KEHF SURESİ

[ 018.001 ] ( KK )

ÇóáúÍóãúÏõ áöáøóåö ÇáøóÐöí ÃóäúÒóáó Úóáóì ÚóÈúÏöåö ÇáúßöÊóÇÈó æóáóãú íóÌúÚóáú áóåõ ÚöæóÌóÇ ﴿ ١ ﴾

[ 018.001 ] ( MŞ )

 

[ 018.001 ] ( AY )

Hamd o Allah’a mahsustur ki, kulu Muhammed’e (aleyhisselâma) Kur’ân’ı indirdi, onun mâna ve lâfzında bir çarpıklık yapmadı.

[ 018.001 ] ( EO )

Hamd o Allaha ki kuluna kitab indirdi, hem ona hiç bir yamıklık yapmaksızın.

[ 018.001 ] ( ES )

Hamd, o Allah'a mahsustur ki kulu (Muhammed'e) kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı.

[ 018.001 ] ( NQ )

All the praises and thanks be to Allah, Who has sent down to His slave (Muhammad ) the Book (the Qur'an), and has not placed therein any crookedness.

[ 018.002 ] ( KK )

ÞóíøöãðÇ áöíõäúÐöÑó ÈóÃúÓðÇ ÔóÏöíÏðÇ ãöäú áóÏõäúåõ æóíõÈóÔøöÑó ÇáúãõÄúãöäöíäó ÇáøóÐöíäó íóÚúãóáõæäó ÇáÕøóÇáöÍóÇÊö Ãóäøó áóåõãú ÃóÌúÑðÇ ÍóÓóäðÇ ﴿ ٢ ﴾

[ 018.002 ] ( MŞ )

 

[ 018.002 ] ( AY )

Dosdoğru olarak kendi katından imansızlıkları şiddetli bir azap ile korkutmak ve sâlih ameller işliyen mü'minlere güzel bir ecir (cennet) olduğunu müjdelemek için yaptı.

[ 018.002 ] ( EO )

Dosdoğru, ledünnünden şiddetli bir beis ile inzar etmek, ve salih salih ameller yapan mü'minlere şunu müjdelemek için ki kendilerine cidden güzel bir ecir var.

[ 018.002 ] ( ES )

Onu dosdoğru (bir kitap) olarak (indirdi) ki katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve yararlı işler yapan müminlere kendileri için güzel bir mükafat bulunduğunu müjdelesin.

[ 018.002 ] ( NQ )

(He has made it) Straight to give warning (to the disbelievers) of a severe punishment from Him, and to give glad tidings to the believers (in the Oneness of Allah Islamic Monotheism), who work righteous deeds, that they shall have a fair reward (i.e. Paradise).

[ 018.003 ] ( KK )

ãóÇßöËöíäó Ýöíåö ÃóÈóÏðÇ ﴿ ٣ ﴾

[ 018.003 ] ( MŞ )

 

[ 018.003 ] ( AY )

Ebediyyen orada (cennet’de) kalacaklardır.

[ 018.003 ] ( EO )

Ebediyyen onda arâm edecekler.

[ 018.003 ] ( ES )

Onlar orada sürekli kalacaklardır.

[ 018.003 ] ( NQ )

They shall abide therein forever.

[ 018.004 ] ( KK )

æóíõäúÐöÑó ÇáøóÐöíäó ÞóÇáõæÇ ÇÊøóÎóÐó Çááøóåõ æóáóÏðÇ ﴿ ٤ ﴾

[ 018.004 ] ( MŞ )

 

[ 018.004 ] ( AY )

Bir de “Allah çocuk edindi” diyenleri (azabla) korkutmak için yapmıştır.

[ 018.004 ] ( EO )

Hem şunları inzar etmek için ki «Allah veled edindi» demekteler.

[ 018.004 ] ( ES )

Ve "Allah çocuk edindi" diyenleri de uyarsın.

[ 018.004 ] ( NQ )

And to warn those (Jews, Christians, and pagans) who say, "Allah has begotten a son (or offspring or children)."

[ 018.005 ] ( KK )

ãóÇ áóåõãú Èöåö ãöäú Úöáúãò æóáÇó áöÂÈóÇÆöåöãú ßóÈõÑóÊú ßóáöãóÉð ÊóÎúÑõÌõ ãöäú ÃóÝúæóÇåöåöãú Åöäú íóÞõæáõæäó ÅöáÇøó ßóÐöÈðÇ ﴿ ٥ ﴾

[ 018.005 ] ( MŞ )

 

[ 018.005 ] ( AY )

Allah çocuk edindiğine dair ne kendilerinin bir ilmi vardır, ne de (taklid ettikleri) babalarının. Ağızlarından çıkan o söz ne büyük!... Onlar, ancak yalan söylüyorlar.

[ 018.005 ] ( EO )

Buna dâir ne kendilerinin ılmi vardır ne de babalarının, o ne büyük bir kelime ki ağızlarından çıkıyor, sırf bir yalan söylüyorlar.

[ 018.005 ] ( ES )

Bu hususta ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne büyük bir iftiradır. Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.

[ 018.005 ] ( NQ )

No knowledge have they of such a thing, nor had their fathers. Mighty is the word that comes out of their mouths [i.e. He begot (took) sons and daughters]. They utter nothing but a lie.

[ 018.006 ] ( KK )

ÝóáóÚóáøóßó ÈóÇÎöÚñ äóÝúÓóßó Úóáóì ÂËóÇÑöåöãú Åöäú áóãú íõÄúãöäõæÇ ÈöåóÐóÇ ÇáúÍóÏöíËö ÃóÓóÝðÇ ﴿ ٦ ﴾

[ 018.006 ] ( MŞ )

 

[ 018.006 ] ( AY )

Şimdi bu Kur’ân’a îman etmezlerse, belki arkalarından esef ederek kendini üzeceksin.

[ 018.006 ] ( EO )

Şimdi bu söze inanmazlarsa belki arkalarından esef ile kendini üzeceksin.

[ 018.006 ] ( ES )

(Ey Muhammed!) Demek onlar, bu söze (kitaba) inanmazlarsa, onların peşinde üzüle üzüle kendini helak edeceksin!

[ 018.006 ] ( NQ )

Perhaps, you, would kill yourself (O Muhammad ) in grief, over their footsteps (for their turning away from you), because they believe not in this narration (the Qur'an).

[ 018.007 ] ( KK )

ÅöäøóÇ ÌóÚóáúäóÇ ãóÇ Úóáóì ÇáúÃóÑúÖö ÒöíäóÉð áóåóÇ áöäóÈúáõæóåõãú Ãóíøõåõãú ÃóÍúÓóäõ ÚóãóáÇð ﴿ ٧ ﴾

[ 018.007 ] ( MŞ )

 

[ 018.007 ] ( AY )

Biz, yeryüzünde olan şeyleri, yer halkına bir süs yaptık ki, insanların hangisi daha güzel bir amelde bulunacağını imtihan edelim.

[ 018.007 ] ( EO )

Biz Yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık ki insanları imtihan edelim: hangisi daha güzel bir amel yapacak?

[ 018.007 ] ( ES )

Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim.

[ 018.007 ] ( NQ )

Verily! We have made that which is on earth as an adornment for it, in order that We may test them (mankind) as to which of them are best in deeds. [i.e.those who do good deeds in the most perfect manner, that means to do them (deeds) totally for Allah's sake and in accordance to the legal ways of the Prophet ].

[ 018.008 ] ( KK )

æóÅöäøóÇ áóÌóÇÚöáõæäó ãóÇ ÚóáóíúåóÇ ÕóÚöíÏðÇ ÌõÑõÒðÇ ﴿ ٨ ﴾

[ 018.008 ] ( MŞ )

 

[ 018.008 ] ( AY )

Şu da muhakkak ki, biz, yeryüzünde olan şeyleri (süsleri) kupkuru bir toprak yaparız.

[ 018.008 ] ( EO )

Bununla beraber şu da muhakkak ki biz onun üzerinde ne varsa hepsini bir kuru toprak etmekteyiz.

[ 018.008 ] ( ES )

Şüphesiz biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız.

[ 018.008 ] ( NQ )

And verily! We shall make all that is on it (the earth) a bare dry soil (without any vegetation or trees, etc.).

[ 018.009 ] ( KK )

Ãóãú ÍóÓöÈúÊó Ãóäøó ÃóÕúÍóÇÈó ÇáúßóåúÝö æóÇáÑøóÞöíãö ßóÇäõæÇ ãöäú ÂíóÇÊöäóÇ ÚóÌóÈðÇ ﴿ ٩ ﴾

[ 018.009 ] ( MŞ )

 

[ 018.009 ] ( AY )

Yoksa, (ey Resûlüm), uzun zaman mağarada uykuda kalan Kehf ve Rakîm ashâbı, bizim mûcizelerimizden şaşılacak bir şey oldular mı sandın? (Kehf: Geniş mağaraya denir. Rakîm: uykuya dalanların köy adı ve köpeklerinin adıdır. Bir rivâyette de uykuda kalanların adlarının yazılı bulunduğu kitabın ismidir).

[ 018.009 ] ( EO )

Yoksa Eshabı Kehf-ü Rakıym bizim âyâtımızdan bir acîbe oldular mısandın.

[ 018.009 ] ( ES )

Yoksa sen Ashab-ı Kehf'i ve Rakim'i (isimlerinin yazılı bulunduğu taş kitabeyi) şaşılacak âyetlerimizden mi sandın?

[ 018.009 ] ( NQ )

Do you think that the people of the Cave and the Inscription (the news or the names of the people of the Cave) were a wonder among Our Signs?

[ 018.010 ] ( KK )

ÅöÐú Ãóæóì ÇáúÝöÊúíóÉõ Åöáóì ÇáúßóåúÝö ÝóÞóÇáõæÇ ÑóÈøóäóÇ ÂÊöäóÇ ãöäú áóÏõäúßó ÑóÍúãóÉð æóåóíøöÆú áóäóÇ ãöäú ÃóãúÑöäóÇ ÑóÔóÏðÇ ﴿ ١٠ ﴾

[ 018.010 ] ( MŞ )

 

[ 018.010 ] ( AY )

Hatırla ki, o vakit, o genç yiğitler mağaraya sığındılar da şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Bize, tarafından bir rahmet ihsan buyur ve işimizden bize bir başarı hazırla.”

[ 018.010 ] ( EO )

O vakıt ki o genç yiğitler Kehfe çekildiler de şöyle dediler: ya rabbenâ! Bizlere ledünnünden bir rahmet ihsan eyle ve bizim için işimizden bir muvaffakıyyet hazırla.

[ 018.010 ] ( ES )

O gençler mağaraya sığınınca şöyle dediler: "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla."

[ 018.010 ] ( NQ )

(Remember) when the young men fled for refuge (from their disbelieving folk) to the Cave, they said: "Our Lord! Bestow on us mercy from Yourself, and facilitate for us our affair in the right way!"

[ 018.011 ] ( KK )

ÝóÖóÑóÈúäóÇ Úóáóì ÂÐóÇäöåöãú Ýöí ÇáúßóåúÝö Óöäöíäó ÚóÏóÏðÇ ﴿ ١١ ﴾

[ 018.011 ] ( MŞ )

 

[ 018.011 ] ( AY )

Bunun üzerine, nice seneler mağarada üzerlerine uyku bıraktık ve kendilerini (üç yüz dokuz yıl) uyuttuk.

[ 018.011 ] ( EO )

Bunun üzerine müteaddin seneler kehifte kulakları üzerine vurduk.

[ 018.011 ] ( ES )

Bunun üzerine biz de kulaklarını tıkayarak mağarada onları yıllarca uyuttuk.

[ 018.011 ] ( NQ )

Therefore We covered up their (sense of) hearing (causing them, to go in deep sleep) in the Cave for a number of years.

[ 018.012 ] ( KK )

Ëõãøó ÈóÚóËúäóÇåõãú áöäóÚúáóãó Ãóíøõ ÇáúÍöÒúÈóíúäö ÃóÍúÕóì áöãóÇ áóÈöËõæÇ ÃóãóÏðÇ ﴿ ١٢ ﴾

[ 018.012 ] ( MŞ )

 

[ 018.012 ] ( AY )

Sonra onları uyandırdık ki, (mü'min ve kâfir) iki topluluğun hangisi, onların mağarada bekledikleri müddeti daha iyi hesap etmiştir, fiilen bilelim.

[ 018.012 ] ( EO )

Sonra da onları ba'settik ki hep bilelim: iki hızbin hangisi bekledikleri gayeyi iyi hisab etmiş?

[ 018.012 ] ( ES )

Sonra da iki gruptan hangisinin, onların mağarada kaldıkları süreyi daha iyi hesapladığını anlamak için, onları tekrar uyandırdık.

[ 018.012 ] ( NQ )

Then We raised them up (from their sleep), that We might test which of the two parties was best at calculating the time period that they had tarried.

[ 018.013 ] ( KK )

äóÍúäõ äóÞõÕøõ Úóáóíúßó äóÈóÃóåõãú ÈöÇáúÍóÞøö Åöäøóåõãú ÝöÊúíóÉñ ÂãóäõæÇ ÈöÑóÈøöåöãú æóÒöÏúäóÇåõãú åõÏðì ﴿ ١٣ ﴾

[ 018.013 ] ( MŞ )

 

[ 018.013 ] ( AY )

Biz, sana, onların haberlerini doğru olarak anlatalım: Gerçekten bunlar, Rablerine îman eden birkaç gençlerdi. Biz de onların hidâyetlerini (sebatlarını) artırmıştık.

[ 018.013 ] ( EO )

Biz sana onların kıssalarını doğru olarak naklediyoruz: hakıkat bunlar, bir kaç genç yiğit rablarına iyman ettiler, biz de hidayetlerini artırdık ve kalblerine rabıta verdik.

[ 018.013 ] ( ES )

Biz sana onların kıssalarını gerçek olarak anlatacağız. Hakikaten onlar, Rablerine iman eden birkaç genç idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık.

[ 018.013 ] ( NQ )

We narrate unto you (O Muhammad ) their story with truth: Truly! They were young men who believed in their Lord (Allah), and We increased them in guidance.

[ 018.014 ] ( KK )

æóÑóÈóØúäóÇ Úóáóì ÞõáõæÈöåöãú ÅöÐú ÞóÇãõæÇ ÝóÞóÇáõæÇ ÑóÈøõäóÇ ÑóÈøõ ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖö áóäú äóÏúÚõæó ãöäú Ïõæäöåö ÅöáóåðÇ áóÞóÏú ÞõáúäóÇ ÅöÐðÇ ÔóØóØðÇ ﴿ ١٤ ﴾

[ 018.014 ] ( MŞ )

 

[ 018.014 ] ( AY )

(Padişah Dekyanos kâfirin huzurunda putlara tapmayı terkeden bu yiğitler), ayağa kalkıp da: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; asla ondan başkasına ilâh deyip tapmayız, o takdirde muhakkak saçma söylemiş oluruz.

[ 018.014 ] ( EO )

O vakıt ki kıyam ettiler de dediler: bizim rabbımız Göklerin ve Yerin rabbı, biz ıhtimali yok ondan başka bir ilâhe tapmayız, doğrusu o surette cidden saçma söylemiş oluruz.

[ 018.014 ] ( ES )

(Oranın hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilâh deyip tapmayız, yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.

[ 018.014 ] ( NQ )

And We made their hearts firm and strong (with the light of Faith in Allah and bestowed upon them patience to bear the separation of their kith and kin and dwellings, etc.) when they stood up and said: "Our Lord is the Lord of the heavens and the earth, never shall we call upon any ilah (god) other than Him; if we did, we should indeed have uttered an enormity in disbelief.

[ 018.015 ] ( KK )

åóÄõáÇóÁö ÞóæúãõäóÇ ÇÊøóÎóÐõæÇ ãöäú Ïõæäöåö ÂáöåóÉð áóæúáÇó íóÃúÊõæäó Úóáóíúåöãú ÈöÓõáúØóÇäò Èóíøöäò Ýóãóäú ÃóÙúáóãõ ãöãøóäö ÇÝúÊóÑóì Úóáóì Çááøóåö ßóÐöÈðÇ ﴿ ١٥ ﴾

[ 018.015 ] ( MŞ )

 

[ 018.015 ] ( AY )

Şu bizim kavmimiz, Allah’dan başka ilâh’lar edindiler. Bunlara ibâdet etmek lâzım geldiğine dair açık bir delil getirselerdi ya! Artık bir yalan uydurup Allah’a iftira edenden daha zalim kim olabilir?” dedikleri zaman, kalplerine sebat verdik.

[ 018.015 ] ( EO )

Şunlar şu bizim kavmimiz olacaklar, tuttular ondan başka ilâhlar edindiler, onlara karşı açık bir bürhan getirselerdi ya, artık bir yalanı Allaha iftira edenden daha zalim kim olabilir?

[ 018.015 ] ( ES )

Şu bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilâh edindiler. Onların ilâh olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?

[ 018.015 ] ( NQ )

These our people have taken for worship aliha (gods) other than Him (Allah). Why do they not bring for them a clear authority? And who does more wrong than he who invents a lie against Allah.
 

[ 018.016 ] ( KK )

æóÅöÐö ÇÚúÊóÒóáúÊõãõæåõãú æóãóÇ íóÚúÈõÏõæäó ÅöáÇøó Çááøóåó ÝóÃúæõæÇ Åöáóì ÇáúßóåúÝö íóäúÔõÑú áóßõãú ÑóÈøõßõãú ãöäú ÑóÍúãóÊöåö æóíõåóíøöÆú áóßõãú ãöäú ÃóãúÑößõãú ãöÑúÝóÞðÇ ﴿ ١٦ ﴾

[ 018.016 ] ( MŞ )

 

[ 018.016 ] ( AY )

(Yiğitlerden biri, diğer arkadaşlarına şöyle demişti): “ Madem ki siz, kavminizden ve onların Allah’dan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve size, işinizde bir kolaylık hazırlasın.”

[ 018.016 ] ( EO )

Madem ki onlardan ve Allahdan maada taptıklarından uzleti ıhtiyar ettiniz, o halde kehfe (mağaraya) çekilin ki sizin için rabbınız rahmetinden kısmet neşretsin ve size işinizden bir kolaylık hazırlasın.

[ 018.016 ] ( ES )

(İçlerinden biri şöyle demişti:) "Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve işinizi rast getirip kolaylaştırsın."

[ 018.016 ] ( NQ )

(The young men said to one another): And when you withdraw from them, and that which they worship, except Allah, then seek refuge in the Cave, your Lord will open a way for you from His Mercy and will make easy for you your affair (i.e. will give you what you will need of provision, dwelling, etc.)."

[ 018.017 ] ( KK )

æóÊóÑóì ÇáÔøóãúÓó ÅöÐóÇ ØóáóÚóÊú ÊóÒóÇæóÑõ Úóäú ßóåúÝöåöãú ÐóÇÊó Çáúíóãöíäö æóÅöÐóÇ ÛóÑóÈóÊú ÊóÞúÑöÖõåõãú ÐóÇÊó ÇáÔøöãóÇáö æóåõãú Ýöí ÝóÌúæóÉò ãöäúåõ Ðóáößó ãöäú ÂíóÇÊö Çááøóåö ãóäú íóåúÏö Çááøóåõ Ýóåõæó ÇáúãõåúÊóÏö æóãóäú íõÖúáöáú Ýóáóäú ÊóÌöÏó áóåõ æóáöíøðÇ ãõÑúÔöÏðÇ ﴿ ١٧ ﴾

[ 018.017 ] ( MŞ )

 

[ 018.017 ] ( AY )

(Ey Resûlüm, bir baksaydın) görürdün ki, güneş doğduğu zaman, mağaranın sağ tarafına yönelir (ışınları onlara zarar vermez); battığı zaman da, onları sol taraftan terkederdi, Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu, Allah’ın mûcizelerindendir. Allah’ın hidâyet ettiği kimse, o, doğru yol üzeredir. Şaşırttığı kimse için de, asla doğru yolu gösterici bir yardımcı bulamazsın.

[ 018.017 ] ( EO )

Güneşi görüyorsun â doğduğu vakıt kehiflerinden sağ tarafa meyleder, battığı vakıt da onları sol tarafa makaslar ve onlar, onun içinde bir geniş sahadadır, bu işte Allahın âyâtındandır, Allah her kime hidayet ederse işte o, irmiştir, her kimi de saptırırsa artık onu irşad edecek bir veliy bulamazsın.

[ 018.017 ] ( ES )

Ey Muhammed! Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.

[ 018.017 ] ( NQ )

And you might have seen the sun, when it rose, declining to the right from their Cave, and when it set, turning away from them to the left, while they lay in the midst of the Cave. That is (one) of the Ayat (proofs, evidences, signs) of Allah. He whom Allah guides, is rightly guided; but he whom He sends astray, for him you will find no Wali (guiding friend) to lead him (to the right Path).

[ 018.018 ] ( KK )

æóÊóÍúÓóÈõåõãú ÃóíúÞóÇÙðÇ æóåõãú ÑõÞõæÏñ æóäõÞóáøöÈõåõãú ÐóÇÊó Çáúíóãöíäö æóÐóÇÊó ÇáÔøöãóÇáö æóßóáúÈõåõãú ÈóÇÓöØñ ÐöÑóÇÚóíúåö ÈöÇáúæóÕöíÏö áóæö ÇØøóáóÚúÊó Úóáóíúåöãú áóæóáøóíúÊó ãöäúåõãú ÝöÑóÇÑðÇ æóáóãõáöÆúÊó ãöäúåõãú ÑõÚúÈðÇ ﴿ ١٨ ﴾

[ 018.018 ] ( MŞ )

 

[ 018.018 ] ( AY )

Bir de onları, (gözleri açık olduğu için) uyanık kimseler sanırsın, Hâlbuki onlar uykudalardır. Biz onları, (yanları incinmesin diye) sağa ve sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın giriş yerinde iki kolunu uzatıp yatmaktaydı. Eğer durumlarını göreydin, (heybetlerinden ötürü) muhakkak kendilerinden (ürküp) döner kaçardın ve onlardan, içine korku dolardı.

[ 018.018 ] ( EO )

Bir de onları uyanıklar zannedersin halbuki uykudalardır, ve biz onları sağa sola çeviririz, köpekleri de medhalde iki kolunu uzatmış, üzerlerine çıkıversen mutlaka onlardan döner kaçardım ve her halde onlardan dehşet dolardın.

[ 018.018 ] ( ES )

Bir de onları mağarada görseydin uyanık sanırdın. Halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları görseydin, arkana bakmadan kaçardın ve için korku ile dolardı.

[ 018.018 ] ( NQ )

And you would have thought them awake, while they were asleep. And We turned them on their right and on their left sides, and their dog stretching forth his two forelegs at the entrance [of the Cave or in the space near to the entrance of the Cave (as a guard at the gate)]. Had you looked at them, you would certainly have turned back from them in flight, and would certainly have been filled with awe of them.

[ 018.019 ] ( KK )

æóßóÐóáößó ÈóÚóËúäóÇåõãú áöíóÊóÓóÇÁóáõæÇ Èóíúäóåõãú ÞóÇáó ÞóÇÆöáñ ãöäúåõãú ßóãú áóÈöËúÊõãú ÞóÇáõæÇ áóÈöËúäóÇ íóæúãðÇ Ãóæú ÈóÚúÖó íóæúãò ÞóÇáõæÇ ÑóÈøõßõãú ÃóÚúáóãõ ÈöãóÇ áóÈöËúÊõãú ÝóÇÈúÚóËõæÇ ÃóÍóÏóßõãú ÈöæóÑöÞößõãú åóÐöåö Åöáóì ÇáúãóÏöíäóÉö ÝóáúíóäúÙõÑú ÃóíøõåóÇ ÃóÒúßóì ØóÚóÇãðÇ ÝóáúíóÃúÊößõãú ÈöÑöÒúÞò ãöäúåõ æóáúíóÊóáóØøóÝú æóáÇó íõÔúÚöÑóäøó Èößõãú ÃóÍóÏðÇ ﴿ ١٩ ﴾

[ 018.019 ] ( MŞ )

 

[ 018.019 ] ( AY )

Onları bir mûcize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini (kudretimizle) uyandırdık da, içlerinden bir sözcü şöyle dedi: “ Ne kadar durup kaldınız?” (Cevaben): “ Bir gün yahut bir günün bir kısmı kadar eğleştik.” dediler. Bir kısmı da: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz, birinizi, bu gümüş paranızla şehre (Tarsus’a) gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temizse ondan size bir rızık getirsin; hem çok kurnaz davransın da asla sizi hiç kimseye sezdirmesin” dediler.

[ 018.019 ] ( EO )

Yine böyle onları ba's de ettik ki aralarında soruşsunlar diye: içlerinden bir söyliyen «ne kadar durdunuz?» Dedi, bir gün yâhud bir gün yâhud bir günün birazı dediler, ne kadar durduğunuza dediler: rabbınız a'lemdir, şimdi siz birinizi şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangisi yiyecekçe daha temiz ondan size bir rızık getirsin, hem çok kurnaz davransın ve zinhar sizi birine sezdirmesin.

[ 018.019 ] ( ES )

Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: "Ne kadar durup kaldınız?" (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. (Kimi de) şöyle dediler: "Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin."

[ 018.019 ] ( NQ )

Likewise, We awakened them (from their long deep sleep) that they might question one another. A speaker from among them said: "How long have you stayed (here)?" They said: "We have stayed (perhaps) a day or part of a day." They said: "Your Lord (Alone) knows best how long you have stayed (here). So send one of you with this silver coin of yours to the town, and let him find out which is the good lawful food, and bring some of that to you. And let him be careful and let no man know of you.

[ 018.020 ] ( KK )

Åöäøóåõãú Åöäú íóÙúåóÑõæÇ Úóáóíúßõãú íóÑúÌõãõæßõãú Ãóæú íõÚöíÏõæßõãú Ýöí ãöáøóÊöåöãú æóáóäú ÊõÝúáöÍõæÇ ÅöÐðÇ ÃóÈóÏðÇ ﴿ ٢٠ ﴾

[ 018.020 ] ( MŞ )

 

[ 018.020 ] ( AY )

Çünkü şehir halkı, sizi, ellerine geçirirlerse, muhakkak sizi taşla öldürürler, yahut zorla dinlerine döndürürler. Bu takdirde ebediyyen kurtulamazsınız...

[ 018.020 ] ( EO )

Çünkü ellerine geçirirlerse sizi muhakkak recmederler yâhud milletlerine döndürürler ve bu takdirde ebedâ felâh bulamazsınız.

[ 018.020 ] ( ES )

Çünkü şehir halkı, sizi ellerine geçirirlerse muhakkak sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman siz dünyada da ahirette de asla kurtuluşa eremezsiniz.

[ 018.020 ] ( NQ )

For if they come to know of you, they will stone you (to death or abuse and harm you) or turn you back to their religion, and in that case you will never be successful.

[ 018.021 ] ( KK )

æóßóÐóáößó ÃóÚúËóÑúäóÇ Úóáóíúåöãú áöíóÚúáóãõæÇ Ãóäøó æóÚúÏó Çááøóåö ÍóÞøñ æóÃóäøó ÇáÓøóÇÚóÉó áÇó ÑóíúÈó ÝöíåóÇ ÅöÐú íóÊóäóÇÒóÚõæäó Èóíúäóåõãú ÃóãúÑóåõãú ÝóÞóÇáõæÇ ÇÈúäõæÇ Úóáóíúåöãú ÈõäúíóÇäðÇ ÑóÈøõåõãú ÃóÚúáóãõ Èöåöãú ÞóÇáó ÇáøóÐöíäó ÛóáóÈõæÇ Úóáóì ÃóãúÑöåöãú áóäóÊøóÎöÐóäøó Úóáóíúåöãú ãóÓúÌöÏðÇ ﴿ ٢١ ﴾

[ 018.021 ] ( MŞ )

 

[ 018.021 ] ( AY )

Böylece, insanları onların hallerine muttali kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyâmetin vukuunda hiç şüphe olmadığını bilsinler. Çünkü (daha önce, dirilmenin ruh ve cesedle veya yalnız ruhla olacağı hususunda) dinlerinin emrini aralarında tartışıyorlardı. (Allah, mağaradaki bu yiğitleri öldürünce, kâfirler) şöyle dediler: “ Üstlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onların hallerini daha iyi bilir.” Sözlerinde üstün gelen mü'minler: “ Mutlaka yanlarında bir Mescid edineceğiz.” dediler (ve mağaranın kapısı önünde namaz kılmak için bir Mescid yaptılar).

[ 018.021 ] ( EO )

Bu suretle de kendilerine vukuf peyda ettirdik ki Allahın va'di hakk olduğunu ve saat, hakıkaten şüphesiz bulunduğunu bilsinler, o sırada aralarında emirlerine niza' ediyorlardı, bunun üzerine dediler ki: üstlerine bir bina yapın, rabları onları daha iyi bilir, onların emri üzerine galebe etmiş olanlar elbette, dediler: biz bunların üzerine bir mescid ediniriz.

[ 018.021 ] ( ES )

Böylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gününden şüphe edilemeyeceğini bildirmek için, öylece şehir halkına buldurduk. Onları mağarada bulanlar, aralarında durumlarını tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üstlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir." Sözlerinde üstün gelen müminler: "Üzerlerine muhakkak bir mescid yapacağız." dediler.

[ 018.021 ] ( NQ )

And thus We made their case known to the people, that they might know that the Promise of Allah is true, and that there can be no doubt about the Hour. (Remember) when they (the people of the city) disputed among themselves about their case, they said: "Construct a building over them, their Lord knows best about them," (then) those who won their point said (most probably the disbelievers): "We verily shall build a place of worship over them."

[ 018.022 ] ( KK )

ÓóíóÞõæáõæäó ËóáÇóËóÉñ ÑóÇÈöÚõåõãú ßóáúÈõåõãú æóíóÞõæáõæäó ÎóãúÓóÉñ ÓóÇÏöÓõåõãú ßóáúÈõåõãú ÑóÌúãðÇ ÈöÇáúÛóíúÈö æóíóÞõæáõæäó ÓóÈúÚóÉñ æóËóÇãöäõåõãú ßóáúÈõåõãú Þõáú ÑóÈøöí ÃóÚúáóãõ ÈöÚöÏøóÊöåöãú ãóÇ íóÚúáóãõåõãú ÅöáÇøó Þóáöíáñ ÝóáÇó ÊõãóÇÑö Ýöíåöãú ÅöáÇøó ãöÑóÇÁð ÙóÇåöÑðÇ æóáÇó ÊóÓúÊóÝúÊö Ýöíåöãú ãöäúåõãú ÃóÍóÏðÇ ﴿ ٢٢ ﴾

[ 018.022 ] ( MŞ )

 

[ 018.022 ] ( AY )

(Ehl-i kitap, Hazret-i Peygamber aleyhisselâmın huzurunda): “ Yiğitlerin sayısı üçtür, dördüncüleri de köpekleridir.” diyecekler; “Sayıları beştir, altıncıları da köpekleridir.” diyecekler ve gayb için zanda bulunacaklar. (Mü'minler de): “bunlar yedi kimsedir, sekizincileri köpekleridir.” diyecekler. Ey Resûlüm, sen, onlara de ki “Rabbim, bunların sayısını daha iyi bilendir; kendilerini ancak pek az kimseler bilir. Artık bunlar hakkında zahiri bir münakaşadan başka bir münakaşa yapma (işi derinleştirmeden Kur’ân’da vahyolunanla iktifa et) ve bunlara dair ehl-i kitaptan kimseye bir şey sorma.”

[ 018.022 ] ( EO )

Üçtür, dördüncüleri köpekleri diyecekler, beştir, altıncıları köpekleri diyecekler, gayb taşlama, yedidir ve sekizincileri köpekleri diyecekler, de ki onların adedlerine rabbım a'lemdir, onları ancak pek azı bilir, artık bunlar hakkında kimse ile zâhiri bir münakaşadan başka münakaşa etme ve bunlar hakkında onlardan kimseye bir şey sorma.

[ 018.022 ] ( ES )

Ashab-ı Kehf'in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları: Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. Diğer bazıları da "Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir " diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (kimileri de:) "Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: "Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir." Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye de bir şey sorma!

[ 018.022 ] ( NQ )

(Some) say they were three, the dog being the fourth among them; (others) say they were five, the dog being the sixth, guessing at the unseen; (yet others) say they were seven, the dog being the eighth. Say (O Muhammad ): "My Lord knows best their number; none knows them but a few." So debate not (about their number, etc.) except with the clear proof (which We have revealed to you). And consult not any of them (people of the Scripture, Jews and Christians) about (the affair of) the people of the Cave.

[ 018.023 ] ( KK )

æóáÇó ÊóÞõæáóäøó áöÔóíúÁò Åöäøöí ÝóÇÚöáñ Ðóáößó ÛóÏðÇ ﴿ ٢٣ ﴾

[ 018.023 ] ( MŞ )

 

[ 018.023 ] ( AY )

Hiç bir şey hakkında da: “ Ben, bunu, muhakkak yarın yaparım.” söyleme.

[ 018.023 ] ( EO )

 

[ 018.023 ] ( ES )

Hiçbir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım deme".

[ 018.023 ] ( NQ )

And never say of anything, "I shall do such and such thing tomorrow."

[ 018.024 ] ( KK )

ÅöáÇøó Ãóäú íóÔóÇÁó Çááøóåõ æóÇÐúßõÑú ÑóÈøóßó ÅöÐóÇ äóÓöíÊó æóÞõáú ÚóÓóì Ãóäú íóåúÏöíóäö ÑóÈøöí áöÃóÞúÑóÈó ãöäú åóÐóÇ ÑóÔóÏðÇ ﴿ ٢٤ ﴾

[ 018.024 ] ( MŞ )

 

[ 018.024 ] ( AY )

Ancak sözünü, Allah’ın dilemesine bağlıyarak (Allah dilerse yapacağım) söyle. (İnşaallah demeyi) unuttuğun zaman Allah’ı an ve şöyle de: “Olur ki Rabbim, beni, bundan daha yakın bir zamanda dosdoğru bir muvaffakiyete ulaştırır.”

[ 018.024 ] ( EO )

Hiç bir şey hakkında da Allahın meşiyyetiyle takyid etmeden «ben bunu yarın muhakkak yaparım» deme ve unuttuğun vakıt Allahı zikret ve şöyle de: ola ki rabbım beni bundan daha yakın bir vakıtta dosdoğru bir muvaffakıyyete îysal buyur.

[ 018.024 ] ( ES )

Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir." de.

[ 018.024 ] ( NQ )

Except (with the saying), "If Allah will!" And remember your Lord when you forget and say: "It may be that my Lord guides me unto a nearer way of truth than this."

[ 018.025 ] ( KK )

æóáóÈöËõæÇ Ýöí ßóåúÝöåöãú ËóáÇóËó ãöÇÆóÉò Óöäöíäó æóÇÒúÏóÇÏõæÇ ÊöÓúÚðÇ ﴿ ٢٥ ﴾

[ 018.025 ] ( MŞ )

 

[ 018.025 ] ( AY )

Onlar, mağaralarında üç yüz sene kaldılar ve buna dokuz yıl daha kattılar.

[ 018.025 ] ( EO )

Onlar kehiflerinde üçyüz sene durdular, dokuz da ziyade ettiler.

[ 018.025 ] ( ES )

Onlar, mağaralarında üçyüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir.

[ 018.025 ] ( NQ )

And they stayed in their Cave three hundred (solar) years, and add nine (for lunar years).

[ 018.026 ] ( KK )

Þõáö Çááøóåõ ÃóÚúáóãõ ÈöãóÇ áóÈöËõæÇ áóåõ ÛóíúÈõ ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖö ÃóÈúÕöÑú Èöåö æóÃóÓúãöÚú ãóÇ áóåõãú ãöäú Ïõæäöåö ãöäú æóáöíøò æóáÇó íõÔúÑößõ Ýöí Íõßúãöåö ÃóÍóÏðÇ ﴿ ٢٦ ﴾

[ 018.026 ] ( MŞ )

 

[ 018.026 ] ( AY )

De ki: “Allah, ne kadar durduklarını daha iyi bilir; göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na mahsustur. O, öyle güzel görür, öyle güzel işitir ki!... Bütün gökler ve yer halkına, O’ndan başka hiç bir veli yoktur. O, hiç kimseyi, hükmünde ortak yapmaz?”

[ 018.026 ] ( EO )

Allah, de: ne kadar durduklarını daha iyi bilir, Göklerin Yerin gaybi onundur, o, öyle güzel görür öyle güzel işitir ki!... Bütün onlara ondan başka velâyet eden yoktur, o, kimseyi hukmünde teşrik de etmez.

[ 018.026 ] ( ES )

De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.

[ 018.026 ] ( NQ )

Say: "Allah knows best how long they stayed. With Him is (the knowledge of) the unseen of the heavens and the earth. How clearly He sees, and hears (everything)! They have no Wali (Helper, Disposer of affairs, Protector, etc.) other than Him, and He makes none to share in His Decision and His Rule."

[ 018.027 ] ( KK )

æóÇÊúáõ ãóÇ ÃõæÍöíó Åöáóíúßó ãöäú ßöÊóÇÈö ÑóÈøößó áÇó ãõÈóÏøöáó áößóáöãóÇÊöåö æóáóäú ÊóÌöÏó ãöäú Ïõæäöåö ãõáúÊóÍóÏðÇ ﴿ ٢٧ ﴾

[ 018.027 ] ( MŞ )

 

[ 018.027 ] ( AY )

Rabbinin kitabından sana ne vahy olunduysa onu oku. O’nun sözlerini değiştirebilecek (bir kuvvet) yoktur. Sen de, ondan başka asla bir sığınak bulamazsın.

[ 018.027 ] ( EO )

Öyle de ve rabbından sana vahyolunanı tilâvet eyle, onun kelimatını tebdil edecek yoktur ve ondan başka bir penah bulamazsın.

[ 018.027 ] ( ES )

Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku! Onun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.

[ 018.027 ] ( NQ )

And recite what has been revealed to you (O Muhammad ) of the Book (the Qur'an) of your Lord (i.e. recite it, understand and follow its teachings and act on its orders and preach it to men). None can change His Words, and none will you find as a refuge other than Him.

[ 018.028 ] ( KK )

æóÇÕúÈöÑú äóÝúÓóßó ãóÚó ÇáøóÐöíäó íóÏúÚõæäó ÑóÈøóåõãú ÈöÇáúÛóÏóÇÉö æóÇáúÚóÔöíøö íõÑöíÏõæäó æóÌúåóåõ æóáÇó ÊóÚúÏõ ÚóíúäóÇßó Úóäúåõãú ÊõÑöíÏõ ÒöíäóÉó ÇáúÍóíóÇÉö ÇáÏøõäúíóÇ æóáÇó ÊõØöÚú ãóäú ÃóÛúÝóáúäóÇ ÞóáúÈóåõ Úóäú ÐößúÑöäóÇ æóÇÊøóÈóÚó åóæóÇåõ æóßóÇäó ÃóãúÑõåõ ÝõÑõØðÇ ﴿ ٢٨ ﴾

[ 018.028 ] ( MŞ )

 

[ 018.028 ] ( AY )

Sabah ve akşam Allah’ın rızasını dileyerek Rablerine dua eden kimselerle beraber nefsini sabırlı tut; dünya hayatının süsünü arzu edip de gözlerini onlardan (o Rablerine dua edenlerden) başkasına (dünya ehline) çevirme. Bizi anmak hususunda kalbine gaflet verdiğimiz kimseye itâat etme ki, o, keyfinin ardına düşmüş ve işi de, haddini aşmak olmuştur.

[ 018.028 ] ( EO )

Nefsince de o kullarla beraber sabret ki sabah akşam (her vakıt) rablarına duâ eder cemalini isterler, sen Dünya ziynetini arzu ederek onlardan gözlerini ayırma ve o kimseye itaat etme ki kalbini zikrimizden gafil bırakmışız, keyfinin ardına düşmüş ve işi haddini aşmak olmuştur.

[ 018.028 ] ( ES )

Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma.

[ 018.028 ] ( NQ )

And keep yourself (O Muhammad ) patiently with those who call on their Lord (i.e. your companions who remember their Lord with glorification, praising in prayers, etc., and other righteous deeds, etc.) morning and afternoon, seeking His Face, and let not your eyes overlook them, desiring the pomp and glitter of the life of the world; and obey not him whose heart We have made heedless of Our Remembrance, one who follows his own lusts and whose affair (deeds) has been lost.

[ 018.029 ] ( KK )

æóÞõáö ÇáúÍóÞøõ ãöäú ÑóÈøößõãú Ýóãóäú ÔóÇÁó ÝóáúíõÄúãöäú æóãóäú ÔóÇÁó ÝóáúíóßúÝõÑú ÅöäøóÇ ÃóÚúÊóÏúäóÇ áöáÙøóÇáöãöíäó äóÇÑðÇ ÃóÍóÇØó Èöåöãú ÓõÑóÇÏöÞõåóÇ æóÅöäú íóÓúÊóÛöíËõæÇ íõÛóÇËõæÇ ÈöãóÇÁò ßóÇáúãõåúáö íóÔúæöí ÇáúæõÌõæåó ÈöÆúÓó ÇáÔøóÑóÇÈõ æóÓóÇÁóÊú ãõÑúÊóÝóÞðÇ ﴿ ٢٩ ﴾

[ 018.029 ] ( MŞ )

 

[ 018.029 ] ( AY )

(Ey Rasulüm), de ki: “ Kur’ân Rabbinizden gelen bir hakdır. Artık dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun. Çünkü biz, zâlimler için böyle bir ateş hazırladık ki, onun kalın duvarları kendilerini kuşatmaktadır.” Onlar, susuzluktan imdad istedikçe, erimiş maden tortusu gibi kaynar su ile imdad edilirler ki, o, yüzleri kavurur. O ne fena içkidir ve o ateş de ne kötü konuklama yeridir!...

[ 018.029 ] ( EO )

Ve de ki: o hak rabbınızdandır, artık dileyen iyman etsin, dileyen küfr, çünkü biz, zalimler için öyle bir ateş müheyyâ kılmışızdır ki sertakları kendilerini kuşatmaktadır ve eker istigase ederlerse erimiş cesed gibi bir su ile imdad edilirler, yüzleri civirir, o ne fena içki ve o ne fena kurultay!

[ 018.029 ] ( ES )

Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri!

[ 018.029 ] ( NQ )

And say: "The truth is from your Lord." Then whosoever wills, let him believe, and whosoever wills, let him disbelieve. Verily, We have prepared for the Zalimun (polytheists and wrong-doers, etc.), a Fire whose walls will be surrounding them (disbelievers in the Oneness of Allah). And if they ask for help (relief, water, etc.) they will be granted water like boiling oil, that will scald their faces. Terrible the drink, and an evil Murtafaqa (dwelling, resting place, etc.)!

[ 018.030 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóÚóãöáõæÇ ÇáÕøóÇáöÍóÇÊö ÅöäøóÇ áÇó äõÖöíÚõ ÃóÌúÑó ãóäú ÃóÍúÓóäó ÚóãóáÇð ﴿ ٣٠ ﴾

[ 018.030 ] ( MŞ )

 

[ 018.030 ] ( AY )

Gerçekten îman edip sâlih âmeller işleyenlere gelince: Şüphe yok ki, biz, öyle güzel bir âmel işleyenin mükâfatını zayi etmeyiz.

[ 018.030 ] ( EO )

Amma iyman edip salih salih ameller işliyenler, şüphe yok ki biz öyle güzel amel işliyenin ecrini zayi' etmeyiz.

[ 018.030 ] ( ES )

İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar var ya, şüphe yok ki biz öyle güzel işler yapanların mükafatını zayi etmeyiz.

[ 018.030 ] ( NQ )

Verily! As for those who believe and do righteous deeds, certainly! We shall not suffer to be lost the reward of anyone who does his (righteous) deeds in the most perfect manner.

[ 018.031 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó áóåõãú ÌóäøóÇÊõ ÚóÏúäò ÊóÌúÑöí ãöäú ÊóÍúÊöåöãõ ÇáúÃóäúåóÇÑõ íõÍóáøóæúäó ÝöíåóÇ ãöäú ÃóÓóÇæöÑó ãöäú ÐóåóÈò æóíóáúÈóÓõæäó ËöíóÇÈðÇ ÎõÖúÑðÇ ãöäú ÓõäÏõÓò æóÅöÓúÊóÈúÑóÞò ãõÊøóßöÆöíäó ÝöíåóÇ Úóáóì ÇáúÃóÑóÇÆößö äöÚúãó ÇáËøóæóÇÈõ æóÍóÓõäóÊú ãõÑúÊóÝóÞðÇ ﴿ ٣١ ﴾

[ 018.031 ] ( MŞ )

 

[ 018.031 ] ( AY )

Böyledirler, onlara, meskenlerinin altından nehirler akar, Adn cennetleri var. Orada altın bileziklerden süslenecekler, ince ve kalın dîba’dan yeşil elbise giyecekler, koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklardır. O cennet, ne güzel mükâfat ve ne güzel dayanak!...

[ 018.031 ] ( EO )

Öyleler, işte onlara adin Cennetleri var, altlarından nehirler akar, orada altın bileziklerden ziynetlenecekler, sündüs ve istebraktan yeşil esvab giyecekler, erîkeler üzerine dayanıp kurulacaklar o, ne güzel sevab ve ne güzel kurultay!

[ 018.031 ] ( ES )

İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

[ 018.031 ] ( NQ )

These! For them will be 'Adn (Eden) Paradise (everlasting Gardens); wherein rivers flow underneath them, therein they will be adorned with bracelets of gold, and they will wear green garments of fine and thick silk. They will recline therein on raised thrones. How good is the reward, and what an excellent Murtafaqa (dwelling, resting place, etc.)!

[ 018.032 ] ( KK )

æóÇÖúÑöÈú áóåõãú ãóËóáÇð ÑóÌõáóíúäö ÌóÚóáúäóÇ áöÃóÍóÏöåöãóÇ ÌóäøóÊóíúäö ãöäú ÃóÚúäóÇÈò æóÍóÝóÝúäóÇåõãóÇ ÈöäóÎúáò æóÌóÚóáúäóÇ ÈóíúäóåõãóÇ ÒóÑúÚðÇ ﴿ ٣٢ ﴾

[ 018.032 ] ( MŞ )

 

[ 018.032 ] ( AY )

Kâfirlere ve mü'minlere (şu) iki adamın hâlini misâl getir: Birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz ve her iki bağın da etrafını hurmalarla donatmışız, ikisinin arasında da bir ekinlik yapmışız.

[ 018.032 ] ( EO )

Ve onlara iki adamı temsil getir: birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz ve ikisinin de etrafını hurmalarla donatmışız ikisinin arasına da bir ekinlik yapmışız.

[ 018.032 ] ( ES )

Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Biz bunlardan birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz, her ikisinin etrafını hurmalarla donatmışız, aralarında da bir ekinlik yapmışız.

[ 018.032 ] ( NQ )

And put forward to them the example of two men; unto one of them We had given two gardens of grapes, and We had surrounded both with date-palms; and had put between them green crops (cultivated fields etc.).

[ 018.033 ] ( KK )

ßöáúÊóÇ ÇáúÌóäøóÊóíúäö ÂÊóÊú ÃõßõáóåóÇ æóáóãú ÊóÙúáöãú ãöäúåõ ÔóíúÆðÇ æóÝóÌøóÑúäóÇ ÎöáÇóáóåõãóÇ äóåóÑðÇ ﴿ ٣٣ ﴾

[ 018.033 ] ( MŞ )

 

[ 018.033 ] ( AY )

İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiç bir şeyi noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız.

[ 018.033 ] ( EO )

İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiç bir şey noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız.

[ 018.033 ] ( ES )

İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şey noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız.

[ 018.033 ] ( NQ )

Each of those two gardens brought forth its produce, and failed not in the least therein, and We caused a river to gush forth in the midst of them.

[ 018.034 ] ( KK )

æóßóÇäó áóåõ ËóãóÑñ ÝóÞóÇáó áöÕóÇÍöÈöåö æóåõæó íõÍóÇæöÑõåõ ÃóäóÇ ÃóßúËóÑõ ãöäúßó ãóÇáÇð æóÃóÚóÒøõ äóÝóÑðÇ ﴿ ٣٤ ﴾

[ 018.034 ] ( MŞ )

 

[ 018.034 ] ( AY )

Bu adamın başkaca geliri de var. Bundan dolayı (Bu kâfir dönerek mü'min) arkadaşına şöyle dedi: “ Ben, malca senden daha zenginim, toplulukça da senden daha kuvvetliyim.”

[ 018.034 ] ( EO )

Başkaca da bir geliri var, bundan dolayı bu adam arkadaşına muhavere ederek: ben senden malca daha servetli, cem'ıyyetçe daha ızzetliyim dedi.

[ 018.034 ] ( ES )

İki bağın sahibinin ayrıca başka geliri vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşıyla münakaşa ederken: "Ben malca senden daha zengin ve insan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve üstünüm" dedi.

[ 018.034 ] ( NQ )

And he had property (or fruit) and he said to his companion, in the course of mutual talk: I am more than you in wealth and stronger in respect of men." [See Tafsir Qurtubi, Vol. 10, Page 403].

[ 018.035 ] ( KK )

æóÏóÎóáó ÌóäøóÊóåõ æóåõæó ÙóÇáöãñ áöäóÝúÓöåö ÞóÇáó ãóÇ ÃóÙõäøõ Ãóäú ÊóÈöíÏó åóÐöåö ÃóÈóÏðÇ ﴿ ٣٥ ﴾

[ 018.035 ] ( MŞ )

 

[ 018.035 ] ( AY )

O kâfir, nefsine zulmeder olduğu hâlde bağına girdi; dedi ki:” - Bu bağın helâk olacağını ebediyyen zannetmiyorum.

[ 018.035 ] ( EO )

Ve bağına girdi, kendine yazık ediyordu, dedi: ebedâ zannetmem ki bu helâk olsun ve.

[ 018.035 ] ( ES )

Adam, bu şekilde kendine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: "Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum"

[ 018.035 ] ( NQ )

And he went into his garden while in a state (of pride and disbelief) unjust to himself. He said: "I think not that this will ever perish.

[ 018.036 ] ( KK )

æóãóÇ ÃóÙõäøõ ÇáÓøóÇÚóÉó ÞóÇÆöãóÉð æóáóÆöäú ÑõÏöÏúÊõ Åöáóì ÑóÈøöí áóÇóÌöÏóäøó ÎóíúÑðÇ ãöäúåóÇ ãõäúÞóáóÈðÇ ﴿ ٣٦ ﴾

[ 018.036 ] ( MŞ )

 

[ 018.036 ] ( AY )

Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Böyle olmakla beraber, eğer Rabbime döndürülürsem, muhakkak bundan daha hayırlı bir âkıbet bulurum.

[ 018.036 ] ( EO )

zannetmem ki Kıyamet kopsun, bununla beraber şayed rabbıma reddedilirsem her halde bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.

[ 018.036 ] ( ES )

Kıyametin kopacağını da zannetmem. Şayet Rabbimin huzuruna götürürlürsem, muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.

[ 018.036 ] ( NQ )

And I think not the Hour will ever come, and if indeed I am brought back to my Lord, (on the Day of Resurrection), I surely shall find better than this when I return to Him.

[ 018.037 ] ( KK )

ÞóÇáó áóåõ ÕóÇÍöÈõåõ æóåõæó íõÍóÇæöÑõåõ ÃóßóÝóÑúÊó ÈöÇáøóÐöí ÎóáóÞóßó ãöäú ÊõÑóÇÈò Ëõãøó ãöäú äõØúÝóÉò Ëõãøó ÓóæøóÇßó ÑóÌõáÇð ﴿ ٣٧ ﴾

[ 018.037 ] ( MŞ )

 

[ 018.037 ] ( AY )

(Mü'min olan) arkadaşı ona hitap ederek şöyle dedi: “ seni (aslen) topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün bir adam kılığına getiren Allah’ı inkâr mi ettin?

[ 018.037 ] ( EO )

Arkadaşı da ona muhavere ederek: dedi ki: sen o rabbına küfür mü ediyorsun ki seni bir topraktan sonra bir nutfeden yarattı, sonra da seni bir adam seviyyesine getirdi.

[ 018.037 ] ( ES )

Bunun üzerine kendisiyle münakaşa eden arkadaşı da ona şöyle dedi: "Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni insan haline getireni mi inkar ediyorsun?

[ 018.037 ] ( NQ )

His companion said to him, during the talk with him: "Do you disbelieve in Him Who created you out of dust (i.e. your father Adam), then out of Nutfah (mixed semen drops of male and female discharge), then fashioned you into a man?

[ 018.038 ] ( KK )

áóßöäøóÇ åõæó Çááøóåõ ÑóÈøöí æóáÇó ÃõÔúÑößõ ÈöÑóÈøöí ÃóÍóÏðÇ ﴿ ٣٨ ﴾

[ 018.038 ] ( MŞ )

 

[ 018.038 ] ( AY )

(Sen inanmıyorsun), fakat ben îman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam.”

[ 018.038 ] ( EO )

Lâkin benim o Allah, rabbım ve ben rabbıma kimseyi şerik koşamam.

[ 018.038 ] ( ES )

Fakat ben iman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam.

[ 018.038 ] ( NQ )

But as for my part (I believe) that He is Allah, my Lord and none shall I associate as partner with my Lord.
 

[ 018.039 ] ( KK )

æóáóæúáÇó ÅöÐú ÏóÎóáúÊó ÌóäøóÊóßó ÞõáúÊó ãóÇ ÔóÇÁó Çááøóåõ áÇó ÞõæøóÉó ÅöáÇøó ÈöÇááøóåö Åöäú ÊóÑóäö ÃóäóÇ ÃóÞóáøó ãöäúßó ãóÇáÇð æóæóáóÏðÇ ﴿ ٣٩ ﴾

[ 018.039 ] ( MŞ )

 

[ 018.039 ] ( AY )

Kendi bağına girdiğin zaman; “ Bu Allah’dandır, benim kuvvetimle değil, Allah’ın kuvveti ile olmuştur” deseydin ya!... Eğer beni, malca ve evlâtça kendinden az görüyorsan,

[ 018.039 ] ( EO )

Bağına girdiğin vakıt «maşaallahu la kuvvete illa billah» dese idin olmaz mıydı? eğer malca, evlâdca beni kendinden az görüyorsan.

[ 018.039 ] ( ES )

Kendi bağına girdiğin zaman: Bu Allah'dandır, benim kuvvetimle değil, Allah'ın kuvveti ile olmuştur, deseydin ya! Her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da."

[ 018.039 ] ( NQ )

It was better for you to say, when you entered your garden: 'That which Allah wills (will come to pass)! There is no power but with Allah '. If you see me less than you in wealth, and children.

[ 018.040 ] ( KK )

ÝóÚóÓóì ÑóÈøöí Ãóäú íõÄúÊöíóäö ÎóíúÑðÇ ãöäú ÌóäøóÊößó æóíõÑúÓöáó ÚóáóíúåóÇ ÍõÓúÈóÇäðÇ ãöäó ÇáÓøóãóÇÁö ÝóÊõÕúÈöÍó ÕóÚöíÏðÇ ÒóáóÞðÇ ﴿ ٤٠ ﴾

[ 018.040 ] ( MŞ )

 

[ 018.040 ] ( AY )

Olur ki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir; seninkinin üzerine de gökten bir âfet indiriverir de yalçın bir toprak oluverir.

[ 018.040 ] ( EO )

ne bilirsin belki rabbım bana senin bağından daha hayırlısını verir, seninkinin üzerine de Semadan bir afet indiriverir de yalçın bir toprak olakalır.

[ 018.040 ] ( ES )

Belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de, bağın yalçın bir toprak haline gelir."

[ 018.040 ] ( NQ )

It may be that my Lord will give me something better than your garden, and will send on it Husban (torment, bolt, etc.) from the sky, then it will be a slippery earth.

[ 018.041 ] ( KK )

Ãóæú íõÕúÈöÍó ãóÇÄõåóÇ ÛóæúÑðÇ Ýóáóäú ÊóÓúÊóØöíÚó áóåõ ØóáóÈðÇ ﴿ ٤١ ﴾

[ 018.041 ] ( MŞ )

 

[ 018.041 ] ( AY )

yahut bağının suyu çekiliverir de bir daha onu aramakla bulamazsın.

[ 018.041 ] ( EO )

Yahûd suyu çekiliverir de bir daha onu aramakla bulunamazsın.

[ 018.041 ] ( ES )

Yahut, bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha suyunu çıkarıp bağını sulayamazsın.

[ 018.041 ] ( NQ )

Or the water thereof (of the gardens) becomes deep-sunken (underground) so that you will never be able to seek it.

[ 018.042 ] ( KK )

æóÃõÍöíØó ÈöËóãóÑöåö ÝóÃóÕúÈóÍó íõÞóáøöÈõ ßóÝøóíúåö Úóáóì ãóÇ ÃóäúÝóÞó ÝöíåóÇ æóåöíó ÎóÇæöíóÉñ Úóáóì ÚõÑõæÔöåóÇ æóíóÞõæáõ íóÇáóíúÊóäöí áóãú ÃõÔúÑößú ÈöÑóÈøöí ÃóÍóÏðÇ ﴿ ٤٢ ﴾

[ 018.042 ] ( MŞ )

 

[ 018.042 ] ( AY )

Nihâyet o kâfirin bütün serveti helâk edildi. Bunun üzerine bağına yaptığı masrafa karşı, avuçlarını oğuşturmaya durdu. Bağ, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı. “Ah ne olaydım! Rabbime hiç bir ortak koşmamış olaydım.” diyordu.

[ 018.042 ] ( EO )

Derken bütün serveti istîlâ ediliverdi, bunun üzerine ona yaptığı masraflara kaarşı avuçlarını oğuşturup kaldı, o, çardakları üzerine çökmüş kalmıştı, ah, diyordu, nolaydım rabbıma hiç bir şerik koşmamış olaydım.

[ 018.042 ] ( ES )

Derken serveti yok edildi. Bunun üzerine bağına yaptığı masraflara karşı ellerini oğuşturmaya başladı. Bağ, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, "Ah Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım" diyordu.

[ 018.042 ] ( NQ )

So his fruits were encircled (with ruin). And he remained clapping his hands with sorrow over what he had spent upon it, while it was all destroyed on its trellises, he could only say: "Would I had ascribed no partners to my Lord!" [Tafsir Ibn Kathir]

[ 018.043 ] ( KK )

æóáóãú Êóßõäú áóåõ ÝöÆóÉñ íóäúÕõÑõæäóåõ ãöäú Ïõæäö Çááøóåö æóãóÇ ßóÇäó ãõäúÊóÕöÑðÇ ﴿ ٤٣ ﴾

[ 018.043 ] ( MŞ )

 

[ 018.043 ] ( AY )

Allah’dan gayri, kendisine yardım edecek bir topluluğu da yoktu, Allah’ın intikamından kendi nefsini de kurtaramadı.

[ 018.043 ] ( EO )

Allahdan başka yardım edecek bir cemaati de olmadı, kendi kendine de kurtaramadı.

[ 018.043 ] ( ES )

Onun Allah'tan başka yardım edecek adamları yoktur ve Allah'a karşı kendi nefsini de kurtaramadı.

[ 018.043 ] ( NQ )

And he had no group of men to help him against Allah, nor could he defend or save himself.

[ 018.044 ] ( KK )

åõäóÇáößó ÇáúæóáÇóíóÉõ áöáøóåö ÇáúÍóÞøö åõæó ÎóíúÑñ ËóæóÇÈðÇ æóÎóíúÑñ ÚõÞúÈðÇ ﴿ ٤٤ ﴾

[ 018.044 ] ( MŞ )

 

[ 018.044 ] ( AY )

İşte bu hâlde, yardım ve hâkimiyyet, hak olan Allah’a mahsustur. O, mükâfatça da hayırlıdır, âkıbetçe de hayırlıdır.

[ 018.044 ] ( EO )

İşte burada velâyet elhak, Allahındır, o sevabca da hayır, ukbaca da hayırdır.

[ 018.044 ] ( ES )

İşte burada yardım, yalnız hak olan Allah'a aittir. O'nun verdiği mükâfat da daha hayırlıdır, netice de daha hayırlıdır.

[ 018.044 ] ( NQ )

There (on the Day of Resurrection), Al-Walayah (the protection, power, authority and kingdom) will be for Allah (Alone), the True God. He (Allah) is the Best for reward and the Best for the final end. (La ilaha ill-Allah none has the right to be worshipped but Allah).

[ 018.045 ] ( KK )

æóÇÖúÑöÈú áóåõãú ãóËóáó ÇáúÍóíóÇÉö ÇáÏøõäúíóÇ ßóãóÇÁò ÃóäúÒóáúäóÇåõ ãöäó ÇáÓøóãóÇÁö ÝóÇÎúÊóáóØó Èöåö äóÈóÇÊõ ÇáúÃóÑúÖö ÝóÃóÕúÈóÍó åóÔöíãðÇ ÊóÐúÑõæåõ ÇáÑøöíóÇÍõ æóßóÇäó Çááøóåõ Úóáóì ßõáøö ÔóíúÁò ãõÞúÊóÏöÑðÇ ﴿ ٤٥ ﴾

[ 018.045 ] ( MŞ )

 

[ 018.045 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), onlara (Mekke halkına) dünya hayatının hâlini şöyle temsil yap: (Dünya varlığı), gökten indirdiğimiz bir yağmura benzer ki, onunla arzın bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihâyet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgârlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedir bulunuyor.

[ 018.045 ] ( EO )

Onlara Dünya hayatın meselesi de şöyle yap: Sanki bir su, onu Semadan indirmişiz, derken onunla Arzın nebatâtı birbirine karışmış, derken bir çöp kırıntısı olmuştur, rüzgârlar onu savurur gider, Allah her şey'e muktedir bulunuyor.

[ 018.045 ] ( ES )

Ey Muhammed! Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri (her renk ve çiçekten) birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgarlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir.

[ 018.045 ] ( NQ )

And put forward to them the example of the life of this world, it is like the water (rain) which We send down from the sky, and the vegetation of the earth mingles with it, and becomes fresh and green. But (later) it becomes dry and broken pieces, which the winds scatter. And Allah is Able to do everything.

[ 018.046 ] ( KK )

ÇáúãóÇáõ æóÇáúÈóäõæäó ÒöíäóÉõ ÇáúÍóíóÇÉö ÇáÏøõäúíóÇ æóÇáúÈóÇÞöíóÇÊõ ÇáÕøóÇáöÍóÇÊõ ÎóíúÑñ ÚöäúÏó ÑóÈøößó ËóæóÇÈðÇ æóÎóíúÑñ ÃóãóáÇð ﴿ ٤٦ ﴾

[ 018.046 ] ( MŞ )

 

[ 018.046 ] ( AY )

(O öğünüp durdukları) mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakî kalacak olan sâlih âmeller ise, Rabbinin katında sevabca da hayırlıdır, emelce de hayırlıdır.

[ 018.046 ] ( EO )

o mal ve oğullar Dünya hayatın ziynetidir, bâkı kalacak salih ameller ise Rabbının ındinde sevabca da hayırlıdır, emelce de hayırlıdır.

[ 018.046 ] ( ES )

Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakî kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevabca da hayırlıdır, ümid yönünden de daha hayırlıdır.

[ 018.046 ] ( NQ )

Wealth and children are the adornment of the life of this world. But the good righteous deeds (five compulsory prayers, deeds of Allah's obedience, good and nice talk, remembrance of Allah with glorification, praises and thanks, etc.), that last, are better with your Lord for rewards and better in respect of hope.

[ 018.047 ] ( KK )

æóíóæúãó äõÓóíøöÑõ ÇáúÌöÈóÇáó æóÊóÑóì ÇáúÃóÑúÖó ÈóÇÑöÒóÉð æóÍóÔóÑúäóÇåõãú Ýóáóãú äõÛóÇÏöÑú ãöäúåõãú ÃóÍóÏðÇ ﴿ ٤٧ ﴾

[ 018.047 ] ( MŞ )

 

[ 018.047 ] ( AY )

O kıyâmet gününü hatırla ki, dağları yürüteceğiz ve arzı çırılçıplak göreceksin. İnsanları, hesap yerine toplamışız da onlardan hiç bir kimse bırakmamışız.

[ 018.047 ] ( EO )

Düşün o günü ki dağları yürütürüz, Arzı görürsün çır çıplak ve onları hep mahşere toplamışızdır da hiç bir kimse bırakmamışızdır.

[ 018.047 ] ( ES )

O kıyamet gününü hatırla ki, dağları yürüteceğiz ve yeryüzünü çırılçıplak göreceksin. Bütün insanları, mahşerde toplayacağız hiçbir kimseyi bırakmayacağız.

[ 018.047 ] ( NQ )

And (remember) the Day We shall cause the mountains to pass away (like clouds of dust), and you will see the earth as a levelled plain, and we shall gather them all together so as to leave not one of them behind.

[ 018.048 ] ( KK )

æóÚõÑöÖõæÇ Úóáóì ÑóÈøößó ÕóÝøðÇ áóÞóÏú ÌöÆúÊõãõæäóÇ ßóãóÇ ÎóáóÞúäóÇßõãú Ãóæøóáó ãóÑøóÉò Èóáú ÒóÚóãúÊõãú Ãóáøóäú äóÌúÚóáó áóßõãú ãóæúÚöÏðÇ ﴿ ٤٨ ﴾

[ 018.048 ] ( MŞ )

 

[ 018.048 ] ( AY )

Onlar, saf halinde Rabbine arzedilmişlerdir. (Sonra onlara şöyle denir): Yemin olsun ki, sizi ilk önce yarattığımız gibi (çıplak olarak) bize geldiniz. Fakat, size kıyâmet için yaptığımız vaadi yerine getirmiyeceğiz, sanmıştınız; değil mi?

[ 018.048 ] ( EO )

Ve hepsi saffolarak Rabbına arz edilmişlerdir, işte buyurur celâlim hakkı için ilk def'a yarattığımız gibi bize geldiniz, fakat size hiç bir mev'id yapmıyacağız zuummetmiştiniz değimli.

[ 018.048 ] ( ES )

Onlar, saf halinde Rabbine arz edilmişlerdir. Allah, onlara şöyle diyecektir: "Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi bize geldiniz. Fakat, size kıyamet için yaptığımız vaadi yerine getirmeyeceğimizi sanmıştınız, değil mi?

[ 018.048 ] ( NQ )

And they will be set before your Lord in (lines as) rows, (and Allah will say): "Now indeed, you have come to Us as We created you the first time. Nay, but you thought that We had appointed no meeting for you (with Us)."

[ 018.049 ] ( KK )

æóæõÖöÚó ÇáúßöÊóÇÈõ ÝóÊóÑóì ÇáúãõÌúÑöãöíäó ãõÔúÝöÞöíäó ãöãøóÇ Ýöíåö æóíóÞõæáõæäó íóÇæóíúáóÊóäóÇ ãóÇáö åóÐóÇ ÇáúßöÊóÇÈö áÇó íõÛóÇÏöÑõ ÕóÛöíÑóÉð æóáÇó ßóÈöíÑóÉð ÅöáÇøó ÃóÍúÕóÇåóÇ æóæóÌóÏõæÇ ãóÇ ÚóãöáõæÇ ÍóÇÖöÑðÇ æóáÇó íóÙúáöãõ ÑóÈøõßó ÃóÍóÏðÇ ﴿ ٤٩ ﴾

[ 018.049 ] ( MŞ )

 

[ 018.049 ] ( AY )

Amel defterleri (ellerine) konmuştur. Artık o mücrimleri göreceksin ki, (defterlerinde yazılı) günahlardan korkmuşlar ve şöyle diyorlar; “Eyvah bize! Bu deftere ne olmuş, (günahlarımızdan) küçük büyük bırakmayıp hepsini toplamış!” Onlar, bütün yaptıklarını (defterlerinde) hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin, hiç kimseye zulmetmez.

[ 018.049 ] ( EO )

Defter de konulmuştur, artık o mücrimleri görürsün bulundukları haileden halecanlar içinde titreşiyor ve diyorlardır: «Eyvah bize! bu defter de ne acayib ne küçük komuş ne büyük hepsini zaptetmiş» ve bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır, Rabbın kimseye zulmetmez.

[ 018.049 ] ( ES )

O gün herkesin amel defteri ortaya konulmuştur. Ey Muhammed! Günahkârların, amel defterlerinden korkarak: "Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş" dediklerini görürsün. Onlar, bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

[ 018.049 ] ( NQ )

And the Book (one's Record) will be placed (in the right hand for a believer in the Oneness of Allah, and in the left hand for a disbeliever in the Oneness of Allah), and you will see the Mujrimun (criminals, polytheists, sinners, etc.), fearful of that which is (recorded) therein. They will say: "Woe to us! What sort of Book is this that leaves neither a small thing nor a big thing, but has recorded it with numbers!" And they will find all that they did, placed before them, and your Lord treats no one with injustice.

[ 018.050 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞõáúäóÇ áöáúãóáóÆößóÉö ÇÓúÌõÏõæÇ öáÂÏóãó ÝóÓóÌóÏõæÇ ÅöáÇøó ÅöÈúáöíÓó ßóÇäó ãöäó ÇáúÌöäøö ÝóÝóÓóÞó Úóäú ÃóãúÑö ÑóÈøöåö ÃóÝóÊóÊøóÎöÐõæäóåõ æóÐõÑøöíøóÊóåõ ÃóæúáöíóÇÁó ãöäú Ïõæäöí æóåõãú áóßõãú ÚóÏõæøñ ÈöÆúÓó áöáÙøóÇáöãöíäó ÈóÏóáÇð ﴿ ٥٠ ﴾

[ 018.050 ] ( MŞ )

 

[ 018.050 ] ( AY )

Yine hatırla o vakti ki, biz meleklere: “ Âdem için secde edin.” Demiştik de hemen secde ettiler; yalnız İblis, cinden idi de Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi (ey insanoğulları), beni bırakıp da İblis’i ve ona bağlıları kendinize dostlar edinir misiniz ki, onların hepsi size düşmandır. (Bunu yapmak), zâlimler için ne fena bir değişmedir!...

[ 018.050 ] ( EO )

Yine düşün o vakıt ki Melâikeye Âdem için secde edin demiştik hemen secde ettiler, ancak İblis, Cinden idi de Rabbının emrinden çıktı, ya şimdi siz beni bırakıp da onu ve zürriyyetini kendinize evliyamı ittihaz ediyorsunuz onlar size öyle düşman iken? zalimler için ne fena bedel.

[ 018.050 ] ( ES )

Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: "Âdem'e secde edin!" demiştik. İblis hariç olmak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da İblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişmedir.

[ 018.050 ] ( NQ )

And (remember) when We said to the angels; "Prostrate to Adam." So they prostrated except Iblis (Satan). He was one of the jinns; he disobeyed the Command of his Lord. Will you then take him (Iblis) and his offspring as protectors and helpers rather than Me while they are enemies to you? What an evil is the exchange for the Zalimun (polytheists, and wrong-doers, etc).

[ 018.051 ] ( KK )

ãóÇ ÃóÔúåóÏúÊõåõãú ÎóáúÞó ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖö æóáÇó ÎóáúÞó ÃóäúÝõÓöåöãú æóãóÇ ßõäúÊõ ãõÊøóÎöÐó ÇáúãõÖöáøöíäó ÚóÖõÏðÇ ﴿ ٥١ ﴾

[ 018.051 ] ( MŞ )

 

[ 018.051 ] ( AY )

Ben (Azîmü’ş-şân) İblis ve yaranını, ne göklerle yerin yaradılışında, ne de kendilerinin yaradılışında şâhid tutmadım ve hiç bir zaman (insanları) sapıtanları yardımcı edinmiş değilim.

[ 018.051 ] ( EO )

Ben onları ne Göklerin ve Yerin yaradılışına ne de kendilerinin yaradılışına şâhid kılmadım ve hiç bir zaman mudılleri kol tutmuş değilim.

[ 018.051 ] ( ES )

Ben, onları (İblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışında, ne de kendilerinin yaratılışında şahit tutmadım ve hiçbir zaman doğru yoldan çıkanları yardımcı edinmiş değilim.

[ 018.051 ] ( NQ )

I (Allah) made them (Iblis and his offspring) not to witness (nor took their help in) the creation of the heavens and the earth and not (even) their own creation, nor was I (Allah) to take the misleaders as helpers.

[ 018.052 ] ( KK )

æóíóæúãó íóÞõæáõ äóÇÏõæÇ ÔõÑóßóÇÆöíó ÇáøóÐöíäó ÒóÚóãúÊõãú ÝóÏóÚóæúåõãú Ýóáóãú íóÓúÊóÌöíÈõæÇ áóåõãú æóÌóÚóáúäóÇ Èóíúäóåõãú ãóæúÈöÞðÇ ﴿ ٥٢ ﴾

[ 018.052 ] ( MŞ )

 

[ 018.052 ] ( AY )

O kıyâmet günü Allah kâfirlere şöyle diyecek: “ Ortaklarım ve şefaatçılarınız diye zannettiğiniz putlarınızı çağırın.” Hemen çağırmış olurlar, yakarırlar, fakat onlara cevap vermemiş bulunurlar. Biz, kâfirlerle ilâhları arasına ateşten bir vadi kurarız.

[ 018.052 ] ( EO )

Ve o gün ki dîyecek: «önneyin bakalım o zuumettiğiniz şeriklerime» derken onlara çağırmışlar yalvarmışlardır fakat kendilerine icabet etmemişlerdir ve aralarına biz bir mehleke koymuşuzdur.

[ 018.052 ] ( ES )

Ve o (kıyamet) günü Allah kâfirlere şöyle buyuracak: "Ortaklarım ve şefaatçılarınız diye zannettiğiniz putlarınızı çağırın." Müşrikler onları çağırırlar, fakat kendilerine cevap vermezler. Biz, kâfirlerle ilâhları arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.

[ 018.052 ] ( NQ )

And (remember) the Day He will say:"Call those (so-called) partners of Mine whom you pretended." Then they will cry unto them, but they will not answer them, and We shall put Maubiqa (a barrier, or enmity, or destruction, or a valley in Hell) between them.

[ 018.053 ] ( KK )

æóÑóÃóì ÇáúãõÌúÑöãõæäó ÇáäøóÇÑó ÝóÙóäøõæÇ Ãóäøóåõãú ãõæóÇÞöÚõæåóÇ æóáóãú íóÌöÏõæÇ ÚóäúåóÇ ãóÕúÑöÝðÇ ﴿ ٥٣ ﴾

[ 018.053 ] ( MŞ )

 

[ 018.053 ] ( AY )

Günahkârlar, ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır; fakat ondan savuşacak bir yer bulamamışlardır.

[ 018.053 ] ( EO )

Ve mücrimler ateşi görmüş, artık ona düşüneceklerini anlatmışlardır da ondan savuşacak bir yer bulamamışlardır.

[ 018.053 ] ( ES )

Günahkârlar ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır. Fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamazlar.

[ 018.053 ] ( NQ )

And the Mujrimun (criminals, polytheists, sinners), shall see the Fire and apprehend that they have to fall therein. And they will find no way of escape from there.

[ 018.054 ] ( KK )

æóáóÞóÏú ÕóÑøóÝúäóÇ Ýöí åóÐóÇ ÇáúÞõÑúÂäö áöáäøóÇÓö ãöäú ßõáøö ãóËóáò æóßóÇäó ÇáúÇöäúÓóÇäõ ÃóßúËóÑó ÔóíúÁò ÌóÏóáÇð ﴿ ٥٤ ﴾

[ 018.054 ] ( MŞ )

 

[ 018.054 ] ( AY )

Celâlim hakkı için biz, bu Kur’ân’da insanlara (muhtaç oldukları) her çeşit misali açık olarak verdik. İnsan ise, bâtıl ile düşmanlık ve münakaşa etmekte her şeyden fazladır.

[ 018.054 ] ( EO )

Şanım hakkı için, hakikat, biz bu Kur'anda insanlara ibret olacak her türlü meselden tasriyf yapmışızdır, insan ise her şeyin cedelce ekseri olmuştur.

[ 018.054 ] ( ES )

Şüphesiz biz, bu Kur'ân'da insanlara çeşitli mânâları türlü misallerle açık olarak verdik. İnsan ise, her şeyden çok mücadelecidir.

[ 018.054 ] ( NQ )

And indeed We have put forth every kind of example in this Qur'an, for mankind. But, man is ever more quarrelsome than anything.

[ 018.055 ] ( KK )

æóãóÇ ãóäóÚó ÇáäøóÇÓó Ãóäú íõÄúãöäõæÇ ÅöÐú ÌóÇÁóåõãõ ÇáúåõÏóì æóíóÓúÊóÛúÝöÑõæÇ ÑóÈøóåõãú ÅöáÇøó Ãóäú ÊóÃúÊöíóåõãú ÓõäøóÉõ ÇáúÃóæøóáöíäó Ãóæú íóÃúÊöíóåõãõ ÇáúÚóÐóÇÈõ ÞõÈõáÇð ﴿ ٥٥ ﴾

[ 018.055 ] ( MŞ )

 

[ 018.055 ] ( AY )

İnsanlara Peygamber ve Kur’ân geldiği zaman, onları îman etmekten ve Rablerine mağfiret dilemekten alıkoyan, ancak kendilerine evvelkilerin sünnetinin (helâk edilenlerin ibret sahnesinin) gelmesini veya Âhiret azabının ansızın gözgöre gelip çatmasını beklemek olmuştur.

[ 018.055 ] ( EO )

Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber geldiği halde insanları iman etmekten ve günahlarının mağrifetini istemekten alıkoyan da başka değil, ancak kendilerine evvelkilerin sünneti gelmesi veya Âhıret azâbının gözleri önüne gelmesi kazıyyesidir.

[ 018.055 ] ( ES )

Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber geldiğinde insanları, iman etmekten ve Rabblerinden günahlarının mağfiretini istemekten alıkoyan şey geçmiş milletlerin başlarına gelen felaketlerin kendilerine de gelmesini veya ahiret azabının ansızın göz göre göre gelip çatmasını beklemek olmuştur.

[ 018.055 ] ( NQ )

And nothing prevents men from believing, now when the guidance (the Qur'an) has come to them, and from asking Forgiveness of their Lord, except that the ways of the ancients be repeated with them (i.e. their destruction decreed by Allah), or the torment be brought to them face to face?

[ 018.056 ] ( KK )

æóãóÇ äõÑúÓöáõ ÇáúãõÑúÓóáöíäó ÅöáÇøó ãõÈóÔøöÑöíäó æóãõäúÐöÑöíäó æóíõÌóÇÏöáõ ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ÈöÇáúÈóÇØöáö áöíõÏúÍöÖõæÇ Èöåö ÇáúÍóÞøó æóÇÊøóÎóÐõæÇ ÂíóÇÊöí æóãóÇ ÃõäúÐöÑõæÇ åõÒõæðÇ ﴿ ٥٦ ﴾

[ 018.056 ] ( MŞ )

 

[ 018.056 ] ( AY )

Hâlbuki biz, peygamberleri ancak (îman edenleri cennetle) müjdeleyici ve (kâfirleri cehennem’le) korkutucu olmak üzere göndeririz. Küfredenler ise, hakkı (Kur’ân’ı), bâtıl ile kaydırıp gidermek için mücâdele ediyorlar. Âyetlerimizi ve korkutuldukları azabı da eğlence yerine tuttular.

[ 018.056 ] ( EO )

Halbuki biz gönderdiğimiz Peygamberleri ancak mübeşşir ve münzir olmak üzere göndeririz, küfredenler ise hakkı bâtılla kaydırmak için mücadele ediyorlar âyetlerimizi ve kendilerine edilen inzârı eğlence yerine tuttular.

[ 018.056 ] ( ES )

Halbuki biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise hakkı, batılla ortadan kaldırmak için mücadele ediyorlar. Onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları azabı da alaya almışlardır.

[ 018.056 ] ( NQ )

And We send not the Messengers except as giver of glad tidings and warners. But those who disbelieve, dispute with false argument, in order to refute the truth thereby. And they treat My Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.), and that with which they are warned, as jest and mockery!

[ 018.057 ] ( KK )

æóãóäú ÃóÙúáóãõ ãöãøóäú ÐõßøöÑó ÈöÂíóÇÊö ÑóÈøöåö ÝóÃóÚúÑóÖó ÚóäúåóÇ æóäóÓöíó ãóÇ ÞóÏøóãóÊú íóÏóÇåõ ÅöäøóÇ ÌóÚóáúäóÇ Úóáóì ÞõáõæÈöåöãú ÃóßöäøóÉð Ãóäú íóÝúÞóåõæåõ æóÝöí ÂÐóÇäöåöãú æóÞúÑðÇ æóÅöäú ÊóÏúÚõåõãú Åöáóì ÇáúåõÏóì Ýóáóäú íóåúÊóÏõæÇ ÅöÐðÇ ÃóÈóÏðÇ ﴿ ٥٧ ﴾

[ 018.057 ] ( MŞ )

 

[ 018.057 ] ( AY )

Rabbisi âyetleriyle nasihat edilip de, onlardan yüz çeviren ve daha önce yaptığı günahları unutan kimseden daha zalim kim olabilir? Biz, onların kalpleri üzerine, Kur’ân’ı (gerçeği) anlamalarına engel bir takım perdeler çektik ve kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları doğru yola dâvet etsen de, bu hâlde, ebediyyen hidâyete gelmezler.

[ 018.057 ] ( EO )

O kimseden daha zâlim de kim olabilir ki: Rabbının âyâtı ile nasıhat edilmiştir de onlardan yüz çevirmiş ve ellerinin takdim ettiği şeyleri unutmuştur; çünkü biz onların kalbleri üzerine onu iyi anlamalarına mani bir takım kabuklar ve kulaklarına bir ağırlık koymuşuzdur, sen onları doğru yola çağırsan da o halde onlar ebeden yola gelmezler.

[ 018.057 ] ( ES )

Rabbinin âyetleriyle nasihat edilip de onlardan yüz çeviren ve daha önce işlediği günahları unutandan daha zalim kim olabilir? Biz onların kalbleri üzerine (Kur'ân'ı) anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Ey Muhammed! Sen onları doğru yola çağırsan da onlar asla hidayete ermezler.

[ 018.057 ] ( NQ )

And who does more wrong than he who is reminded of the Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) of his Lord, but turns away from them forgetting what (deeds) his hands have sent forth. Truly, We have set veils over their hearts lest they should understand this (the Qur'an), and in their ears, deafness. And if you (O Muhammad ) call them to guidance, even then they will never be guided.

[ 018.058 ] ( KK )

æóÑóÈøõßó ÇáúÛóÝõæÑõ Ðõæ ÇáÑøóÍúãóÉö áóæú íõÄóÇÎöÐõåõãú ÈöãóÇ ßóÓóÈõæÇ áóÚóÌøóáó áóåõãõ ÇáúÚóÐóÇÈó Èóáú áóåõãú ãóæúÚöÏñ áóäú íóÌöÏõæÇ ãöäú Ïõæäöåö ãóæúÆöáÇð ﴿ ٥٨ ﴾

[ 018.058 ] ( MŞ )

 

[ 018.058 ] ( AY )

Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer Allah, onları, yaptıkları günahlar yüzünden yakalayıverecek olsaydı, haklarında azabı hemen verirdi. Fakat onlar için vaad edilen bir azap vakti vardır ki, o geldiği zaman, Allah’ın azabından bir kurtuluş yeri bulamazlar.

[ 018.058 ] ( EO )

Hem o mağrifeti çok rahmet sahibi rabbın onları kesibleriyle derhal muâhaze ediverecek olsa idi haklarında azâbı elbette ta'cil buyururdu, fakat onlar için bir mîy'âd vardır ki o gelince hiç bir çarei necat bulamazlar.

[ 018.058 ] ( ES )

Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin çok bağışlayıcıdır, tevbe eden kullarına rahmeti boldur. Eğer Allah, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen cezalandıracak olsaydı, onlara hemen azab ederdi. Fakat onlara vaad edilen bir zaman vardır ki, o geldiğinde Allah'ın azabından bir kurtuluş yeri bulamazlar.

[ 018.058 ] ( NQ )

And your Lord is Most Forgiving, Owner of Mercy. Were He to call them to account for what they have earned, then surely, He would have hastened their punishment. But they have their appointed time, beyond which they will find no escape.

[ 018.059 ] ( KK )

æóÊöáúßó ÇáúÞõÑóì ÃóåúáóßúäóÇåõãú áóãøóÇ ÙóáóãõæÇ æóÌóÚóáúäóÇ áöãóåúáößöåöãú ãóæúÚöÏðÇ ﴿ ٥٩ ﴾

[ 018.059 ] ( MŞ )

 

[ 018.059 ] ( AY )

İşte geçmiş zamanlardaki memleketleri!... Onların halkını, yaptıkları zulüm sebebiyle helâk ettik ve bunların helâkleri için de belirli bir vakit tayin eyledik.

[ 018.059 ] ( EO )

Daha o memleketler ki biz onları zulmettiklerinde helâk etmişiz ve helâklarıne bir mîy'âd ta'yin eylemişiz.

[ 018.059 ] ( ES )

İşte zulmettikleri için helak ettiğimiz şehirler! Biz onların helâkleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik.

[ 018.059 ] ( NQ )

And these towns (population, 'Ad, Thamud, etc.) We destroyed when they did wrong. And We appointed a fixed time for their destruction.

[ 018.060 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞóÇáó ãõæÓóì áöÝóÊóÇåõ áÇó ÃóÈúÑóÍõ ÍóÊøóì ÃóÈúáõÛó ãóÌúãóÚó ÇáúÈóÍúÑóíúäö Ãóæú ÃóãúÖöíó ÍõÞõÈðÇ ﴿ ٦٠ ﴾

[ 018.060 ] ( MŞ )

 

[ 018.060 ] ( AY )

Bir vakit Mûsa, hizmetinde bulunan gencine şöyle demişti: “ İki denizin birleştiği yere (Boğaza) varıncaya kadar (Hızır aleyhisselâma kavuşmak için) gideceğim, yahut senelerce gideceğim.”

[ 018.060 ] ( EO )

Bir vakit de Musâ fetâsına demişti ki: durmıyacağım tâ iki denizin cemolduğu yere kadar varacağım, yâhud senelerce gideceğim.

[ 018.060 ] ( ES )

Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."

[ 018.060 ] ( NQ )

And (remember) when Musa (Moses) said to his boy-servant: "I will not give up (travelling) until I reach the junction of the two seas or (until) I spend years and years in travelling."

[ 018.061 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ ÈóáóÛóÇ ãóÌúãóÚó ÈóíúäöåöãóÇ äóÓöíóÇ ÍõæÊóåõãóÇ ÝóÇÊøóÎóÐó ÓóÈöíáóåõ Ýöí ÇáúÈóÍúÑö ÓóÑóÈðÇ ﴿ ٦١ ﴾

[ 018.061 ] ( MŞ )

 

[ 018.061 ] ( AY )

Bunun üzerine, ikisi de iki deniz kavşağına varınca (tuzlanmış olarak getirdikleri ve canlandığı zaman Hızır ile buluşmuş olacakları) balıklarını unuttular. (Allah’ın vaadı ve izniyle balık canlanmış ve) denizde bir deliğe doğru yolunu tutmuştu.

[ 018.061 ] ( EO )

Bunun üzerine ikisi bir vaktaki iki deniz arasının cemolduğu yere vardılar balıklarını unuttular o vakıt o, denizde bir deliğe yolunu tutmuştu.

[ 018.061 ] ( ES )

Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.

[ 018.061 ] ( NQ )

But when they reached the junction of the two seas, they forgot their fish, and it took its way through the sea as in a tunnel.

[ 018.062 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ ÌóÇæóÒóÇ ÞóÇáó áöÝóÊóÇåõ ÂÊöäóÇ ÛóÏóÇÁóäóÇ áóÞóÏú áóÞöíäóÇ ãöäú ÓóÝóÑöäóÇ åóÐóÇ äóÕóÈðÇ ﴿ ٦٢ ﴾

[ 018.062 ] ( MŞ )

 

[ 018.062 ] ( AY )

İki deniz kavşağını geçtikleri zaman, Mûsa, genç arkadaşına: “Kuşluk yemeğimizi getir, gerçekten biz bu yolculuğumuzdan yorgun düştük.” dedi.

[ 018.062 ] ( EO )

Bu sûretle vakta ki geçtiler fetâsına getir, dedi: Kuşluk yemeğimizi, hakikaten biz bu seferimizden yorgunluğa giriftar olduk.

[ 018.062 ] ( ES )

İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman, Musa genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk" dedi.

[ 018.062 ] ( NQ )

So when they had passed further on (beyond that fixed place), Musa (Moses) said to his boy-servant: "Bring us our morning meal; truly, we have suffered much fatigue in this, our journey."

[ 018.063 ] ( KK )

ÞóÇáó ÃóÑóÃóíúÊó ÅöÐú ÃóæóíúäóÇ Åöáóì ÇáÕøóÎúÑóÉö ÝóÅöäøöí äóÓöíÊõ ÇáúÍõæÊó æóãóÇ ÃóäúÓóÇäöíåõ ÅöáÇøó ÇáÔøóíúØóÇäõ Ãóäú ÃóÐúßõÑóåõ æóÇÊøóÎóÐó ÓóÈöíáóåõ Ýöí ÇáúÈóÍúÑö ÚóÌóÈðÇ ﴿ ٦٣ ﴾

[ 018.063 ] ( MŞ )

 

[ 018.063 ] ( AY )

Genç arkadaş (Yûşa), Mûsâ’ya şöyle dedi: “ Gördün mü, (balığı canlı olarak bulmakla vaadedildiğimiz yerdeki) kayaya sığındığımız vakit, doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O tuhaf bir şekilde denizdeki yolunu tutmuştu.”

[ 018.063 ] ( EO )

Gördünmü? dedi: kayaya sığındığımız vakıt doğrusu ben balığı unuttum, ve bana onu söylememi her halde Şeytan unutturdu, o âcayib bir sûrette denizdeki yolunu tutmuştu.

[ 018.063 ] ( ES )

Adam: "Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti."

[ 018.063 ] ( NQ )

He said:"Do you remember when we betook ourselves to the rock? I indeed forgot the fish, none but Shaitan (Satan) made me forget to remember it. It took its course into the sea in a strange (way)!"

[ 018.064 ] ( KK )

ÞóÇáó Ðóáößó ãóÇ ßõäøóÇ äóÈúÛö ÝóÇÑúÊóÏøóÇ Úóáóì ÂËóÇÑöåöãóÇ ÞóÕóÕðÇ ﴿ ٦٤ ﴾

[ 018.064 ] ( MŞ )

 

[ 018.064 ] ( AY )

Mûsa: “ İşte aradığımız bu idi.” dedi. Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler.

[ 018.064 ] ( EO )

İşte dedi: aradığımız o ya, bunun üzerine izlerini ta'kıb ederek gerisin geri döndüler.

[ 018.064 ] ( ES )

Musa da demişti ki: "İşte aradığımız o idi." Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler.

[ 018.064 ] ( NQ )

[Musa (Moses)] said: "That is what we have been seeking." So they went back retracing their footsteps.

[ 018.065 ] ( KK )

ÝóæóÌóÏóÇ ÚóÈúÏðÇ ãöäú ÚöÈóÇÏöäóÇ ÂÊóíúäóÇåõ ÑóÍúãóÉð ãöäú ÚöäúÏöäóÇ æóÚóáøóãúäóÇåõ ãöäú áóÏõäøóÇ ÚöáúãðÇ ﴿ ٦٥ ﴾

[ 018.065 ] ( MŞ )

 

[ 018.065 ] ( AY )

Nihâyet kullarımızdan bir kul (olan Hızır’ı) buldular ki, biz ona, katımızdan bir vahy vermiş ve tarafımızdan (gayblara dair özel) bir ilim öğretmiştik.

[ 018.065 ] ( EO )

Derken kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve ledünnimizden bir ılim öğretmiştik.

[ 018.065 ] ( ES )

Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

[ 018.065 ] ( NQ )

Then they found one of Our slaves, unto whom We had bestowed mercy from Us, and whom We had taught knowledge from Us.

[ 018.066 ] ( KK )

ÞóÇáó áóåõ ãõæÓóì åóáú ÃóÊøóÈöÚõßó Úóáóì Ãóäú ÊõÚóáøöãóäö ãöãøóÇ ÚõáøöãúÊó ÑõÔúÏðÇ ﴿ ٦٦ ﴾

[ 018.066 ] ( MŞ )

 

[ 018.066 ] ( AY )

Mûsâ, Hızır’a: “Sana öğretilen ilimden bana öğretmek şartı ile sana uyayım mı?” dedi.

[ 018.066 ] ( EO )

Musâ, ona öğretildiğin ılimden bana bir rüşd öğretmen şartiyle sana ittiba edebilirmiyim? Dedi.

[ 018.066 ] ( ES )

Musa ona: "Allah'ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi.

[ 018.066 ] ( NQ )

Musa (Moses) said to him (Khidr) "May I follow you so that you teach me something of that knowledge (guidance and true path) which you have been taught (by Allah)?"

[ 018.067 ] ( KK )

ÞóÇáó Åöäøóßó áóäú ÊóÓúÊóØöíÚó ãóÚöíó ÕóÈúÑðÇ ﴿ ٦٧ ﴾

[ 018.067 ] ( MŞ )

 

[ 018.067 ] ( AY )

Hızır dedi ki: “ Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin.

[ 018.067 ] ( EO )

Doğrusu, dedi: sen benimle sabredemezsin.

[ 018.067 ] ( ES )

(Hızır) dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin.

[ 018.067 ] ( NQ )

He (Khidr) said: "Verily! You will not be able to have patience with me!

[ 018.068 ] ( KK )

æóßóíúÝó ÊóÕúÈöÑõ Úóáóì ãóÇ áóãú ÊõÍöØú Èöåö ÎõÈúÑðÇ ﴿ ٦٨ ﴾

[ 018.068 ] ( MŞ )

 

[ 018.068 ] ( AY )

İç yüzünü bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin?

[ 018.068 ] ( EO )

Havsalanın almadığı şey'e nasıl sabredeceksin?

[ 018.068 ] ( ES )

İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?

[ 018.068 ] ( NQ )

And how can you have patience about a thing which you know not?

[ 018.069 ] ( KK )

ÞóÇáó ÓóÊóÌöÏõäöí Åöäú ÔóÇÁó Çááøóåõ ÕóÇÈöÑðÇ æóáÇó ÃóÚúÕöí áóßó ÃóãúÑðÇ ﴿ ٦٩ ﴾

[ 018.069 ] ( MŞ )

 

[ 018.069 ] ( AY )

Mûsâ: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir işine karşı gelmiyeceğim.” dedi.

[ 018.069 ] ( EO )

İnşaallah dedi: beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine âsı olmam.

[ 018.069 ] ( ES )

Musa: "İnşaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim" dedi.

[ 018.069 ] ( NQ )

Musa (Moses) said: "If Allah will, you will find me patient, and I will not disobey you in aught."

[ 018.070 ] ( KK )

ÞóÇáó ÝóÅöäö ÇÊøóÈóÚúÊóäöí ÝóáÇó ÊóÓúÃóáúäöí Úóäú ÔóíúÁò ÍóÊøóì ÃõÍúÏöËó áóßó ãöäúåõ ÐößúÑðÇ ﴿ ٧٠ ﴾

[ 018.070 ] ( MŞ )

 

[ 018.070 ] ( AY )

Hızır dedi ki: “ O hâlde bana tâbi olacaksan, kendisinden ben bir söz açmadıkça, bana hiç bir şeyden sorma.”

[ 018.070 ] ( EO )

O halde dedi: eğer bana tabi, alacaksan bana hiç bir şeyden suâl etme tâ ben sana ondan bir söz açıncıya kadar.

[ 018.070 ] ( ES )

(Hızır) dedi ki: "O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!"

[ 018.070 ] ( NQ )

He (Khidr) said: "Then, if you follow me, ask me not about anything till I myself mention it to you."

[ 018.071 ] ( KK )

ÝóÇäúØóáóÞóÇ ÍóÊøóì ÅöÐóÇ ÑóßöÈóÇ Ýöí ÇáÓøóÝöíäóÉö ÎóÑóÞóåóÇ ÞóÇáó ÃóÎóÑóÞúÊóåóÇ áöÊõÛúÑöÞó ÃóåúáóåóÇ áóÞóÏú ÌöÆúÊó ÔóíúÆðÇ ÅöãúÑðÇ ﴿ ٧١ ﴾

[ 018.071 ] ( MŞ )

 

[ 018.071 ] ( AY )

Böylece kalkıp gittiler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman, Hızır, gemiyi (bir balta ile delip) yaraladı. Mûsa, ona şöyle dedi: “ Geminin içindekileri boğasın diye mi onu deldin? Doğrusu çok (şaşılacak) büyük bir iş yaptın!”

[ 018.071 ] ( EO )

Bunun üzerine ikisi bir gittiler, nihayet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı, â, dedi: ehalisini gark etmek için mi yaralandın onu? Alimallah müdhiş bir şey yaptın.

[ 018.071 ] ( ES )

Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi: "Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın."

[ 018.071 ] ( NQ )

So they both proceeded, till, when they embarked the ship, he (Khidr) scuttled it. Musa (Moses) said: "Have you scuttled it in order to drown its people? Verily, you have committed a thing "Imra" (a Munkar - evil, bad, dreadful thing)."

[ 018.072 ] ( KK )

ÞóÇáó Ãóáóãú ÃóÞõáú Åöäøóßó áóäú ÊóÓúÊóØöíÚó ãóÚöíó ÕóÈúÑðÇ ﴿ ٧٢ ﴾

[ 018.072 ] ( MŞ )

 

[ 018.072 ] ( AY )

Hızır: “Sen, benimle asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.

[ 018.072 ] ( EO )

Demedim mi, dedi: doğrusu sen benimle sabredemezsin?

[ 018.072 ] ( ES )

(Hızır:) "Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi.

[ 018.072 ] ( NQ )

He (Khidr) said: "Did I not tell you, that you would not be able to have patience with me?"

[ 018.073 ] ( KK )

ÞóÇáó áÇó ÊõÄóÇÎöÐúäöí ÈöãóÇ äóÓöíÊõ æóáÇó ÊõÑúåöÞúäöí ãöäú ÃóãúÑöí ÚõÓúÑðÇ ﴿ ٧٣ ﴾

[ 018.073 ] ( MŞ )

 

[ 018.073 ] ( AY )

Mûsa dedi ki: “ Beni, unuttuğum şeyle muahaze etme ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma.”

[ 018.073 ] ( EO )

Beni dedi: unuttuğumla muâhaze etme ve bana bu işimden dolayı güçlük çıkarma.

[ 018.073 ] ( ES )

Musa dedi ki: "Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma."

[ 018.073 ] ( NQ )

[Musa (Moses)] said: "Call me not to account for what I forgot, and be not hard upon me for my affair (with you)."

[ 018.074 ] ( KK )

ÝóÇäúØóáóÞóÇ ÍóÊøóì ÅöÐóÇ áóÞöíóÇ ÛõáÇóãðÇ ÝóÞóÊóáóåõ ÞóÇáó ÃóÞóÊóáúÊó äóÝúÓðÇ ÒóßöíøóÉð ÈöÛóíúÑö äóÝúÓò áóÞóÏú ÌöÆúÊó ÔóíúÆðÇ äõßúÑðÇ ﴿ ٧٤ ﴾

[ 018.074 ] ( MŞ )

 

[ 018.074 ] ( AY )

Yine gittiler. Nihâyet bir oğlana rastgeldikleri vakit, tuttu Hızır bunu öldürüverdi. Mûsâ dedi ki: “ Tertemiz (günah işlememiş) bir kimseyi, bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha!... Doğrusu görülmemiş bir şey yaptın.”

[ 018.074 ] ( EO )

Yine gittiler, nihayet bir oğlana rast geldiler tuttu onu öldürüverdi, â! Dedi: ter temiz bir nefsi bir nefis mukabili olmaksızın öldürdün mü? alimallah çok münker bir şey yaptın.

[ 018.074 ] ( ES )

Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa: "Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın" dedi.

[ 018.074 ] ( NQ )

Then they both proceeded, till they met a boy, he (Khidr) killed him. Musa (Moses) said: "Have you killed an innocent person who had killed none? Verily, you have committed a thing "Nukra" (a great Munkar - prohibited, evil, dreadful thing)!"

[ 018.075 ] ( KK )

ÞóÇáó Ãóáóãú ÃóÞõáú áóßó Åöäøóßó áóäú ÊóÓúÊóØöíÚó ãóÚöíó ÕóÈúÑðÇ ﴿ ٧٥ ﴾

[ 018.075 ] ( MŞ )

 

[ 018.075 ] ( AY )

Hızır dedi ki: “Sen, benimle asla sabredemezsin, demedim mi sana?”

[ 018.075 ] ( EO )

Doğrusu sen benimle sabredemezsin demedim mi sana? dedi.

[ 018.075 ] ( ES )

Hızır dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?"

[ 018.075 ] ( NQ )

(Khidr) said: "Did I not tell you that you can have no patience with me?"

[ 018.076 ] ( KK )

ÞóÇáó Åöäú ÓóÃóáúÊõßó Úóäú ÔóíúÁò ÈóÚúÏóåóÇ ÝóáÇó ÊõÕóÇÍöÈúäöí ÞóÏú ÈóáóÛúÊó ãöäú áóÏõäøöí ÚõÐúÑðÇ ﴿ ٧٦ ﴾

[ 018.076 ] ( MŞ )

 

[ 018.076 ] ( AY )

Mûsa şöyle dedi: “ Eğer bundan sonra bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Doğrusu tarafımdan (yapılacak) son özre ulaştın.”

[ 018.076 ] ( EO )

Eğer, dedi: bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana musahib olma, doğrusu tarafımdan son özre erdin.

[ 018.076 ] ( ES )

(Musa) dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın.

[ 018.076 ] ( NQ )

[Musa (Moses)] said: "If I ask you anything after this, keep me not in your company, you have received an excuse from me."

[ 018.077 ] ( KK )

ÝóÇäúØóáóÞóÇ ÍóÊøóì ÅöÐóÇ ÃóÊóíóÇ Ãóåúáó ÞóÑúíóÉò ÇÓúÊóØúÚóãóÇ ÃóåúáóåóÇ ÝóÃóÈóæúÇ Ãóäú íõÖóíøöÝõæåõãóÇ ÝóæóÌóÏóÇ ÝöíåóÇ ÌöÏóÇÑðÇ íõÑöíÏõ Ãóäú íóäúÞóÖøó ÝóÃóÞóÇãóåõ ÞóÇáó áóæú ÔöÆúÊó áÇó ÊøóÎóÐúÊó Úóáóíúåö ÃóÌúÑðÇ ﴿ ٧٧ ﴾

[ 018.077 ] ( MŞ )

 

[ 018.077 ] ( AY )

Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir memleket halkına vardılar ki, ora halkından yemek istedikleri hâlde, kendilerini misafir etmekten çekinmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır onu hemen doğrultuverdi. (Mûsa, ona) dedi ki: “İsteseydin, bu işine karşı bir ücret (ekmek parası) alırdın.”

[ 018.077 ] ( EO )

Bunun üzerine yine gittiler, nihayet bir karyenin ehline vardılar ki bunları müsafir etmekten imtina ettiler, derken orada yıkılmak isteyen bir divar buldular, tuttu onu doğrultuverdi, isteseydin, dedi: her halde buna karşı bir ücret alırdın.

[ 018.077 ] ( ES )

Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: "İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın" dedi.

[ 018.077 ] ( NQ )

Then they both proceeded, till, when they came to the people of a town, they asked them for food, but they refused to entertain them. Then they found therein a wall about to collapse and he (Khidr) set it up straight. [Musa (Moses)] said: If you had wished, surely, you could have taken wages for it!"

[ 018.078 ] ( KK )

ÞóÇáó åóÐóÇ ÝöÑóÇÞõ Èóíúäöí æóÈóíúäößó ÓóÃõäóÈøöÆõßó ÈöÊóÃúæöíáö ãóÇ áóãú ÊóÓúÊóØöÚú Úóáóíúåö ÕóÈúÑðÇ ﴿ ٧٨ ﴾

[ 018.078 ] ( MŞ )

 

[ 018.078 ] ( AY )

Hızır şöyle dedi: “İşte bu itiraz, seninle benim aramın ayrılmasına sebep olmuştur. Sana, o sabredemeğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim:

[ 018.078 ] ( EO )

İşte dedi: bu, seninle benim aramın ayrılması.

[ 018.078 ] ( ES )

Hızır dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."

[ 018.078 ] ( NQ )

(Khidr) said: "This is the parting between me and you, I will tell you the interpretation of (those) things over which you were unable to hold patience.

[ 018.079 ] ( KK )

ÃóãøóÇ ÇáÓøóÝöíäóÉõ ÝóßóÇäóÊú áöãóÓóÇßöíäó íóÚúãóáõæäó Ýöí ÇáúÈóÍúÑö ÝóÃóÑóÏúÊõ Ãóäú ÃóÚöíÈóåóÇ æóßóÇäó æóÑóÇÁóåõãú ãóáößñ íóÃúÎõÐõ ßõáøó ÓóÝöíäóÉò ÛóÕúÈðÇ ﴿ ٧٩ ﴾

[ 018.079 ] ( MŞ )

 

[ 018.079 ] ( AY )

Evvelâ gemi, denizde çalışan bir takım yoksullarındı. Ben, o gemiyi kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) ötelerinde, her sağlam gemiyi zorla alan bir padişah vardı.

[ 018.079 ] ( EO )

Sana o sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereyim.

[ 018.079 ] ( ES )

Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.

[ 018.079 ] ( NQ )

As for the ship, it belonged to Masakin (poor people) working in the sea. So I wished to make a defective damage in it, as there was a king after them who seized every ship by force.
 

[ 018.080 ] ( KK )

æóÃóãøóÇ ÇáúÛõáÇóãõ ÝóßóÇäó ÃóÈóæóÇåõ ãõÄúãöäóíúäö ÝóÎóÔöíäóÇ Ãóäú íõÑúåöÞóåõãóÇ ØõÛúíóÇäðÇ æóßõÝúÑðÇ ﴿ ٨٠ ﴾

[ 018.080 ] ( MŞ )

 

[ 018.080 ] ( AY )

Oğlana gelince; onun ebeveyni mü'min kimselerdi. Bunun için oğlanın bunları azgınlık ve küfür ile sarmasından sakındık da,

[ 018.080 ] ( EO )

Evvelâ gemi, denizde çalışan bir takım biçarelerin idi, ben onu ayıblandırmak istedim ki: ötelerinde bir Melik vardı, her sağlam gemiyi gasben alıyordu.

[ 018.080 ] ( ES )

Oğlana gelince, onun anababası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk.

[ 018.080 ] ( NQ )

And as for the boy, his parents were believers, and we feared lest he should oppress them by rebellion and disbelief.

[ 018.081 ] ( KK )

ÝóÃóÑóÏúäóÇ Ãóäú íõÈúÏöáóåõãóÇ ÑóÈøõåõãóÇ ÎóíúÑðÇ ãöäúåõ ÒóßóÇÉð æóÃóÞúÑóÈó ÑõÍúãðÇ ﴿ ٨١ ﴾

[ 018.081 ] ( MŞ )

 

[ 018.081 ] ( AY )

İstedik ki, onların Rabbi bu oğlanın yerine, kendilerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin.

[ 018.081 ] ( EO )

Evvelâ gemi, denizde çalışan bir takım biçarelerin idi, ben onu ayıblandırmak istedim ki: ötelerinde bir Melik vardı, her sağlam gemiyi gasben alıyordu.

[ 018.081 ] ( ES )

İstedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin.

[ 018.081 ] ( NQ )

So we intended that their Lord should change him for them for one better in righteousness and near to mercy.
 

[ 018.082 ] ( KK )

æóÃóãøóÇ ÇáúÌöÏóÇÑõ ÝóßóÇäó áöÛõáÇóãóíúäö íóÊöíãóíúäö Ýöí ÇáúãóÏöíäóÉö æóßóÇäó ÊóÍúÊóåõ ßóäúÒñ áóåõãóÇ æóßóÇäó ÃóÈõæåõãóÇ ÕóÇáöÍðÇ ÝóÃóÑóÇÏó ÑóÈøõßó Ãóäú íóÈúáõÛóÇ ÃóÔõÏøóåõãóÇ æóíóÓúÊóÎúÑöÌóÇ ßóäúÒóåõãóÇ ÑóÍúãóÉð ãöäú ÑóÈøößó æóãóÇ ÝóÚóáúÊõåõ Úóäú ÃóãúÑöí Ðóáößó ÊóÃúæöíáõ ãóÇ áóãú ÊóÓúØöÚú Úóáóíúåö ÕóÈúÑðÇ ﴿ ٨٢ ﴾

[ 018.082 ] ( MŞ )

 

[ 018.082 ] ( AY )

Duvara gelince, duvar şehirde iki yetim oğlanındı. Duvarın altında, bu oğlanlar için saklı bir define vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Onun için Rabbin diledi ki, ikisi de rüşdlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinden bir merhamet idi. Ben, bunları kendi görüşümle yapmadım (Allah’ın emriyle yaptım). İşte senin sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.”

[ 018.082 ] ( EO )

Gelelim divara: şehir de iki yetîm oğlanın idi, altında onlar için saklanmış bir defîne vardı ve babaları salih bir zat idi, onun için rabbın irade buyurdu ki ikisi de rüştlerine ersinler ve defînelerini çıkarsınlar, hep bunlar rabbından bir rahmet olarakdır ve ben hiç birini kendi re'yimden yapmadım ve işte senin sabredemediğin şeylerin te'vili.

[ 018.082 ] ( ES )

Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur.

[ 018.082 ] ( NQ )

And as for the wall, it belonged to two orphan boys in the town; and there was under it a treasure belonging to them; and their father was a righteous man, and your Lord intended that they should attain their age of full strength and take out their treasure as a mercy from your Lord. And I did it not of my own accord. That is the interpretation of those (things) over which you could not hold patience."

[ 018.083 ] ( KK )

æóíóÓúÃóáõæäóßó Úóäú Ðöí ÇáúÞóÑúäóíúäö Þõáú ÓóÃóÊúáõæ Úóáóíúßõãú ãöäúåõ ÐößúÑðÇ ﴿ ٨٣ ﴾

[ 018.083 ] ( MŞ )

 

[ 018.083 ] ( AY )

Ey Resûlüm, bir de sana Zü’l-Karneyn’den (haber) soruyorlar, (müşrikler seni imtihan etmek için). De ki: “ Size ondan bir haber anlatacağım:

[ 018.083 ] ( EO )

Bir de sana Zülkarneynden suâl ediyorlar, de ki size ondan bir yadigâr okuyacağım.

[ 018.083 ] ( ES )

Bir de sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.

[ 018.083 ] ( NQ )

And they ask you about Dhul-Qarnain. Say: "I shall recite to you something of his story."

[ 018.084 ] ( KK )

ÅöäøóÇ ãóßøóäøóÇ áóåõ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö æóÂÊóíúäóÇåõ ãöäú ßõáøö ÔóíúÁò ÓóÈóÈðÇ ﴿ ٨٤ ﴾

[ 018.084 ] ( MŞ )

 

[ 018.084 ] ( AY )

Gerçekten biz, Zül’-Karneyn’i (Rûm hükümdarı İskender’i) yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona (gayesine ulaşmak için) istediği her şeyden bir vasıta (sebep) verdik.

[ 018.084 ] ( EO )

Biz onun için Arzda bir müknet hazırladık ve ona her şeyden bir sebeb verdik.

[ 018.084 ] ( ES )

Gerçekten biz onu (Zülkarneyn'i) yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmesinin bir yolunu verdik.

[ 018.084 ] ( NQ )

Verily, We established him in the earth, and We gave him the means of everything.

[ 018.085 ] ( KK )

ÝóÃóÊúÈóÚó ÓóÈóÈðÇ ﴿ ٨٥ ﴾

[ 018.085 ] ( MŞ )

 

[ 018.085 ] ( AY )

O da (batıya ulaşmak için) bir yol tuttu.

[ 018.085 ] ( EO )

Derken bir sebebi ta'kıb etti.

[ 018.085 ] ( ES )

Derken o da bu yollardan birini tutup gitti.

[ 018.085 ] ( NQ )

So he followed a way.

[ 018.086 ] ( KK )

ÍóÊøóì ÅöÐóÇ ÈóáóÛó ãóÛúÑöÈó ÇáÔøóãúÓö æóÌóÏóåóÇ ÊóÛúÑõÈõ Ýöí Úóíúäò ÍóãöÆóÉò æóæóÌóÏó ÚöäúÏóåóÇ ÞóæúãðÇ ÞõáúäóÇ íóÇÐóÇ ÇáúÞóÑúäóíúäö ÅöãøóÇ Ãóäú ÊõÚóÐøöÈó æóÅöãøóÇ Ãóäú ÊóÊøóÎöÐó Ýöíåöãú ÍõÓúäðÇ ﴿ ٨٦ ﴾

[ 018.086 ] ( MŞ )

 

[ 018.086 ] ( AY )

Nihâyet güneşin battığı yere (okyanus kıyısına) vardığı zaman, güneşi, (sanki) siyah bir çamura batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz şöyle hitap buyurduk: “ Ey Zül’-Karneyn! Ya (îman etmiyenlere) azap edersin veya haklarında bir güzellik muamelesi yaparsın.”

[ 018.086 ] ( EO )

Tâ gün batıya vardığı vakit onu balçıkla bir gözde gurub ediyor buldu, bir de bunun yanında bir kavim buldu, dedik ki: ey Zülkarneyn! ya ta'zib edersin veya haklarında bir güzellik ittihaz eylersin.

[ 018.086 ] ( ES )

Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: "Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın."

[ 018.086 ] ( NQ )

Until, when he reached the setting place of the sun, he found it setting in a spring of black muddy (or hot) water. And he found near it a people. We (Allah) said (by inspiration): "O Dhul-Qarnain! Either you punish them, or treat them with kindness."

[ 018.087 ] ( KK )

ÞóÇáó ÃóãøóÇ ãóäú Ùóáóãó ÝóÓóæúÝó äõÚóÐøöÈõåõ Ëõãøó íõÑóÏøõ Åöáóì ÑóÈøöåö ÝóíõÚóÐøöÈõåõ ÚóÐóÇÈðÇ äõßúÑðÇ ﴿ ٨٧ ﴾

[ 018.087 ] ( MŞ )

 

[ 018.087 ] ( AY )

Zül’-Karneyn dedi ki: “ Kim zulmederse (Allah’ı inkâr ederse), muhakkak ona azap edeceğiz. Sonra Rabbine döndürülür de Allah onu görülmedik bir azâbla cezalandırır.

[ 018.087 ] ( EO )

Dedi: her kim haksızlık ederse onu muhakkak ta'zib ederiz, sonra rabbına iade olunur, o da onu görülmedik bir azâba çeker.

[ 018.087 ] ( ES )

O da demişti ki: "Kim haksızlık ederse muhakkak ona azab edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, O da onu görülmemiş bir azabla cezalandırır."

[ 018.087 ] ( NQ )

He said: "As for him (a disbeliever in the Oneness of Allah) who does wrong, we shall punish him; and then he will be brought back unto his Lord; Who will punish him with a terrible torment (Hell).

[ 018.088 ] ( KK )

æóÃóãøóÇ ãóäú Âãóäó æóÚóãöáó ÕóÇáöÍðÇ Ýóáóåõ ÌóÒóÇÁð ÇáúÍõÓúäóì æóÓóäóÞõæáõ áóåõ ãöäú ÃóãúÑöäóÇ íõÓúÑðÇ ﴿ ٨٨ ﴾

[ 018.088 ] ( MŞ )

 

[ 018.088 ] ( AY )

Amma her kim de îman edip iyi bir iş yaparsa, bunu da mükafat olarak en güzel akıbet (cennet) vardır ve ona emirlerimizden kolayını söyliyeceğiz (zorluk göstermiyeceğiz).”

[ 018.088 ] ( EO )

Amma her kim de iyman edip iyi bir iş tutarsa buna da mükâfat olarak en güzel âkıbet vardır ve ona emrimizden bir kolaylık söyleriz.

[ 018.088 ] ( ES )

Amma her kim de iman edip iyi bir iş yaparsa, buna da en güzel mükâfat vardır. Biz ona dünyada kolaylık gösterir zor işlere koşmayız.

[ 018.088 ] ( NQ )

But as for him who believes (in Allah's Oneness) and works righteousness, he shall have the best reward, (Paradise), and we (Dhul-Qarnain) shall speak unto him mild words (as instructions).

[ 018.089 ] ( KK )

Ëõãøó ÃóÊúÈóÚó ÓóÈóÈðÇ ﴿ ٨٩ ﴾

[ 018.089 ] ( MŞ )

 

[ 018.089 ] ( AY )

Sonra Zül’-Karneyn (Doğuya doğru) bir yol tuttu.

[ 018.089 ] ( EO )

Sonra da bir sebebi ta'kıb etti.

[ 018.089 ] ( ES )

Sonra Zülkarneyn yine bir yol tuttu.

[ 018.089 ] ( NQ )

Then he followed another way,

[ 018.090 ] ( KK )

ÍóÊøóì ÅöÐóÇ ÈóáóÛó ãóØúáöÚó ÇáÔøóãúÓö æóÌóÏóåóÇ ÊóØúáõÚõ Úóáóì Þóæúãò áóãú äóÌúÚóáú áóåõãú ãöäú ÏõæäöåóÇ ÓöÊúÑðÇ ﴿ ٩٠ ﴾

[ 018.090 ] ( MŞ )

 

[ 018.090 ] ( AY )

Nihâyet güneşin doğduğu yere (uzak şarka) vardığı zaman güneşi, öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara, güneşten kendilerini koruyacak bir siper (ev veya elbise gibi bir barınak) yapmamıştık.

[ 018.090 ] ( EO )

 

[ 018.090 ] ( ES )

 

[ 018.090 ] ( NQ )

Until, when he came to the rising place of the sun, he found it rising on a people for whom We (Allah) had provided no shelter against the sun.

[ 018.091 ] ( KK )

ßóÐóáößó æóÞóÏú ÃóÍóØúäóÇ ÈöãóÇ áóÏóíúåö ÎõÈúÑðÇ ﴿ ٩١ ﴾

[ 018.091 ] ( MŞ )

 

[ 018.091 ] ( AY )

İşte Zü’l-karneyn’in kudret ve saltanatı böyleydi. Hâlbuki onun yanında (asker ve harp vasıtaları gibi daha) neler vardı ki, biz, tamamını ilmimizle kuşatmışızdır.

[ 018.091 ] ( EO )

Böyle, halbuki onun yanında neler vardı temamını biz biliyorduk.

[ 018.091 ] ( ES )

İşte Zülkarneyn'in kudret ve saltanatı böyleydi. Ve biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık

[ 018.091 ] ( NQ )

So (it was)! And We knew all about him (Dhul-Qarnain).

[ 018.092 ] ( KK )

Ëõãøó ÃóÊúÈóÚó ÓóÈóÈðÇ ﴿ ٩٢ ﴾

[ 018.092 ] ( MŞ )

 

[ 018.092 ] ( AY )

Sonra da (güneyden kuzeye doğru üçüncü) bir yol tuttu.

[ 018.092 ] ( EO )

Sonra da diğer bir sebebi ta'kıb etti.

[ 018.092 ] ( ES )

Sonra yine bir yol tuttu.

[ 018.092 ] ( NQ )

Then he followed (another) way,

[ 018.093 ] ( KK )

ÍóÊøóì ÅöÐóÇ ÈóáóÛó Èóíúäó ÇáÓøóÏøóíúäö æóÌóÏó ãöäú ÏõæäöåöãóÇ ÞóæúãðÇ áÇó íóßóÇÏõæäó íóÝúÞóåõæäó ÞóæúáÇð ﴿ ٩٣ ﴾

[ 018.093 ] ( MŞ )

 

[ 018.093 ] ( AY )

Nihâyet (sed yaptırmış olduğu Ermenistan ve Azerbaycan’daki) iki dağ arasına vardığı zaman, bu dağların önünde bir kavim buldu ki, söz anlamıyacak durumda idiler (lisan bilmiyorlardı).

[ 018.093 ] ( EO )

Tâ iki sedd arasına vardığı vakit önlerinde bir kavm buldu ki hemen hemen söz anlayacâk bir halde değil gibi idiler.

[ 018.093 ] ( ES )

Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiç söz anlamayan bir kavim bulmuştu.

[ 018.093 ] ( NQ )

Until, when he reached between two mountains, he found, before (near) them (those two mountains), a people who scarcely understood a word.

[ 018.094 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ íóÇÐóÇ ÇáúÞóÑúäóíúäö Åöäøó íóÃúÌõæÌó æóãóÃúÌõæÌó ãõÝúÓöÏõæäó Ýöí ÇáúÃóÑúÖö Ýóåóáú äóÌúÚóáõ áóßó ÎóÑúÌðÇ Úóáóì Ãóäú ÊóÌúÚóáó ÈóíúäóäóÇ æóÈóíúäóåõãú ÓóÏøðÇ ﴿ ٩٤ ﴾

[ 018.094 ] ( MŞ )

 

[ 018.094 ] ( AY )

(Tercümanları vasıtasıyla) şöyle dediler: “Ey Zü’l-Karneyn (İki kabile olan) Ye’cüc ve Me’cüc bu yerde fesad çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla sana bir vergi versek?”

[ 018.094 ] ( EO )

Dediler ki ey Zülkarneyn! haberin olsun Ye'cuc ile Me'cuc bu Arzda fesad yapıp duruyorlar, onun için onlarla bizim aramıza bir sed yapman şartile sana biz bir harc versek olur mu?

[ 018.094 ] ( ES )

Dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde fesat çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu?"

[ 018.094 ] ( NQ )

They said: "O Dhul-Qarnain! Verily! Ya'juj and Ma'juj (Gog and Magog) are doing great mischief in the land. Shall we then pay you a tribute in order that you might erect a barrier between us and them?"

[ 018.095 ] ( KK )

ÞóÇáó ãóÇ ãóßøóäøöí Ýöíåö ÑóÈøöí ÎóíúÑñ ÝóÃóÚöíäõæäöí ÈöÞõæøóÉò ÃóÌúÚóáú Èóíúäóßõãú æóÈóíúäóåõãú ÑóÏúãðÇ ﴿ ٩٥ ﴾

[ 018.095 ] ( MŞ )

 

[ 018.095 ] ( AY )

Zü’l-Karneyn dedi ki: “ Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar, (sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Haydin, bedenî kuvvetle bana yardım edin de, sizinle onların arasına bir engel yapayım.

[ 018.095 ] ( EO )

Dedi ki: rabbımın beni içinde bulundurduğu ıktidar çok hayırlıdır. haydin siz bana kuvvet ile yardım edin de ben onlarla sizin aranıza bir redim yapayım.

[ 018.095 ] ( ES )

Dedi ki: "Rabbimin bana vermiş olduğu servet ve saltanat, sizin vereceğiniz şeyden daha hayırlıdır. Bana maddî yardımda bulunun da sizinle onların arasına en sağlam seddi yapayım.

[ 018.095 ] ( NQ )

He said: "That (wealth, authority and power) in which my Lord had established me is better (than your tribute). So help me with strength (of men), I will erect between you and them a barrier.

[ 018.096 ] ( KK )

 Êõæäöí ÒõÈóÑó ÇáúÍóÏöíÏö ÍóÊøóì ÅöÐóÇ ÓóÇæóì Èóíúäó ÇáÕøóÏóÝóíúäö ÞóÇáó ÇäúÝõÎõæÇ ÍóÊøóì ÅöÐóÇ ÌóÚóáóåõ äóÇÑðÇ ÞóÇáó  Êõæäöí ÃõÝúÑöÛú Úóáóíúåö ÞöØúÑðÇ ﴿ ٩٦ ﴾

[ 018.096 ] ( MŞ )

 

[ 018.096 ] ( AY )

Bana demir pikleri getirin, (dağların) tam iki ucu denkleştiği vakit körükleyin” dedi. Nihâyet demiri bir ateş hâline koyduğu vakit: “Getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim.” dedi.

[ 018.096 ] ( EO )

Bana demir kütleleri getirin, tam iki ucu denkleştirdiği vakit körükleyin dedi, tam onu bir ateş haline koyduğu vakit getirin bana dedi: üzerine erimiş bakır dökeyim.

[ 018.096 ] ( ES )

Bana, demir kütleleri getirin. Nihayet dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit: "Ateş yakıp körükleyin" dedi. Demiri bir ateş koru haline getirince. "Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim" dedi.

[ 018.096 ] ( NQ )

Give me pieces (blocks) of iron, then, when he had filled up the gap between the two mountain-cliffs, he said: "Blow," till when he had made it (red as) fire, he said: "Bring me molten copper to pour over it."

[ 018.097 ] ( KK )

ÝóãóÇ ÇÓúØóÇÚõæÇ Ãóäú íóÙúåóÑõæåõ æóãóÇ ÇÓúÊóØóÇÚõæÇ áóåõ äóÞúÈðÇ ﴿ ٩٧ ﴾

[ 018.097 ] ( MŞ )

 

[ 018.097 ] ( AY )

Artık onu (seddi), ne aşabildiler, ne de delebildiler.

[ 018.097 ] ( EO )

Artık onu ne aşabilirler ne de delebilirler.

[ 018.097 ] ( ES )

Artık Ye'cuc ve Me'cuc bu seti ne aşabildiler, ne de delebildiler.

[ 018.097 ] ( NQ )

So they [Ya'juj and Ma'juj (Gog and Magog)] were made powerless to scale it or dig through it.

[ 018.098 ] ( KK )

ÞóÇáó åóÐóÇ ÑóÍúãóÉñ ãöäú ÑóÈøöí ÝóÅöÐóÇ ÌóÇÁó æóÚúÏõ ÑóÈøöí ÌóÚóáóåõ ÏóßøóÇÁó æóßóÇäó æóÚúÏõ ÑóÈøöí ÍóÞøðÇ ﴿ ٩٨ ﴾

[ 018.098 ] ( MŞ )

 

[ 018.098 ] ( AY )

Zü’l-Karneyn dedi ki: “ Bu sed, Rabbimden (kullarına bir nimet ve) rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği (kıyâmet günü yaklaştığı) zaman onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.”

[ 018.098 ] ( EO )

Bu, dedi: rabbımdan bir rahmettir, rabbımın va'di vakit de onu düm düz edecektir, rabbımın va'di hakkoldu.

[ 018.098 ] ( ES )

Zülkarneyn dedi ki: "Bu Rabbimin bir lütfudur. Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.

[ 018.098 ] ( NQ )

Dhul-Qarnain) said: "This is a mercy from my Lord, but when the Promise of my Lord comes, He shall level it down to the ground. And the Promise of my Lord is ever true."

[ 018.099 ] ( KK )

æóÊóÑóßúäóÇ ÈóÚúÖóåõãú íóæúãóÆöÐò íóãõæÌõ Ýöí ÈóÚúÖò æóäõÝöÎó Ýöí ÇáÕøõæÑö ÝóÌóãóÚúäóÇåõãú ÌóãúÚðÇ ﴿ ٩٩ ﴾

[ 018.099 ] ( MŞ )

 

[ 018.099 ] ( AY )

(Ye’cüc ve Me’cüc’un veya pek kalabalık insanların çıkacağı) o gün, onları, birbiri içinde dalgalanır hale bırakmışızdır; Sûr’a üfürülmüştür. Artık hepsini hesap için toplamışızdır.

[ 018.099 ] ( EO )

Ve o gün onları bırakıvermişizdir, bir kısmı diğerinin içinde dalgalanıyorlar, surada üfürülmüştür, artık hepsini toplamış da toplamışızdır ve.

[ 018.099 ] ( ES )

Biz o gün (kıyamet günü) onları bırakıvermişizdir. Dalgalar halinde birbirlerine girerler, Sûr'a da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır.

[ 018.099 ] ( NQ )

And on that Day [i.e. the Day Ya'juj and Ma'juj (Gog and Magog) will come out], We shall leave them to surge like waves on one another, and the Trumpet will be blown, and We shall collect them all together.

[ 018.100 ] ( KK )

æóÚóÑóÖúäóÇ Ìóåóäøóãó íóæúãóÆöÐò áöáúßóÇÝöÑöíäó ÚóÑúÖðÇ ﴿ ١٠٠ ﴾

[ 018.100 ] ( MŞ )

 

[ 018.100 ] ( AY )

Cehennem’i de o kıyâmet günü, kâfirlere açık olarak göstermişizdir.

[ 018.100 ] ( EO )

Cehennemi o gün kâfirlere bir gösteriş göstermişizdir.

[ 018.100 ] ( ES )

Ve cehennemi o gün kâfirlere öyle bir göstereceğiz ki!

[ 018.100 ] ( NQ )

And on that Day We shall present Hell to the disbelievers, plain to view,

[ 018.101 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó ßóÇäóÊú ÃóÚúíõäõåõãú Ýöí ÛöØóÇÁò Úóäú ÐößúÑöí æóßóÇäõæÇ áÇó íóÓúÊóØöíÚõæäó ÓóãúÚðÇ ﴿ ١٠١ ﴾

[ 018.101 ] ( MŞ )

 

[ 018.101 ] ( AY )

Onlar, kâfirlerdir ki, gözleri beni hatırlatan âyetlerimden bir perde içinde idi ve (kelâmımı) işitmeğe de tahammül edemiyorlardı.

[ 018.101 ] ( EO )

Onlar ki beni ıhtar eden âyetlerimden gözleri bir gıtâ içinde idi, işitmeğe de tehamül edemiyorlardı.

[ 018.101 ] ( ES )

Onlar ki, beni hatırlatan âyetlerimden gözleri bir örtü içindeydi. İşitmeye de tahammül edemiyorlardı.

[ 018.101 ] ( NQ )

(To) Those whose eyes had been under a covering from My Reminder (this Qur'an), and who could not bear to hear (it).

[ 018.102 ] ( KK )

ÃóÝóÍóÓöÈó ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ Ãóäú íóÊøóÎöÐõæÇ ÚöÈóÇÏöí ãöäú Ïõæäöí ÃóæúáöíóÇÁó ÅöäøóÇ ÃóÚúÊóÏúäóÇ Ìóåóäøóãó áöáúßóÇÝöÑöíäó äõÒõáÇð ﴿ ١٠٢ ﴾

[ 018.102 ] ( MŞ )

 

[ 018.102 ] ( AY )

O kâfirler, beni bırakıp da kullarımı (melekleri ve Îsa’yı) kendilerine dost edineceklerini mi sandılar? Biz, cehennemi o kâfirlere bir konukluk hazırladık.

[ 018.102 ] ( EO )

Ya o kâfirler beni bırakıpda kullarıma kendilerine mevlâ ittihaz edeceklerini mi zannettiler, biz Cehennemi o kâfirler için bir konukluk hazırladık.

[ 018.102 ] ( ES )

O kâfirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Doğrusu biz cehennemi o kâfirlere bir konukluk olarak hazırladık.

[ 018.102 ] ( NQ )

Do then those who disbelieve think that they can take My slaves [i.e., the angels, Allah's Messengers, 'Iesa (Jesus), son of Maryam (Mary), etc.] as Auliya' (lords, gods, protectors, etc.) besides Me? Verily, We have prepared Hell as an entertainment for the disbelievers (in the Oneness of Allah Islamic Monotheism).

[ 018.103 ] ( KK )

Þõáú åóáú äõäóÈøöÆõßõãú ÈöÇáúÃóÎúÓóÑöíäó ÃóÚúãóÇáÇð ﴿ ١٠٣ ﴾

[ 018.103 ] ( MŞ )

 

[ 018.103 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), de ki: “Size, yaptıkları iş bakımından (Âhirette) en çok ziyana uğrayanları haber vereyim mi?

[ 018.103 ] ( EO )

Size, de: amelleri en ziyade hüsrana gidenleri haber vereyim mi?

[ 018.103 ] ( ES )

De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi?

[ 018.103 ] ( NQ )

Say (O Muhammad ): "Shall We tell you the greatest losers in respect of (their) deeds?

[ 018.104 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó Öóáøó ÓóÚúíõåõãú Ýöí ÇáúÍóíóÇÉö ÇáÏøõäúíóÇ æóåõãú íóÍúÓóÈõæäó Ãóäøóåõãú íõÍúÓöäõæäó ÕõäúÚðÇ ﴿ ١٠٤ ﴾

[ 018.104 ] ( MŞ )

 

[ 018.104 ] ( AY )

Onlar, o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşuna gitmiştir; Hâlbuki güzel bir iş yaptıklarını sanıyorlardı.

[ 018.104 ] ( EO )

Onlar ki Dünya hayatta saiyleri boşa gitmektedir de kendilerini zannederler: ki cidden güzel san'at yapıyorlar.

[ 018.104 ] ( ES )

Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı.

[ 018.104 ] ( NQ )

Those whose efforts have been wasted in this life while they thought that they were acquiring good by their deeds!
 

[ 018.105 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ÈöÂíóÇÊö ÑóÈøöåöãú æóáöÞóÇÆöåö ÝóÍóÈöØóÊú ÃóÚúãóÇáõåõãú ÝóáÇó äõÞöíãõ áóåõãú íóæúãó ÇáúÞöíóÇãóÉö æóÒúäðÇ ﴿ ١٠٥ ﴾

[ 018.105 ] ( MŞ )

 

[ 018.105 ] ( AY )

Bunlar, işte o kimselerdir ki, Rab’lerinin âyetlerini ve ona (hesap için) kavuşmayı inkâr etmişlerdi de (hayır diye) yaptıkları bütün ameller boşa çıkmış oldu. Artık onlar, için kıyâmet günü, hiç bir terazi tutmayız (çünkü amelleri boşa gitmiştir, tartılacak makbul şeyleri kalmamıştır).

[ 018.105 ] ( EO )

Bunlar işte o kimselerdir ki rablarının âyetlerine ve lıkasına küfretmişlerdir de hayır namına yaptıkları bütün amelleri heder olmuştur, artık Kıyamet günü biz onlara hiç bir vezin tutturmayız.

[ 018.105 ] ( ES )

İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O'nun huzuruna çıkacaklarını inkâr etmişlerdir de bu yüzden iyilik altında yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız.

[ 018.105 ] ( NQ )

They are those who deny the Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) of their Lord and the Meeting with Him (in the Hereafter). So their works are in vain, and on the Day of Resurrection, We shall not give them any weight.

[ 018.106 ] ( KK )

Ðóáößó ÌóÒóÇÄõåõãú Ìóåóäøóãõ ÈöãóÇ ßóÝóÑõæÇ æóÇÊøóÎóÐõæÇ ÂíóÇÊöí æóÑõÓõáöí åõÒõæðÇ ﴿ ١٠٦ ﴾

[ 018.106 ] ( MŞ )

 

[ 018.106 ] ( AY )

İşte durumları böyle, onların cezaları cehennemdir. Çünkü küfretmişler ve benim âyetlerimle, peygamberlerimi eğlenceye almışlardı (onlarla istihza ediyorlardı).

[ 018.106 ] ( EO )

İşte böyle onların cezaları Cehennemdir, çünkü küfretmişler ve benim âyetlerimi ve Peygamberlerimi eğlence yerine tutmuşlardır.

[ 018.106 ] ( ES )

İşte böyle, onların cezaları cehennemdir. Çünkü inkâr etmişler ve benim âyetlerimi, peygamberlerimi alaya almışlardır.

[ 018.106 ] ( NQ )

That shall be their recompense, Hell; because they disbelieved and took My Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) and My Messengers by way of jest and mockery.
 

[ 018.107 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóÚóãöáõæÇ ÇáÕøóÇáöÍóÇÊö ßóÇäóÊú áóåõãú ÌóäøóÇÊõ ÇáúÝöÑúÏóæúÓö äõÒõáÇð ﴿ ١٠٧ ﴾

[ 018.107 ] ( MŞ )

 

[ 018.107 ] ( AY )

İman edip sâlih amel işleyenlere gelince, onlar için Firdevs cennetleri bir konukluk olmuştur.

[ 018.107 ] ( EO )

İyman edip salih salih ameller işliyen kimselere gelince: onlar için Firdevs Cennetleri bir konukluk olmuştur.

[ 018.107 ] ( ES )

İman edip salih ameller işleyenlere gelince, onlar için Firdevs cennetleri konak olmuştur.

[ 018.107 ] ( NQ )

Verily! Those who believe (in the Oneness of Allah Islamic Monotheism) and do righteous deeds, shall have the Gardens of Al-Firdaus (the Paradise) for their entertainment.

[ 018.108 ] ( KK )

ÎóÇáöÏöíäó ÝöíåóÇ áÇó íóÈúÛõæäó ÚóäúåóÇ ÍöæóáÇð ﴿ ١٠٨ ﴾

[ 018.108 ] ( MŞ )

 

[ 018.108 ] ( AY )

İçlerinde ebedî olarak kalırlar, oradan ayrılmak da istemezler.

[ 018.108 ] ( EO )

İçlerinde muhalled olmak üzere kalırlar, onlardan çıkmak istemezler.

[ 018.108 ] ( ES )

İçlerinde ebedî olarak kalacaklar, oradan hiç ayrılmak istemeyeceklerdir.
Bu hatırlatma ve uyarmayı yeterli görmeyip de daha fazla açıklama isteyenlere karşı ey Muhammed!

[ 018.108 ] ( NQ )

Wherein they shall dwell (forever). No desire will they have to be removed therefrom.

[ 018.109 ] ( KK )

Þõáú áóæú ßóÇäó ÇáúÈóÍúÑõ ãöÏóÇÏðÇ áößóáöãóÇÊö ÑóÈøöí áóäóÝöÏó ÇáúÈóÍúÑõ ÞóÈúáó Ãóäú ÊóäúÝóÏó ßóáöãóÇÊõ ÑóÈøöí æóáóæú ÌöÆúäóÇ ÈöãöËúáöåö ãóÏóÏðÇ ﴿ ١٠٩ ﴾

[ 018.109 ] ( MŞ )

 

[ 018.109 ] ( AY )

(Kur’ân-ı Kerimin beyanına göre, size pek az ilim verildi, diyen yahutilere, ey Resûlüm) de ki: “ Eğer Rabbimin kelimeleri (ni yazmak) için bütün denizler mürekkep olsa, muhakkak ki Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi, bir o kadar daha yardımcı getirsek bile...”

[ 018.109 ] ( EO )

De ki: eğer rabbımın kelimâtı için deniz mürekkeb olsa idi her halde rabbımın kelimatı tükenmeden deniz tükenirdi, bir misli de meded getirsek bile.

[ 018.109 ] ( ES )

Deki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile."

[ 018.109 ] ( NQ )

Say (O Muhammad to mankind). "If the sea were ink for (writing) the Words of my Lord, surely, the sea would be exhausted before the Words of my Lord would be finished, even if we brought (another sea) like it for its aid."

[ 018.110 ] ( KK )

Þõáú ÅöäøóãóÇ ÃóäóÇ ÈóÔóÑñ ãöËúáõßõãú íõæÍóì Åöáóíøó ÃóäøóãóÇ Åöáóåõßõãú Åöáóåñ æóÇÍöÏñ Ýóãóäú ßóÇäó íóÑúÌõæÇ áöÞóÇÁó ÑóÈøöåö ÝóáúíóÚúãóáú ÚóãóáÇð ÕóÇáöÍðÇ æóáÇó íõÔúÑößú ÈöÚöÈóÇÏóÉö ÑóÈøöåö ÃóÍóÏðÇ ﴿ ١١٠ ﴾

[ 018.110 ] ( MŞ )

 

[ 018.110 ] ( AY )

De ki: “ Ben, ancak sizin gibi bir insanım. Yalnız İlâhınız bir tek ilâh’dır, diye bana vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse sâlih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin.”

[ 018.110 ] ( EO )

De ki ben sırf sizin gibi bir beşerim ancak bana şöyle vahyolunuyor: İlâhınız ancak bir tek İlâhdır, onun için her kim râbbının lıkasını arzu ederse salih bir amel işlesin ve rabbının ıbâdetine hiç bir şirk karıştırmasın.

[ 018.110 ] ( ES )

De ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin."

[ 018.110 ] ( NQ )

Say (O Muhammad ): "I am only a man like you. It has been inspired to me that your Ilah (God) is One Ilah (God i.e. Allah). So whoever hopes for the Meeting with his Lord, let him work righteousness and associate none as a partner in the worship of his Lord."