KASAS SURESİ

[ 028.001 ] ( KK )

ØÓã ﴿ ١ ﴾

[ 028.001 ] ( MŞ )

 

[ 028.001 ] ( AY )

Tâ, Sîn, Mîm.

[ 028.001 ] ( EO )

Ta, Sin, Mim.

[ 028.001 ] ( ES )

Tâ, Sîn, Mîm.

[ 028.001 ] ( NQ )

Ta-Sin-Mim
[These letters are one of the miracles of the Qur'an, and none but Allah (Alone) knows their meanings]

[ 028.002 ] ( KK )

Êöáúßó ÂíóÇÊõ ÇáúßöÊóÇÈö ÇáúãõÈöíäö ﴿ ٢ ﴾

[ 028.002 ] ( MŞ )

 

[ 028.002 ] ( AY )

Bu sûredeki âyetler, haram ile helâli açıklayan Kur’ân’ın âyetleridir.

[ 028.002 ] ( EO )

Bunlar sana âyetleri o mübîn kitabın.

[ 028.002 ] ( ES )

Bunlar, apaçık kitabın âyetleridir.

[ 028.002 ] ( NQ )

These are Verses of the manifest Book (that makes clear truth from falsehood, good from evil, etc.).

[ 028.003 ] ( KK )

äóÊúáõæÇ Úóáóíúßó ãöäú äóÈóÅö ãõæÓóì æóÝöÑúÚóæúäó ÈöÇáúÍóÞøö áöÞóæúãò íõÄúãöäõæäó ﴿ ٣ ﴾

[ 028.003 ] ( MŞ )

 

[ 028.003 ] ( AY )

Biz sana Mûsa ve Fir'avun’un mühim haberlerinden, îman edecek bir kavim için, gerçek olarak okuyacağız.

[ 028.003 ] ( EO )

Sana Musâ ve Fir'avn kıssasından hakkıyle biraz okuyacağız iyman edecek kavm için.

[ 028.003 ] ( ES )

İman edecek bir kavim için Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana dosdoğru okuyacağız.

[ 028.003 ] ( NQ )

We recite to you some of the news of Musa (Moses) and Fir'aun (Pharaoh) in truth, for a people who believe (those who believe in this Qur'an, and in the Oneness of Allah).

[ 028.004 ] ( KK )

Åöäøó ÝöÑúÚóæúäó ÚóáÇó Ýöí ÇáúÃóÑúÖö æóÌóÚóáó ÃóåúáóåóÇ ÔöíóÚðÇ íóÓúÊóÖúÚöÝõ ØóÇÆöÝóÉð ãöäúåõãú íõÐóÈøöÍõ ÃóÈúäóÇÁóåõãú æóíóÓúÊóÍúíö äöÓóÇÁóåõãú Åöäøóåõ ßóÇäó ãöäó ÇáúãõÝúÓöÏöíäó ﴿ ٤ ﴾

[ 028.004 ] ( MŞ )

 

[ 028.004 ] ( AY )

Çünkü Fir'avun o yerde (Mısır’da) baş kaldırmış ve ahâlisini parçalara bölüp kendisine bağlamıştı. Onlardan bir topluluğu ezmek istiyerek oğullarını boğazlatıyor, kadınlarını diri bırakıyordu. (Bu zulme uğrayanlar İsrâil oğullarıdır. Çünkü bir kâhin, Fir'avun’a: İsrâil oğullarından erkek bir çocuk dünyaya gelecek ve saltanatını yok edecek, demişti). Şüphesiz o fesadçılardandı.

[ 028.004 ] ( EO )

Çünkü Fir'avn o yerde baş kaldırmış ve ahalisini fırka fırka edip arkasına takmıştı, onlardan bir taifeyi ezmek istiyor, oğullarını boğazlatıyor ve kadınlarını hayata atıyordu, o cidden müfsidlerden idi.

[ 028.004 ] ( ES )

Çünkü Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı.

[ 028.004 ] ( NQ )

Verily, Fir'aun (Pharaoh) exalted himself in the land and made its people sects, weakening (oppressing) a group (i.e. Children of Israel) among them, killing their sons, and letting their females live. Verily, he was of the Mufsidun (i.e. those who commit great sins and crimes, oppressors, tyrants, etc.).

[ 028.005 ] ( KK )

æóäõÑöíÏõ Ãóäú äóãõäøó Úóáóì ÇáøóÐöíäó ÇÓúÊõÖúÚöÝõæÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö æóäóÌúÚóáóåõãú ÃóÆöãøóÉð æóäóÌúÚóáóåõãõ ÇáúæóÇÑöËöíäó ﴿ ٥ ﴾

[ 028.005 ] ( MŞ )

 

[ 028.005 ] ( AY )

Biz de istiyorduk ki, o yerde ezilmekte olanlara lütûf yapalım, onları hayırda önderler yapalım ve kendilerini (Fir'avun’un yerine Mısır’da) mirasçılar kılalım.

[ 028.005 ] ( EO )

Biz de istiyorduk ki o yerde ezilmekte olanlara lûtfedelim, onları öncül imamlar yapalım, hem onları vârisler kılalım.

[ 028.005 ] ( ES )

Biz ise istiyorduk ki, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onlara (ötekilerin) yerini aldıralım.

[ 028.005 ] ( NQ )

And We wished to do a favour to those who were weak (and oppressed) in the land, and to make them rulers and to make them the inheritors,

[ 028.006 ] ( KK )

æóäõãóßøöäó áóåõãú Ýöí ÇáúÃóÑúÖö æóäõÑöíó ÝöÑúÚóæúäó æóåóÇãóÇäó æóÌõäõæÏóåõãóÇ ãöäúåõãú ãóÇ ßóÇäõæÇ íóÍúÐóÑõæäó ﴿ ٦ ﴾

[ 028.006 ] ( MŞ )

 

[ 028.006 ] ( AY )

Bir de o ezilmekte olan İsrâil oğullarına Mısır ve Şam’da kuvvet ve üstünlük verelim de hem Fir'avun’a, hem (veziri) Hâmân’a ve ordularına, onlardan (Mûsa ve İsrâil oğullarından) korktukları şeyi (helâklerini) gösterelim.

[ 028.006 ] ( EO )

Ve Arzda onlara kuvvet ve müknet verelim de Fir'avne ve ordularına onlardan kortukları şeyi gösterelim.

[ 028.006 ] ( ES )

Ve o yerde onları hakim kılalım, Firavun ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.

[ 028.006 ] ( NQ )

And to establish them in the land, and We let Fir'aun (Pharaoh) and Haman and their hosts receive from them that which they feared.

[ 028.007 ] ( KK )

æóÃóæúÍóíúäóÇ Åöáóì Ãõãøö ãõæÓóì Ãóäú ÃóÑúÖöÚöíåö ÝóÅöÐóÇ ÎöÝúÊö Úóáóíúåö ÝóÃóáúÞöíåö Ýöí Çáúíóãøö æóáÇó ÊóÎóÇÝöí æóáÇó ÊóÍúÒóäöí ÅöäøóÇ ÑóÇÏøõæåõ Åöáóíúßö æóÌóÇÚöáõæåõ ãöäó ÇáúãõÑúÓóáöíäó ﴿ ٧ ﴾

[ 028.007 ] ( MŞ )

 

[ 028.007 ] ( AY )

Mûsa’nın anasına şöyle ilham ettik: “ Bu çocuğu (Mûsa’yı) emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman, onu denize (Nil nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılığından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.

[ 028.007 ] ( EO )

O esnada Musânın anasına şu vahyi verdik: onu emzir, derken aleyhinde bir korku hissettin mi o vakıt onu deryaya bırakıver, hem korkma ve mahzun olma, biz muhakkak onu sana iade edeceğiz ve kendisini mürselînden yapacağız.

[ 028.007 ] ( ES )

O esnada Musa'nın anasına "Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden kaygılandığında onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu tekrar sana vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız" diye bildirdik.

[ 028.007 ] ( NQ )

And We inspired the mother of Musa (Moses), (saying): "Suckle him [Musa (Moses)], but when you fear for him, then cast him into the river and fear not, nor grieve. Verily! We shall bring him back to you, and shall make him one of (Our) Messengers."

[ 028.008 ] ( KK )

ÝóÇáúÊóÞóØóåõ Âáõ ÝöÑúÚóæúäó áöíóßõæäó áóåõãú ÚóÏõæøðÇ æóÍóÒóäðÇ Åöäøó ÝöÑúÚóæúäó æóåóÇãóÇäó æóÌõäõæÏóåõãóÇ ßóÇäõæÇ ÎóÇØöÆöíäó ﴿ ٨ ﴾

[ 028.008 ] ( MŞ )

 

[ 028.008 ] ( AY )

Bunun üzerine (Mûsa bir müddet emzirilip Nil nehrine atıldıktan sonra), Fir'avun’un adamları onu bulup aldılar. Çünkü, ileride kendilerine bir düşman ve bir üzüntü olacaktı. Şüphesiz Fir'avun, (veziri) Hâmân ve askerleri hep günahkârdılar.

[ 028.008 ] ( EO )

Bunun üzerine âli Fir'avn onu lekıyt olarak aldı, çünkü ileride kendilerine bir düşman, bir gamm olacaktı Doğrusu Fir'avn de Hamân de, askerleri de hep cânîlerdiler.

[ 028.008 ] ( ES )

Nihayet Firavun ailesi onu yitik olarak aldı. Çünkü o, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanılıyorlardı.

[ 028.008 ] ( NQ )

Then the household of Fir'aun (Pharaoh) picked him up, that he might become for them an enemy and a (cause of) grief. Verily! Fir'aun (Pharaoh), Haman and their hosts were sinners.

[ 028.009 ] ( KK )

æóÞóÇáóÊö ÇãúÑóÃóÉõ ÝöÑúÚóæúäó ÞõÑøóÉõ Úóíúäò áöí æóáóßó áÇó ÊóÞúÊõáõæåõ ÚóÓóì Ãóäú íóäúÝóÚóäóÇ Ãóæú äóÊøóÎöÐóåõ æóáóÏðÇ æóåõãú áÇó íóÔúÚõÑõæäó ﴿ ٩ ﴾

[ 028.009 ] ( MŞ )

 

[ 028.009 ] ( AY )

Fir'avun’un hanımı (çocuğu görünce kocasına) dedi ki: “Göz bebeği, bana ve sana! Onu öldürmeyin, olur ki bize faydası dokunur, yahut kendisini çocuk ediniriz.” Onlar işin farkında değillerdi (helâklerinin bu çocuk yüzünden olacağını bilmiyorlardı).

[ 028.009 ] ( EO )

Fir'avnin hatunu ise «bir göz bebeği: bana ve sana, bunu öldürmeyin, belki bize yarar, yâhud evlâd ediniriz» dedi ve onlar farkında değillerdi

[ 028.009 ] ( ES )

Firavun'un karısı (sepetin içinden çocuk çıkınca kocasına), "İkimizin de gözü aydın! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlad ediniriz" dedi. Halbuki onlar işin sonunu sezemiyorlardı.

[ 028.009 ] ( NQ )

And the wife of Fir'aun (Pharaoh) said: "A comfort of the eye for me and for you. Kill him not, perhaps he may be of benefit to us, or we may adopt him as a son." And they perceive not (the result of that).

[ 028.010 ] ( KK )

æóÃóÕúÈóÍó ÝõÄóÇÏõ Ãõãøö ãõæÓóì ÝóÇÑöÛðÇ Åöäú ßóÇÏóÊú áóÊõÈúÏöí Èöåö áóæúáÇó Ãóäú ÑóÈóØúäóÇ Úóáóì ÞóáúÈöåóÇ áöÊóßõæäó ãöäó ÇáúãõÄúãöäöíäó ﴿ ١٠ ﴾

[ 028.010 ] ( MŞ )

 

[ 028.010 ] ( AY )

Mûsa’nın anasının kalbi, evlâd derdinden başka her şeyden boş olarak sabahladı. Eğer vaadimizi tasdik edenlerden olması için kalbine sabır vermeseydik, az kalsın onu açığa vuracaktı (bu çocuk benimdir, diyecekti).

[ 028.010 ] ( EO )

Musânın anasının gönlü ise bomboş sabahı etti, az daha onu açıverecekti: kalbine râbıta vermese idik eğer iymanlılardan olsun diye.

[ 028.010 ] ( ES )

Musa'nın anasının yüreği (tasadan) bomboş kalıverdi. Eğer biz, (vaadimize) inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı.

[ 028.010 ] ( NQ )

And the heart of the mother of Musa (Moses) became empty [from every thought, except the thought of Musa (Moses)]. She was very near to disclose his (case, i.e. the child is her son), had We not strengthened her heart (with Faith), so that she might remain as one of the believers.

[ 028.011 ] ( KK )

æóÞóÇáóÊú áöÃõÎúÊöåö ÞõÕøöíåö ÝóÈóÕõÑóÊú Èöåö Úóäú ÌõäõÈò æóåõãú áÇó íóÔúÚõÑõæäó ﴿ ١١ ﴾

[ 028.011 ] ( MŞ )

 

[ 028.011 ] ( AY )

(Mûsa nehire atıldıktan sonra) Mûsa’nın annesi, Mûsa’nın kızkardeşine dedi ki: “ Onun izini tâkip et.” O da uzaktan gözetledi, onlar farkında değillerdi.

[ 028.011 ] ( EO )

Onun hemşiresine izini ta'kıyb et de demişti, o da uzaktan gözetti, onlar farkında değillerdi.

[ 028.011 ] ( ES )

Annesi Musa'nın ablasına, "Onun izini takip et" dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.

[ 028.011 ] ( NQ )

And she said to his [Musa's (Moses)] sister: "Follow him." So she (his sister) watched him from a far place secretly, while they perceived not.

[ 028.012 ] ( KK )

æóÍóÑøóãúäóÇ Úóáóíúåö ÇáúãóÑóÇÖöÚó ãöäú ÞóÈúáõ ÝóÞóÇáóÊú åóáú ÃóÏõáøõßõãú Úóáóì Ãóåúáö ÈóíúÊò íóßúÝõáõæäóåõ áóßõãú æóåõãú áóåõ äóÇÕöÍõæäó ﴿ ١٢ ﴾

[ 028.012 ] ( MŞ )

 

[ 028.012 ] ( AY )

Biz daha evvel (annesi gelmeden) bütün emzikçi kadınların sütünü ona haram etmiştik (kimsenin sütünü emmiyordu). Bunun üzerine Mûsa’nın kızkardeşi, Fir'avun ailesine şöyle dedi:”- Sizin için onun bakımını yapacak ve ona noksanlık yapmıyacak bir ev halkını size göstereyim mi?”

[ 028.012 ] ( EO )

Önceden ona emzikcileri haram etmiştik bu vesîle ile vardı da sizin hisabınıza bunun bakımını der'uhde edecek hem ona hayırhahâne bakacak bir ehli beyt buluvereyim mi size? Dedi.

[ 028.012 ] ( ES )

Biz (annesine geri vermezden) daha önce, onun süt analarının sütünü kabulüne müsade etmedik. Bunun üzerine ablası, "Size, onun bakımını sizin namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi.

[ 028.012 ] ( NQ )

And We had already forbidden (other) foster suckling mothers for him, until she (his sister came up and) said: "Shall I direct you to a household who will rear him for you, and sincerely they will look after him in a good manner?"

[ 028.013 ] ( KK )

ÝóÑóÏóÏúäóÇåõ Åöáóì Ãõãøöåö ßóíú ÊóÞóÑøó ÚóíúäõåóÇ æóáÇó ÊóÍúÒóäó æóáöÊóÚúáóãó Ãóäøó æóÚúÏó Çááøóåö ÍóÞøñ æóáóßöäøó ÃóßúËóÑóåõãú áÇó íóÚúáóãõæäó ﴿ ١٣ ﴾

[ 028.013 ] ( MŞ )

 

[ 028.013 ] ( AY )

İşte böylece onu annesine geri verdik ki, gözü aydın olsun, kederlenmesin ve Allah’ın vaadinin şüphe götürmez hak olduğunu bilsin. Fakat (Mısır halkının) çoğu bunu bilmezler.

[ 028.013 ] ( EO )

Bu suretle onu anasına iâde eyledik ki gözü aydın olsun da huzünlenmesin ve bilsin ki Allahın va'di muhakkak haktır ve lâkin çokları bilmezler.

[ 028.013 ] ( ES )

Böylelikle biz onu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin, diye anasına geri verdik. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler.

[ 028.013 ] ( NQ )

So did We restore him to his mother, that she might be delighted, and that she might not grieve, and that she might know that the Promise of Allah is true. But most of them know not.

[ 028.014 ] ( KK )

æóáóãøóÇ ÈóáóÛó ÃóÔõÏøóåõ æóÇÓúÊóæóì ÂÊóíúäóÇåõ ÍõßúãðÇ æóÚöáúãðÇ æóßóÐóáößó äóÌúÒöí ÇáúãõÍúÓöäöíäó ﴿ ١٤ ﴾

[ 028.014 ] ( MŞ )

 

[ 028.014 ] ( AY )

Mûsa, tam kemâl çağına erip de dengini bulunca, biz ona peygamberlik ve ilim verdik. İşte güzel iş yapanlara böyle mükâfat veririz.

[ 028.014 ] ( EO )

Vaktâ ki kıvamına irip dengini buldu ona bir hâkimiyyetle bir ılim verdik ve işte muhsinlere böyle mükâfat ederiz.

[ 028.014 ] ( ES )

Musa yiğitlik çağına girip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükafatlandırırız.

[ 028.014 ] ( NQ )

And when he attained his full strength, and was perfect (in manhood), We bestowed on him Hukman (Prophethood, right judgement of the affairs) and religious knowledge [of the religion of his forefathers i.e. Islamic Monotheism]. And thus do We reward the Muhsinun (i.e. good doers - see the footnote of V.9:120).

[ 028.015 ] ( KK )

æóÏóÎóáó ÇáúãóÏöíäóÉó Úóáóì Íöíäö ÛóÝúáóÉò ãöäú ÃóåúáöåóÇ ÝóæóÌóÏó ÝöíåóÇ ÑóÌõáóíúäö íóÞúÊóÊöáÇóäö åóÐóÇ ãöäú ÔöíÚóÊöåö æóåóÐóÇ ãöäú ÚóÏõæøöåö ÝóÇÓúÊóÛóÇËóåõ ÇáøóÐöí ãöäú ÔöíÚóÊöåö Úóáóì ÇáøóÐöí ãöäú ÚóÏõæøöåö ÝóæóßóÒóåõ ãõæÓóì ÝóÞóÖóì Úóáóíúåö ÞóÇáó åóÐóÇ ãöäú Úóãóáö ÇáÔøóíúØóÇäö Åöäøóåõ ÚóÏõæøñ ãõÖöáøñ ãõÈöíäñ ﴿ ١٥ ﴾

[ 028.015 ] ( MŞ )

 

[ 028.015 ] ( AY )

Mûsa, halkının meşgul bulunduğu bir zamanda şehire (Mısır’a) girdi de, orada birbirleriyle döğüşen iki adam buldu. Biri kendi taraftarlarından, diğeri de düşmanlarından. Taraftarlarından olan adam, düşmanı olan kimseye karşı, kendisinden (Mûsa’dan) yardım istedi. Bunun üzerine Mûsa ona bir yumruk atıp onu öldürdü. Mûsa dedi ki:”- Bu şeytanın işindendir. O, gerçekten şaşırtıcı açık bir düşmandır.”

[ 028.015 ] ( EO )

Bir de şehre girdi ehalisinin bir gaflet demi idi, derken orada iki adam buldu döğüşüyorlardı biri şiy'asından biri de düşmanından, binaenaleyh şiy'asından olan ondan düşmanından olana karşı istimdad etti Musâ da ona bir yumruk indirdi işini bitiriverdi, bu dedi: Şeytanın işinden, o cidden şaşırtıcı belli bir düşman.

[ 028.015 ] ( ES )

Musa, halkının habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi tarafından diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbirleriyle döğüşür buldu. Kendi tarafı olan, düşmana karşı ondan yardım diledi. Musa da ötekine bir yumruk indirip onun ölümüne sebep oldu. "Bu, şeytan işidir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşmandır" dedi.

[ 028.015 ] ( NQ )

And he entered the city at a time of unawareness of its people, and he found there two men fighting, - one of his party (his religion - from the Children of Israel), and the other of his foes. The man of his (own) party asked him for help against his foe, so Musa (Moses) struck him with his fist and killed him. He said: "This is of Shaitan's (Satan) doing, verily, he is a plain misleading enemy."

[ 028.016 ] ( KK )

ÞóÇáó ÑóÈøö Åöäøöí ÙóáóãúÊõ äóÝúÓöí ÝóÇÛúÝöÑú áöí ÝóÛóÝóÑó áóåõ Åöäøóåõ åõæó ÇáúÛóÝõæÑõ ÇáÑøóÍöíãõ ﴿ ١٦ ﴾

[ 028.016 ] ( MŞ )

 

[ 028.016 ] ( AY )

(Mûsa yaptığına pişman olarak Allah’dan afv diledi ve şöyle) dedi: “ Ey Rabbim! Doğrusu ben nefsime (o kişiyi öldürmekle) yazık ettim. Benim günahımı bağışla!” Bunun üzerine Allah da onu bağışladı. Çünkü O, Gafûr’dur= çok bağışlayıcıdır, Rahîm’dir= çok merhametlidir.

[ 028.016 ] ( EO )

Ya rabb dedi: doğrusu ben nefsime yazık ettim, artık mağrifetinle benim suçumu ört: o da mağrifet buyurdu, hakıkat o, öyle ğafur öyle rahîmdir.

[ 028.016 ] ( ES )

Musa, "Rabbim! Doğrusu kendimi ziyana uğrattım. Beni bağışla!" dedi; Allah da, onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olan ancak O'dur.

[ 028.016 ] ( NQ )

He said: "My Lord! Verily, I have wronged myself, so forgive me." Then He forgave him. Verily, He is the Oft-Forgiving, the Most Merciful.

[ 028.017 ] ( KK )

ÞóÇáó ÑóÈøö ÈöãóÇ ÃóäúÚóãúÊó Úóáóíøó Ýóáóäú Ãóßõæäó ÙóåöíÑðÇ áöáúãõÌúÑöãöíäó ﴿ ١٧ ﴾

[ 028.017 ] ( MŞ )

 

[ 028.017 ] ( AY )

(Yine Mûsa şöyle) dedi:” - Ey Rabbim! Bana olan bu ihsanın (beni bağışlamanın) hakkı için, artık suçlulara hiç bir zaman yardımcı olmıyacağım.”

[ 028.017 ] ( EO )

Ya rabb! Dedi: bana olan bu in'amın hakkı için artık mücrimlere aslâ zahîr olmam.

[ 028.017 ] ( ES )

Musa, "Rabbim! Bana lutfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara asla arka olmayacağım" dedi.

[ 028.017 ] ( NQ )

He said: "My Lord! For that with which You have favoured me, I will never more be a helper for the Mujrimun (criminals, disobedient to Allah, polytheists, sinners, etc.)!"

[ 028.018 ] ( KK )

ÝóÃóÕúÈóÍó Ýöí ÇáúãóÏöíäóÉö ÎóÇÆöÝðÇ íóÊóÑóÞøóÈõ ÝóÅöÐóÇ ÇáøóÐöí ÇÓúÊóäúÕóÑóåõ ÈöÇáúÃóãúÓö íóÓúÊóÕúÑöÎõåõ ÞóÇáó áóåõ ãõæÓóì Åöäøóßó áóÛóæöíøñ ãõÈöíäñ ﴿ ١٨ ﴾

[ 028.018 ] ( MŞ )

 

[ 028.018 ] ( AY )

Böylece (Kıptî’yi öldürdüğü) şehirde (yakalanmasından) korkarak sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım istiyen (adam yine başka bir Kıptî’ye karşı) ondan yardım istiyor! Mûsa, ona şöyle dedi: “ Muhakkak sen, besbelli bir azgınsın.”

[ 028.018 ] ( EO )

Derken şehirde korku içinde sabahı etti gözetiyordu, baktı ki dün kendisinden yardım istiyen ona yine feryad ediyor, Musâ ona besbelli sen yaramazsın dedi.

[ 028.018 ] ( ES )

Şehirde korku içinde, (etrafı) gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feryad ederek yine ondan imdat istiyor. Musa ona dedi ki: "Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!"

[ 028.018 ] ( NQ )

So he became afraid, looking about in the city (waiting as to what will be the result of his crime of killing), when behold, the man who had sought his help the day before, called for his help (again). Musa (Moses) said to him: "Verily, you are a plain misleader!"

[ 028.019 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ Ãóäú ÃóÑóÇÏó Ãóäú íóÈúØöÔó ÈöÇáøóÐöí åõæó ÚóÏõæøñ áóåõãóÇ ÞóÇáó íóÇãõæÓóì ÃóÊõÑöíÏõ Ãóäú ÊóÞúÊõáóäöí ßóãóÇ ÞóÊóáúÊó äóÝúÓðÇ ÈöÇáúÃóãúÓö Åöäú ÊõÑöíÏõ ÅöáÇøó Ãóäú Êóßõæäó ÌóÈøóÇÑðÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö æóãóÇ ÊõÑöíÏõ Ãóäú Êóßõæäó ãöäó ÇáúãõÕúáöÍöíäó ﴿ ١٩ ﴾

[ 028.019 ] ( MŞ )

 

[ 028.019 ] ( AY )

Vakta ki Mûsa, hem kendisine, hem de kendisinden yardım istiyene düşman olanı (bu ikinci Kıptî’yi) yakalamak istedi, (yardım istiyen adam, daha önce kendisine Mûsa tarafından azgın diye hitap edildiğinden, Mûsa kendisini yakalayacak zannederek) şöyle dedi: “ Ey Mûsa! Dün bir adamı öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun. Ara buluculardan olmayı arzu etmiyorsun da yeryüzünde bir zorba mı olmak istiyorsun?”

[ 028.019 ] ( EO )

Deyip de o ikisinin bir düşmanı olan herifi yakalayıvermek isteyince: ya Musâ dedi: dün bir adamı öldürdüğün gibi benî de öldürmek mi istiyorsun, ara düzelticilerden olmak istemeyip de yer yüzünde bir zorba mı olmak istiyorsun.

[ 028.019 ] ( ES )

Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: "Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek arabuluculardan olmak istemiyor da, bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!"

[ 028.019 ] ( NQ )

Then when he decided to seize the man who was an enemy to both of them, the man said: "O Musa (Moses)! Is it your intention to kill me as you killed a man yesterday? Your aim is nothing but to become a tyrant in the land, and not to be one of those who do right."

[ 028.020 ] ( KK )

æóÌóÇÁó ÑóÌõáñ ãöäú ÃóÞúÕóì ÇáúãóÏöíäóÉö íóÓúÚóì ÞóÇáó íóÇãõæÓóì Åöäøó ÇáúãóáóÃó íóÃúÊóãöÑõæäó Èößó áöíóÞúÊõáõæßó ÝóÇÎúÑõÌú Åöäøöí áóßó ãöäó ÇáäøóÇÕöÍöíäó ﴿ ٢٠ ﴾

[ 028.020 ] ( MŞ )

 

[ 028.020 ] ( AY )

Şehrin öte başından koşarak bir adam geldi. Şöyle dedi: “ Ey Mûsa, şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için hakkında müzakere yapıyorlar. Hemen çık git, muhakkak ki ben senin iyiliğini istiyenlerdenim.”

[ 028.020 ] ( EO )

Şehrin öte başından bir adam da koşarak geldi: Musâ dedi: haberin olsun hey'et, seni öldürmek için hakkında emri müzakere ediyorlar, hemen çık! Ben cidden senin hayırhahlarındanım.

[ 028.020 ] ( ES )

Şehrin öbür ucundan bir adam geldi ve dedi ki: "Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal (buradan) çık! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim."

[ 028.020 ] ( NQ )

And there came a man running, from the farthest end of the city. He said: "O Musa (Moses)! Verily, the chiefs are taking counsel together about you, to kill you, so escape.Truly, I am to you of those who give sincere advice."

[ 028.021 ] ( KK )

ÝóÎóÑóÌó ãöäúåóÇ ÎóÇÆöÝðÇ íóÊóÑóÞøóÈõ ÞóÇáó ÑóÈøö äóÌøöäöí ãöäó ÇáúÞóæúãö ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ٢١ ﴾

[ 028.021 ] ( MŞ )

 

[ 028.021 ] ( AY )

Mûsa korkarak ve sağı solu gözetliyerek hemen şehirden çıktı; şöyle dedi: “ Ey Rabbim! Beni bu zâlimler kavminden kurtar.”

[ 028.021 ] ( EO )

Derhal oradan korku ile çıktı gözetiyordu, dedi: ya rabbi! kurtar beni bu zalim kavmden.

[ 028.021 ] ( ES )

Musa korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı. "Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar" dedi.

[ 028.021 ] ( NQ )

So he escaped from there, looking about in a state of fear. He said: "My Lord! Save me from the people who are Zalimun(polytheists and wrong-doers)!"

[ 028.022 ] ( KK )

æóáóãøóÇ ÊóæóÌøóåó ÊöáúÞóÇÁó ãóÏúíóäó ÞóÇáó ÚóÓóì ÑóÈøöí Ãóäú íóåúÏöíóäöí ÓóæóÇÁó ÇáÓøóÈöíáö ﴿ ٢٢ ﴾

[ 028.022 ] ( MŞ )

 

[ 028.022 ] ( AY )

Mûsa Medyen (şehrine) doğru yönelince dedi ki: “ Umarım, Rabbim bana doğru yolu gösterir (de Medyen’e giderim).”

[ 028.022 ] ( EO )

Vaktâ ki Medyen cihetine yöneldi, ola ki rabbım beni düz yola çıkara dedi.

[ 028.022 ] ( ES )

Medyen'e doğru yöneldiğinde: "Umarım Rabbim beni doğru yola iletir." dedi.

[ 028.022 ] ( NQ )

And when he went towards (the land of) Madyan (Midian) he said: "It may be that my Lord guides me to the Right Way."

[ 028.023 ] ( KK )

æóáóãøóÇ æóÑóÏó ãóÇÁó ãóÏúíóäó æóÌóÏó Úóáóíúåö ÃõãøóÉð ãöäó ÇáäøóÇÓö íóÓúÞõæäó æóæóÌóÏó ãöäú Ïõæäöåöãõ ÇãúÑóÃÊóíúäö ÊóÐõæÏóÇäö ÞóÇáó ãóÇ ÎóØúÈõßõãóÇ ÞóÇáóÊóÇ áÇó äóÓúÞöí ÍóÊøóì íõÕúÏöÑó ÇáÑøöÚóÇÁõ æóÃóÈõæäóÇ ÔóíúÎñ ßóÈöíÑñ ﴿ ٢٣ ﴾

[ 028.023 ] ( MŞ )

 

[ 028.023 ] ( AY )

Medyen suyuna varınca, kuyunun başında hayvanlarını sulayan bir küme insan buldu. Onların aşağısında da, (suya doğru içmek için zorlayan hayvanları) engellemekte olan iki kadın gördü. (Onlara) dedi ki: “ Haliniz nedir?” Onlar şöyle cevap verdiler: “ - Çobanlar davarlarına su içirip dönmedikçe biz (hayvanlarımıza) su veremeyiz. Babamız da yaşı çok büyük bir ihtiyardır, (biz onun için çıkıyoruz).”

[ 028.023 ] ( EO )

Ve vaktâ ki Medyen suyuna vardı, ötelerinde de iki dişi ehli buldu sakınıp duruyorlar, derdiniz nedir? Dedi «biz: çobanlar çekip gitmeyince sulamayız ve bizim babamız büyük bir pirdir» dediler üzerinde bir küme insan buldu suluyorlar,

[ 028.023 ] ( ES )

Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara "Derdiniz nedir?" dedi. Şöyle cevap verdiler: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır. "

[ 028.023 ] ( NQ )

And when he arrived at the water of Madyan (Midian) he found there a group of men watering (their flocks), and besides them he found two women who were keeping back (their flocks). He said: "What is the matter with you?" They said: "We cannot water (our flocks) until the shepherds take (their flocks). And our father is a very old man."

[ 028.024 ] ( KK )

ÝóÓóÞóì áóåõãóÇ Ëõãøó Êóæóáøóì Åöáóì ÇáÙøöáøö ÝóÞóÇáó ÑóÈøö Åöäøöí áöãóÇ ÃóäÒóáúÊó Åöáóíøó ãöäú ÎóíúÑò ÝóÞöíÑñ ﴿ ٢٤ ﴾

[ 028.024 ] ( MŞ )

 

[ 028.024 ] ( AY )

Bunun üzerine Mûsa, onların davarlarını suvardı. Sonra gölgeye çekilip şöyle dedi: “ Ey Rabbim, doğrusu ben, bana hayırdan (yemekten) ne indirirsen, ona muhtacım (karnım aç bulunuyor).

[ 028.024 ] ( EO )

Bunun üzerine ikisine sulayıverdi, sonra gölgeye çekildi de «ya rabbi! dedi: ben cidden bana indirdiğin hayırdan dolayı bir fakirim.»

[ 028.024 ] ( ES )

Bunun üzerine Musa, onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi ve "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım" dedi.

[ 028.024 ] ( NQ )

So he watered (their flocks) for them, then he turned back to shade, and said: "My Lord! Truly, I am in need of whatever good that You bestow on me!"

[ 028.025 ] ( KK )

ÝóÌóÇÁóÊúåõ ÅöÍúÏóÇåõãóÇ ÊóãúÔöí Úóáóì ÇÓúÊöÍúíóÇÁò ÞóÇáóÊú Åöäøó ÃóÈöí íóÏúÚõæßó áöíóÌúÒöíóßó ÃóÌúÑó ãóÇ ÓóÞóíúÊó áóäóÇ ÝóáóãøóÇ ÌóÇÁóåõ æóÞóÕøó Úóáóíúåö ÇáúÞóÕóÕó ÞóÇáó áÇó ÊóÎóÝú äóÌóæúÊó ãöäó ÇáúÞóæúãö ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ٢٥ ﴾

[ 028.025 ] ( MŞ )

 

[ 028.025 ] ( AY )

Derken, o iki kadından biri utançla yürüyerek Mûsa’ya geldi. De di ki: “ Bize su çekiverdiğinin ücretini sana ödemek için, babam seni çağırıyor.” Bunun üzerine Mûsa o ihtiyar adama varınca ve Fir'avun’dan kaçış hâdisesini ona anlatınca, Mûsa’ya şöyle dedi: “ Korkma, zâlimler kavminden kurtuldun.”

[ 028.025 ] ( EO )

Derken o ikinin birisi bir edeb-ü haya üzere yürüyerek ona geldi, «babam seni da'vet ediyor bize su çekiverdiğin ecrini sana ödemek için» dedi bunun üzerine varıp ona kıssayı anlatınca, korkma, dedi, kurtuldun o kavmden, o zalimlerden.

[ 028.025 ] ( ES )

Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek ona geldi. "Babam, dedi, bizim yerimize (hayvanları) sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor." Musa, ona (Hz. Şuayb'a) gelip başından geçeni anlatınca o, "korkma, o zalim kavimden kurtuldun" dedi.

[ 028.025 ] ( NQ )

Then there came to him one of the two women, walking shyly. She said: "Verily, my father calls you that he may reward you for having watered (our flocks) for us." So when he came to him and narrated the story, he said: "Fear you not. You have escaped from the people who are Zalimun (polytheists, disbelievers, and wrong-doers)."

[ 028.026 ] ( KK )

ÞóÇáóÊú ÅöÍúÏóÇåõãóÇ íóÇÃóÈóÊö ÇÓúÊóÃúÌöÑúåõ Åöäøó ÎóíúÑó ãóäö ÇÓúÊóÃúÌóÑúÊó ÇáúÞóæöíøõ ÇáúÃóãöíäõ ﴿ ٢٦ ﴾

[ 028.026 ] ( MŞ )

 

[ 028.026 ] ( AY )

O iki kadından biri dedi ki: “ Babacığım! Onu (davarları otlatmak için) ücretle tut. Çünkü tuttuğun ücretlilerin en hayırlısı o, güvenilir, güçlü adamdır.”

[ 028.026 ] ( EO )

O ikinin biri, babacığım! Dedi: onu ecîr tut, çünkü tuttuğun ecîrlerin en hayırlısı o kavîy, emîn adam.

[ 028.026 ] ( ES )

(Şuayb'ın) iki kızından biri: "Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, bu güçlü ve güvenilir adamdır" dedi.

[ 028.026 ] ( NQ )

And said one of them (the two women): "O my father! Hire him! Verily, the best of men for you to hire is the strong, the trustworthy."

[ 028.027 ] ( KK )

ÞóÇáó Åöäøöí ÃõÑöíÏõ Ãóäú ÃõäßöÍóßó ÅöÍúÏóì ÇÈúäóÊóíøó åóÇÊóíúäö Úóáóì Ãóäú ÊóÃúÌõÑóäöí ËóãóÇäöíó ÍöÌóÌò ÝóÅöäú ÃóÊúãóãúÊó ÚóÔúÑðÇ Ýóãöäú ÚöäúÏößó æóãóÇ ÃõÑöíÏõ Ãóäú ÃóÔõÞøó Úóáóíúßó ÓóÊóÌöÏõäöí Åöäú ÔóÇÁó Çááøóåõ ãöäó ÇáÕøóÇáöÍöíäó ﴿ ٢٧ ﴾

[ 028.027 ] ( MŞ )

 

[ 028.027 ] ( AY )

(İhtiyar adam, Mûsa’ya şöyle) dedi: “ Bana sekiz yıl ücretle çalışmak üzere, şu iki kızımın birini sana nikâh etmek istiyorum. Eğer (hizmet yaparak) on seneyi tamamlarsan, bu da senden (bir fazlalık). Bununla beraber seni zorlamak istemiyorum. İnşallah, beni dürüst kimselerden bulacaksın.”

[ 028.027 ] ( EO )

Dedi: haberin olsun ben şu iki kızımın birini sana nikâh etmek istiyorum, sen bana sekiz sene ecîrlik etmek üzere ki eğer onu doldurursan, o da kendinden, maamafih seni zorlamak istemiyorum inşaallah beni salihînden bulacaksın.

[ 028.027 ] ( ES )

(Şuayb) Dedi ki: "Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşaallah beni iyi kimselerden bulacaksın."

[ 028.027 ] ( NQ )

He said: "I intend to wed one of these two daughters of mine to you, on condition that you serve me for eight years, but if you complete ten years, it will be (a favour) from you. But I intend not to place you under a difficulty. If Allah will, you will find me one of the righteous."

[ 028.028 ] ( KK )

ÞóÇáó Ðóáößó Èóíúäöí æóÈóíúäóßó ÃóíøóãóÇ ÇáúÃóÌóáóíúäö ÞóÖóíúÊõ ÝóáÇó ÚõÏúæóÇäó Úóáóíøó æóÇááøóåõ Úóáóì ãóÇ äóÞõæáõ æóßöíáñ ﴿ ٢٨ ﴾

[ 028.028 ] ( MŞ )

 

[ 028.028 ] ( AY )

(Mûsa şöyle) dedi: “ Bu söylediğin söz, benimle senin aranda (gözetilecek bir husus)...Bu iki müddetten (sekiz ve on yıldan) hangisini ödersem, demek bana karşı düşmanlık yok. Allah da dediğimize şâhittir.”

[ 028.028 ] ( EO )

Dedi: o, benimle senin aramızda, iki müddetin her hangisini ödersem demek aleyhime husumet yok ve Allah mukavelemiz üzerine vekîl.

[ 028.028 ] ( ES )

Musa şöyle cevap verdi: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım demek ki, bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekildir."

[ 028.028 ] ( NQ )

He [Musa (Moses)] said: "That (is settled) between me and you whichever of the two terms I fulfill, there will be no injustice to me, and Allah is Surety over what we say."

[ 028.029 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ ÞóÖóì ãõæÓóì ÇáúÃóÌóáó æóÓóÇÑó ÈöÃóåúáöåö ÂäóÓó ãöäú ÌóÇäöÈö ÇáØøõæÑö äóÇÑðÇ ÞóÇáó áÃóåúáöåö ÇãúßõËõæÇ Åöäøöí ÂäóÓúÊõ äóÇÑðÇ áóÚóáøöí ÂÊöíßõãú ãöäúåóÇ ÈöÎóÈóÑò Ãóæú ÌóÐúæóÉò ãöäó ÇáäøóÇÑö áóÚóáøóßõãú ÊóÕúØóáõæäó ﴿ ٢٩ ﴾

[ 028.029 ] ( MŞ )

 

[ 028.029 ] ( AY )

Mûsa, (on senelik hizmet) müddetini bitirince ve (evlenmiş olduğu) ailesiyle (Mısır tarafına) yola çıkınca Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine dedi ki, siz durun. Ben bir ateş gördüm; umarım ki, oradan (şaşırdığımız yolu gösterecek) size bir haber getiririm, yahut o ateşten bir parça (kor); belki ateş yakar ısınırsınız.

[ 028.029 ] ( EO )

Vaktâ ki Mûsâ, artık eceli ödedi ve ehlile yola çıktı Tur canibinden bir ateş hissetti, ehlile durun dedi: ben bir ateş hissettim, ümid ederim ki size ondan bir haber getiririm veya o ateşten bir eksi, belki bir ocak yakar ısınırsınız.

[ 028.029 ] ( ES )

Artık Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber, yahut ısınmanız için o ateşten bir parça getiririm" dedi.

[ 028.029 ] ( NQ )

Then, when Musa (Moses) had fulfilled the term, and was travelling with his family, he saw a fire in the direction of Tur (Mount). He said to his family: "Wait, I have seen a fire; perhaps I may bring to you from there some information, or a burning fire-brand that you may warm yourselves."

[ 028.030 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ ÃóÊóÇåóÇ äõæÏöíó ãöäú ÔóÇØöÆö ÇáúæóÇÏöí ÇáúÃóíúãóäö Ýöí ÇáúÈõÞúÚóÉö ÇáúãõÈóÇÑóßóÉö ãöäó ÇáÔøóÌóÑóÉö Ãóäú íóÇ ãõæÓóì Åöäøöí ÃóäóÇ Çááøóåõ ÑóÈøõ ÇáúÚóÇáóãöíäó ﴿ ٣٠ ﴾

[ 028.030 ] ( MŞ )

 

[ 028.030 ] ( AY )

Nihâyet oraya varınca, bereketli yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından şöyle nida edildi (çağrıldı): “ Ey Mûsa! Gerçekten ben, alemlerin Rabbi olan Allah’ım.

[ 028.030 ] ( EO )

Derken ona varınca vâdinin sağ kıyısından o mübarek buk'ada ağaçtan nidâ olundu, şöyle ki: ya Mûsâ, haberin olsun benim ben: Allah rabbül'alemin.

[ 028.030 ] ( ES )

Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: "Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım."

[ 028.030 ] ( NQ )

So when he reached it (the fire), he was called from the right side of the valley, in the blessed place from the tree: "O Musa (Moses)! Verily! I am Allah, the Lord of the 'Alamin (mankind, jinns and all that exists)!

[ 028.031 ] ( KK )

æóÃóäú ÃóáúÞö ÚóÕóÇßó ÝóáóãøóÇ ÑóÂåóÇ ÊóåúÊóÒøõ ßóÃóäøóåóÇ ÌóÇäøñ æóáøóì ãõÏúÈöÑðÇ æóáóãú íõÚóÞøöÈú íóÇãõæÓóì ÃóÞúÈöáú æóáÇó ÊóÎóÝú Åöäøóßó ãöäó ÇáúÂãöäöíäó ﴿ ٣١ ﴾

[ 028.031 ] ( MŞ )

 

[ 028.031 ] ( AY )

Ve Asâ’nı (elinden yere) bırak.” (Asâ’yı bıraktıktan sonra) onu, çevik bir yılan gibi hareket ediyor görünce dönüp kaçtı, ona bakmadı bile. (Mûsa’ya şöyle dendi): “ Ey Mûsa! Yüzünü dön ve korkma, çünkü sen emniyyette olanlardansın.

[ 028.031 ] ( EO )

Ve şöyle: bırak Asânı, derken onu sanki (bir cânn) bir çevik yılan gibi ihtizaz ediyor görünce öyle bir dönüp kaçtı ki arkasına bile bakmadı, ya Mûsâ, yüzünü dön ve korkma çünkü sen aminîndensin.

[ 028.031 ] ( ES )

Ve "Asânı at!" denildi. Musa (attığı) asâyı yılan gibi debrenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın." (buyuruldu.)

[ 028.031 ] ( NQ )

And throw your stick! But when he saw it moving as if it were a snake, he turned in flight, and looked not back. (It was said): "O Musa (Moses)! Draw near, and fear not. Verily, you are of those who are secure.

[ 028.032 ] ( KK )

ÇõÓúáõßú íóÏóßó Ýöí ÌóíúÈößó ÊóÎúÑõÌú ÈóíúÖóÇÁó ãöäú ÛóíúÑö ÓõæÁò æóÇÖúãõãú Åöáóíúßó ÌóäóÇÍóßó ãöäó ÇáÑøóåúÈö ÝóÐóÇäößó ÈõÑúåóÇäóÇäö ãöäú ÑóÈøößó Åöáóì ÝöÑúÚóæúäó æóãóáóÆöåö Åöäøóåõãú ßóÇäõæÇ ÞóæúãðÇ ÝóÇÓöÞöíäó ﴿ ٣٢ ﴾

[ 028.032 ] ( MŞ )

 

[ 028.032 ] ( AY )

Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz (ışık veren güneş gibi) çıkacaktır. Ellerini de koltuklarının altına koy, sendeki korku gidecektir. İşte bunlar (Asâ’nın yılan olması, elin embeyaz güneş gibi çıkması), Rabbinden iki mûcizedir ki, (seni onlarla) Fir'avun’a ve kavmine gönderdik, çünkü onlar fâsık (kâfir) bir kavim oldular.”

[ 028.032 ] ( EO )

Elini koynuna sok çıksın bembeyaz, bir âfetsiz, ve heybetten cenahını kendine kavuştur, işte bu ikisi sana iki bünhan, rabbından Fir'avne ve cem'ıyyetine, çünkü onlar fasık bir kavm oldular.

[ 028.032 ] ( ES )

Elini koynuna sok, kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır. (diye seslenildi)

[ 028.032 ] ( NQ )

Put your hand in your bosom, it will come forth white without a disease, and draw your hand close to your side to be free from fear (that which you suffered from the snake, and also by that your hand will return to its original state). these are twoBurhan (signs, miracles, evidences, proofs) from your Lord to Fir'aun (Pharaoh) and his chiefs. Verily, they are the people who are Fasiqun (rebellious, disobedient to Allah).
 

[ 028.033 ] ( KK )

ÞóÇáó ÑóÈøö Åöäøöí ÞóÊóáúÊõ ãöäúåõãú äóÝúÓðÇ ÝóÃóÎóÇÝõ Ãóäú íóÞúÊõáõæäö ﴿ ٣٣ ﴾

[ 028.033 ] ( MŞ )

 

[ 028.033 ] ( AY )

Mûsa dedi ki: “ Rabbim, ben onlardan bir adam öldürdüm, korkarım hemen beni öldürürler.

[ 028.033 ] ( EO )

Dedi: ya rabbi! ben onlardan bir adam öldürdüm korkarım beni hemen öldürürler.

[ 028.033 ] ( ES )

Musa dedi ki: "Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum."

[ 028.033 ] ( NQ )

He said: My Lord! I have killed a man among them, and I fear that they will kill me.

[ 028.034 ] ( KK )

æóÃóÎöí åóÇÑõæäõ åõæó ÃóÝúÕóÍõ ãöäøöí áöÓóÇäðÇ ÝóÃóÑúÓöáúåõ ãóÚöíó ÑöÏúÁðÇ íõÕóÏøöÞõäöí Åöäøöí ÃóÎóÇÝõ Ãóäú íõßóÐøöÈõæäö ﴿ ٣٤ ﴾

[ 028.034 ] ( MŞ )

 

[ 028.034 ] ( AY )

Kardeşim Hârûn, lisan bakımından benden daha düzgündür o. Bunun için, beni tasdik eder bir yardımcı olmak üzre beraberimde onu peygamber gönder. Doğrusu ben, beni tekzib edeceklerinden korkuyorum.”

[ 028.034 ] ( EO )

Biraderim Harûn ise lisanca benden fesahatlidir beni tasdık eder bir muavin olmak üzere maıyyetimde ona da risalet ver. doğrusu ben beni tekzib ederler diye korkarım.

[ 028.034 ] ( ES )

Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum.

[ 028.034 ] ( NQ )

And my brother Harun (Aaron) he is more eloquent in speech than me so send him with me as a helper to confirm me. Verily! I fear that they will belie me.

[ 028.035 ] ( KK )

ÞóÇáó ÓóäóÔõÏøõ ÚóÖõÏóßó ÈöÃóÎöíßó æóäóÌúÚóáõ áóßõãóÇ ÓõáúØóÇäðÇ ÝóáÇó íóÕöáõæäó ÅöáóíúßõãóÇ ÈöÂíóÇÊöäóÇ ÃóäúÊõãóÇ æóãóäö ÇÊøóÈóÚóßõãóÇ ÇáúÛóÇáöÈõæäó ﴿ ٣٥ ﴾

[ 028.035 ] ( MŞ )

 

[ 028.035 ] ( AY )

(Allah şöyle) buyurdu: “Seni, kardeşinle takviye edeceğiz ve size bir üstünlük vereceğiz ki, onlar size erişemiyecekler (sizi öldüremiyecekler). Mûcizelerimizle gidin, siz ve size bağlı olanlar gâlib geleceksiniz.”

[ 028.035 ] ( EO )

 

[ 028.035 ] ( ES )

Allah buyurdu: "Seni kardeşinle destekliyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tabi olanlar üstün geleceksiniz."

[ 028.035 ] ( NQ )

Allah said: "We will strengthen your arm through your brother, and give you both power, so they shall not be able to harm you, with Our Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.), you two as well as those who follow you will be the victors."

[ 028.036 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ ÌóÇÁóåõãú ãõæÓóì ÈöÂíóÇÊöäóÇ ÈóíøöäóÇÊò ÞóÇáõæÇ ãóÇ åóÐóÇ ÅöáÇøó ÓöÍúÑñ ãõÝúÊóÑðì æóãóÇ ÓóãöÚúäóÇ ÈöåóÐóÇ Ýöí ÂÈóÇÆöäóÇ ÇáúÃóæøóáöíäó ﴿ ٣٦ ﴾

[ 028.036 ] ( MŞ )

 

[ 028.036 ] ( AY )

Vakta ki Mûsa, açık mûcizelerimizle onlara vardı, dediler ki: “ Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir; biz evvelki atalarımızdan dahi, bunu (bu peygamberlik davasını yahut sihri) işitmedik.”

[ 028.036 ] ( EO )

Vaktâ ki Musâ. bunun üzerine açık açık âyetlerimizle onlara vardı bu, dediler: sırf uydurma bir sihir, biz bunu evvelki atalarımızda dahi işitmedik.

[ 028.036 ] ( ES )

Musa onlara apaçık âyetlerimizi getirince, "Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik" dediler.

[ 028.036 ] ( NQ )

Then when Musa (Moses) came to them with Our Clear Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.), they said: "This is nothing but invented magic. Never did we hear of this among our fathers of old."

[ 028.037 ] ( KK )

æóÞóÇáó ãõæÓóì ÑóÈøöí ÃóÚúáóãõ Èöãóäú ÌóÇÁó ÈöÇáúåõÏóì ãöäú ÚöäúÏöåö æóãóäú Êóßõæäõ áóåõ ÚóÇÞöÈóÉõ ÇáÏøóÇÑö Åöäøóåõ áÇó íõÝúáöÍõ ÇáÙøóÇáöãõæäó ﴿ ٣٧ ﴾

[ 028.037 ] ( MŞ )

 

[ 028.037 ] ( AY )

Mûsa şöyle dedi: “ Allah katından kimin hidâyet (Peygamberlik) getirdiğini ve yurdun akıbeti (Cennet), kimin olacağını Rabbim daha iyi bilendir. Doğrusu zâlimler, (Allah’ın azabından) kurtulamazlar.”

[ 028.037 ] ( EO )

Musâ da, rabbım daha iyi bilir, dedi: tarafından hidayetle gelen kim? Ve yurdun akıbeti kimin olur? Doğrusu bu: zalimler felâh bulmaz.

[ 028.037 ] ( ES )

Musa şöyle dedi: "Rabbim, kendi katından kimin hidayet rehberi getirdiğini ve hayırlı akibetin kime nasip olacağını en iyi bilendir. Muhakkak ki zalimler, kurtuluşa eremezler."

[ 028.037 ] ( NQ )

Musa (Moses) said: "My Lord knows best him who came with guidance from Him, and whose will be the happy end in the Hereafter. Verily, the Zalimun (wrong-doers, polytheists and disbelievers in the Oneness of Allah) will not be successful."

[ 028.038 ] ( KK )

æóÞóÇáó ÝöÑúÚóæúäõ íóÇÃóíøõåóÇ ÇáúãóáóÃõ ãóÇ ÚóáöãúÊõ áóßõãú ãöäú Åöáóåò ÛóíúÑöí ÝóÃóæúÞöÏú áöí íóÇåóÇãóÇäõ Úóáóì ÇáØøöíäö ÝóÇÌúÚóáú áöí ÕóÑúÍðÇ áóÚóáøöí ÃóØøóáöÚõ Åöáóì Åöáóåö ãõæÓóì æóÅöäøöí áóÇóÙõäøõåõ ãöäó ÇáúßóÇÐöÈöíäó ﴿ ٣٨ ﴾

[ 028.038 ] ( MŞ )

 

[ 028.038 ] ( AY )

Fir'avun dedi ki: “ Ey millet! Ben sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum. Haydi, bana çamurdan kerpiç pişir, ey Hâmân!... Sonra bana bir kule yap, olur ki ben, yukarı çıkar, Mûsa’nın ilâhına bakarım. Doğrusu ben, Mûsa’yı yalancılardan sanıyorum.

[ 028.038 ] ( EO )

Fir'avn ise dediki: ey millet, ben sizin için benden başka bir tanrı bilmiyorum, haydi benim için çamura ocağı yak da ya Hâmân bana bir kule yap belki Musânın tanrısına muttali' olurum, maamafih ben onu her halde yalancılardan sanıyorum.

[ 028.038 ] ( ES )

Firavun: "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân, haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki, Musa'nın ilâhına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir." dedi.

[ 028.038 ] ( NQ )

Fir'aun (Pharaoh) said: "O chiefs! I know not that you have an ilah (a god) other than me, so kindle for me (a fire), O Haman, to bake (bricks out of) clay, and set up for me a Sarhan (a lofty tower, or palace, etc.) in order that I may look at (or look for) the Ilah (God) of Musa (Moses); and verily, I think that he [Musa (Moses)] is one of the liars."

[ 028.039 ] ( KK )

æóÇÓúÊóßúÈóÑó åõæó æóÌõäõæÏõåõ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ÈöÛóíúÑö ÇáúÍóÞøö æóÙóäøõæÇ Ãóäøóåõãú ÅöáóíúäóÇ áÇó íõÑúÌóÚõæäó ﴿ ٣٩ ﴾

[ 028.039 ] ( MŞ )

 

[ 028.039 ] ( AY )

O Fir'avun ve askerleri, yeryüzünde (Mısır’da) hakları olmıyarak büyüklük tasladılar ve zannettiler ki, bize döndürülmiyecekler.

[ 028.039 ] ( EO )

Hem de o ve askerleri yeryüzünde haksızlıkla kibirlenmek istediler ve zannettiler ki onlar bize iâde olunmıyacaklar.

[ 028.039 ] ( ES )

O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.

[ 028.039 ] ( NQ )

And he and his hosts were arrogant in the land, without right, and they thought that they would never return to Us.

[ 028.040 ] ( KK )

ÝóÃóÎóÐúäóÇåõ æóÌõäõæÏóåõ ÝóäóÈóÐúäóÇåõãú Ýöí Çáúíóãøö ÝóÇäúÙõÑú ßóíúÝó ßóÇäó ÚóÇÞöÈóÉõ ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ٤٠ ﴾

[ 028.040 ] ( MŞ )

 

[ 028.040 ] ( AY )

Biz de hem Firavunu, hem askerlerini yakaladık da onları denize atıverdik. Ey Resûlüm, şimdi bak ki, zâlimlerin akıbeti nasıl olmuştur!...

[ 028.040 ] ( EO )

Biz de kendisini ve ordularını tuttuk da deryaya fırlatıverdik, şimdi bak o zâlimlerin akıbeti nasıl oldu?

[ 028.040 ] ( ES )

Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!

[ 028.040 ] ( NQ )

So We seized him and his hosts, and We threw them all into the sea (and drowned them). So behold (O Muhammad ) what was the end of the Zalimun [wrong-doers, polytheists and those who disbelieved in the Oneness of their Lord (Allah), or rejected the advice of His Messenger Musa (Moses)].

[ 028.041 ] ( KK )

æóÌóÚóáúäóÇåõãú ÃóÆöãøóÉð íóÏúÚõæäó Åöáóì ÇáäøóÇÑö æóíóæúãó ÇáúÞöíóÇãóÉö áÇó íõäúÕóÑõæäó ﴿ ٤١ ﴾

[ 028.041 ] ( MŞ )

 

[ 028.041 ] ( AY )

Biz, onları, ateşe (küfür ve şirke) çağıran öncüler yaptık. Kıyâmet gününde ise yardım olunmazlar.

[ 028.041 ] ( EO )

Biz onları öyle başkumandanlar yaptık ki ateşe da'vet ederler ve kıyamet günü yardım olunmazlar.

[ 028.041 ] ( ES )

Onları ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.

[ 028.041 ] ( NQ )

And We made them leaders inviting to the Fire, and on the Day of Resurrection, they will not be helped.

[ 028.042 ] ( KK )

æóÃóÊúÈóÚúäóÇåõãú Ýöí åóÐöåö ÇáÏøõäúíóÇ áóÚúäóÉð æóíóæúãó ÇáúÞöíóÇãóÉö åõãú ãöäó ÇáúãóÞúÈõæÍöíäó ﴿ ٤٢ ﴾

[ 028.042 ] ( MŞ )

 

[ 028.042 ] ( AY )

Hem kendilerine, bu dünyada, arkalarından bir lânet yağdırmaktayız, hem de kıyâmet gününde onlar yüzleri çirkin olanlardandırlar.

[ 028.042 ] ( EO )

Hem kendilerine bu Dünyada arkalarından bir lâ'net yağdırmaktayız hem de Kıyamet günü bunlar pek menfurlardandırlar.

[ 028.042 ] ( ES )

Bu dünyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır.

[ 028.042 ] ( NQ )

And We made a curse to follow them in this world, and on the Day of Resurrection, they will be among Al-Maqbuhun(those who are prevented to receive Allah's Mercy or any good, despised or destroyed, etc.).

[ 028.043 ] ( KK )

æóáóÞóÏú ÂÊóíúäóÇ ãõæÓóì ÇáúßöÊóÇÈó ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÃóåúáóßúäóÇ ÇáúÞõÑõæäó ÇáúÃõæáóì ÈóÕóÇÆöÑó áöáäøóÇÓö æóåõÏðì æóÑóÍúãóÉð áóÚóáøóåõãú íóÊóÐóßøóÑõæäó ﴿ ٤٣ ﴾

[ 028.043 ] ( MŞ )

 

[ 028.043 ] ( AY )

Azametim hakkı için, biz evvelki nesilleri helâk edişimizden sonra, Mûsa’ya Tevrât’ı verdik ki, insanların kalpleri için aydınlıklarla bir hidâyet ve rahmet olsun. Olur ki, düşünür de îman ederler.

[ 028.043 ] ( EO )

Celâlim hakkı için biz Mûsâya o kitabı kurûnı ûlâyı ihlâk ettiğimizden sonra nâsın vicdanlarını tenvir edecek basîretler, ve bir hidayet-ü rahmet olmak üzere verdik, gerek ki tezekkür ederler.

[ 028.043 ] ( ES )

Andolsun ki biz, ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya olur ki düşünür, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitab'ı (Tevrat'ı) vermişizdir.

[ 028.043 ] ( NQ )

And indeed We gave Musa (Moses), after We had destroyed the generations of old, the Scripture [the Taurat (Torah)] as an enlightenment for mankind, and a guidance and a mercy, that they might remember (or receive admonition).

[ 028.044 ] ( KK )

æóãóÇ ßõäúÊó ÈöÌóÇäöÈö ÇáúÛóÑúÈöíøö ÅöÐú ÞóÖóíúäóÇ Åöáóì ãõæÓóì ÇáúÃóãúÑó æóãóÇ ßõäúÊó ãöäó ÇáÔøóÇåöÏöíäó ﴿ ٤٤ ﴾

[ 028.044 ] ( MŞ )

 

[ 028.044 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), biz Mûsa’ya (Fir'avun’a gitmesine dair) o emri vahy ettiğimiz zaman sen Tûr dağının yakasında değildin (orada bulunmuyordun). Şahidlerden de değildin.

[ 028.044 ] ( EO )

Sen ise Musâya o emri kaza ettiğimiz sıra canibi garbîde değildin, o şâhidlerden de değildin.

[ 028.044 ] ( ES )

(Resulüm!) Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde bulunmuyordun ve (o hadiseyi) görenlerden değildin.

[ 028.044 ] ( NQ )

And you (O Muhammad ) were not on the western side (of the Mount), when We made clear to Musa (Moses) the commandment, and you were not among those present.

[ 028.045 ] ( KK )

æóáóßöäøóÇ ÃóäúÔóÃúäóÇ ÞõÑõæäðÇ ÝóÊóØóÇæóáó Úóáóíúåöãõ ÇáúÚõãõÑõ æóãóÇ ßõäúÊó ËóÇæöíðÇ Ýöí Ãóåúáö ãóÏúíóäó ÊóÊúáõæÇ Úóáóíúåöãú ÂíóÇÊöäóÇ æóáóßöäøóÇ ßõäøóÇ ãõÑúÓöáöíäó ﴿ ٤٥ ﴾

[ 028.045 ] ( MŞ )

 

[ 028.045 ] ( AY )

Fakat biz, Mûsa’dan sonra bir çok ümmetler yarattık da onların üzerine ömür uzadı (her şey çöktü). Sen Medyen halkı içinde durmuş da âyetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş de değilsin. Ancak biz seni peygamber olarak gönderdik (ve bunları sana öğrettik).

[ 028.045 ] ( EO )

Ve lâkin biz bir çok karınlar inşa eyledik de onların üzerlerine omür uzadı, sen Medyen ehalisi içinde ikamet ederek âyetlerimizi onlardan okuyub öğrenmedin de ve lâkin biz olduk risalet verip gönderen.

[ 028.045 ] ( ES )

Bilakis biz (o zamandan senin zamanına kadar) nice nesiller var ettik de, onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Sen onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; aksine biz (başka) peygamber göndermiştik.

[ 028.045 ] ( NQ )

But We created generations [after generations i.e. after Musa (Moses)], and long were the ages that passed over them. And you (O Muhammad ) were not a dweller among the people of Madyan (Midian), reciting Our Verses to them. But it is We Who kept sending (Messengers).

[ 028.046 ] ( KK )

æóãóÇ ßõäúÊó ÈöÌóÇäöÈö ÇáØøõæÑö ÅöÐú äóÇÏóíúäóÇ æóáóßöäú ÑóÍúãóÉð ãöäú ÑóÈøößó áöÊõäúÐöÑó ÞóæúãðÇ ãóÇ ÃóÊóÇåõãú ãöäú äóÐöíÑò ãöäú ÞóÈúáößó áóÚóáøóåõãú íóÊóÐóßøóÑõæäó ﴿ ٤٦ ﴾

[ 028.046 ] ( MŞ )

 

[ 028.046 ] ( AY )

Mûsa’ya nida ettiğimiz vakit de Tûr dağının yanında değildin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin (de bu haberleri biliyorsun). Tâ ki, senden evvel kendilerine bir peygamber gelmemiş olan bir kavmi (Kur’ân’la) korkutasın. Olur ki nasihat kabul ederler.

[ 028.046 ] ( EO )

Hem biz o nidayı yaptığımız vakıt sen Tûrun canibinde de değildin ve lâkin rabbından bir rahmet olarak gönderildin ki senden evvel kendilerine bir nezîr gelmemiş olan bir kavmi inzar edesin gerek ki tezekkür edeler.

[ 028.046 ] ( ES )

(Musa'ya) seslendiğimiz zaman da, Tûr'un yanında değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı (peygamber) gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik), ola ki onlar düşünüp öğüt alırlar.

[ 028.046 ] ( NQ )

And you (O Muhammad ) were not at the side of the Tur (Mount) when We did call, [it is said that Allah called the followers of Muhammad , and they answered His Call, or that Allah called Musa (Moses)]. But (you are sent) as a mercy from your Lord, to give warning to a people to whom no warner had come before you, in order that they may remember or receive admonition. [Tafsir At-Tabari, Vol. 20, Page 81].

[ 028.047 ] ( KK )

æóáóæúáÇó Ãóäú ÊõÕöíÈóåõãú ãõÕöíÈóÉñ ÈöãóÇ ÞóÏøóãóÊú ÃóíúÏöíåöãú ÝóíóÞõæáõæÇ ÑóÈøóäóÇ áóæúáÇó ÃóÑúÓóáúÊó ÅöáóíúäóÇ ÑóÓõæáÇð ÝóäóÊøóÈöÚó ÂíóÇÊößó æóäóßõæäó ãöäó ÇáúãõÄúãöäöíäó ﴿ ٤٧ ﴾

[ 028.047 ] ( MŞ )

 

[ 028.047 ] ( AY )

(Ey Resûlüm, eğer Kureyş kavmine) yaptıkları inkâr ve isyan yüzünden (kıyâmet günü) başlarına bir azap geldiği zaman: “ Ey Rabbimiz, bize bir peygamber göndereydin de âyetlerine uyub mü'minlerden olsaydık ya.” diyecek olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik. (Biz ancak onların özrünü kesmek için seni gönderdik).

[ 028.047 ] ( EO )

Ellerinin takdim eylediği günahlar yüzünden başlarına birer musîbet gelib de o vakıt «ya rabbenâ bize bir Resûl gönderseydin de âyetlerine uyup verilse ya!» Dediler, ya bundan evvel Mûsâya verilene küfretmediler mi? İki sihir tezâhür etti dediler ve biz hiç birisine inanmayız dediler.

[ 028.047 ] ( ES )

Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde, "Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve müminlerden olsaydık" diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).

[ 028.047 ] ( NQ )

And if (We had) not (sent you to the people of Makkah) in case a calamity should seize them for (the deeds) that their hands have sent forth, they should have said: "Our Lord! Why did You not send us a Messenger? We should then have followed Your Ayat (Verses of the Qur'an) and should have been among the believers."

[ 028.048 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ ÌóÇÁóåõãõ ÇáúÍóÞøõ ãöäú ÚöäúÏöäóÇ ÞóÇáõæÇ áóæúáÇó ÃõæÊöíó ãöËúáó ãóÇ ÃõæÊöíó ãõæÓóì Ãóæóáóãú íóßúÝõÑõæÇ ÈöãóÇ ÃõæÊöíó ãõæÓóì ãöäú ÞóÈúáõ ÞóÇáõæÇ ÓöÍúÑóÇäö ÊóÙóÇåóÑóÇ æóÞóÇáõæÇ ÅöäøóÇ Èößõáøò ßóÇÝöÑõæäó ﴿ ٤٨ ﴾

[ 028.048 ] ( MŞ )

 

[ 028.048 ] ( AY )

Fakat, şimdi onlara tarafımızdan hak (Kur’ân’la peygamber) gelince: “ Mûsa’ya verilenler (mûcizeler), aynen ona verilse ya!” dediler. Ya bundan evvel Mûsa’ya verileni (Tevrât’ı ve mûcizelerini) inkâr etmediler mi? (Mekke kâfirleri, Tevrât ve Kur’ân için): “ İki sihir birbirine destek oldu.” dediler. Bir de: “ Biz hepsini inkâr ediciyiz.” söylediler.

[ 028.048 ] ( EO )

 

[ 028.048 ] ( ES )

Fakat onlara tarafımızdan o hak (peygamber) gelince, "Musa'ya verilen (mucizeler) gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Peki daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? "Birbirini destekleyen iki sihir" demişler ve şunu söylemişlerdi: "Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz."

[ 028.048 ] ( NQ )

But when the truth (i.e. Muhammad with his Message) has come to them from Us, they say: "Why is he not given the like of what was given to Musa (Moses)? Did they not disbelieve in that which was given to Musa (Moses) of old? They say: "Two kinds of magic [the Taurat (Torah) and the Qur'an] each helping the other!" And they say: "Verily! In both we are disbelievers."

[ 028.049 ] ( KK )

Þõáú ÝóÃúÊõæÇ ÈößöÊóÇÈò ãöäú ÚöäúÏö Çááøóåö åõæó ÃóåúÏóì ãöäúåõãóÇ ÃóÊøóÈöÚúåõ Åöäú ßõäúÊõãú ÕóÇÏöÞöíäó ﴿ ٤٩ ﴾

[ 028.049 ] ( MŞ )

 

[ 028.049 ] ( AY )

(Ey Resûlüm onlara) de ki: “Eğer doğru söyliyen kimselerseniz, bu ikisinden (Mûsa’ya indirilen Tevrât’dan ve bana indirilen Kur’ân’dan) daha doğru bir kitap getirin Allah tarafından da, ben ona uyayım!...

[ 028.049 ] ( EO )

De ki: o halde bu ikisinden daha doğru bir kitab getirin Allah tarafından da ben ona tabi' olayım eğer sadıksanız.

[ 028.049 ] ( ES )

(Resulüm!) De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden (bana ve Musa'ya inen kitaplardan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım!

[ 028.049 ] ( NQ )

Say (to them, O Muhammad ): "Then bring a Book from Allah, which is a better guide than these two [the Taurat (Torah) and the Qur'an], that I may follow it, if you are truthful."

[ 028.050 ] ( KK )

ÝóÅöäú áóãú íóÓúÊóÌöíÈõæÇ áóßó ÝóÇÚúáóãú ÃóäøóãóÇ íóÊøóÈöÚõæäó ÃóåúæóÇÁóåõãú æóãóäú ÃóÖóáøõ ãöãøóäö ÇÊøóÈóÚó åóæóÇåõ ÈöÛóíúÑö åõÏðì ãöäó Çááøóåö Åöäøó Çááøóåó áÇó íóåúÏöí ÇáúÞóæúãó ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ٥٠ ﴾

[ 028.050 ] ( MŞ )

 

[ 028.050 ] ( AY )

Yine senin davetini kabul etmezlerse, artık bil ki, onlar sırf kendi nefis arzuları peşinde gidiyorlar. Hâlbuki Allah,’dan doğru bir delil olmaksızın yalnız kendi nefis arzusu peşinde gidenlerden (şirk, küfür ve putlara ibâdet edenlerden) daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allah, (havalarına düşkünlükle uyub nefislerine yazık eden) zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.

[ 028.050 ] ( EO )

Yine sana icâbet etmek istemezlerse artık bil ki onlar sırf kendi hevaları peşinde gidiyorlar, halbuki Allahdan bir doğru delil olmaksızın mücerred kendi hevası peşinde giden kimselerden daha şaşkın kim olabilir? Muhakkak ki Allah zâlimler güruhunu muvaffak etmez.

[ 028.050 ] ( ES )

Eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.

[ 028.050 ] ( NQ )

But if they answer you not (i.e. do not believe in your doctrine of Islamic Monotheism, nor follow you), then know that they only follow their own lusts. And who is more astray than one who follows his own lusts, without guidance from Allah? Verily! Allah guides not the people who are Zalimun (wrong-doers, disobedient to Allah, and polytheists).

[ 028.051 ] ( KK )

æóáóÞóÏú æóÕøóáúäóÇ áóåõãõ ÇáúÞóæúáó áóÚóáøóåõãú íóÊóÐóßøóÑõæäó ﴿ ٥١ ﴾

[ 028.051 ] ( MŞ )

 

[ 028.051 ] ( AY )

Gerçekten o kâfirlere, Kur’ân âyetlerini, birbiri ardınca inzal ve beyan ettik ki, ibret alıp îman etsinler.

[ 028.051 ] ( EO )

Celâlim hakkı için onlar hakkında sözü uladık da uladık ki iyi düşünsünler.

[ 028.051 ] ( ES )

Andolsun ki biz, düşünüp öğüt alsınlar diye, sözü (vahyi) birbiri ardınca ulamışızdır.

[ 028.051 ] ( NQ )

And indeed now We have conveyed the Word (this Qur'an in which is the news of everything to them), in order that they may remember (or receive admonition).

[ 028.052 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó ÂÊóíúäóÇåõãõ ÇáúßöÊóÇÈó ãöäú ÞóÈúáöåö åõãú Èöåö íõÄúãöäõæäó ﴿ ٥٢ ﴾

[ 028.052 ] ( MŞ )

 

[ 028.052 ] ( AY )

Kur’ân’dan evvel kendilerine kitap verdiklerimiz (Abdullah ibni Selâm ve arkadaşları gibi kimseler), Kur’ân’a îman ediyorlar.

[ 028.052 ] ( EO )

Bundan evvel kendilerine kitab verdiklerimiz ona iyman ediyorlar.

[ 028.052 ] ( ES )

Ondan (Kur'ân'dan) önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler.

[ 028.052 ] ( NQ )

Those to whom We gave the Scripture [i.e. the Taurat (Torah) and the Injeel (Gospel), etc.] before it, - they believe in it (the Qur'an).

[ 028.053 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ íõÊúáóì Úóáóíúåöãú ÞóÇáõæÇ ÂãóäøóÇ Èöåö Åöäøóåõ ÇáúÍóÞøõ ãöäú ÑóÈøöäóÇ ÅöäøóÇ ßõäøóÇ ãöäú ÞóÈúáöåö ãõÓúáöãöíäó ﴿ ٥٣ ﴾

[ 028.053 ] ( MŞ )

 

[ 028.053 ] ( AY )

Onlara Kur’ân okunduğu zaman: “ Biz buna îman ettik. Şübhesiz bu, Rabbimiz tarafından inzal edilen hak kelâmdır. Doğrusu biz, Kur’ân bize okunmadan önce de müslüman olmuş kimselerdik.” dediler.

[ 028.053 ] ( EO )

Hem kendilerine tilâvet olunur olunmaz «biz, dediler: buna iyman ettik bu şübhesiz hak, rabbımızdan, biz doğrusu evvelinden müslüman idik.»

[ 028.053 ] ( ES )

Onlara (Kur'ân) okunduğu zaman "O'na iman ettik. Çünkü o, Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de müslüman idik" derler.

[ 028.053 ] ( NQ )

And when it is recited to them, they say: "We believe in it. Verily, it is the truth from our Lord. Indeed even before it we have been from those who submit themselves to Allah in Islam as Muslims (like 'Abdullah bin Salam and Salman Al-Farisi, etc.).

[ 028.054 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó íõÄúÊóæúäó ÃóÌúÑóåõãú ãóÑøóÊóíúäö ÈöãóÇ ÕóÈóÑõæÇ æóíóÏúÑóÁõæäó ÈöÇáúÍóÓóäóÉö ÇáÓøóíøöÆóÉó æóãöãøóÇ ÑóÒóÞúäóÇåõãú íõäúÝöÞõæäó ﴿ ٥٤ ﴾

[ 028.054 ] ( MŞ )

 

[ 028.054 ] ( AY )

İşte bunlara, (hem kendi kitablarına, hem de Kur’ân’a îman hususunda gösterdikleri sebat ve eziyetlere) sabırlarından dolayı mükâfatları iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayra harcarlar.

[ 028.054 ] ( EO )

İşte bunlar ecirlerine iki kerre nâil kılınacaklar, çünkü sabretmişlerdir, hem de kötülüğünü iyilikle def'eyler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayra sarf ederler.

[ 028.054 ] ( ES )

İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükafatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar.

[ 028.054 ] ( NQ )

These will be given their reward twice over, because they are patient, and repel evil with good, and spend (in charity) out of what We have provided them.

[ 028.055 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ ÓóãöÚõæÇ ÇááøóÛúæó ÃóÚúÑóÖõæÇ Úóäúåõ æóÞóÇáõæÇ áóäóÇ ÃóÚúãóÇáõäóÇ æóáóßõãú ÃóÚúãóÇáõßõãú ÓóáÇóãñ Úóáóíúßõãú áÇó äóÈúÊóÛöí ÇáúÌóÇåöáöíäó ﴿ ٥٥ ﴾

[ 028.055 ] ( MŞ )

 

[ 028.055 ] ( AY )

Çirkin söz işittikleri zaman da ondan yüz çevirirler ve şöyle derler: “ Bizim amellerimiz (Allah’a ibâdetlerimiz) bize ve sizin amelleriniz (putlara ibâdetleriniz) size aiddir. Bizden emîn olabilirsiniz, size sövmeyiz. Biz cahilleri arayıb onlarla arkadaş olmayız.”

[ 028.055 ] ( EO )

Ve lâğiv işittikleri zaman ondan yüzlerini çevirirler de «bize kendi amellerimiz size de kendi amelleriniz, selâmün aleyküm Allaha ısmarladık biz cahillik edenleri aramayız» derler.

[ 028.055 ] ( ES )

Onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve "Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri istemeyiz" derler.

[ 028.055 ] ( NQ )

And when they hear Al-Laghw (dirty, false, evil vain talk), they withdraw from it and say: "To us our deeds, and to you your deeds. Peace be to you. We seek not the ignorant."

[ 028.056 ] ( KK )

Åöäøóßó áÇó ÊóåúÏöí ãóäú ÃóÍúÈóÈúÊó æóáóßöäøó Çááøóåó íóåúÏöí ãóäú íóÔóÇÁõ æóåõæó ÃóÚúáóãõ ÈöÇáúãõåúÊóÏöíäó ﴿ ٥٦ ﴾

[ 028.056 ] ( MŞ )

 

[ 028.056 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), şüphesiz sen, her sevdiğine hidâyet veremezsin (onu İslâm’a sokamazsın, ancak tebliğ yaparsın.) Fakat Allah, dilediği kimseye hidâyet verir ve hidâyete kavuşacak olanları, O, daha iyi bilir.

[ 028.056 ] ( EO )

Doğrusu sen sevdiğine hidâyet veremezsin ve lâkin Allah, kimi dilerse hidayet verir ve hidayete irecekleri o, daha iyi bilir.

[ 028.056 ] ( ES )

(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.

[ 028.056 ] ( NQ )

Verily! You (O Muhammad ) guide not whom you like, but Allah guides whom He wills. And He knows best those who are the guided.

[ 028.057 ] ( KK )

æóÞóÇáõæÇ Åöäú äóÊøóÈöÚö ÇáúåõÏóì ãóÚóßó äõÊóÎóØøóÝú ãöäú ÃóÑúÖöäóÇ Ãóæóáóãú äõãóßøöäú áóåõãú ÍóÑóãðÇ ÂãöäðÇ íõÌúÈóì Åöáóíúåö ËóãóÑóÇÊõ ßõáøö ÔóíúÁò ÑöÒúÞðÇ ãöäú áóÏõäøóÇ æóáóßöäøó ÃóßúËóÑóåõãú áÇó íóÚúáóãõæäó ﴿ ٥٧ ﴾

[ 028.057 ] ( MŞ )

 

[ 028.057 ] ( AY )

(Kureyş’liler) dediler ki: “ (Doğrusun amma), eğer biz doğru yola (dinine) uyar, seninle beraber olursak yerimizden (Mekke’den) kovuluruz.” Tarafımızdan bir rızık olarak, onları, çeşitli bir çok mahsüllerin gelip toplanacağı emîn bir Harem’de (içinde Beytullah olan hürmete değer bir yerde) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu (bunların Allah katından bir rızık olduğunu) bilmezler.

[ 028.057 ] ( EO )

Bir de, doğrusun amma biz o doğru yolu tutar seninle beraber olursak derhal yerimizden yurdumuzdan olur çarpılırız dediler, ya biz onlara darül'emân bir haremi mekân kılmadık da mı? Ona ledünnümüzden rızkolarak her şeyin semaralı toplanacak ve lâkin ekserîsi bilmezler.

[ 028.057 ] ( ES )

Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke-i Mükerreme'ye) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.

[ 028.057 ] ( NQ )

And they say: "If we follow the guidance with you, we would be snatched away from our land." Have We not established for them a secure sanctuary (Makkah), to which are brought fruits of all kinds, a provision from Ourselves, but most of them know not.

[ 028.058 ] ( KK )

æóßóãú ÃóåúáóßúäóÇ ãöäú ÞóÑúíóÉò ÈóØöÑóÊú ãóÚöíÔóÊóåóÇ ÝóÊöáúßó ãóÓóÇßöäõåõãú áóãú ÊõÓúßóäú ãöäú ÈóÚúÏöåöãú ÅöáÇøó ÞóáöíáÇð æóßõäøóÇ äóÍúäõ ÇáúæóÇÑöËöíäó ﴿ ٥٨ ﴾

[ 028.058 ] ( MŞ )

 

[ 028.058 ] ( AY )

Biz (böyle) geçimi ile şımarıb azmış nice memleket halkını helâk ettik. İşte meskenleri, (seyahatlerinizde gördüğünüz harabeye dönmüş evleri) ki, kendilerinden sonra pek azı iskân edilmiştir!... Varis olan (bâkî kalan ve hakikî mutasarrıf bulunan) da ancak biz olduk.

[ 028.058 ] ( EO )

Bir de, doğrusun amma biz o doğru yolu tutar seninle beraber olursak derhal yerimizden yurdumuzdan olur çarpılırız dediler, ya biz onlara darül'emân bir haremi mekân kılmadık da mı? Ona ledünnümüzden rızkolarak her şeyin semaralı toplanacak ve lâkin ekserîsi bilmezler.

[ 028.058 ] ( ES )

Biz, maişetleriyle şımarmış nice memleketi helak etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir. Onlara biz varis olmuşuzdur.

[ 028.058 ] ( NQ )

And how many a town (population) have We destroyed, which were thankless for its means of livelihood (disobeyed Allah, and His Messengers, by doing evil deeds and crimes) ! And those are their dwellings, which have not been inhabited after them except a little. And verily! We have been the inheritors.

[ 028.059 ] ( KK )

æóãóÇ ßóÇäó ÑóÈøõßó ãõåúáößó ÇáúÞõÑóì ÍóÊøóì íóÈúÚóËó Ýöí ÃõãøöåóÇ ÑóÓõæáÇð íóÊúáõæÇ Úóáóíúåöãú ÂíóÇÊöäóÇ æóãóÇ ßõäøóÇ ãõåúáößöí ÇáúÞõÑóì ÅöáÇøó æóÃóåúáõåóÇ ÙóÇáöãõæäó ﴿ ٥٩ ﴾

[ 028.059 ] ( MŞ )

 

[ 028.059 ] ( AY )

Senin Rabbin şehirlerin (merkezine) en büyüğüne, halkı üzerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe, o memleketler halkını helâk edici değildir. Biz ahâlisi zalim (kâfir) olan memleketlerden başkasını helâk edici değiliz.

[ 028.059 ] ( EO )

Hem rabbın memleketleri, ana noktasında kendilerine âyetlerimizi okur bir Resul göndermedikçe helâk edici değiller, hem de biz o memleketleri hep ahalisinin zulümleri halinde helâk etmişizdir.

[ 028.059 ] ( ES )

Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezlerine göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz, ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir

[ 028.059 ] ( NQ )

And never will your Lord destroy the towns (populations) until He sends to their mother town a Messenger reciting to them Our Verses. And never would We destroy the towns unless the people thereof are Zalimun (polytheists, wrong-doers, disbelievers in the Oneness of Allah, oppressors and tyrants).

[ 028.060 ] ( KK )

æóãóÇ ÃõæÊöíÊõãú ãöäú ÔóíúÁò ÝóãóÊóÇÚõ ÇáúÍóíóÇÉö ÇáÏøõäúíóÇ æóÒöíäóÊõåóÇ æóãóÇ ÚöäúÏó Çááøóåö ÎóíúÑñ æóÃóÈúÞóì ÃóÝóáÇó ÊóÚúÞöáõæäó ﴿ ٦٠ ﴾

[ 028.060 ] ( MŞ )

 

[ 028.060 ] ( AY )

Size (dünya vasıtalarından) verilen şey, (kısa) dünya hayatının istifadesi ve onun süsüdür. Allah katında olan (sevab ve cennet) ise, hem daha hayırlı, hem daha devamlıdır, (dünya nimetleri gibi sona ermez). Artık (bâkînin faniden daha hayırlı olduğunu anlayıb) akıllanmıyacak mısınız?

[ 028.060 ] ( EO )

Hem size hangi bir şey verilmişse sırf Dünya hayatın geçici metaı ve ziynetidir, Allah yanındaki ise hem daha hayırlı hem bekalıdır, artık akıl etmez misiniz?

[ 028.060 ] ( ES )

Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve debdebesidir. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ buna aklınız ermeyecek mi?

[ 028.060 ] ( NQ )

And whatever you have been given is an enjoyment of the life of (this) world and its adornment, and that (Hereafter) which is with Allah is better and will remain forever. Have you then no sense?

[ 028.061 ] ( KK )

ÃóÝóãóäú æóÚóÏúäóÇåõ æóÚúÏðÇ ÍóÓóäðÇ Ýóåõæó áÇóÞöíåö ßóãóäú ãóÊøóÚúäóÇåõ ãóÊóÇÚó ÇáúÍóíóÇÉö ÇáÏøõäúíóÇ Ëõãøó åõæó íóæúãó ÇáúÞöíóÇãóÉö ãöäó ÇáúãõÍúÖóÑöíäó ﴿ ٦١ ﴾

[ 028.061 ] ( MŞ )

 

[ 028.061 ] ( AY )

Kendisine (cennet gibi) güzel bir vaidde biz bulunub da, kıyâmette ona kavuşan kimse, hiç geçici dünya hayatının zevkini kendisine taddırdığımız kimse gibi olur mu ki, sonra da kıyâmet günü, ateşe hazırlananlardan olacaktır?

[ 028.061 ] ( EO )

Ya şimdi kendisine güzel bir va'd va'dettiğimiz ve binaenaleyh ona irecek olan kimse hiç o kendisine Dünya hayatın geçici zevkına yaşattığımız, sonra Kıyamet günü o ihzar edilenlerden olacak kimse gibi olur mu?

[ 028.061 ] ( ES )

Şu halde, kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz, ardından ona kavuşan kimse, (sırf) dünya hayatının geçici zevkini yaşattığımız ve sonra kıyamet gününde (azab için) huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?

[ 028.061 ] ( NQ )

Is he whom We have promised an excellent promise (Paradise), which he will find true, like him whom We have made to enjoy the luxuries of the life of (this) world, then on the Day of Resurrection, he will be among those brought up (to be punished in the Hell-fire)?

[ 028.062 ] ( KK )

æóíóæúãó íõäóÇÏöíåöãú ÝóíóÞõæáõ Ãóíúäó ÔõÑóßóÇÆöíó ÇáøóÐöíäó ßõäúÊõãú ÊóÒúÚõãõæäó ﴿ ٦٢ ﴾

[ 028.062 ] ( MŞ )

 

[ 028.062 ] ( AY )

Kıyâmet gününde (Allah o müşriklere) nida edip şöyle buyuracaktır: “ Nerede, kendilerini ortaklarım diye zannettikleriniz?”

[ 028.062 ] ( EO )

Hele onlara haykırıb da «nerede o zu'mettiğiniz şeriklerim» diyeceği gün...

[ 028.062 ] ( ES )

O gün Allah onları çağırarak, "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz, hani nerede?" diyecektir.

[ 028.062 ] ( NQ )

And (remember) the Day when He will call to them, and say: "Where are My (so-called) partners whom you used to assert?"

[ 028.063 ] ( KK )

ÞóÇáó ÇáøóÐöíäó ÍóÞøó Úóáóíúåöãõ ÇáúÞóæúáõ ÑóÈøóäóÇ åóÄõáÇóÁö ÇáøóÐöíäó ÃóÛúæóíúäóÇ ÃóÛúæóíúäóÇåõãú ßóãóÇ ÛóæóíúäóÇ ÊóÈóÑøóÃúäóÇ Åöáóíúßó ãóÇ ßóÇäõæÇ ÅöíøóÇäóÇ íóÚúÈõÏõæäó ﴿ ٦٣ ﴾

[ 028.063 ] ( MŞ )

 

[ 028.063 ] ( AY )

Üzerlerine azap vacib olanlar şöyle diyecektir:” - Ey Rabbimiz! İşte şu düşükler, azdırdığımız kimseler. Biz nasıl azmışsak onları da öyle azdırdık, (hak yoldan çıkardık). Onların seçtiği küfürden beri olup sana döndük. Aslında onlar bize tapmıyorlardı (ancak hevalarına uyuyorlardı).”

[ 028.063 ] ( EO )

Aleyhlerinde söz hakk olmuş olanlar şöyle demektedir: ey bizim yegâne rabbımız! daha işte şunlar: o azdırdığımız kimseler, biz onları kendi azdığımız gibi azdırdık sana teberri ettik onlar bizlere tapmıyorlardı.

[ 028.063 ] ( ES )

(O gün) haklarında azaba itilme, hükmü gerçekleşen kimseler, "Rabbimiz! Biz nasıl azmışsak, işte bu azmışları da öylece azdırdık. (Onların suçlarından) beri olduğumuzu sana arzederiz. Zaten onlar aslında bizlere tapmıyorlardı." derler.

[ 028.063 ] ( NQ )

Those about whom the Word will have come true (to be punished) will say: "Our Lord! These are they whom we led astray. We led them astray, as we were astray ourselves. We declare our innocence (from them) before You. It was not us they worshipped."

[ 028.064 ] ( KK )

æóÞöíáó ÇÏúÚõæÇ ÔõÑóßóÇÁóßõãú ÝóÏóÚóæúåõãú Ýóáóãú íóÓúÊóÌöíÈõæÇ áóåõãú æóÑóÃóæõÇ ÇáúÚóÐóÇÈó áóæú Ãóäøóåõãú ßóÇäõæÇ íóåúÊóÏõæäó ﴿ ٦٤ ﴾

[ 028.064 ] ( MŞ )

 

[ 028.064 ] ( AY )

Müşriklere şöyle denecek: “ (azaptan kurtulmanız için) yalvarın bakalım ortaklarınıza (putlarınıza).” Onlar da yalvaracaklar, fakat kendilerine karşılık vermiyecekler, (hiç bir yardımda bulunamıyacaklardır. Öncüler ve düşükler hepsi) azabı göreceklerdir. Önceden onlar hakkı kabul edip hidâyete ereydiler ya!...

[ 028.064 ] ( EO )

Bir de haydin yalvarın bakalım şeriklerinize denilmiştir, binaenaleyh yalvarmışlardır fakat kendilerine icabet etmemişler ve azâbı görmüşlerdir, vaktiyle hakkı görselerdi ya.

[ 028.064 ] ( ES )

(Allah'a koştuğunuz) ortaklarınızı çağırın! denir, onlar da çağırırlar; fakat kendilerine cevap vermezler ve (karşılarında) azabı görürler. Ne olurdu (dünyada iken) doğru yola girselerdi!

[ 028.064 ] ( NQ )

And it will be said (to them): "Call upon your (so-called) partners (of Allah), and they will call upon them, but they will give no answer to them, and they will see the torment. (They will then wish) if only they had been guided!

[ 028.065 ] ( KK )

æóíóæúãó íõäóÇÏöíåöãú ÝóíóÞõæáõ ãóÇÐóÇ ÃóÌóÈúÊõãú ÇáúãõÑúÓóáöíäó ﴿ ٦٥ ﴾

[ 028.065 ] ( MŞ )

 

[ 028.065 ] ( AY )

O kıyâmet günü Allah kâfirlere nida edip şöyle buyuracaktır: “ Size gönderilen peygamberlere (davetlerine karşı) ne cevab verdiniz?”

[ 028.065 ] ( EO )

Ve hele onlara haykırıb da gönderilen Peygamberlere ne cevap verdiniz diyeceği gün.

[ 028.065 ] ( ES )

O gün Allah onları çağırıp "Peygamberlere ne cevap verdiniz?" diyecektir.

[ 028.065 ] ( NQ )

And (remember) the Day (Allah) will call to them, and say: "What answer gave you to the Messengers?"

[ 028.066 ] ( KK )

ÝóÚóãöíóÊú Úóáóíúåöãõ ÇáúÃóäúÈóÇÁõ íóæúãóÆöÐò Ýóåõãú áÇó íóÊóÓóÇÁóáõæäó ﴿ ٦٦ ﴾

[ 028.066 ] ( MŞ )

 

[ 028.066 ] ( AY )

Artık o gün, cevap vermek onlara kapanmıştır, birbirlerine de (verilecek cevabı veya beyan edilecek özrü) soramazlar.

[ 028.066 ] ( EO )

Artık o gün onlara bütün haberler kör olmuştur, o vakıt onlar artık birbirlerine de soruşmazlar.

[ 028.066 ] ( ES )

İşte o gün onlara bütün haberler kapkaranlık olmuştur; onlar birbirlerine de soramayacaklardır.

[ 028.066 ] ( NQ )

Then the news of a good answer will be obscured to them on that day, and they will not be able to ask one another.

[ 028.067 ] ( KK )

ÝóÃóãøóÇ ãóäú ÊóÇÈó æóÂãóäó æóÚóãöáó ÕóÇáöÍðÇ ÝóÚóÓóì Ãóäú íóßõæäó ãöäó ÇáúãõÝúáöÍöíäó ﴿ ٦٧ ﴾

[ 028.067 ] ( MŞ )

 

[ 028.067 ] ( AY )

Fakat küfürden tevbe edip de îman eden ve sâlih amel işliyen kimse, zafere kavuşanlardan olmayı umabilir.

[ 028.067 ] ( EO )

Amma tevbe ve iyman edip salâh ile çalışan kimse işte o felâh bulanlardan olmayı umabilir.

[ 028.067 ] ( ES )

Fakat tevbe ederek, iman edip iyi işler yapan kimseye gelince, o, kurtuluşa erenler arasında olmayı umabilir.

[ 028.067 ] ( NQ )

But as for him who repented (from polytheism and sins, etc.), believed (in the Oneness of Allah, and in His Messenger Muhammad ), and did righteous deeds (in the life of this world), then he will be among those who are successful.

[ 028.068 ] ( KK )

æóÑóÈøõßó íóÎúáõÞõ ãóÇ íóÔóÇÁõ æóíóÎúÊóÇÑõ ãóÇ ßóÇäó áóåõãõ ÇáúÎöíóÑóÉõ ÓõÈúÍóÇäó Çááøóåö æóÊóÚóÇáóì ÚóãøóÇ íõÔúÑößõæäó ﴿ ٦٨ ﴾

[ 028.068 ] ( MŞ )

 

[ 028.068 ] ( AY )

Rabbin dilediğini yaratır ve seçer (istediğini peygamber yapar, Mekke’li elebaşların istediği olamaz). İrade (dilemede) serbestlik onların değil; (ancak Allah’ındır). Allah (bir kimsenin kendisi üzerine irade sahibi olmasından) münezzehtir ve onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

[ 028.068 ] ( EO )

Rabbın dilediğini yaratır ve ihtiyar eyler, muhayyerlik onların değil, sübhan o Allah ve çok yüksek onların şirkinden.

[ 028.068 ] ( ES )

Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve şanı yücedir.

[ 028.068 ] ( NQ )

And your Lord creates whatsoever He wills and chooses, no choice have they (in any matter). Glorified be Allah, and exalted above all that they associate as partners (with Him).

[ 028.069 ] ( KK )

æóÑóÈøõßó íóÚúáóãõ ãóÇ Êõßöäøõ ÕõÏõæÑõåõãú æóãóÇ íõÚúáöäõæäó ﴿ ٦٩ ﴾

[ 028.069 ] ( MŞ )

 

[ 028.069 ] ( AY )

(Allah’ın peygamberine besledikleri kinden) kalplerinin ne sakladığını ve ne açıkladıklarını Rabbin hep bilir.

[ 028.069 ] ( EO )

Hem rabbın bilir onların sîneleri ne saklıyor ve de i'lân ediyorlar.

[ 028.069 ] ( ES )

Rabbin, onların, sinelerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.

[ 028.069 ] ( NQ )

And your Lord knows what their breasts conceal, and what they reveal.

[ 028.070 ] ( KK )

æóåõæó Çááøóåõ áÇó Åöáóåó ÅöáÇøó åõæó áóåõ ÇáúÍóãúÏõ Ýöí ÇáúÃõæáóì æóÇáúÂÎöÑóÉö æóáóåõ ÇáúÍõßúãõ æóÅöáóíúåö ÊõÑúÌóÚõæäó ﴿ ٧٠ ﴾

[ 028.070 ] ( MŞ )

 

[ 028.070 ] ( AY )

O, öyle Allah’dır ki, kendisinden başka hiç bir İlâh yoktur. Dünyada ve Âhirette hamd O’na mahsustur ve (her şeyde geçerli) hüküm de O’nundur. Nihâyet döndürülüb O’na götürüleceksiniz.

[ 028.070 ] ( EO )

Allah o, başka tanrı yok ancak o, önünde sonunda hamd onun, huküm onun, nihayet döndürülüp ona götürüleceksiniz.

[ 028.070 ] ( ES )

İşte O, Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.

[ 028.070 ] ( NQ )

And He is Allah; La ilaha illa Huwa (none has the right to be worshipped but He). His is all praise, in the first (i.e. in this world) and in the last (i.e.in the Hereafter). And for Him is the Decision, and to Him shall you (all) be returned.

[ 028.071 ] ( KK )

Þõáú ÃóÑóÃóíúÊõãú Åöäú ÌóÚóáó Çááøóåõ Úóáóíúßõãõ Çááøóíúáó ÓóÑúãóÏðÇ Åöáóì íóæúãö ÇáúÞöíóÇãóÉö ãóäú Åöáóåñ ÛóíúÑõ Çááøóåö íóÃúÊöíßõãú ÈöÖöíóÇÁò ÃóÝóáÇó ÊóÓúãóÚõæäó ﴿ ٧١ ﴾

[ 028.071 ] ( MŞ )

 

[ 028.071 ] ( AY )

(Ey Resûlüm, Mekke halkına) de ki: “ Eğer Allah kıyâmete kadar devamlı olarak geceyi üzerinize (karanlık) bıraksa, Allah’dan başka, size bir aydınlık getirecek ilâh kimdir, (ey kâfirler topluluğu) ne dersiniz? Hâlâ dinleyip kabul etmiyecek misiniz?”

[ 028.071 ] ( EO )

De ki: söyleyin bakayım eğer Allah üzerinizde geceyi Kıyamet gününe kadar sermedî kılarsa size bir zıya getirecek Allahın gayri tanrı kim? Halâ dinlemiyecek misiniz?

[ 028.071 ] ( ES )

(Resulüm!) De ki: "Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi tâ kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka size ışık getirecek tanrı kimdir? Hâlâ işitmeyecek misiniz?

[ 028.071 ] ( NQ )

Say (O Muhammad ): "Tell me! If Allah made night continuous for you till the Day of Resurrection, who is an ilah (a god) besides Allah who could bring you light? Will you not then hear?"

[ 028.072 ] ( KK )

Þõáú ÃóÑóÃóíúÊõãú Åöäú ÌóÚóáó Çááøóåõ Úóáóíúßõãõ ÇáäøóåóÇÑó ÓóÑúãóÏðÇ Åöáóì íóæúãö ÇáúÞöíóÇãóÉö ãóäú Åöáóåñ ÛóíúÑõ Çááøóåö íóÃúÊöíßõãú Èöáóíúáò ÊóÓúßõäõæäó Ýöíåö ÃóÝóáÇó ÊõÈúÕöÑõæäó ﴿ ٧٢ ﴾

[ 028.072 ] ( MŞ )

 

[ 028.072 ] ( AY )

De ki: “Eğer Allah kıyâmet gününe kadar, devamlı olarak gündüzü üzerinize bırakacak olsa, Allah’dan başka, size içinde dinleneceğiniz bir geceyi getirecek ilâh kimdir, ne dersiniz? (Üzerinde bulunduğunuz hatayı) halâ görmiyecek misiniz?”

[ 028.072 ] ( EO )

De ki: haber verin bakayım eğer Allah üzerinizde gündüzü kadar sermedî kılarsa size içinde dinleyeceğiniz bir gece getirecek Allahın gayri tanrı kim? Hâlâ görmiyecek misiniz?

[ 028.072 ] ( ES )

De ki: "Haber verin bakayım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek tanrı kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?"

[ 028.072 ] ( NQ )

Say (O Muhammad ): "Tell me! If Allah made day continuous for you till the Day of Resurrection, who is an ilah (a god) besides Allah who could bring you night wherein you rest? Will you not then see?"

[ 028.073 ] ( KK )

æóãöäú ÑóÍúãóÊöåö ÌóÚóáó áóßõãú Çááøóíúáó æóÇáäøóåóÇÑó áöÊóÓúßõäõæÇ Ýöíåö æóáöÊóÈúÊóÛõæÇ ãöäú ÝóÖúáöåö æóáóÚóáøóßõãú ÊóÔúßõÑõæäó ﴿ ٧٣ ﴾

[ 028.073 ] ( MŞ )

 

[ 028.073 ] ( AY )

O’nun rahmetindendir ki, sizin için geceyi ve gündüzü yaratmış, içinde istirahat edesiniz ve fazlından (rızkını) arayasınız diye... Olur ki (gece ile gündüzde bulunan Allah’ın nimetlerine) şükredersiniz.

[ 028.073 ] ( EO )

Ve hele onlara haykırıp ta nerede o zu'mettiğiniz şeriklerim diyeceği gün.

[ 028.073 ] ( ES )

Rahmetinden dolayı, Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki geceleyin dinlenesiniz (gündüzün) ise O'nun lütuf ve kereminden (rızkınızı) arayasınız. Umulur ki şükredersiniz.

[ 028.073 ] ( NQ )

It is out of His Mercy that He has put for you night and day, that you may rest therein (i.e. during the night) and that you may seek of His Bounty (i.e. during the day), and in order that you may be grateful.

[ 028.074 ] ( KK )

æóíóæúãó íõäóÇÏöíåöãú ÝóíóÞõæáõ Ãóíúäó ÔõÑóßóÇÆöíó ÇáøóÐöíäó ßõäúÊõãú ÊóÒúÚõãõæäó ﴿ ٧٤ ﴾

[ 028.074 ] ( MŞ )

 

[ 028.074 ] ( AY )

Kıyâmet gününde onlara (müşriklere, Allah) nida edip şöyle buyuracak: “ Nerede, kendilerini ortaklarım diye zannettikleriniz?”

[ 028.074 ] ( EO )

Ve hele onlara haykırıp ta nerede o zu'mettiğiniz şeriklerim diyeceği gün.

[ 028.074 ] ( ES )

Ve hele o gün Allah onları çağırarak: "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani, nerede?" diyecektir.

[ 028.074 ] ( NQ )

And (remember) the Day when He (your Lord Allah) will call them (those who worshipped others along with Allah), and will say: "Where are My (so-called) partners, whom you used to assert?"

[ 028.075 ] ( KK )

æóäóÒóÚúäóÇ ãöäú ßõáøö ÃõãøóÉò ÔóåöíÏðÇ ÝóÞõáúäóÇ åóÇÊõæÇ ÈõÑúåóÇäóßõãú ÝóÚóáöãõæÇ Ãóäøó ÇáúÍóÞøó áöáøóåö æóÖóáøó Úóäúåõãú ãóÇ ßóÇäõæÇ íóÝúÊóÑõæäó ﴿ ٧٥ ﴾

[ 028.075 ] ( MŞ )

 

[ 028.075 ] ( AY )

(O gün) her ümmetten (peygamberlerini) birer şahid çıkaracağız da: “ (Ey peygamberleri yalanlıyan ümmetler, yolunuzun hak olduğuna ve ortaklarım bulunduğuna dair) delilinizi getirin.” diyeceğiz. O vakit (her ümmet), hak Allah’ın olduğunu bilecektir ve uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıb kaybolacaktır.

[ 028.075 ] ( EO )

Hem her ümmetten birer şâhid çıkardık ta haydin bürhanınızı dedik mi o vakıt hakk Allahın olduğunu bilmişler ve o uydurdukları şeyler kendilerinden gaib olup gitmişlerdir.

[ 028.075 ] ( ES )

(O gün) her ümmetten bir şahit çıkarır, "Haydin, kesin delilinizi getirin!" deriz. O zaman bilirler ki, hakikat Allah'a aittir ve uydurageldikleri şeyler (putlar) de kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır.

[ 028.075 ] ( NQ )

And We shall take out from every nation a witness, and We shall say: "Bring your proof." Then they shall know that the truth is with Allah (Alone), and the lies (false gods) which they invented will disappear from them.

[ 028.076 ] ( KK )

Åöäøó ÞóÇÑõæäó ßóÇäó ãöäú Þóæúãö ãõæÓóì ÝóÈóÛóì Úóáóíúåöãú æóÂÊóíúäóÇåõ ãöäó ÇáúßõäõæÒö ãóÇ Åöäøó ãóÝóÇÊöÍóåõ áóÊóäõæÁõ ÈöÇáúÚõÕúÈóÉö Ãõæáöí ÇáúÞõæøóÉö ÅöÐú ÞóÇáó áóåõ Þóæúãõåõ áÇó ÊóÝúÑóÍú Åöäøó Çááøóåó áÇó íõÍöÈøõ ÇáúÝóÑöÍöíäó ﴿ ٧٦ ﴾

[ 028.076 ] ( MŞ )

 

[ 028.076 ] ( AY )

Gerçekten Karûn, Mûsa’nın kavminden idi de onlara karşı azgınlık etmişti. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir toplulukla (zorla) taşınıyordu. O vakit (Mûsa’nın) kavmi, ona şöyle demişti: “ Gururlanıb şımarma, Çünkü Allah, (dünya malı ile) şımaranları sevmez.

[ 028.076 ] ( EO )

Hakıkaten Karûn Musânın kavminden idi de onlara karşı bağyetmiş idi, ona öyle hazîneler vermiştik ki anahtarları cidden güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu, o vakıt kavmı ona şöyle demişti: güvenme çünkü Allah güvenenleri sevmez.

[ 028.076 ] ( ES )

Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: "Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez."

[ 028.076 ] ( NQ )

Verily, Qarun (Korah) was of Musa's (Moses) people, but he behaved arrogantly towards them. And We gave him of the treasures, that of which the keys would have been a burden to a body of strong men. When his people said to him: "Do not be glad (with ungratefulness to Allah's Favours). Verily! Allah likes not those who are glad (with ungratefulness to Allah's Favours).

[ 028.077 ] ( KK )

æóÇÈúÊóÛö ÝöíãóÇ ÂÊóÇßó Çááøóåõ ÇáÏøóÇÑó ÇáúÂÎöÑóÉó æóáÇó ÊóäúÓó äóÕöíÈóßó ãöäó ÇáÏøõäúíóÇ æóÃóÍúÓöäú ßóãóÇ ÃóÍúÓóäó Çááøóåõ Åöáóíúßó æóáÇó ÊóÈúÛö ÇáúÝóÓóÇÏó Ýöí ÇáúÃóÑúÖö Åöäøó Çááøóåó áÇó íõÍöÈøõ ÇáúãõÝúÓöÏöíäó ﴿ ٧٧ ﴾

[ 028.077 ] ( MŞ )

 

[ 028.077 ] ( AY )

Allah’ın sana verdiği mal ile Âhiret yurdunu, (cenneti) iste, (servetini hayır yoluna harca). Dünyadan nashibini de unutma, (ihtiyacın kadar sakla). Allah, sana ihsan ettiği gibi, sen de (Allah’ın kullarına) ihsan et. Yeryüzünde fesad arama; Çünkü Allah, fesad çıkaranları sevmez.”

[ 028.077 ] ( EO )

Ve Allahın sana bu vergisi içinde sen Âhıret evini ara ve Dünyadan nasîbini unutma da Allahın sana ihsan ettiği gibi ihsan et ve Yeryüzünde fesad arama, çünkü Allah müfsidleri sevmez.

[ 028.077 ] ( ES )

Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.

[ 028.077 ] ( NQ )

But seek, with that (wealth) which Allah has bestowed on you, the home of the Hereafter, and forget not your portion of legal enjoyment in this world, and do good as Allah has been good to you, and seek not mischief in the land. Verily, Allah likes not the Mufsidun (those who commit great crimes and sins, oppressors, tyrants, mischief-makers, corrupts).

[ 028.078 ] ( KK )

ÞóÇáó ÅöäøóãóÇ ÃõæÊöíÊõåõ Úóáóì Úöáúãò ÚöäÏöí Ãóæóáóãú íóÚúáóãú Ãóäøó Çááøóåó ÞóÏú Ãóåúáóßó ãöäú ÞóÈúáöåö ãöäó ÇáÞõÑõæäö ãóäú åõæó ÃóÔóÏøõ ãöäúåõ ÞõæøóÉð æóÃóßúËóÑõ ÌóãúÚðÇ æóáÇó íõÓúÃóáõ Úóäú ÐõäõæÈöåöãõ ÇáúãõÌúÑöãõæäó ﴿ ٧٨ ﴾

[ 028.078 ] ( MŞ )

 

[ 028.078 ] ( AY )

Karûn dediki: “ Bana bu mal, ancak bendeki ilim sayesinde verildi.” Allah’ın, ondan evvel, geçmiş asırlar halkı içinden kuvvetçe ondan daha şiddetli, mal ve etrafça daha çok, nice kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Mücrimler günahlarından da sorulmaz. (Allah günahlarını bilir de cehenneme atılırlar).

[ 028.078 ] ( EO )

Ben ona, sırf bendeki bir ılim sayesinde nâil oldum dedi, Allahın ondan evvel o kurûn içinden kuvvetçe ondan daha şiddetli ve cem'ıyyetce daha kesretli nice kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyormuydu? Mücrimler günahlarından suâl de olunmaz.

[ 028.078 ] ( ES )

Karun ise: "O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi." demiştir. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helak etmişti. Günahkarlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).

[ 028.078 ] ( NQ )

He said: "This has been given to me only because of knowledge I possess." Did he not know that Allah had destroyed before him generations, men who were stronger than him in might and greater in the amount (of riches) they had collected. But the Mujrimun (criminals, disbelievers, polytheists, sinners, etc.) will not be questioned of their sins (because Allah knows them well, so they will be punished without account).

[ 028.079 ] ( KK )

ÝóÎóÑóÌó Úóáóì Þóæúãöåö Ýöí ÒöíäóÊöåö ÞóÇáó ÇáøóÐöíäó íõÑöíÏõæäó ÇáúÍóíóÇÉó ÇáÏøõäíóÇ íóÇáóíúÊó áóäóÇ ãöËúáó ãóÇ ÃõæÊöíó ÞóÇÑõæäõ Åöäøóåõ áóÐõæ ÍóÙøò ÚóÙöíãò ﴿ ٧٩ ﴾

[ 028.079 ] ( MŞ )

 

[ 028.079 ] ( AY )

(Derken bir gün Karûn) zînet ve ihtişamı içinde kavmine karşı çıktı. Dünya hayatını arzu edenler: “ Keşki Karûn’a verilen mal gibi, bizim de olsa! O, gerçekten büyük bir bahtiyardır.” dediler.

[ 028.079 ] ( EO )

Derken ziyneti içinde kavmına karşı huruç etti, Dünya hayati arzu edenler ah, dediler, ne olurdu şu Karûna verilen gibi bizim de olsa! O cidden büyük bir bahtiyar.

[ 028.079 ] ( ES )

Derken Karun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, "Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı. Hakikat şu ki o, çok büyük devlet sahibidir" dediler.

[ 028.079 ] ( NQ )

So he went forth before his people in his pomp. Those who were desirous of the life of the world, said: "Ah, would that we had the like of what Qarun (Korah) has been given? Verily! He is the owner of a great fortune."

[ 028.080 ] ( KK )

æóÞóÇáó ÇáøóÐöíäó ÃõæÊõæÇ ÇáúÚöáúãó æóíúáóßõãú ËóæóÇÈõ Çááøóåö ÎóíúÑñ áöãóäú Âãóäó æóÚóãöáó ÕóÇáöÍðÇ æóáÇó íõáóÞøóÇåóÇ ÅöáÇøó ÇáÕøóÇÈöÑõæäó ﴿ ٨٠ ﴾

[ 028.080 ] ( MŞ )

 

[ 028.080 ] ( AY )

Kendilerine (Âhiret ahvali hakkında) ilim verilenler de şöyle dedi: “ (Ey Karûn gibi, dünyayı istiyenler), yazıklar olsun size! İman edip sâlih amel işliyen için, Allah’ın (cennetteki) sevabı daha hayırlıdır. Ona (cennete ve sevaba ise) ancak ibâdet üzerine sabredenler kavuşur.”

[ 028.080 ] ( EO )

Kendilerine ılim verilmiş olanlar ise yazıklar olsun size dediler: Allahın sevâbı iyman edip salâh ile çalışan kimseler için daha hayırlıdır, ona ise ancak sabredenler kavuşdular.

[ 028.080 ] ( ES )

Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, şöyle dediler: "Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükafatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir."

[ 028.080 ] ( NQ )

But those who had been given (religious) knowledge said: "Woe to you! The Reward of Allah (in the Hereafter) is better for those who believe and do righteous good deeds, and this none shall attain except those who are patient (in following the truth)."

[ 028.081 ] ( KK )

ÝóÎóÓóÝúäóÇ Èöåö æóÈöÏóÇÑöåö ÇáúÃóÑúÖó ÝóãóÇ ßóÇäó áóåõ ãöäú ÝöÆóÉò íóäúÕõÑõæäóåõ ãöäú Ïõæäö Çááøóåö æóãóÇ ßóÇäó ãöäó ÇáãõäúÊóÕöÑöíäó ﴿ ٨١ ﴾

[ 028.081 ] ( MŞ )

 

[ 028.081 ] ( AY )

Nihâyet Karûn’u, hem de sarayı ile yere geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek bir cemâatı yoktu onun. Allah’ın azabından kendini kurtarıcılardan da olmadı.

[ 028.081 ] ( EO )

Derken biz onu hem de sarayı ile yere geçiriverdik o vakıt Allaha karşı yardımına gelecek tarafdarları da olmadı, kendini kurtaracaklardan da değildi.

[ 028.081 ] ( ES )

Derken biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek taraftarları olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.

[ 028.081 ] ( NQ )

So We caused the earth to swallow him and his dwelling place. Then he had no group or party to help him against Allah, nor was he one of those who could save themselves.

[ 028.082 ] ( KK )

æóÃóÕúÈóÍó ÇáøóÐöíäó ÊóãóäøóæúÇ ãóßóÇäóåõ ÈöÇáúÃóãúÓö íóÞõæáõæäó æóíúßóÃóäøó Çááøóåó íóÈúÓõØõ ÇáÑøöÒúÞó áöãóäú íóÔóÇÁõ ãöäú ÚöÈóÇÏöåö æóíóÞúÏöÑõ áóæúáÇó Ãóäú ãóäøó Çááøóåõ ÚóáóíúäóÇ áóÎóÓóÝó ÈöäóÇ æóíúßóÃóäøóåõ áÇó íõÝúáöÍõ ÇáúßóÇÝöÑõæäó ﴿ ٨٢ ﴾

[ 028.082 ] ( MŞ )

 

[ 028.082 ] ( AY )

Dün onun mal ve saltanatını temenni edenler, şöyle demeğe başladılar: “ Vay, demek ki, Allah dilediği kimsenin rızkını genişletiyor ve daraltıyor. Eğer Allah bize lütuf etmeseydi, bizi de batırmıştı! Vay, demek ki hakikat şu: Kâfirler asla kurtulmıyacak!...”

[ 028.082 ] ( EO )

Dün onun mevkıini temenni edenler de bu sabah şöyle diyorlardı: vayy be, demek ki Allah rızkı kullarından dilediğine seriyor ve kısıyor, eğer Allah bize lûtf etmese idi bizi de batırmıştı, âyy demek ki hakıkat bu: kâfirler felâh bulmıyacak.

[ 028.082 ] ( ES )

Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler de: "Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı çok da, az da verir. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkârcılar iflah olmazmış" demeye başladılar.

[ 028.082 ] ( NQ )

And those who had desired (for a position like) his position the day before, began to say: "Know you not that it is Allah Who enlarges the provision or restricts it to whomsoever He pleases of His slaves. Had it not been that Allah was Gracious to us, He could have caused the earth to swallow us up (also)! Know you not that the disbelievers will never be successful.

[ 028.083 ] ( KK )

Êöáúßó ÇáÏøóÇÑõ ÇáúÂÎöÑóÉõ äóÌúÚóáõåóÇ áöáøóÐöíäó áÇó íõÑöíÏõæäó ÚõáõæøðÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö æóáÇó ÝóÓóÇÏðÇ æóÇáúÚóÇÞöÈóÉõ áöáúãõÊøóÞöíäó ﴿ ٨٣ ﴾

[ 028.083 ] ( MŞ )

 

[ 028.083 ] ( AY )

Şu Âhiret yurdunu (cenneti) biz, yeryüzünde ne bir zulüm, ne de bir fesad istemiyen kimselere veririz. İyi akıbet (cennet, Allah’ın razı olmadığı şeylerden) sakınanlarındır.

[ 028.083 ] ( EO )

O Âhıret evi (son yurd) biz onu öyle kimselere veririz ki yer yüzünde ne bir kibir ne de bir fesad istemezler, ve o akıbet korunan müttekılerindir.

[ 028.083 ] ( ES )

İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel akıbet, takva sahiplerinindir.

[ 028.083 ] ( NQ )

That home of the Hereafter (i.e. Paradise), We shall assign to those who rebel not against the truth with pride and oppression in the land nor do mischief by committing crimes. And the good end is for the Muttaqun (pious - see V.2:2).

[ 028.084 ] ( KK )

ãóäú ÌóÇÁó ÈöÇáúÍóÓóäóÉö Ýóáóåõ ÎóíúÑñ ãöäúåóÇæóãóäú ÌóÇÁó ÈöÇáÓøóíøöÆóÉö ÝóáÇó íõÌúÒóì ÇáøóÐöíäó ÚóãöáõæÇ ÇáÓøóíøöÆóÇÊö ÅöáÇøó ãóÇ ßóÇäõæÇ íóÚúãóáõæäó ﴿ ٨٤ ﴾

[ 028.084 ] ( MŞ )

 

[ 028.084 ] ( AY )

Kim hasene (sâlih amel) ile gelirse, ona, ondan daha hayırlısı (bir mükâfat) vardır. Kim de günahla gelirse, artık o kötülükleri yapanlar ancak yaptıklarıyla cezalanır, (cezaları kötülükleri kadar olur).

[ 028.084 ] ( EO )

Her kim hasene ile gelirse o vakıt ona ondan daha hayırlısı var, her kim de seyyie ile gelirse seyyiat yapanlar hep yaptıklariyle cezalanırlar.

[ 028.084 ] ( ES )

Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha üstün karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.

[ 028.084 ] ( NQ )

Whosoever brings good (Islamic Monotheism along with righteous deeds), he shall have the better thereof, and whosoever brings evil (polytheism along with evil deeds) then, those who do evil deeds will only be requited for what they used to do.

[ 028.085 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöí ÝóÑóÖó Úóáóíúßó ÇáúÞõÑúÂäó áóÑóÇÏøõßó Åöáóì ãóÚóÇÏò Þõáú ÑóÈøöí ÃóÚúáóãõ ãóäú ÌóÇÁó ÈöÇáúåõÏóì æóãóäú åõæó Ýöí ÖóáÇóáò ãõÈöíäò ﴿ ٨٥ ﴾

[ 028.085 ] ( MŞ )

 

[ 028.085 ] ( AY )

Muhakkak ki Kur’ân’ı sana inzâl eden (Allah), seni (Âhirete göçmeden önce, hicret ederek içinden çıktığın) Mekke’ye geri çevirecektir. (Ey Resûlüm), de ki: Rabbim, hidâyetle gelen kimseyi ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.

[ 028.085 ] ( EO )

Her halde sana o Kur'anı farz kılan seni muhakkak bir meâda kadar geri getirecektir, de ki: rabbım daha iyi bilir! Hidayetle gelen kim? Açık bir dalâl içinde olan kim?

[ 028.085 ] ( ES )

(Resulüm!) Kur'ân'ı (okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı) sana farz kılan Allah, elbette seni (yine) dönülecek yere döndürecektir. De ki: "Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir."

[ 028.085 ] ( NQ )

Verily, He Who has given you (O Muhammad ) the Qur'an (i.e. ordered you to act on its laws and to preach it to others) will surely bring you back to the Ma'ad (place of return, either to Makkah or to Paradise after your death, etc.). Say (O Muhammad ): "My Lord is Aware of him who brings guidance, and he who is in manifest error."

[ 028.086 ] ( KK )

æóãóÇ ßõäúÊó ÊóÑúÌõæÇ Ãóäú íõáúÞóì Åöáóíúßó ÇáúßöÊóÇÈõ ÅöáÇøó ÑóÍúãóÉð ãöäú ÑóÈøößó ÝóáÇó Êóßõæäóäøó ÙóåöíÑðÇ áöáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٨٦ ﴾

[ 028.086 ] ( MŞ )

 

[ 028.086 ] ( AY )

(Ey Resûlüm) Kur’ân’ın sana vahy olunacağını ummuyordun; ancak Rabbinden bir rahmet (olarak sana indirildi). O hâlde sakın kâfirlere yardımcı olma...

[ 028.086 ] ( EO )

Sen, sana kitab indirileceğini ümid eder değildin fakat rabbından bir rahmet, o halde sakın kâfirlere zahîr olma.

[ 028.086 ] ( ES )

Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun. Bu ancak Rabbinden bir rahmettir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma!

[ 028.086 ] ( NQ )

And you were not expecting that the Book (this Qur'an) would be sent down to you, but it is a mercy from your Lord. So never be a supporter of the disbelievers.

[ 028.087 ] ( KK )

æóáÇó íóÕõÏøõäøóßó Úóäú ÂíóÇÊö Çááøóåö ÈóÚúÏó ÅöÐú ÃõäúÒöáóÊú Åöáóíúßó æóÇÏúÚõ Åöáóì ÑóÈøößó æóáÇó Êóßõæäóäøó ãöäó ÇáúãõÔúÑößöíäó ﴿ ٨٧ ﴾

[ 028.087 ] ( MŞ )

 

[ 028.087 ] ( AY )

Sana indirildikten sonra, sakın Allah’ın âyetlerinden, (onları okuyup gereği üzre amel etmekten) seni çevirmesinler. Rabbine (ibâdete) çağır ve kat’iyyen müşriklerden olma...

[ 028.087 ] ( EO )

Ve sakın sana indirildikten sonra Allahın Âyatından seni çevirmesinler, hemen rabbına da'vet et ve sakın müşriklerden olma.

[ 028.087 ] ( ES )

Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!

[ 028.087 ] ( NQ )

And let them not turn you (O Muhammad ) away from (preaching) the Ayat (revelations and verses) of Allah after they have been sent down to you, and invite (men) to (believe in) your Lord [i.e: in the Oneness (Tauhid) of Allah (1) Oneness of the Lordship of Allah; (2) Oneness of the worship of Allah; (3) Oneness of the Names and Qualities of Allah], and be not of Al-Mushrikun (those who associate partners with Allah, e.g. polytheists, pagans, idolaters, those who disbelieve in the Oneness of Allah and deny the Prophethood of Messenger Muhammad ).

[ 028.088 ] ( KK )

æóáÇó ÊóÏúÚõ ãóÚó Çááøóåö ÅöáóåðÇ ÂÎóÑó áÇó Åöáóåó ÅöáÇøó åõæó ßõáøõ ÔóíúÁò åóÇáößñ ÅöáÇøó æóÌúåóåõ áóåõ ÇáúÍõßúãõ æóÅöáóíúåö ÊõÑúÌóÚõæäó ﴿ ٨٨ ﴾

[ 028.088 ] ( MŞ )

 

[ 028.088 ] ( AY )

Allah ile beraber başka bir ilâha ibâdet etme. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur!... O’nun zatından başka her şey yokluğa mahkumdur. (Geçerli) hüküm ancak O’nundur ve (öldükten sonra) hep O’na döndürüleceksiniz.

[ 028.088 ] ( EO )

Allahın yanında diğer bir tanrıya daha çağırma, başka tanrı yok ancak o, onun vechinden başka her şey helâktedir, huküm onun ve nihayet döndürülüb ona götürüleceksiniz.

[ 028.088 ] ( ES )

Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapıp yalvarma! O'ndan başka tanrı yoktur. O'nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz.

[ 028.088 ] ( NQ )

And invoke not any other ilah (god) along with Allah, La ilaha illa Huwa (none has the right to be worshipped but He). Everything will perish save His Face. His is the Decision, and to Him you (all) shall be returned.