KALEM SURESİ

[ 068.001 ] ( KK )

ä æóÇáúÞóáóãö æóãóÇ íóÓúØõÑõæäó ﴿ ١ ﴾

[ 068.001 ] ( MŞ )

 

[ 068.001 ] ( AY )

Nûn ve kalem, bir de satıra yazı yazdıkları şeyler hakkı için,

[ 068.001 ] ( EO )

Nun ve kalem ve ehli kalemin satra dizdikleri ve dizecekleri hakkı için.

[ 068.001 ] ( ES )

Nûn, Kaleme ve yazdıklarına andolsun.

[ 068.001 ] ( NQ )

Nun.
[These letters (Nun, etc.) are one of the miracles of the Qur'an, and none but Allah (Alone) knows their meanings].
By the pen and what the (angels) write (in the Records of men).

[ 068.002 ] ( KK )

ãóÇ ÃóäúÊó ÈöäöÚúãóÉö ÑóÈøößó ÈöãóÌúäõæäò ﴿ ٢ ﴾

[ 068.002 ] ( MŞ )

 

[ 068.002 ] ( AY )

Sen (Ey Resûlüm, ikram edildiğin) Rabbinin (peygamberlik) nimeti ile bir mecnûn değilsin;

[ 068.002 ] ( EO )

Sen rabbının ni'meti ile, mecnun değilsin.

[ 068.002 ] ( ES )

Sen Rabbinin nimetiyle mecnun değilsin.

[ 068.002 ] ( NQ )

You (O Muhammad ) are not, by the Grace of your Lord, a madman.

[ 068.003 ] ( KK )

æóÅöäøó áóßó óáÇóÌúÑðÇ ÛóíúÑó ãóãúäõæäò ﴿ ٣ ﴾

[ 068.003 ] ( MŞ )

 

[ 068.003 ] ( AY )

Ve muhakkak sana tükenmez bir sevap var...

[ 068.003 ] ( EO )

Ve tükenmez bir ecir var muhakkak senin için.

[ 068.003 ] ( ES )

Kuşkusuz senin için tükenmez bir ecir var.

[ 068.003 ] ( NQ )

And verily, for you (O Muhammad ) will be an endless reward.

[ 068.004 ] ( KK )

æóÅöäøóßó áóÚóáì ÎõáõÞò ÚóÙöíãò ﴿ ٤ ﴾

[ 068.004 ] ( MŞ )

 

[ 068.004 ] ( AY )

Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.

[ 068.004 ] ( EO )

Ve her halde sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin.

[ 068.004 ] ( ES )

Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.

[ 068.004 ] ( NQ )

And verily, you (O Muhammad ) are on an exalted standard of character.

[ 068.005 ] ( KK )

ÝóÓóÊõÈúÕöÑõ æóíõÈúÕöÑõæäó ﴿ ٥ ﴾

[ 068.005 ] ( MŞ )

 

[ 068.005 ] ( AY )

Yakında göreceksin, onlar da (akıbetlerini) görecekler;

[ 068.005 ] ( EO )

Yakında göreceksin ve görecekler.

[ 068.005 ] ( ES )

Sen de göreceksin, onlar da görecek.

[ 068.005 ] ( NQ )

You will see, and they will see,

[ 068.006 ] ( KK )

ÈöÃó íøößõãõ ÇáúãóÝúÊõæäõ ﴿ ٦ ﴾

[ 068.006 ] ( MŞ )

 

[ 068.006 ] ( AY )

Hanginizmiş mecnûn...

[ 068.006 ] ( EO )

Hanginizde imiş o fitne, o cünun?

[ 068.006 ] ( ES )

Hanginizde imiş o fitne ve cinnet.

[ 068.006 ] ( NQ )

Which of you is afflicted with madness.

[ 068.007 ] ( KK )

Åöäøó ÑóÈøóßó åõæó ÃóÚúáóãõ Èöãóäú Öóáøó Úóäú ÓóÈöíáöåö æóåõæó ÃóÚúáóãõ ÈöÇáúãõåúÊóÏöíäó ﴿ ٧ ﴾

[ 068.007 ] ( MŞ )

 

[ 068.007 ] ( AY )

Muhakkak sen,in Rabbin, kendi yolundan kimin saptığını en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de en iyi bilendir.

[ 068.007 ] ( EO )

Şübhesiz rabbındır en bilen yolundan sapını, yine odur en bilen hidayete irenleri.

[ 068.007 ] ( ES )

Doğrusu Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ereni de en iyi bilen O'dur.

[ 068.007 ] ( NQ )

Verily, your Lord knows better, who (among men) has gone astray from His Path, and He knows better those who are guided.

[ 068.008 ] ( KK )

ÝóáÇó ÊõØöÚö ÇáúãõßóÐøöÈöíäó ﴿ ٨ ﴾

[ 068.008 ] ( MŞ )

 

[ 068.008 ] ( AY )

O hâlde (Ey Resûlüm, Allah’ı, Kur’ân’ı ve peygamberi) yalanlıyanları tanıma.

[ 068.008 ] ( EO )

O halde tanıma o yalan diyenleri

[ 068.008 ] ( ES )

O halde, yalanlayıcılara itaat etme.

[ 068.008 ] ( NQ )

So (O Muhammad ) obey not the deniers [(of Islamic Monotheism those who belie the Verses of Allah), the Oneness of Allah, and the Messenger of Allah (Muhammad ), etc.]

[ 068.009 ] ( KK )

æóÏøõæÇ áóæú ÊõÏúåöäõ ÝóíõÏúåöäõæäó ﴿ ٩ ﴾

[ 068.009 ] ( MŞ )

 

[ 068.009 ] ( AY )

Arzu ettiler ki, (kendilerine) yumuşaklık göstersen, onlar da sana yumuşak davransalar.

[ 068.009 ] ( EO )

Arzu ettiler ki müdahene etsen, o vakıt müdahene edeceklerdi.

[ 068.009 ] ( ES )

Onlar istediler ki yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

[ 068.009 ] ( NQ )

They wish that you should compromise (in religion out of courtesy) with them, so they (too) would compromise with you.

[ 068.010 ] ( KK )

æóáÇó ÊõØöÚú ßõáøó ÍóáÇøóÝò ãóåöíäò ﴿ ١٠ ﴾

[ 068.010 ] ( MŞ )

 

[ 068.010 ] ( AY )

Bir de tanıma (haklı haksız) her çok yemin edeni, değersizi;

[ 068.010 ] ( EO )

Ve tanıma şunların hiç birini: çok yemin edici, değersiz.

[ 068.010 ] ( ES )

Şunların hiçbirine boyun eğme: Yemin edip duran aşağılık,

[ 068.010 ] ( NQ )

And obey not everyone who swears much, and is considered worthless,

[ 068.011 ] ( KK )

åóãøóÇÒò ãóÔøóÇÁò Èöäóãöíãò ﴿ ١١ ﴾

[ 068.011 ] ( MŞ )

 

[ 068.011 ] ( AY )

Çok ayıplayanı, koğuculukla gezeni...

[ 068.011 ] ( EO )

Gammaz koğuculukla gezer.

[ 068.011 ] ( ES )

Daima kusur arayıp kınayan, hep lâf götürüp getiren,

[ 068.011 ] ( NQ )

A slanderer, going about with calumnies,

[ 068.012 ] ( KK )

ãóäøóÇÚò áöáúÎóíúÑö ãõÚúÊóÏò ÃóËöíãò ﴿ ١٢ ﴾

[ 068.012 ] ( MŞ )

 

[ 068.012 ] ( AY )

Hayırdan alıkoyanı, aşırı zalimi, çok günahkârı;

[ 068.012 ] ( EO )

Hayır engeli, mütecâviz vebâl yüklü.

[ 068.012 ] ( ES )

Hayra engel olan, saldırgan, günahkâr,

[ 068.012 ] ( NQ )

Hinderer of the good, transgressor, sinful,

[ 068.013 ] ( KK )

ÚõÊõáøò ÈóÚúÏó Ðóáößó Òóäöíãò ﴿ ١٣ ﴾

[ 068.013 ] ( MŞ )

 

[ 068.013 ] ( AY )

Zorbayı, bütün bunlarla beraber soysuz olan yardıkçıyı...

[ 068.013 ] ( EO )

Zobu, sonra da dakma (zenîm).

[ 068.013 ] ( ES )

Kaba ve haşin, sonra da kötülükle damgalı,

[ 068.013 ] ( NQ )

Cruel, after all that base-born (of illegitimate birth),

[ 068.014 ] ( KK )

Ãóäú ßóÇäó ÐóÇ ãóÇáò æóÈóäöíäó ﴿ ١٤ ﴾

[ 068.014 ] ( MŞ )

 

[ 068.014 ] ( AY )

Mal sahibidir ve oğulları vardır diye, (bunlara itâat etme).

[ 068.014 ] ( EO )

Mal sahibi olmuş ve oğulları var diye.

[ 068.014 ] ( ES )

Mal ve oğulları var diye (böyle davranır).

[ 068.014 ] ( NQ )

(He was so) because he had wealth and children.

[ 068.015 ] ( KK )

ÅöÐóÇ ÊõÊúáóì Úóáóíúåö ÂíóÇÊõäóÇ ÞóÇáó ÃóÓóÇØöíÑõ ÇáúÃóæøóáöíäó ﴿ ١٥ ﴾

[ 068.015 ] ( MŞ )

 

[ 068.015 ] ( AY )

Ona âyetlerimiz (Kur’ân) okunduğu zaman; “ Eskilerin masalları...” demiştir.

[ 068.015 ] ( EO )

Karşısında âyetlerimiz okunurken «eskilerin masalları» dedi.

[ 068.015 ] ( ES )

Kendisine âyetlerimiz okunduğunda: "Eskilerin masalları" der.

[ 068.015 ] ( NQ )

When Our Verses (of the Qur'an) are recited to him, he says: "Tales of the men of old!"

[ 068.016 ] ( KK )

ÓóäóÓöãõåõ Úóáóì ÇáúÎõÑúØõæãö ﴿ ١٦ ﴾

[ 068.016 ] ( MŞ )

 

[ 068.016 ] ( AY )

Biz, yakında onun burnunu dağlıyacağız.

[ 068.016 ] ( EO )

Haberiniz olsun ki biz onlara belâ vermişizdir.

[ 068.016 ] ( ES )

Yakında biz onu hortumunun (burnunun) üzerinden damgalayacağız.

[ 068.016 ] ( NQ )

We shall brand him over the nose!

[ 068.017 ] ( KK )

ÅöäøóÇ ÈóáóæúäóÇåõãú ßóãóÇ ÈóáóæúäóÇ ÃóÕúÍóÇÈó ÇáúÌóäøóÉö ÅöÐú ÃóÞúÓóãõæÇ áóíóÕúÑöãõäøóåóÇ ãõÕúÈöÍöíäó ﴿ ١٧ ﴾

[ 068.017 ] ( MŞ )

 

[ 068.017 ] ( AY )

Muhakkak ki biz, Mekke’lileri (kıtlık, açlık, ölüm ve esaret gibi belâlarla) imtihan ettik; nasıl ki o bağ sahiplerini bir belâ ile imtihan etmiştik: Hani o bağ sahipleri, sabah olunca bağın meyvelerini mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.

[ 068.017 ] ( EO )

O bağ sahiblerini belâlandırdığımız gibi; o sıra ki yemin etmişlerdi: sabah olunca onu mutlaka divşireceklerdi.

[ 068.017 ] ( ES )

Biz onlara da belâ verdik, bahçe sahiplerine verdiğimiz gibi. Hani onlar sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.

[ 068.017 ] ( NQ )

Verily, We have tried them as We tried the people of the garden, when they swore to pluck the fruits of the (garden) in the morning,

[ 068.018 ] ( KK )

æóáÇó íóÓúÊóËúäõæäó ﴿ ١٨ ﴾

[ 068.018 ] ( MŞ )

 

[ 068.018 ] ( AY )

İstisna da yapmıyorlaradı, (İnşaallah demiyorlardı).

[ 068.018 ] ( EO )

Bir istisna da yapmıyorlardı.

[ 068.018 ] ( ES )

İstisna da etmiyorlardı ("inşaallah" demiyorlardı).

[ 068.018 ] ( NQ )

Without saying: Insha' Allah (If Allah will).

[ 068.019 ] ( KK )

ÝóØóÇÝó ÚóáóíúåóÇ ØóÇÆöÝñ ãöäú ÑóÈøößó æóåõãú äóÇÆöãõæäó ﴿ ١٩ ﴾

[ 068.019 ] ( MŞ )

 

[ 068.019 ] ( AY )

Bir de onlar uyurlarken, o bahçe üzerine Rabbinden bir belâ indi de,

[ 068.019 ] ( EO )

Derken ona rabbından bir dolaşan dolaşıvermişti onlar uyuyorlardı.

[ 068.019 ] ( ES )

Fakat onlar uyurken dolaşıcı bir belâ onu sardı da,

[ 068.019 ] ( NQ )

Then there passed by on the (garden) something (fire) from your Lord at night and burnt it while they were asleep.

[ 068.020 ] ( KK )

ÝóÃóÕúÈóÍóÊú ßóÇáÕøóÑöíãö ﴿ ٢٠ ﴾

[ 068.020 ] ( MŞ )

 

[ 068.020 ] ( AY )

O bahçe, kapkara kesiliverdi, (kökünden yandı gitti).

[ 068.020 ] ( EO )

Sabaha kadar o bağ sırıma dönüvermişti.

[ 068.020 ] ( ES )

Bahçe simsiyah kesiliverdi.

[ 068.020 ] ( NQ )

So the (garden) became black by the morning, like a pitch dark night (in complete ruins).

[ 068.021 ] ( KK )

ÝóÊóäóÇÏóæúÇ ãõÕúÈöÍöíäó ﴿ ٢١ ﴾

[ 068.021 ] ( MŞ )

 

[ 068.021 ] ( AY )

Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler:

[ 068.021 ] ( EO )

Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler.

[ 068.021 ] ( ES )

Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler:

[ 068.021 ] ( NQ )

Then they called out one to another as soon as the morning broke,

[ 068.022 ] ( KK )

Ãóäö ÇÛúÏõæÇ Úóáóì ÍóÑúËößõãú Åöäú ßõäúÊõãú ÕóÇÑöãöíäó ﴿ ٢٢ ﴾

[ 068.022 ] ( MŞ )

 

[ 068.022 ] ( AY )

“Haydin devşirecekseniz, ürününüzü toplamaya erken çıkın!”

[ 068.022 ] ( EO )

Haydin kesecekseniz harsinize (kültürünüze) irkence koşun dediler.

[ 068.022 ] ( ES )

"Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin" diye.

[ 068.022 ] ( NQ )

Saying: "Go to your tilth in the morning, if you would pluck the fruits."

[ 068.023 ] ( KK )

ÝóÇäúØóáóÞõæÇ æóåõãú íóÊóÎóÇÝóÊõæäó ﴿ ٢٣ ﴾

[ 068.023 ] ( MŞ )

 

[ 068.023 ] ( AY )

Hemen fırladılar; aralarında şöyle fısıldaşıyorlardı:

[ 068.023 ] ( EO )

Hemen fırladılar, şöyle mızırdaşıyorlardı:.

[ 068.023 ] ( ES )

Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı.

[ 068.023 ] ( NQ )

So they departed, conversing in secret low tones (saying),

[ 068.024 ] ( KK )

Ãóäú áÇó íóÏúÎõáóäøóåóÇ Çáúíóæúãó Úóáóíúßõãú ãöÓúßöíäñ ﴿ ٢٤ ﴾

[ 068.024 ] ( MŞ )

 

[ 068.024 ] ( AY )

“Bugün bağınıza bir miskin sokulmasın.”

[ 068.024 ] ( EO )

Sakın bu gün aranıza bir miskîn sokulmasın diyorlardı.

[ 068.024 ] ( ES )

"Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın" diyorlardı.

[ 068.024 ] ( NQ )

No Miskin (poor man) shall enter upon you into it today.

[ 068.025 ] ( KK )

æóÛóÏóæúÇ Úóáóì ÍóÑúÏò ÞóÇÏöÑöíäó ﴿ ٢٥ ﴾

[ 068.025 ] ( MŞ )

 

[ 068.025 ] ( AY )

Hem zanlarınca, miskinleri mahrum etmeğe güçleri yeterek erkenden gittiler...

[ 068.025 ] ( EO )

Sırf bir men'a gücleri yeterek erkenden gittiler.

[ 068.025 ] ( ES )

(Zanlarınca yoksulları) engellemeye güçleri yeterek erkenden gittiler.

[ 068.025 ] ( NQ )

And they went in the morning with strong intention, thinking that they have power (to prevent the poor taking anything of the fruits therefrom).

[ 068.026 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ ÑóÃóæúåóÇ ÞóÇáõæÇ ÅöäøóÇ áóÖóÇáøõæäó ﴿ ٢٦ ﴾

[ 068.026 ] ( MŞ )

 

[ 068.026 ] ( AY )

Vakta ki o bahçeyi (böyle yanmış kapkara) gördüler : “Biz, herhalde yanlış gelmişiz.” dediler.

[ 068.026 ] ( EO )

Vakta ki o bağı gördüler, biz, dediler: her halde yanlış gelmişiz.

[ 068.026 ] ( ES )

Fakat bahçeyi gördüklerinde: "Biz herhalde yanlış gelmişiz" dediler .

[ 068.026 ] ( NQ )

But when they saw the (garden), they said: "Verily, we have gone astray,"

[ 068.027 ] ( KK )

Èóáú äóÍúäõ ãóÍúÑõæãõæäó ﴿ ٢٧ ﴾

[ 068.027 ] ( MŞ )

 

[ 068.027 ] ( AY )

(Etrafa bakınıp kendi bahçeleri olduğunu anladıkları zaman da): “Hayır, (bahçenin bereketinden) biz mahrum edilmişiz.” dediler.

[ 068.027 ] ( EO )

Yok biz mahrum edilmişiz.

[ 068.027 ] ( ES )

"Yok, biz mahrum edilmişiz." (dediler).

[ 068.027 ] ( NQ )

(Then they said): "Nay! Indeed we are deprived of (the fruits)!"

[ 068.028 ] ( KK )

ÞóÇáó ÃóæúÓóØõåõãú Ãóáóãú ÃóÞõáú áóßõãú áóæúáÇó ÊõÓóÈøöÍõæäó ﴿ ٢٨ ﴾

[ 068.028 ] ( MŞ )

 

[ 068.028 ] ( AY )

İnsaflıları şöyle dedi: “ Ben demedim mi size, tesbîh etseydiniz? (İnşaallah deyeydiniz).”

[ 068.028 ] ( EO )

Ortancaları (en mu'tedilleri) demedim mi size: tesbîh etseydiniz.

[ 068.028 ] ( ES )

İçlerinde en makul olanı şöyle dedi: "Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?"

[ 068.028 ] ( NQ )

The best among them said: "Did I not tell you: why do you not say: Insha' Allah (If Allah will)."

[ 068.029 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ÓõÈúÍóÇäó ÑóÈøöäóÇ ÅöäøóÇ ßõäøóÇ ÙóÇáöãöíäó ﴿ ٢٩ ﴾

[ 068.029 ] ( MŞ )

 

[ 068.029 ] ( AY )

Onlar: “ Seni tenzîh ederiz, Rabbimiz! Şüphesiz biz zâlimlermişiz.” dediler.

[ 068.029 ] ( EO )

Sübhansın ya rabbena! Dediler: bizler doğrusu zalimlermişiz.

[ 068.029 ] ( ES )

"Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz." (dediler).

[ 068.029 ] ( NQ )

They said: "Glory to Our Lord! Verily, we have been Zalimun (wrong-doers, etc.)."

[ 068.030 ] ( KK )

ÝóÃóÞúÈóáó ÈóÚúÖõåõãú Úóáóì ÈóÚúÖò íóÊóáÇóæóãõæäó ﴿ ٣٠ ﴾

[ 068.030 ] ( MŞ )

 

[ 068.030 ] ( AY )

Sonra da döndüler, birbirlerine kabahat yüklemeye başladılar:

[ 068.030 ] ( EO )

Sonra döndüler kendilerine levm ediyorlardı.

[ 068.030 ] ( ES )

Ardından suçu birbirlerine yüklemeye başladılar.

[ 068.030 ] ( NQ )

Then they turned, one against another, in blaming.

[ 068.031 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ íóÇæóíúáóäóÇ ÅöäøóÇ ßõäøóÇ ØóÇÛöíäó ﴿ ٣١ ﴾

[ 068.031 ] ( MŞ )

 

[ 068.031 ] ( AY )

Dediler ki: “Yazıklar olsun bizler azgınlarmışız.

[ 068.031 ] ( EO )

Yazıklar olsun bizlere, bizler doğrusu azgınlarmışız.

[ 068.031 ] ( ES )

Yazıklar olsun bize, dediler, biz azgınlarmışız.

[ 068.031 ] ( NQ )

They said: "Woe to us! Verily, we were Taghun (transgressors and disobedient, etc.)

[ 068.032 ] ( KK )

ÚóÓóì ÑóÈøõäóÇ Ãóäú íõÈúÏöáóäóÇ ÎóíúÑðÇ ãöäúåóÇ ÅöäøóÇ Åöáóì ÑóÈøöäóÇ ÑóÇÛöÈõæäó ﴿ ٣٢ ﴾

[ 068.032 ] ( MŞ )

 

[ 068.032 ] ( AY )

Umulur ki Rabbimiz, bize, onun yerine daha hayırlısını verir. Muhakkak biz, Rabbimizden hayır istiyenleriz.”

[ 068.032 ] ( EO )

Ola ki rabbımız bize onun yerine daha hayırlısını vere, her halde biz bütün rağbetimizi rabbımıza çeviriyoruz

[ 068.032 ] ( ES )

Ola ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimize yönelir, ondan umarız.

[ 068.032 ] ( NQ )

We hope that our Lord will give us in exchange a better (garden) than this. Truly, we turn to our Lord (wishing for good that He may forgive our sins, and reward us in the Hereafter)."

[ 068.033 ] ( KK )

ßóÐóáößó ÇáúÚóÐóÇÈõ æóáóÚóÐóÇÈõ ÇáúÂÎöÑóÉö ÃóßúÈóÑõ áóæú ßóÇäõæÇ íóÚúáóãõæäó ﴿ ٣٣ ﴾

[ 068.033 ] ( MŞ )

 

[ 068.033 ] ( AY )

İşte böyledir azap... Âhiret azabı ise, daha büyüktür; eğer bunu bilseler, (sakınırlardı).

[ 068.033 ] ( EO )

İşte böyledir azâb, ve elbette Âhıret azâbı daha büyüktür, fakat bilselerdi.

[ 068.033 ] ( ES )

İşte azap böyledir. Elbette ahiret azabı daha büyüktür. Fakat bilselerdi.

[ 068.033 ] ( NQ )

Such is the punishment (in this life), but truly, the punishment of the Hereafter is greater, if they but knew.

[ 068.034 ] ( KK )

Åöäøó áöáúãõÊøóÞöíäó ÚöäúÏó ÑóÈøöåöãú ÌóäøóÇÊö ÇáäøóÚöíãö ﴿ ٣٤ ﴾

[ 068.034 ] ( MŞ )

 

[ 068.034 ] ( AY )

Muhakkak ki takva sahibleri için, Rableri katında Na’îm= nimetleri tükenmez cennetler var.

[ 068.034 ] ( EO )

Şübhesiz ki korunan müttakîler içindir rablarının ındinde na'îm Cennetleri.

[ 068.034 ] ( ES )

Kuşkusuz korunanlar için de, Rableri katında nimetleri bol bahçeler vardır.

[ 068.034 ] ( NQ )

Verily, for the Muttaqun (pious and righteous persons - see V.2:2) are Gardens of delight (Paradise) with their Lord.

[ 068.035 ] ( KK )

ÃóÝóäóÌúÚóáõ ÇáúãõÓúáöãöíäó ßóÇáúãõÌúÑöãöíäó ﴿ ٣٥ ﴾

[ 068.035 ] ( MŞ )

 

[ 068.035 ] ( AY )

Artık müslümanları, mücrim kâfirler gibi yapar mıyız, (hiç sevap bakımından onları bir tutar mıyız)?

[ 068.035 ] ( EO )

Ya artık, müslimleri mücrimler gibi kılar mıyız?

[ 068.035 ] ( ES )

Öyle ya, teslimiyet gösterenleri suçlular gibi tutar mıyız hiç?

[ 068.035 ] ( NQ )

Shall We then treat the (submitting) Muslims like the Mujrimun (criminals, polytheists and disbelievers, etc.)?

[ 068.036 ] ( KK )

ãóÇ áóßõãú ßóíúÝó ÊóÍúßõãõæäó ﴿ ٣٦ ﴾

[ 068.036 ] ( MŞ )

 

[ 068.036 ] ( AY )

(Ey kâfirler, öldükten sonra mü'minle kâfir müsavi olur demekle) neyinize güveniyorsunuz? Nasıl (böyle yanlış) hüküm veriyorsunuz?

[ 068.036 ] ( EO )

Neniz var? Nasıl hukm ediyorsunuz?

[ 068.036 ] ( ES )

Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?

[ 068.036 ] ( NQ )

What is the matter with you? How judge you?

[ 068.037 ] ( KK )

Ãóãú áóßõãú ßöÊóÇÈñ Ýöíåö ÊóÏúÑõÓõæäó ﴿ ٣٧ ﴾

[ 068.037 ] ( MŞ )

 

[ 068.037 ] ( AY )

Yoksa size mahsus kitap var da, onda şu dersi mi okuyorsunuz.

[ 068.037 ] ( EO )

Yoksa size mahsus bir kitab var da onda şu dersi mi okuyorsunuz.

[ 068.037 ] ( ES )

Yoksa size ait bir kitap var da onda mı okuyorsunuz?

[ 068.037 ] ( NQ )

Or have you a Book through which you learn.

[ 068.038 ] ( KK )

Åöäøó áóßõãú Ýöíåö áóãóÇ íóÊóÎóíøóÑõæäó ﴿ ٣٨ ﴾

[ 068.038 ] ( MŞ )

 

[ 068.038 ] ( AY )

“ Siz her şeyi arzu ederseniz, muhakkak o sizin olacak.” diye, içinde yazılı mıdır?

[ 068.038 ] ( EO )

Siz âlemde her neyi ıhtiyar ederseniz o her halde sizin olacak diye?

[ 068.038 ] ( ES )

O kitapta, "beğendiğiniz her şey sizindir" diye mi yazılı?

[ 068.038 ] ( NQ )

That you shall have all that you choose?

[ 068.039 ] ( KK )

Ãóãú áóßõãú ÃóíúãóÇäñ ÚóáóíúäóÇ ÈóÇáöÛóÉñ Åöáóì íóæúãö ÇáúÞöíóÇãóÉö Åöäøó áóßõãú áóãóÇ ÊóÍúßõãõæäó ﴿ ٣٩ ﴾

[ 068.039 ] ( MŞ )

 

[ 068.039 ] ( AY )

Yoksa size karşı, üzerimizde kıyâmet gününe kadar sürecek yeminler, taahhüdler mi var ki, kendi menfaatiniz için ne hüküm veriyorsanız mutlaka sizin olacak?

[ 068.039 ] ( EO )

Yoksa size karşı üzerimizde Kıyamet gününe kadar sürecek yemînler, teahhüdler mi var.

[ 068.039 ] ( ES )

Yoksa, "ne hükmederseniz mutlaka sizindir" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?

[ 068.039 ] ( NQ )

Or you have oaths from Us, reaching to the Day of Resurrection that yours will be what you judge.

[ 068.040 ] ( KK )

Óóáúåõã Ãóíøõåõãú ÈöÐóáößó ÒóÚöíãñ ﴿ ٤٠ ﴾

[ 068.040 ] ( MŞ )

 

[ 068.040 ] ( AY )

(Ey Resûlüm) onlara sor: “İçlerinden hangisi (bu söyledikleri sözü dava edip doğru çıkarmağa) kefildir?...

[ 068.040 ] ( EO )

Siz her ne hukm ederseniz her halde öyle olacak diye?

[ 068.040 ] ( ES )

Sor bakalım onlara, içlerinden ona kefil hangisi?

[ 068.040 ] ( NQ )

Ask them, which of them will stand surety for that!

[ 068.041 ] ( KK )

Ãóãú áóåõãú ÔõÑóßóÇÁõ ÝóáúíóÃúÊõæÇ ÈöÔõÑóßóÇÆöåöãú Åöäú ßóÇäõæÇ ÕóÇÏöÞöíäó ﴿ ٤١ ﴾

[ 068.041 ] ( MŞ )

 

[ 068.041 ] ( AY )

Yoksa onların (bu sözde) ortakları mı var? Öyle ise, o ortaklarını da getirsinler, eğer (sözlerinde) doğru iseler.”

[ 068.041 ] ( EO )

Sor bakalım onlara içlerinde ona kefîl hangisi?

[ 068.041 ] ( ES )

Yoksa ortakları mı var onların? Doğru iseler ortaklarını getirsinler.

[ 068.041 ] ( NQ )

Or have they "partners"? Then let them bring their "partners" if they are truthful!

[ 068.042 ] ( KK )

íóæúãó íõßúÔóÝõ Úóäú ÓóÇÞò æóíõÏúÚóæúäó Åöáóì ÇáÓøõÌõæÏö ÝóáÇó íóÓúÊóØöíÚõæäó ﴿ ٤٢ ﴾

[ 068.042 ] ( MŞ )

 

[ 068.042 ] ( AY )

O kıyâmet günü ki, iş güçleşip hakikat perdesi açılmağa başlıyacak, secdeye (Hakka boyun eğmeğe) çağrılacaklar; fakat güçleri yetmiyecektir.

[ 068.042 ] ( EO )

Yoksa onların şerikleri mi var? O halde şeriklerini getirsinler, sadık iseler.

[ 068.042 ] ( ES )

O gün işler zorlaşır ve secdeye davet edilirler. Fakat güç yetiremezler.

[ 068.042 ] ( NQ )

(Remember) the Day when the Shin shall be laid bare (i.e. the Day of Resurrection) and they shall be called to prostrate (to Allah), but they (hypocrites) shall not be able to do so,

[ 068.043 ] ( KK )

ÎóÇÔöÚóÉð ÃóÈúÕóÇÑõåõãú ÊóÑúåóÞõåõãú ÐöáøóÉñ æóÞóÏú ßóÇäõæÇ íõÏúÚóæúäó Åöáóì ÇáÓøõÌõæÏö æóåõãú ÓóÇáöãõæäó ﴿ ٤٣ ﴾

[ 068.043 ] ( MŞ )

 

[ 068.043 ] ( AY )

Gözleri düşkün bir hâlde, kendilerini bir zillet saracaktır. Hâlbuki, vaktiyle (dünyada) başları selâmette iken, bu secdeye davet olunuyorlardı; (da onu kabul etmiyorlardı).

[ 068.043 ] ( EO )

O gün ki saktan bir keşf olunur ve secdeye da'vet edilirler o vakıt gücleri yetmez.

[ 068.043 ] ( ES )

Gözleri düşük bir halde kendilerini bir zillet kaplar. Oysa onlar sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı.

[ 068.043 ] ( NQ )

Their eyes will be cast down, ignominy will cover them; they used to be called to prostrate (offer prayers), while they were healthy and good (in the life of the world, but they did not).

[ 068.044 ] ( KK )

ÝóÐóÑúäöí æóãóäú íõßóÐøöÈõ ÈöåóÐóÇ ÇáúÍóÏöíËö ÓóäóÓúÊóÏúÑöÌõåõãú ãöäú ÍóíúËõ áÇó íóÚúáóãõæäó ﴿ ٤٤ ﴾

[ 068.044 ] ( MŞ )

 

[ 068.044 ] ( AY )

O hâlde (Ey Resûlüm), bu Kur’ân’ı yalan sayanları bana bırak, (sen kalbini onlarla meşgul etme. Ben onların hakkından gelirim). Biz, onları, bilemiyecekleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız; (Onlara sıhhat ve bol nimet veririz de, onu haklarında iyi zannederler. Hâlbuki o kâfirlere verdiğimiz bu mühletin sonu fecidir).

[ 068.044 ] ( EO )

Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ sâlim iken da'vet olunuyorlardı.

[ 068.044 ] ( ES )

Bu sözü yalanlayanı bana bırak. Onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştıracağız.

[ 068.044 ] ( NQ )

Then leave Me Alone with such as belie this Qur'an. We shall punish them gradually from directions they perceive not.

[ 068.045 ] ( KK )

æóÃõãúáöí áóåõãú Åöäøó ßóíúÏöí ãóÊöíäñ ﴿ ٤٥ ﴾

[ 068.045 ] ( MŞ )

 

[ 068.045 ] ( AY )

Ben onlara mühlet veririm; çünkü benim azabım çok şiddetlidir, (onu kimse önliyemez).

[ 068.045 ] ( EO )

O halde bana bırak bu sözü tekzib edenleri, biz onları istidrac ile çıkarır, bilemiyecekleri cihetten yuvarlarız.

[ 068.045 ] ( ES )

Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım sağlamdır.

[ 068.045 ] ( NQ )

And I will grant them a respite. Verily, My Plan is strong.

[ 068.046 ] ( KK )

Ãóãú ÊóÓúÃóáõåõãú ÃóÌúÑðÇ Ýóåõãú ãöäú ãóÛúÑóãò ãõËúÞóáõæäó ﴿ ٤٦ ﴾

[ 068.046 ] ( MŞ )

 

[ 068.046 ] ( AY )

Yoksa sen, (Mekke halkına risaletini tebliğden dolayı) onlardan bir ücret istiyorsun da, borçlu kalmaktan, yük altında ezilmişlerdir?

[ 068.046 ] ( EO )

Ve ben onların ipini uzatırım, çünkü fendim sağlamdır.

[ 068.046 ] ( ES )

Yoksa onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

[ 068.046 ] ( NQ )

Or is it that you (O Muhammad ) ask them a wage, so that they are heavily burdened with debt?

[ 068.047 ] ( KK )

Ãóãú ÚöäúÏóåõãõ ÇáúÛóíúÈõ Ýóåõãú íóßúÊõÈõæäó ﴿ ٤٧ ﴾

[ 068.047 ] ( MŞ )

 

[ 068.047 ] ( AY )

Yoksa gayb (Allah’ın ilmi) yanlarında da, onlar (ondan) mı yazıyorlar?

[ 068.047 ] ( EO )

Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun damı cereme vermekten ezilmişler?

[ 068.047 ] ( ES )

Yoksa gayb onların yanlarında da onlar mı yazıyorlar?

[ 068.047 ] ( NQ )

Or that the Ghaib (unseen here in this Verse it means Al-Lauh Al-Mahfuz) is in their hands, so that they can write it down?

[ 068.048 ] ( KK )

ÝóÇÕúÈöÑú áöÍõßúãö ÑóÈøößó æóáÇó Êóßõäú ßóÕóÇÍöÈö ÇáúÍõæÊö ÅöÐú äóÇÏóì æóåõæó ãóßúÙõæãñ ﴿ ٤٨ ﴾

[ 068.048 ] ( MŞ )

 

[ 068.048 ] ( AY )

O hâlde (Ey Resûlüm, Allah’ın kâfirlere mühlet vermesine dair olan) Rabbinin hükmüne sabret de, peygamber gibi (aceleci) olma. Hani o, (balığın karnında) gamla dolu olduğu hâlde dua etmişti.

[ 068.048 ] ( EO )

Yoksa gayb yanlarında da onlar mı yazıyorlar?

[ 068.048 ] ( ES )

Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi gibi olma. Hani o öfkeye boğulmuş da nida etmişti.

[ 068.048 ] ( NQ )

So wait with patience for the Decision of your Lord, and be not like the Companion of the Fish, when he cried out (to Us) while he was in deep sorrow. (See the Qur'an, Verse 21:87).

[ 068.049 ] ( KK )

áóæúáÇó Ãóäú ÊóÏóÇÑóßóåõ äöÚúãóÉñ ãöäú ÑóÈøöåö áóäõÈöÐó ÈöÇáúÚóÑóÇÁö æóåõæó ãóÐúãõæãñ ﴿ ٤٩ ﴾

[ 068.049 ] ( MŞ )

 

[ 068.049 ] ( AY )

Eğer Rabbinden, ona, bir rahmet yetişmiş olmasaydı, kötü bir şekilde (balığın karnından) yeryüzüne atılacaktı.

[ 068.049 ] ( EO )

O halde sabret rabbının hukmüne de sahibi hut gibi olma, hani öfkeye boğulmuş da nida etmişti.

[ 068.049 ] ( ES )

Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasaydı, elbette kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.

[ 068.049 ] ( NQ )

Had not a Grace from his Lord reached him, he would indeed have been (left in the stomach of the fish, but We forgave him), so he was cast off on the naked shore, while he was to be blamed.

[ 068.050 ] ( KK )

ÝóÇÌúÊóÈóÇåõ ÑóÈøõåõ ÝóÌóÚóáóåõ ãöäó ÇáÕøóÇáöÍöíäó ﴿ ٥٠ ﴾

[ 068.050 ] ( MŞ )

 

[ 068.050 ] ( AY )

Fakat Rabbi onu seçti de, kendisini salihlerden (peygamberlerden) kıldı.

[ 068.050 ] ( EO )

Rabbından bir ni'met yetişmiş olmasa idi ona, elbette o fazaya fena bir halde atılacaktı.

[ 068.050 ] ( ES )

Fakat Rabbi onu seçti de iyilerden kıldı.

[ 068.050 ] ( NQ )

But his Lord chose him and made him of the righteous.

[ 068.051 ] ( KK )

æóÅöäú íóßóÇÏõ ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ áóíõÒúáöÞõæäóßó ÈöÃóÈúÕóÇÑöåöãú áóãøóÇ ÓóãöÚõæÇ ÇáÐøößúÑó æóíóÞõæáõæäó Åöäøóåõ áóãóÌúäõæäñ ﴿ ٥١ ﴾

[ 068.051 ] ( MŞ )

 

[ 068.051 ] ( AY )

Şüphesiz o kâfirler, Kur’ân’ı işittikleri vakit, (sana olan düşmanlıklarından dolayı) az kalsın gözleri ile seni devireceklerdi. Hâlâ da (senin için): “Muhakkak O bir mecnûndur.” diyorlar.

[ 068.051 ] ( EO )

Fakat rabbı onu ıstıfa buyurdu da salihînden kıldı.

[ 068.051 ] ( ES )

O kafirler Kur'ân'ı işittikleri zaman neredeyse seni gözleri ile devireceklerdi. Bir de durmuşlar "o bir deli" diyorlar.

[ 068.051 ] ( NQ )

And verily, those who disbelieve would almost make you slip with their eyes through hatredness when they hear the Reminder (the Qur'an), and they say: "Verily, he (Muhammad ) is a madman!"

[ 068.052 ] ( KK )

æóãóÇ åõæó ÅöáÇøó ÐößúÑñ áöáúÚóÇáóãöíäó ﴿ ٥٢ ﴾

[ 068.052 ] ( MŞ )

 

[ 068.052 ] ( AY )

Hâlbuki o Kur’ân bütün âlemler için ancak bir öğüddür.

[ 068.052 ] ( EO )

Ve gerçek o küfr edenler o zikri işittikleri vakıt az daha seni gözleriyle kaydıracaklardı, bir de durmuşlar o her halde bir mecnun diyorlar. Halbuki o halis bir zikirdir bütün ukalâ âlemleri için.

[ 068.052 ] ( ES )

Halbuki o âlemler için bir öğüttür.

[ 068.052 ] ( NQ )

But it is nothing else than a Reminder to all the 'Alamin (mankind, jinns and all that exists).