VAKIA SURESİ

[ 056.001 ] ( KK )

ÅöÐóÇ æóÞóÚóÊö ÇáúæóÇÞöÚóÉõ ﴿ ١ ﴾

[ 056.001 ] ( MŞ )

Olacak olan olduğu (kıyâmet koptuğu) zaman,

[ 056.001 ] ( AY )

Kıyâmet koptuğu vakit,

[ 056.001 ] ( EO )

Koptumu o Vakı'a bir.

[ 056.001 ] ( ES )

Olacak vak'a olduğu zaman

[ 056.001 ] ( NQ )

When the Event (i.e. the Day of Resurrection) befalls.

[ 056.002 ] ( KK )

áóíúÓó áöæóÞúÚóÊöåóÇ ßóÇÐöÈóÉñ ﴿ ٢ ﴾

[ 056.002 ] ( MŞ )

Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur. (Kıyâmetin koptuğu, tarife sığmayan dehşeti herkes tarafından görülür ve anlaşılır. Artık onu inkâr eden, yalanlayan hiç kimse bulunmaz. Herkes onu doğrular.)

[ 056.002 ] ( AY )

Onun kopmasını inkâr eden yok, (artık onu herkes tasdik eder).

[ 056.002 ] ( EO )

Olmaz vak'asına yalan diyen dil.

[ 056.002 ] ( ES )

Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur.

[ 056.002 ] ( NQ )

And there can be no denying of its befalling.

[ 056.003 ] ( KK )

ÎóÇÝöÖóÉñ ÑóÇÝöÚóÉñ ﴿ ٣ ﴾

[ 056.003 ] ( MŞ )

O (Allah'ın düşmanlarını ateşe düşürmek suretiyle) alçaltıcıdır, (Allah'ın dostlarını da cennette) yükseltici (olacak)tır. (Dünyada bazı yükseklerde olanları alçaltacak, bazı alçaklarda olanları da yükseltecektir. Dağlar, tepeler, ovalar, onunla yer değiştirecek, çok yukarlarda olan yıldızlar, burçlar birer birer dökülecektir.)

[ 056.003 ] ( AY )

(Kimini ateşe) düşürür, (kimini cennete) yükseltir.

[ 056.003 ] ( EO )

İndirir bindirir.

[ 056.003 ] ( ES )

O, alçaltıcıdır, yükselticidir.

[ 056.003 ] ( NQ )

It will bring low (some); (and others) it will exalt;

[ 056.004 ] ( KK )

ÅöÐóÇ ÑõÌøóÊö ÇáúÃóÑúÖõ ÑóÌøðÇ ﴿ ٤ ﴾

[ 056.004 ] ( MŞ )

Yer, dehşetli bir sarsıntıyla (beşik gibi) sarsıldığı,

[ 056.004 ] ( AY )

Yer, dehşetli bir sarsılışla sarsılınca;

[ 056.004 ] ( EO )

Yer bir sarsılış sarsıldığı.

[ 056.004 ] ( ES )

Yer şiddetle sarsıldığı

[ 056.004 ] ( NQ )

When the earth will be shaken with a terrible shake.

[ 056.005 ] ( KK )

æóÈõÓøóÊö ÇáúÌöÈóÇáõ ÈóÓøðÇ ﴿ ٥ ﴾

[ 056.005 ] ( MŞ )

Dağlar, parça parça ufalandığı,
(Rabbim onları [dağları], kökünden koparıp parça parça dağıtacaktır. Bk. Tâhâ 20/105.)

[ 056.005 ] ( AY )

Ve dağlar (toz halinde) bir serpiliş serpilince,

[ 056.005 ] ( EO )

Dağlar bir serpiliş serpildiği.

[ 056.005 ] ( ES )

Dağlar serpildikçe serpildiği

[ 056.005 ] ( NQ )

And the mountains will be powdered to dust.

[ 056.006 ] ( KK )

ÝóßóÇäóÊú åóÈóÇÁð ãõäúÈóËøðÇ ﴿ ٦ ﴾

[ 056.006 ] ( MŞ )

(Hepsi) dağılmış toz duman hâline geldiği,

[ 056.006 ] ( AY )

Artık her şey etrafa dağılan toz duman olmuştur.

[ 056.006 ] ( EO )

Hepsi dağılıp berhevâ bir hebâ olduğu.

[ 056.006 ] ( ES )

Dağılıp toz duman haline geldiği

[ 056.006 ] ( NQ )

So that they will become floating dust particles.

[ 056.007 ] ( KK )

æóßõäúÊõãú ÃóÒúæóÇÌðÇ ËóáÇóËóÉð ﴿ ٧ ﴾

[ 056.007 ] ( MŞ )

Sizler de (iki sınıf cennete, bir sınıf cehenneme gitmek üzere) üç sınıf olduğunuz zaman:

[ 056.007 ] ( AY )

Siz de (ey insanlar, bu kıyâmet günü) üç sınıf olmuşsunuz:

[ 056.007 ] ( EO )

Siz de üç sınıf olduğunuz zaman.

[ 056.007 ] ( ES )

Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman

[ 056.007 ] ( NQ )

And you (all) will be in three kinds (i.e. separate groups).

[ 056.008 ] ( KK )

ÝóÃóÕúÍóÇÈõ ÇáúãóíúãóäóÉö ãóÇ ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáúãóíúãóäóÉö ﴿ ٨ ﴾

[ 056.008 ] ( MŞ )

Meymene (sağ) ashâbı (amel defterleri sağdan verilecek olanlar), o sağ ashâbı (sâlih amelleri ile), ne (mutlu)durlar!

[ 056.008 ] ( AY )

Sağcılar (amel defterleri sağ ellerine verilenler), o sağcılar ne mutludurlar!...

[ 056.008 ] ( EO )

Ki sağda «Ashabı meymene»: Ne «Ashabı-meymene!».

[ 056.008 ] ( ES )

Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar!

[ 056.008 ] ( NQ )

So those on the Right Hand (i.e. those who will be given their Records in their right hands), Who will be those on the Right Hand? (As a respect for them, because they will enter Paradise).

[ 056.009 ] ( KK )

æóÃóÕúÍóÇÈõ ÇáúãóÔúÃóãóÉö ãóÇ ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáúãóÔúÃóãóÉö ﴿ ٩ ﴾

[ 056.009 ] ( MŞ )

Meş’eme (sol) ashâbı (amel defterleri sol tarafından verilecek olanlar ise), o sol ashâbı (kötü amelleriyle), ne (kötü, bedbaht)dırlar!

[ 056.009 ] ( AY )

Solcular (amel defterleri sol ellerine verilenler) ise, o solcular ne acıklı durumdalar!...

[ 056.009 ] ( EO )

Solda «Ashabı meş'eme»: Ne «Ashabı -meş'eme!».

[ 056.009 ] ( ES )

Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!

[ 056.009 ] ( NQ )

And those on the Left Hand (i.e. those who will be given their Record in their left hands), Who will be those on the Left Hand? (As a disgrace for them, because they will enter Hell).

[ 056.010 ] ( KK )

æóÇáÓøóÇÈöÞõæäó ÇáÓøóÇÈöÞõæäó ﴿ ١٠ ﴾

[ 056.010 ] ( MŞ )

(Bir de sâbikûn olan üçüncü sınıf vardır. Onlar dünyada iman, tâat ve hayır işlerinde) ileri geçenler, (âhirette de) ileri geçenler (cennete ilk girenler)dir. (Bunlar, her ümmette en önce iman edenler veya herkesten önce cihâda katılanlar ve beş vakit namaza öncelikle koşanlar yahut iki kıbleye göre namaz kılanlar ve yahut ehl-i Kur’ân olanlar ve mescitlere ilk girenlerdir.)

[ 056.010 ] ( AY )

(Bir de üçüncü sınıf, hayır işlemekte) ileri geçenler, (Âhiret de) ileri geçenlerdir, (ilk cennete girenlerdir.)

[ 056.010 ] ( EO )

İlerde sabikun, işte o sabikun.

[ 056.010 ] ( ES )

Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler.

[ 056.010 ] ( NQ )

And those foremost [(in Islamic Faith of Monotheism and in performing righteous deeds) in the life of this world on the very first call for to embrace Islam,] will be foremost (in Paradise).

[ 056.011 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó ÇáúãõÞóÑøóÈõæäó ﴿ ١١ ﴾

[ 056.011 ] ( MŞ )

İşte onlar (sâbikûn/ileri geçenler), mukarreb (Allah’a en çok yaklaştırılmış, cennetteki dereceleri en yüksek) olanlardır.

[ 056.011 ] ( AY )

Bunlar, dereceleri en yüksek olanlar...

[ 056.011 ] ( EO )

Onlar ne'ıym Cennetlerinde mukarrebun.

[ 056.011 ] ( ES )

İşte o yaklaştırılanlar, nimet cennetlerindedirler.

[ 056.011 ] ( NQ )

These will be those nearest to Allah.

[ 056.012 ] ( KK )

Ýöí ÌóäøóÇÊö ÇáäøóÚöíãö ﴿ ١٢ ﴾

[ 056.012 ] ( MŞ )

(Onlar,) na’îm cennetlerindedirler.

[ 056.012 ] ( AY )

Naîm cennetlerindedirler.

[ 056.012 ] ( EO )

Onlar ne'ıym Cennetlerinde mukarrebun.

[ 056.012 ] ( ES )

İşte o yaklaştırılanlar, nimet cennetlerindedirler.

[ 056.012 ] ( NQ )

In the Gardens of delight (Paradise).

[ 056.013 ] ( KK )

ËõáøóÉñ ãöäó ÇáúÃóæøóáöíäó ﴿ ١٣ ﴾

[ 056.013 ] ( MŞ )

(Sâbikûnun/iman ve tâatta ileri geçenlerin) çoğu, önceki (ümmet)lerdendir. 

[ 056.013 ] ( AY )

Evvelki ümmetlerin (hayırda ileri geçenlerinden) çok kimseler,

[ 056.013 ] ( EO )

Bir çok evvelînden.

[ 056.013 ] ( ES )

Çoğu önceki ümmetlerden,

[ 056.013 ] ( NQ )

A multitude of those (foremost) will be from the first generations (who embraced Islam).

[ 056.014 ] ( KK )

æóÞóáöíáñ ãöäó ÇáúÂÎöÑöíäó ﴿ ١٤ ﴾

[ 056.014 ] ( MŞ )

(Sâbikûnun) az bir kısmı da sonrakilerden (âhir zaman peygamberi Muhammed “aleyhisselâm”ın ümmetinden)dir1.
1 Fakat âhir zaman ümmetinden olan ashâb-ı yemîn, sâbikûn gibi az değil, çoktur. Bk. Vâkı’a 56/38-40.

[ 056.014 ] ( AY )

Biraz da sonrakilerden (âhir zaman peygamberinin hayırda ileri geçenleri),

[ 056.014 ] ( EO )

Biraz da âhirînden.

[ 056.014 ] ( ES )

Birazı da sonrakilerden.

[ 056.014 ] ( NQ )

And a few of those (foremost) will be from the later time (generations).

[ 056.015 ] ( KK )

Úóáóì ÓõÑõÑò ãóæúÖõæäóÉò ﴿ ١٥ ﴾

[ 056.015 ] ( MŞ )

(Onlar) cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 

[ 056.015 ] ( AY )

Mücevheratla işlemeli tahtlar üstünde,

[ 056.015 ] ( EO )

Murassa' tahtlar üstünde.

[ 056.015 ] ( ES )

(Onlar) cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

[ 056.015 ] ( NQ )

(They will be) on thrones woven with gold and precious stones,

[ 056.016 ] ( KK )

ãõÊøóßöÆöíäó ÚóáóíúåóÇ ãõÊóÞóÇÈöáöíäó ﴿ ١٦ ﴾

[ 056.016 ] ( MŞ )

Onlara (o tahtlara) karşılıklı olarak (oturup) yaslanırlar.

[ 056.016 ] ( AY )

Onlara yaslanarak karşı karşıya kurulmuşlar...

[ 056.016 ] ( EO )

Karşı karşıya kurulmuşlar.

[ 056.016 ] ( ES )

Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar.

[ 056.016 ] ( NQ )

Reclining thereon, face to face.

[ 056.017 ] ( KK )

íóØõæÝõ Úóáóíúåöãú æöáúÏóÇäñ ãõÎóáøóÏõæäó ﴿ ١٧ ﴾

[ 056.017 ] ( MŞ )

Etraflarında, (hiç yaşlanmayan, gençlikleri) sürekli kılınmış genç (hizmetçi)ler dolaşır.

[ 056.017 ] ( AY )

Dolaşır etraflarında, (tazelikleri) daimî genç hizmetçiler,

[ 056.017 ] ( EO )

Pırlanır etraflarında muhalled evlâdlar.

[ 056.017 ] ( ES )

Çevrelerinde, ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar.

[ 056.017 ] ( NQ )

They will be served by immortal boys,

[ 056.018 ] ( KK )

ÈöÃóßúæóÇÈò æóÃóÈóÇÑöíÞó æóßóÃúÓò ãöäú ãóÚöíäò ﴿ ١٨ ﴾

[ 056.018 ] ( MŞ )

(Asla bitmeyen, eksilmeyen bir kaynak olan) “ma’în”den (cennet şarabıyla doldurulmuş) büyük kaplar (sürâhiler/testiler), ibrikler ve kadehlerle (gezer ve ikramda bulunurlar).

[ 056.018 ] ( AY )

Cennet şarabından dolu sürahiler, ibrikler ve kadehlerle...

[ 056.018 ] ( EO )

Kübler ve ibrıklerle me'ıynden bir piyâle.

[ 056.018 ] ( ES )

Kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler ve kadehlerle.

[ 056.018 ] ( NQ )

With cups, and jugs, and a glass from the flowing wine,

[ 056.019 ] ( KK )

áÇó íõÕóÏøóÚõæäó ÚóäúåóÇ æóáÇó íõäúÒöÝõæäó ﴿ ١٩ ﴾

[ 056.019 ] ( MŞ )

(O şarabı içtiklerinde) ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir. (Dünyada şarap içenlerin aksine, başları da dönmez, sarhoş da olmazlar.)

[ 056.019 ] ( AY )

Ondan başları ağrımaz, sarhoş da olmazlar...

[ 056.019 ] ( EO )

Ne başları ağrıtılır ondan ne de irer zevâle.

[ 056.019 ] ( ES )

Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.

[ 056.019 ] ( NQ )

Wherefrom they will get neither any aching of the head, nor any intoxication.

[ 056.020 ] ( KK )

æóÝóÇßöåóÉò ãöãøóÇ íóÊóÎóíøóÑõæäó ﴿ ٢٠ ﴾

[ 056.020 ] ( MŞ )

Beğendikleri meyvelerle,

[ 056.020 ] ( AY )

Bir de seçtikleri meyvelerle,

[ 056.020 ] ( EO )

Meyve beğendiklerinden.

[ 056.020 ] ( ES )

Beğendikleri meyvalar,

[ 056.020 ] ( NQ )

And fruit; that they may choose.

[ 056.021 ] ( KK )

æóáóÍúãö ØóíúÑò ãöãøóÇ íóÔúÊóåõæäó ﴿ ٢١ ﴾

[ 056.021 ] ( MŞ )

Bir de canlarının çektiği kuş etleri ile (hizmetçiler etraflarında dolaşırlar).

[ 056.021 ] ( AY )

Ve arzu ettikleri kuş etleri ile (hizmetçiler etraflarında dolanır.)

[ 056.021 ] ( EO )

Kuş etti istediklerinden.

[ 056.021 ] ( ES )

Canlarının çektiği kuş etleri,

[ 056.021 ] ( NQ )

And the flesh of fowls that they desire.

[ 056.022 ] ( KK )

æóÍõæÑñ Úöíäñ ﴿ ٢٢ ﴾

[ 056.022 ] ( MŞ )

(Onlar için orada) iri (ceylân) gözlü (ve güzel yüzlü) hûriler de (vardır).

[ 056.022 ] ( AY )

Onlar için, iri gözlü (güzel yüzlü) hûriler de var;

[ 056.022 ] ( EO )

Huri ıyn.

[ 056.022 ] ( ES )

İri gözlü hûriler,

[ 056.022 ] ( NQ )

And (there will be) Houris (fair females) with wide, lovely eyes (as wives for the pious),

[ 056.023 ] ( KK )

ßóÃóãúËóÇáö ÇááøõÄúáõÄö Çáúãóßúäõæäö ﴿ ٢٣ ﴾

[ 056.023 ] ( MŞ )

(Onlar,) sedefte (saklı) inciler gibi(dir). 

[ 056.023 ] ( AY )

Gün görmemiş inci emsali...

[ 056.023 ] ( EO )

Saklı inci timsalleri gibi.

[ 056.023 ] ( ES )

Saklı inciler gibi,

[ 056.023 ] ( NQ )

Like unto preserved pearls.

[ 056.024 ] ( KK )

ÌóÒóÇÁð ÈöãóÇ ßóÇäõæÇ íóÚúãóáõæäó ﴿ ٢٤ ﴾

[ 056.024 ] ( MŞ )

(Bütün bunlar,) işledikleri (sâlih) amellerine karşılık olarak (verilir.)

[ 056.024 ] ( AY )

(Bütün bunlar, cennetliklerin) işledikleri amellere mükâfat içindir.

[ 056.024 ] ( EO )

İşledikleri amellere mükâfat için.

[ 056.024 ] ( ES )

Yaptıklarına karşılık olarak verilir.

[ 056.024 ] ( NQ )

A reward for what they used to do.

[ 056.025 ] ( KK )

áÇó íóÓúãóÚõæäó ÝöíåóÇ áóÛúæðÇ æóáÇó ÊóÃúËöíãðÇ ﴿ ٢٥ ﴾

[ 056.025 ] ( MŞ )

Onlar orada (cennette) boş bir lâf ve günaha sokacak bir şey işitmezler. 

[ 056.025 ] ( AY )

Onlar cennetde ne bir boş lâf işitirler, ne de bir hezeyan.

[ 056.025 ] ( EO )

Ne bir boş lâf işidirler orada ne de bir te'sîm.

[ 056.025 ] ( ES )

Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.

[ 056.025 ] ( NQ )

No Laghw (dirty, false, evil vain talk) will they hear therein, nor any sinful speech (like backbiting, etc.).

[ 056.026 ] ( KK )

ÅöáÇøó ÞöíáÇð ÓóáÇóãðÇ ÓóáÇóãðÇ ﴿ ٢٦ ﴾

[ 056.026 ] ( MŞ )

Ancak bir söz (işitirler, o da) selâm(a karşılık) selâm(dır).

[ 056.026 ] ( AY )

Ancak bir söz işitirler: Selâm... (birbirleriyle selâmlaşır dururlar).

[ 056.026 ] ( EO )

Ancak bir kelâm: Selâmen selâm.

[ 056.026 ] ( ES )

Duydukları söz, yalnız "selam", "selam" dır.

[ 056.026 ] ( NQ )

But only the saying of: Salam!, Salam! (greetings with peace) !

[ 056.027 ] ( KK )

æóÃóÕúÍóÇÈõ Çáúíóãöíäö ãóÇ ÃóÕúÍóÇÈõ Çáúíóãöíäö ﴿ ٢٧ ﴾

[ 056.027 ] ( MŞ )

Ashâb-ı yemîn (amel defterleri sağ tarafından verilenler), o sağ ashâbı (sâlih amelleri ile), ne (mutlu)durlar!

[ 056.027 ] ( AY )

Sağcılar (amel defterleri sağ ellerine verilenler), ne mutlu sağcılar!...

[ 056.027 ] ( EO )

Ashabı yemîn ise ne Ashabı yemîn.

[ 056.027 ] ( ES )

Sağın adamları, nedir o sağın adamları!

[ 056.027 ] ( NQ )

And those on the Right Hand, - Who will be those on the Right Hand?

[ 056.028 ] ( KK )

Ýöí ÓöÏúÑò ãóÎúÖõæÏò ﴿ ٢٨ ﴾

[ 056.028 ] ( MŞ )

Dikensiz kiraz(lar),

[ 056.028 ] ( AY )

Onlar, dal bastı kirazlar,

[ 056.028 ] ( EO )

Dal bastı kirazlar.

[ 056.028 ] ( ES )

Dalbastı kirazlar,

[ 056.028 ] ( NQ )

(They will be) among thornless lote-trees,

[ 056.029 ] ( KK )

æóØóáúÍò ãóäúÖõæÏò ﴿ ٢٩ ﴾

[ 056.029 ] ( MŞ )

Meyve dizili (salkımları sarkmış) muz ağaç(lar)ı,

[ 056.029 ] ( AY )

Dolgun salkımlı muzlar altında;

[ 056.029 ] ( EO )

Sıvama muzlar içinde.

[ 056.029 ] ( ES )

Meyva dizili muzlar,

[ 056.029 ] ( NQ )

Among Talh (banana-trees) with fruits piled one above another,

[ 056.030 ] ( KK )

æóÙöáøò ãóãúÏõæÏò ﴿ ٣٠ ﴾

[ 056.030 ] ( MŞ )

Yayılmış (uzayıp giden) gölge(ler), 

[ 056.030 ] ( AY )

Ve yaygın bir gölgede,

[ 056.030 ] ( EO )

Memdud bir saye.

[ 056.030 ] ( ES )

Uzamış gölgeler,

[ 056.030 ] ( NQ )

In shade long-extended,

[ 056.031 ] ( KK )

æóãóÇÁò ãóÓúßõæÈò ﴿ ٣١ ﴾

[ 056.031 ] ( MŞ )

Sürekli akan su(lar),

[ 056.031 ] ( AY )

Çağlayan bir su kenarında,

[ 056.031 ] ( EO )

Çağlıyan bir su.

[ 056.031 ] ( ES )

Fışkıran sular.

[ 056.031 ] ( NQ )

By water flowing constantly,

[ 056.032 ] ( KK )

æóÝóÇßöåóÉò ßóËöíÑóÉò ﴿ ٣٢ ﴾

[ 056.032 ] ( MŞ )

Pek çok (türde) meyve(ler),

[ 056.032 ] ( AY )

(32-33) Ve tükenmeyen, yenmesi yasaklanmıyan birçok meyveler arasında,

[ 056.032 ] ( EO )

Bir çok meyve.

[ 056.032 ] ( ES )

Pek çok meyva arasında,

[ 056.032 ] ( NQ )

And fruit in plenty,

[ 056.033 ] ( KK )

áÇó ãóÞúØõæÚóÉò æóáÇó ãóãúäõæÚóÉò ﴿ ٣٣ ﴾

[ 056.033 ] ( MŞ )

(Hiçbir zaman bitip) tükenmeyen ve yasaklanmayan (bol meyveler),

[ 056.033 ] ( AY )

(32-33) Ve tükenmeyen, yenmesi yasaklanmıyan birçok meyveler arasında,

[ 056.033 ] ( EO )

Ne eksilir, ne men'edilir.

[ 056.033 ] ( ES )

Tükenmeyen ve yasaklanmayan

[ 056.033 ] ( NQ )

Whose season is not limited, and their supply will not be cut off,

[ 056.034 ] ( KK )

æóÝõÑõÔò ãóÑúÝõæÚóÉò ﴿ ٣٤ ﴾

[ 056.034 ] ( MŞ )

Yükseltilmiş döşekler (üzerlerinde emsalsiz güzellikte dilberler),

[ 056.034 ] ( AY )

Kıymetleri yüksek döşeklerdedirler...

[ 056.034 ] ( EO )

Yüksek düşekler.

[ 056.034 ] ( ES )

Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler.

[ 056.034 ] ( NQ )

And on couches or thrones, raised high.

[ 056.035 ] ( KK )

ÅöäøóÇ ÃóäúÔóÃúäóÇåõäøó ÅöäÔóÇÁð ﴿ ٣٥ ﴾

[ 056.035 ] ( MŞ )

Şüphesiz biz onları (hûrileri veya dünya hayatındaki yaşlı kadınları) yepyeni bir yaratılışla (doğumsuz olarak) yarattık.

[ 056.035 ] ( AY )

Gerçekten biz, (dünyada kocalmış kadınları, gençleştirerek cennetde) onları yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır.

[ 056.035 ] ( EO )

Biz etmişizdir de onları.

[ 056.035 ] ( ES )

Biz kadınları yeniden inşa ettik (yarattık).

[ 056.035 ] ( NQ )

Verily, We have created them (maidens) of special creation.

[ 056.036 ] ( KK )

ÝóÌóÚóáúäóÇåõäøó ÃóÈúßóÇÑðÇ ﴿ ٣٦ ﴾

[ 056.036 ] ( MŞ )

Onları hep bâkire (kız)lar yaptık.

[ 056.036 ] ( AY )

Böylece onları, hep bakir kızlar,

[ 056.036 ] ( EO )

yeniden inşa.

[ 056.036 ] ( ES )

Onları bâkireler yaptık.

[ 056.036 ] ( NQ )

And made them virgins.

[ 056.037 ] ( KK )

ÚõÑõÈðÇ ÃóÊúÑóÇÈðÇ ﴿ ٣٧ ﴾

[ 056.037 ] ( MŞ )

Kocalarına âşık (ve hepsini) aynı yaşta (otuzüç yaşında kıldık.)

[ 056.037 ] ( AY )

Kocalarına âşık yaşıtlar yaptık;

[ 056.037 ] ( EO )

Kılmışızdır bir yaşıd ebkâri şeyda.

[ 056.037 ] ( ES )

Hep yaşıt sevgililer,

[ 056.037 ] ( NQ )

Loving (their husbands only), equal in age.

[ 056.038 ] ( KK )

áöÃóÕúÍóÇÈö Çáúíóãöíäö ﴿ ٣٨ ﴾

[ 056.038 ] ( MŞ )

(Bütün bunlar,) ashâb-ı yemîn (amel defterleri sağ tarafından verilenler) içindir.

[ 056.038 ] ( AY )

(Cennet ehli olan) sağcılar için...

[ 056.038 ] ( EO )

Ashabı yemîn için.

[ 056.038 ] ( ES )

Sağın adamları içindir.

[ 056.038 ] ( NQ )

For those on the Right Hand.

[ 056.039 ] ( KK )

ËõáøóÉñ ãöäó ÇáúÃóæøóáöíäó ﴿ ٣٩ ﴾

[ 056.039 ] ( MŞ )

(Ashâb-ı yemînin) çoğu, (âhir zaman ümmetinden) öncekilerdendir. (Ashâb-ı yemînin öncekilerinin çoğu, âhir zaman ümmetindendir.)

[ 056.039 ] ( AY )

(Âhir zaman ümmetinden olan sağcılar, hayırda ileri geçen= Sabikûn gibi değil, çoktur.) Bunların bir çoğu evvelki ümmetlerden,

[ 056.039 ] ( EO )

Bir çok evvelînden.

[ 056.039 ] ( ES )

Bir çoğu öncekilerdendir.

[ 056.039 ] ( NQ )

A multitude of those (on the Right Hand) will be from the first generation (who embraced Islam).

[ 056.040 ] ( KK )

æóËõáøóÉñ ãöäó ÇáúÂÎöÑöíäó ﴿ ٤٠ ﴾

[ 056.040 ] ( MŞ )

(Ashâb-ı yemînin) çoğu da, (âhir zaman ümmetinden) sonrakilerdendir. (Ashâb-ı yemînin sonrakilerinin çoğu, âhir zaman ümmetindendir.)
(Peygamber aleyhisselâm buyurmuştur: Her iki sülleh/çokluk da benim ümmetimdendir. Bk. Taberî [Vâkı’a 56/13-14] ve İtkân [Rasûlüllah’ın Tefsîri, Vâkı’a Sûresi]).
(Ebû Bekir radıyallahü anh buyurdu ki: Her iki çokluk da Muhammed “aleyhisselâm”ın ümmetindendir. Bunlardan kimisi onun ümmetinin ilkleri arasında, kimisi de sonra gelenleri arasındadır. Bk. Kurtubî [Vâkı’a 56/13-14]).
(Cennet ehli yüzyirmi saftır. Bunlardan seksen safı bu ümmetten, kırk safı da diğer ümmetlerdendir. Bk. Tirmizî, Cennet 13, [2549]).

[ 056.040 ] ( AY )

Bir çoğu da sonraki (âhir zaman peygamberine bağlı) ümmetlerdendir.

[ 056.040 ] ( EO )

Ve bir çok âhirînden.

[ 056.040 ] ( ES )

Bir çoğu da sonrakilerdendir.

[ 056.040 ] ( NQ )

And a multitude of those (on the Right Hand) will be from the later times (generations).

[ 056.041 ] ( KK )

æóÃóÕúÍóÇÈõ ÇáÔøöãóÇáö ãóÇ ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáÔøöãóÇáö ﴿ ٤١ ﴾

[ 056.041 ] ( MŞ )

Ashâb-ı şimâl (amel defterleri sol tarafından verilenler ise), o sol ashâbı (kötü amelleriyle), ne (kötü, bedbaht)dırlar!

[ 056.041 ] ( AY )

Solcular ise, onlar ne acıklı durumdalar!...

[ 056.041 ] ( EO )

Eshabi şimal ise ne Eshabi şimal!.

[ 056.041 ] ( ES )

Solun adamları, nedir o solcular!

[ 056.041 ] ( NQ )

And those on the Left Hand Who will be those on the Left Hand?

[ 056.042 ] ( KK )

Ýöí Óóãõæãò æóÍóãöíãò ﴿ ٤٢ ﴾

[ 056.042 ] ( MŞ )

(İnsanın içine işleyen bir) sıcaklık ve kaynar bir su içinde,

[ 056.042 ] ( AY )

Onlar ateşin alevi ve kaynar su içindedirler.

[ 056.042 ] ( EO )

Bir semum ve hamîm.

[ 056.042 ] ( ES )

İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar şu içinde,

[ 056.042 ] ( NQ )

In fierce hot wind and boiling water,

[ 056.043 ] ( KK )

æóÙöáøò ãöäú íóÍúãõæãò ﴿ ٤٣ ﴾

[ 056.043 ] ( MŞ )

Kapkara dumandan bir gölge altında,

[ 056.043 ] ( AY )

Bir de üzerlerinde cehennemin kapkara dumanı olan bir gölge var...

[ 056.043 ] ( EO )

Ve zifirden bir zılli mağmum içinde.

[ 056.043 ] ( ES )

Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.

[ 056.043 ] ( NQ )

And shadow of black smoke,

[ 056.044 ] ( KK )

áÇó ÈóÇÑöÏò æóáÇó ßóÑöíãò ﴿ ٤٤ ﴾

[ 056.044 ] ( MŞ )

Ki (o gölge) ne serindir, ne de faydalı.

[ 056.044 ] ( AY )

O gölge ne serindir, ne mülâyim...

[ 056.044 ] ( EO )

Ne serin ne de kerîm.

[ 056.044 ] ( ES )

Ki ne serindir, ne de faydalı.

[ 056.044 ] ( NQ )

(That shadow) neither cool, nor (even) good,

[ 056.045 ] ( KK )

Åöäøóåõãú ßóÇäõæÇ ÞóÈúáó Ðóáößó ãõÊúÑóÝöíäó ﴿ ٤٥ ﴾

[ 056.045 ] ( MŞ )

Çünkü onlar, bundan önce (dünyada) (ibâdetleri yapmayıp) zevklerine (çok) düşkündüler.

[ 056.045 ] ( AY )

Çünkü onlar, bundan önce (dünyada) zevklerine düşkündüler;

[ 056.045 ] ( EO )

Çünkü onlar bundan evvel mütrefîn: Keyflerine düşkün şımarık müsrifîn idiler.

[ 056.045 ] ( ES )

Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefâhete dalmışlardı.

[ 056.045 ] ( NQ )

Verily, before that, they indulged in luxury,

[ 056.046 ] ( KK )

æóßóÇäõæÇ íõÕöÑøõæäó Úóáóì ÇáúÍöäúËö ÇáúÚóÙöíãö ﴿ ٤٦ ﴾

[ 056.046 ] ( MŞ )

(Allah’a şirk koşma gibi) o büyük günahı işlemekte de ısrar ediyorlardı.

[ 056.046 ] ( AY )

Ve en büyük günah (Allah’a ortak koşmak) üzerinde ısrar ediyorlardı...

[ 056.046 ] ( EO )

Ve büyük cinayete ısrar ediyorlardı.

[ 056.046 ] ( ES )

Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı.

[ 056.046 ] ( NQ )

And were persisting in great sin (joining partners in worship along with Allah, committing murders and other crimes, etc.)

[ 056.047 ] ( KK )

æóßóÇäõæÇ íóÞõæáõæäó ÃóÇöÐóÇ ãöÊúäóÇ æóßõäøóÇ ÊõÑóÇÈðÇ æóÚöÙóÇãðÇ ÃóÆöäøóÇ áóãóÈúÚõæËõæäó ﴿ ٤٧ ﴾

[ 056.047 ] ( MŞ )

Bir de diyorlardı ki: Biz öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik yığını hâline geldikten sonra mı, gerçekten biz mi tekrar diriltileceğiz?

[ 056.047 ] ( AY )

Bir de diyorlardı ki: “ Öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi dirilecek mişiz?

[ 056.047 ] ( EO )

Ve diyorlardı ki: Öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz vakıt mi? Cidden biz mi mutlak ba'solunacakmışız?

[ 056.047 ] ( ES )

Ve diyorlardı ki: "Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?"

[ 056.047 ] ( NQ )

And they used to say: "When we die and become dust and bones, shall we then indeed be resurrected?

[ 056.048 ] ( KK )

Ãóæó ÂÈóÇÄõäóÇ ÇáúÃóæøóáõæäó ﴿ ٤٨ ﴾

[ 056.048 ] ( MŞ )

Önceki atalarımızda mı (diriltilecekler)?

[ 056.048 ] ( AY )

Evvelki atalarımızda mı?”

[ 056.048 ] ( EO )

Ya evvelki atalarımız da mı?

[ 056.048 ] ( ES )

"Önceki atalarımızda mı?"

[ 056.048 ] ( NQ )

And also our forefathers?

[ 056.049 ] ( KK )

Þõáú Åöäøó ÇáúÃóæøóáöíäó æóÇáúÂÎöÑöíäó ﴿ ٤٩ ﴾

[ 056.049 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm, o inkâr edenlere) söyle: Muhakkak bütün öncekiler ve sonrakiler,

[ 056.049 ] ( AY )

(Ey Resûlüm, o münkirlere) söyle: “ Muhakkak bütün evvelkiler ve sonrakiler,

[ 056.049 ] ( EO )

De ki: Muhakkak bütün evvelîn ve âhirîn.

[ 056.049 ] ( ES )

De ki: "Öncekiler ve sonrakiler"

[ 056.049 ] ( NQ )

Say (O Muhammad ): "(Yes) verily, those of old, and those of later times.

[ 056.050 ] ( KK )

áóãóÌúãõæÚõæäó Åöáóì ãöíÞóÇÊö íóæúãò ãóÚúáõæãò ﴿ ٥٠ ﴾

[ 056.050 ] ( MŞ )

Belli bir günün belli bir vaktinde mutlaka toplanacaklardır.

[ 056.050 ] ( AY )

Belirli bir günün muayyen vaktinde çaresiz toplanacaklardır.”

[ 056.050 ] ( EO )

Lâbüd cem' olunacaklar mikatına ma'lûm bir günün.

[ 056.050 ] ( ES )

"Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır."

[ 056.050 ] ( NQ )

All will surely be gathered together for appointed Meeting of a known Day.
 

[ 056.051 ] ( KK )

Ëõãøó Åöäøóßõãú ÃóíøõåóÇ ÇáÖøóÇáøõæäó ÇáúãõßóÐøöÈõæäó ﴿ ٥١ ﴾

[ 056.051 ] ( MŞ )

Sonra siz, ey sapıklar, yalanlayanlar!

[ 056.051 ] ( AY )

Sonra, muhakkak ki siz ey sapkınlar, yalancılar!

[ 056.051 ] ( EO )

Sonra siz, ey sapgın münkirler!.

[ 056.051 ] ( ES )

Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar!

[ 056.051 ] ( NQ )

Then moreover, verily, you the erring-ones, the deniers (of Resurrection)!

[ 056.052 ] ( KK )

áóÂßöáõæäó ãöäú ÔóÌóÑò ãöäú ÒóÞøõæãò ﴿ ٥٢ ﴾

[ 056.052 ] ( MŞ )

Elbette (cehennemde) zakkûm ağacından yiyeceksiniz.

[ 056.052 ] ( AY )

Elbette (cehennemde) zakkum ağacından yiyeceksiniz;

[ 056.052 ] ( EO )

Lâbüd yersiniz de bir ağaçtan, zakkumdan.

[ 056.052 ] ( ES )

Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.

[ 056.052 ] ( NQ )

You verily will eat of the trees of Zaqqum.
 

[ 056.053 ] ( KK )

ÝóãóÇáöÆõæäó ãöäúåóÇ ÇáúÈõØõæäó ﴿ ٥٣ ﴾

[ 056.053 ] ( MŞ )

Karınlarınızı onunla dolduracaksınız.

[ 056.053 ] ( AY )

Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.

[ 056.053 ] ( EO )

Doldurursunuz da karınlarınızı ondan.

[ 056.053 ] ( ES )

Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız.

[ 056.053 ] ( NQ )

Then you will fill your bellies therewith,

[ 056.054 ] ( KK )

ÝóÔóÇÑöÈõæäó Úóáóíúåö ãöäó ÇáúÍóãöíãö ﴿ ٥٤ ﴾

[ 056.054 ] ( MŞ )

(Şiddetle susayacağınız için) üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

[ 056.054 ] ( AY )

Üstüne de (şiddetle susayacağınız için) o kaynar sudan içeceksiniz.

[ 056.054 ] ( EO )

İçersiniz de üstüne o hamîmden.

[ 056.054 ] ( ES )

Üstüne de kaynar su içeceksiniz.

[ 056.054 ] ( NQ )

And drink boiling water on top of it,
 

[ 056.055 ] ( KK )

ÝóÔóÇÑöÈõæäó ÔõÑúÈó Çáúåöíãö ﴿ ٥٥ ﴾

[ 056.055 ] ( MŞ )

Hem de susuzluktan kırılan develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

[ 056.055 ] ( AY )

Öyle ki, suya kanmayan develerin içişi gibi içeceksiniz.

[ 056.055 ] ( EO )

İçersiniz hüyam ılletine tutulmuş kanmak bilmez develer gibi.

[ 056.055 ] ( ES )

Susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.

[ 056.055 ] ( NQ )

So you will drink (that) like thirsty camels!"

[ 056.056 ] ( KK )

åóÐóÇ äõÒõáõåõãú íóæúãó ÇáÏøöíäö ﴿ ٥٦ ﴾

[ 056.056 ] ( MŞ )

İşte hesap günü, onlara sunulacak ziyafet bu!

[ 056.056 ] ( AY )

İşte hesap günü, onlara ziyafet bu!

[ 056.056 ] ( EO )

İşte bu onların konuklukları o din günü (ceza günü).

[ 056.056 ] ( ES )

İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur.

[ 056.056 ] ( NQ )

That will be their entertainment on the Day of Recompense!

[ 056.057 ] ( KK )

äóÍúäõ ÎóáóÞúäóÇßõãú ÝóáóæúáÇó ÊõÕóÏøöÞõæäó ﴿ ٥٧ ﴾

[ 056.057 ] ( MŞ )

(Ey inkârcılar,) sizi biz yarattık, o hâlde (tekrar dirilmeyi) tasdik etmeniz (ona inanmanız) gerekmez mi?

[ 056.057 ] ( AY )

(Ey İnkârcılar), sizi biz yarattık; hâlâ (peygamberleri) tasdik etmiyecek misiniz?

[ 056.057 ] ( EO )

Biz, yarattık sizi hâlâ tasdık etmiyecek misiniz?

[ 056.057 ] ( ES )

Biz sizi yarattık; tasdik etmeniz gerekmez mi?

[ 056.057 ] ( NQ )

We created you, then why do you believe not?

[ 056.058 ] ( KK )

ÃóÝóÑóÃóíúÊõãú ãóÇ Êõãúäõæäó ﴿ ٥٨ ﴾

[ 056.058 ] ( MŞ )

(Eğer aslınızın yapışkan bir sıvı olduğunu kabul ediyorsanız, rahimlere) dökmekde olduğunuz (o) menîyi (spermleri) bildiniz (onun üzerinde hiç düşündünüz) mü? (O spermleri sizde kim yarattı?)

[ 056.058 ] ( AY )

Şimdi gördünüz mü, (Rahîmlere) döktüğünüz menîyi?

[ 056.058 ] ( EO )

Şimdi gördünüzmü o döktüğünüz menîyi?

[ 056.058 ] ( ES )

Attığınız meniyi gördünüz mü?

[ 056.058 ] ( NQ )

Then tell Me (about) the human semen that you emit.

[ 056.059 ] ( KK )

ÃóÃóäúÊõãú ÊóÎúáõÞõæäóåõ Ãóãú äóÍúäõ ÇáúÎóÇáöÞõæäó ﴿ ٥٩ ﴾

[ 056.059 ] ( MŞ )

(Söyleyin,) onu (o bir damla su ve döllenmiş yumurtayı, insan suretine getirerek) siz mi yaratıyorsunuz? Yoksa (insanın bütün organlarını en mükemmel ve âhenkli bir şekilde safha safha) yaratanlar (ve onu sayısız tabiî ve ruhî kanunlar ile donatarak hayata çıkaranlar) biz miyiz? (Biz değil miyiz? Böylece yüce Allah, sizi yoktan var ettiğine göre, tekrar sizi diriltmeye kâdir olmaz mı?

[ 056.059 ] ( AY )

Onu (insan biçiminde) siz mi yaratıyorsunuz? Yoksa biz miyiz yaratan?

[ 056.059 ] ( EO )

Sizmi yaratıyorsunuz onu yoksa bizmiyiz yaratan.

[ 056.059 ] ( ES )

Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?

[ 056.059 ] ( NQ )

Is it you who create it (i.e. make this semen into a perfect human being), or are We the Creator?

[ 056.060 ] ( KK )

äóÍúäõ ÞóÏøóÑúäóÇ Èóíúäóßõãõ ÇáúãóæúÊó æóãóÇ äóÍúäõ ÈöãóÓúÈõæÞöíäó ﴿ ٦٠ ﴾

[ 056.060 ] ( MŞ )

Aranızda ölümü (hepinizin rızık ve ecellerini zaman, mekân ve şekil yönünden farklı farklı) biz takdir ettik. (Bu hususta bizi kim engelleyebilir?) Biz önüne geçile(rek istediğini yerine getiremeye)cekler(den) değiliz.

[ 056.060 ] ( AY )

Aranızda ölümü (ve ecelleri) biz takdir ettik ve biz, dilediğimiz şeyi yerine getirmekten âciz de değiliz.

[ 056.060 ] ( EO )

Biz takdir ettik aranızda o ölümü ve bizim önümüze geçilmez.

[ 056.060 ] ( ES )

Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez.

[ 056.060 ] ( NQ )

We have decreed death to you all, and We are not unable,

[ 056.061 ] ( KK )

Úóáóì Ãóäú äõÈóÏøöáó ÃóãúËóÇáóßõãú æóäõäúÔöÆóßõãú Ýöí ãóÇ áÇó ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٦١ ﴾

[ 056.061 ] ( MŞ )

(Hiç şüpheniz olmasın ki:) Biz (sizi helâk ederek,) yerinize benzerlerinizi getirmeye ve sizi bilemeyeceğiniz sûretlerde tekrar yaratmaya (kâdiriz/gücümüz yeter). (Nitekim öldükten sonra dirilme, böyle olacaktır.)

[ 056.061 ] ( AY )

Kılıklarınızı değiştirmeğe ve bilemiyeceğiniz bir sûrette sizi yaratmağa da gücümüz yeter.

[ 056.061 ] ( EO )

Kılıklarınızı değiştirmek ve sizi bilemiyeceğiniz bir neş'ette inşa etmek üzereyiz.

[ 056.061 ] ( ES )

Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (böyle yapıyoruz).

[ 056.061 ] ( NQ )

To transfigure you and create you in (forms) that you know not.

[ 056.062 ] ( KK )

æóáóÞóÏú ÚóáöãúÊõãõ ÇáäøóÔúÃóÉó ÇáúÃõæáóì ÝóáóæúáÇó ÊóÐßøóÑõæäó ﴿ ٦٢ ﴾

[ 056.062 ] ( MŞ )

Bu durumda kesin olarak (dünya hayatında topraktan, sonra nutfetün emşâc/sperm ile yumurtanın döllenmesinden) ilk yaratılışı(nızı) bildiniz. O hâlde (kıyâmette sizi ikinci defa diriltebileceğimizi) düşünmeniz (ve ona inanmanız) gerekmez mi?

[ 056.062 ] ( AY )

Her hâlde (bu dünya hayatında topraktan sonra nutfeden) ilk yaratılışınızı bildiniz. O hâlde (kıyâmette sizi ikinci defa diriltmeğe kadir olduğumuzu) düşünseniz ya!...

[ 056.062 ] ( EO )

Her halde ilk neş'eti biliyorsunuz o halde düşünseniz a.

[ 056.062 ] ( ES )

Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?

[ 056.062 ] ( NQ )

And indeed, you have already known the first form of creation (i.e. the creation of Adam), why then do you not remember or take heed?

[ 056.063 ] ( KK )

ÃóÝóÑóÃóíúÊõãú ãóÇ ÊóÍúÑõËõæäó ﴿ ٦٣ ﴾

[ 056.063 ] ( MŞ )

Şimdi bildiniz mi, o ektiğiniz tohumu? (Ki, onu biliyorsunuz.)

[ 056.063 ] ( AY )

Şimdi gördünüz mü, o ektiğiniz tohumu?

[ 056.063 ] ( EO )

Şimdi gördünüzmü o ekdiğiniz tohumu?

[ 056.063 ] ( ES )

Ektiğinizi gördünüz mü?

[ 056.063 ] ( NQ )

Tell Me! The seed that you sow in the ground.

[ 056.064 ] ( KK )

ÃóÃóäúÊõãú ÊóÒúÑóÚõæäóåõ Ãóãú äóÍúäõ ÇáÒøóÇÑöÚõæäó ﴿ ٦٤ ﴾

[ 056.064 ] ( MŞ )

Onu (topraktan) siz mi bitiriyorsunuz, yoksa (çeşitli safhalardan geçirerek) bitirenler biz miyiz?
(Toprağa bir şey eken kimsenin önce eûzü besmele çekip sonra bu ve sonraki âyet ile şu duayı okuması müstehaptır:
“Beli’llâhü’z-zâri’u ve’l-münbitü ve’l-mübellig. Allâhümme salli alâ Muhammed ve ve’rzuknâ semerehû ve cennibnâ dararahû ve’c'alnâ li-en'umike mine’ş-şâkirîn.”
“Şüphesiz, bu ekileni bitiren, yetişdiren, kemâle erdiren Allah’tır. Allah’ım, efendimiz Muhammed “aleyhisselâm”a salât eyle. Onun mahsulü ile bizi rızıklandır. Ona zarar gelmekten bizi koru. Bizi ni'metlerine şükrediciler kıl.” Bk. Kurtubî.
Bu dua, o ekilenin bütün âfetlerden selâmetine manevî bir em’andır. Bk. Şeyhzâde.)

[ 056.064 ] ( AY )

Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa biz miyiz bitiren?

[ 056.064 ] ( EO )

Sizmi bitiriyorsunuz onu? Yoksa bizmiyiz bitiren?

[ 056.064 ] ( ES )

Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

[ 056.064 ] ( NQ )

Is it you that make it grow, or are We the Grower?

[ 056.065 ] ( KK )

áóæú äóÔóÇÁõ áóÌóÚóáúäóÇåõ ÍõØóÇãðÇ ÝóÙóáóáúÊõãú ÊóÊóÝóßøóåõæäó ﴿ ٦٥ ﴾

[ 056.065 ] ( MŞ )

Dileseydik o ekini çerçöp (tanesiz kuru ot) hâline getirirdik de şaşar kalır (ve şöyle der)diniz:

[ 056.065 ] ( AY )

Dileseydik o ekini çerçöp hâline getirirdik de şöyle derdiniz:

[ 056.065 ] ( EO )

Onları elbet bir çöpe çeviriverdik de şöyle geveler dururdunuz:.

[ 056.065 ] ( ES )

Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık. Hayret eder dururdunuz.

[ 056.065 ] ( NQ )

Were it Our Will, We could crumble it to dry pieces, and you would be regretful (or left in wonderment).

[ 056.066 ] ( KK )

ÅöäøóÇ áóãõÛúÑóãõæäó ﴿ ٦٦ ﴾

[ 056.066 ] ( MŞ )

“Gerçekten biz, borç altına girdik (bütün emeklerimiz boşa gitti)!”

[ 056.066 ] ( AY )

“Şüphesiz biz çok ziyandayız.

[ 056.066 ] ( EO )

Her halde biz çok ziyandayız.

[ 056.066 ] ( ES )

"Doğrusu borç altına girdik."

[ 056.066 ] ( NQ )

(Saying): "We are indeed Mughramun (i.e. ruined or lost the money without any profit, or punished by the loss of all that we spend for cultivation, etc.)! [See Tafsir Al-Qurtubi, Vol. 17, Page 219]

[ 056.067 ] ( KK )

Èóáú äóÍúäõ ãóÍúÑõæãõæäó ﴿ ٦٧ ﴾

[ 056.067 ] ( MŞ )

“Daha doğrusu biz, mahrum kaldık.” (derdiniz).

[ 056.067 ] ( AY )

Şüphesiz (beklediğimiz mahsule karşılık) büsbütün mahrumuz.”

[ 056.067 ] ( EO )

Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!..

[ 056.067 ] ( ES )

"Doğrusu, biz yoksul bırakıldık" (derdiniz).

[ 056.067 ] ( NQ )

Nay, but we are deprived!

[ 056.068 ] ( KK )

ÃóÝóÑóÃóíúÊõãú ÇáúãóÇÁó ÇáøóÐöí ÊóÔúÑóÈõæäó ﴿ ٦٨ ﴾

[ 056.068 ] ( MŞ )

Şimdi içmekte olduğunuz (o tatlı) suyu(n size nasıl ulaştığını) bildiniz mi? (Bunun üzerinde hiç düşündünüz mü?)

[ 056.068 ] ( AY )

Şimdi içmekte olduğunuz suyu bildirin bana:

[ 056.068 ] ( EO )

Şimdi gördünüzmü o içdiğiniz suyu?

[ 056.068 ] ( ES )

İçtiğiniz suya baktınız mı?

[ 056.068 ] ( NQ )

Tell Me! The water that you drink.

[ 056.069 ] ( KK )

ÃóÃóäúÊõãú ÃóäÒóáúÊõãõæåõ ãöäó ÇáúãõÒúäö Ãóãú äóÍúäõ ÇáúãõäúÒöáõæäó ﴿ ٦٩ ﴾

[ 056.069 ] ( MŞ )

Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa (onu atmosferle ilgili bir çok olaydan sonra) indirenler biz miyiz?

[ 056.069 ] ( AY )

Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa biz miyiz indiren?

[ 056.069 ] ( EO )

Sizmi indiriyorsunuz onu buluttan yoksa bizmiyiz indiren?

[ 056.069 ] ( ES )

Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

[ 056.069 ] ( NQ )

Is it you who cause it from the rainclouds to come down, or are We the Causer of it to come down?

[ 056.070 ] ( KK )

áóæú äóÔóÇÁõ ÌóÚóáúäóÇåõ ÃõÌóÇÌðÇ ÝóáóæúáÇó ÊóÔúßõÑõæäó ﴿ ٧٠ ﴾

[ 056.070 ] ( MŞ )

Dileseydik onu (tuzluluktan dolayı içilemeyecek derecede) acı bir su yapardık. O hâlde (bu nimetler karşılığında yüce Allah'a) şükretmeniz gerekmez mi?

[ 056.070 ] ( AY )

Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde (bu türlü nimetlere karşı Allah’a) şükretseniz ya...

[ 056.070 ] ( EO )

Dilesek onu acı bir çorak ediverirdik o halde şükretseniza.

[ 056.070 ] ( ES )

Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretseniz ya!

[ 056.070 ] ( NQ )

If We willed, We verily could make it salt (and undrinkable), why then do you not give thanks (to Allah)?

[ 056.071 ] ( KK )

ÃóÝóÑóÃóíúÊõãú ÇáäøóÇÑó ÇáøóÊöí ÊõæÑõæäó ﴿ ٧١ ﴾

[ 056.071 ] ( MŞ )

(Yeşil bir ağaçtan çıkarıp) tutuşturmakta olduğunuz ateşi(n nasıl yandığını) bildiniz mi? (Bu konuda hiç düşündünüz mü?)
(O [Allah] ki, size yeşil ağaçtan [Merh ve Afâr ağaçlarından veya misvak ağacının dışındaki bütün ağaçlardan] bir ateş yaptı da şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. Bk. Yâsîn 36/80 ve açıklaması.)

[ 056.071 ] ( AY )

Şimdi çakıp yakmakta olduğunuz ateşi bana haber verin:

[ 056.071 ] ( EO )

bir de gördünüzmü o çakdığınız ateşi?

[ 056.071 ] ( ES )

Yaktığınız ateşi gördünüzmü?

[ 056.071 ] ( NQ )

Tell Me! The fire which you kindle,

[ 056.072 ] ( KK )

ÃóÃóäúÊõãú ÃóäÔóÃúÊõãú ÔóÌóÑóÊóåóÇ Ãóãú äóÍúäõ ÇáúãõäúÔöÆõæäó ﴿ ٧٢ ﴾

[ 056.072 ] ( MŞ )

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa (odun, ateş ve su gibi birbirine zıd olan üç nesne bir arada olduğu hâlde, onları birbirine etkisiz kılan ve ondan ateşi çıkarıp) yaratan biz miyiz? (Biz değil miyiz?)

[ 056.072 ] ( AY )

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa biz miyiz yaratan?

[ 056.072 ] ( EO )

Sizmi inşa ettiniz onun ağacını? Yoksa bizmiyiz inşa eden?

[ 056.072 ] ( ES )

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

[ 056.072 ] ( NQ )

Is it you who made the tree thereof to grow, or are We the Grower?

[ 056.073 ] ( KK )

äóÍúäõ ÌóÚóáúäóÇåóÇ ÊóÐúßöÑóÉð æóãóÊóÇÚðÇ áöáúãõÞúæöíäó ﴿ ٧٣ ﴾

[ 056.073 ] ( MŞ )

Biz onu (o ateşi), (cehennem ateşine) bir ibret ve çölden gelip geçenler için bir menfaat (fayda) kıldık.

[ 056.073 ] ( AY )

Biz bu ateşi, (cehennem ateşine) bir ibret ve sahradaki yolculara bir menfaat kıldık.

[ 056.073 ] ( EO )

Biz onu hem bir muhtıra kıldık hem de bir istifade: alandaki muhtaclar için.

[ 056.073 ] ( ES )

Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık.

[ 056.073 ] ( NQ )

We have made it a Reminder (for the Hell-fire, in the Hereafter); and an article of use for the travellers (and all the others, in this world).

[ 056.074 ] ( KK )

ÝóÓóÈøöÍú ÈöÇÓúãö ÑóÈøößó ÇáúÚóÙöíãö ﴿ ٧٤ ﴾

[ 056.074 ] ( MŞ )

O hâlde Rabbini o büyük ismiyle tesbih (ve Müşriklerin isnat et­tikleri ortak edinme, öldükten sonra diriltme âcizliği gibi her türlü noksanlıklar ile şânına yakışmayan bütün sıfatlardan tenzih) et (uzak kıl). 

[ 056.074 ] ( AY )

O hâlde Rabbini, Azîm ismi ile tesbih et, (Sübhane Rabbiyel-Azîm, de).

[ 056.074 ] ( EO )

O halde tesbih et rabbine azîm ismiyle.

[ 056.074 ] ( ES )

Öyleyse büyük Rabbinin adını yücelt.

[ 056.074 ] ( NQ )

Then glorify with praises the Name of your Lord, the Most Great.

[ 056.075 ] ( KK )

ÝóáÇó ÃõÞúÓöãõ ÈöãóæóÇÞöÚö ÇáäøõÌõæãö ﴿ ٧٥ ﴾

[ 056.075 ] ( MŞ )

Hayır (kâfirlerin sözü doğru değildir). Yıldızların (batma vaktinde) düştüğü yerlere yemin ederim1.
1 Allahü teâlâ’nın âfâkî (insanın dışındaki/evrendeki) ve enfüsî (insanın kendisindeki) delillere yemin etmesinde, O’nun irâde, kudret ve azametine işâretler vardır. Bk. Râzî.
(Onlara, yakında âfâk [insanın dışındaki/evrendeki] ve enfüslerindeki [kendilerindeki] âyetlerimizi/delillerimizi göstereceğiz. [Fussılet 41/53].
Şüphe yok ki, mü’minler için yeryüzünde ve nefislerinizde [hücrelerinizde ve bütün organlarınızda] [ilmimize, irâdemize ve kudretimize delâlet eden] nice âyetler/ibretler vardır, görmez misiniz? [Zâriyât 20-21]).

[ 056.075 ] ( AY )

Peyderpey inen Kur’ân’a yemin ederim,

[ 056.075 ] ( EO )

Artık yok, o nücumun mevkı'lerine kasem ederim.

[ 056.075 ] ( ES )

Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.

[ 056.075 ] ( NQ )

So I swear by Mawaqi (setting or the mansions, etc.) of the stars (they traverse).

[ 056.076 ] ( KK )

æóÅöäøóåõ áóÞóÓóãñ áóæú ÊóÚúáóãõæäó ÚóÙöíãñ ﴿ ٧٦ ﴾

[ 056.076 ] ( MŞ )

Hakikaten bu (yemin), eğer bilirseniz, büyük bir yemindir:

[ 056.076 ] ( AY )

Ki eğer bilirseniz bu yemin, gerçekten büyük bir yemindir.

[ 056.076 ] ( EO )

ve filhakika o, bilseniz çok büyük bir kasemdir.

[ 056.076 ] ( ES )

Bilirseniz bu büyük bir yemindir.

[ 056.076 ] ( NQ )

And verily, that is indeed a great oath, if you but know.

[ 056.077 ] ( KK )

Åöäøóåõ áóÞõÑúÂäñ ßóÑöíãñ ﴿ ٧٧ ﴾

[ 056.077 ] ( MŞ )

Muhakkak ki (size okunan) o (Kitap, bir büyü ve bir kehânet olmadığı gibi, uydurulmuş bir söz de değildir. Yüce Allah’ın insanların hidâyeti için peygamberine bir mu’cize olarak gönderdiği ilâhî bir vahiydir,) kerîm (çok temiz ve şerefli) bir Kur'ân’dır.

[ 056.077 ] ( AY )

Muhakkak ki o, (faydası çok) bir Kur’ân-ı Kerim’dir.

[ 056.077 ] ( EO )

ki hakıkaten o bir Kur'ani Kerîmdir.

[ 056.077 ] ( ES )

O, elbette şerefli bir Kur'ân'dır.

[ 056.077 ] ( NQ )

That (this) is indeed an honourable recital (the Noble Qur'an).

[ 056.078 ] ( KK )

Ýöí ßöÊóÇÈò ãóßúäõæäò ﴿ ٧٨ ﴾

[ 056.078 ] ( MŞ )

(O, Allah katında) korunan bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) (yazılı)dır. 

[ 056.078 ] ( AY )

Öyle ki, (Allah katında) Levh-i Mahfûz’da saklıdır.

[ 056.078 ] ( EO )

Öyle bir kitabda ki mahfuz tutulur.

[ 056.078 ] ( ES )

Korunmuş bir kitaptadır.

[ 056.078 ] ( NQ )

In a Book well-guarded (with Allah in the heaven i.e. Al-Lauh Al-Mahfuz).

[ 056.079 ] ( KK )

áÇó íóãóÓøõåõ ÅöáÇøó ÇáúãõØóåøóÑõæäó ﴿ ٧٩ ﴾

[ 056.079 ] ( MŞ )

Ona (tam olarak) tertemiz olan (meleklerden veya abdestli olan)lardan başkası el süremez (sürmesin1 yahut Kur'ân’ı, küfürden temizlenmemiş olanlar istemezler).
1Âlimler, bu nefiy (olumsuz) cümlenin nehiy manasına da gelebileceğini söylemişlerdir. Bk. Beydâvî, Râzî ve Kurtubî.

[ 056.079 ] ( AY )

Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası el sürmesin.

[ 056.079 ] ( EO )

ona tertemiz temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.

[ 056.079 ] ( ES )

Ona temizlenenlerden başkası el süremez.

[ 056.079 ] ( NQ )

Which (that Book with Allah) none can touch but the purified (i.e. the angels).

[ 056.080 ] ( KK )

ÊóäúÒöíáñ ãöäú ÑóÈøö ÇáúÚóÇáóãöíäó ﴿ ٨٠ ﴾

[ 056.080 ] ( MŞ )

(O Kur'ân-ı Kerîm,) âlemlerin Rabbinden (Cebrâîl aleyhisselâm vasıtasıyla Resûlüme) indirilmiştir.

[ 056.080 ] ( AY )

Âlemlerin Rabbinden indirilmedir o...

[ 056.080 ] ( EO )

Rabbül'âlemînden indirilmedir.

[ 056.080 ] ( ES )

(O), âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

[ 056.080 ] ( NQ )

A Revelation (this Qur'an) from the Lord of the 'Alamin (mankind, jinns and all that exists).

[ 056.081 ] ( KK )

ÃóÝóÈöåóÐóÇ ÇáúÍóÏöíËö ÃóäúÊõãú ãõÏúåöäõæäó ﴿ ٨١ ﴾

[ 056.081 ] ( MŞ )

Şimdi siz, (Allah tarafından gönderilmiş olan) bu (ilâhî) kelâmı mı hor görüyorsunuz?

[ 056.081 ] ( AY )

Şimdi siz, bu (İlâhi) kelâma mı yağ (leke) süreceksiniz?

[ 056.081 ] ( EO )

Şimdi bu kelâma siz yağ mı süreceksiniz?

[ 056.081 ] ( ES )

Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

[ 056.081 ] ( NQ )

Is it such a talk (this Qur'an) that you (disbelievers) deny?

[ 056.082 ] ( KK )

æóÊóÌúÚóáõæäó ÑöÒúÞóßõãú Ãóäøóßõãú ÊõßóÐøöÈõæäó ﴿ ٨٢ ﴾

[ 056.082 ] ( MŞ )

(Sonra siz,) rızkınız (olan Kur'ân nimetine karşı şükretmey)i yalanlamaktan ibâret mi kılıyorsunuz? (Rızkın sebebi olan bulut ve yağmuru, yüce Allah’ın değil de yıldızların ve tabiat kuvvetlerinin gönderdiğine mi inanıyorsunuz? )

[ 056.082 ] ( AY )

Ve (Kur’ân’dan nasibinizi), rızkınıza şükretmeyi inkâra mı kalkışacaksınız?

[ 056.082 ] ( EO )

Ve rızkınızı tekzibiniz mi kılacaksınız?

[ 056.082 ] ( ES )

Rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?

[ 056.082 ] ( NQ )

And instead (of thanking Allah) for the provision He gives you, on the contrary, you deny Him (by disbelief)!

[ 056.083 ] ( KK )

ÝóáóæúáÇó ÅöÐóÇ ÈóáóÛóÊö ÇáúÍõáúÞõæãó ﴿ ٨٣ ﴾

[ 056.083 ] ( MŞ )

(Size mühlet verdiğimiz için dünyada âyetlerimizi inkâr ediyorsunuz. Fakat can) boğaza dayandığı zaman.

[ 056.083 ] ( AY )

(Haydi sizi görelim), can boğaza dayandığı zaman!...

[ 056.083 ] ( EO )

O halde haydiseniz'â can hulkuma geldiği vakıt.

[ 056.083 ] ( ES )

Can boğaza dayandığı zaman

[ 056.083 ] ( NQ )

Then why do you not (intervene) when (the soul of a dying person) reaches the throat?

[ 056.084 ] ( KK )

æóÃóäúÊõãú ÍöíäóÆöÐò ÊóäúÙõÑõæäó ﴿ ٨٤ ﴾

[ 056.084 ] ( MŞ )

O vakit (ölmek üzere olan birine), bakar durursunuz. (Belki en son tıp cihazları da yanınızdadır ama, elinizden bir şey gelmez, canının çıkmasını beklersiniz.)

[ 056.084 ] ( AY )

O vakit (ölünün etrafında bulunan sizler), bakar durursunuz. (Elinizden bir şey gelmez, canınızın çıkmasını beklersiniz).

[ 056.084 ] ( EO )

ki siz o vakıt bakar durursunuz.

[ 056.084 ] ( ES )

Ki o zaman siz (ölmek üzere olana) bakar durursunuz.

[ 056.084 ] ( NQ )

And you at the moment are looking on,

[ 056.085 ] ( KK )

æóäóÍúäõ ÃóÞúÑóÈõ Åöáóíúåö ãöäúßõãú æóáóßöäú áÇó ÊõÈúÕöÑõæäó ﴿ ٨٥ ﴾

[ 056.085 ] ( MŞ )

Biz ona (ölüm hâlinde olan kimseye) (ilmimiz, kudretimiz ve tasarrufumuzla) sizden daha yakınız. Fakat (o anda yapılmakta olanları sizler) göremezsiniz.

[ 056.085 ] ( AY )

Biz ise, ona, ilim ve kudretimizle sizden çok yakınız; fakat siz, (yapılmakta olan işleri ) görmezsiniz, anlıyamazsınız.

[ 056.085 ] ( EO )

Biz ise ona sizden yakınizdir ve lâkin görmezsiniz.

[ 056.085 ] ( ES )

Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.

[ 056.085 ] ( NQ )

But We (i.e. Our angels who take the soul) are nearer to him than you, but you see not, [Tafsir At-Tabari, Vol.27, Page 209]

[ 056.086 ] ( KK )

ÝóáóæúáÇó Åöäú ßõäúÊõãú ÛóíúÑó ãóÏöíäöíäó ﴿ ٨٦ ﴾

[ 056.086 ] ( MŞ )

(Haydi görelim sizi!) Eğer (tekrar dirilip) hesaba çekilmeyecekseniz,

[ 056.086 ] ( AY )

Haydi (bakalım), eğer hesaba çekilmiyecekseniz,

[ 056.086 ] ( EO )

Evet haydiseniz'â dîne boyun eğmiyecek, ceza çekmiyecekseniz,.

[ 056.086 ] ( ES )

Eğer cezalandırılmayacak iseniz,

[ 056.086 ] ( NQ )

Then why do you not, if you are exempt from the reckoning and recompense (punishment, etc.)

[ 056.087 ] ( KK )

ÊóÑúÌöÚõæäóåóÇ Åöäú ßõäúÊõãú ÕóÇÏöÞöíäó ﴿ ٨٧ ﴾

[ 056.087 ] ( MŞ )

Onu(n boğazına kadar gelen ruhunu) geri çevirin (çıkmasın. Âhiret hayatını inkârla ilgili) iddianızda doğru iseniz.

[ 056.087 ] ( AY )

(Boğaza kadar dayanan) o ruhu, geri çevirin (çıkmasın; ısrar ettiğiniz, öldükten sonra dirilme yok, hesaba çekilme yok) iddianızda doğru iseniz...

[ 056.087 ] ( EO )

onu giri çevirseniz'â! da'vanızda doğru iseniz.

[ 056.087 ] ( ES )

Onu geri çevirsenize; şayet iddianızda doğru iseniz.

[ 056.087 ] ( NQ )

Bring back the soul (to its body), if you are truthful?

[ 056.088 ] ( KK )

ÝóÃóãøóÇ Åöäú ßóÇäó ãöäó ÇáúãõÞóÑøóÈöíäó ﴿ ٨٨ ﴾

[ 056.088 ] ( MŞ )

Şimdi, eğer o (ölen kişi), (mü’min olup) mukarreb (Allah'a yaklaştırılan)lardan ise,

[ 056.088 ] ( AY )

Amma ölü, hayırda ileri geçenlerden (Mukarrebûn’dan) ise,

[ 056.088 ] ( EO )

Amma o mukarrebînden ise.

[ 056.088 ] ( ES )

Fakat ölen kişiye gelince, eğer o rahmete yaklaştırılanlardan ise,

[ 056.088 ] ( NQ )

Then, if he (the dying person) be of the Muqarrabun (those brought near to Allah),

[ 056.089 ] ( KK )

ÝóÑóæúÍñ æóÑóíúÍóÇäñ æóÌóäøóÉõ äóÚöíãò ﴿ ٨٩ ﴾

[ 056.089 ] ( MŞ )

Artık onun için rahatlık, reyhân (güzel rızık veya güzel kokular) ve (bitmez tükenmez nimetleri olan) na’îm cenneti vardır. 

[ 056.089 ] ( AY )

Artık onun için bir rahatlık, hoş bir rızık ve Naîm Cenneti vardır. (Nimetleri bitmez, kedersiz bir cennet.)

[ 056.089 ] ( EO )

artık bir revh-u reyhan ve bir Cenneti ne'îm.

[ 056.089 ] ( ES )

Ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.

[ 056.089 ] ( NQ )

(There is for him) rest and provision, and a Garden of delights (Paradise).

[ 056.090 ] ( KK )

æóÃóãøóÇ Åöäú ßóÇäó ãöäú ÃóÕúÍóÇÈö Çáúíóãöíäö ﴿ ٩٠ ﴾

[ 056.090 ] ( MŞ )

Eğer o (ölen kişi), ashâb-ı yemîn (amel defterleri sağ tarafından verilenler)den ise,

[ 056.090 ] ( AY )

Amma (amel defterleri sağ ellerine verilen) sağcılardan ise.

[ 056.090 ] ( EO )

Ve amma Eshabi yemînden ise.

[ 056.090 ] ( ES )

Eğer O, sağın adamlarından ise,

[ 056.090 ] ( NQ )

And if he (the dying person) be of those on the Right Hand,

[ 056.091 ] ( KK )

ÝóÓóáÇóãñ áóßó ãöäú ÃóÕúÍóÇÈö Çáúíóãöíäö ﴿ ٩١ ﴾

[ 056.091 ] ( MŞ )

(Ona şöyle denilir:) “Ey ashâb-ı yemînden olan kişi, sana selâm olsun! (Artık sen, emniyet ve selâmet içindesin.” denir.)

[ 056.091 ] ( AY )

Artık (ey sağcı), sana sağcı kardeşlerinden selâm olsun! (emniyet ve selâmet içindesin.)

[ 056.091 ] ( EO )

artık selâm sana Eshabi yemînden.

[ 056.091 ] ( ES )

"(Ey sağcı), sana sağcılardan selam!"

[ 056.091 ] ( NQ )

Then there is safety and peace (from the Punishment of Allah) for (you as you are from) those on the Right Hand.

[ 056.092 ] ( KK )

æóÃóãøóÇ Åöäú ßóÇäó ãöäó ÇáúãõßóÐøöÈöíäó ÇáÖøóÇáøöíäó ﴿ ٩٢ ﴾

[ 056.092 ] ( MŞ )

Fakat o (ölen kişi), sapık yalancılar (olan şimâl/sol ashâbın)dan ise,

[ 056.092 ] ( AY )

Amma ölü o inkâr eden sapıklardan ise,

[ 056.092 ] ( EO )

Ve amma o tekzib eden sapgınlardan ise.

[ 056.092 ] ( ES )

Ama yalanlayıcı sapıklardan ise;

[ 056.092 ] ( NQ )

But if he (the dying person) be of the denying (of the Resurrection), the erring (away from the Right Path of Islamic Monotheism),

[ 056.093 ] ( KK )

ÝóäõÒõáñ ãöäú Íóãöíãò ﴿ ٩٣ ﴾

[ 056.093 ] ( MŞ )

Ona kaynar sudan bir ziyâfet vardır!

[ 056.093 ] ( AY )

Ona da kaynar sudan bir ziyafet...

[ 056.093 ] ( EO )

her halde konukluğu hamîm.

[ 056.093 ] ( ES )

İşte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.

[ 056.093 ] ( NQ )

Then for him is entertainment with boiling water.

[ 056.094 ] ( KK )

æóÊóÕúáöíóÉõ ÌóÍöíãò ﴿ ٩٤ ﴾

[ 056.094 ] ( MŞ )

Bir de cehenneme atılma vardır.

[ 056.094 ] ( AY )

Bir de cehenneme atılış...

[ 056.094 ] ( EO )

Ve yaslanacağı Cahîmdir.

[ 056.094 ] ( ES )

Ve cehenneme atılma vardır.

[ 056.094 ] ( NQ )

And burning in Hell-fire.

[ 056.095 ] ( KK )

Åöäøó åóÐóÇ áóåõæó ÍóÞøõ ÇáúíóÞöíäö ﴿ ٩٥ ﴾

[ 056.095 ] ( MŞ )

Şüphesiz ki bu (sûrede bildirilen hakikatler veya üç sınıfın hâli yahut Kur’ân), elbette kesin hakikattir. 

[ 056.095 ] ( AY )

İşte budur şüphe götürmiyen gerçek.

[ 056.095 ] ( EO )

İşte budur hakikat hakkulyakîn.

[ 056.095 ] ( ES )

Kesin gerçek budur işte.

[ 056.095 ] ( NQ )

Verily, this! This is an absolute Truth with certainty.

[ 056.096 ] ( KK )

ÝóÓóÈøöÍú ÈöÇÓúãö ÑóÈøößó ÇáúÚóÙöíãö ﴿ ٩٦ ﴾

[ 056.096 ] ( MŞ )

O hâlde Rabbini o büyük ismiyle tesbih (ve her türlü noksanlıklar ile şânına yakışmayan bütün sıfatlardan tenzih) et (uzak kıl)

[ 056.096 ] ( AY )

O hâlde, Rabbini yüce ismiyle tesbîh et, (Sübhane Rabbiyel Azîm, de; yahut Allah’ın emri ile namaz kıl).

[ 056.096 ] ( EO )

Haydi tesbih et Rabbına azîm ismiyle.

[ 056.096 ] ( ES )

Öyle ise Rabbini o büyük ismiyle tesbih et.

[ 056.096 ] ( NQ )

So glorify with praises the Name of your Lord, the Most Great.