YASİN SURESİ
 

[ 036.001 ] ( KK )

íÓ ﴿ ١ ﴾

[ 036.001 ] ( MŞ )

Yâsîn. (Bununla Allahü teâlâ’nın neyi murâdettiği bilinmemektedir.)

[ 036.001 ] ( AY )

Yâsin.

[ 036.001 ] ( EO )

Yâsîn.

[ 036.001 ] ( ES )

Yâsîn.

[ 036.001 ] ( NQ )

Ya-Sin.
[These letters are one of the miracles of the Qur'an, and none but Allah (Alone) knows their meanings.]

[ 036.002 ] ( KK )

æóÇáúÞõÑúÂäö ÇáúÍóßöíãö ﴿ ٢ ﴾

[ 036.002 ] ( MŞ )

Çok hikmetli olan Kur’ân’a yemin olsun ki:

[ 036.002 ] ( AY )

Hikmet sahibi Kur’ân hakkı için,

[ 036.002 ] ( EO )

Hikmetli Kur'anın hakkı için.

[ 036.002 ] ( ES )

Ey Muhammed! Hikmetli Kur'ân'a andolsun ki, muhakkak ki, sen risaletle gönderilen Peygamberlerdensin.

[ 036.002 ] ( NQ )

By the Qur'an, full of wisdom (i.e. full of laws, evidences, and proofs),

[ 036.003 ] ( KK )

Åöäøóßó áóãöäú ÇáúãõÑúÓóáöíäó ﴿ ٣ ﴾

[ 036.003 ] ( MŞ )

Muhakkak ki sen (tarafýımıýzdan) gönderilmiş resûllerden (peygamberlerden)sin. 

[ 036.003 ] ( AY )

Muhakkak ki sen (Ey Resûlüm, tarafımızdan elçi olarak kullarıma) gönderilen peygamberlerdensin.

[ 036.003 ] ( EO )

Emîn ol ki, sen o risaletle gönderilen Peygamberlerdensin.

[ 036.003 ] ( ES )

Ey Muhammed! Hikmetli Kur'ân'a andolsun ki, muhakkak ki, sen risaletle gönderilen Peygamberlerdensin.

[ 036.003 ] ( NQ )

Truly, you (O Muhammad ) are one of the Messengers,

[ 036.004 ] ( KK )

Úóáóì ÕöÑóÇØò ãõÓúÊóÞöíãò ﴿ ٤ ﴾

[ 036.004 ] ( MŞ )

(Sen) sırât-ı müstakîm (işlerde tevhîd ve İslâm dininin gösterdiği istikâmet/doğruluk) üzerindesin.

[ 036.004 ] ( AY )

Doğru bir yol, (İslâm dîni) üzerindesin.

[ 036.004 ] ( EO )

Bir sıratı müstakîm üzerindesin.

[ 036.004 ] ( ES )

Dosdoğru bir yol üzerindesin.

[ 036.004 ] ( NQ )

On a Straight Path (i.e. on Allah's religion of Islamic Monotheism).

[ 036.005 ] ( KK )

ÊóäúÒöíáó ÇáúÚóÒöíÒö ÇáÑøóÍöíãö ﴿ ٥ ﴾

[ 036.005 ] ( MŞ )

Kur’ân, azîz (kendisini inkâr edenleri cezalandıran, onlardan intikam alan) ve rahîm (kendisine itâat edenlere çok merhametli) olan Allah’ıýn indirdiği bir Kitap’tıýr.

[ 036.005 ] ( AY )

Kur’ân, Azîz, Rahîm olan Allah’ın indirdiği bir kitabdır.

[ 036.005 ] ( EO )

Tenziliyle o azîz rahîmin.

[ 036.005 ] ( ES )

Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah'ın indirdiği (Kur'ân) ile korkutasın.

[ 036.005 ] ( NQ )

(This is) a Revelation sent down by the All-Mighty, the Most Merciful,

[ 036.006 ] ( KK )

áöÊõäúÐöÑó ÞóæúãðÇ ãóÇ ÃõäúÐöÑó ÂÈóÇÄõåõãú Ýóåõãú ÛóÇÝöáõæäó ﴿ ٦ ﴾

[ 036.006 ] ( MŞ )

(O Kitap, fetret devrinde) babalarýı (yakın ataları) korkutulmamış (hak dine îman etmemenin cezası bildirilmemiş), ýþbu yüzden (îman ve hidâyetten habersiz,) gaflet içinde kalmış bir kavmi (Kureyş’þi) korkutman (âhirette başlarına gelecekleri ve acıklı azâbı haber vermen) için (indirilmiştir). 

[ 036.006 ] ( AY )

Babaları (Allah’ın azabı ile) korkutulmamış bir kavmi (Kureyşi) korkutasın diye gönderildin. Çünkü onlar habersiz gâfillerdir.

[ 036.006 ] ( EO )

İnzar edesin: vehameti haber veresin diye bir kavme babalar inzar edilmedi de haberleri de yok gafiller

[ 036.006 ] ( ES )

Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah'ın indirdiği (Kur'ân) ile korkutasın.

[ 036.006 ] ( NQ )

In order that you may warn a people whose forefathers were not warned, so they are heedless.

[ 036.007 ] ( KK )

áóÞóÏú ÍóÞøó ÇáúÞóæúáõ Úóáóì ÃóßúËóÑöåöãú Ýóåõãú áÇó íõÄúãöäõæäó ﴿ ٧ ﴾

[ 036.007 ] ( MŞ )

Yemin olsun ki, onlar (gönderdiğim hak din İslam’a inanmıyor, küfürde kalmaya devam ediyorlar. Onlar)ın çoğuna o söz (“Cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıým.1” sözü) hak oldu. Artýık onlar (küfrü terk etmedikleri müddetçe) îman etmezler.
1 Secde 32/13.

[ 036.007 ] ( AY )

Şüphesiz çoğunun üzerine azap gerçekleşmiştir. (Çünkü îmanı istemiyecekleri, Allah tarafından biliniyor) artık onlar îman etmezler.

[ 036.007 ] ( EO )

Celâlim hakkı için daha çoklarına karşı söz hakkolmuştur da onlar iymana gelmezler.

[ 036.007 ] ( ES )

Andolsun ki onların çoğunun üzerine azab sözü hak olmuştur. Onlar imana gelmezler.

[ 036.007 ] ( NQ )

Indeed the Word (of punishment) has proved true against most of them, so they will not believe.

[ 036.008 ] ( KK )

ÅöäøóÇ ÌóÚóáúäóÇ Ýöí ÃóÚúäóÇÞöåöãú ÃóÛúáÇóáÇð Ýóåöíó Åöáóì ÇáúÃóÐúÞóÇäö Ýóåõãú ãõÞúãóÍõæäó ﴿ ٨ ﴾

[ 036.008 ] ( MŞ )

Şüphe yok ki biz, (İslâm’ı kabul etmeyip küfürlerinde ısrar eden ve taşkınlık yaparak Peygamber “aleyhisselâm”ı yaralamak veya öldürmek isteyen) o kâfirlerin boyunlarına çenelerine kadar varan (gözle görülmeyen) demir hal­kalar koyduk. Onun için başlarını kaldırmış hâldedirler. (Artýık hak tarafıýna başþlarıýnýı çevirip de boyun eğmezler.)

[ 036.008 ] ( AY )

Çünkü biz, o kâfirlerin boyunlarına bağlar geçirmişiz ki, bunlar çenelerine dayanmıştır da başları yukarı kalkık bulunuyorlar. (Artık hak tarafına başlarını çeviripte boyun eğmezler.)

[ 036.008 ] ( EO )

Çünkü biz onların boyunlarına kelepçekler geçirmişiz, onlar çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı gözleri aşağı somurtmaktadırlar.

[ 036.008 ] ( ES )

Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.

[ 036.008 ] ( NQ )

Verily! We have put on their necks iron collars reaching to chins, so that their heads are forced up.

[ 036.009 ] ( KK )

æóÌóÚóáúäóÇ ãöäú Èóíúäö ÃóíúÏöíåöãú ÓóÏøðÇ æóãöäú ÎóáúÝöåöãú ÓóÏøðÇ ÝóÃóÛúÔóíúäóÇåõãú Ýóåõãú áÇó íõÈúÕöÑõæäó ﴿ ٩ ﴾

[ 036.009 ] ( MŞ )

Biz onların hem önlerinden (dünyada dine ait hükümleri anlamaya engel ) bir sed, hem de arkalarından (öldükten sonra dirilişi görmelerine engel) bir sed çektik. (Soy, sop ve itibar sarhoşluğu içinde dünyanın çekiciliğine, yakın arkadaşlarının küfür ve yalanlarına aldanarak kibir ve gurura kapıldılar.) Gözlerini de (gözle görülemeyecek şekilde) perdeledik (Böylece onları salıverdik). Artık onlar (küfür, inat ve gururları sebebiyle hakkı) görmezler.

[ 036.009 ] ( AY )

Biz onların önlerine (Âhiret işlerine) bir engel, arkalarına (dünya işlerine) bir engel çekip kendilerini sarmışız da artık onlar (hakkı) göndermezler.

[ 036.009 ] ( EO )

Hem önlerinden bir sedd ve arkalarından bir sedd çekmişiz, kendilerini sarmışızdır da baksalar da görmezler.

[ 036.009 ] ( ES )

Hem önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çekmişiz, kendilerini sarmışızdır. Baksalar da görmezler.

[ 036.009 ] ( NQ )

And We have put a barrier before them, and a barrier behind them, and We have covered them up, so that they cannot see.

[ 036.010 ] ( KK )

æóÓóæóÇÁñ Úóáóíúåöãú ÃóÃóäÐóÑúÊóåõãú Ãóãú áóãú ÊõäúÐöÑúåõãú áÇó íõÄúãöäõæäó ﴿ ١٠ ﴾

[ 036.010 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm, şüphe yok ki, tebliğ etmiş olduğun İslâm’ı kabul etmeyip şirkte ısrar eden Ebû Cehil, Ebû Leheb ve arkadaşları gibi kâfirleri, îmansızlığın cezası olan azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; (İslâm’a karşı gözlerini yumup kulaklarını tıkadıkları için) îman etmezler. 

[ 036.010 ] ( AY )

Sen onları korkutsan da, korkutmasan da onlarca birdir; îman etmezler.

[ 036.010 ] ( EO )

Ve onlarca müsavidir: ha inzar etmişin kendilerini ha etmemişin; inanmazlar.

[ 036.010 ] ( ES )

Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.

[ 036.010 ] ( NQ )

It is the same to them whether you warn them or you warn them not, they will not believe.

[ 036.011 ] ( KK )

ÅöäøóãóÇ ÊõäúÐöÑõ ãóäö ÇÊøóÈóÚó ÇáÐøößúÑó æóÎóÔöíó ÇáÑøóÍúãóÇäó ÈöÇáúÛóíúÈö ÝóÈóÔøöÑúåõ ÈöãóÛúÝöÑóÉò æóÃóÌúÑò ßóÑöíãò ﴿ ١١ ﴾

[ 036.011 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) sen ancak o zikre (Kuran’a) uyan (îman edip sâlih amel işleyen) ve görmediği hâlde Rahmân (olan Allah’ın azâbın)’dan saygı duyarak korkan(lar)ı (emirlerimi yapmak ve yasaklarımdan uzak durmakla) inzâr edecek (sakındıracak)sın. İşte sen onu (o kimseyi), hem bir mağfiret (dünyada günahlarýının bağışlanması), hem de çok şerefli bir mükâfât (cennet) ile müjdele.

[ 036.011 ] ( AY )

Sen ancak Kur’ân’a tâbi olan, onunla amel eden ve görmediği Rahmân’a içten saygı besliyen kimseyi sakındırırsın. İşte onu hem bir mağfiretle (dünyadaki günahlarının bağışlanmasıyla), hem de iyi mükâfatla (cennetle) müjdele.

[ 036.011 ] ( EO )

Ancak zikri ta'kıyb eden ve gaybde rahmana haşyet besliyen kimseyi sakındırırsın, işte onu hem bir mağrifetle hem bir ecri kerîm ile müjdele.

[ 036.011 ] ( ES )

Sen ancak Kur'ân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.

[ 036.011 ] ( NQ )

You can only warn him who follows the Reminder (the Qur'an), and fears the Most Beneficent (Allah) unseen. Bear you to such one the glad tidings of forgiveness, and a generous reward (i.e. Paradise).

[ 036.012 ] ( KK )

ÅöäøóÇ äóÍúäõ äõÍúíö ÇáúãóæúÊóì æóäóßúÊõÈõ ãóÇ ÞóÏøóãõæÇ æóÂËóÇÑóåõãú æóßõáøó ÔóíúÁò ÃÍúÕóíúäóÇåõ Ýöí ÅöãóÇãò ãõÈöíäò ﴿ ١٢ ﴾

[ 036.012 ] ( MŞ )

Şüphesiz, ölüleri ancak biz (kabirlerinden kaldırarak hesap için) diriltiriz. Onların (dünyada hayır ve şer olarak bütün) işledikdiklerini ve (bıraktıkları) eserleri biz yazarız. (Zaten) biz, her şeyi İmâm-ı Mübîn (Levh-i Mahfûz)’da saymışız (her şeyi apaçık ayrı ayrı zaptetmiş, toplamışız)dır. 

[ 036.012 ] ( AY )

Gerçekten biz, ölüleri diriltiriz; (ölümlerinden önce iyi ve kötü) ileri gönderdikleri amelleri ve (öldükten sonra) geri bıraktıkları (iyi ve kötü) eserleri yazarız. Biz her şeyi İmâm-ı Mübîn’de= Levh-i Mahfûz’da yazıp saymışızdır.

[ 036.012 ] ( EO )

Hakıkat biz biziz, ölüleri diriltiriz ve takdim ettikleri şeyleri ve bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz ve zaten her şey'i açık bir kütükte bir «İmamı Mübîn» de ihsa etmişizdir.

[ 036.012 ] ( ES )

Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir «imam- ı mübin»de (ana kitapta, yani Levh- i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir.

[ 036.012 ] ( NQ )

Verily, We give life to the dead, and We record that which they send before (them), and their traces [their footsteps and walking on the earth with their legs to the mosques for the five compulsory congregational prayers, Jihad (holy fighting in Allah's Cause) and all other good and evil they did, and that which they leave behind], and all things We have recorded with numbers (as a record) in a Clear Book.

[ 036.013 ] ( KK )

æóÇÖúÑöÈú áóåõãú ãóËóáÇð ÃóÕúÍóÇÈó ÇáúÞóÑúíóÉö ÅöÐú ÌóÇÁóåóÇ ÇáúãõÑúÓóáõæäó ﴿ ١٣ ﴾

[ 036.013 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm), Mekke halkıýna, o þ(putlara tapan) şehir halkıýnıýn (Antakyalıýlarýın) hâlini misal olarak göster. Hani oraya (Allah’ın emriyle Hazret-i Îsa’nıýn gönderdiği) resûl (peygamber veya havârî)ler gelmişþti. 

[ 036.013 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), Mekke halkına, o şehir halkının (Antakya’lıların) hâlini misal göster. Hani oraya (Allah’ın emriyle Hazret-i Îsa’nın gönderdiği) resûl (peygamber veya havârî)ler gelmişti.

[ 036.013 ] ( EO )

Ve onlara, o karye sahiblerini temsil getir, o dem ki ona o gönderilen Resuller varmıştı.

[ 036.013 ] ( ES )

Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.

[ 036.013 ] ( NQ )

And put forward to them a similitude; the (story of the) dwellers of the town, [It is said that the town was Antioch (Antakiya)], when there came Messengers to them.

[ 036.014 ] ( KK )

ÅöÐú ÃóÑúÓóáúäóÇ Åöáóíúåöãõ ÇËúäóíúäö ÝóßóÐøóÈõæåõãóÇ ÝóÚóÒøóÒúäóÇ ÈöËóÇáöËò ÝóÞóÇáõæÇ ÅöäøóÇ Åöáóíúßõãú ãõÑúÓóáõæäó ﴿ ١٤ ﴾

[ 036.014 ] ( MŞ )

O vakit kendilerine (önce) iki peygamber (Yahyâ ile Yûnus peygamberleri veya Yuhanna ile Pavlos’u yahut Sâdık ile Sadûk’u) göndermişþtik de onları yalanlamışlardı. (Bu iki peygam­ber: Putlara tapmamalarını, Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Allah’ın bir olduğunu söylemiş ve onları tevhîde, hak dine davet etmişlerdi. Fakat oranın halkı bu iki peygam­beri dinlememişler, dövmüşler ve hapse atmışlardı.) Biz de bir üçüncü peygamber (Şem’ûn) ile bu ikisini kuvvetlendirmişþtik. (Bu üç peygamber, Antakya halkıýna:) “Hakikaten biz size (Allah tarafından) gönderilmişþ (O’nun dinini tebliğ eden) peygamberleriz.” þdemişþlerdi.

[ 036.014 ] ( AY )

O vakit kendilerine iki peygamber göndermiştik de bunları tekzip etmişlerdi. Biz de bir üçüncü peygamber ile bu ikisini takviye etmiştik. (Bu üç peygamber varıp Antakya halkına) şöyle demişlerdi: “ Gerçekten biz, size gönderilmiş peygamberleriz.”

[ 036.014 ] ( EO )

O sıra ki onlara o ikiyi göndermiştik, bunları tekzib ettiler, biz de bir üçüncü ile ızzet (ve kuvvet) verdik de varıp dediler: haberiniz olsun biz sizlere gönderilmiş Resulleriz.

[ 036.014 ] ( ES )

Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: «Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz.» dediler.

[ 036.014 ] ( NQ )

When We sent to them two Messengers, they belied them both, so We reinforced them with a third, and they said: "Verily! We have been sent to you as Messengers."

[ 036.015 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ãóÇ ÃóäúÊõãú ÅöáÇøó ÈóÔóÑñ ãöËúáõäóÇ æóãóÇ ÃóäúÒóáó ÇáÑøóÍúãóÇäõ ãöäú ÔóíúÁò Åöäú ÃóäúÊõãú ÅöáÇøó ÊóßúÐöÈõæäó ﴿ ١٥ ﴾

[ 036.015 ] ( MŞ )

(Onlar peygamberlere:) “Siz ancak bizim gibi birer insansıýnıýz (bize bir üstünlüğünüz yok). Hem Rahmân (olan Allah,) hiç bir þşey (kitap ve peygamberlik) indirmemiþştir. Siz, gerçekten yalan söylüyorsunuz.” demişþlerdi. (Hâlbuki onlar, mu’cizelerle gelmişlerdi.)

[ 036.015 ] ( AY )

Onlar dediler ki: “ Siz, ancak bizim gibi bir insansınız (bize bir üstünlüğünüz yok), hem Rahmân= Allah bir şey (kitap) indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz.”

[ 036.015 ] ( EO )

Siz, dediler: bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz, hem Rahman hiç bir şey indirmedi, siz sırf yalan söylüyorsunuz.

[ 036.015 ] ( ES )

Onlar da: «Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.» dediler.

[ 036.015 ] ( NQ )

They (people of the town) said: "You are only human beings like ourselves, and the Most Beneficent (Allah) has revealed nothing, you are only telling lies."

[ 036.016 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ÑóÈøõäóÇ íóÚúáóãõ ÅöäøóÇ Åöáóíúßõãú áóãõÑúÓóáõæäó ﴿ ١٦ ﴾

[ 036.016 ] ( MŞ )

(Peygamberler onlara:) “Rabbimiz biliyor: Şek ve şüphe yok ki, biz size gönderilmiş peygamberleriz.

[ 036.016 ] ( AY )

(Peygamberler/Havârîler onlara şöyle) dediler: “ Rabbimiz biliyor ki, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.

[ 036.016 ] ( EO )

Dediler: rabbımız bilir, inanın biz gerçek size gönderilmiş, Resulleriz,

[ 036.016 ] ( ES )

Peygamberler dediler ki: «Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.»

[ 036.016 ] ( NQ )

The Messengers said: "Our Lord knows that we have been sent as Messengers to you,

[ 036.017 ] ( KK )

æóãóÇ ÚóáóíúäóÇ ÅöáÇøó ÇáúÈóáÇóÛõ ÇáúãõÈöíäõ ﴿ ١٧ ﴾

[ 036.017 ] ( MŞ )

Bize düşþen, (Allah’ın bize bildirdiklerini) açýık bir şekilde (size) tebliğ etmekten başþka bir şey değildir.” demişþlerdi.

[ 036.017 ] ( AY )

Bize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.”

[ 036.017 ] ( EO )

açık bir tebliğden ötesi ise bizim üstümüze değil.

[ 036.017 ] ( ES )

«Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir.»

[ 036.017 ] ( NQ )

And our duty is only to convey plainly (the Message).

[ 036.018 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ÅöäøóÇ ÊóØóíøóÑúäóÇ Èößõãú áóÆöäú áóãú ÊóäúÊóåõæÇ áóäóÑúÌõãóäøóßõãú æóáóíóãóÓøóäøóßõãú ãöäøóÇ ÚóÐóÇÈñ Ãóáöíãñ ﴿ ١٨ ﴾

[ 036.018 ] ( MŞ )

(Onlar peygamberlere:) “Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradıýk. (Siz gelince yağmurlarımız kesildi.) Eğer (bu dine davetinizden) vazgeçmezseniz, muhakkak sizi taşþla öldürürüz ve mutlaka size bizden çok acıýklıý bir azap dokunur (size işkenceli ölüm cezası verilir).” demişþlerdi.

[ 036.018 ] ( AY )

(Onlar, Peygamberlere/Havârîlere) dediler ki: “ Doğrusu biz, sizinle uğursuzluğa uğradık. Eğer (bu sözünüzden) vaz geçmezseniz, muhakkak sizi taşla öldürürüz ve her hâlde size bizden çok acıklı bir azap dokunur.”

[ 036.018 ] ( EO )

Doğrusu dediler: biz sizinle teşe'üm ettik, yemin ederiz ki vaz geçmezseniz sizi hiç tınmadan recmederiz ve her halde size bizden pek acıklı bir azâb dokunur.

[ 036.018 ] ( ES )

Onlar dediler ki: «Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azab dokunur.»

[ 036.018 ] ( NQ )

They (people) said: "For us, we see an evil omen from you, if you cease not, we will surely stone you, and a painful torment will touch you from us."

[ 036.019 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ØóÇÆöÑõßõãú ãóÚóßõãú ÃóÆöäú ÐõßöøÑúÊõãú Èóáú ÃóäúÊõãú Þóæúãñ ãõÓúÑöÝõæäó ﴿ ١٩ ﴾

[ 036.019 ] ( MŞ )

(Peygamberler onlara:) “Uğursuzluğunuz kendi (kâfirliği)nizdendir. Size öğüt verildi (nasihat edildi, hak söylendi) diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Hayıýr (yanlış düşünüyorsunuz). Siz, müsrif (şirk koşmak ve hakkı kabul etmemekle aşıþýrýı giden) bir milletsiniz.” demişþlerdi. 

[ 036.019 ] ( AY )

(Peygamberler/Havârîler) dediler ki: “ Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Nasihat verildi diye mi (bunu uğursuzluğa yoruyorsunuz ve bizi tehdit ediyorsunuz)? Hayır siz, haddi aşmış bir kavimsiniz.”

[ 036.019 ] ( EO )

Dediler: sizin şum kuşunuz beraberinizde, ya... nasıhat edilirseniz öyle mi? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavmsınız.

[ 036.019 ] ( ES )

Peygamberler de şöyle cevap verdiler: «Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz.»

[ 036.019 ] ( NQ )

They (Messengers) said: "Your evil omens be with you! (Do you call it "evil omen") because you are admonished? Nay, but you are a people Musrifun (transgressing all bounds by committing all kinds of great sins, and by disobeying Allah).

[ 036.020 ] ( KK )

æóÌóÇÁó ãöäú ÃóÞúÕóì ÇáúãóÏöíäóÉö ÑóÌõáñ íóÓúÚóì ÞóÇáó íóÇÞóæúãö ÇÊøóÈöÚõæÇ ÇáúãõÑúÓóáöíäó ﴿ ٢٠ ﴾

[ 036.020 ] ( MŞ )

(Böylece halkın peygamberleri yalanladığı bir sırada onlara nasihat etmek için) şehrin ta öbür ucundan koþşarak (daha önce bu peygamberlere îman etmiş) bir adam (Habîbü’n-Neccâr) gelmişþ ve “Ey kavmim! (Allah tarafından) gönderilen (bu) peygamberlere tâbi olun. (Dediklerini kabul edin.” demişþti. (Habîbü’n-Neccâr devam ederek:)

[ 036.020 ] ( AY )

(O esnada, Peygamberlerin/Havârîlerin geldiğini haber alan ve Allah’a ibâdet etmekte olan) bir adam (Habîbü’n-Neccâr), şehrin tâ ucundan koşarak geldi (ve şöyle) dedi: “ Ey kavmim, uyun bu gönderilenlere;

[ 036.020 ] ( EO )

O esnada şehrin tâ ucundan bir er koşarak geldi, ey hemşerilerim: dedi: uyun o gönderilen Resullere.

[ 036.020 ] ( ES )

O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: «Ey kavmim! Uyun o elçilere!»

[ 036.020 ] ( NQ )

And there came running from the farthest part of the town, a man, saying: "O my people! Obey the Messengers;

[ 036.021 ] ( KK )

ÇÊøóÈöÚõæÇ ãóäú áÇó íóÓúÃóáõßõãú ÃóÌúÑðÇ æóåõãú ãõåúÊóÏõæäó ﴿ ٢١ ﴾

[ 036.021 ] ( MŞ )

“(Ey kavmim! Tekrar söylüyorum. Tebliğ vazifesini yaptıklarından dolayı) sizden bir ücret istemeyen (bu peygamber)lere uyun. (Çünkü) onlar hidâyete ermiş (doğru yolda olan) kimselerdir).” (deyince, halk: “Vay, sen de mi onlarıýn dinindensin?” demişþlerdi.) 

[ 036.021 ] ( AY )

Uyun sizden bir ücret istemiyen kimselere ki, onlar hidâyet üzeredirler...

[ 036.021 ] ( EO )

Uyun sizden bir ecir istemiyen o zatlara ki onlar hidayete irmişlerdir.

[ 036.021 ] ( ES )

«Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir.»

[ 036.021 ] ( NQ )

Obey those who ask no wages of you (for themselves), and who are rightly guided.
 

[ 036.022 ] ( KK )

æóãóÇ áöíó áÇó ÃóÚúÈõÏõ ÇáøóÐöí ÝóØóÑóäöí æóÅöáóíúåö ÊõÑúÌóÚõæäó ﴿ ٢٢ ﴾

[ 036.022 ] ( MŞ )

(Habîbü’n-Neccâr da şöyle cevap vermişti1:) “(Elbette onların dinindenim.) Beni yaratana niçin ibâdet etmeyeyim? Siz de (öldükten sonra diriltilecek ve) O’na döndürüleceksiniz (O’nun huzurunda hesap vererek inkâr ettiğinizden dolayı cezalandırılacaksınız.)”
1 22 nci âyetten 25 inci âyete kadar.

[ 036.022 ] ( AY )

Hem bana ne oldu ki, beni yaratana ibâdet etmiyeyim? Hepiniz de döndürülüp O’na götürüleceksiniz.

[ 036.022 ] ( EO )

Hem neyime kulluk etmiyeyim ben, o beni yaradana? Hep de döndürülüp ona götürüleceksiniz.

[ 036.022 ] ( ES )

«Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz.»

[ 036.022 ] ( NQ )

And why should I not worship Him (Allah Alone) Who has created me and to Whom you shall be returned.

[ 036.023 ] ( KK )

ÃóÃóÊøóÎöÐõ ãöäú Ïõæäöåö ÂáöåóÉð Åöäú íõÑöÏúäöí ÇáÑøóÍúãóÇäõ ÈöÖõÑøò áÇó ÊõÛúäö Úóäøöí ÔóÝóÇÚóÊõåõãú ÔóíúÆðÇ æóáÇó íõäúÞöÐõæäö ﴿ ٢٣ ﴾

[ 036.023 ] ( MŞ )

“(Hiç ben) O’nu (Allah’ı) bıýrakıýp da (o putları) ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân (olan Allah) bana bir zarar vermek isterse, o ilâhların þşefâatýi (yardımı ne olabilir? Onlar) bana (hiçbir) fayda vermez ve beni (zarardan) kurtaramazlar.”

[ 036.023 ] ( AY )

Hiç ben O’ndan başka tanrılar edinir miyim? Eğer O Rahmân (Allah) bana bir keder murad ederse, o ilâhların şefaatı bana hiç bir fayda vermez ve onlar beni kurtaramazlar.

[ 036.023 ] ( EO )

Hiç, ben ondan başka ma'budlar mı tutarım? Eğer o Rahman bana bir keder irâde buyurursa onların şefaati benden yana hiç bir şeye yaramaz ve beni kurtaramazlar.

[ 036.023 ] ( ES )

«Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.»

[ 036.023 ] ( NQ )

Shall I take besides Him aliha (gods), if the Most Beneficent (Allah) intends me any harm, their intercession will be of no use for me whatsoever, nor can they save me?
 

[ 036.024 ] ( KK )

Åöäøöí ÅöÐðÇ áóÝöí ÖóáÇóáò ãõÈöíäò ﴿ ٢٤ ﴾

[ 036.024 ] ( MŞ )

“Doğrusu (sizin inandığınız o putları ilâhlar edinmiş olsam,) o takdirde (ben) apaçıýk bir dalâlet içinde (hak yoldan ayrılmışlardan) olurum.”

[ 036.024 ] ( AY )

Şüphe yok ki, o takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum.

[ 036.024 ] ( EO )

Şübhesiz ben o vakıt açık bir dalâl içindeyim.

[ 036.024 ] ( ES )

«Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum.»

[ 036.024 ] ( NQ )

Then verily, I should be in plain error.

[ 036.025 ] ( KK )

Åöäøöí ÂãóäúÊõ ÈöÑóÈøößõãú ÝóÇÓúãóÚõæäö ﴿ ٢٥ ﴾

[ 036.025 ] ( MŞ )

“Şüphesiz ben (sizi, bizi yaratan ve tek olan) Rabbinize îman ettim. (Gelin) beni dinleyin (de bu peygamberlere uyun).” diye cevap verdi. (Bunun üzerine kavmi onu çok feci şekilde öldürdü veya işkence sonucunda öldürülmeden önce Hak teâlâ onu diri olarak semâya kaldırdı.)

[ 036.025 ] ( AY )

Haberiniz olsun ki, ben, Rabbinize îman getirdim; gelin beni dinleyin.”

[ 036.025 ] ( EO )

Haberiniz olsun ki ben rabbınıza iyman getirdim, gelin dinleyin beni.

[ 036.025 ] ( ES )

«Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni.»

[ 036.025 ] ( NQ )

Verily! I have believed in your Lord, so listen to me!"

[ 036.026 ] ( KK )

Þöíáó ÇÏúÎõáö ÇáúÌóäøóÉó ÞóÇáó íóÇáóíúÊó Þóæúãöí íóÚúáóãõæäó ﴿ ٢٦ ﴾

[ 036.026 ] ( MŞ )

(Ruhunu teslim ederken veya diri olarak cennete girerken kendisine:) “Haydi, gir cennete!” denilince, dedi ki: “Ah, keşke kavmim bir bilseydi:

[ 036.026 ] ( AY )

(Onun nasihatlarına rağmen, kavmi onu öldürdüler. Ruhuna hitaben şöyle) denildi; “ Haydi, gir cennete!” (Cevap olarak ruhu şöyle) dedi: “ Ah! Ne olurdu, kavmim bilselerdi:

[ 036.026 ] ( EO )

Denildi ki: haydi gir Cennete! ay, dedi, nolurdu kavmın bilselerdi? Rabbım bana ne mağrifet buyurdu.

[ 036.026 ] ( ES )

(Sonra ona) «haydi gir cennete!» denildi. O da dedi ki: «Ne olurdu kavmim bilseydi!»

[ 036.026 ] ( NQ )

It was said (to him when the disbelievers killed him): "Enter Paradise." He said: "Would that my people knew!

[ 036.027 ] ( KK )

ÈöãóÇ ÛóÝóÑó áöí ÑóÈøöí æóÌóÚóáóäöí ãöäó ÇáúãõßúÑóãöíäó ﴿ ٢٧ ﴾

[ 036.027 ] ( MŞ )

“Rabbimin (ne sebeple) beni bağışladığını ve beni (cennetle) ikrâm edilenlerden kıýldýðýıýğını!”

[ 036.027 ] ( AY )

"Rabbimin beni bağışladığını, beni cennetle ikram edilenlerden kıldığını...”

[ 036.027 ] ( EO )

Beni ikram olunan kullarından kıldı.

[ 036.027 ] ( ES )

«Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını.»

[ 036.027 ] ( NQ )

That my Lord (Allah) has forgiven me, and made me of the honoured ones!

[ 036.028 ] ( KK )

æóãóÇ ÃóäúÒóáúäóÇ Úóáóì Þóæúãöåö ãöäú ÈóÚúÏöåö ãöäú ÌõäÏò ãöäó ÇáÓøóãóÇÁö æóãóÇ ßõäøóÇ ãõäúÒöáöíäó ﴿ ٢٨ ﴾

[ 036.028 ] ( MŞ )

“Biz ondan (Habîbü’n-Neccâr’ıýn öldürülmesinden veya semâya yük­seltilmesinden) sonra kavmini (helâk etmek için) üzerlerine gökten bir (melek) ordu(su bile) indirmedik. Zaten indirecek de değildik.” 

[ 036.028 ] ( AY )

(Habîbü’n-Neccâr’ın, kavmi tarafından) öldürülmesinden sonra kavminin üzerine (azap olarak) gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.

[ 036.028 ] ( EO )

Arkasından ise kavmının üzerine Semâdan bir ordu indirmedik indirecek de değildik.

[ 036.028 ] ( ES )

Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.

[ 036.028 ] ( NQ )

And We sent not against his people after him a host from heaven, nor do We send (such a thing).

[ 036.029 ] ( KK )

Åöäú ßóÇäóÊú ÅöáÇøó ÕóíúÍóÉð æóÇÍöÏóÉð ÝóÅöÐóÇ åõãú ÎóÇãöÏõæäó ﴿ ٢٩ ﴾

[ 036.029 ] ( MŞ )

(Onların cezası) sadece bir sayhadan (çığlıktan/Cebrâîl “aleyhisselâm”ın sesinden) ibaret oldu. Hepsi bir anda sönüvermiş (ölmüş) oldular. (Hararetle yanan bir ateşin bir anda söndüğü gibi hareketsiz kaldılar.)

[ 036.029 ] ( AY )

O (helâk edilişlerine sebep) yalnız bir sayha (Cebrâîl’in sesi) oldu; hemen sönüverdiler (ölüp gittiler).

[ 036.029 ] ( EO )

O yalnız bir sayha oldu derhal sönüverdiler:

[ 036.029 ] ( ES )

Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.

[ 036.029 ] ( NQ )

It was but one Saihah (shout, etc.) and lo! They (all) were silent (dead-destroyed).

[ 036.030 ] ( KK )

íóÇÍóÓúÑóÉð Úóáóì ÇáúÚöÈóÇÏö ãóÇ íóÃúÊöíåöãú ãöäú ÑóÓõæáò ÅöáÇøó ßóÇäõæÇ Èöåö íóÓúÊóåúÒöÆõæä ﴿ ٣٠ ﴾

[ 036.030 ] ( MŞ )

Yazıýklar olsun (peygamberlerini yalanlayıp da helâk olan) o kullara ki, kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, muhakkak onu alaya alýıyorlardýı.

[ 036.030 ] ( AY )

Yazıklar olsun o kullara ki, ne zaman kendilerine bir peygamber gelse, muhakkak onu alaya alırlardı.

[ 036.030 ] ( EO )

Ey!.. ne hasret o kullara ki kendilerine her gelen Resul ile mutlaka istihzâ ediyorlardı.

[ 036.030 ] ( ES )

Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine glen her bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.

[ 036.030 ] ( NQ )

Alas for mankind! There never came a Messenger to them but they used to mock at him.

[ 036.031 ] ( KK )

Ãóáóãú íóÑóæúÇ ßóãú ÃóåúáóßúäóÇ ÞóÈúáóåõãú ãöäó ÇáúÞõÑõæäö Ãóäøóåõãú Åöáóíúåöãú áÇó íóÑúÌöÚõæäó ﴿ ٣١ ﴾

[ 036.031 ] ( MŞ )

(“Sen peygamber değilsin.” diyen o Mekkeli kâfirler,) kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve onların kendile­rine geri dönmediklerini görmediler (bilmediler) mi? 

[ 036.031 ] ( AY )

Onlar (Mekke kâfirleri) görmediler mi ki, kendilerinden evvel ne kadar nesiller helâk etmişiz; onlar (öldükten sonra) hiç dönüp onlara gelmiyorlar.

[ 036.031 ] ( EO )

Baksalar a kendilerinden evvel ne kadar karınlar helâk etmişiz, onlar hiç onlara dönüp gelmiyorlar.

[ 036.031 ] ( ES )

Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helak etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.

[ 036.031 ] ( NQ )

Do they not see how many of the generations We have destroyed before them? Verily, they will not return to them.

[ 036.032 ] ( KK )

æóÅöäú ßõáøñ áóãøóÇ ÌóãöíÚñ áóÏóíúäóÇ ãõÍúÖóÑõæäó ﴿ ٣٢ ﴾

[ 036.032 ] ( MŞ )

Onların hepsi (yaratılanların tamamı) (kýıyâmet gününde diriltildikten sonra mahşer yerinde) mutlaka toplanıýp huzurumuza getirilecekler.

[ 036.032 ] ( AY )

(Ümmetlerin) hepsi muhakkak toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.

[ 036.032 ] ( EO )

Ancak hepsi toplanıp bizim kıtımıza ihzar edilmişlerdir.

[ 036.032 ] ( ES )

Onların hepsi toplanıp, sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.

[ 036.032 ] ( NQ )

And surely, all, everyone of them will be brought before Us.

[ 036.033 ] ( KK )

æóÂíóÉñ áóåõãõ ÇáúÃóÑúÖõ ÇáúãóíúÊóÉõ ÃóÍúíóíúäóÇåóÇ æóÃóÎúÑóÌúäóÇ ãöäúåóÇ ÍóÈøðÇ Ýóãöäúåõ íóÃúßõáõæäó ﴿ ٣٣ ﴾

[ 036.033 ] ( MŞ )

(Öldükten sonra tekrar dirilme için) onlara (şu) bir âyettir (delildir): Ölü yeri (kuru toprağı yağmurla) diriltir ve oradan tane(ler/hububat) çıýkarýırıýz. İşte onlar, bunlardan yerler.

[ 036.033 ] ( AY )

Hem ölü (kurumuş) arz, (kudretimize ve ölüleri dirilttiğimize delâlet eden) bir alâmettir onlara: Biz ona (yağmur sebebiyle) hayat verdik; ondan daneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.

[ 036.033 ] ( EO )

Hem bir âyettir onlara ölü Arz: biz ona hayat verdik ve ondan habbeler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.

[ 036.033 ] ( ES )

Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.

[ 036.033 ] ( NQ )

And a sign for them is the dead land. We gave it life, and We brought forth from it grains, so that they eat thereof.

[ 036.034 ] ( KK )

æóÌóÚóáúäóÇ ÝöíåóÇ ÌóäøóÇÊò ãöäú äóÎöíáò æóÃóÚúäóÇÈò æóÝóÌøóÑúäóÇ ÝöíåóÇ ãöäó ÇáúÚõíõæäö ﴿ ٣٤ ﴾

[ 036.034 ] ( MŞ )

Biz orada (yeryüzünde) hurma bahçeleri ve üzüm bağları yarattýık. Oralarda birçok pýınar(dan su)lar fıýþşkıýrttýık. 

[ 036.034 ] ( AY )

Biz o arzda hurmalıklardan, üzüm bağlarından çeşitli bahçeler yaptık; içlerinde gözeler kaynattık (nehirler akıttık).

[ 036.034 ] ( EO )

Ve onda Cennetler yaptık, hurma bağçeleri, üzüm bağları, neler! içlerinde kaynaklar akıttık.

[ 036.034 ] ( ES )

Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık.

[ 036.034 ] ( NQ )

And We have made therein gardens of date-palms and grapes, and We have caused springs of water to gush forth therein.

[ 036.035 ] ( KK )

áöíóÃúßõáõæÇ ãöäú ËóãóÑöåö æóãóÇ ÚóãöáóÊúåõ ÃóíúÏöíåöãú ÃóÝóáÇó íóÔúßõÑõæäó ﴿ ٣٥ ﴾

[ 036.035 ] ( MŞ )

Ki, (o bağ ve bahçelerin) ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıkları (ve yetiþştirdikleri)nden yesinler diye. (Bunca nimeti yaratan ve gönderen Allahü teâlâya) hâlâ þşükretmiyecekler mi? 

[ 036.035 ] ( AY )

(Bu sayılanlardan her birinin) mahsûlünden ve kendi ellerinin yetiştirdiklerinden yesinler diye... Hâlâ şükretmiyecekler mi?

[ 036.035 ] ( EO )

Yesinler diye mahsulünden ve kendi ellerinin ma'mulâtından, halâ şükretmiyecekler mi?

[ 036.035 ] ( ES )

(Bunu), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye (yaptık). Hâlâ şükretmeyecekler mi?

[ 036.035 ] ( NQ )

So that they may eat of the fruit thereof, and their hands made it not. Will they not, then, give thanks?

[ 036.036 ] ( KK )

ÓõÈúÍóÇäó ÇáøóÐöí ÎóáóÞó ÇáúÃóÒúæóÇÌó ßõáøóåóÇ ãöãøóÇ ÊõäúÈöÊõ ÇáúÃóÑúÖõ æóãöäú ÃóäúÝõÓöåöãú æóãöãøóÇ áÇó íóÚúáóãõæäó ﴿ ٣٦ ﴾

[ 036.036 ] ( MŞ )

Yerin (her çeşit bitki olarak) bitirdiklerinden, (erkek ve dişi olarak) kendilerinden ve daha bilmediklerinden (bilemedikleri âlemlerdeki varlıklardan) bütün çiftleri (türleri veya erkekleri ve dişileri) yaratan Allah, münezzehtir (her türlü noksanlıklardan uzak ve kâmil sıfatlarla sıfatlanmıştır).

[ 036.036 ] ( AY )

Arzın bitirdiklerinden, kendi evlâdlarından ve daha bilmiyecekleri şeylerden, bütün (erkek ve dişi türlerden ibaret) çiftleri yaratan Allah, çok yücedir.

[ 036.036 ] ( EO )

Tenziyh o yardan sübhane bütün o çiftleri, hepsini, Arzın bitirdiklerinden ve kendi nefislerinden ve daha bilemiyecekleri neler, nelerden.

[ 036.036 ] ( ES )

Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı ne yücedir.

[ 036.036 ] ( NQ )

Glory be to Him, Who has created all the pairs of that which the earth produces, as well as of their own (human) kind (male and female), and of that which they know not.

[ 036.037 ] ( KK )

æóÂíóÉñ áóåõãõ Çááøóíúáõ äóÓúáóÎõ ãöäúåõ ÇáäøóåóÇÑó ÝóÅöÐóÇ åõãú ãõÙúáöãõæäó ﴿ ٣٧ ﴾

[ 036.037 ] ( MŞ )

Gece de onlar için (yüce Allah’ın birliğine, kudretine ve ulûhiyetine delâlet eden) bir âyettir (delildir). Gündüzü ondan soyup alıýrıýz (güneşi ufkun altına indiririz), bir de bakarlar ki karanlýðığa gömülmüşler.

[ 036.037 ] ( AY )

Gece de (kudretimize delâlet eden) bir alâmettir onlara: Ondan gündüzü soyar çıkarırız. Bir de bakarlar ki, karanlığa dalmışlardır.

[ 036.037 ] ( EO )

Bir âyet de onlara gece, ondan gündüzü soyarız bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.

[ 036.037 ] ( ES )

Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.

[ 036.037 ] ( NQ )

And a sign for them is the night, We withdraw therefrom the day, and behold, they are in darkness.

[ 036.038 ] ( KK )

æóÇáÔøóãúÓõ ÊóÌúÑöí áöãõÓúÊóÞóÑøò áóåóÇ Ðóáößó ÊóÞúÏöíÑõ ÇáúÚóÒöíÒö ÇáúÚóáöíãö ﴿ ٣٨ ﴾

[ 036.038 ] ( MŞ )

Güneşþ de (bir âyet/delildir ki,) kendi müstekarrıý (istikrar bulacağı/duracağı bir yer/zaman) için (yörüngesinde) akıp gitmektedir. Bu, azîz (her şþeye gâlip, kâdir) (ve) alîm (her þşeyi bilen) Allah’ýn bir takdiri (kâinata/evrene koyduğu bir kanun)dur.
(Eskiden insanlar, güneşin, dünyanın çevresinde döndüğüne inanıyorlardı. Bilimin ilerlemesiyle ortaya çıkan teorilere [güneş sistemi teorisine] göre, bu kanaat değişmiş, gezegenlerle birlikte dünyanın ve yıldızların güneşin etrafında döndüğü keşfedilmiştir. Bu durumda güneş sabit olmaktadır. Hâlbuki bugünkü bilimsel çalışmalara göre, sadece güneş değil, bütün yıldız ve gezegenlerin [ki önceden sabit oldukları kabul ediliyordu], bir yöne doğru akıp gittiği belirlenmiştir. Kısaca daha önce sabit oldukları sanılan gezegenlerin saniyede 10 veya 100 mil hızla hareket ettikleri tespit edilmiştir. Astronomi bilginlerine göre güneş bütün sistemiyle birlikte saniyede 20 km. hızla hareket etmektedir. Bk. Britanica Ansiklopedisi, Yıldız ve Güneş mad.)

[ 036.038 ] ( AY )

Güneş de (bir alâmettir): Kendi mihveri etrafında muayyen bir vakit için hareket ediyor. Bu Azîz = her şeye gâlib olan, Alîm= her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.

[ 036.038 ] ( EO )

Güneş de; kendisine mahsus bir müstekarr için cereyan ediyor, o işte o azîzi alîmin takdiridir.

[ 036.038 ] ( ES )

Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.

[ 036.038 ] ( NQ )

And the sun runs on its fixed course for a term (appointed). That is the Decree of the All-Mighty, the All-Knowing.

[ 036.039 ] ( KK )

æóÇáúÞóãóÑó ÞóÏøóÑúäóÇåõ ãóäóÇÒöáó ÍóÊøóì ÚóÇÏó ßóÇáúÚõÑúÌõæäö ÇáúÞóÏöíãö ﴿ ٣٩ ﴾

[ 036.039 ] ( MŞ )

Ay için de bir takım menziller (konaklar, duraklar) tayin ettik. (İlk günlerde hilâl şeklinde olan ay,) sonunda (dolaşa dolaşa) eski (kuru) hurma dalı gibi (sarı ve kavisli) bir hâle döner.
(Ayın durumu her gün değişmekte ve ilk günler hilâl iken, 14.
gün bedir/dolunay hâlini almaktadır. Daha sonra yavaş yavaş küçülerek eski şekline dönmektedir. Bu durum yaratıldığı günden beri böyle devam etmektedir. Dolayısıyla insanoğlu, ayın hangi gün, nasıl bir şekil aldığını hesap edebilmektedir. Bk. Râzî ve Elmalı.) 

[ 036.039 ] ( AY )

Ayın da seyrine menziller (miktarlar) takdir ettik. Nihâyet kurumuş eski hurma dalının yay şeklini alır.

[ 036.039 ] ( EO )

Aya da: menzil menzil ona mıktarlar biçmişizdir, nihayet dönmüş eski urcun gibi olmuştur.

[ 036.039 ] ( ES )

Ay'a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.

[ 036.039 ] ( NQ )

And the moon, We have measured for it mansions (to traverse) till it returns like the old dried curved date stalk.

[ 036.040 ] ( KK )

áÇó ÇáÔøóãúÓõ íóäúÈóÛöí áóåóÇ Ãóäú ÊõÏúÑößó ÇáúÞóãóÑó æóáÇó Çááøóíúáõ ÓóÇÈöÞõ ÇáäøóåóÇÑö æóßõáøñ Ýöí Ýóáóßò íóÓúÈóÍõæäó ﴿ ٤٠ ﴾

[ 036.040 ] ( MŞ )

(Kendi sistemleri içinde hareket ederken) ne güneşþ aya yetiþşebilir, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. (Kâinattaki/evrendeki sistemlerin hiç birinde bir karışıklık görülmez.) Hepsi de (güneþş, ay ve yýıldıýzlar) bir(er) felekte (ayrı bir yörüngede) yüzerler (dönerler).

[ 036.040 ] ( AY )

Ne güneşin aya yetişmesi mümkün olur, ne de gece gündüzü geçer. Hepsi (güneş, ay ve yıldızlar ayrı ayrı) bir felekte yüzerler, devirlerini tamamlarlar.

[ 036.040 ] ( EO )

Ne Güneş kendine aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçer, her biri birer felekte yüzerler.

[ 036.040 ] ( ES )

Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.

[ 036.040 ] ( NQ )

It is not for the sun to overtake the moon, nor does the night outstrip the day. They all float, each in an orbit.

[ 036.041 ] ( KK )

æóÂíóÉñ áóåõãú ÃóäøóÇ ÍóãóáúäóÇ ÐõÑøöíøóÊóåõãú Ýöí ÇáúÝõáúßö ÇáúãóÔúÍõæäö ﴿ ٤١ ﴾

[ 036.041 ] ( MŞ )

Onlar (Mekkeliler/bütün insanlar) için (kudretimize delâlet eden) bir (başka) âyet (delil) de (gemilerin denizde yüzüşüdür.) Zürriyetlerini (nesillerini veya “nutfetun emşâc=döllenmiş yumurta”larını yahut ataları olan babalarını, dedelerini ve onların soyundan kıyâmete kadar gelecek olan çocuklarını) dopdolu gemi(ler)de taşıþýmamýız(dır.)
(Müfessirler bu âyette geçen “zürriyet” kelimesini:
1.Kendi [Mekkelilerin] soylarından gelen nesiller,
2.Kadınlar. [Rahimlerdeki “nutfetun emşâc=döllenmiş yumurta”ların emniyetle taşınması, yüklü gemilere benzetilmiştir.]
3.Nuh “aleyhisselâm”ın gemisinde taşınan babaları, dedeleri ve onların soyundan kıyâmete kadar gelecek olan çocukları ile açıklamışlardır. Bk. Kurtubî, Râzî ve Beydâvî.)

[ 036.041 ] ( AY )

İnsanlar için (kudretimize delâlet eden) bir alâmet de (ticarete gönderdikleri) evlâdlarını dolu gemide taşımamız;

[ 036.041 ] ( EO )

Bir âyet de onlara o dolu gemide zürriyyetlerini taşımamız.

[ 036.041 ] ( ES )

Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.

[ 036.041 ] ( NQ )

And an Ayah (sign) for them is that We bore their offspring in the laden ship [of Nuh (Noah)].

[ 036.042 ] ( KK )

æóÎóáóÞúäóÇ áóåõãú ãöäú ãöËúáöåö ãóÇ íóÑúßóÈõæäó ﴿ ٤٢ ﴾

[ 036.042 ] ( MŞ )

Yine kendileri için bunun (yüklü geminin bir âyet/delil olduğu) gibi (kara hayvanlarının gemisi durumunda olan develer veya atlar yahut küçük gemiler gibi) binecekleri şeyleri yaratmış olmamız (da ayrı bir âyet/delil)dir.
(Yukarıdaki iki âyet-i kerîmede, gemiye binenlerin boğulmaktan kurtuldukları ve selâmete kavuştukları veya Nuh “aleyhisselâm”ın kavminden onu yalanlayanların helâk oldukları, fakat îman edenlerin kurtuldukları gibi, müşriklerin de îman etmeleri hâlinde kurtulacakları, Hazret-i Peygamber’i yalanlamaları durumunda ise helâk olacakları benzetme yoluyla anlatılmaktadır. Eğer buradaki gemi, mecâzî anlamda kullanılmışsa, bu gemi İslâmiyettir. Bk. Râzî.)

[ 036.042 ] ( AY )

Ve kendilerine bunun gibi, binecekleri şeyler (türlü vasıtalar) yaratmamızdır.

[ 036.042 ] ( EO )

ve kendilerine o misilliden binecekleri şeyler yaratmamızdır.

[ 036.042 ] ( ES )

Yine kendileri için onun gibi binecek şeyler yaratmamızdır.

[ 036.042 ] ( NQ )

And We have created for them of the like thereunto, so on them they ride.

[ 036.043 ] ( KK )

æóÅöäú äóÔóÃú äõÛúÑöÞúåõãú ÝóáÇó ÕóÑöíÎó áóåõãú æóáÇó åõãú íõäúÞóÐõæäó ﴿ ٤٣ ﴾

[ 036.043 ] ( MŞ )

(Yüce Allah’ın irâdesini inkâr edip tabiattaki olayların kendiliğinden olduğuna inananlar, gemi veya başka bir araca binerek ölümden kaçabileceklerini düşünebilirler. Fakat batmayacağına çok güvendikleri gemilerinde bile olsalar, şiddetli bir fırtınaya yakalanarak veya bir kaya yahut bir buz dağına çarparak gemileri alabora olabilir, parçalanabilir.) Eğer dilersek onlarıý (denizde) boğarýız. O zaman onlarıýn ne imdadına koşan olur, ne de onlar kurtulabilirler.

[ 036.043 ] ( AY )

Dilersek onları (denizde) boğarız da, o takdirde kendilerine ne bir imdatçı vardır, ne de onlar kurtarılırlar.

[ 036.043 ] ( EO )

Dilersek onları gark da ederiz o vakıt ne onlara feryadcı vardır, ne de onlar kurtarılırlar.

[ 036.043 ] ( ES )

Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır.

[ 036.043 ] ( NQ )

And if We will, We shall drown them, and there will be no shout (or helper) for them (to hear their cry for help) nor will they be saved.

[ 036.044 ] ( KK )

ÅöáÇøó ÑóÍúãóÉð ãöäøóÇ æóãóÊóÇÚðÇ Åöáóì Íöíäò ﴿ ٤٤ ﴾

[ 036.044 ] ( MŞ )

Ancak tarafýımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandıýrma (takdir ve irâde)miz (onlarıý kurtarıýr).

[ 036.044 ] ( AY )

Ancak tarafımızdan bir rahmet ve mukadder ecele kadar yaşayış onları kurtarır.

[ 036.044 ] ( EO )

Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak için başka.

[ 036.044 ] ( ES )

Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.

[ 036.044 ] ( NQ )

Unless it be a mercy from Us, and as an enjoyment for a while.

[ 036.045 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ Þöíáó áóåõãõ ÇÊøóÞõæÇ ãóÇ Èóíúäó ÃóíúÏöíßõãú æóãóÇ ÎóáúÝóßõãú áóÚóáøóßõãú ÊõÑúÍóãõæäó ﴿ ٤٥ ﴾

[ 036.045 ] ( MŞ )

Durum böyle iken onlara (o Mekke halkıýna Hazret-i Peygamber tarafýndan): “Önünüzdekinden (âhiretten, geleceğinizden, ölümden ve âhiret azâbından) ve arkanıýzdakinden (dünyadan, geçmişinizden, ömrünüzü nasıl geçirdiğinizden ve işlemiş olduğunuz günahlardan) korkun (ve îman edin) ki size rahmet edilsin!” denildiği zaman (aldırmazlar).

[ 036.045 ] ( AY )

Onlara (o Mekke halkına Peygamber tarafından): “Önünüzdeki Âhiret işinden ve arkanızdaki dünya felâketlerinden korkun ki, merhamet olunasınız.” denildiği zaman (yüz çevirdiler).

[ 036.045 ] ( EO )

Hal böyle iken onlara önünüzdekini ve arkanızdakini gözetip korunun ki rahmete şayan olasınız denildiği zaman.

[ 036.045 ] ( ES )

Durum böyle iken onlara: «Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ki size rahmet edilsin» denildiği zaman,

[ 036.045 ] ( NQ )

And when it is said to them: "Beware of that which is before you (worldly torments), and that which is behind you (torments in the Hereafter), in order that you may receive Mercy (i.e. if you believe in Allah's Religion - Islamic Monotheism, and avoid polytheism, and obey Allah with righteous deeds).

[ 036.046 ] ( KK )

æóãóÇ ÊóÃúÊöíåöãú ãöäú ÂíóÉò ãöäú ÂíóÇÊö ÑóÈøöåöãú ÅöáÇøó ßóÇäõæÇ ÚóäúåóÇ ãõÚúÑöÖöíäó ﴿ ٤٦ ﴾

[ 036.046 ] ( MŞ )

Onlara (ne zaman) Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelse, muhakkak ondan yüz çeviricidirler (ona inanmazlar).

[ 036.046 ] ( AY )

Kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet (mûcize) gelse, muhakkak ondan yüz çeviregeldiler.

[ 036.046 ] ( EO )

Kendilerine rablarının âyetlerinden her hangi bir âyyet de gelse mutlaka ondan yüz çevire geldiler.

[ 036.046 ] ( ES )

Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.

[ 036.046 ] ( NQ )

And never came an Ayah from among the Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) of their Lord to them, but they did turn away from it.

[ 036.047 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ Þöíáó áóåõãú ÃóäúÝöÞõæÇ ãöãøóÇ ÑóÒóÞóßõãõ Çááøóåõ ÞóÇáó ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ áöáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÃóäõØúÚöãõ ãóäú áóæú íóÔóÇÁõ Çááøóåõ ÃóØúÚóãóåõ Åöäú ÃóäúÊõãú ÅöáÇøó Ýöí ÖóáÇóáò ãõÈöíäò ﴿ ٤٧ ﴾

[ 036.047 ] ( MŞ )

Onlara: “Allah’ýın size verdiği rýızıýktan (mallardan) (fakirlere de) infâk edin (verin)” denilince, o kâfirler (alaylı bir tarzda) îman edenlere: “Allah’ýın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Doğrusu siz apaçýık bir dalâlet (saşkınlık) içindesiniz” derler.

[ 036.047 ] ( AY )

Onlara: “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın.” denildiği zaman, o kâfir olanlar, îman edenlere şöyle dediler: “ O kimseye biz mi yedireceğiz ki, Allah dileseydi ona yiyeceğini verirdi? Siz (Allah’ın iradesine aykırı teklifte bulunmakla) ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.”

[ 036.047 ] ( EO )

Allahın size merzuk kıldığı şeylerden hayra sarfedin denildiği zaman da onlara o küfredenler iyman edenler için şöyle dediler, biz hiç yedirirmiyiz o kişiye ki Allah dilese ona yiyeceğini verirdi, siz ap açık bir dalâl içinde değil de nesiniz!

[ 036.047 ] ( ES )

Onlara: «Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın» dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: «Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?» dediler.

[ 036.047 ] ( NQ )

And when it is said to them: "Spend of that with which Allah has provided you," those who disbelieve say to those who believe: "Shall we feed those whom, if Allah willed, He (Himself) would have fed? You are only in a plain error."

[ 036.048 ] ( KK )

æóíóÞõæáõæäó ãóÊóì åóÐóÇ ÇáúæóÚúÏõ Åöäú ßõäúÊõãú ÕóÇÏöÞöíäó ﴿ ٤٨ ﴾

[ 036.048 ] ( MŞ )

(Mekkeli kâfirler yine alaylı bir tarzda:) “(Ey mü’minler,) eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, (öldükten sonra tekrar dirilmeyle ilgili) bu va’d (kıýyâmet) ne zaman? derler. 

[ 036.048 ] ( AY )

(Yine Mekke kâfirleri şöyle) diyorlar: “ Bu kıyâmetin vaadi ne zaman, eğer doğru söyleyenlerseniz?”

[ 036.048 ] ( EO )

Ve ne zaman bu va'd, doğru iseniz? diyorlar.

[ 036.048 ] ( ES )

Yine onlar: «Eğer doğru söylüyorsanız bu (kıyamet) vaadi ne zaman?» diyorlar.

[ 036.048 ] ( NQ )

And they say: "When will this promise (i.e. Resurrection) be fulfilled, if you are truthful?"

[ 036.049 ] ( KK )

ãóÇ íóäúÙõÑõæäó ÅöáÇøó ÕóíúÍóÉð æóÇÍöÏóÉð ÊóÃúÎõÐõåõãú æóåõãú íóÎöÕøöãõæäó ﴿ ٤٩ ﴾

[ 036.049 ] ( MŞ )

(Resûlüm söyle:) Onlar, birbirleriyle çekişþip dururken (ve normal günlük işlerine devam ederlerken) kendilerini ansýızýın yakalayacak olan tek bir sayhayı (İsrâfîl “aleyhisselâmý”ın ilk nefhasını, Sûr’a ilk üfürüşünü, o müthiş sesi) bekliyorlar. 

[ 036.049 ] ( AY )

Onların beklediği sadece bir sayhadır (Sûr’a ilk üfürülüştür) ki, onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıverir.

[ 036.049 ] ( EO )

Başka değil, tek bir sayhaya bakıyorlar, bir sayha ki onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıverir.

[ 036.049 ] ( ES )

Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.

[ 036.049 ] ( NQ )

They await only but a single Saihah (shout, etc.), which will seize them while they are disputing!

[ 036.050 ] ( KK )

ÝóáÇó íóÓúÊóØöíÚõæäó ÊóæúÕöíóÉð æóáÇó Åöáóì Ãóåúáöåöãú íóÑúÌöÚõæäó ﴿ ٥٠ ﴾

[ 036.050 ] ( MŞ )

Artık o zaman, ne bir vasiyet yapabilirler, ne de (çarşı ve iş yerlerinden) ailelerine dönebilirler.

[ 036.050 ] ( AY )

O zaman bir vasiyyet (söz) bile yapamazlar, ailelerine de (çarşı ve sokaklardan) dönemezler.

[ 036.050 ] ( EO )

O zaman bir tavsıyeye bile kadir olamazlar, ailelerine de dönecek değillerdir.

[ 036.050 ] ( ES )

O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler.

[ 036.050 ] ( NQ )

Then they will not be able to make bequest, nor they will return to their family.

[ 036.051 ] ( KK )

æóäõÝöÎó Ýöí ÇáÕøõæÑö ÝóÅöÐóÇ åõãú ãöäó ÇáúÃóÌúÏóÇËö Åöáóì ÑóÈøöåöãú íóäúÓöáõæäó ﴿ ٥١ ﴾

[ 036.051 ] ( MŞ )

(İkinci defa) Sûr’a üfürülünce, bakarsýın ki onlar, kabirlerinden (kalkıýp) Rablerine koþşarak gelirler. 

[ 036.051 ] ( AY )

(Bir de ikinci defa) Sûr’a üfürülmüştür. Ne baksınlar, kabirlerden Rablerine doğru akın ediyorlar!

[ 036.051 ] ( EO )

Bir de sur üfürülmüştür ne baksınlar kabirlerinden rablarına doğru akın ediyorlardır.

[ 036.051 ] ( ES )

Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.

[ 036.051 ] ( NQ )

And the Trumpet will be blown (i.e. the second blowing) and behold! From the graves they will come out quickly to their Lord.

[ 036.052 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ íóÇæóíúáóäóÇ ãóäú ÈóÚóËóäóÇ ãöäú ãóÑúÞóÏöäóÇ åóÐóÇ ãóÇ æóÚóÏó ÇáÑøóÍúãóÇäõ æóÕóÏóÞó ÇáúãõÑúÓóáõæäó ﴿ ٥٢ ﴾

[ 036.052 ] ( MŞ )

(İşþte o zaman:) “Eyvah başımıza gelenlere! Bizi kabrimizden (uyuduğumuz yerden) kim kaldıýrdıý? Rahmân (olan Allah)’ýın vâdettiği şey budur. Peygamberler gerçekten doğru söylemişþler!” derler.
(Yukarıdaki âyette son iki cümlenin Melekler veya Mü’minler tarafından söylendiğini ifade eden müfessirler de bulunmaktadır. Bk. Beydâvî, Celâleyn ve Râzî.
Kâfirler, cehennemi ve cehennemdeki o şiddetli azapları görünce, kabirlerindeki azaplar onlara çok hafif, hatta uyku hâlindeki kâbus gibi gelir.
Birinci defa Sûr’a üfürüldüğü zaman, kabirdekilerin azâbı kaldırılır ve ikinci üfürülüşe kadar bir uykuya dalarlar. İki Sûr arasında kırk yıllık bir süre vardır. İşte: “Eyvah başımıza gelenlere! Bizi kabrimizden [uyuduğumuz yerden] kim kaldıýrdıý? şeklindeki sözlerini bundan dolayı söylerler. Bk. Kurtubî.) 

[ 036.052 ] ( AY )

“Eyvah başımıza gelenlere!...Kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? İşte bu, O Rahmân’ın vaad buyurduğu (kıyâmet)...Doğru imiş, o gönderilen peygamberler.” derler.

[ 036.052 ] ( EO )

Eyvah, başımıza gelenlere derler: kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? Bu işte, o Rahmanın va'd buyurduğu, doğru imiş o gönderilen Resuller.

[ 036.052 ] ( ES )

Onlar: «Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân'ın vaad buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler» derler.

[ 036.052 ] ( NQ )

They will say: "Woe to us! Who has raised us up from our place of sleep." (It will be said to them): "This is what the Most Beneficent (Allah) had promised, and the Messengers spoke truth!"

[ 036.053 ] ( KK )

Åöäú ßóÇäóÊú ÅöáÇøó ÕóíúÍóÉð æóÇÍöÏóÉð ÝóÅöÐóÇ åõãú ÌóãöíÚñ áóÏóíúäóÇ ãõÍúÖóÑõæäó ﴿ ٥٣ ﴾

[ 036.053 ] ( MŞ )

(Böylece) o (son) nefha (üfürme), tek bir sayha (müthiş bir çığlık)tan başka birşey değildir. Bunun üzerine onlarıýn hepsi, hemen (hesap için) huzurumuza getirilmiþş olurlar.

[ 036.053 ] ( AY )

Başka değil, sadece bir tek sayha (Sûr’a son bir üfürülüş) olmuş. Derhal hepsi toplanmış, (hesap için) huzurumuza gelmişlerdir.

[ 036.053 ] ( EO )

Başka değil, sâde bir tek sayha olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza ihzar edilmişlerdir.

[ 036.053 ] ( ES )

Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.

[ 036.053 ] ( NQ )

It will be but a single Saihah (shout, etc.), so behold! They will all be brought up before Us!

[ 036.054 ] ( KK )

ÝóÇáúíóæúãó áÇó ÊõÙúáóãõ äóÝúÓñ ÔóíúÆðÇ æóáÇó ÊõÌúÒóæúäó ÅöáÇøó ãóÇ ßõäúÊõãú ÊóÚúãóáõæäó ﴿ ٥٤ ﴾

[ 036.054 ] ( MŞ )

Artýk o (kıyâmet) gün(ünde) (mü’min ve kâfir) hiç kimseye hiçbir şekilde haksıýzlýık edilmez. Siz (kâfir)ler ancak yaptýıklarýınıýzýın cezasıýnýı çekeceksiniz.

[ 036.054 ] ( AY )

Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmez. Sadece yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

[ 036.054 ] ( EO )

Artık bu gün hiç kimseye zerrece zulmedilmez, ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

[ 036.054 ] ( ES )

Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

[ 036.054 ] ( NQ )

This Day (Day of Resurrection), none will be wronged in anything, nor will you be requited anything except that which you used to do.

[ 036.055 ] ( KK )

Åöäøó ÃóÕúÍóÇÈó ÇáúÌóäøóÉö Çáúíóæúãó Ýöí ÔõÛõáò ÝóÇßöåõæäó ﴿ ٥٥ ﴾

[ 036.055 ] ( MŞ )

Şüphe yok ki o gün (âhirette) cennet ashâbı (cennetlik olanlar), (cehennemliklerin içinde bulundukları korkulu hâllerden uzak) çeşitli nimetlerle meşgul olarak zevk ve safa içindedirler.

[ 036.055 ] ( AY )

Gerçekten cennetlik olanlar, bugün (kıyâmette) pek güzel bir meşguliyet içinde zevklenmektedirler.

[ 036.055 ] ( EO )

Cidden eshabı Cennet bu gün bir şuğl içinde zevk etmektedirler.

[ 036.055 ] ( ES )

Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.

[ 036.055 ] ( NQ )

Verily, the dwellers of the Paradise, that Day, will be busy in joyful things.

[ 036.056 ] ( KK )

åõãú æóÃóÒúæóÇÌõåõãú Ýöí ÙöáÇóáò Úóáóì ÇáúÃóÑóÇÆößö ãõÊøóßöÆõæäó ﴿ ٥٦ ﴾

[ 036.056 ] ( MŞ )

Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde tahtlara kurulup yaslanmışlardır.

[ 036.056 ] ( AY )

Kendileri ve zevceleri, ağaçların gölgeleri altında süslü koltuklar üzerine kurulub yaslanmışlardır.

[ 036.056 ] ( EO )

Kendileri ve zevceleri erîkeler üzerine kurulmuşlardır.

[ 036.056 ] ( ES )

Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.

[ 036.056 ] ( NQ )

They and their wives will be in pleasant shade, reclining on thrones.

[ 036.057 ] ( KK )

áóåõãú ÝöíåóÇ ÝóÇßöåóÉñ æóáóåõãú ãóÇ íóÏøóÚõæäó ﴿ ٥٧ ﴾

[ 036.057 ] ( MŞ )

Orada (cennette) onlar için her çeşit meyve ve istedikleri her şey vardır. 

[ 036.057 ] ( AY )

Onlara orada (cennetde) çeşitli meyve var; hem onlara istedikleri her şey var...

[ 036.057 ] ( EO )

Onlara orada bir meyve var: hem onlara orada ne iddia ederlerse var.

[ 036.057 ] ( ES )

Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır.

[ 036.057 ] ( NQ )

They will have therein fruits (of all kinds) and all that they ask for.

[ 036.058 ] ( KK )

ÓóáÇóãñ ÞóæúáÇð ãöäú ÑóÈøò ÑóÍöíãò ﴿ ٥٨ ﴾

[ 036.058 ] ( MŞ )

(Onlara) Rahîm (hidâyet ve iyilikler ihsan ederek mü’minlere rahmet eden) Rab(lerin)den bir de sözlü “selâm” vardır.
(Cennet ehli nimetler içerisinde bulundukları bir sırada onlara bir nûr görünür. Başlarını kaldırınca bir de ne görsün­ler, şanı yüce Allah, [zamandan, mekândan, cisim ve her türlü şekilden berî, uzak olarak] üstlerinde ve: “Ey cennet ehli, es-selâmu aleyküm” diye buyurur. İşte yüce Allah’ın: “Rahîm olan Rab’den bir de sözlü selâm vardır.” âyeti bunu anlatmaktadır. Azîz ve cemîl olan Allahü teâlâ onlara, onlar da O’na bakarlar. O anda her şeyi unuturlar ve hiçbir nimete dö­nüp bakmazlar. Nihayet Hak teâlâ onların gözlerinden gizlenince, O’nun nuru ve bereketi bu­lundukları yerde bâkî kalır. [İbn Mâce, I, 65; Deylemî, el-Firdevs, II, 14].
Nitekim âyet-i kerîme’de buyrulmuştur:
Îman edip güzel amel [iş] yapanlara hüsnâ [cennet] ve bir de ziyâde [Allah’ın cemâlini görmek] vardır [Yûnus 10/26]. Bk. Kurtubî.) 

[ 036.058 ] ( AY )

Allah tarafından (melekler vasıtasıyla) bir söz olarak onlara “Selâm” vardır.

[ 036.058 ] ( EO )

Bir selâm, rahîm bir rabdan kelâm.

[ 036.058 ] ( ES )

(Onlara) Rahîm olan Rab'den «selâm» sözü vardır.

[ 036.058 ] ( NQ )

(It will be said to them): Salamun (peace be on you), a Word from the Lord (Allah), Most Merciful.

[ 036.059 ] ( KK )

æóÇãúÊóÇÒõæÇ Çáúíóæúãó ÃóíøõåóÇ ÇáúãõÌúÑöãõæäó ﴿ ٥٩ ﴾

[ 036.059 ] ( MŞ )

(Mü’minlerin bir araya toplanıp cennete götürülmeleri emredildiğinde, Allahü teâlâ mücrimlere şöyle hitap edecektir:) “Ey mücrimler (kâfirler ve ehl-i hevâ/bid’at itikâdında olan günahkârlar), bugün (mü’minlerden) ayrılın!
(O gün kâfirler de birbirinden ayrılacaklardır. Yahûdiler, Hıristiyanlar, Mecûsîler, Sâbiîler, puta tapanlar ve diğerleri, hepsi ayrı ayrı fırkalar hâlinde olacaklardır. Her bir fırkanın cehennem ateşinde bir evi olacak ve o evin ka­pısı da kapatılacaktır. [Kâfirler] orada sonsuz olarak kalacaklar ve bir fır­ka diğerini asla göremeyecektir. Bk. Kurtubî.)

[ 036.059 ] ( AY )

(Mü'minler bir araya toplanıb cennete götürülürken, Allah mücrimlere şöyle buyurur:” - Ey Günahkârlar! Bugün mü'minlerden ayrılın;
Ãóáóãú ÃóÚúåóÏú Åöáóíúßõãú íóÇ Èóäöí ÂÏóãó Ãóä áøóÇ ÊóÚúÈõÏõæÇ ÇáÔøóíúØóÇäó Åöäøóåõ áóßõãú ÚóÏõæøñ ãøõÈöíäñ

[ 036.059 ] ( EO )

Ve haydin ayrılın bu gün ey mücrimler!

[ 036.059 ] ( ES )

Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.

[ 036.059 ] ( NQ )

(It will be said): "And O you Al-Mujrimun (criminals, polytheists, sinners, disbelievers in the Islamic Monotheism, wicked evil ones, etc.)! Get you apart this Day (from the believers).

[ 036.060 ] ( KK )

Ãóáóãú ÃóÚúåóÏú Åöáóíúßõãú íóÇÈóäöí ÂÏóãó Ãóäú áÇó ÊóÚúÈõÏõæÇ ÇáÔøóíúØóÇäó Åöäøóåõ áóßõãú ÚóÏõæøñ ãõÈöíäñ ﴿ ٦٠ ﴾

[ 036.060 ] ( MŞ )

(Allahü teâlâ şöyle buyuracak:) Ey Âdem oğulları! Ben size (peygamberlerim vâsıtasıyla) “Şeytana (ve şeytanın yoluna çağıranlara1 ve kötülük telkin eden nefislerinize2) itâat etmeyin, o(nlar) sizin için apaçık bir düşmandır.” demedim mi?
1 Nahl 16/86-88; 2 Yûsuf 12/18,53 ve 83; İbrâhîm 14/22.

[ 036.060 ] ( AY )

Şeytana itâat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye size öğüd vermedim mi? Ey Âdem oğulları!...
æóÃóäú ÇÚúÈõÏõæäöí åóÐóÇ ÕöÑóÇØñ ãøõÓúÊóÞöíãñ

[ 036.060 ] ( EO )

And vermedim mi size? «Ey adem oğulları! Şeytana kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır» diye.

[ 036.060 ] ( ES )

«Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?» (buyurulacak.)

[ 036.060 ] ( NQ )

Did I not ordain for you, O Children of Adam, that you should not worship Shaitan (Satan). Verily, he is a plain enemy to you.

[ 036.061 ] ( KK )

æóÃóäö ÇÚúÈõÏõæäöí åóÐóÇ ÕöÑóÇØñ ãõÓúÊóÞöíãñ ﴿ ٦١ ﴾

[ 036.061 ] ( MŞ )

Bir de bana ibâdet edin. İşte sırât-ı müstakîm (hak yol, peygamberlerin gösterdikleri yol) budur!” (diye emretmedim mi?)

[ 036.061 ] ( AY )

Bir de bana ibâdet edin, doğru yol budur (diye emretmedim mi)?”

[ 036.061 ] ( EO )

«Ve bana kulluk edin doğru yol budur» diye

[ 036.061 ] ( ES )

«Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?» (buyurulacak.)

[ 036.061 ] ( NQ )

And that you should worship Me [Alone Islamic Monotheism, and set up not rivals, associate-gods with Me]. That is a Straight Path.

[ 036.062 ] ( KK )

æóáóÞóÏú ÃóÖóáøó ãöäúßõãú ÌöÈöáÇð ßóËöíÑðÇ ÃóÝóáóãú ÊóßõæäõæÇ ÊóÚúÞöáõæäó ﴿ ٦٢ ﴾

[ 036.062 ] ( MŞ )

(Böyle iken) yemin olsun ki, o (Şeytan, şeytanın yoluna çağıranlar1 ve kötülük telkin eden nefisleriniz2) sizden nice nesilleri saptırmıştı. (Dünyada bulunduğunuz) o vakit, (âhireti ve hesabı) hiç düşünmüyor muydunuz?
1 Nahl 16/86-88; 2 Yûsuf 12/53; İbrâhîm 14/22.

[ 036.062 ] ( AY )

Böyle iken içinizden bir çok kimseleri şeytan yoldan çıkardı. O vakit neye düşünür akıl eder olmadınız?

[ 036.062 ] ( EO )

Böyle iken celâlıma karşı o içinizden bir çok cibilletleri yoldan çıkardı, ya o vakıt sizin akıllarınız yokmıy dı?

[ 036.062 ] ( ES )

Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?

[ 036.062 ] ( NQ )

And indeed he (Satan) did lead astray a great multitude of you. Did you not, then, understand?

[ 036.063 ] ( KK )

åóÐöåö Ìóåóäøóãõ ÇáøóÊöí ßõäúÊõãú ÊõæÚóÏõæäó ﴿ ٦٣ ﴾

[ 036.063 ] ( MŞ )

İşþte bu, (dünyada) size vâdedilen (şiddetli azaplarıyla korkutulduğunuz) “cehennem”dir!

[ 036.063 ] ( AY )

İşte bu, (dünyada) korkutula geldiğiniz cehennemdir.

[ 036.063 ] ( EO )

Bu işte o Cehennem ki va'dolunur dururdunuz.

[ 036.063 ] ( ES )

İşte bu size vaad edilen cehennemdir.

[ 036.063 ] ( NQ )

This is Hell which you were promised!

[ 036.064 ] ( KK )

ÇöÕúáóæúåóÇ Çáúíóæúãó ÈöãóÇ ßõäúÊõãú ÊóßúÝõÑõæäó ﴿ ٦٤ ﴾

[ 036.064 ] ( MŞ )

(Allah’ı ve peygamberlerin tebliğ etmiş olduğu dini) inkâr ederek (ve çeşitli vesilelerle onunla alay ederek1) küfrettiğinizden dolayı bugün girin oraya (o cehenneme)!
1 A’râf 7/51.

[ 036.064 ] ( AY )

Bugün girin oraya, onu inkâr ettiğiniz için.

[ 036.064 ] ( EO )

Bu gün yaslanın ona bakalım küfrettiğiniz için.

[ 036.064 ] ( ES )

Bugün yaslanın ona bakalım inkâr ettiğiniz için.

[ 036.064 ] ( NQ )

Burn therein this Day, for that you used to disbelieve.

[ 036.065 ] ( KK )

Çóáúíóæúãó äóÎúÊöãõ Úóáóì ÃóÝúæóÇåöåöãú æóÊõßóáøöãõäóÇ ÃóíúÏöíåöãú æóÊóÔúåóÏõ ÃóÑúÌõáõåõãú ÈöãóÇ ßóÇäõæÇ íóßúÓöÈõæäó ﴿ ٦٥ ﴾

[ 036.065 ] ( MŞ )

İşþte o gün (“Biz müşrik olmadık.1” diyerek yalan söylediklerinden dolayı o kâfirlerin) ağıýzlarýınıý mühürleriz. (Artık inkâr edemezler. Onun için) bizimle elleri (ve diğer uzuvları2) konuþşur, ayaklarýı da işledikleri (küfürleri)ne þşahitlik eder.
1 En’âm 6/23; 2 Fussılet 41/20-21.

[ 036.065 ] ( AY )

Bugün onların ağızlarını mühürleriz de elleri, ne yapıyor idiyseler bize söyler ve ayakları şahidlik eder.

[ 036.065 ] ( EO )

Bu gün ağızlarını mühürleriz de bize elleri söyler ve ayakları şehadet eyler: neler kesbediyorlardı.

[ 036.065 ] ( ES )

Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.

[ 036.065 ] ( NQ )

This Day, We shall seal up their mouths, and their hands will speak to Us, and their legs will bear witness to what they used to earn. (It is said that one's left thigh will be the first to bear the witness). [Tafsir At-Tabari, Vol. 22, Page 24]

[ 036.066 ] ( KK )

æóáóæú äóÔóÇÁõ áóØóãóÓúäóÇ Úóáóì ÃóÚúíõäöåöãú ÝóÇÓúÊóÈóÞõæÇ ÇáÕøöÑóÇØó ÝóÃóäøóì íõÈúÕöÑõæäó ﴿ ٦٦ ﴾

[ 036.066 ] ( MŞ )

Eğer dileseydik, (o kâfirlerin hakkı görmeyen) gözlerini tamamen kör ederdik de yolda koşuşup dururlardıý. Fakat (o hâlde) nasıýl görebilirlerdi?

[ 036.066 ] ( AY )

Eğer dileseydik, o kâfirlerin (hakkı görmiyen dalâlet) gözlerini silme kör ederdik de (onlar akıllarını başlarına alarak) hak yola (imana) koşar, yarış ederlerdi. Fakat şimdi onlar nasıl görecekler (hakkı anlayacaklar)?...

[ 036.066 ] ( EO )

Hem dilersek gözlerini üzerinden silme kör ediverdik de yola dökülürlerdi, fakat nereden görecekler?

[ 036.066 ] ( ES )

Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler?

[ 036.066 ] ( NQ )

And if it had been Our Will, We would surely have wiped out (blinded) their eyes, so that they would struggle for the Path, how then would they see?

[ 036.067 ] ( KK )

æóáóæú äóÔóÇÁõ áóãóÓóÎúäóÇåõãú Úóáóì ãóßóÇäóÊöåöãú ÝóãóÇ ÇÓúÊóØóÇÚõæÇ ãõÖöíøðÇ æóáÇó íóÑúÌöÚõæäó ﴿ ٦٧ ﴾

[ 036.067 ] ( MŞ )

Eğer dileseydik, onları oldukları yerde döndürürdük (şekillerini taş ve cansız cisimlere veya hayvanlara çevirerek kuvvetlerini alırdık) da ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri! 

[ 036.067 ] ( AY )

Bir de dileseydik, kılıklarını oldukları yerde çirkin bir şekle çevirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne dönebilirlerdi.

[ 036.067 ] ( EO )

Daha dilesek kendilerini oldukları yerde meshediverdik de ne ileri gidebilirlerdi ne dönebilirlerdi.

[ 036.067 ] ( ES )

Yine dileseydik oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi.

[ 036.067 ] ( NQ )

And if it had been Our Will, We could have transformed them (into animals or lifeless objects) in their places. Then they should have been unable to go forward (move about) nor they could have turned back. [As it happened with the Jews see Verse 7:166 The Qur'an].

[ 036.068 ] ( KK )

æóãóäú äõÚóãøöÑúåõ äõäóßöøÓúåõ Ýöí ÇáúÎóáúÞö ÃóÝóáÇó íóÚúÞöáõæäó ﴿ ٦٨ ﴾

[ 036.068 ] ( MŞ )

(Biz, insanlardan) kimi(ni), uzun ömürlü kılarsak, onun yaratılışını baş aşağı çeviriyoruz. (Görüldüğü gibi gücü yavaş yavaş azalır, zayıflar ve yaşlanır.) (Bu konuda) akıllarını çalıştırmazlar (yüce Allah’ın kudretini ve kâinatın/evrenin idâresinde koyduğu kanunları anlamazlar) mı?

[ 036.068 ] ( AY )

Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu tersine çeviriyoruz (kuvvetini düşürüyoruz). Hâlâ anlamıyorlar mı (Allah’ın kudretini anlayıb doğru yola gelmiyecekler mi)?

[ 036.068 ] ( EO )

Bununla beraber her kimin ömrünü uzatıyorsak hılkatte onu tersine çeviriyoruz, hâlâ da akıllanmıyacaklar mı?

[ 036.068 ] ( ES )

Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?

[ 036.068 ] ( NQ )

And he whom We grant long life, We reverse him in creation (weakness after strength). Will they not then understand?

[ 036.069 ] ( KK )

æóãóÇ ÚóáøóãúäóÇåõ ÇáÔøöÚúÑó æóãóÇ íóäúÈóÛöí áóåõ Åöäú åõæó ÅöáÇøó ÐößúÑñ æóÞõÑúÂäñ ãõÈöíäñ ﴿ ٦٩ ﴾

[ 036.069 ] ( MŞ )

(Kâfirlerin “Muhammed şâir ve onun getirdiği de şiirdir” sözü, yalandan başka bir şey değildir. Çünkü) biz ona şiir öğretmedik, zaten ona gerekmez (yakışmaz) da. O(nun tebliğ etmiş olduğu kitap, Allah’tan gelmiş), bir zikir (öğüt) ve (haramla helâlı ve daha nice hakikatleri) açıklayan bir Kur’ân’dır.

[ 036.069 ] ( AY )

Biz O’na (Peygambere) şiir öğretmedik, O’na yaraşmaz da... O kitap, sade bir öğüddür ve (haramla helâlı) açıklayan bir Kur’ân’dır.

[ 036.069 ] ( EO )

Biz ona şiir öğretmedik, ona yaraşmaz da, o sâde bir zikir ve parlak bir Kur'andır.

[ 036.069 ] ( ES )

Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da... O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır.

[ 036.069 ] ( NQ )

And We have not taught him (Muhammad ) poetry, nor is it meet for him. This is only a Reminder and a plain Qur'an.

[ 036.070 ] ( KK )

áöíõäúÐöÑó ãóäú ßóÇäó ÍóíøðÇ æóíóÍöÞøó ÇáúÞóæúáõ Úóáóì ÇáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٧٠ ﴾

[ 036.070 ] ( MŞ )

(O Kur’ân-ı Mübîn, Peygamberim Muhammed “aleyhisselâm”a:) Diri (akıllı veya mü’min) olanları korkutup uyarsın ve (akıllarını çalıştırmayan ve kalplerini Kur’ân’ın ışıklarına kapatarak öldürmüş olan) kâfirlere de o (azap) söz(ü) hak olsun diye (indirilmiştir). 

[ 036.070 ] ( AY )

Aklı olanı korkutmak, kâfirlere de azap gerçekleşmek için...

[ 036.070 ] ( EO )

Hayatı olanı uyandırmak, nankörlere de o söz hakk olmak için.

[ 036.070 ] ( ES )

(Bu), diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.

[ 036.070 ] ( NQ )

That he or it (Muhammad or the Qur'an) may give warning to him who is living (a healthy minded the believer), and that Word (charge) may be justified against the disbelievers (dead, as they reject the warnings).

[ 036.071 ] ( KK )

Ãóæóáóãú íóÑóæúÇ ÃóäøóÇ ÎóáóÞúäóÇ áóåõãú ãöãøóÇ ÚóãöáóÊú ÃóíúÏöíäóÇ ÃóäúÚóÇãðÇ Ýóåõãú áóåóÇ ãóÇáößõæäó ﴿ ٧١ ﴾

[ 036.071 ] ( MŞ )

(O Mekke halkı şunu da) görmediler (bilmediler) mi ki, biz, kudretimizin eseri olmak üzere onlar için (deve, sığır ve koyun gibi) nice hayvanlar yarattık. Onlar, bu hayvanlara sâhip olmaktadırlar.

[ 036.071 ] ( AY )

(Şunu da o Mekke halkı) görmediler mi: Biz, onlar için, kudretimizin meydana getirdiklerinden bir takım davarlar yaratmışız da, onlara sahip bulunuyorlar.

[ 036.071 ] ( EO )

Şunu da görmediler mi? Biz onlar için ellerimizin yaptıklarından bir takım (en'am) yumuşak hayvanlar yaratmışız da onlara malik bulunuyorlar.

[ 036.071 ] ( ES )

Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.

[ 036.071 ] ( NQ )

Do they not see that We have created for them of what Our Hands have created, the cattle, so that they are their owners.

[ 036.072 ] ( KK )

æóÐóáøóáúäóÇåóÇ áóåõãú ÝóãöäúåóÇ ÑóßõæÈõåõãú æóãöäúåóÇ íóÃúßõáõæäó ﴿ ٧٢ ﴾

[ 036.072 ] ( MŞ )

Onları kendilerine boyun eğdirdik (onların emrine verdik). Onlardan bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını da besin olarak yerler. 

[ 036.072 ] ( AY )

O hayvanları, kendi menfaatlerine bağlı kıldık da, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.

[ 036.072 ] ( EO )

Ve onları kendilerine zebun etmişiz de hem onlardan binidleri var, hem de onlardan yiyorlar.

[ 036.072 ] ( ES )

Onları, kendilerinin hizmetine vermişiz de, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.

[ 036.072 ] ( NQ )

And We have subdued them unto them so that some of them they have for riding and some they eat.

[ 036.073 ] ( KK )

æóáóåõãú ÝöíåóÇ ãóäóÇÝöÚõ æóãóÔóÇÑöÈõ ÃóÝóáÇó íóÔúßõÑõæäó ﴿ ٧٣ ﴾

[ 036.073 ] ( MŞ )

O hayvanlarda onlar için (yünleri, tüyleri, kılları, etleri ve yağları gibi) nice faydalar ve (özellikle) içilecek (süt)ler vardır. Hâlâ (îman ederek) şükretmeyecekler mi?

[ 036.073 ] ( AY )

Onlarda daha bir çok menfaatleri ve türlü içecekleri (sütler) var. Hâlâ şükretmiyecekler mi?

[ 036.073 ] ( EO )

Onlardan daha bir çok menfeatleri ve türlü içecekleri de var, hâlâ şükretmiyecekler mi?

[ 036.073 ] ( ES )

Onlarda daha birçok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

[ 036.073 ] ( NQ )

And they have (other) benefits from them (besides), and they get (milk) to drink, will they not then be grateful?

[ 036.074 ] ( KK )

æóÇÊøóÎóÐõæÇ ãöäú Ïõæäö Çááøóåö ÂáöåóÉð áóÚóáøóåõãú íõäúÕóÑõæäó ﴿ ٧٤ ﴾

[ 036.074 ] ( MŞ )

Onlar, (bütün bu nimetleri veren Allah’a îman edecekleri yerde) tuttular kendilerine yardımı (ve şefâati) dokunur diye, Allah’tan başka birtakım (putları) ilâhlar edindiler.

[ 036.074 ] ( AY )

Onlar, tuttular Allah’dan başka bir takım ilâhlar (putlar) edindiler; umuyorlar ki, (putlar tarafından) yardım olunacaklar.

[ 036.074 ] ( EO )

Tuttular da Allahdan başka bir takım ilâhlar edindiler gûya yardım olunacaklar.

[ 036.074 ] ( ES )

Onlar, Allah'tan başka birtakım ilâhlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.

[ 036.074 ] ( NQ )

And they have taken besides Allah aliha (gods), hoping that they might be helped (by those so called gods).

[ 036.075 ] ( KK )

áóÇ íóÓúÊóØöíÚõæäó äóÕúÑóåõãú æóåõãú áóåõãú ÌõäÏñ ãõÍúÖóÑõæäó ﴿ ٧٥ ﴾

[ 036.075 ] ( MŞ )

Hâlbuki (o ilâh edindikleri) putların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri, putlar için (dünyada nöbet tutarak koruyuculuk yaptıkları gibi âhirette de cehennem ateşinde) yardıma hazır askerlerdir.
(Allahü teâlâ kıyâmet gününde insanları tek bir düzlükte bir araya getirecek. Son­ra âlemlerin Rabbi onlara şöyle hitap edecek: “Dikkat edin, her bir insan [dünyada iken] neye ibâdet ediyorsa, onun arkasından gitsin!” Böylece haç sâhibi olanlara [haça tapanlara] haçları, sûrete [resim ve heykele] tapanlara sûretleri, ateşe tapan­lara ateşleri müşahhas olarak [canlı, olduğu gibi] gösterilecek. Onlar da [dünyada iken] ibâdet ettiklerinin peşinden gidecekler. Geriye müslümanlar kalacak... [Buhârî, IV, 1745; Müslim, I, 184; Tirmizî, V, 622, 691; Müsned, II, 435.] Bk. Kurtubî.)

[ 036.075 ] ( AY )

Putların kendilerine yardıma güçleri yetmez. Onlar ise putlara karşı itâata hazır askerlerdir.

[ 036.075 ] ( EO )

Onların onlara yardıma gücleri yetmez, onlar ise onlar için hazırlanan askerler.

[ 036.075 ] ( ES )

Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir.

[ 036.075 ] ( NQ )

They cannot help them, but they will be brought forward as a troop against those who worshipped them (at the time of Reckoning).

[ 036.076 ] ( KK )

ÝóáÇó íóÍúÒõäúßó Þóæúáõåõãú ÅöäøóÇ äóÚúáóãõ ãóÇ íõÓöÑøõæäó æóãóÇ íõÚúáöäõæäó ﴿ ٧٦ ﴾

[ 036.076 ] ( MŞ )

O hâlde (Resûlüm), o kâfirlerin (“Sen peygamber değilsin.” gibi) sözleri, seni mahzun etmesin. Biz, onların (içlerinde) gizledikleri (fitneleri)ni de, açığa vurdukları (şirk ve inkârları)nı da biliyoruz. (Zamanı gelince biz onların cezasını vereceğiz.)

[ 036.076 ] ( AY )

O hâlde (Ey Resûlüm), o kâfirlerin sözü, (tekzibi) seni mahzun etmesin. Biz, onların (içlerinde) gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliriz.

[ 036.076 ] ( EO )

O halde onların lâkırdıları seni mahzûn etmesin, biz onların içlerini de biliriz dışlarını da.

[ 036.076 ] ( ES )

O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da.

[ 036.076 ] ( NQ )

So let not their speech, then, grieve you (O Muhammad ). Verily, We know what they conceal and what they reveal.

[ 036.077 ] ( KK )

Ãóæóáóãú íóÑó ÇáúÇöäúÓóÇäõ ÃóäøóÇ ÎóáóÞúäóÇåõ ãöäú äõØúÝóÉò ÝóÅöÐóÇ åõæó ÎóÕöíãñ ãõÈöíäñ ﴿ ٧٧ ﴾

[ 036.077 ] ( MŞ )

(O Allah’ı inkâr eden) insan (Ubeyy ibn Halef veya Âs ibn Vâil yahut Abdullah ibn Ubeyy), bizim kendisini nasıl bir nutfe (sperm) (sonra alâka ve mudga dönemlerin)den (geçirerek) yarattığımızı görmedi (bilmedi) mi ki, şimdi apaçık bir hasım (düşman) kesildi?

[ 036.077 ] ( AY )

O (inkârcı) insan görmedi mi: Biz onu bir nutfeden yarattık. Şimdi de aşikâr bir mücâdeleci kesiliverdi.

[ 036.077 ] ( EO )

Görmedi mi o insan? biz onu bir nutfeden yarattık da şimdi o çeneli bir çekişgen kesildi.

[ 036.077 ] ( ES )

İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?

[ 036.077 ] ( NQ )

Does not man see that We have created him from Nutfah (mixed male and female discharge semen drops). Yet behold! He (stands forth) as an open opponent.

[ 036.078 ] ( KK )

æóÖóÑóÈó áóäóÇ ãóËóáÇð æóäóÓöíó ÎóáúÞóåõ ÞóÇáó ãóäú íõÍúíö ÇáúÚöÙóÇãó æóåöíó Ñóãöíãñ ﴿ ٧٨ ﴾

[ 036.078 ] ( MŞ )

(Sonra) kendi yaratılışını unutarak (tutuyor kendi aklınca:) “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyerek, bize misal vermeye kalkıyor? 

[ 036.078 ] ( AY )

(Nutfeden) yaratılışını unutarak bize bir de misal getirdi: “ Bu kemikleri kim diriltir, onlar çürüyüp dağılmışken?” dedi.

[ 036.078 ] ( EO )

Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: kim diriltir o kemikleri onlar çürümüşken? dedi.

[ 036.078 ] ( ES )

Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: «Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?» dedi.

[ 036.078 ] ( NQ )

And he puts forth for Us a parable, and forgets his own creation. He says: "Who will give life to these bones when they have rotted away and became dust?"

[ 036.079 ] ( KK )

Þõáú íõÍúíöíåóÇ ÇáøóÐöí ÃóäúÔóÃóåóÇ Ãóæøóáó ãóÑøóÉò æóåõæó Èößõáøö ÎóáúÞò Úóáöíãñ ﴿ ٧٩ ﴾

[ 036.079 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) de ki: “Onları ilk defa yaratan (kim ise o) diriltecektir. Çünkü O (Allah), her çeşit yaratmayı (öncesiyle, sonrasıyla, bütünüyle, en küçük parçası ve terkibiyle) en iyi bilendir (ve O, sonsuz kudret sâhibidir). 

[ 036.079 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), de ki: “Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı tamamiyle bilir.”

[ 036.079 ] ( EO )

De ki onları ilk defa inşa eden diriltir ve o her halkı bilir.

[ 036.079 ] ( ES )

De ki: «Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir.»

[ 036.079 ] ( NQ )

Say: (O Muhammad ) "He will give life to them Who created them for the first time! And He is the All-Knower of every creation!"

[ 036.080 ] ( KK )

ÇóáøóÐöí ÌóÚóáó áóßõãú ãöäó ÇáÔøóÌóÑö ÇáúÃóÎúÖóÑö äóÇÑðÇ ÝóÅöÐóÇ ÃóäúÊõãú ãöäúåõ ÊõæÞöÏõæäó ﴿ ٨٠ ﴾

[ 036.080 ] ( MŞ )

O (Allah) ki, size yeşil ağaçtan (Merh ve Afâr ağaçlarından veya misvak ağacının dışındaki bütün ağaçlardan) bir ateş yaptı da şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz.
(Bu âyeti-i kerîmede odun, ateş ve su üçlüsünün bir araya getirildiği anlatılmaktadır. Bu durumda ateş odunu yakmadığı gibi, su da ateşi söndürmemektedir. Zıtların bir arada bulunamayacağına dair kanunu koyan Hak teâlâ’dır. Fakat yüce Allah, dilerse bunu değiştirir. [Hatta petrol oluşumunda olduğu gibi başka kalıp ve formüller içinde çok girift madde ve olaylar da yaratır. Bir insanın bir saç telinde onun bütün DNA özelliklerini toplar.] Çünkü O’nun yüce irâde, kudret ve yaratmasında bir sınır yoktur. Bk. Celâleyn, Kurtubî ve Bağdâdî.)

[ 036.080 ] ( AY )

O (Allah) ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan yakıb duruyorsunuz.

[ 036.080 ] ( EO )

O ki size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz.

[ 036.080 ] ( ES )

Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O'dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.

[ 036.080 ] ( NQ )

He, Who produces for you fire out of the green tree, when behold! You kindle therewith.

[ 036.081 ] ( KK )

ÃóæóáóíúÓó ÇáøóÐöí ÎóáóÞó ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖó ÈöÞóÇÏöÑò Úóáóì Ãóäú íóÎúáõÞó ãöËúáóåõãú Èóáóì æóåõæó ÇáúÎóáÇóÞõ ÇáúÚóáöíãõ ﴿ ٨١ ﴾

[ 036.081 ] ( MŞ )

Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini (haşrı inkâr edenleri) yaratmaya (öldükten sonra diriltmeye) kâdir olmaz mı? Elbette olur. Çünkü O, her şeyi yaratandır (ve) her şeyi hakkıyla bilendir.
(Milyonlarca cins ve türdeki canlıyı içinde barındıran, güneşin ışığı ve ısısı ile yaşayan, hacmi ve oluşumu hakkında çok sınırlı bilgiye sâhip olduğumuz yeryüzü, evrendeki yıldızlar sisteminin çok küçük bir parçasıdır.
Güneş, içinde bulunduğu galâkside 100 milyon yıldızdan biridir. Evrende birçok galâksiler bulunmaktadır. Astronomi bilginleri ellerindeki kapasitesi sınırlı teleskoplarla 100 milyon galâksi tespit etmişlerdir. Bizim galâksimizle, yani dünyamızla onu izleyen galâksi arasında, 750 bin ışık yılı uzaklık vardır. Bir ışık yılı, 26 milyar mil olarak hesaplanmıştır. Bk. Astr. Kitapları) 

[ 036.081 ] ( AY )

Gökleri ve yeri yaratan (Allah) onlar gibisini yaratmağa gücü yetmez mi? Elbette buna gücü yeter. O, her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.

[ 036.081 ] ( EO )

Ya Gökleri ve Yeri yaratan onlar gibisini yaratmağa kadir değil midir? Elbette kadir, hallâk o, alîm o.

[ 036.081 ] ( ES )

Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.

[ 036.081 ] ( NQ )

Is not He, Who created the heavens and the earth Able to create the like of them? Yes, indeed! He is the All-Knowing Supreme Creator.

[ 036.082 ] ( KK )

ÅöäøóãóÇ ÃóãúÑõåõ ÅöÐóÇ ÃóÑóÇÏó ÔóíúÆðÇ Ãóäú íóÞõæáó áóåõ ßõäú Ýóíóßõæäõ ﴿ ٨٢ ﴾

[ 036.082 ] ( MŞ )

(Yüce Allah) bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri sadece, o şeye “Ol” demektir. O da hemen oluverir.

[ 036.082 ] ( AY )

Allah’ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona sadece “ol” demektir; o oluverir.

[ 036.082 ] ( EO )

Onun emri bir şeyi murad edince ona sâde ol demektir, o oluverir.

[ 036.082 ] ( ES )

O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece «Ol!» demektir. O da hemen oluverir.

[ 036.082 ] ( NQ )

Verily, His Command, when He intends a thing, is only that He says to it, "Be!" and it is!

[ 036.083 ] ( KK )

ÝóÓõÈúÍóÇäó ÇáøóÐöí ÈöíóÏöåö ãóáóßõæÊõ ßõáøö ÔóíúÁò æóÅöáóíúåö ÊõÑúÌóÚõæäó ﴿ ٨٣ ﴾

[ 036.083 ] ( MŞ )

Her şeyin mülk ve tasarrufu kendi yedinde (kudretinde) olan Allah, (her türlü noksan sıfattan) münezzehtir (berîdir, uzaktır ve Hak teâlâ’nın şânı çok yücedir). Siz de (hepiniz, öldükten sonra hesap vermek üzere) ancak O’na döndürülecek (ve huzuruna getirilecek)siniz.

[ 036.083 ] ( AY )

O hâlde her şeyin mülkiyet ve tasarrufu kudret elinde olan Allah ne yücedir!... (Öldükten sonra hep) O’na döndürülüb götürüleceksiniz.

[ 036.083 ] ( EO )

Artık tesbiyh edilmez mi öyle her şeyin melekûtu yedinde bulunan sübhane! hep de dördürülüp ona götürüleceksiniz.

[ 036.083 ] ( ES )

O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu (hükümranlığı) elinde bulunan Allah'ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O'na döndürüleceksiniz.

[ 036.083 ] ( NQ )

So Glorified is He and Exalted above all that they associate with Him, and in Whose Hands is the dominion of all things, and to Him you shall be returned.