warner for those who fear it,

[ 079.046 ] ( KK )

كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلاَّ عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا ﴿ ٤٦ ﴾

[ 079.046 ] ( MŞ )

Onlar bunu (kıyâmeti) gördükleri gün, sanki (dünyada) bir akşam veya bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.

[ 079.046 ] ( AY )

(İnsanlar), kıyâmeti görecekleri gün, sanki bir akşam veya kuşluğundan başka (dünyada, yahut kabirlerde) durmamışa dönecekler.

[ 079.046 ] ( EO )

Onu görecekleri gün onlar, sanki bir akşam veya kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.

[ 079.046 ] ( ES )

Onlar o kıyameti görecekleri gün sanki dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.

[ 079.046 ] ( NQ )

The Day they see it, (it will be) as if they had not tarried (in this world) except an afternoon or a morning.