NEBE SURESİ

[ 078.001 ] ( KK )

عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ ﴿ ١ ﴾

[ 078.001 ] ( MŞ )

(Kureyşliler) hangi (büyük) şeyi birbirlerine (veya alay ederek peygamber “aleyhisselâm”a ve Mü’minlere) soruyorlar?

[ 078.001 ] ( AY )

(Müşrikler) hangi (büyük) şeyden birbirlerine soruyorlar?

[ 078.001 ] ( EO )

Neden soruşturuyorlar? O büyük nübüvvet haberinde.

[ 078.001 ] ( ES )

Birbirlerine neyi soruyorlar?

[ 078.001 ] ( NQ )

What are they asking (one another)?

[ 078.002 ] ( KK )

عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ ﴿ ٢ ﴾

[ 078.002 ] ( MŞ )

O büyük haberi1 (öldükten sonra dirilmeyi veya Kur’ân-ı Kerîm’i) mi?
1[Resûlüm] de ki: "Bu [Kur’ân] büyük bir haberdir, ama siz [kâfirler] ondan yüz çeviriyorsunuz. Bk. Sâd 38/67-68.

[ 078.002 ] ( AY )

(2-3) O hakkında ayrılığa düşmekte oldukları büyük haberden (öldükten sonra dirilmekten) mi? (Hem bununla alay mı ediyorlar?)

[ 078.002 ] ( EO )

Ki onlar onda ıhtilâfa düşüyorlar.

[ 078.002 ] ( ES )

O büyük haberden (kıyametten) mi?

[ 078.002 ] ( NQ )

About the great news, (i.e. Islamic Monotheism, the Qur'an, which Prophet Muhammad ( ) brought and the Day of Resurrection, etc.),

[ 078.003 ] ( KK )

اَلَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ ﴿ ٣ ﴾

[ 078.003 ] ( MŞ )

Ki onlar, onun (öldükten sonra dirilme veya Kur’ân) hakkında ayrılık içindedirler.

[ 078.003 ] ( AY )

(2-3) O hakkında ayrılığa düşmekte oldukları büyük haberden (öldükten sonra dirilmekten) mi? (Hem bununla alay mı ediyorlar?)

[ 078.003 ] ( EO )

Hayır ileride bilecekler.

[ 078.003 ] ( ES )

Ki onlar onda ayrılığa düşmektedirler.

[ 078.003 ] ( NQ )

About which they are in disagreement.

[ 078.004 ] ( KK )

كَلاَّ سَيَعْلَمُونَ ﴿ ٤ ﴾

[ 078.004 ] ( MŞ )

Hayır (ihtilâfa ve soruşturmaya lüzum yok), ileride (kıyâmet gününde, inkârlarının neye sebep olduğunu) bilecekler.

[ 078.004 ] ( AY )

Hayır, (ihtilâfa lüzum yok, iş dedikleri gibi değil). İleride (kıyâmet günü, inkârlarının akıbetini) bilecekler.

[ 078.004 ] ( EO )

Hayır, hayır ileride bilecekler

[ 078.004 ] ( ES )

Hayır, ilerde bilecekler.

[ 078.004 ] ( NQ )

Nay, they will come to know!

[ 078.005 ] ( KK )

ثُمَّ كَلاَّ سَيَعْلَمُونَ ﴿ ٥ ﴾

[ 078.005 ] ( MŞ )

Hayır hayır, elbette yakında (görüp) bileceklerdir.

[ 078.005 ] ( AY )

Hayır hayır, ileride bilecekler.

[ 078.005 ] ( EO )

Değilmi ki biz arzı bir döşek yaptık.

[ 078.005 ] ( ES )

Hayır hayır, ilerde bilecekler.

[ 078.005 ] ( NQ )

Nay, again, they will come to know!

[ 078.006 ] ( KK )

أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا ﴿ ٦ ﴾

[ 078.006 ] ( MŞ )

(Ancak daha âhiret hayatı başlamadan önce yüce kudretimize işaret eden şu konular üzerinde bir düşünsünler:) Biz, yeryüzünü bir döşek (karargâh) yapmadık mı? 

[ 078.006 ] ( AY )

Biz, yapmadık mı arzı bir döşek,

[ 078.006 ] ( EO )

Ve dağları birer kazık.

[ 078.006 ] ( ES )

Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?

[ 078.006 ] ( NQ )

Have We not made the earth as a bed,

[ 078.007 ] ( KK )

وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا ﴿ ٧ ﴾

[ 078.007 ] ( MŞ )

Dağları da (yer sükûnet bulsun, çalkalanmasın, üzerindekilerle birlikte başka tarafa meyletmesin diye) birer direk (olarak dikmedik mi?)

[ 078.007 ] ( AY )

Dağları da birer kazık?

[ 078.007 ] ( EO )

Ve sizleri çift çift yarattık

[ 078.007 ] ( ES )

Dağları da birer kazık kılmadık mı?

[ 078.007 ] ( NQ )

And the mountains as pegs?

[ 078.008 ] ( KK )

وَخَلَقْنَاكُمْ أَزْوَاجًا ﴿ ٨ ﴾

[ 078.008 ] ( MŞ )

Sizleri de (erkek ve dişi olarak) çift çift yarattık.

[ 078.008 ] ( AY )

Sizleri de (erkek-dişi) çift çift yarattık.

[ 078.008 ] ( EO )

Ve uykunuzu bir sübat yaptık.

[ 078.008 ] ( ES )

Sizleri çift çift yarattık.

[ 078.008 ] ( NQ )

And We have created you in pairs (male and female, tall and short, good and bad, etc.).

[ 078.009 ] ( KK )

وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا ﴿ ٩ ﴾

[ 078.009 ] ( MŞ )

Uykunuzu (vücudunuzun[ dinlenmesi ve yorgunluğunuzun gitmesi için) bir dinlenme yaptık.

[ 078.009 ] ( AY )

Uykunuzu ise, bir dinlenme yaptık.

[ 078.009 ] ( EO )

Ve geceyi bir libas yaptık

[ 078.009 ] ( ES )

Uykunuzu bir dinlenme yaptık.

[ 078.009 ] ( NQ )

And have made your sleep as a thing for rest.

[ 078.010 ] ( KK )

وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ لِبَاسًا ﴿ ١٠ ﴾

[ 078.010 ] ( MŞ )

Geceyi (sizi sarıp örten) bir örtü yaptık.

[ 078.010 ] ( AY )

Geceyi bir örtü yaptık.

[ 078.010 ] ( EO )

Ve gündüzü bir meaş yaptık.

[ 078.010 ] ( ES )

Geceyi bir örtü yaptık.

[ 078.010 ] ( NQ )

And have made the night as a covering (through its darkness),

[ 078.011 ] ( KK )

وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا ﴿ ١١ ﴾

[ 078.011 ] ( MŞ )

Gündüzü çalışıp kazanma zamanı kıldık.

[ 078.011 ] ( AY )

Gündüzü ise, geçim vakti kıldık.

[ 078.011 ] ( EO )

Ve üstünüze yedi sağlam bina çattık.

[ 078.011 ] ( ES )

Gündüzü de bir geçim zamanı yaptık.

[ 078.011 ] ( NQ )

And have made the day for livelihood.

[ 078.012 ] ( KK )

وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا ﴿ ١٢ ﴾

[ 078.012 ] ( MŞ )

Üstünüze sağlam yedi (gök) bina etdik.

[ 078.012 ] ( AY )

Üstünüze, yedi sağlam gök bina ettik.

[ 078.012 ] ( EO )

Ve içlerine şa'şaalı parıl parıl bir kandil astık.

[ 078.012 ] ( ES )

Üstünüze yedi sağlam bina (gök) çattık.

[ 078.012 ] ( NQ )

And We have built above you seven strong (heavens),

[ 078.013 ] ( KK )

وَجَعَلْنَا سِرَاجًا وَهَّاجًا ﴿ ١٣ ﴾

[ 078.013 ] ( MŞ )

(O göğe) parıl parıl parlayan bir kandil (güneş) astık.

[ 078.013 ] ( AY )

İçlerinde parıl parıl ışıldayan bir kandil (güneş) astık.

[ 078.013 ] ( EO )

Ve o mu'sıralardan şarıl şarıl bir su indirdik.

[ 078.013 ] ( ES )

İçlerine ışık saçan bir kandil astık.

[ 078.013 ] ( NQ )

And have made (therein) a shining lamp (sun).

[ 078.014 ] ( KK )

وَأَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَاءً ثَجَّاجًا ﴿ ١٤ ﴾

[ 078.014 ] ( MŞ )

(Rüzgârlar ile) yığılıp sıkışan (bulut)lardan şarıl şarıl su indirdik.

[ 078.014 ] ( AY )

Rüzgârların sıkıştırıp yoğunlaştırdığı bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik;

[ 078.014 ] ( EO )

Çıkaralım diye onunla taneler ve otlar

[ 078.014 ] ( ES )

Yoğunlaşmış bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik.

[ 078.014 ] ( NQ )

And have sent down from the rainy clouds abundant water.

[ 078.015 ] ( KK )

لِنُخْرِجَ بِهِ حَبًّا وَنَبَاتًا ﴿ ١٥ ﴾

[ 078.015 ] ( MŞ )

Onunla (su ile) taneler (hubûbat, meyvalar) ve otlar çıkaralım diye.

[ 078.015 ] ( AY )

Onunla çıkaralım diye, daneler, otlar,

[ 078.015 ] ( EO )

Ve sarmaş dolaş bağlar bağçeler.

[ 078.015 ] ( ES )

Onunla taneler ve otlar çıkaralım diye.

[ 078.015 ] ( NQ )

That We may produce therewith corn and vegetations,

[ 078.016 ] ( KK )

وَجَنَّاتٍ أَلْفَافًا ﴿ ١٦ ﴾

[ 078.016 ] ( MŞ )

(Yine o su ile ağaçları) sarmaş dolaş (olmuş) bağlar, bahçeler (yaratalım diye).

[ 078.016 ] ( AY )

Sarmaş dolaş bağlar, bahçeler...

[ 078.016 ] ( EO )

Şübhesiz ki o fasıl günü bir miykat olmuştur.

[ 078.016 ] ( ES )

Ve sarmaş dolaş bağlar bahçeler (çıkaralım diye).

[ 078.016 ] ( NQ )

And gardens of thick growth.

[ 078.017 ] ( KK )

إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مِيقَاتًا ﴿ ١٧ ﴾

[ 078.017 ] ( MŞ )

Şüphesiz ki, (hak ile bâtılın ve haklı ile haksızın ayırt edileceği) o fasl (kıyâmet) gününün vakti, elbette tespit edilmiştir.

[ 078.017 ] ( AY )

Şüphesiz ki, (haklı ile haksızın ayırd edileceği) o fâsıl günü (kıyâmet) muayyen bir vakit olmuştur.

[ 078.017 ] ( EO )

O gün ki sur üfürülür derken gelirsiniz fevcâ fevc.

[ 078.017 ] ( ES )

Kuşkusuz o hüküm günü kararlaştırılmış bir vakit olmuştur.

[ 078.017 ] ( NQ )

Verily, the Day of Decision is a fixed time,

[ 078.018 ] ( KK )

يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا ﴿ ١٨ ﴾

[ 078.018 ] ( MŞ )

Sûr'a üfürüleceği o gün, (mezarlarınızdan kalkıp hepiniz mahşere) bölük bölük gelirsiniz.

[ 078.018 ] ( AY )

Sûr’a üfürüleceği o gün, (mezarlardan kalkıp mahşere) bölük bölük gelirsiniz.

[ 078.018 ] ( EO )

Semâ da açılmış olmuştur ebvab

[ 078.018 ] ( ES )

O gün Sûr'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz.

[ 078.018 ] ( NQ )

The Day when the Trumpet will be blown, and you shall come forth in crowds (groups);

[ 078.019 ] ( KK )

وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا ﴿ ١٩ ﴾

[ 078.019 ] ( MŞ )

(O gün) semâ (gökler, meleklerin inlemesi ile) açılıp kapı kapı olmuştur.

[ 078.019 ] ( AY )

Bir de, semâ açılmış da kapı kapı olmuştur.

[ 078.019 ] ( EO )

Ve dağlar yütürülmüş olmuştur serab.

[ 078.019 ] ( ES )

Gök de açılmış, kapı kapı olmuştur.

[ 078.019 ] ( NQ )

And the heaven shall be opened, and it will become as gates,

[ 078.020 ] ( KK )

وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا ﴿ ٢٠ ﴾

[ 078.020 ] ( MŞ )

Dağlar yürütülüp serap olmuş (buharlaşıp ortadan kaybolmuş)tur1.
1 O gün [kıyâmet gününde] yer, başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilecek, [insanlar kabirlerinden çıkıp zât ve sıfatlarında eşi ve benzeri olmayan] tek ve her şeye hâkim bulunan Allah'ın huzurunda toplanacaklardır. Bk. İbrâhîm 14/48.
Kıyâmet günü insanlar, beyaz, bembeyaz, has unun çöreği gibi bir yerde toplanacaklar. Orada hiç kimsenin bir işareti (evi, bağı vb.) olmayacaktır Bk. Buhârî, Rikâk 44; Müslim, Münâfikûn 28, (2790).

[ 078.020 ] ( AY )

Dağlar yürütülmüş de bir serap olmuştur, (yerlerinde yeller esmektedir).

[ 078.020 ] ( EO )

Şübhesiz ki Cehennem olmuştur mırsad.

[ 078.020 ] ( ES )

Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.

[ 078.020 ] ( NQ )

And the mountains shall be moved away from their places and they will be as if they were a mirage.

[ 078.021 ] ( KK )

إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا ﴿ ٢١ ﴾

[ 078.021 ] ( MŞ )

Muhakkak ki cehennem, (meleklerin kâfirleri) gözetleme (ve pusuya düşürme) yeri olmuştur.
(Hadis-i şeriflerde buyrulmuştur:
Hazret-i Âişe “radıyallahu anha” anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım, Resûlüllah “aleyhissalâm” beni görünce: "Niye ağlıyorsun?" diye sordu.
Ben de: "Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! [Ya Rasûlallah!] Siz, kıyâmet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim. Buyurdu ki:
Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:
1.Mîzân yanında. Tartısının ağır mı, yoksa hafif mi geldiğini öğreninceye kadar. [Bk. Enbiyâ 21/47; Şûra 42/17.]
2.Sahifelerin uçuştuğu zaman. Kendi defterinin sağına mı, soluna mı, yoksa arkasına mı düşeceği belli olana kadar. [Bk. İnşikâk 84/7-12; Vâkı’a 56/8-9.]
3.Sırât'ın yanında. Cehennemin iki yakası ortasına [üzerine] kurulur. Bunu geçinceye kadar. Bk. Ebû Dâvûd, Sünen 28, (4755).
Cehennemin üzerine Sırât kurulur. Peygamberler arasında, ümmetiyle Sırât'tan ilk geçen ben olurum. O gün peygamberler dışında kimse konuşmaz. Peygamberlerin o günkü kelâmı da:
Allahümme sellim, Allahümme sellim [Ey Rabbimiz selâmet ver, ey Rabbimiz selâmet ver!] olacaktır. Cehennemde, deve dikeninin dikenleri gibi kancalar var. Hazret-i Peygamber: Deve dikeninin dikenlerini gördünüz mü? diye sordu. Ashâb-ı Kirâm: "Evet!" deyince, Peygamber “aleyhissalâm” devam etti:
İşte o kancalar, tıpkı deve dikeninin dikenleri gibidir. Ancak, onların büyüklüğünün ne kadar olduğunu, Allah'tan başka kimse bilmez. İnsanları [kötü] amelleri sebebiyle kapar. İnsanların bir kısmı [kötü] ameli sebebiyle helâk olur. Bir kısmı da ateşin içine düşer, sonra kurtulur. Allahü teâlâ, ateş ehlinden [cehenneme girecek olanlardan] kurtarmak istediklerine rahmet etmeyi irâde edince, meleklere emreder. Melekler o kimseleri, secde izleriyle [Bk. Fetih 48/29.] tanırlar. Çünkü Allahü teâlâ secde mahallinin yakılmasını ateşe haram etmiştir. Bk. Buhârî, Rikâk 52, Ezân 129, Tevhîd 24; Müslim, Îmân 299, [182]; Tirmizî, Cennet 20, [2560]). 

[ 078.021 ] ( AY )

Muhakkak ki cehennem, (melekler tarafından kâfirleri) bir gözetleme yeridir.

[ 078.021 ] ( EO )

Azgınlar için bir meâb.

[ 078.021 ] ( ES )

Kuşkusuz Cehennem gözetleme yeri olmuştur.

[ 078.021 ] ( NQ )

Truly, Hell is a place of ambush,

[ 078.022 ] ( KK )

لِلْطَّاغِينَ مَآبًا ﴿ ٢٢ ﴾

[ 078.022 ] ( MŞ )

(Cehennem) azgınlar (küfürde ve zulümde haddi aşanlar) için (varılacak son) dönüş yeridir.

[ 078.022 ] ( AY )

Kâfirler için bir dönüş yeridir.

[ 078.022 ] ( EO )

Devirlerce içine kalacaklar.

[ 078.022 ] ( ES )

Azgınlar için son varılacak yer olmuştur.

[ 078.022 ] ( NQ )

A dwelling place for the Taghun (those who transgress the boundry limits set by Allah like polytheists, disbelievers in the Oneness of Allah, hyprocrites, sinners, criminals, etc.),

[ 078.023 ] ( KK )

لاَبِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا ﴿ ٢٣ ﴾

[ 078.023 ] ( MŞ )

(Kâfirler) orada çağlar boyunca (sonsuz olarak) kalacaklardır.

[ 078.023 ] ( AY )

Nice devirler boyunca içinde kalacaklar...

[ 078.023 ] ( EO )

Ne bir serinlik tatacaklar ne de bir şarab

[ 078.023 ] ( ES )

Orada çağlarca kalacaklardır.

[ 078.023 ] ( NQ )

They will abide therein for ages,

[ 078.024 ] ( KK )

لاَ يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلاَ شَرَابًا ﴿ ٢٤ ﴾

[ 078.024 ] ( MŞ )

Orada ne (rüzgârın veya gölgenin yahut uykunun verdiği) bir serinlik (rahat ve huzur bulurlar), ne de içilecek bir şey tadarlar!

[ 078.024 ] ( AY )

Orada ne bir serinlik tadacaklar ne de içilecek bir şey!

[ 078.024 ] ( EO )

Ancak bir hamîm ve bir gassak.

[ 078.024 ] ( ES )

Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de içecek bir şey.

[ 078.024 ] ( NQ )

Nothing cool shall they taste therein, nor any drink.

[ 078.025 ] ( KK )

إِلاَّ حَمِيمًا وَغَسَّاقًا ﴿ ٢٥ ﴾

[ 078.025 ] ( MŞ )

Sadece (son derece) kaynar su ve irin. 

[ 078.025 ] ( AY )

Bir kaynar su ve irin içecekler.

[ 078.025 ] ( EO )

Bir ceza ki bervechi vifak.

[ 078.025 ] ( ES )

Ancak bir kaynar su ve irin (içecekler).

[ 078.025 ] ( NQ )

Except boiling water, and dirty wound discharges.

[ 078.026 ] ( KK )

جَزَاءً وِفَاقًا ﴿ ٢٦ ﴾

[ 078.026 ] ( MŞ )

(Bu öyle) bir ceza(dır) ki, (işledikleri amellerine) tam uygundur.

[ 078.026 ] ( AY )

Bir ceza ki, (işledikleri amellere) uygun...

[ 078.026 ] ( EO )

Çünkü ummazlardı onlar hiç bir hisab

[ 078.026 ] ( ES )

Bir ceza ki tam yaptıklarına uygun.

[ 078.026 ] ( NQ )

An exact recompense (according to their evil crimes).

[ 078.027 ] ( KK )

إِنَّهُمْ كَانُوا لاَ يَرْجُونَ حِسَابًا ﴿ ٢٧ ﴾

[ 078.027 ] ( MŞ )

Çünkü onlar, (tekrar dirilip âhirette) hesaba çekileceklerini hiç ummuyorlardı.

[ 078.027 ] ( AY )

Çünkü onlar, hesaba çekileceklerini hiç ummuyorlardı,

[ 078.027 ] ( EO )

Âyetlerimizi tekzîb ede ede kesilmişlerdi kezzab.

[ 078.027 ] ( ES )

Çünkü onlar hiçbir hesap ummazlardı.

[ 078.027 ] ( NQ )

For verily, they used not to look for a reckoning.

[ 078.028 ] ( KK )

وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كِذَّابًا ﴿ ٢٨ ﴾

[ 078.028 ] ( MŞ )

Âyetlerimizi (Kur’ân’ı) hep yalan sayıp durmuşlardı.

[ 078.028 ] ( AY )

Âyetlerimizi de alabildiklerine yalanlamışlardı.

[ 078.028 ] ( EO )

Her şey'i ise biz ıhsa etmiş bir.

[ 078.028 ] ( ES )

Âyetlerimizi yalanlaya yalanlaya tam bir yalancı olmuşlardı.

[ 078.028 ] ( NQ )

But they belied Our Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, and that which Our Prophet (Peace be upon him) brought) completely.

[ 078.029 ] ( KK )

وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا ﴿ ٢٩ ﴾

[ 078.029 ] ( MŞ )

Biz ise her şeyi bir Kitapta (Levh-ı Mahfûz'da) saymış (yazıp tespit etmiş)izdir.

[ 078.029 ] ( AY )

Biz ise, her şeyi (Levh-i Mahfûz’da) yazıp tesbit ettik.

[ 078.029 ] ( EO )

Kitaba geçirmişiz.

[ 078.029 ] ( ES )

Biz ise herşeyi sayıp bir kitaba geçirmişiz.

[ 078.029 ] ( NQ )

And all things We have recorded in a Book.

[ 078.030 ] ( KK )

فَذُوقُوا فَلَنْ نَزِيدَكُمْ إِلاَّ عَذَابًا ﴿ ٣٠ ﴾

[ 078.030 ] ( MŞ )

(O kâfirlere şöyle denilir:) Şimdi tadın (çekin cezânızı), artık size azâbı artırmaktan başka bir şey yapmayız!

[ 078.030 ] ( AY )

(O kâfirlere şöyle denilir): Şimdi tadın, artık size azap artırmaktan başka bir şey yapacak değiliz.

[ 078.030 ] ( EO )

Artık tatınız, artık size azâb artırmaktan başka bir şey yapacak değiliz.

[ 078.030 ] ( ES )

(Onlara): "Şimdi tadın (cezanızı). Artık size azabınızı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız" (denir).

[ 078.030 ] ( NQ )

So taste you (the results of your evil actions); no increase shall We give you, except in torment.

[ 078.031 ] ( KK )

إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا ﴿ ٣١ ﴾

[ 078.031 ] ( MŞ )

Şüphesiz müttakîler (takva sâhipleri ki, dinin emirlerini yapan ve yasaklarından kaçan Müslümanlar) için (her korkudan) kurtuluş (ve her arzuya kavuşma) vardır. (Onlar cennettedirler. Cennette:) 

[ 078.031 ] ( AY )

Şüphesiz takva sahiblerine (her türlü kederden) kurtuluş (cennet) var.

[ 078.031 ] ( EO )

Şübhesizki korunanlara halâs ve kâm var.

[ 078.031 ] ( ES )

Kuşkusuz takva sahipleri için bir kurtuluş var.

[ 078.031 ] ( NQ )

Verily, for the Muttaqun, there will be a success (Paradise);

[ 078.032 ] ( KK )

حَدَائِقَ وَأَعْنَابًا ﴿ ٣٢ ﴾

[ 078.032 ] ( MŞ )

Bahçeler ve üzümler.

[ 078.032 ] ( AY )

Bahçeler var, üzümler var;

[ 078.032 ] ( EO )

Hadîkalar var, üzümler var.

[ 078.032 ] ( ES )

Bahçeler var, bağlar var.

[ 078.032 ] ( NQ )

Gardens and grapeyards;

[ 078.033 ] ( KK )

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا ﴿ ٣٣ ﴾

[ 078.033 ] ( MŞ )

Göğüsleri (yeni) tomurcuklanmış aynı yaşta kızlar. 

[ 078.033 ] ( AY )

Aynı yaşta tomurcuk sîneliler,

[ 078.033 ] ( EO )

Ve turunç sîneli yaşıtlar var.

[ 078.033 ] ( ES )

Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var.

[ 078.033 ] ( NQ )

And young full-breasted (mature) maidens of equal age;

[ 078.034 ] ( KK )

وَكَأْسًا دِهَاقًا ﴿ ٣٤ ﴾

[ 078.034 ] ( MŞ )

(Cennet şarabı ile) dopdolu kadeh(ler var).

[ 078.034 ] ( AY )

Hem dolgun kadehler var...

[ 078.034 ] ( EO )

Ve bir dolgun peymâne var.

[ 078.034 ] ( ES )

Dopdolu kadehler var.

[ 078.034 ] ( NQ )

And a full cup (of wine).

[ 078.035 ] ( KK )

لاَ يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلاَ كِذَّابًا ﴿ ٣٥ ﴾

[ 078.035 ] ( MŞ )

Orada ne boş (bâtıl, anlamsız, hoşa gitmeyen) bir lâf işitirler, ne de bir yalan.

[ 078.035 ] ( AY )

Orada ne boş bir lâf işitilir, ne de bir yalan...

[ 078.035 ] ( EO )

Orada ne boş bir lâf işitirler ne de bir tekzîb.

[ 078.035 ] ( ES )

Orada ne boş bir söz işitirler, ne de bir yalan.

[ 078.035 ] ( NQ )

No Laghw (dirty, false, evil talk) shall they hear therein, nor lying;

[ 078.036 ] ( KK )

جَزَاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَاءً حِسَابًا ﴿ ٣٦ ﴾

[ 078.036 ] ( MŞ )

(Bütün bunlar, takva sâhiplerinin işledikleri güzel amellere) bir karşılıktır ki, Rabbinden bir ihsân ve yeterli (“Bu bana yeter!” deyinceye kadar) bir bağıştır. 

[ 078.036 ] ( AY )

(Bu, takva sahiplerinin işledikleri güzel amellere) bir karşılık ki, Rabbinden, bir ihsandır; yeter mi yeter...

[ 078.036 ] ( EO )

Bir karşılık ki rabbından atâ, yetermi yeter

[ 078.036 ] ( ES )

(Bunlar) Rabbinden yeterli bir bağış olarak (verilir).

[ 078.036 ] ( NQ )

A reward from your Lord, an ample calculated gift (according to the best of their good deeds).

[ 078.037 ] ( KK )

رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرَّحْمَانِ لاَ يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا ﴿ ٣٧ ﴾

[ 078.037 ] ( MŞ )

O, göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. O, Rahmân’dır. (Varlıklar, O’nun izni olmadan) O’na hitâpta bulunmaya (O’nunla konuşmaya) muktedir olamaz (güç yetiremez)ler. 

[ 078.037 ] ( AY )

O, göklerle yerin ve bütün aralarındakilerin Rabbidir; Rahmân’dır: O’na hiç bir sözde (ve itirazda) bulunamazlar.

[ 078.037 ] ( EO )

O Göklerin ve Yerin ve bütün aralarındakilerin rabbı, Rahman, bir hıtaba malik olamazlar ondan.

[ 078.037 ] ( ES )

O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Rah-mân'dır. Hiç kimse ondan bir hitaba mâlik olamaz.

[ 078.037 ] ( NQ )

(From) the Lord of the heavens and the earth, and whatsoever is in between them, the Most Beneficent, none can dare to speak with Him (on the Day of Resurrection except after His Leave).

[ 078.038 ] ( KK )

يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَئِكَةُ صَفًّا لاَ يَتَكَلَّمُونَ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَانُ وَقَالَ صَوَابًا ﴿ ٣٨ ﴾

[ 078.038 ] ( MŞ )

O gün Rûh (Cebrâîl “aleyhisselâm” veya Allah'ın ordularından melek olmayan bir ordu yahut Allah'ın Âdemoğulları suretinde yarattığı varlıklar veyahut meleklerin en büyüğü ya da meleklerin en şereflileri) ve melekler, saf saf (sıra sıra) dururlar. (Halk konuşamaz.) Ancak Rahmân (olan (Allah’)ın (şefâat için) izin verdiği (melekler ve mü’minler) konuşabilir. O (konuşan) da (konuştuğu zaman ancak) doğruyu söyler. (Kâfirler hiç konuşamazlar. Mü’minler ise Hak teâlâ’nın adâletine inandıklarından dolayı konuşma talebinde bulunmazlar. Ancak şefâat için izin verilenler konuşabilirler.)

[ 078.038 ] ( AY )

O gün Cebrâil ve melekler saf halinde duracaklar. Rahmân’ın, kendisine izin verip de doğruyu söylemiş olandan başkaları bir kelime söyliyemiyecekler...

[ 078.038 ] ( EO )

O günkü Kıyama duracak Ruh ve Melâike saf saf. Bir kelime söyliyemezler, o kimseden başka ki o Rahman ona izin vermiş o da savabı söylemiştir.

[ 078.038 ] ( ES )

O gün Ruh ve melekler sıra sıra dururlar. Rahmân'ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. İzin verilen de doğruyu söyler.

[ 078.038 ] ( NQ )

The Day that Ar-Ruh [Jibrael (Gabriel) or another angel] and the angels will stand forth in rows, none shall speak except him whom the Most Beneficent (Allah) allows, and he will speak what is right.

[ 078.039 ] ( KK )

ذَلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ مَآبًا ﴿ ٣٩ ﴾

[ 078.039 ] ( MŞ )

İşte bu (geleceği) hak (gerçek ve kesin olan) (kıyâmet) gün(ü)dür. Artık dileyen kimse, (îman edip sâlih amel işleyerek) Rabbine götürecek bir yol tutsun!

[ 078.039 ] ( AY )

İşte bu kıyâmet, çaresiz vuku bulacak gündür. Artık dileyen, Rabbine varacak bir yol edinsin, (îman edip itâatten ayrılmasın).

[ 078.039 ] ( EO )

O günkü haktır, o halde dileyen Rabbına varacak bir yüz edinsin.

[ 078.039 ] ( ES )

İşte bu hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.

[ 078.039 ] ( NQ )

That is without doubt the True Day, so, whosoever wills, let him seek a place with (or a way to) His Lord (by obeying Him in this worldly life)!

[ 078.040 ] ( KK )

إِنَّا أَنذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَالَيْتَنِي كُنْتُ تُرَابًا ﴿ ٤٠ ﴾

[ 078.040 ] ( MŞ )

(Ey Mekke kâfirleri!) Biz sizi yakın bir azap (âhiret azâbı) ile uyardık. O gün kişi, ellerinin (yapıp) öne sürdüğü (hayır ve şer/kötülük olarak âhirete götürdüğü) işlere bakar ve kâfir: (Hayvanların birbirlerinden haklarını alıp toprak olduklarını ve başına gelecek azâbı görünce) "Keşke ben (de), toprak olsaydım!" der.

[ 078.040 ] ( AY )

Çünkü biz, size, (Âhirette olacak) yakın bir azabı haber verdik. O gün kişi, ellerinin kazanıp öne (Âhirete) gönderdiği amellere bakacak ve kâfir şöyle diyecektir: “ Ah ne olurdu, ben bir toprak olaydım!...”

[ 078.040 ] ( EO )

Çünkü biz size yakın bir azâbı ıhtar ettik, o gün ki kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve diyecek ki kâfir: ah nolaydı ben bir türâb olaydım.

[ 078.040 ] ( ES )

Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve kâfir diyecek ki: "Ah ne olaydı, ben bir toprak olaydım."

[ 078.040 ] ( NQ )

Verily, We have warned you of a near torment, the Day when man will see that (the deeds) which his hands have sent forth, and the disbeliever will say: "Woe to me! Would that I were dust!"