ZARİYAT SURESİ

[ 051.001 ] ( KK )

æóÇáÐøóÇÑöíóÇÊö ÐóÑúæðÇ ﴿ ١ ﴾

[ 051.001 ] ( MŞ )

 

[ 051.001 ] ( AY )

O tozutub savuran rüzgârlara,

[ 051.001 ] ( EO )

O tozdurup savuranlara.

[ 051.001 ] ( ES )

O tozdurup savuranlara,

[ 051.001 ] ( NQ )

By (the winds) that scatter dust.

[ 051.002 ] ( KK )

ÝóÇáúÍóÇãöáÇóÊö æöÞúÑðÇ ﴿ ٢ ﴾

[ 051.002 ] ( MŞ )

 

[ 051.002 ] ( AY )

Arkasından ağır su taşıyan bulutlara,

[ 051.002 ] ( EO )

Derken bir ağırlık taşıyanlara.

[ 051.002 ] ( ES )

Derken bir ağırlık taşıyanlara,

[ 051.002 ] ( NQ )

And (the clouds) that bear heavy weight of water;

[ 051.003 ] ( KK )

ÝóÇáúÌóÇÑöíóÇÊö íõÓúÑðÇ ﴿ ٣ ﴾

[ 051.003 ] ( MŞ )

 

[ 051.003 ] ( AY )

Sonra kolayca akıb giden gemilere (veya bulutlara ve yıldızlara),

[ 051.003 ] ( EO )

Derken bir kolaylıkla akanlara.

[ 051.003 ] ( ES )

Derken bir kolaylıkla akanlara,

[ 051.003 ] ( NQ )

And (the ships) that float with ease and gentleness;

[ 051.004 ] ( KK )

ÝóÇáúãõÞóÓøöãóÇÊö ÃóãúÑðÇ ﴿ ٤ ﴾

[ 051.004 ] ( MŞ )

 

[ 051.004 ] ( AY )

Sonra işleri (kullara) bölen meleklere yemin olsun ki:

[ 051.004 ] ( EO )

Derken bir emir taksim edenlere kasem olsun.

[ 051.004 ] ( ES )

Derken bir emir taksim edenlere andolsun ki,

[ 051.004 ] ( NQ )

And those (angels) who distribute (provisions, rain, and other blessings) by (Allah's) Command;-

[ 051.005 ] ( KK )

ÅöäøóãóÇ ÊõæÚóÏõæäó áóÕóÇÏöÞñ ﴿ ٥ ﴾

[ 051.005 ] ( MŞ )

 

[ 051.005 ] ( AY )

Muhakkak size vaad olunanlar bir gerçektir;

[ 051.005 ] ( EO )

Ki muhakkak o size va'd olunan her halde doğrudur.

[ 051.005 ] ( ES )

O size vaad edilen elbette doğrudur.

[ 051.005 ] ( NQ )

Verily, that which you are promised (i.e. Resurrection in the Hereafter and receiving the reward or punishment of good or bad deeds, etc.) is surely true.

[ 051.006 ] ( KK )

æóÅöäøó ÇáÏøöíäó áóæóÇÞöÚñ ﴿ ٦ ﴾

[ 051.006 ] ( MŞ )

 

[ 051.006 ] ( AY )

Ve şübhesiz ki hesap vuku bulacaktır, (herkes amelinin karşılığını görecektir.)

[ 051.006 ] ( EO )

Ve muhakkak ki ceza şübhesiz vakı'dir.

[ 051.006 ] ( ES )

Ceza ve hesap günü şüphesiz olacaktır.

[ 051.006 ] ( NQ )

And verily, the Recompense is sure to happen.

[ 051.007 ] ( KK )

æóÇáÓøóãóÇÁö ÐóÇÊö ÇáúÍõÈõßö ﴿ ٧ ﴾

[ 051.007 ] ( MŞ )

 

[ 051.007 ] ( AY )

O (yıldızlara ait) güzel yollara sahip semâ hakkı için ki:

[ 051.007 ] ( EO )

O düzgün hâreli Semaya kasem ederim.

[ 051.007 ] ( ES )

Yollara sahip göğe andolsun ki,

[ 051.007 ] ( NQ )

By the heaven full of paths,

[ 051.008 ] ( KK )

Åöäøóßõãú áóÝöí Þóæúáò ãõÎúÊóáöÝò ﴿ ٨ ﴾

[ 051.008 ] ( MŞ )

 

[ 051.008 ] ( AY )

Muhakkak siz, (peygamber hakkında kâhin demekle) ihtilâflı bir sözde bulunuyorsunuz.

[ 051.008 ] ( EO )

Ki siz pek muhtelif bir kavl içinde bulunuyorsunuz.

[ 051.008 ] ( ES )

Siz elbette çelişkili sözler içindesiniz.

[ 051.008 ] ( NQ )

Certainly, you have different ideas (about Muhammad and the Qur'an).

[ 051.009 ] ( KK )

íõÄúÝóßõ Úóäúåõ ãóäú ÃõÝößó ﴿ ٩ ﴾

[ 051.009 ] ( MŞ )

 

[ 051.009 ] ( AY )

Peygamber ve Kur’ân’dan çevrilen çevrilir.

[ 051.009 ] ( EO )

Ondan çevirilen çevrilir.

[ 051.009 ] ( ES )

Ondan çevrilen (imana) çevrilir.

[ 051.009 ] ( NQ )

Turned aside therefrom (i.e. from Muhammad and the Qur'an) is he who is turned aside (by the Decree and Preordainment ����� ������ of Allah).

[ 051.010 ] ( KK )

ÞõÊöáó ÇáúÎóÑøóÇÕõæäó ﴿ ١٠ ﴾

[ 051.010 ] ( MŞ )

 

[ 051.010 ] ( AY )

Kahrolsun o yalancılar!...

[ 051.010 ] ( EO )

O kahrolası yalancılar.

[ 051.010 ] ( ES )

Kahrolsun (o fikir adına) kendi tahminlerini ileri sürenler!

[ 051.010 ] ( NQ )

Cursed be the liars,

[ 051.011 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó åõãú Ýöí ÛóãúÑóÉò ÓóÇåõæäó ﴿ ١١ ﴾

[ 051.011 ] ( MŞ )

 

[ 051.011 ] ( AY )

Onlar, bir cehalet içinde bulunan gâfil kimselerdir.

[ 051.011 ] ( EO )

O serhoşluk içinde yaptığını bilmezler.

[ 051.011 ] ( ES )

Onlar bir sarhoşluk ve cehalet içinde şuursuzdurlar.

[ 051.011 ] ( NQ )

Who are under a cover of heedlessness (think not about the gravity of the Hereafter),

[ 051.012 ] ( KK )

íóÓúÃóáõæäó ÃóíøóÇäó íóæúãõ ÇáÏøöíäö ﴿ ١٢ ﴾

[ 051.012 ] ( MŞ )

 

[ 051.012 ] ( AY )

Soruyorlar: Ne zaman o hesap günü?

[ 051.012 ] ( EO )

Soruyorlar: ne zaman o ceza günü? (yevmi dîn).

[ 051.012 ] ( ES )

Onlar: "Hesap ve ceza günü ne zaman?" diye soruyorlar.

[ 051.012 ] ( NQ )

They ask; "When will be the Day of Recompense?"

[ 051.013 ] ( KK )

íóæúãó åõãú Úóáóì ÇáäøóÇÑö íõÝúÊóäõæäó ﴿ ١٣ ﴾

[ 051.013 ] ( MŞ )

 

[ 051.013 ] ( AY )

O bir gündür ki, ateş üzerinde kavrulub yakılacaklar.

[ 051.013 ] ( EO )

Ateş üzerinde kıvranacakları gün.

[ 051.013 ] ( ES )

O gün, onların ateş üzerinde azap görecekleri gündür.

[ 051.013 ] ( NQ )

(It will be) a Day when they will be tried (i.e. burnt) over the Fire!

[ 051.014 ] ( KK )

ÐõæÞõæÇ ÝöÊúäóÊóßõãú åóÐóÇ ÇáøóÐöí ßõäúÊõãú Èöåö ÊóÓúÊóÚúÌöáõæäó ﴿ ١٤ ﴾

[ 051.014 ] ( MŞ )

 

[ 051.014 ] ( AY )

(Cehennemdeki melekler onlara şöyle derler): Tadın azabınızı. Bu (azap, dünyada iken) acele istediğiniz...

[ 051.014 ] ( EO )

Dadın diye fitnenizi: bu, işte o sizin acele istediğiniz.

[ 051.014 ] ( ES )

Onlara: "Tadın inkarınızın cezasını, işte sizin acele istediğiniz budur!" denecektir.

[ 051.014 ] ( NQ )

Taste you your trial (burning)! This is what you used to ask to be hastened!

[ 051.015 ] ( KK )

Åöäøó ÇáúãõÊøóÞöíäó Ýöí ÌóäøóÇÊò æóÚõíõæäò ﴿ ١٥ ﴾

[ 051.015 ] ( MŞ )

 

[ 051.015 ] ( AY )

Gerçekten takvâ sahibleri, cennetlerde pınar başlarındadır.

[ 051.015 ] ( EO )

Şübhesiz ki müttekiler Cennetlerde pınar başlarındadır.

[ 051.015 ] ( ES )

Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı.

[ 051.015 ] ( NQ )

Verily, the Muttaqun (pious - see V.2:2) will be in the midst of Gardens and Springs (in the Paradise),

[ 051.016 ] ( KK )

ÂÎöÐöíäó ãóÇ ÂÊóÇåõãú ÑóÈøõåõãú Åöäøóåõãú ßóÇäõæÇ ÞóÈúáó Ðóáößó ãõÍúÓöäöíäó ﴿ ١٦ ﴾

[ 051.016 ] ( MŞ )

 

[ 051.016 ] ( AY )

Rablerinin kendilerine verdiğinden razı oldukları hâlde... Şüphesiz onlar, bundan önce güzel amel işliyenlerdi.

[ 051.016 ] ( EO )

Alarak rablarının kendilerine verdiğini, çünkü onlar bundan evvel güzellik yapmayı âdet edinmişlerdi.

[ 051.016 ] ( ES )

Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar, bundan önce iyilik yapıyorlardı.

[ 051.016 ] ( NQ )

Taking joy in the things which their Lord has given them. Verily, they were before this Muhsinun (good-doers - see V.2:112).

[ 051.017 ] ( KK )

ßóÇäõæÇ ÞóáöíáÇð ãöäó Çááøóíúáö ãóÇ íóåúÌóÚõæäó ﴿ ١٧ ﴾

[ 051.017 ] ( MŞ )

 

[ 051.017 ] ( AY )

Onlar geceden pek az (bir zaman) uyuyorlardı.

[ 051.017 ] ( EO )

Geceden pek az uyuyorlardı.

[ 051.017 ] ( ES )

Onlar geceleyin pek az uyurlardı.

[ 051.017 ] ( NQ )

They used to sleep but little by night [invoking their Lord (Allah) and praying, with fear and hope].

[ 051.018 ] ( KK )

æóÈöÇáúÃóÓúÍóÇÑö åõãú íóÓúÊóÛúÝöÑõæäó ﴿ ١٨ ﴾

[ 051.018 ] ( MŞ )

 

[ 051.018 ] ( AY )

Sabahın erken vakitlerinde de hep istiğfar ederlerdi.

[ 051.018 ] ( EO )

Ve saher vakıtları hep istiğfar ederlerdi.

[ 051.018 ] ( ES )

Onlar seher vakitlerinde Allah'tan bağışlanma dilerlerdi.

[ 051.018 ] ( NQ )

And in the hours before dawn, they were (found) asking (Allah) for forgiveness,

[ 051.019 ] ( KK )

æóÝöí ÃóãúæóÇáöåöãú ÍóÞøñ áöáÓøóÇÆöáö æóÇáúãóÍúÑõæãö ﴿ ١٩ ﴾

[ 051.019 ] ( MŞ )

 

[ 051.019 ] ( AY )

Onların mallarında dilencinin ve (ihtiyacını açıklayamayan) mahrumun bir hakkı vardır.

[ 051.019 ] ( EO )

Ve mallarında sâil ve mahrum için bir hak vardı.

[ 051.019 ] ( ES )

Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı.

[ 051.019 ] ( NQ )

And in their properties there was the right of the beggar, and the Mahrum (the poor who does not ask the others) ,

[ 051.020 ] ( KK )

æóÝöí ÇáúÃóÑúÖö ÂíóÇÊñ áöáúãõæÞöäöíäó ﴿ ٢٠ ﴾

[ 051.020 ] ( MŞ )

 

[ 051.020 ] ( AY )

Arzda da gerçekten tasdik edenler için bir çok ibretler var.

[ 051.020 ] ( EO )

Arzda da âyetler var iykan ehli için.

[ 051.020 ] ( ES )

Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?

[ 051.020 ] ( NQ )

And on the earth are signs for those who have Faith with certainty,

[ 051.021 ] ( KK )

æóÝöí ÃóäúÝõÓößõãú ÃóÝóáÇó ÊõÈúÕöÑõæäó ﴿ ٢١ ﴾

[ 051.021 ] ( MŞ )

 

[ 051.021 ] ( AY )

Nefislerinizde de (hücrelerden vücud yapınıza kadar) bir çok alâmetler var (ki, hep Allah’ın kudretine ilmine, azamet ve iradesine delâlet ederler). Hâlâ görmiyecek misiniz?

[ 051.021 ] ( EO )

Nefislerinizde de, halâ görmiyecekmisiniz.

[ 051.021 ] ( ES )

Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?

[ 051.021 ] ( NQ )

And also in your ownselves. Will you not then see?

[ 051.022 ] ( KK )

æóÝöí ÇáÓøóãóÇÁö ÑöÒúÞõßõãú æóãóÇ ÊõæÚóÏõæäó ﴿ ٢٢ ﴾

[ 051.022 ] ( MŞ )

 

[ 051.022 ] ( AY )

Semada ise, (yağmur) rızkınız ve va’d olunduğunuz cennet vardır.

[ 051.022 ] ( EO )

Semada da rızkınız ve o va'dolunduğunuz.

[ 051.022 ] ( ES )

Sizin rızkınız da size vaad edilen sevap ve ceza da göktedir.

[ 051.022 ] ( NQ )

And in the heaven is your provision, and that which you are promised.

[ 051.023 ] ( KK )

ÝóæóÑóÈøö ÇáÓøóãóÇÁö æóÇáúÃóÑúÖö Åöäøóåõ áóÍóÞøñ ãöËúáó ãóÇ Ãóäøóßõãú ÊóäúØöÞõæäó ﴿ ٢٣ ﴾

[ 051.023 ] ( MŞ )

 

[ 051.023 ] ( AY )

İşte o semânın ve yerin Rabbine yemin olsun ki, bu vaad olunan (cennet), sizin konuşmanız (sabit olduğu) gibi, muhakkak bir gerçektir.

[ 051.023 ] ( EO )

İşte o Göğün ve Yerin rabbına kasem ederim ki o şübhesiz haktır sizin nâtık olmanız gibi.

[ 051.023 ] ( ES )

Gök ve yerin Rabbine andolsun ki size edilen o vaad, herhalde haktır. O tıpkı sizin konuşmanız gibi gerçektir.

[ 051.023 ] ( NQ )

Then, by the Lord of the heaven and the earth, it is the truth (i.e. what has been promised to you), just as it is the truth that you can speak.

[ 051.024 ] ( KK )

åóáú ÃóÊóÇßó ÍóÏöíËõ ÖóíúÝö ÅöÈúÑóÇåöíãó ÇáúãõßúÑóãöíäó ﴿ ٢٤ ﴾

[ 051.024 ] ( MŞ )

 

[ 051.024 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), sana geldi mi, İbrâhîm’in ikram edilen misafirlerinin haberi?

[ 051.024 ] ( EO )

Geldi mi sana İbrahimin ikram edilen müsafirlerinin kıssası?

[ 051.024 ] ( ES )

Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?

[ 051.024 ] ( NQ )

Has the story reached you, of the honoured guests [three angels; Jibrael (Gabriel) along with another two] of Ibrahim (Abraham)?

[ 051.025 ] ( KK )

ÅöÐú ÏóÎóáõæÇ Úóáóíúåö ÝóÞóÇáõæÇ ÓóáÇóãðÇ ÞóÇáó ÓóáÇóãñ Þóæúãñ ãõäúßóÑõæäó ﴿ ٢٥ ﴾

[ 051.025 ] ( MŞ )

 

[ 051.025 ] ( AY )

Hani onlar, İbrâhîm’in yanına varmışlardı da selâm vermişlerdi. O da (onlara karşılık olarak) selâm vermiş: “ (Bunlar) tanınmadık bir kavim.” demişti.

[ 051.025 ] ( EO )

O vakıt ki üzerine girdiler de «selâm» dediler. «Selâm, görülmedik bir kavım» dedi.

[ 051.025 ] ( ES )

Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.

[ 051.025 ] ( NQ )

When they came in to him, and said, "Salam, (peace be upon you)!" He answered; "Salam, (peace be upon you )," and said: "You are a people unknown to me,"

[ 051.026 ] ( KK )

ÝóÑóÇÛó Åöáóì Ãóåúáöåö ÝóÌóÇÁó ÈöÚöÌúáò Óóãöíäò ﴿ ٢٦ ﴾

[ 051.026 ] ( MŞ )

 

[ 051.026 ] ( AY )

Hemen bir bahane ile ailesine giderek bir semiz dana (kesip etini) getirdi de,

[ 051.026 ] ( EO )

Hemen bir bahâne ile ehline gitti, bir semiz daha getirdi de.

[ 051.026 ] ( ES )

İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.

[ 051.026 ] ( NQ )

Then he turned to his household, so brought out a roasted calf [as the property of Ibrahim (Abraham) was mainly cows].

[ 051.027 ] ( KK )

ÝóÞóÑøóÈóåõ Åöáóíúåöãú ÞóÇáó ÃóáÇó ÊóÃúßõáõæäó ﴿ ٢٧ ﴾

[ 051.027 ] ( MŞ )

 

[ 051.027 ] ( AY )

Onu (yemek olarak) önlerine koydu. “Yemeğe buyurmaz mısınız?” dedi. (Yemeğinden misafirlerin yemediğini görünce):

[ 051.027 ] ( EO )

Onu yakınlarına koydu, yemeğe buyurmaz mısınız? Dedi.

[ 051.027 ] ( ES )

Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.

[ 051.027 ] ( NQ )

And placed it before them, (saying): "Will you not eat?"

[ 051.028 ] ( KK )

ÝóÃóæúÌóÓó ãöäúåõãú ÎöíÝóÉð ÞóÇáõæÇ áÇó ÊóÎóÝú æóÈóÔøóÑõæåõ ÈöÛõáÇóãò Úóáöíãò ﴿ ٢٨ ﴾

[ 051.028 ] ( MŞ )

 

[ 051.028 ] ( AY )

O vakit onlardan (İbrâhîm’in) içine bir korku düştü. Onlar: “korkma!” dediler ve onu çok bilgin bir oğul ile müjdelediler.

[ 051.028 ] ( EO )

O vakıt onlardan içine bir korku düştü Korkma dediler ve kendisine alîm bir oğlan tebşir ettiler.

[ 051.028 ] ( ES )

Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.

[ 051.028 ] ( NQ )

Then he conceived a fear of them (when they ate not). They said: "Fear not." And they gave him glad tidings of an intelligent son, having knowledge (about Allah and His religion of True Monotheism).

[ 051.029 ] ( KK )

ÝóÃóÞúÈóáóÊö ÇãúÑóÃóÊõåõ Ýöí ÕóÑøóÉò ÝóÕóßøóÊú æóÌúåóåóÇ æóÞóÇáóÊú ÚóÌõæÒñ ÚóÞöíãñ ﴿ ٢٩ ﴾

[ 051.029 ] ( MŞ )

 

[ 051.029 ] ( AY )

Bunun üzerine (İbrâhîm’in) hanımı bir çığlık içinde döndü de elini yüzüne çarptı: “ Ben, kısır bir koca karıyım! (Nasıl çocuğum olabilir)” dedi.

[ 051.029 ] ( EO )

Bunun üzerine hatunu bir çığlık içinde döndü de elini yüzene çarptı ve akîm bir kocakarı, dedi.

[ 051.029 ] ( ES )

Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?" dedi.

[ 051.029 ] ( NQ )

Then his wife came forward with a loud voice, she smote her face, and said: "A barren old woman!"

[ 051.030 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ßóÐóáößó ÞóÇáó ÑóÈøõßö Åöäøóåõ åõæó ÇáúÍóßöíãõ ÇáúÚóáöíãõ ﴿ ٣٠ ﴾

[ 051.030 ] ( MŞ )

 

[ 051.030 ] ( AY )

Onlar dediler ki: “ İş, sana dediğimiz gibidir. Bunu Rabbin buyurdu. Şübhesiz ki O, Hakîm’dir, Alîm’dir.”

[ 051.030 ] ( EO )

Dediler: öyle Rabbın buyurdu, şübhesiz alîm o, hakîm o.

[ 051.030 ] ( ES )

Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir." dediler.

[ 051.030 ] ( NQ )

They said: "Even so says your Lord. Verily, He is the All-Wise, the All-Knower."

[ 051.031 ] ( KK )

ÞóÇáó ÝóãóÇ ÎóØúÈõßõãú ÃóíøõåóÇ ÇáúãõÑúÓóáõæäó ﴿ ٣١ ﴾

[ 051.031 ] ( MŞ )

 

[ 051.031 ] ( AY )

(Hazret-i İbrâhîm, kendisine misafir olarak gelen meleklere) dedi ki: “ O hâlde istediğiniz nedir? (Niçin gönderildiniz)? Ey elçiler!...”

[ 051.031 ] ( EO )

İbrahim, o halde asıl me'muriyyetiniz nedir? ey mürselûn, dedi.

[ 051.031 ] ( ES )

İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?" dedi.

[ 051.031 ] ( NQ )

[Ibrahim (Abraham)] said: "Then for what purpose you have come, O Messengers?"

[ 051.032 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ÅöäøóÇ ÃõÑúÓöáúäóÇ Åöáóì Þóæúãò ãõÌúÑöãöíäó ﴿ ٣٢ ﴾

[ 051.032 ] ( MŞ )

 

[ 051.032 ] ( AY )

Onlar dediler ki: “ Biz, günahkâr bir kavme (Lût peygamberin kavmine) gönderildik;

[ 051.032 ] ( EO )

Biz, de dediler: Mücrim bir kavme gönderildik.

[ 051.032 ] ( ES )

Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.

[ 051.032 ] ( NQ )

They said: "We have been sent to a people who are Mujrimun (polytheists, sinners, criminals, disbelievers in Allah);

[ 051.033 ] ( KK )

áöäõÑúÓöáó Úóáóíúåöãú ÍöÌóÇÑóÉð ãöäú Øöíäò ﴿ ٣٣ ﴾

[ 051.033 ] ( MŞ )

 

[ 051.033 ] ( AY )

Üzerlerine çamurdan (pişirilmiş) taşlar atmak için...

[ 051.033 ] ( EO )

Üzerlerine çamurdan taşlar salmak için.

[ 051.033 ] ( ES )

Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.

[ 051.033 ] ( NQ )

To send down upon them stones of baked clay.

[ 051.034 ] ( KK )

ãõÓóæøóãóÉð ÚöäúÏó ÑóÈøößó áöáúãõÓúÑöÝöíäó ﴿ ٣٤ ﴾

[ 051.034 ] ( MŞ )

 

[ 051.034 ] ( AY )

Ki o taşlar, Rabbinin katında haddi aşanlar için damgalanmışlardır.”

[ 051.034 ] ( EO )

Rabbının nezdinde damgalanmışlar müsrifler için.

[ 051.034 ] ( ES )

O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir." dediler.

[ 051.034 ] ( NQ )

Marked by your Lord for the Musrifun (polytheists, criminals, sinners those who trespass Allah's set limits in evil-doings by committing great sins).

[ 051.035 ] ( KK )

ÝóÃóÎúÑóÌúäóÇ ãóäú ßóÇäó ÝöíåóÇ ãöäó ÇáúãõÄúãöäöíäó ﴿ ٣٥ ﴾

[ 051.035 ] ( MŞ )

 

[ 051.035 ] ( AY )

Nihâyet Lût’un memleketinde bulunan mü'minleri (oradan) çıkardık, (ki kalan kâfirleri helâk edelim).

[ 051.035 ] ( EO )

Binnetîce orada bulunan mü'minleri çıkardık.

[ 051.035 ] ( ES )

Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.

[ 051.035 ] ( NQ )

So We brought out from therein the believers.

[ 051.036 ] ( KK )

ÝóãóÇ æóÌóÏúäóÇ ÝöíåóÇ ÛóíúÑó ÈóíúÊò ãöäó ÇáúãõÓúáöãöíäó ﴿ ٣٦ ﴾

[ 051.036 ] ( MŞ )

 

[ 051.036 ] ( AY )

Fakat bir evden başka orada müslüman da bulmadık.

[ 051.036 ] ( EO )

Fakat bir haneden başka orada Müsliman da bulmadık.

[ 051.036 ] ( ES )

Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.

[ 051.036 ] ( NQ )

But We found not there any household of the Muslims except one [i.e. Lout (Lot) and his two daughters].

[ 051.037 ] ( KK )

æóÊóÑóßúäóÇ ÝöíåóÇ ÂíóÉð áöáøóÐöíäó íóÎóÇÝõæäó ÇáúÚóÐóÇÈó ÇáúÃóáöíãó ﴿ ٣٧ ﴾

[ 051.037 ] ( MŞ )

 

[ 051.037 ] ( AY )

Ve öyle acıklı azaptan korkacaklar için orada bir ibret nişanesi bıraktık, (o memleketi harabe ve taş yığını hâline getirdik).

[ 051.037 ] ( EO )

Ve öyle elîm azabdan korkacaklar için orada bir âyet bıraktık.

[ 051.037 ] ( ES )

Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.

[ 051.037 ] ( NQ )

And We have left there a sign (i.e. the place of the Dead Sea , well-known in Palestine) for those who fear the painful torment.

[ 051.038 ] ( KK )

æóÝöí ãõæÓóì ÅöÐú ÃóÑúÓóáúäóÇåõ Åöáóì ÝöÑúÚóæúäó ÈöÓõáúØóÇäò ãõÈöíäò ﴿ ٣٨ ﴾

[ 051.038 ] ( MŞ )

 

[ 051.038 ] ( AY )

Mûsa’da da ibret vardır: Hani onu açık bir mûcize ile Fir'avun’a gönderdik de;

[ 051.038 ] ( EO )

Bir de Musada: ki onu bir sultanı mübîn ile Fir'avne gönderdikde.

[ 051.038 ] ( ES )

Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.

[ 051.038 ] ( NQ )

And in Musa (Moses) (too, there is a sign). When We sent him to Fir'aun (Pharaoh) with a manifest authority.

[ 051.039 ] ( KK )

ÝóÊóæóáøóì ÈöÑõßúäöåö æóÞóÇáó ÓóÇÍöÑñ Ãóæú ãóÌúäõæäñ ﴿ ٣٩ ﴾

[ 051.039 ] ( MŞ )

 

[ 051.039 ] ( AY )

O, bütün ordusu ile (îmandan) yüz çevirdi ve şöyle dedi: “ Bu, bir sihirbaz, yahut bir mecnundur.”

[ 051.039 ] ( EO )

O bütün kuvvetiyle tersine gitti: sâhir veya mecnun, dedi.

[ 051.039 ] ( ES )

Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.

[ 051.039 ] ( NQ )

But [Fir'aun (Pharaoh)] turned away (from Belief in might) along with his hosts, and said: "A sorcerer, or a madman."

[ 051.040 ] ( KK )

ÝóÃóÎóÐúäóÇåõ æóÌõäõæÏóåõ ÝóäóÈóÐúäóÇåõãú Ýöí Çáúíóãøö æóåõæó ãõáöíãñ ﴿ ٤٠ ﴾

[ 051.040 ] ( MŞ )

 

[ 051.040 ] ( AY )

Bunun üzerine tuttuk kendisini ve ordularını denize attık. Öyle ki, küfür ve inad üzere bulunuyordu.

[ 051.040 ] ( EO )

Onun üzerine biz de tuttuk kendisini ve ordularını deryaya fırlatıverdik: namerdlik ederken o leîm.

[ 051.040 ] ( ES )

Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.

[ 051.040 ] ( NQ )

So We took him and his hosts, and dumped them into the sea, while he was to be blamed.

[ 051.041 ] ( KK )

æóÝöí ÚóÇÏò ÅöÐú ÃóÑúÓóáúäóÇ Úóáóíúåöãõ ÇáÑøöíÍó ÇáúÚóÞöíãó ﴿ ٤١ ﴾

[ 051.041 ] ( MŞ )

 

[ 051.041 ] ( AY )

Âd kavminde de ibret vardır: Hani onların üzerine o kökü kurutan rüzgârı göndermiştik.

[ 051.041 ] ( EO )

Bir de Âd de: ki üzerlerine o köklerini kesen rüzgarı salıvermiştik.

[ 051.041 ] ( ES )

Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.

[ 051.041 ] ( NQ )

And in 'Ad (there is also a sign) when We sent against them the barren wind;

[ 051.042 ] ( KK )

ãóÇ ÊóÐóÑõ ãöäú ÔóíúÁò ÃóÊóÊú Úóáóíúåö ÅöáÇøó ÌóÚóáóÊúåõ ßóÇáÑøóãöíãö ﴿ ٤٢ ﴾

[ 051.042 ] ( MŞ )

 

[ 051.042 ] ( AY )

Öyle bir rüzgâr ki, uğradığı bir şeyi bırakmıyor, mutlak onu kül gibi savuruyordu.

[ 051.042 ] ( EO )

Uğradığı bir şey'i bırakmıyor, mutlak onu çürütüp kül gibi ediyordu.

[ 051.042 ] ( ES )

O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.

[ 051.042 ] ( NQ )

It spared nothing that it reached, but blew it into broken spreads of rotten ruins.

[ 051.043 ] ( KK )

æóÝöí ËóãõæÏó ÅöÐú Þöíáó áóåõãú ÊóãóÊøóÚõæÇ ÍóÊøóì Íöíäò ﴿ ٤٣ ﴾

[ 051.043 ] ( MŞ )

 

[ 051.043 ] ( AY )

Semûd kavminde de ibret vardır: Hani onlara “Bir zamana kadar yaşayın, istifade edin.” denilmişti de,

[ 051.043 ] ( EO )

Bir de Semudda: ki onlara bir zamana kadar istifade edin denilmişti de.

[ 051.043 ] ( ES )

Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.

[ 051.043 ] ( NQ )

And in Thamud (there is also a sign), when they were told: "Enjoy yourselves for a while!"

[ 051.044 ] ( KK )

ÝóÚóÊóæúÇ Úóäú ÃóãúÑö ÑóÈøöåöãú ÝóÃóÎóÐóÊúåõãõ ÇáÕøóÇÚöÞóÉõ æóåõãú íóäúÙõÑõæäó ﴿ ٤٤ ﴾

[ 051.044 ] ( MŞ )

 

[ 051.044 ] ( AY )

Rablerinin emrinden uzaklaşıb azmışlardı. Bu yüzden bakınıb dururlarken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.

[ 051.044 ] ( EO )

Rablarının emrinden azgınlık ettiler, bu yüzden o sâika kendilerini yakalayıverdi, bakınıp duruyorlardı.

[ 051.044 ] ( ES )

Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.

[ 051.044 ] ( NQ )

But they insolently defied the Command of their Lord, so the Sa'iqah overtook them while they were looking.

[ 051.045 ] ( KK )

ÝóãóÇ ÇÓúÊóØóÇÚõæÇ ãöäú ÞöíóÇãò æóãóÇ ßóÇäõæÇ ãõäúÊóÕöÑöíäó ﴿ ٤٥ ﴾

[ 051.045 ] ( MŞ )

 

[ 051.045 ] ( AY )

O vakit (bu azaptan kurtulub) kalkmağa güç yetiremediler, bir yardım da görmediler.

[ 051.045 ] ( EO )

O vaktı bir kalkınmaya da güç yetiremediler, bir yardım da görmediler.

[ 051.045 ] ( ES )

Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.

[ 051.045 ] ( NQ )

Then they were unable to rise up, nor could they help themselves.

[ 051.046 ] ( KK )

æóÞóæúãó äõæÍò ãöäú ÞóÈúáõ Åöäøóåõãú ßóÇäõæÇ ÞóæúãðÇ ÝóÇÓöÞöíäó ﴿ ٤٦ ﴾

[ 051.046 ] ( MŞ )

 

[ 051.046 ] ( AY )

Daha önce de Nûh kavmini helâk ettik; çünkü onlar (hakdan ayrılmış küfür içinde bulunan) fâsık bir kavim idiler.

[ 051.046 ] ( EO )

Daha evvel de Nûh kavmini, çünkü hep onlar yoldan çıkmış fâsık birer kavm idiler.

[ 051.046 ] ( ES )

Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler.

[ 051.046 ] ( NQ )

(So were) the people of Nuh (Noah) before them. Verily, they were a people who were Fasiqun (rebellious, disobedient to Allah).

[ 051.047 ] ( KK )

æóÇáÓøóãóÇÁó ÈóäóíúäóÇåóÇ ÈöÃóíúÏò æóÅöäøóÇ áóãõæÓöÚõæäó ﴿ ٤٧ ﴾

[ 051.047 ] ( MŞ )

 

[ 051.047 ] ( AY )

(Bir de semâya bakın), biz onu kuvvetle bina ettik. Muhakkak ki biz, büyük kudrete sahibiz.

[ 051.047 ] ( EO )

Bir de Semaya bakın biz onu kuvvetle bina ettik ve şübhe yok ki biz çok vüs'a malikiz.

[ 051.047 ] ( ES )

Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.

[ 051.047 ] ( NQ )

With power did We construct the heaven. Verily, We are Able to extend the vastness of space thereof.

[ 051.048 ] ( KK )

æóÇáúÃóÑúÖó ÝóÑóÔúäóÇåóÇ ÝóäöÚúãó ÇáúãóÇåöÏõæäó ﴿ ٤٨ ﴾

[ 051.048 ] ( MŞ )

 

[ 051.048 ] ( AY )

Arzı da döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz!...

[ 051.048 ] ( EO )

Arzı da döşedik, bakınız biz ne güzel döşeriz.

[ 051.048 ] ( ES )

Yeryüzünü de biz döşedik. Bakın biz onu ne güzel döşüyoruz!

[ 051.048 ] ( NQ )

And We have spread out the earth, how Excellent Spreader (thereof) are We!

[ 051.049 ] ( KK )

,æóãöäú ßõáøö ÔóíúÁò ÎóáóÞúäóÇ ÒóæúÌóíúäö áóÚóáøóßõãú ÊóÐóßøóÑõæäó ﴿ ٤٩ ﴾

[ 051.049 ] ( MŞ )

 

[ 051.049 ] ( AY )

Her şeyden çift çift yarattık ki, iyice düşünesiniz.

[ 051.049 ] ( EO )

Hem her şeyden iki çift yarattık ki düşünesiniz.

[ 051.049 ] ( ES )

Biz herşeyden iki çift yarattık. Umulur ki, iyice düşünürsünüz.

[ 051.049 ] ( NQ )

And of everything We have created pairs, that you may remember (the Grace of Allah).

[ 051.050 ] ( KK )

ÝóÝöÑøõæÇ Åöáóì Çááøóåö Åöäøöí áóßõãú ãöäúåõ äóÐöíÑñ ãõÈöíäñ ﴿ ٥٠ ﴾

[ 051.050 ] ( MŞ )

 

[ 051.050 ] ( AY )

(Ey Resûlüm, de ki: ) O hâlde hemen Allah’a kaçın, (küfrü bırakıb hemen imana gelin). Gerçekten ben, size, Allah tarafından (azap ile) korkutan açık bir peygamberim.

[ 051.050 ] ( EO )

O halde hemen Allaha kaçın, haberiniz olsun ki ben size ondan bir açık nezîrim.

[ 051.050 ] ( ES )

Ey Muhammed! de ki: "Öyleyse Allah'a koşun, gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.

[ 051.050 ] ( NQ )

So flee to Allah (from His Torment to His Mercy Islamic Monotheism), verily, I (Muhammad ) am a plain warner to you from Him.

[ 051.051 ] ( KK )

æóáÇó ÊóÌúÚóáõæÇ ãóÚó Çááøóåö ÅöáóåðÇ ÂÎóÑó Åöäøöí áóßõãú ãöäúåõ äóÐöíÑñ ãõÈöíäñ ﴿ ٥١ ﴾

[ 051.051 ] ( MŞ )

 

[ 051.051 ] ( AY )

Ve Allah ile beraber başka bir ilâh uydurmayın. Gerçekten ben, size, Allah tarafından (azap ile) korkutan açık bir peygamberim.

[ 051.051 ] ( EO )

Ve Allahla beraber başka bir Tanrı uydurmayın, haberiniz olsun ki ben size ondan bir açık nezîrim.

[ 051.051 ] ( ES )

Allah'la beraber başka bir tanrı uydurmayın (O'na ortak koşmayın). Gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım."

[ 051.051 ] ( NQ )

And set not up (or worship) any other ilahan (god) along with Allah [Glorified be He (Alone), Exalted above all that they associate as partners with Him]. Verily, I (Muhammad ) am a plain warner to you from Him.

[ 051.052 ] ( KK )

ßóÐóáößó ãóÇ ÃóÊóì ÇáøóÐöíäó ãöäú ÞóÈúáöåöãú ãöäú ÑóÓõæáò ÅöáÇøó ÞóÇáõæÇ ÓóÇÍöÑñ Ãóæú ãóÌúäõæäñ ﴿ ٥٢ ﴾

[ 051.052 ] ( MŞ )

 

[ 051.052 ] ( AY )

(Ey Resûlüm, senin kavmin, sana sihirbaz yahut mecnûn dediği gibi), onlardan evvelki ümmetler de bir peygamber gelince; muhakkak böyle; ya sihirbaz dediler, ya mecnun...

[ 051.052 ] ( EO )

Böyle, bunlardan evvelkiler bir Resul gelince behemehal ya sahir dediler ya mecnun.

[ 051.052 ] ( ES )

Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkında da mutlaka: "Bir sihirbazdır veya bir delidir." dediler.

[ 051.052 ] ( NQ )

Likewise, no Messenger came to those before them, but they said: "A sorcerer or a madman!"

[ 051.053 ] ( KK )

ÃóÊóæóÇÕóæúÇ Èöåö Èóáú åõãú Þóæúãñ ØóÇÛõæäó ﴿ ٥٣ ﴾

[ 051.053 ] ( MŞ )

 

[ 051.053 ] ( AY )

Hepsi de bu sözü birbirine tavsiye mi ettiler? Şüphesiz onlar hep azgınlar topluluğudur.

[ 051.053 ] ( EO )

Hep buna vasıyyetleştiler mi? Hayır hep onlar azgın kavımlar.

[ 051.053 ] ( ES )

Onlar birbirlerine bunu mu tavsiye ettiler? Hayır onlar azgın bir kavimdir.

[ 051.053 ] ( NQ )

Have they (the people of the past) transmitted this saying to these (Quraish pagans)? Nay, they are themselves a people transgressing beyond bounds (in disbelief)!

[ 051.054 ] ( KK )

ÝóÊóæóáøó Úóäúåõãú ÝóãóÇ ÃóäúÊó Èöãóáõæãò ﴿ ٥٤ ﴾

[ 051.054 ] ( MŞ )

 

[ 051.054 ] ( AY )

Onun için, onlardan yüz çevir; artık (tebliğ vazifeni yaptın ve bizim katımızda) kınanacak değilsin.

[ 051.054 ] ( EO )

Onun için onlardan yüz çevir, artık sen levm olunacak değilsin.

[ 051.054 ] ( ES )

Ey Muhammed! Sen onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.

[ 051.054 ] ( NQ )

So turn away (O Muhammad ) from them (Quraish pagans) you are not to be blamed (as you have conveyed Allah's Message).

[ 051.055 ] ( KK )

æóÐóßøöÑú ÝóÅöäøó ÇáÐøößúÑóì ÊóäúÝóÚõ ÇáúãõÄúãöäöíäó ﴿ ٥٥ ﴾

[ 051.055 ] ( MŞ )

 

[ 051.055 ] ( AY )

Sen, (Kur’ân ile) öğüd ver çünkü öğüd ve nasihat mü'minlere fayda verir.

[ 051.055 ] ( EO )

Onunla beraber va'z-u nasıhate devam et, çünkü va'z, mü'minlere fayda verir.

[ 051.055 ] ( ES )

Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir.

[ 051.055 ] ( NQ )

And remind (by preaching the Qur'an, O Muhammad ) for verily, the reminding profits the believers.

[ 051.056 ] ( KK )

æóãóÇ ÎóáóÞúÊõ ÇáúÌöäøó æóÇáúÇöäúÓó ÅöáÇøó áöíóÚúÈõÏõæäö ﴿ ٥٦ ﴾

[ 051.056 ] ( MŞ )

 

[ 051.056 ] ( AY )

Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.

[ 051.056 ] ( EO )

Ve ben, Cinn-ü İnsi ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

[ 051.056 ] ( ES )

Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.

[ 051.056 ] ( NQ )

And I (Allah) created not the jinns and humans except they should worship Me (Alone).

[ 051.057 ] ( KK )

ãóÇ ÃõÑöíÏõ ãöäúåõãú ãöäú ÑöÒúÞò æóãóÇ ÃõÑöíÏõ Ãóäú íõØúÚöãõæäö ﴿ ٥٧ ﴾

[ 051.057 ] ( MŞ )

 

[ 051.057 ] ( AY )

Ben, onlardan bir rızk istemiyorum, (ben onları kendilerine yahut başka bir kimseye rızık versinler diye yaratmadım); bana (kullarıma) yemek yedirmelerini de istemiyorum.

[ 051.057 ] ( EO )

Ben onlardan bir rızk istemiyorum, bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.

[ 051.057 ] ( ES )

Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum.

[ 051.057 ] ( NQ )

I seek not any provision from them (i.e. provision for themselves or for My creatures) nor do I ask that they should feed Me (i.e. feed themselves or My creatures).

[ 051.058 ] ( KK )

Åöäøó Çááøóåó åõæó ÇáÑøóÒøóÇÞõ Ðõæ ÇáúÞõæøóÉö ÇáúãóÊöíäõ ﴿ ٥٨ ﴾

[ 051.058 ] ( MŞ )

 

[ 051.058 ] ( AY )

Şüphesiz rızkı veren, o çok şiddetli kuvvet sahibi Allah’dır.

[ 051.058 ] ( EO )

Şübhe yok ki Allah, rezzak, kuvvet sahibi metîn o.

[ 051.058 ] ( ES )

Şüphesiz ki, rızık veren O sağlam kuvvet sahibi olan Allah'tır.

[ 051.058 ] ( NQ )

Verily, Allah is the All-Provider, Owner of Power, the Most Strong.

[ 051.059 ] ( KK )

ÝóÅöäøó áöáøóÐöíäó ÙóáóãõæÇ ÐóäõæÈðÇ ãöËúáó ÐóäõæÈö ÃóÕúÍóÇÈöåöãú ÝóáÇó íóÓúÊóÚúÌöáõæäö ﴿ ٥٩ ﴾

[ 051.059 ] ( MŞ )

 

[ 051.059 ] ( AY )

Onun için, muhakkak o zulmedenlere (Mekke kâfirlerine, kendilerinden önceki) arkadaşlarının (azap) payı gibi, bir pay vardır. Şimdi o azabı acele istemesinler.

[ 051.059 ] ( EO )

Onun için muhakkak ki o zulm edenlere arkadaşlarının payı gibi dolgun bir pay vardır, şimdi onu acele etmesinler.

[ 051.059 ] ( ES )

Şüphsiz ki, zulmedenlerin geçmiş arkadaşlarının payı gibi, dolgun bir azab payı vardır. Ama şimdi onu acele istemesinler.

[ 051.059 ] ( NQ )

And verily, for those who do wrong, there is a portion of torment like to the evil portion of torment (which came for) their likes (of old), so let them not ask Me to hasten on!

[ 051.060 ] ( KK )

Ýóæóíúáñ áöáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ãöäú íóæúãöåöãõ ÇáøóÐöí íõæÚóÏõæäó ﴿ ٦٠ ﴾

[ 051.060 ] ( MŞ )

 

[ 051.060 ] ( AY )

Artık o azabla korkutuldukları günlerinden dolayı, Kur’ân’ı ve Peygamberi inkâr edenlere şiddetli azap olsun...

[ 051.060 ] ( EO )

artık o va'dolundukları günlerinden vay o küfredenlere!...

[ 051.060 ] ( ES )

Kendilerine vaad edilen günlerinde uğrayacakaları azabdan dolayı vay inkâr edenlerin haline!.

[ 051.060 ] ( NQ )

Then, woe to those who disbelieve (in Allah and His Oneness Islamic Monotheism) from (that) their Day which they have been promised (for their punishment).