BAKARA SURESİ

[ 002.001 ] ( KK )

Çáã ﴿ ١ ﴾

[ 002.001 ] ( MŞ )

Elif, Lâm, Mîm1.
1 (Sûrelerin başında olan bu harflere, mukatta’a harfleri denir. Bunların tam ve doğru manasını ancak Allahü teâlâ bilir. Selef âlimleri bu harflere bir mana vermezken, sonradan gelen âlimler, Müslümanları şer grupların sapıklığından koruyabilmek için bunlara, İslâm’ın temel esaslarına uygun bazı manalar vermişlerdir. Bk. Kurtubî ve Râzî.) 

[ 002.001 ] ( AY )

Elif, Lâm, Mîm. (Sûrelerin başında olan bu gibi harflere, mukattaa harfler denir ki, delâlet ettikleri mânayı ancak Cenab-ı Hak bilir.)

[ 002.001 ] ( EO )

Elif, Lâm, Mîm.

[ 002.001 ] ( ES )

Elif, Lâm, Mîm.

[ 002.001 ] ( NQ )

Alif-Lam-Mim. [These letters are one of the miracles of the Qur'an and none but Allah (Alone) knows their meanings].

[ 002.002 ] ( KK )

Ðóáößó ÇáúßöÊóÇÈõ áÇó ÑóíúÈó Ýöíåö åõÏðì áöáúãõÊøóÞöíäó ﴿ ٢ ﴾

[ 002.002 ] ( MŞ )

İşte bu, o Kitap’tır ki, kendisinde (Allah katından gönderilmiş olduğunda) hiçbir şüphe yoktur. (O,) müttakîler (takva sâhipleri ki, dinin emirlerini yapan ve yasaklarından kaçan Müslümanlar) için bir hidâyet (kaynağı, eğri yollardan kurtarıcı ve Allahü teâlâ’nın râzı olduğu yolu gösterici)dir.

[ 002.002 ] ( AY )

Bu, O kitaptır ki, kendisinden hiç şüphe yoktur ve daha önceki kitaplarda, Allah’ın inzâl edeceğini vaad buyurduğu kâmil kitaptır. Âhirette zarar verecek şeylerden korunanlar (takva sahipleri) için delildir, yol göstericidir.

[ 002.002 ] ( EO )

işte -o kitap, bunda şüphe yok, ayni hidayet, korunacaklar için.

[ 002.002 ] ( ES )

İşte o kitap, bunda şüphe yok, müttakiler (kötülükten korunanlar) için hidayettir.

[ 002.002 ] ( NQ )

This is the Book (the Qur'an), whereof there is no doubt, a guidance to those who are Al-Muttaqun [the pious and righteous persons who fear Allah much (abstain from all kinds of sins and evil deeds which He has forbidden) and love Allah much (perform all kinds of good deeds which He has ordained)].

[ 002.003 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó íõÄúãöäõæäó ÈöÇáúÛóíúÈö æóíõÞöíãõæäó ÇáÕøóáóæÉó æóãöãøóÇ ÑóÒóÞúäóÇåõãú íõäúÝöÞõæäó ﴿ ٣ ﴾

[ 002.003 ] ( MŞ )

O (takva sâhibi) kimseler ki, onlar gaybe (Allah’ın varlığına, birliğine; meleklerine; kaza ve kadere; âhiret günü ve benzerlerine görmeksizin) inanırlar, (beş vakit) namazı (emredildiği şekilde dosdoğru) kılarlar ve onlara verdiğimiz rızıklardan (hayır yolunda ailelerine, yakınlarına, komşularına ve diğer hak sâhiplerine) harcarlar. 

[ 002.003 ] ( AY )

O kimseler (takvâ sahipleri) ki, onlar gaybe (Cenâb-ı Allah’a, meleklere, kıyâmete, kaza ve kadere, görmeksizin) inanırlar ve beş vakit namazı gereği üzre kılarlar, onlara verdiğimiz rızıklardan (ailelerine, yakınlarına, komşularına ve diğer hak sahiblerine) harcarlar, yedirirler.

[ 002.003 ] ( EO )

onlar ki gayba iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden infak ederler.

[ 002.003 ] ( ES )

Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar.

[ 002.003 ] ( NQ )

Who believe in the Ghaib and perform As-Salat (Iqamat-as-Salat), and spend out of what we have provided for them [i.e. give Zakat , spend on themselves, their parents, their children, their wives, etc., and also give charity to the poor and also in Allah's Cause - Jihad, etc.].

[ 002.004 ] ( KK )

æóÇáøóÐöíäó íõÄúãöäõæäó ÈöãóÇ ÃõäúÒöáó Åöáóíúßó æóãóÇ ÃõäúÒöáó ãöäú ÞóÈúáößó æóÈöÇáúÂÎöÑóÉö åõãú íõæÞöäõæäó ﴿ ٤ ﴾

[ 002.004 ] ( MŞ )

O (takva sâhibi) kimseler ki, sana gönderilen (Kur’ân’)a ve senden önceki peygamberlere gönderilen (Tevrât, İncîl, Zebûr ve sahîfe)lere îman ederler ve âhirete de şüphesiz yakînen îman ederler.

[ 002.004 ] ( AY )

O kimseler ki, sana gönderilene (Kur'ân’a) ve senden önceki Peygamberlere gönderilene (Tevrât, İncîl, Zebûr ve diğer suhûfa) îman ederler ve âhirete (kıyâmete) ise şüphesiz yakînen inanırlar.

[ 002.004 ] ( EO )

ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler hem senden evvel indirilene, ahırete yakini de bunlar edinirler.

[ 002.004 ] ( ES )

Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler.

[ 002.004 ] ( NQ )

And who believe in (the Qur'an and the Sunnah) which has been sent down (revealed) to you (Muhammad Peace be upon him ) and in [the Taurat (Torah) and the Injeel (Gospel), etc.] which were sent down before you and they believe with certainty in the Hereafter. (Resurrection, recompense of their good and bad deeds, Paradise and Hell, etc.).

[ 002.005 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó Úóáóì åõÏðì ãöäú ÑóÈøöåöãú æóÃõæáóÆößó åõãõ ÇáúãõÝúáöÍõæäó ﴿ ٥ ﴾

[ 002.005 ] ( MŞ )

İşte onlar, Rablerinden olan hidâyet (hak yol) üzerindedirler ve kurtuluşa erenler (azaptan kurtulup cennete ve sonsuz saâdete kavuşanlar) işte onlardır!

[ 002.005 ] ( AY )

İşte böyle kimseler, Rablerinden olan hidâyet ve doğru yol üzeredirler ve bunlar azaptan kurtulup sevaba erenlerdir.

[ 002.005 ] ( EO )

bunlar işte rablarından bir hidayet üzerindedir ve bunlar işte bunlar o murada eren müflihin.

[ 002.005 ] ( ES )

Bunlar, işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir.

[ 002.005 ] ( NQ )

They are on (true) guidance from their Lord, and they are the successful.

[ 002.006 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ÓóæóÇÁñ Úóáóíúåöãú ÃóÃóäúÐóÑúÊóåõãú Ãóãú áóãú ÊõäúÐöÑúåõãú áÇó íõÄúãöäõæäó ﴿ ٦ ﴾

[ 002.006 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) şüphe yok ki, (tebliğ etmiş olduğun İslâm’ı kabul etmeyip şirkte ısrar eden Ebû Cehil, Ebû Leheb ve arkadaşları gibi) kâfirleri, (îmansızlığın cezası olan azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir, îman etmezler.

[ 002.006 ] ( AY )

Muhakkak ki küfre varanlar, (yani îman nûrunu şirk karanlığı ve inad yüzünden örtenleri) azap ile korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; onlar îman etmezler.

[ 002.006 ] ( EO )

Amma o küfre saplananlar, ha inzar etmişin bunları ha etmemişin onlarca müsavidir, imana gelmezler.

[ 002.006 ] ( ES )

Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.

[ 002.006 ] ( NQ )

Verily, those who disbelieve, it is the same to them whether you (O Muhammad Peace be upon him ) warn them or do not warn them, they will not believe.

[ 002.007 ] ( KK )

ÎóÊóãó Çááøóåõ Úóáóì ÞõáõæÈöåöãú æóÚóáóì ÓóãúÚöåöãú æóÚóáóì ÃóÈúÕóÇÑöåöãú ÛöÔóÇæóÉñ æóáóåõãú ÚóÐóÇÈñ ÚóÙöíãñ ﴿ ٧ ﴾

[ 002.007 ] ( MŞ )

Allah, onların (âyetlerimizi inkâr etmeleri ve yalanlamaları sebebiyle) kalplerine ve kulaklarına (gözle görülemeyen) mühür vurmuştur. (Îmansızlıklarından dolayı) onların gözlerinin üzerinde de (hakkı görmelerine engel olan) bir perde vardır. Büyük bir azap, onlar içindir!

[ 002.007 ] ( AY )

Allah onların kalplerine, kulaklarına mühür vurmuştur. Gözlerinin üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. (Hem dünyada, hem Âhirette.)

[ 002.007 ] ( EO )

Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azîm bir azaptır.

[ 002.007 ] ( ES )

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.

[ 002.007 ] ( NQ )

Allah has set a seal on their hearts and on their hearings, (i.e. they are closed from accepting Allah's Guidance), and on their eyes there is a covering. Theirs will be a great torment.

[ 002.008 ] ( KK )

æóãöäó ÇáäøóÇÓö ãóäú íóÞõæáõ ÂãóäøóÇ ÈöÇááøóåö æóÈöÇáúíóæúãö ÇáúÂÎöÑö æóãóÇ åõãú ÈöãõÄúãöäöíäó ﴿ ٨ ﴾

[ 002.008 ] ( MŞ )

İnsanlardan öyleleri vardır ki, îman etmedikleri hâlde “Biz Allah’a ve kıyâmet gününe inandık.” derler. 

[ 002.008 ] ( AY )

İnsanlardan bir kısmı vardır ki, biz Allah’a ve kıyâmet gününe inandık, derler. Hâlbuki onlar, îman edenler değillerdir.

[ 002.008 ] ( EO )

İnsanlar içinden kimisi de vardır ki Allaha ve son güne iman ettik derler de mü'min değillerdir.

[ 002.008 ] ( ES )

İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık." Derler

[ 002.008 ] ( NQ )

And of mankind, there are some (hypocrites) who say: "We believe in Allah and the Last Day" while in fact they believe not.

[ 002.009 ] ( KK )

íõÎóÇÏöÚõæäó Çááøóåó æóÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóãóÇ íóÎúÏóÚõæäó ÅöáÇøó ÃóäúÝõÓóåõãú æóãóÇ íóÔúÚõÑõæäó ﴿ ٩ ﴾

[ 002.009 ] ( MŞ )

(İçlerindeki küfrü gizleyip mü’min görünerek akıllarınca güya) Allah’ı ve mü’minleri aldatırlar. Hâlbuki bilmezler ki, onlar ancak kendilerini aldatırlar. 

[ 002.009 ] ( AY )

(Kanaatlarınca, kalplerinde olan küfrü örtmekle) Cenâb-ı Allah’ı ve mü'minleri (sahâbeyi) aldatırlar. Bilmezler ki, ancak kendi nefislerini aldatırlar.

[ 002.009 ] ( EO )

Allahı ve mü'minleri aldatmağa çalışırlar, halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varamazlar.

[ 002.009 ] ( ES )

Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.

[ 002.009 ] ( NQ )

They (think to) deceive Allah and those who believe, while they only deceive themselves, and perceive (it) not!

[ 002.010 ] ( KK )

Ýöí ÞõáõæÈöåöãú ãóÑóÖñ ÝóÒóÇÏóåõãõ Çááøóåõ ãóÑóÖðÇ æóáóåõãú ÚóÐóÇÈñ Ãóáöíãñ ÈöãóÇ ßóÇäõæÇ íóßúÐöÈõæäó ﴿ ١٠ ﴾

[ 002.010 ] ( MŞ )

Onların kalplerinde (şüphe ve nifak) hastalığı vardır. Allah da, (Kur’ân âyetlerini indirmekle) onların (şüphe ve nifak) hastalığını artırmıştır. Yalan söylemeleri yüzünden onlar için acıklı bir azap vardır. 

[ 002.010 ] ( AY )

Onların kalplerinde nifâk ve hased hastalığı vardır. Cenâb-ı Allah, (Kur’ân âyetlerini inzal ile onların şüphe, kin ve nifâk) hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemeleri sebebiyle onlar için şiddetli bir azap vardır.

[ 002.010 ] ( EO )

kalblerinde bir maraz vardır da Allah marazlarını artırmıştır, ve yalancılık ettikleri için bunlara elîm bir azab vardır.

[ 002.010 ] ( ES )

Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.

[ 002.010 ] ( NQ )

In their hearts is a disease (of doubt and hypocrisy) and Allah has increased their disease. A painful torment is theirs because they used to tell lies.

[ 002.011 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ Þöíáó áóåõãú áÇó ÊõÝúÓöÏõæÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ÞóÇáõæÇ ÅöäøóãóÇ äóÍúäõ ãõÕúáöÍõæäó ﴿ ١١ ﴾

[ 002.011 ] ( MŞ )

Onlara: “Yeryüzünde (iki yüzlü davranışlarla Mü’min ve kâfirleri karşı karşıya getirerek) fesat çıkarmayın.” denildiği zaman, “(Hayır) bizler, (küfür topluluğu ile Mü’minler arasını) düzelticileriz.” derler.

[ 002.011 ] ( AY )

Onlara: Yeryüzünde (küfür ve günah işleyerek, mü'minleri aldatarak) fesad çıkarmayın, denildiği zaman: “Bizim işimiz, ıslâh etmektir.” derler.

[ 002.011 ] ( EO )

Hem bunlara yer yüzünü fesada vermeyin denildiği zaman biz ancak ıslahcılarız derler.

[ 002.011 ] ( ES )

Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.

[ 002.011 ] ( NQ )

And when it is said to them: "Make not mischief on the earth," they say: "We are only peacemakers."

[ 002.012 ] ( KK )

ÃóáÇó Åöäøóåõãú åõãõ ÇáúãõÝúÓöÏõæäó æóáóßöäú áÇó íóÔúÚõÑõæäó ﴿ ١٢ ﴾

[ 002.012 ] ( MŞ )

Dikkat edin, onlar, ortalığı ifsat eden (karıştıran)lardır. Fakat (bozgunculuk yaptıklarını Allah’ın Peygamberine haber verdiğinin veya fesat ile arayı düzeltmeyi birbirine karıştırdıklarının) farkında değildirler.

[ 002.012 ] ( AY )

İyi bilin ki, onlar, ortalığı ifsad edenlerdir. Lâkin şuurları yok, farkında değillerdir.

[ 002.012 ] ( EO )

Ha! Doğrusu bunlar ortalığı ifsat edenlerdir bunlar lâkin şuurları yok farkında değillerdir.

[ 002.012 ] ( ES )

İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.

[ 002.012 ] ( NQ )

Verily! They are the ones who make mischief, but they perceive not.

[ 002.013 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ Þöíáó áóåõãú ÂãöäõæÇ ßóãóÇ Âãóäó ÇáäøóÇÓõ ÞóÇáõæÇ ÃóäõÄúãöäõ ßóãóÇ Âãóäó ÇáÓøõÝóåóÇÁõ ÃóáÇó Åöäøóåõãú åõãõ ÇáÓøõÝóåóÇÁõ æóáóßöäú áÇó íóÚúáóãõæäó ﴿ ١٣ ﴾

[ 002.013 ] ( MŞ )

Onlara, “İnsanların (Muhammed “aleyhisselâm”ın ashâbı olan Muhâcirler ve Ensâr’ın) îman ettikleri gibi, siz de îman edin.”, denildiği zaman, (kendi aralarında): “Biz, o sefih (itibarsız ve aşağı kimse)lerin îman ettikleri gibi îman mı edeceğiz?” derler. Doğrusu asıl sefih olanlar kendileridir; fakat bilmezler.

[ 002.013 ] ( AY )

Onlara, insanların (Muhâcirlerin= Mekke’den hicret eden sahâbîlerin ve Ensâr’ın = Medine’li Ashâb’ın) îman ettiği gibi, siz de îman edin, denildiği zaman (kendi aralarında): “Biz, akılsız cahillerin îman ettiği gibi îman edermiyiz?” derler. Şüphesiz akılsızlar, sefihler onlardır ve lâkin bilmezler.

[ 002.013 ] ( EO )

Yine bunlara nâsın iman ettiği gibi iman edin denildiği zaman «ya biz o süfehanın iman ettikleri gibi mi iman ederiz?» derler, ha doğrusu süfeha kendileridir ve lâkin bilmezler.

[ 002.013 ] ( ES )

Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın." denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat bilmezler.

[ 002.013 ] ( NQ )

And when it is said to them (hypocrites): "Believe as the people (followers of Muhammad Peace be upon him ,Al-Ansar and Al-Muhajirun) have believed," they say: "Shall we believe as the fools have believed?" Verily, they are the fools, but they know not.

[ 002.014 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ áóÞõæÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÞóÇáõæÇ ÂãóäøóÇ æóÅöÐóÇ ÎóáóæúÇ Åöáóì ÔóíóÇØöíäöåöãú ÞóÇáõæÇ ÅöäøóÇ ãóÚóßõãú ÅöäøóãóÇ äóÍúäõ ãõÓúÊóåúÒöÆõæäó ﴿ ١٤ ﴾

[ 002.014 ] ( MŞ )

(O Münâfıklar) îman edenlerle karşılaştıkları zaman: “Biz de (sizin gibi) îman ettik.” derler. Hâlbuki (küfür topluluğunun reisleri olan) şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise: “Biz (dinde ve yardımlaşma konularında) sizinle beraberiz; ancak biz onlarla (mü’minlerle) alay ediyoruz.” derler.

[ 002.014 ] ( AY )

Bir de mü'minlerle karşılaştıkları zaman: “ Biz de (sizin gibi) îman ettik” derler. Hâlbuki şeytanlarıyle (kendilerini aldatan dostlarıyla) yalnız başına kaldıkları zaman: “ Biz (dinde) sizinle beraberiz, biz ancak (mü'minlerle) istihza edicileriz.” derler.

[ 002.014 ] ( EO )

bir de iman edenlerle karşılaştılar mı «amenna» derler ve kendi şeytanlarile halvet oldular mı «emin olun derler, biz sizinle beraberiz, biz ancak mütehziyiz.

[ 002.014 ] ( ES )

Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: "Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.

[ 002.014 ] ( NQ )

And when they meet those who believe, they say: "We believe," but when they are alone with their Shayatin(devils - polytheists, hypocrites, etc.), they say: "Truly, we are with you; verily, we were but mocking."

[ 002.015 ] ( KK )

Çóááøóåõ íóÓúÊóåúÒöÆõ Èöåöãú æóíóãõÏøõåõãú Ýöí ØõÛúíóÇäöåöãú íóÚúãóåõæäó ﴿ ١٥ ﴾

[ 002.015 ] ( MŞ )

(Aslında her şeyi hakkıyla bilen ve gören) Allah, (vakti gelince) onları bu istihza (alay) etmelerinden dolayı cezalandırır; (kısa bir müddet) taşkınlıkları içinde başıboş dolaşmalarına mühlet verir. 

[ 002.015 ] ( AY )

Cenâb-ı Allah münâfıkları, ettikleri istihzanın cezası ile cezalandırır ve azgınlıkları içinde başıboş dolaşmalarına mühlet verir.

[ 002.015 ] ( EO )

Allah onlarla istihza ediyor da tuğyanları içinde bocalarlarken kendilerini sürüklüyor.

[ 002.015 ] ( ES )

(Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.

[ 002.015 ] ( NQ )

Allah mocks at them and gives them increase in their wrong-doings to wander blindly.

[ 002.016 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó ÇáøóÐöíäó ÇÔúÊóÑóæõÇ ÇáÖøóáÇóáóÉó ÈöÇáúåõÏóì ÝóãóÇ ÑóÈöÍóÊú ÊöÌóÇÑóÊõåõãú æóãóÇ ßóÇäõæÇ ãõåúÊóÏöíäó ﴿ ١٦ ﴾

[ 002.016 ] ( MŞ )

İşte onlar, o kimselerdir ki, hidâyete (îmana, yakîne ve ilme) karşılık dalâleti (küfrü, şüpheyi ve bilgisizliği) satın almışlardır. (Bu durumda) onların ticareti kâr sağlamamış ve doğru yolu da bulamamışlardır.

[ 002.016 ] ( AY )

Bunlar, o kimselerdir ki, hidâyete karşılık dalâleti (sapıklığı, cehennemi) satın almışlardır. Onların ticareti kâr etmemiş ve doğru yolu da bulamamışlardır.

[ 002.016 ] ( EO )

bunlar işte öyle kimselerdir ki hidayet bedeline dalâleti satın almışlardır da ticaretleri kâr etmemiştir yolunu tutmuş da değillerdir.

[ 002.016 ] ( ES )

İşte onlar o kimselerdir ki, hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar da, ticaretleri kâr etmedi, doğru yolu da bulamadılar.

[ 002.016 ] ( NQ )

These are they who have purchased error for guidance, so their commerce was profitless. And they were not guided.

[ 002.017 ] ( KK )

ãóËóáõåõãú ßóãóËóáö ÇáøóÐöí ÇÓúÊóæúÞóÏó äóÇÑðÇ ÝóáóãøóÇ ÃóÖóÇÁóÊú ãóÇ Íóæúáóåõ ÐóåóÈó Çááøóåõ ÈöäõæÑöåöãú æóÊóÑóßóåõãú Ýöí ÙõáõãóÇÊò áÇó íõÈúÕöÑõæäó ﴿ ١٧ ﴾

[ 002.017 ] ( MŞ )

Onların (Münâfıkların) hâli, o kimse(ler)in hâline benzer ki, (karanlık bir gecede aydınlanmak için) bir ateş yaktı(lar). Ateş çevresini aydınlatır aydınlatmaz, Allah onların nûrunu (ateşini) söndürdü ve onları karanlıklar içinde bıraktı; artık onlar görmezler. (İşte Münâfıkların hâli de böyledir: Dünyada rahat ve güven içinde olduklarını sanırlar, fakat öldükleri zaman kendilerine korku ve azap gelecektir.)

[ 002.017 ] ( AY )

Onların hâli, o kimsenin hâli gibidir ki, o (korkulu bir sahrada) ateş yaktı da çevresini aydınlattığı zaman, tam o sırada Allah nurlarını giderip kendilerini karanlıklar içinde bıraktı; artık görmezler. (İşte münâfıkların hâli de böyledir. Dünyada selâmet ve emniyet üzere olduklarını sanırlar, fakat öldükleri zaman kendilerine korku ve azap gelir.)

[ 002.017 ] ( EO )

bunların meseli şunun meseline benzer ki bir ateş yakmak istedi, vaktaki çevresindekileri aydınlattı, tam o sırada Allah nurlarını gideriverip kendilerini zulmetler içinde bıraktı, artık bunlar görmezler.

[ 002.017 ] ( ES )

Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir. (Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların (gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler.

[ 002.017 ] ( NQ )

Their likeness is as the likeness of one who kindled a fire; then, when it lighted all around him, Allah took away their light and left them in darkness. (So) they could not see.

[ 002.018 ] ( KK )

Õõãøñ Èõßúãñ Úõãúíñ Ýóåõãú áÇó íóÑúÌöÚõæäó ﴿ ١٨ ﴾

[ 002.018 ] ( MŞ )

(Onlar,) sağırdırlar (İslâm’ın getirdiği hakkı işitmezler), dilsizdirler (hakkı ve hayrı söylemezler), kördürler (hidâyet yolunu görmezler), artık (bu durumda) onlar, (hak yol olan İslâm’a) dönmezler.

[ 002.018 ] ( AY )

Onlar, sağırdırlar (hakkı işitmezler), dilsizdirler (îmanı ikrar etmezler), kördürler (anlayış gözü ile hakkı ayırdetmezler), artık onlar (bu hallerinden) dönmezler.

[ 002.018 ] ( EO )

sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık bunlar dönmezler.

[ 002.018 ] ( ES )

(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.

[ 002.018 ] ( NQ )

They are deaf, dumb, and blind, so they return not (to the Right Path).

[ 002.019 ] ( KK )

Ãóæú ßóÕóíøöÈò ãöäó ÇáÓøóãóÇÁö Ýöíåö ÙõáõãóÇÊñ æóÑóÚúÏñ æóÈóÑúÞñ íóÌúÚóáõæäó ÃóÕóÇÈöÚóåõãú Ýöí ÂÐóÇäöåöãú ãöäó ÇáÕøóæóÇÚöÞö ÍóÐóÑó ÇáúãóæúÊö æóÇááøóåõ ãõÍöíØñ ÈöÇáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ١٩ ﴾ 

[ 002.019 ] ( MŞ )

Yahut onların durumu, gökten (bulutlardan sağanak şeklinde) yağan yağmur(a tutulmuşların durumu) gibidir ki, o gökte (simsiyah bulutlarda) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler) vardır. (O kâfir ve Münâfıklar, şiddetli) yıldırımlardan (Kur’ân’ın hidâyet ışıklarından) ölüm (eski dinlerini bırakma ve îmana gelme) korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Hâlbuki Allah, (ilim ve kudreti ile) kâfirleri kuşatmıştır.
(Bu âyet-i kerîmede Kur’ân-ı kerîm’e karşı gelen kâfir ve Münâfıkların durumu, karanlık, gök gürültülü ve şimşekli bir gecede yağmura tutulmuş kimselerin hâline benzetilmiştir. Şöyle ki: Kur’ân-ı Kerîm, yağmura; yoğun karanlıklar, küfre ve îmansızlığa; gök gürültüsü, azap ve cehenneme; şimşek ve yıldırımlar, hidâyet delilleri ile cennete benzetilmiştir. Bk. Râzî.)

[ 002.019 ] ( AY )

yahut onların hâli, gökten boşanan yağmura tutulmuşların hâli gibidir ki, o gökte (bulutlarda) yoğun karanlıklar var, bir gök gürültüsü, bir şimşek var. Yıldırımlardan ölüm korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar. Allah ilim ve kudreti ile kâfirleri kuşatandır.
(Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim karşısında bulunan kâfir ve münâfıkların hâlini beyan etmek üzere, ikinci bir temsil yapmıştır. Böylece âyeti kerîmede münâfıkların hâli, karanlık bir gecede gök gürültülü ve şimşekli bir yağmura tutulmuşların hâline benzetilmiştir. Şöyle ki: Yağmur, canlıların hayatına sebep olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerim de kalplerin hayatına sebeptir. Kur’ân-ı Kerimde küfrün anılışı yoğun karanlıklar gibidir. Kur’ân-ı Kerimde kâfirleri azap ve cehennem ile korkutmalar, gök gürültüsü gibidir. Kur’ân-ı Kerim’in apaçık hidâyet delilleri ile cenneti anış da şimşek ve yıldırımlar gibidir. İşte, öyle bir şiddetli gecede yağmura tutulmuş olanların hâli, yâni gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımlar karşısında olanların takındıkları tavır gibi, münâfıklar da küfür anılışını, cehennem ve cennet zikrini, kendilerini hakka meylettirmesin diye işitmemek için, parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Onlarca bâtıl inançlarından hakka dönmek ölümdür. Hâlbuki Cenâb-ı Allah onları kudreti ile çevrelemiştir. Dışarı çıkıp kurtulamazlar.)

[ 002.019 ] ( EO )

yahut semadan boşanan bir yağmur hali gibidir ki onda karanlıklar var, bir gürleme, bir şimşek var, yıldırımlardan ölüm korkusiyle parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar, ve Allah kâfirleri kuşatmıştır.

[ 002.019 ] ( ES )

Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır.

[ 002.019 ] ( NQ )

Or like a rainstorm from the sky, wherein is darkness, thunder, and lightning. They thrust their fingers in their ears to keep out the stunning thunderclap for fear of death. But Allah ever encompasses the disbelievers (i.e. Allah will gather them all together).

[ 002.020 ] ( KK )

íóßóÇÏõ ÇáúÈóÑúÞõ íóÎúØóÝõ ÃóÈúÕóÇÑóåõãú ßõáøóãóÇ ÃóÖóÇÁó áóåõãú ãóÔóæúÇ Ýöíåö æóÅöÐóÇ ÃóÙúáóãó Úóáóíúåöãú ÞóÇãõæÇ æóáóæú ÔóÇÁó Çááøóåõ áóÐóåóÈó ÈöÓóãúÚöåöãú æóÃóÈúÕóÇÑöåöãú Åöäøó Çááøóåó Úóáóì ßõáøö ÔóíúÁò ÞóÏöíÑñ ﴿ ٢٠ ﴾

[ 002.020 ] ( MŞ )

Neredeyse gözlerini kapıverecek olan şimşek (Kur’ân’ın hidâyet nûru) önlerini aydınlattı mı o(nun ışığı)nda (İslâm’ın bahşettiği ganimet ve nimetlerini gördükçe, emniyet içinde) yürürler, (fakat) üzerlerine karanlık çökünce (cihâd ve İslâm’ın yüklediği diğer vazifelerle karşılaşınca, karanlıkta kalanların hâli gibi) dikilip kalırlar (emir ve yasaklara uymak istemezler). Allah dileseydi elbette (İslâm’ı inkârları sebebiyle onların mânevî duygularını yok ettiği gibi, fizik ortamdaki) işitme ve görmelerini de alırdı. Şüphesiz Allah, her şeyi yapmaya kâdirdir (gücü yeter). 

[ 002.020 ] ( AY )

O şimşek, neredeyse gözlerini kapıp alıverecek; onları aydınlatınca da ışığı altında yürürler ve karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi, onların işitme ve görme duyularını da giderirdi. Şüphesiz ki Allah, her şeye kâdirdir.
(Nerdeyse Kur’ân’ın hidâyet nûru gözlerini alacak... Kur’ânı Kerimin “İslâmın” bahşettiği ganimet ve nimetlerini gördükçe, emniyet içerisinde yürürler. Fakat cihâd ve İslâmın yüklediği vazifelerle karşılaştıkları zaman, karanlıkta dikilip kalanların hâli gibi, geri dururlar. Allah dileseydi, onların mânevi duygularını yok ettiği gibi, mâddi duygularını da gideriverdi.)

[ 002.020 ] ( EO )

Şimşek nerede ise gözlerini kapıverecek önlerini aydınlattı mı ışığında yörüyorlar, karanlık üzerlerine çöktü mü dikilip kalıyorlar, Allah dilemiş olsa idi elbet işitmelerini görmelerini de alıverirdi, şüphe yok ki Allah, her şey'e kadir, daima kadirdir.

[ 002.020 ] ( ES )

O şimşek nerdeyse gözlerini kapıverecek. Önlerini aydınlatınca ışığında yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı, işitmelerini, görmelerini de alıverirdi. Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir.

[ 002.020 ] ( NQ )

The lightning almost snatches away their sight, whenever it flashes for them, they walk therein, and when darkness covers them, they stand still. And if Allah willed, He could have taken away their hearing and their sight. Certainly, Allah has power over all things.

[ 002.021 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáäøóÇÓõ ÇÚúÈõÏõæÇ ÑóÈøóßõãõ ÇáøóÐöí ÎóáóÞóßõãú æóÇáøóÐöíäó ãöäú ÞóÈúáößõãú áóÚóáøóßõãú ÊóÊøóÞõæäó ﴿ ٢١ ﴾

[ 002.021 ] ( MŞ )

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize (îman ederek ve tâatte bulunarak) kulluk ediniz ki, (şirkten ve azaptan) korunasınız. 

[ 002.021 ] ( AY )

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibâdet ediniz ki, takvâ sahibi olasınız.

[ 002.021 ] ( EO )

Ey insanlar! o sizi ve sizden evvelkileri yaratmış olan rabbinize kulluk ve ibâdet ediniz ki korunur müttekilerden olasınız.

[ 002.021 ] ( ES )

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız.

[ 002.021 ] ( NQ )

O mankind! Worship your Lord (Allah), Who created you and those who were before you so that you may become Al-Muttaqun (the pious - see V.2:2).

[ 002.022 ] ( KK )

ÇóáøóÐöí ÌóÚóáó áóßõãõ ÇáúÃóÑúÖó ÝöÑóÇÔðÇ æóÇáÓøóãóÇÁó ÈöäóÇÁð æóÃóäúÒóáó ãöäó ÇáÓøóãóÇÁö ãóÇÁð ÝóÃóÎúÑóÌó Èöåö ãöäó ÇáËøóãóÑóÇÊö ÑöÒúÞðÇ áóßõãú ÝóáÇó ÊóÌúÚóáõæÇ áöáøóåö ÃóäúÏóÇÏðÇ æóÃóäúÊõãú ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٢٢ ﴾

[ 002.022 ] ( MŞ )

O, öyle bir Rabb’tır ki yeryüzünü, sizin (fayda ve rahatınız) için bir döşek, semâyı (göğü) de (kubbemsi) bir bina (tavan) yaptı ve sizin için, gökten su indirdi; onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Artık siz de (bütün bunları yaratanın Allah olduğunu) bildiğiniz hâlde, Allah’a eşler koşmayınız.

[ 002.022 ] ( AY )

O, öyle bir Allah’dır ki yeryüzünü, sizin (fayda ve rahatınız) için bir döşek, semâyı (göğü) bir bina yaptı ve sizin için, gökten bir su indirdi de onunla türlü mahsullerden bir rızık çıkardı. Artık siz de Allah’ın eş ve benzeri olmadığını bildiğiniz hâlde, Allah’a eşler koşmayınız.

[ 002.022 ] ( EO )

o öyle bir lûtufkâr ki sizin için yeri bir döşek yaptı, semayı bir bina ve sizin için semadan bir su indirdi de onunla türlü mahsullerden size bir rızk çıkardı, sizde artık bilecek halde iken tutupta Allaha menendler koşmayın.

[ 002.022 ] ( ES )

O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın.

[ 002.022 ] ( NQ )

Who has made the earth a resting place for you, and the sky as a canopy, and sent down water (rain) from the sky and brought forth therewith fruits as a provision for you. Then do not set up rivals unto Allah (in worship) while you know (that He Alone has the right to be worshipped).

[ 002.023 ] ( KK )

æóÅöäú ßõäúÊõãú Ýöí ÑóíúÈò ãöãøóÇ äóÒøóáúäóÇ Úóáóì ÚóÈúÏöäóÇ ÝóÃúÊõæÇ ÈöÓõæÑóÉò ãöäú ãöËúáöåö æóÇÏúÚõæÇ ÔõåóÏóÇÁóßõãú ãöäú Ïõæäö Çááøóåö Åöäú ßõäúÊõãú ÕóÇÏöÞöíäó ﴿ ٢٣ ﴾

[ 002.023 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm, kâfirlere söyle:) Eğer kulumuz (Muhammed “aleyhisselâm”)a (âyet âyet, sûre sûre) indirdiğimiz (Kur’ân’ın Allah katından geldiğin)den şüphe ediyorsanız, haydi, onun benzerinden siz de (fesâhat ve belâgatta ona denk) bir sûre getirin. Allah’tan başka, şahitlerinizi (putlarınızı, şair ve bilginlerinizi) de (yardıma) çağırın; eğer (“Bu insan sözüdür.” iddianızda) doğru söyleyen kimselerseniz.

[ 002.023 ] ( AY )

Eğer kulumuza (Hazret-i Muhammed aleyhisselâma) indirdiğimiz Kur’ân’dan şüphede iseniz, haydi siz de onun benzerinden (fesâhat ve belâgatta ona eş) bir sûre getirin ve Allah’dan başka şâhidlerinizi (putlarınızı, şâir ve âlimlerinizi) de yardıma çağırın; şâyed (Bu beşer kelâmıdır) sözünde sadık (doğru söyleyen) kimseler iseniz...

[ 002.023 ] ( EO )

ve eğer kulumuza ceste ceste indirdiğimiz kur'andan şüphede iseniz haydi onun ayarından bir sure meydana getirin ve Allahdan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, eğer sadıksanız bunu yapın.

[ 002.023 ] ( ES )

Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.

[ 002.023 ] ( NQ )

And if you (Arab pagans, Jews, and Christians) are in doubt concerning that which We have sent down (i.e. the Qur'an) to Our slave (Muhammad Peace be upon him ), then produce a Surah (chapter) of the like thereof and call your witnesses (supporters and helpers) besides Allah, if you are truthful.

[ 002.024 ] ( KK )

ÝóÅöäú áóãú ÊóÝúÚóáõæÇ æóáóäú ÊóÝúÚóáõæÇ ÝóÇÊøóÞõæÇ ÇáäøóÇÑó ÇáøóÊöí æóÞõæÏõåóÇ ÇáäøóÇÓõ æóÇáúÍöÌóÇÑóÉõ ÃõÚöÏøóÊú áöáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٢٤ ﴾

[ 002.024 ] ( MŞ )

Yok eğer bunu yapamazsanız (bir sûreye eş bir sûre getiremezseniz) -ki, bunu kesinlikle asla yapamayacaksınız - o hâlde (Muhammed “aleyhisselâm”ın peygamberliğini kabul ederek ve Allahü teâlâya itâatte bulunarak) yakıtı insanlar ve taşlar olan o ateşten (cehennem ateşinden) sakının. O (ateş), kâfirler için hazırlanmıştır. 

[ 002.024 ] ( AY )

Bunu yapamazsanız (bir sûreye eş getiremezseniz) -ki hiç bir zaman yapamayacaksınız -artık o ateşten sakının ki, onun tutuşturucu odunu (kâfir) insanlarla taşlardır. O (ateş) kâfirler için hazırlanmıştır.

[ 002.024 ] ( EO )

yok yapamazsanız -ki hiç bir zaman yapamıyacaksınız- o halde çırası insanlarla o taşlar olan o ateşten sakının, o kâfirler için hazırlandı.

[ 002.024 ] ( ES )

Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.

[ 002.024 ] ( NQ )

But if you do it not, and you can never do it, then fear the Fire (Hell) whose fuel is men and stones, prepared for the disbelievers.

[ 002.025 ] ( KK )

æóÈóÔøöÑö ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóÚóãöáõæÇ ÇáÕøóÇáöÍóÇÊö Ãóäøó áóåõãú ÌóäøóÇÊò ÊóÌúÑöí ãöäú ÊóÍúÊöåóÇ ÇáúÃóäúåóÇÑõ ßõáøóãóÇ ÑõÒöÞõæÇ ãöäúåóÇ ãöäú ËóãóÑóÉò ÑöÒúÞðÇ ÞóÇáõæÇ åóÐóÇ ÇáøóÐöí ÑõÒöÞúäóÇ ãöäú ÞóÈúáõ æóÃõÊõæÇ Èöåö ãõÊóÔóÇÈöåðÇ æóáóåõãú ÝöíåóÇ ÃóÒúæóÇÌñ ãõØóåøóÑóÉñ æóåõãú ÝöíåóÇ ÎóÇáöÏõæäó ﴿ ٢٥ ﴾

[ 002.025 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) îman eden ve sâlih amel (beş vakit namaz başta olmak üzere Kitap, sünnet ve akla uygun iş)ler yapanlara (şunu) müjdele: Onlar için, (ağaçları) altından ırmaklar akan (her türlü ağaç, meyva ve köşklerin bulunduğu) cennetler vardır. Kendilerine, ne zaman onlardan bir meyva rızık olarak verilse: “Bu, daha önce (dünyada) bizim yediğimiz şeydir.” diyecekler ve o rızık (şekil ve renkte dünyadakine) benzer (fakat tat ve lezzette emsalsiz) olarak kendilerine sunulacaktır. Onlar için orada tertemiz (her türlü kötü huy ve davranıştan; fena koku, kir, idrar, gâita ve hayızdan arınmış) eşler de vardır. Onlar orada ebedî (sonsuz) olarak kalıcıdırlar. 

[ 002.025 ] ( AY )

(Resûlüm), îman edip sâlih ameller işleyenlere (şunu) müjdele: Onlar için, (ağaçları) altından ırmaklar akar (her türlü meyvalarla süslenmiş) cennetler var. Kendilerine, ne zaman, onlardan bir meyva rızk olarak yedirilse (her def’asında): “Bu, daha önce (dünyâda) bizim yediğimiz şeydir.” diyecekler ve o rızık (dünyâdakine) benzer olarak kendilerine sunulacak. Onlar için orada tertemiz zevceler de var ve onlar, o cennette ebedî olarak kalıcıdırlar.

[ 002.025 ] ( EO )

iman edip salih ameller işliyenlere ise müjdele: Kendileri için altından ırmaklar akar cennetler var, onlardan: hangi bir semereden bir rızk rızıklandıkça onlar, her def'asında «ha! bu bizim önceden merzuk olduğumuz» diyecekler ve ona öyle müteşabih olarak sunulacaklar, kendileri için orada pak, çok pak zevceler de var, hem onlar orada ebedî kalacaklar.

[ 002.025 ] ( ES )

İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî kalacaklar.

[ 002.025 ] ( NQ )

And give glad tidings to those who believe and do righteous good deeds, that for them will be Gardens under which rivers flow (Paradise). Every time they will be provided with a fruit therefrom, they will say: "This is what we were provided with before," and they will be given things in resemblance (i.e. in the same form but different in taste) and they shall have therein Azwajun Mutahharatun (purified mates or wives), (having no menses, stools, urine, etc.) and they will abide therein forever.

[ 002.026 ] ( KK )

Åöäøó Çááøóåó áÇó íóÓúÊóÍúíöí Ãóäú íóÖúÑöÈó ãóËóáÇð ãóÇ ÈóÚõæÖóÉð ÝóãóÇ ÝóæúÞóåóÇ ÝóÃóãøóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÝóíóÚúáóãõæäó Ãóäøóåõ ÇáúÍóÞøõ ãöäú ÑóÈøöåöãú æóÃóãøóÇ ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ÝóíóÞõæáõæäó ãóÇÐóÇ ÃóÑóÇÏó Çááøóåõ ÈöåóÐóÇ ãóËóáÇð íõÖöáøõ Èöåö ßóËöíÑðÇ æóíóåúÏöí Èöåö ßóËöíÑðÇ æóãóÇ íõÖöáøõ Èöåö ÅöáÇøó ÇáúÝóÇÓöÞöíäó ﴿ ٢٦ ﴾

[ 002.026 ] ( MŞ )

Gerçekten Allah, bir sivrisineği, hatta onun da üstünde olan (ondan daha zayıf bir varlığ)ı, (kâfirler hoş görmese ve tenkit etseler de) misal vermeyi (onunla birtakım hikmetleri açıklamayı) terk etmez. Artık îman edenler, bunun (bu misalin) Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Fakat kâfirler: “Allah bu misal ile ne demek istedi?” derler. Allah onunla (o misalle), bir çoğunu (irâdelerini küfür yolunda kullandıklarından dolayı) saptırır (sapma fiilini yaratır) ve yine onunla bir çoğunu (Allah’a îman ettikleri için) hidâyete yöneltir (doğru, hak yola yönelme irâdelerini gösterdiklerinden dolayı hidâyete erme fiillerini yaratır). Verdiği misallerle Allah, ancak fâsık (hak yoldan ayrılmış ve iradelerini küfür yolunda kullanan)ları saptırır.
(Kâfirler: “Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da arıdan, sinekten, örümcekten ve karıncadan bahsediyor. Böyle şeyler, fasîh kimselerin sözlerinde bulunmaz. Muhammed’in Rabbi, sineği ve örümceği misal getirmekten “istihya etmez [utanmaz] mı?” demişlerdir.
Buna cevap olarak yukarıdaki âyet-i kerîme inmiştir: Âyetteki “lâ yestahyî” kelimesinin sözlük anlamı “utanmaz”dır. Müfessirler bu kelimeye, Allahü teâlâ’nın sıfatlarına aykırı düşmemesi için “terk etmez” manasını vermişlerdir. Bk. Nesefî, Kurtubî, Râzî ve Beydâvî.)

[ 002.026 ] ( AY )

Muhakkak ki Allah, sivri sinek ve ondan büyüğü ile hakkı açıklamak için misâl getirmeyi terk etmez. Artık îman edenler, bunun (misâlin) Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Amma kâfirler: “ Allah bu misâl ile ne murâd etmiştir?” derler. Cenâb-ı Allah o misalle, bir çoğunu şaşırtıp saptırır ve yine onunla bir çoğunu yola, hidâyete eriştirir ve onunla ancak fâsıkları şaşırtır. (Bu, kâfirlerin tekzîbi ve mü'minlerin îman etmeleri sebebiyle olur.)

[ 002.026 ] ( EO )

Bilmeli ki Allah bir sivri sineği hattâ daha üstününü bir mesel yapmaktan sıkılmaz, iman edenler bilirler ki o şüphesiz hakdır, rablarındandır, amma küfre saplananlar Allah böyle bir mesel ile ne murad etmiş? Derler, evet Allah onunla bir çoklarını şaşırtır, yine onunla bir çoklarını yola getirir, hem onunla ancak o fasıkları şaşırtır.

[ 002.026 ] ( ES )

Muhakkak ki Allah bir sivri sineği, hatta daha üstününü misal getirmekten çekinmez. İman edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır, Rabb'lerındandır. Ama küfre saplananlar: "Allah böyle bir misal ile ne demek istedi?" derler. Allah onunla birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir. Onunla ancak o fasıkları şaşırtır.

[ 002.026 ] ( NQ )

Verily, Allah is not ashamed to set forth a parable even of a mosquito or so much more when it is bigger (or less when it is smaller) than it. And as for those who believe, they know that it is the Truth from their Lord, but as for those who disbelieve, they say: "What did Allah intend by this parable?" By it He misleads many, and many He guides thereby. And He misleads thereby only those who are Al-Fasiqun (the rebellious, disobedient to Allah).

[ 002.027 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó íóäúÞõÖõæäó ÚóåúÏó Çááøóåö ãöäú ÈóÚúÏö ãöíËóÇÞöåö æóíóÞúØóÚõæäó ãóÇ ÃóãóÑó Çááøóåõ Èöåö Ãóäú íõæÕóáó æóíõÝúÓöÏõæäó Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ÃõæáóÆößó åõãõ ÇáúÎóÇÓöÑõæäó ﴿ ٢٧ ﴾

[ 002.027 ] ( MŞ )

Onlar (fâsıklar) ki, (kitaplarında veya Kur’ân’da yahut ezelde Muhammed “aleyhisselâm”a îman edeceklerine dâir) Allah’a söz verip bağlandıktan sonra, verdikleri sözü bozarlar. Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi (peygamberlere îman ile akrabayı ziyareti) keserler. Yeryüzünde fesat çıkarır (îmandan alıkoyar ve âsi olur)lar. İşte (sonsuz olarak cehenneme düşüp) ziyana uğrayanlar onlardır! 

[ 002.027 ] ( AY )

O fâsıklar ki, Allah’ın (ezelde îman ve itâat etmelerine dair) kendilerinden aldığı sözü sağlama bağladıktan sonra, O’nun ahdini bozarlar ve Allah’ın vaslını emrettiği şeyi (yakınlık ve îman bağlarını) keserler, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk yaparlar. İşte bunlar, (ebedî olarak cehenneme düşüp) ziyanda kalanlardır.

[ 002.027 ] ( EO )

ki Allahın ahdini misak ile bağlandıktan sonra bozarlar, Allahın vaslını emrettiğini kat'ederler ve yer yüzünde fesad yaparlar, işte bunlar hep o husrana düşenlerdir.

[ 002.027 ] ( ES )

Onlar ki, söz verip andlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır.

[ 002.027 ] ( NQ )

Those who break Allah's Covenant after ratifying it, and sever what Allah has ordered to be joined (as regards Allah's Religion of Islamic Monotheism, and to practise its legal laws on the earth and also as regards keeping good relations with kith and kin ), and do mischief on earth, it is they who are the losers.

[ 002.028 ] ( KK )

ßóíúÝó ÊóßúÝõÑõæäó ÈöÇááøóåö æóßõäúÊõãú ÃóãúæóÇÊðÇ ÝóÃóÍúíóÇßõãú Ëõãøó íõãöíÊõßõãú Ëõãøó íõÍúíöíßõãú Ëõãøó Åöáóíúåö ÊõÑúÌóÚõæäó ﴿ ٢٨ ﴾

[ 002.028 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm, o kâfirlere söyle:) Allah’ı(n varlığını ve birliğini) nasıl inkâr ediyorsunuz ki, siz, ölüler (annenizin rahminde birer nutfe/sperm) idiniz; sizi O diriltti, sonra (ecelleriniz gelince) sizleri yine öldürecek, sonra (kıyâmette) sizi diriltecektir. Sonra da (amellerinizin hesabını vermek için) ona döndürüleceksiniz.

[ 002.028 ] ( AY )

Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz ki, siz, ölü (birer nutfe) idiniz; O sizi diriltti. Sonra (ecelleriniz gelince) sizleri yine öldürecek, sonra (kıyâmette) sizi diriltecek. Sonra da (amellerinizin hesabı görülmek üzere) ona döndürüleceksiniz.

[ 002.028 ] ( EO )

Allaha nasıl küfr ediyorsunuz ki ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek sonra sizleri yine diriltecek. Sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.

[ 002.028 ] ( ES )

Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.

[ 002.028 ] ( NQ )

How can you disbelieve in Allah? Seeing that you were dead and He gave you life. Then He will give you death, then again will bring you to life (on the Day of Resurrection) and then unto Him you will return.

[ 002.029 ] ( KK )

åõæó ÇáøóÐöí ÎóáóÞó áóßõãú ãóÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ÌóãöíÚðÇ Ëõãøó ÇÓúÊóæóì Åöáóì ÇáÓøóãóÇÁö ÝóÓóæøóÇåõäøó ÓóÈúÚó ÓóãóÇæóÇÊò æóåõæó Èößõáøö ÔóíúÁò Úóáöíãñ ﴿ ٢٩ ﴾

[ 002.029 ] ( MŞ )

O (Allah) ki, yerde ne varsa, hepsini sizin (faydalanmanız ve ibret almanız) için yarattı. Sonra semâyı (gökleri) yüksetti, onları yedi gök olarak yarattı. O her şeyi hakkıyla bilendir.

[ 002.029 ] ( AY )

O, o yaratıcıdır ki, yerde ne varsa (faydalanıp ibret alasınız diye) hepsini sizin için yarattı. Sonra semayı (yaratmayı) kasdetti de onları (semaları), yedi gök halinde nizama koydu. O her şeyi hakkıyla bilendir.

[ 002.029 ] ( EO )

o, o hâlikdir ki yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra Semaya inayet buyurdu da onları yedi sema halinde nizamına koydu o her şey'i bilir bir alîmdir.

[ 002.029 ] ( ES )

O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı . Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.

[ 002.029 ] ( NQ )

He it is Who created for you all that is on earth. Then He Istawa (rose over) towards the heaven and made them seven heavens and He is the All-Knower of everything.

[ 002.030 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞóÇáó ÑóÈøõßó áöáúãóáóÆößóÉö Åöäøöí ÌóÇÚöáñ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ÎóáöíÝóÉð ÞóÇáõæÇ ÃóÊóÌúÚóáõ ÝöíåóÇ ãóäú íõÝúÓöÏõ ÝöíåóÇ æóíóÓúÝößõ ÇáÏøöãóÇÁó æóäóÍúäõ äõÓóÈøöÍõ ÈöÍóãúÏößó æóäõÞóÏøöÓõ áóßó ÞóÇáó Åöäøöí ÃóÚúáóãõ ãóÇ áÇó ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٣٠ ﴾

[ 002.030 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm), bir zamanlar Rabbin meleklere:            “Ben yer yüzünde (hükümlerimi yerine getirecek) bir halife (bir Âdem) yaratacağım.” demişti. (Melekler de:) “Biz seni hamd ediciler olarak tesbih ve takdis (şanına yakışmayan sıfatları senden uzaklaştırıp seni büyüklük ve yücelikle zikir) ettiğimiz hâlde, orada fesat çıkaracak (bozgunculuk yapacak) ve kan dökecek birisini halife mi yapacaksın?” dediler.
(Melekler, ileri sürdükleri bu görüşle “Yüce Allah, bizden daha faziletli ve bilgili bir varlık yaratmaz. Halife olmaya bizler daha lâyıkız.” demek istemişlerdi. Bk. Beydâvî, Celâleyn ve Kurtubî.)

[ 002.030 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), o vakti hatırla ki, Rabbin Meleklere: “Ben yer yüzünde (hükümlerimi yerine getirecek) bir halife (bir insan) yaratacağım.” demişti. Melekler de: “ Biz seni hamdinle tesbih ve noksanlıklardan tenzih etmekte olduğumuz hâlde, orada fesad çıkaracak ve kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?” demişlerdi. Allah: “Ben, sizin bilemiyeceğiniz şeyleri bilirim.” buyurdu.

[ 002.030 ] ( EO )

Ve düşün ki rabbin melâikeye «Ben Yerde muhakkak bir halife yapacağım» dediği vakıt «Â!. Orada fesat edecek ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın? biz hamdinle tesbih ve seni takdis edip dururken» dediler. «Her halde ben sizin bilemiyeceğiniz şeyler bilirim» buyurdu.

[ 002.030 ] ( ES )

Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi.

[ 002.030 ] ( NQ )

And (remember) when your Lord said to the angels: "Verily, I am going to place (mankind) generations after generations on earth." They said: "Will You place therein those who will make mischief therein and shed blood, - while we glorify You with praises and thanks (Exalted be You above all that they associate with You as partners) and sanctify You." He (Allah) said: "I know that which you do not know."

[ 002.031 ] ( KK )

æóÚóáøóãó ÂÏóãó ÇáúÃóÓúãóÇÁó ßõáøóåóÇ Ëõãøó ÚóÑóÖóåõãú Úóáóì ÇáúãóáóÆößóÉö ÝóÞóÇáó ÃóäúÈöÆõæäöí ÈöÃóÓúãóÇÁö åóÄõáÇóÁö Åöäú ßõäúÊõãú ÕóÇÏöÞöíäó ﴿ ٣١ ﴾

[ 002.031 ] ( MŞ )

(Allahü teâlâ meleklerin bu cevabı karşısında) Âdem (“aleyhisselâm”)a (yaratmış ve yaratacak olan varlıkların) bütün isimleri(ni, insanların konuştukları dilleri) öğretti. (Bir bilgisayara veri yükler gibi bütün bilgileri, beynine yükledi.) Sonra eşyayı (varlıkları) meleklere gösterip: “Eğer (“Bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini halife mi yapacaksın? Hâlbuki halife olmaya bizler daha lâyıkız.” düşüncenizde) doğru iseniz, haydi bunların isimlerini bana haber verin!” dedi.

[ 002.031 ] ( AY )

Allah, Hazret-i Âdem aleyhisselâma bütün isimleri öğretti. Sonra eşyayı meleklere gösterip: “ Eğer (her şeyin iç yüzünü bilen) sâdıklarsanız, bunların isimlerini bana haber verin.” buyurdu.

[ 002.031 ] ( EO )

Ve Ademe bütün esmayı ta'lim eyledi, sonra o âlemîni melâikeye gösterip «Haydin davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin» buyurdu.

[ 002.031 ] ( ES )

Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: "Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin." dedi.

[ 002.031 ] ( NQ )

And He taught Adam all the names (of everything) , then He showed them to the angels and said, "Tell Me the names of these if you are truthful."

[ 002.032 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ÓõÈúÍóÇäóßó áÇó Úöáúãó áóäóÇ ÅöáÇøó ãóÇ ÚóáøóãúÊóäóÇ Åöäøóßó ÃóäúÊó ÇáúÚóáöíãõ ÇáúÍóßöíãõ ﴿ ٣٢ ﴾

[ 002.032 ] ( MŞ )

Melekler (de): “Biz, (itirazda bulunmaktan veya senden başka birinin gaybı bileceğinden) seni tenzih ederiz (Sen yücesin ya Rabbi!). Senin bize öğrettiğinden başka, bizim hiç bir bilgimiz yok. Şüphesiz sen, her şeyi(n içyüzünü) en iyi bilensin, üstün hikmet sâhibisin (her şeyi yerli yerince yapansın).” dediler.

[ 002.032 ] ( AY )

Melekler: “Biz, (sana itiraz olunmaktan) seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka, hiç bir ilmimiz yok. Muhakkak sen, her şeyi hakkıyle bilensin, üstün hikmet sahibisin.” dediler.

[ 002.032 ] ( EO )

Subhânsın Yarab! Bizim için senin bize bildirdiğinden başka ilim ne mümkin, o alîm, hakîm sen, şüphesiz sensin» dediler.

[ 002.032 ] ( ES )

Dediler ki: "Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin".

[ 002.032 ] ( NQ )

They (angels) said: "Glory be to You, we have no knowledge except what you have taught us. Verily, it is You, the All-Knower, the All-Wise."

[ 002.033 ] ( KK )

ÞóÇáó íóÇÂÏóãõ ÃóäúÈöÆúåõãú ÈöÃóÓúãóÇÆöåöãú ÝóáóãøóÇ ÃóäúÈóÃóåõãú ÈöÃóÓúãóÇÆöåöãú ÞóÇáó Ãóáóãú ÃóÞõáú áóßõãú Åöäøöí ÃóÚúáóãõ ÛóíúÈó ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖö æóÃóÚúáóãõ ãóÇ ÊõÈúÏõæäó æóãóÇ ßõäúÊõãú ÊóßúÊõãõæäó ﴿ ٣٣ ﴾

[ 002.033 ] ( MŞ )

(Şanı yüce) Allah, (meleklerin kusurlu, âciz ve az bilgiye sâhip olduklarını göstermek için Hazret-i) Âdem’e: “Ey Âdem! Eşyanın isimlerini onlara (meleklere) haber ver.” dedi. Âdem (“aleyhisselâm”) da, onlara (meleklere), o isimleri haber verince, Allah: “Ben size demedim mi ki, göklerin ve yerin gayblerini ben bilirim. (“Fesat çıkarır ve kan döker.” görüşünüzle ilgili) açıkladığınız ve “halife olmaya kendinizi daha lâyık görmekle ilgili” gizlediğiniz şeyleri de ben bilirim.” dedi. 

[ 002.033 ] ( AY )

Allah, Hazret-i Âdem’e: “ Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere haber ver.” buyurdu. Âdem aleyhisselâm da, meleklere, o isimleri haber verince Allah: “Ben size demedim mi ki, göklerin ve yerin gayblarını ben bilirim. Açıkladığınızı da, gizlediğinizi de elbette ben bilirim.” buyurdu.

[ 002.033 ] ( EO )

Ey Adem bunlara onları isimleriyle haber ver buyurdu Bu emir üzerine Adem onlara isimleriyle onları haber veriverince de buyurdu ki demedim mi size Ben her halde Semavüt-ü Arzın gaybini bilirim, ve biliyorum ne izhar ediyorsunuz da ne ketmeyliyordunuz.

[ 002.033 ] ( ES )

(Allah): "Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş miydim?" dedi.

[ 002.033 ] ( NQ )

He said: "O Adam! Inform them of their names," and when he had informed them of their names, He said: "Did I not tell you that I know the Ghaib (unseen) in the heavens and the earth, and I know what you reveal and what you have been concealing?"

[ 002.034 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞõáúäóÇ áöáúãóáóÆößóÉö ÇÓúÌõÏõæÇ öáÂÏóãó ÝóÓóÌóÏõæÇ ÅöáÇøó ÅöÈúáöíÓó ÃóÈóì æóÇÓúÊóßúÈóÑó æóßóÇäó ãöäó ÇáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٣٤ ﴾

[ 002.034 ] ( MŞ )

Bir zamanlar biz, meleklere: “Âdem’e (selâm ve saygı veya boyun eğme ve küçülme/büyüklenmeme için) secde ediniz.” dedik. İblîs hâriç hepsi secde ettiler. O, yüz çevirdi ve kibirlendi. (Böylece) o kâfirlerden oldu.

[ 002.034 ] ( AY )

Onu hatırla ki, meleklere: “Âdem’e (hürmet olarak) secde edin.” demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi. Ancak İblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi ve kâfirlerden oldu.

[ 002.034 ] ( EO )

Ve o vakit melâikeye «Adem için secde edin» dedik, derhal secde ettiler, ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi.

[ 002.034 ] ( ES )

Ve o zaman meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.

[ 002.034 ] ( NQ )

And (remember) when We said to the angels: "Prostrate yourselves before Adam.". And they prostrated exceptIblis (Satan), he refused and was proud and was one of the disbelievers (disobedient to Allah).

[ 002.035 ] ( KK )

æóÞõáúäóÇ íóÇÂÏóãõ ÇÓúßõäú ÃóäúÊó æóÒóæúÌõßó ÇáúÌóäøóÉó æóßõáÇó ãöäúåóÇ ÑóÛóÏðÇ ÍóíúËõ ÔöÆúÊõãóÇ æóáÇó ÊóÞúÑóÈóÇ åóÐöåö ÇáÔøóÌóÑóÉó ÝóÊóßõæäóÇ ãöäó ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ٣٥ ﴾

[ 002.035 ] ( MŞ )

Ve dedik ki: “Ey Âdem, sen ve eşin (Havva ile birlikte) cennete yerleşin, ondan (cennetin yiyeceklerinden) dilediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca (buğdaya veya üzüme yahut incire) yaklaşmayın; yoksa zâlimlerden (günah işleyerek kendine zarar vermişlerden) olursunuz!” 

[ 002.035 ] ( AY )

Ve biz demiştik ki: “ Ey Âdem, sen eşinle Cennette sakin ol. Onun nimetlerinden ikiniz de bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa (nefislerine) zulmedenlerden olursunuz.”

[ 002.035 ] ( EO )

ve dedik ki «ya Adem sen ve zevcen Cenneti mesken edin, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın ki haddi aşan zalimlerden olmıyasınız.

[ 002.035 ] ( ES )

Dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

[ 002.035 ] ( NQ )

And We said: "O Adam! Dwell you and your wife in the Paradise and eat both of you freely with pleasure and delight of things therein as wherever you will, but come not near this tree or you both will be of the Zalimun (wrong-doers)."

[ 002.036 ] ( KK )

ÝóÃóÒóáøóåõãóÇ ÇáÔøóíúØóÇäõ ÚóäúåóÇ ÝóÃóÎúÑóÌóåõãóÇ ãöãøóÇ ßóÇäóÇ Ýöíåö æóÞõáúäóÇ ÇåúÈöØõæÇ ÈóÚúÖõßõãú áöÈóÚúÖò ÚóÏõæøñ æóáóßõãú Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ãõÓúÊóÞóÑøñ æóãóÊóÇÚñ Åöáóì Íöíäò ﴿ ٣٦ ﴾

[ 002.036 ] ( MŞ )

(Fakat) Şeytan (yemin billâh ediyorum: “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi bu ağaçtan men etti.1” diyerek) onlar(ın yasaklanan ağaçtan yemelerini sağladı ve ayakların)ı kaydırdı ve onları bulundukları yer (olan cennet)den çıkardı. Biz de: “Bazınız(ın zürriyeti) bazınıza düşman olarak (yere) inin; yeryüzünde bir müddet (ömrünüzün sonuna veya kıyâmete kadar) kalıp yaşamanız lâzımdır.” dedik.
1 A’râf 7/20.

[ 002.036 ] ( AY )

Nihâyet onları (Âdem ile Havvâ’yı) Şeytan (bir desise ile) Cennetten kaydırdı ve içinde bulundukları nimetten onları çıkardı. Biz de: “ Biri-birinize düşman olarak buradan (yere) inin. Yeryüzünde sizin için bir vakte (ömrünüzün sonuna) kadar yerleşmek ve menfaatlenmek vardır.” demiştik.

[ 002.036 ] ( EO )

Bunun üzerine Şeytan onları oradan kaydırdı, ikisini de bulundukları naz-ü naimden çıkardı, biz de haydi dedik bâzınız bâzınıza düşman olarak inin ve size yerde bir zamana kadar bir karar ve bir nasıp alma var.

[ 002.036 ] ( ES )

Bunun üzerine şeytan onları(n ayağını) oradan kaydırdı, içinde bulundukları (cennet yurdu)ndan çıkardı. Biz de: "Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir nasib vardır." dedik.

[ 002.036 ] ( NQ )

Then the Shaitan (Satan) made them slip therefrom (the Paradise), and got them out from that in which they were. We said: "Get you down, all, with enmity between yourselves. On earth will be a dwelling place for you and an enjoyment for a time."

[ 002.037 ] ( KK )

ÝóÊóáóÞøóì ÂÏóãõ ãöäú ÑóÈøöåö ßóáöãóÇÊò ÝóÊóÇÈó Úóáóíúåö Åöäøóåõ åõæó ÇáÊøóæøóÇÈõ ÇáÑøóÍöíãõ ﴿ ٣٧ ﴾

[ 002.037 ] ( MŞ )

Bunun üzerine Âdem (“aleyhisselâm”), Rabbinden bir takım kelimeler (“Ey Rabbimiz, kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, şüphesiz ziyan edenlerden oluruz [A’râf 7/23].” duasını) aldı. (Bu dua ile) O’na yalvarıp tevbe etti. O da tevbesini kabul etti. Çünkü O (Allahü teâlâ), tevbeyi çok kabul eden (ve) çok merhamet edendir.

[ 002.037 ] ( AY )

Derken Âdem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı. O’na yalvarıp tevbe etti. O da tevbesini kabul buyurdu. Çünkü tevbeyi çok çok kabul eden asıl merhamet edici O’dur.

[ 002.037 ] ( EO )

derken Adem rabbından bir takım kelimeler telâkkı etti yalvardı, o da tevbesini kabul buyurup ona yine baktı, Filhakika odur ancak öyle tevvab öyle rahîm.

[ 002.037 ] ( ES )

Derken Âdem Rabb'ından birtakım kelimeler aldı, (onlarla tevbe etti. O da) tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.

[ 002.037 ] ( NQ )

Then Adam received from his Lord Words . And his Lord pardoned him (accepted his repentance). Verily, He is the One Who forgives (accepts repentance), the Most Merciful.

[ 002.038 ] ( KK )

ÞõáúäóÇ ÇåúÈöØõæÇ ãöäúåóÇ ÌóãöíÚðÇ ÝóÅöãøóÇ íóÃúÊöíóäøóßõãú ãöäøöí åõÏðì Ýóãóäú ÊóÈöÚó åõÏóÇíó ÝóáÇó ÎóæúÝñ Úóáóíúåöãú æóáÇó åõãú íóÍúÒóäõæäó ﴿ ٣٨ ﴾

[ 002.038 ] ( MŞ )

Biz onlara: “Hepiniz oradan (cennetten) inin! Yalnız (iyi bilin ki) benden size bir hidâyet (peygamber ve kitap) gelince, kimler benim hidâyetime uyarsa, artık onlar için (âhirette azap görme konusunda) bir korku yoktur ve onlar (dünyada ömürlerini boş yere harcama gibi bir pişmanlığa düşerek) üzülmeyecekler.” dedik. 

[ 002.038 ] ( AY )

Biz onlara: “ Hepiniz cennetten inin! Benden size bir hidâyet (Peygamber ve kitap) gelince, biliniz ki, benim bu hidâyetime tâbi ve bağlı olanlar için aslâ korku yoktur ve onlar mahzûn da olmazlar.” dedik.

[ 002.038 ] ( EO )

Dedik: İnin oradan hepiniz, sonra benden size ne zaman bir hidayetci gelir de kim o hidayetcimin izince giderse onlara bir korku yoktur ve mahzun olacaklar onlar değildir.

[ 002.038 ] ( ES )

Onlara dedik ki: "Hepiniz oradan inin. Size benim tarafımdan bir hidayet rehberi geldiğinde, kim o hidayetçimin izinde giderse, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

[ 002.038 ] ( NQ )

We said: "Get down all of you from this place (the Paradise), then whenever there comes to you Guidance from Me, and whoever follows My Guidance, there shall be no fear on them, nor shall they grieve.

[ 002.039 ] ( KK )

æóÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ æóßóÐøóÈõæÇ ÈöÂíóÇÊöäóÇ ÃõæáóÆößó ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáäøóÇÑö åõãú ÝöíåóÇ ÎóÇáöÏõæäó ﴿ ٣٩ ﴾

[ 002.039 ] ( MŞ )

(Allah’ı) inkâr edenler ve âyetlerimizi (kitaplarımızı) yalanlayanlar ise, cehennem ehlidirler; onlar, o ateşte ebedî (sürekli, sonsuz olarak) kalıcıdırlar.

[ 002.039 ] ( AY )

Küfre varıp âyetlerimizi yalanlıyanlar ise, cehennem ehlidirler; onlar, o ateşte ebedî olarak kalıcıdırlar.

[ 002.039 ] ( EO )

Küfre saplananlar ve ayetlerimize yalan diyenler ise işte bunlar ateş arkadaşlarıdır, onlar orda muhalled kalacaklardır.

[ 002.039 ] ( ES )

İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem ehlidirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.

[ 002.039 ] ( NQ )

But those who disbelieve and belie Our Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) such are the dwellers of the Fire, they shall abide therein forever.

[ 002.040 ] ( KK )

íóÇÈóäöí ÅöÓúÑóÇÆöíáó ÇÐúßõÑõæÇ äöÚúãóÊöíó ÇáøóÊöí ÃóäúÚóãúÊõ Úóáóíúßõãú æóÃóæúÝõæÇ ÈöÚóåúÏöí ÃõæÝö ÈöÚóåúÏößõãú æóÅöíøóÇíó ÝóÇÑúåóÈõæäö ﴿ ٤٠ ﴾

[ 002.040 ] ( MŞ )

Ey İsrâîl (Ya’kûb) oğulları, size verdiğim nimetimi (atalarınızı Fir’avun’un zulmünden kurtarıp onlara daha birçok nimetler verdiğimi) hatırlayın ve bana verdiğiniz (âhır zaman Peygamberine îman ve itâat) sözü(nüzü) yerine getirin ki, ben de size (cennet) vâdimi yerine getireyim. Yalnızca benden korkun! 

[ 002.040 ] ( AY )

Ey İsrâil oğulları (Hazret-i Ya'kûb oğulları), size verdiğim nimetimi hatırlayın ve bana itâat ederek Tevrât’ta (âhir zaman Peygamberi hakkında size açıkladığım) ahdime (bana îman ve itâate) vefa edin ki, ahdinize (sizi cennete koymağa) vefa edeyim. (Ahdi bozduğunuzda) ancak Benden korkun.

[ 002.040 ] ( EO )

Ey İsrail oğulları size in'am ettiğim nimetimi hatırlayın ve ahdime vefa edin ki ahdinize vefa edeyim, ve benden korkun artık benden.

[ 002.040 ] ( ES )

Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun!

[ 002.040 ] ( NQ )

O Children of Israel! Remember My Favour which I bestowed upon you, and fulfill (your obligations to) My Covenant (with you) so that I fulfill (My Obligations to) your covenant (with Me), and fear none but Me.

[ 002.041 ] ( KK )

æóÂãöäõæÇ ÈöãóÇ ÃóäÒóáúÊõ ãõÕóÏøöÞðÇ áöãóÇ ãóÚóßõãú æóáÇó ÊóßõæäõæÇ Ãóæøóáó ßóÇÝöÑò Èöåö æóáÇó ÊóÔúÊóÑõæÇ ÈöÂíóÇÊöí ËóãóäðÇ ÞóáöíáÇð æóÅöíøóÇíó ÝóÇÊøóÞõæäö ﴿ ٤١ ﴾

[ 002.041 ] ( MŞ )

Ve beraberinizdekini (tevhîd ve peygamberlik konusunda Tevrât’ı) doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğum (Kur’ân)’a îman edin, ona inanmayanların ilki olmayın; benim âyetlerimi (değiştirerek, tahrif ederek), bir kaç paraya (dünya menfaati için îman ve itâati terk etme karşılığında) satmayın ve ancak benden korkun.

[ 002.041 ] ( AY )

Ve beraberinizdeki Tevrât’ı (aslını) tasdik edici olarak indirdiğim Kur’ân’a îman edin, ona inanmayanların ilki olmayın; benim âyetlerimi, dünyâ menfaatı karşılığında bir kaç paraya değişmeyin ve ancak benden korkun. (Kitabıma iftira ve tahrif yapma hususunda yalnız Benden korkun.)

[ 002.041 ] ( EO )

ve beraberinizdekini musaddık olarak indirdiğim Kur'ana iman edin, ona inanmıyanların birincisi olmayın, benim âyetlerimi bir kaç paraya değişmeyin, ve benden sakının artık benden.

[ 002.041 ] ( ES )

Yanınızdakini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur'ân)a iman edin, O'nu, inkar edenlerin ilki siz olmayın, benim âyetlerimi birkaç paraya değişmeyin. Ancak benden korkun.

[ 002.041 ] ( NQ )

And believe in what I have sent down (this Qur'an), confirming that which is with you, [the Taurat (Torah) and the Injeel (Gospel)], and be not the first to disbelieve therein, and buy not with My Verses [the Taurat (Torah) and the Injeel (Gospel)] a small price (i.e. getting a small gain by selling My Verses), and fear Me and Me Alone. (Tafsir At-Tabari, Vol. I, Page 253).

[ 002.042 ] ( KK )

æóáÇó ÊóáúÈöÓõæÇ ÇáúÍóÞøó ÈöÇáúÈóÇØöáö æóÊóßúÊõãõæÇ ÇáúÍóÞøó æóÃóäúÊõãú ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٤٢ ﴾

[ 002.042 ] ( MŞ )

Hakkı bâtılla (“Muhammed bize değil, başkalarına peygamber olarak gönderilmiştir.” diyorsunuz. Bu sözünüzle peygamberliğini kabul edip kendinize gönderildiğini inkâr ederek, doğru ile yanlışı veya Tevrât’taki bazı hükümleri değiştirip “Bu Allah’ın kelâmıdır!1” diyerek Allah’ın âyetleri ile kendi sözlerinizi) karıştırmayınız. Hakkı (Tevrât’ta âhır zaman Peygamberi Muhammed “aleyhisselâm”ın vasıflarının geçtiğini) bildiğiniz hâlde gizlemeyin. 

[ 002.042 ] ( AY )

Hakkı bâtıla karıştırıp da bile bile gizlemeyin (Peygamber aleyhisselâm’ın vasfını Tevrât’da bulmadık diye hakkı örtmeyin).

[ 002.042 ] ( EO )

hakkı batılla bulamayıp da bile bile hakkı gizlemeyin.

[ 002.042 ] ( ES )

Hakk'ı batıla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin.

[ 002.042 ] ( NQ )

And mix not truth with falsehood, nor conceal the truth [i.e. Muhammad Peace be upon him is Allah's Messenger and his qualities are written in your Scriptures, the Taurat (Torah) and the Injeel (Gospel)] while you know (the truth) .

[ 002.043 ] ( KK )

æóÃóÞöíãõæÇ ÇáÕøóáóæÉó æóÂÊõæÇ ÇáÒøóßóæÉó æóÇÑúßóÚõæÇ ãóÚó ÇáÑøóÇßöÚöíäó ﴿ ٤٣ ﴾

[ 002.043 ] ( MŞ )

(Resûlüme îman edin ve Müslümanların namazı gibi) namaz kılın, (onlar gibi) zekât verin ve rükû eden (mü’min)lerle beraber rükû edin (cemâate devam edin).

[ 002.043 ] ( AY )

(Müslümanların namazı gibi) namaz kılın, onlar gibi zekât verin ve rükû eden mü'minlerle rükû edin (Cemâate devam edin).

[ 002.043 ] ( EO )

hem namazı dürüst kılın ve zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.

[ 002.043 ] ( ES )

Hem namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.

[ 002.043 ] ( NQ )

And perform As-Salat (Iqamat-as-Salat), and give Zakat, and Irka' (i.e. bow down or submit yourselves with obedience to Allah) along with Ar-Raki'un.

[ 002.044 ] ( KK )

ÃóÊóÃúãõÑõæäó ÇáäøóÇÓó ÈöÇáúÈöÑøö æóÊóäÓóæúäó ÃóäúÝõÓóßõãú æóÃóäúÊõãú ÊóÊúáõæäó ÇáúßöÊóÇÈó ÃóÝóáÇó ÊóÚúÞöáõæäó ﴿ ٤٤ ﴾

[ 002.044 ] ( MŞ )

(Ey Yahûdiler,) Siz Kitâb’ı (Tevrât’ı) okuduğunuz (onda Muhammed “aleyhisselâm”ın vasıflarını gördüğünüz veya sözle fiil arasındaki uygunsuzluğun cezasını bildiğiniz) hâlde, insanlara iyiliği (hayır yapmayı, sadaka vermeyi, ibâdet etmeyi ve Muhammed “aleyhisselâm”a tâbi olmayı) emredip kendinizi unutuyor musunuz? Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız? 

[ 002.044 ] ( AY )

(Ey Yahûdîler), insanlara iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki Tevrât’ı okuyorsunuz; artık çirkin hareketinizi anlamaz mısınız?

[ 002.044 ] ( EO )

nasa iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitap okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz.

[ 002.044 ] ( ES )

İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitab (Tevrat)ı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?

[ 002.044 ] ( NQ )

Enjoin you Al-Birr (piety and righteousness and each and every act of obedience to Allah) on the people and you forget (to practise it) yourselves, while you recite the Scripture [the Taurat (Torah)]! Have you then no sense?

[ 002.045 ] ( KK )

æóÇÓúÊóÚöíäõæÇ ÈöÇáÕøóÈúÑö æóÇáÕøóáóæÉö æóÅöäøóåóÇ áóßóÈöíÑóÉñ ÅöáÇøó Úóáóì ÇáúÎóÇÔöÚöíäó ﴿ ٤٥ ﴾

[ 002.045 ] ( MŞ )

Bir de sabır ve namazla (Allah’dan) yardım isteyin. Gerçi bu (namaz, kılındığı zaman sevap verileceğine ve terk edildiğinde herhangi bir cezanın olmadığına inanan kişilere) ağır (çok güç) gelir. Fakat huşû sâhibi (dinin emrettiği şekilde davranana, mütevâzi) olanlara öyle değil (onlara güç gelmez).

[ 002.045 ] ( AY )

Bir de sabır ve namazla Allah’dan yardım isteyin; gerçi bu (nefsinize) ağır gelir, fakat saygılı kimselere değil...

[ 002.045 ] ( EO )

bir de sabır ile salât ile yardım isteyin, gerçi bu ağır gelir, fakat saygılı kimselere değil.

[ 002.045 ] ( ES )

Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.

[ 002.045 ] ( NQ )

And seek help in patience and As-Salat (the prayer) and truly it is extremely heavy and hard except for Al-Khashi'un [i.e. the true believers in Allah - those who obey Allah with full submission, fear much from His Punishment, and believe in His Promise (Paradise, etc.) and in His Warnings (Hell, etc.)].

[ 002.046 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó íóÙõäøõæäó Ãóäøóåõãú ãõáÇóÞõæ ÑóÈøöåöãú æóÃóäøóåõãú Åöáóíúåö ÑóÇÌöÚõæäó ﴿ ٤٦ ﴾

[ 002.046 ] ( MŞ )

(Huşû sâhibi) o kimseler(dir) ki, Rablerine kavuşacaklarını (öldükten sonra dirileceklerini) ve sonunda (âhirette hesap vermek için) ona döneceklerini yakînen bilirler.

[ 002.046 ] ( AY )

O saygı gösterip korkanlar, o kimselerdir ki, Rablerine kavuşacaklarını ve sonunda ona döneceklerini yakînen bilirler.

[ 002.046 ] ( EO )

onlar ki kendilerini hakikaten rablerine kavuşuyor ve hakikaten ona rücu ediyor sayarlar, böyle bir huşu ile kılarlar.

[ 002.046 ] ( ES )

Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O'na döneceklerini bilirler.

[ 002.046 ] ( NQ )

(They are those) who are certain that they are going to meet their Lord, and that unto Him they are going to return.

[ 002.047 ] ( KK )

íóÇÈóäöí ÅöÓúÑóÇÆöíáó ÇÐúßõÑõæÇ äöÚúãóÊöíó ÇáøóÊöí ÃóäúÚóãúÊõ Úóáóíúßõãú æóÃóäøöí ÝóÖøóáúÊõßõãú Úóáóì ÇáúÚóÇáóãöíäó ﴿ ٤٧ ﴾

[ 002.047 ] ( MŞ )

Ey İsrâil (Ya’kûb) oğulları, size verdiğim nimeti (atalarınızı Fir’avun’un zulmünden kurtarıp onlara daha birçok nimetler verdiğimi) ve sizi (atalarınızı) âlemlere (yaşadıkları zamanda başkalarına) üstün kıldığımı (bana itâatle şükrederek) hatırlayın.

[ 002.047 ] ( AY )

Ey İsrâil oğulları, size ihsan ettiğim bunca nimetimi ve (vaktiyle ecdadınızı) insanlara üstün kıldığımı hatırlayın.

[ 002.047 ] ( EO )

Ey İsrail oğulları! size in'am ettiğim nimeti ve vaktile sizi âlemlerin üstüne geçirdiğimi hatırlayın.

[ 002.047 ] ( ES )

Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve vaktiyle sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

[ 002.047 ] ( NQ )

O Children of Israel! Remember My Favour which I bestowed upon you and that I preferred you to the 'Alamin(mankind and jinns) (of your time period, in the past).

[ 002.048 ] ( KK )

æóÇÊøóÞõæÇ íóæúãðÇ áÇó ÊóÌúÒöí äóÝúÓñ Úóäú äóÝúÓò ÔóíúÆðÇ æóáÇó íõÞúÈóáõ ãöäúåóÇ ÔóÝóÇÚóÉñ æóáÇó íõÄúÎóÐõ ãöäúåóÇ ÚóÏúáñ æóáÇó åõãú íõäúÕóÑõæäó ﴿ ٤٨ ﴾

[ 002.048 ] ( MŞ )

Bir de öyle bir (hesap) gün(ün)den korkun ki, o günde (kıyâmette) hiç kimse (bir mü’min veya bir kâfir), hiç kimsenin (bir mü’minin veya bir kâfirin) cezasını çekmez (borcunu ödemez), kimseden bir şefaat (mü’minlerden kâfirlere veya kâfirlerden kâfirlere bir yardım ve aracılık) da kabul edilmez; (azaptan kurtulmaları için kimseden) bir fidye (bedel ve karşılık) alınmaz. (O kâfirlere) yardım da olunmaz.

[ 002.048 ] ( AY )

Bir de öyle bir azap gününden sakının ve korkun ki, o günde (kıyâmette) hiç bir kimse, hiç bir kimse adına bir şey ödeyemez, kimseden şefâat da kabul edilmez; azâbdan kurtulmak için kimseden bedel ve karşılık alınmaz. (Allah’ın azabından kurtulmak hususunda) o kâfirlere yardım da yapılmaz.

[ 002.048 ] ( EO )

Ve öyle bir günden korunun ki kimse kimseden bir şeödeyemez, kimseden şefaat de kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz, hem onlar kurtarılacak da değillerdir.

[ 002.048 ] ( ES )

Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım da yapılmaz.

[ 002.048 ] ( NQ )

And fear a Day (of Judgement) when a person shall not avail another, nor will intercession be accepted from him nor will compensation be taken from him nor will they be helped.

[ 002.049 ] ( KK )

æóÅöÐú äóÌøóíúäóÇßõãú ãöäú Âáö ÝöÑúÚóæúäó íóÓõæãõæäóßõãú ÓõæÁó ÇáúÚóÐóÇÈö íõÐóÈøöÍõæäó ÃóÈúäóÇÁóßõãú æóíóÓúÊóÍúíõæäó äöÓóÇÁóßõãú æóÝöí Ðóáößõãú ÈóáÇóÁñ ãöäú ÑóÈøößõãú ÚóÙöíãñ ﴿ ٤٩ ﴾

[ 002.049 ] ( MŞ )

(Ey İsrâîl oğulları, hatırlayın ki), bir vakit sizi (atalarınızı) Fir’avun(’un) ehlinden (ona tâbi olanlardan) kurtarmıştık. Hani (onlar) size azâbın (zulmün, işkencenin) en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda (zulüm veya kurtarılmada) sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan (nimet veya sıkıntı) vardı. 

[ 002.049 ] ( AY )

(Ey İsrâil oğulları, hem hatırlayın ki), bir vakit sizi ve atalarınızı Fir’avun avânesinden kurtarmıştık, sizi azâbın kötüsüne sürüp oğullarınızı boğazlıyorlar, kızlarınızı hayatta (diri) tutmak istiyorlardı ve bunda, sizin için, rabbınız tarafından büyük bir imtihan vardı.

[ 002.049 ] ( EO )

Hem hatırlayın ki bir vakit sizi Ali Firavnden kurtardık, sizi azabın kötüsüne peyleyorlardı; oğullarınızı boğazlıyorlar ve kızlarınızı diri tutmak istiyorlardı ve bunda size rabbınız tarafından büyük bir imtihan vardı.

[ 002.049 ] ( ES )

(Hem hatırlayın ki bir zaman) sizi Firavun ailesinden de kurtardık, (onlar) size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.

[ 002.049 ] ( NQ )

And (remember) when We delivered you from Fir'aun's (Pharaoh) people, who were afflicting you with a horrible torment, killing your sons and sparing your women, and therein was a mighty trial from your Lord.

[ 002.050 ] ( KK )

æóÅöÐú ÝóÑóÞúäóÇ Èößõãõ ÇáúÈóÍúÑó ÝóÃóäúÌóíúäóÇßõãú æóÃóÛúÑóÞúäóÇ Âáó ÝöÑúÚóæúäó æóÃóäúÊõãú ÊóäúÙõÑõæäó ﴿ ٥٠ ﴾

[ 002.050 ] ( MŞ )

Ve (yine hatırlayın ki, Mısır’dan çıkacağınız) bir vakit sizin (geçmeniz) için denizi yarıp, sizi (takibetmekte olan Fir’avun’un ordusundan) kurtarmış ve gözlerinizin önünde Fir’avun ehlini (ona tâbi olanları) boğmuştuk.

[ 002.050 ] ( AY )

Ve yine hatırlayın ki, bir vakit sizden ötürü denizi yardık da hepinizi kurtardık, Fir’avun avânesini ise, sizler bakıb dururken, suda boğduk.

[ 002.050 ] ( EO )

Ve bir vakit sizin sebebinize denizi yardık, sizi necata çıkardık da Âli Fir'avni garkettik sizler bakıp duruyordunuz.

[ 002.050 ] ( ES )

Hani bir zamanlar sizin için denizi yarıp, sizi kurtardık da Firavun'un adamlarını suda boğduk, siz de bakıp duruyordunuz.

[ 002.050 ] ( NQ )

And (remember) when We separated the sea for you and saved you and drowned Fir'aun's (Pharaoh) people while you were looking (at them, when the sea-water covered them).

[ 002.051 ] ( KK )

æóÅöÐú æóÇÚóÏúäóÇ ãõæÓóì ÃóÑúÈóÚöíäó áóíúáóÉð Ëõãøó ÇÊøóÎóÐúÊõãõ ÇáúÚöÌúáó ãöäú ÈóÚúÏöåö æóÃóäúÊõãú ÙóÇáöãõæäó ﴿ ٥١ ﴾

[ 002.051 ] ( MŞ )

Bir zamanlar da (Peygamberim) Mûsa ile kırk gece (Tûr’da kalması ve sonunda kendisine verilecek vahiy) için va’dleşmiştik. Sonra siz onun arkasından (Mûsa “aleyhisselâm” Tûr’da iken, münâfık Sâmirî’nin yaptığı) buzağıyı (heykeli ilâh) edinmiştiniz. Böylece siz (kendilerine kötülük eden) zâlimlerden olmuştunuz. 

[ 002.051 ] ( AY )

Bir vakit de Mûsâ’ya, Tûr’da vahy için, kırk gece vade vermiştik. O, Tûr’a gittikten sonra, siz, buzağıyı ilâh edindiniz ve bu halinizle zâlimlerden oldunuz.

[ 002.051 ] ( EO )

Ve bir vakit Musaya kırk geceye vâd verdik, sonra sionun arkasından danaya tutuldunuz zulmediyordunuz.

[ 002.051 ] ( ES )

Hani bir zamanlar Musa'ya kırk gecelik vaad verdik de sonra siz onun arkasından buzağıyı put edindiniz ve o halinizle zalimler idiniz.

[ 002.051 ] ( NQ )

And (remember) when We appointed for Musa (Moses) forty nights, and (in his absence) you took the calf (for worship), and you were Zalimun (polytheists and wrong-doers, etc.).

[ 002.052 ] ( KK )

Ëõãøó ÚóÝóæúäóÇ Úóäúßõãú ãöäú ÈóÚúÏö Ðóáößó áóÚóáøóßõãú ÊóÔúßõÑõæäó ﴿ ٥٢ ﴾

[ 002.052 ] ( MŞ )

Bundan (yaptığınız bu kötü işten tevbe ettikten) sonra (verdiğim nimetlere) şükretmeniz için yine sizi affetmiştik.

[ 002.052 ] ( AY )

(Yaptığınız fena işten tevbe ettikten) sonra sizi afvetmiştik; (size olan nimetimize) şükredesiniz diye.

[ 002.052 ] ( EO )

sonra bunun arkasından da sizden afvettik, gerekti ki şükredecektiniz.

[ 002.052 ] ( ES )

Sonra yine de sizi affettik, artık şükretmeniz gerekiyordu.

[ 002.052 ] ( NQ )

Then after that We forgave you so that you might be grateful.

[ 002.053 ] ( KK )

æóÅöÐú ÂÊóíúäóÇ ãõæÓóì ÇáúßöÊóÇÈó æóÇáúÝõÑúÞóÇäó áóÚóáøóßõãú ÊóåúÊóÏõæäó ﴿ ٥٣ ﴾

[ 002.053 ] ( MŞ )

(Ey İsrâîl oğulları! Hatırlayın ki,) bir vakit biz, hidâyete ermeniz (doğru yolu bulmanız) için (Peygamberim) Mûsa’ya Kitap (Tevrât) ve Furkân’ı (hak ile bâtılı ve haram ile helâlı birbirinden ayıran deliller, hükümler) vermiştik. 

[ 002.053 ] ( AY )

Hatırlayın ki, biz Mûsâ’yı Tevrât’ı ve hak ile bâtıl arasını ayıran Furkan’ı vermiştik ki, (sapıklıktan kurtulup) doğru yolu bulasınız.

[ 002.053 ] ( EO )

Ve bir vakit Musaya o kitabı ve fürkanı verdik, gerekti ki doğru gidecektiniz.

[ 002.053 ] ( ES )

Ve hani bir zamanlar Musa'ya o kitabı ve furkanı verdik, gerekirdi ki, doğru yolda gidesiniz.

[ 002.053 ] ( NQ )

And (remember) when We gave Musa (Moses) the Scripture [the Taurat (Torah)] and the criterion (of right and wrong) so that you may be guided aright.

[ 002.054 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞóÇáó ãõæÓóì áöÞóæúãöåö íóÇÞóæúãö Åöäøóßõãú ÙóáóãúÊõãú ÃóäúÝõÓóßõãú ÈöÇÊøöÎóÇÐößõãõ ÇáúÚöÌúáó ÝóÊõæÈõæÇ Åöáóì ÈóÇÑöÆößõãú ÝóÇÞúÊõáõæÇ ÃóäúÝõÓóßõãú Ðóáößõãú ÎóíúÑñ áóßõãú ÚöäúÏó ÈóÇÑöÆößõãú ÝóÊóÇÈó Úóáóíúßõãú Åöäøóåõ åõæó ÇáÊøóæøóÇÈõ ÇáÑøóÍöíãõ ﴿ ٥٤ ﴾

[ 002.054 ] ( MŞ )

O zaman (Peygamberim) Mûsa, (buzağıya tapan) kavmine: “Ey kavmim, siz buzağıyı (ilâh) edinmekle kendinize zulmettiniz. Gelin sizi âhenkli ve kusursuz yaratan (Rabbiniz)e tevbe edin de nefislerinizi (kendinizi) öldürün. İşte yapacağınız bu iş, Rabbiniz katında sizin (şirkten kurtulma ve âhiretteki hayatınız) için en hayırlıdır.” demişti. (Bu sûretle O Allah,) sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü O, tevbeleri çok kabul eden (ve) çok merhamet edendir. 

[ 002.054 ] ( AY )

O zaman Mûsâ, buzağıya tapan kavmine: “ Ey kavmim, siz buzağıya tapmakla kendinize zulmettiniz. Hemen yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün (Islâh edin). İşte bu yapacağınız, yaradanınız katında sizin için hayırlıdır.” demişti de; Allah tevbelerinizi kabul etmişti. Çünkü o, tevbeleri çok çok kabul edendir, çok merhamet edendir.

[ 002.054 ] ( EO )

Ve bir vakit Musa kavmine dedi ki: «Ey kavmim cidden siz o danaya tutulmanızla kendinize zulmettiniz gelin bârinize dönün, tevbe edin de nefislerinizi öldürün, böyle yapmanız bâriniz yanında sizin için hayırlıdır» bu suretle tevbenizi kabul buyurdu. Filhakika o, öyle tevvab öyle rahîmdir.

[ 002.054 ] ( ES )

Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; Ey kavmim cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz, bari gelin Rabbinize tevbe ile dönün de nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız Bârî Teâlânız katında sizin için hayırlıdır, böylece tevbenizi kabul buyurdu. Gerçekten de o Tevvab ve Rahîm'dir.

[ 002.054 ] ( NQ )

And (remember) when Musa (Moses) said to his people: "O my people! Verily, you have wronged yourselves by worshipping the calf. So turn in repentance to your Creator and kill yourselves (the innocent kill the wrongdoers among you), that will be better for you with your Lord." Then He accepted your repentance. Truly, He is the One Who accepts repentance, the Most Merciful.

[ 002.055 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞõáúÊõãú íóÇãõæÓóì áóäú äõÄúãöäó áóßó ÍóÊøóì äóÑóì Çááøóåó ÌóåúÑóÉð ÝóÃóÎóÐóÊúßõãõ ÇáÕøóÇÚöÞóÉõ æóÃóäúÊõãú ÊóäúÙõÑõæäó ﴿ ٥٥ ﴾

[ 002.055 ] ( MŞ )

Bir zaman (buzağıya taptığınızdan dolayı yüce Allah’tan af dilemek ve emirlerimi dinlemek üzere Peygamberim Mûsa ile birlikte yetmiş kişi Tûra çıkdığınız)da siz: “Ey Mûsa, biz Allah’ı açıkça görmedikçe, sana asla îman etmeyiz.” demiştiniz de gözleriniz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı (ölmüştünüz).

[ 002.055 ] ( AY )

Bir vakit: “Ey Mûsâ biz Allah’ı aşikâre görmedikçe (senin sözüne) asla inanmıyacağız.” demiştiniz. Bunun üzerine, sizi o yıldırım yakalayıverdi, bakınıp duruyordunuz.

[ 002.055 ] ( EO )

Ve bir vakit «ya Musa, dediniz: Biz Allahı aşikâre görmedikçe senin sözünle asla inanmıyacağız» bunun üzerine sizi o saıka yakalayıverdi bakınıp duruyordunuz.

[ 002.055 ] ( ES )

Hani bir zamanlar "Ey Musa biz Allah'ı açıkça görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız." demiştiniz de bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız.

[ 002.055 ] ( NQ )

And (remember) when you said: "O Musa (Moses)! We shall never believe in you till we see Allah plainly." But you were seized with a thunderbolt (lightning) while you were looking.

[ 002.056 ] ( KK )

Ëõãøó ÈóÚóËúäóÇßõãú ãöäú ÈóÚúÏö ãóæúÊößõãú áóÚóáøóßõãú ÊóÔúßõÑõæäó ﴿ ٥٦ ﴾

[ 002.056 ] ( MŞ )

Sonra (nimetime) şükretmeniz için, ölümünüzden sonra sizi (tekrar) diriltmiştik.

[ 002.056 ] ( AY )

Sonra, şükredesiniz diye vefatınızdan (bir gün) sonra (kudretimizi anlıyasınız diye) sizi diriltmiştik.

[ 002.056 ] ( EO )

sonra sizi şükredesiniz diye ba's badelmevte mazhar ettik.

[ 002.056 ] ( ES )

Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından yeniden diriltmiştik.

[ 002.056 ] ( NQ )

Then We raised you up after your death, so that you might be grateful.

[ 002.057 ] ( KK )

æóÙóáøóáúäóÇ Úóáóíúßõãõ ÇáúÛóãóÇãó æóÃóäúÒóáúäóÇ Úóáóíúßõãõ Çáúãóäøó æóÇáÓøóáúæóì ßõáõæÇ ãöäú ØóíøöÈóÇÊö ãóÇ ÑóÒóÞúäóÇßõãú æóãóÇ ÙóáóãõæäóÇ æóáóßöäú ßóÇäõæÇ ÃóäúÝõÓóåõãú íóÙúáöãõæäó ﴿ ٥٧ ﴾

[ 002.057 ] ( MŞ )

(Tîh çölünde güneşin yakıcı sıcağından korumak için) üstünüze bulutla gölge yaptık; size kudret helvası ile bıldırcın (eti) gönderdik ve “Bu size verdiğimiz temiz ve hoş rızıklardan yiyin.” (dedik). Onlar (bu nimetlere nankörlük ederek ve onları saklayıp biriktirerek) bize değil, ancak kendi kendilerine (şükretmediklerinden dolayı) zulmediyorlardı. 

[ 002.057 ] ( AY )

Tîh sahrâsında (güneşin ateşinden korunmak için) üstünüze bulutla gölge yaptık ve size kudret helvası ile bıldırcın gönderdik ve bu helâl rızkımızdan yeyin, dedik. Onlar itâat etmemekle bize zulmetmediler, ancak kendi nefislerine zulmetmişlerdi.

[ 002.057 ] ( EO )

Ve üstünüze o bulutu gölgelik çekdik, ve «size kısmet ettiğimiz hoş rızıklardan yeyin» diye üzerinize hem kudret helvası, hem bıldırcın indirdik, zulmü, bize etmediler lâkin kendilerine ediyorlardı.

[ 002.057 ] ( ES )

Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.

[ 002.057 ] ( NQ )

And We shaded you with clouds and sent down on you Al-Manna and the quails, (saying): "Eat of the good lawful things We have provided for you," (but they rebelled). And they did not wrong Us but they wronged themselves.

[ 002.058 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞõáúäóÇ ÇÏúÎõáõæÇ åóÐöåö ÇáúÞóÑúíóÉó ÝóßõáõæÇ ãöäúåóÇ ÍóíúËõ ÔöÆúÊõãú ÑóÛóÏðÇ æóÇÏúÎõáõæÇ ÇáúÈóÇÈó ÓõÌøóÏðÇ æóÞõæáõæÇ ÍöØøóÉñ äóÛúÝöÑú áóßõãú ÎóØóÇíóÇßõãú æóÓóäóÒöíÏõ ÇáúãõÍúÓöäöíäó ﴿ ٥٨ ﴾

[ 002.058 ] ( MŞ )

Bir vakit de (Tîh çölünden çıktıktan sonra): “Şu (Kudüs) şehrine girin de nimetlerinden dilediğinizi, bol bol yiyin; kapısından (sizi Tîh çölünden selâmete çıkardığından dolayı Allah’a) secde ederek (huşû ve hudû içinde) girin ve “Hıtta (günahlarımızı bağışla)!” deyin ki, biz de hata (günah)larınızı af edelim. Biz, ihsan (iyilik ve itâat) edenlere, daha fazlasını da vereceğiz.” demiştik.

[ 002.058 ] ( AY )

Bir vakit de (Tîh sahrasından çıktıktan sonra): “ Şu Kudüs şehrine girin de nimetlerinden dilediğinizi, bol bol yeyin; kapısından secde ederek girin ve “Hıtta” deyin (günahınızdan istiğfar edin) ki, günahlarınızı afvedeyim. Biz, ihsan (iyilik ve itâat) edenlere, sevabı daha artıracağız.” demiştik.

[ 002.058 ] ( EO )

Ve bir vakit «şu şehre girin de ni'metlerinden dilediğiniz veçhile bol bol yeyin ve secdeler ederek kapıya girin ve «hıtta» deyin ki size hatı'elerinizi mağfiret ediverelim, muhsinlere ise daha artıracağız» dedik.

[ 002.058 ] ( ES )

Hani bir zamanlar "Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve "hıtta" (bizi bağışla!) deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız" dedik.

[ 002.058 ] ( NQ )

And (remember) when We said: "Enter this town (Jerusalem) and eat bountifully therein with pleasure and delight wherever you wish, and enter the gate in prostration (or bowing with humility) and say: 'Forgive us,' and We shall forgive you your sins and shall increase (reward) for the good-doers."

[ 002.059 ] ( KK )

ÝóÈóÏøóáó ÇáøóÐöíäó ÙóáóãõæÇ ÞóæúáÇð ÛóíúÑó ÇáøóÐöí Þöíáó áóåõãú ÝóÃóäúÒóáúäóÇ Úóáóì ÇáøóÐöíäó ÙóáóãõæÇ ÑöÌúÒðÇ ãöäó ÇáÓøóãóÇÁö ÈöãóÇ ßóÇäõæÇ íóÝúÓõÞõæäó ﴿ ٥٩ ﴾

[ 002.059 ] ( MŞ )

Ne var ki o zâlimler, kendilerine söylenmiş olan o sözü (“Bizi af et!” mânasına gelen hıtta kelimesini alaya alarak buğday manasında olan), başka bir söz (hınta) ile değiştirmişlerdi. Biz de yaptıkları kötülüklerden dolayı o zulmedenlerin üzerine gökten bir azap (bir saatte 24 bin kişinin ölümüne sebep olan tâûn hastalığını) indirmiştik.

[ 002.059 ] ( AY )

O (nefislerine) zulmedenler, emrolundukları sözü değiştirdiler. (Tevbe ettik, mânasına gelen Hıtta kelimesini alaya alarak buğday mânasında olan Hınta’ya çevirdiler.) Biz de, o zâlimlere, yaptıkları fıskın karşılığı olmak üzere, gökten bir azap indirdik.

[ 002.059 ] ( EO )

derken o zulmedenler sözü değiştirdiler, kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle koydular, biz de o zalimlere fısk işledikleri için gökten bir murdar azap indirdik.

[ 002.059 ] ( ES )

Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere murdar bir azap indirdik.

[ 002.059 ] ( NQ )

But those who did wrong changed the word from that which had been told to them for another, so We sent upon the wrong-doers Rijzan (a punishment) from the heaven because of their rebelling against Allah's Obedience. (Tafsir At-Tabari, Vol. I, Page 305).

[ 002.060 ] ( KK )

æóÅöÐö ÇÓúÊóÓúÞóì ãõæÓóì áöÞóæúãöåö ÝóÞõáúäóÇ ÇÖúÑöÈú ÈöÚóÕóÇßó ÇáúÍóÌóÑó ÝóÇäúÝóÌóÑóÊú ãöäúåõ ÇËúäóÊóÇ ÚóÔúÑóÉó ÚóíúäðÇ ÞóÏú Úóáöãó ßõáøõ ÃõäóÇÓò ãóÔúÑóÈóåõãú ßõáõæÇ æóÇÔúÑóÈõæÇ ãöäú ÑöÒúÞö Çááøóåö æóáÇó ÊóÚúËóæúÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ãõÝúÓöÏöíäó ﴿ ٦٠ ﴾

[ 002.060 ] ( MŞ )

Yine bir zamanlar (Peygamberim) Mûsa (Tîh çölünde susuz kalan) kavmi için su istemişti; biz de: “(Ey Mûsa!) Âsan (değneğin) ile taşa vur.” demiştik. Bunun üzerine taştan (İsrâîl oğullarının soy adedince) on iki göze (pınar) fışkırmıştı. Her bölük (soy), kendi içecekleri pınarı bilmişti. (Onlara demiştik:) “Allah’ın rızkından (kudret helvası ve bıldırcın) yiyin, (pınarların suyunu) için; fakat kötülük yaparak yeryüzünde fesat çıkarmayın.”

[ 002.060 ] ( AY )

Bir vakit Mûsâ (susuz kalan) kavmi için su dilemişti, biz de: “ asân (değneğin) ile taşa vur.” demiştik. Onun üzerine, o taştan on iki göze kaynadı çıktı; her soy, su alacağı kaynağını bildi. Allah’ın size olan rızkından yeyin, için! fakat kötülük ederek yeryüzünü fesada vermeyin.

[ 002.060 ] ( EO )

Ve bir vakit Musa, kavmi için su dilemişti, biz de asan ile taşa vur demiştik, onun üzerine ondan on iki pınar fışkırdı, her kısım insanlar kendi su alacağı menbaı bildi, Allahın rızkından yeyin, için de müfsitlik ederek yer yüzünü fesada vermeyin.

[ 002.060 ] ( ES )

Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de "asanla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlıkyaparak yeryüzünü fesada vermeyin.

[ 002.060 ] ( NQ )

And (remember) when Musa (Moses) asked for water for his people, We said: "Strike the stone with your stick." Then gushed forth therefrom twelve springs. Each (group of) people knew its own place for water. "Eat and drink of that which Allah has provided and do not act corruptly, making mischief on the earth."

[ 002.061 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞõáúÊõãú íóÇãõæÓóì áóäú äóÕúÈöÑó Úóáóì ØóÚóÇãò æóÇÍöÏò ÝóÇÏúÚõ áóäóÇ ÑóÈøóßó íõÎúÑöÌú áóäóÇ ãöãøóÇ ÊõäúÈöÊõ ÇáúÃóÑúÖõ ãöäú ÈóÞúáöåóÇ æóÞöËøóÇÆöåóÇ æóÝõæãöåóÇ æóÚóÏóÓöåóÇ æóÈóÕóáöåóÇ ÞóÇáó ÃóÊóÓúÊóÈúÏöáõæäó ÇáøóÐöí åõæó ÃóÏúäóì ÈöÇáøóÐöí åõæó ÎóíúÑñ ÇöåúÈöØõæÇ ãöÕúÑðÇ ÝóÅöäøó áóßõãú ãóÇ ÓóÃóáúÊõãú æóÖõÑöÈóÊú Úóáóíúåöãú ÇáÐøöáøóÉõ æóÇáúãóÓúßóäóÉõ æóÈóÇÁõæÇ ÈöÛóÖóÈò ãöäó Çááøóåö Ðóáößó ÈöÃóäøóåõãú ßóÇäõæÇ íóßúÝõÑõæäó ÈöÂíóÇÊö Çááøóåö æóíóÞúÊõáõæäó ÇáäøóÈöíøöíäó ÈöÛóíúÑö ÇáúÍóÞøö Ðóáößó ÈöãóÇ ÚóÕóæúÇ æóßóÇäõæÇ íóÚúÊóÏõæäó ﴿ ٦١ ﴾

[ 002.061 ] ( MŞ )

(Hatırlayın ki,) bir zamanlar: “Ey Mûsa, biz, (kudret helvası ile bıldırcın etinden ibaret olan) bir çeşit yemeğe mümkün değil dayanamayacağız (bize bıkkınlık geldi); artık sen, bizim için Rabbine duâ et de yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın.” dediniz. (Yüce) Allah (veya Mûsa “aleyhisselâm”) da: “O en hayırlı olanı (Allah tarafından ikram edilmiş olan kudret helvası ile bıldırcını), en aşağı (en değersiz) olan (sebze, kabak, sarımsak, mercimek ve soğan gibi sizin istedikleriniz) ile değiştirmek mi istiyorsunuz? (Hele şehirlerden) bir şehire inin, orada size istediğiniz (yiyecekler) var.” dedi. Onların üzerine zillet (horluk) ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah’tan bir gazâba da uğradılar. Bu, Allah’ın âyetlerini (kitaplarını, mûcizelerini ve peygamberlerini) inkâr ettiklerinden (yalanladıklarından) ve (Şa’yâ’, Zekeriyya ve Yahya gibi) peygamberleri haksız yere (zulmen) öldürdüklerindendi. İsyana daldıkları, sınırı aştıkları için bunu hak etmişlerdi. 

[ 002.061 ] ( AY )

Hatırlayın ki, bir vakit; “ Ey Mûsâ, biz, bir türlü yemeğe (Kudret helvası ile bıldırcın etinden ibaret olan yemeğe) mümkün değil, katlanamayacağız; artık sen, bizim için Rabbine duâ et de, arzın yetiştirdiği şeylerden: sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarıversin” dediniz. Mûsâ’da: “ O hayırlı olanı, şu daha aşağı olanla değişmek mi istiyorsunuz? Bir şehire inin, orada size istediğiniz (sebzeler) var.” dedi. Onların üzerine horluk ve yoksulluk yüklendi ve Allah’dan bir gazaba da uğradılar. Bu, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiklerinden ve haksız yere (Zekeriyyâ, Yahyâ ve Şuayb gibi) peygamberleri öldürdüklerindendi. Evet bu, isyan ettiklerinden ve aşırı gitmelerindendi.

[ 002.061 ] ( EO )

Ve bir vakit «ya Musa biz bir türlü yemeğe kabil değil katlanamıyacağız, artık bizim için rabbine dua et, bize Arzın yetiştirdiği şeylerden: Sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın» dediniz, ya: O hayırlı olanı o daha aşağı olanla değişmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya inin o vakit size istediğiniz var» dedi, üzerlerinede zillet ve meskenet binası kuruldu ve nihayet Allahdan bir gadaba değdiler, evet öyle: Çünkü Allahın ayetlerine küfrediyorlar ve haksızlıkla Peygamberleri öldürüyorlardı, evet öyle: Çünkü isyana daldılar ve aşırı gidiyorlardı.

[ 002.061 ] ( ES )

Hani bir zamanlar, "Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın." dediniz. O da size "O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır." dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah'dan bir gazaba uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.

[ 002.061 ] ( NQ )

And (remember) when you said, "O Musa (Moses)! We cannot endure one kind of food. So invoke your Lord for us to bring forth for us of what the earth grows, its herbs, its cucumbers, its Fum (wheat or garlic), its lentils and its onions." He said, "Would you exchange that which is better for that which is lower? Go you down to any town and you shall find what you want!" And they were covered with humiliation and misery, and they drew on themselves the Wrath of Allah. That was because they used to disbelieve the Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) of Allah and killed the Prophets wrongfully. That was because they disobeyed and used to transgress the bounds (in their disobedience to Allah, i.e. commit crimes and sins).

[ 002.062 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóÇáøóÐöíäó åóÇÏõæÇ æóÇáäøóÕóÇÑóì æóÇáÕøóÇÈöÆöíäó ãóäú Âãóäó ÈöÇááøóåö æóÇáúíóæúãö ÇáúÂÎöÑö æóÚóãöáó ÕóÇáöÍðÇ Ýóáóåõãú ÃóÌúÑõåõãú ÚöäúÏó ÑóÈøöåöãú æóáÇó ÎóæúÝñ Úóáóíúåöãú æóáÇó åõãú íóÍúÒóäõæäó ﴿ ٦٢ ﴾

[ 002.062 ] ( MŞ )

Şüphe yok ki, îman edenler (dilleriyle îman etmiş görünen Münâfıklar veya daha önceki peygamberlere inananlar), Yahûdiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîler (Mecûsîlerle Hıristiyanlar arasında bir kavim veya meleklere tapanlar) ki, bunlardan her kim, (Muhammed “aleyhisselâm”ın tebliğ ettiği dine göre ihlâsla, samimiyetle) Allah’a ve âhıret gününe îman eder ve (yine onun tebliğ ettiği dine göre) sâlih amel (beş vakit namaz başta olmak üzere Kitap, sünnet ve akla uygun iş) yaparsa, elbette bunların Rableri katında (îman ve sâlih amel karşılığı va’dedilen) mükâfatları vardır. Onlar için (âhirette azap görme konusunda) bir korku yoktur ve onlar (ömürlerini boş yere harcama gibi dünyada bıraktıklarıyla ilgili) üzülmeyeceklerdir (de).

[ 002.062 ] ( AY )

Şüphe yok ki, daha önce peygamberlere imân edenler, Mûsa dinini kabul eden Yahûdiler, Hristiyanlar ve her dinden bir şey alıp meleklere tapanlar (var ya), bunlardan her kim, Allah’a ve Âhiret gününe ] ve son peygamber Muhammed aleyhisselâm'ın bütün getirdiklerine [ îman eder ve Hazret-i Peygamberin şerîatı üzerine sâlih bir âmel işlerse, elbette bunların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olacak değillerdir.

[ 002.062 ] ( EO )

Şüphe yok ki iman edenler ve Yehudîler, Nasranîler, Sabiîler bunlardan her kim [son Peygamber Muhammed aleyhisselâmın şeriatını kabul etmiş olarak] Allaha ve Ahıret gününe hakikaten iman eder ve salih bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun olacak değillerdir.

[ 002.062 ] ( ES )

Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim [son Peygamber Muhammed aleyhisselâmın şeriatını kabul etmiş olarak] Allah'a ve ahiret gününe  iman eder ve salih amel işlerse, elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.

[ 002.062 ] ( NQ )

Verily! Those who believe and those who are Jews and Christians, and Sabians, whoever believes in Allah and the Last Day and do righteous good deeds shall have their reward with their Lord, on them shall be no fear, nor shall they grieve .

[ 002.063 ] ( KK )

æóÅöÐú ÃóÎóÐúäóÇ ãöíËóÇÞóßõãú æóÑóÝóÚúäóÇ ÝóæúÞóßõãõ ÇáØøõæÑó ÎõÐõæÇ ãóÇ ÂÊóíúäóÇßõãú ÈöÞõæøóÉò æóÇÐúßõÑõæÇ ãóÇ Ýöíåö áóÚóáøóßõãú ÊóÊøóÞõæäó ﴿ ٦٣ ﴾

[ 002.063 ] ( MŞ )

(Ey İsrâîl oğulları!) Bir vakit de, (Tevrât ile amel edeceğinize dâir) sizden mîsak (kesin söz) almıştık; (Kitâb’ımı almamaya direndiğiniz için) Tûr (dağın)’ı üzerinize yükseltmiştik. (Kitâb’ı kabul edince, Tûr üzerinizden kaldırıldı. “Allah’a karşı gelmekten veya azaptan) korkmanız için, size verdiğimiz (Tevrât’ın âyetlerin)e kuvvetle sarılın (itâatte bulunun ve Kitâb’ın içindekileriyle amel edin), onda bulunanları hatırda tutun (öğrenin ve unutmayın veya hükümleri üzerinde tefekkür edin).” demiştik. 

[ 002.063 ] ( AY )

Bir vakit de, (Tevrât ile amel edeceğinize dair) sizden sağlam söz almıştık; Tûr’u da (söz veresiniz diye tehdîden yerinden sökerek) üstünüze kaldırıb demiştik ki: “Size verdiğimiz kitabın hükümlerini kuvvetle tutun ve içindekinden gâfil olmayın, onları hatırlayın; gerek ki cehennemden ve isyandan korunursunuz.

[ 002.063 ] ( EO )

Bir vakit de misakınızı almıştık, ve Turu üstünüze kaldırıp demiştik ki verdiğmiz kitabı kuvvetle tutun ve içindekinden gafil olmayın, gerek ki korunursunuz.

[ 002.063 ] ( ES )

Hani bir zamanlar sizden mîsak (sağlam bir söz) almıştık, Tur'u üstünüze kaldırıp demiştik ki; size verdiğimiz kitaba kuvvetle tutunun ve içindekilerden gafil olmayın, gerek ki, korunursunuz.

[ 002.063 ] ( NQ )

And (O Children of Israel, remember) when We took your covenant and We raised above you the Mount (saying): "Hold fast to that which We have given you, and remember that which is therein so that you may becomeAl-Muttaqun (the pious - see V.2:2).

[ 002.064 ] ( KK )

Ëõãøó ÊóæóáøóíúÊõãú ãöäú ÈóÚúÏö Ðóáößó ÝóáóæúáÇó ÝóÖúáõ Çááøóåö Úóáóíúßõãú æóÑóÍúãóÊõåõ áóßõäúÊõãú ãöäó ÇáúÎóÇÓöÑöíäó ﴿ ٦٤ ﴾

[ 002.064 ] ( MŞ )

Bundan (itâat edeceğinize dâir söz aldıktan) sonra, yine yüz çevirdiniz. Eğer Allah’ın size lütfu (mühlet vermesi, hak ettiğiniz azâbı tehir etmesi ve tevbenizi kabul etmesi) ve rahmeti (afvı) olmasaydı, elbette ziyana uğrayanlar (azapla helâk olmuşlar)dan olurdunuz.

[ 002.064 ] ( AY )

İtâat için sağlam söz verdikten sonra, arkasından döneklik ettiniz. Eğer Allah’ın fazlı ve rahmeti üzerinize inmeyeydi, elbette kendini aldatmışlardan olurdunuz.

[ 002.064 ] ( EO )

Sonra onun arkasından yüz çevirdiniz, eğer üzerinize Allahın fazl-ü rahmeti olmasa idi her halde hüsrana düşenlerden olurdunuz.

[ 002.064 ] ( ES )

Sonra verdiğiniz sözün arkasından yüz çevirdiniz, eğer üzerinizde Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasa idi herhalde zarara uğrayanlardan olurdunuz.

[ 002.064 ] ( NQ )

Then after that you turned away. Had it not been for the Grace and Mercy of Allah upon you, indeed you would have been among the losers.

[ 002.065 ] ( KK )

æóáóÞóÏú ÚóáöãúÊõãõ ÇáøóÐöíäó ÇÚúÊóÏóæúÇ ãöäúßõãú Ýöí ÇáÓøóÈúÊö ÝóÞõáúäóÇ áóåõãú ßõæäõæÇ ÞöÑóÏóÉð ÎóÇÓöÆöíäó ﴿ ٦٥ ﴾

[ 002.065 ] ( MŞ )

(Dâvud “aleyhisselâm” zamanında) içinizden (dünya işinin yapılmasının haram olduğu, kutsal) Cumartesi gününü (balık avlamak suretiyle) çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte (bundan dolayı) biz onlara: “Aşağılık maymunlar olun!” demiştik. (Onlar maymun olmuşlardı. Üç gün sonra da hepsi helâk olmuştu.)

[ 002.065 ] ( AY )

Gerçekten siz bilirsiniz ki, Dâvûd (aleyhisselâm) zamanında kavminiz, cumartesi günü, balık avından men edilmişken, içinizden bu emri çiğneyip geçenlere: “ zelil ve hakir maymunlar olun.” dedik. (üç gün sonra da helâk oldular.)

[ 002.065 ] ( EO )

içinizden sebt -istirahat- günü tecavüz edenleri elbette bilirsiniz biz onlara sefil sefil maymunlar olun dedik.

[ 002.065 ] ( ES )

İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara "sefil maymunlar olun!" dedik.

[ 002.065 ] ( NQ )

And indeed you knew those amongst you who transgressed in the matter of the Sabbath (i.e. Saturday). We said to them: "Be you monkeys, despised and rejected."

[ 002.066 ] ( KK )

ÝóÌóÚóáúäóÇåóÇ äóßóÇáÇð áöãóÇ Èóíúäó íóÏóíúåóÇ æóãóÇ ÎóáúÝóåóÇ æóãóæúÚöÙóÉð áöáúãõÊøóÞöíäó ﴿ ٦٦ ﴾

[ 002.066 ] ( MŞ )

Biz bunu (bu azâbı), o zamanki insanlara ve sonradan gelenlere (benzeri fiilleri yapacak olanları engelleyici, onlara ibret verici) bir ceza ve müttekî (dinin emirlerini yapan ve yasaklarından kaçan mü’min)lere de bir nasihat (öğüt) olsun diye yaptık.

[ 002.066 ] ( AY )

Biz, o azâbı; onlarla bulunanlara, onlardan sonra gelip duyanlara, ibret ve takvâ sâhibi mü'minlere de bir nasihat kıldık.

[ 002.066 ] ( EO )

ve bu ukubeti önündekilere ve arkasındakilere bir dersi ibret ve korunacaklara bir va'z-u nasıhat olmak üzere yaptık.

[ 002.066 ] ( ES )

Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.

[ 002.066 ] ( NQ )

So We made this punishment an example to their own and to succeeding generations and a lesson to those who are Al-Muttaqun (the pious - see V.2:2).

[ 002.067 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞóÇáó ãõæÓóì áöÞóæúãöåö Åöäøó Çááøóåó íóÃúãõÑõßõãú Ãóäú ÊóÐúÈóÍõæÇ ÈóÞóÑóÉð ÞóÇáõæÇ ÃóÊóÊøóÎöÐõäóÇ åõÒõæðÇ ÞóÇáó ÃóÚõæÐõ ÈöÇááøóåö Ãóäú Ãóßõæäó ãöäó ÇáúÌóÇåöáöíäó ﴿ ٦٧ ﴾

[ 002.067 ] ( MŞ )

Bir zamanlar da (Peygamberim) Mûsa kavmine: “Allah size bir sığır (inek) kesmenizi emrediyor.” demişti. Onlar (İsrâîl oğulları): “Bizi alaya mı alıyorsun?” demişlerdi. Mûsa da: “Ben cahil (alay edici)lerden olmaktan Allah’a sığınırım.” demişti.
(Mûsa “aleyhisselâm”ın kavminde bir adam öldürülmüştü. Kâtili bilinemiyordu. Bunun üzerine İsrâîl oğulları, Mûsa Peygamberden Allah’a dua etmesini ve kâtilinin kim olduğunu öğrenmesini istemişlerdi. O da, Allah’a dua etti ve kavmine: “Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor.” demişti. İsrâîl oğulları bu emir karşısında çok şaşırmışlardı. Bunun gerçekleşmesini uzak görmüşlerdi. Çünkü Fir’avunların idâresi altında bulunan Mısırlılar, sığırı kutsal bir hayvan kabul ediyorlardı. Ona tapıyorlardı. İsrail oğulları da bu yanlış inancın etkisi altında kalmışlardı. Ancak bu emirle Mûsa “aleyhisselâm”, Allah’tan başka hiçbir varlığa tapılamayacağı inancını yerleştirmek, bâtıl inançları söküp atmak ve bir de Allah’ın izniyle ölüyü dirittikten sonra ona kâtilinin kim olduğunu söyletme mu’cizesini göstermek istemişti. Bk. Râzî ve Kurtubî.)

[ 002.067 ] ( AY )

Bir vakit de Mûsâ kavmine: “Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor.” demişti. Onlar: “Bizi alayamı alıyorsun?” demişlerdi. Mûsâ da: “ Ben cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” demişti.
(Mûsâ’nın kavminde bir adam öldürülmüş olup katili bilinemiyordu. Bunun üzerine Mûsâ’dan Allah’a duâ ederek kaatili öğrenivermesi istenmişti. O da, Allah’a duâ etti ve kavmine: “Allah size bir sığır boğazlamanızı emrediyor.” demişti. Önce Mûsâ’ya karşı bu sözü hakikate uzak görmüşler, sonra ciddiyetini anlamışlar ve):

[ 002.067 ] ( EO )

Bir vakit de Musa kavmine demişti: Allah size bir bakare boğazlamanızı emrediyor, ay dediler: Bizi eğlencyerine mi koyuyorsun? Dedi: Allaha sığınırım öyle cahillere katılmaktan.

[ 002.067 ] ( ES )

Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "ayol sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.

[ 002.067 ] ( NQ )

And (remember) when Musa (Moses) said to his people: "Verily, Allah commands you that you slaughter a cow." They said, "Do you make fun of us?" He said, "I take Allah's Refuge from being among Al-Jahilun (the ignorants or the foolish)."

[ 002.068 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ÇÏúÚõ áóäóÇ ÑóÈøóßó íõÈóíøöäú áóäóÇ ãóÇ åöíó ÞóÇáó Åöäøóåõ íóÞõæáõ ÅöäøóåóÇ ÈóÞóÑóÉñ áÇó ÝóÇÑöÖñ æóáÇó ÈößúÑñ ÚóæóÇäñ Èóíúäó Ðóáößó ÝóÇÝúÚóáõæÇ ãóÇ ÊõÄúãóÑõæäó ﴿ ٦٨ ﴾

[ 002.068 ] ( MŞ )

(İsrâîl oğulları, ne zaman ki bu emrin büyük bir iş olduğunu anlayınca:) “Bizim için Rabbine dua et de onun (sığırın) ne (kaç yaşında) olduğunu bize açıklasın.” demişlerdi. (Peygamberim Mûsa da:) “O (Yüce Allah) buyuruyor ki, o ne çok yaşlı, ne de çok genç, (yaşı) ikisi ortası(nda) dinç bir sığırdır. Artık emredilen şeyi (sığırı kesme işini) yapın.” demişti. 

[ 002.068 ] ( AY )

Bizim için Rabbına duâ et de o sığırın durumunu açıkça bize bildirsin, demişlerdi. Mûsâ: “ Allah buyuruyor ki, o ne çok yaşlı, ne de pek genç, ikisi ortası bir dinç sığırdır. Artık emrolunduğunuz şeyi yapın.” demişti.

[ 002.068 ] ( EO )

dediler; bizim için rabbine dua et nedir o? Bize beyan etsin, dedi: Rabbim şöyle buyuruyor: Bir bakare ki ne farımış ne bakir, ikisi ortası bir dinç, haydi emrolunduğunuz işi yapın.

[ 002.068 ] ( ES )

Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.

[ 002.068 ] ( NQ )

They said, "Call upon your Lord for us that He may make plain to us what it is!" He said, "He says, 'Verily, it is a cow neither too old nor too young, but (it is) between the two conditions', so do what you are commanded."

[ 002.069 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ÇÏúÚõ áóäóÇ ÑóÈøóßó íõÈóíøöäú áóäóÇ ãóÇ áóæúäõåóÇ ÞóÇáó Åöäøóåõ íóÞõæáõ ÅöäøóåóÇ ÈóÞóÑóÉñ ÕóÝúÑóÇÁõ ÝóÇÞöÚñ áóæúäõåóÇ ÊóÓõÑøõ ÇáäøóÇÙöÑöíäó ﴿ ٦٩ ﴾

[ 002.069 ] ( MŞ )

(Yine şöyle) demişlerdi: “Bizim için Rabbine dua et de onun ne renkte olduğunu bize açıklasın.” Mûsa (da): “O (Yüce Rabbim) buyuruyor ki, o (güzelliği ile) bakanların içini açan parlak sarı renkte bir sığırdır.” demişti.

[ 002.069 ] ( AY )

(Yine) şöyle demişlerdi: “ Bizim için Rabbine duâ et de, onun rengi nedir? bize açıklasın. “Mûsâ da: “Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara ferahlık verecek altın sarısı gibi bir sığırdır.” demişti.

[ 002.069 ] ( EO )

bizim için dediler: Rabbine dua et, rengi ne imiş bize beyan etsin, Rabbim, dedi, Şöyle buyuruyor: Bir bakare ki sapsarı, rengi bakanlara sürur verir.

[ 002.069 ] ( ES )

Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.

[ 002.069 ] ( NQ )

They said, "Call upon your Lord for us to make plain to us its colour." He said, "He says, 'It is a yellow cow, bright in its colour, pleasing to the beholders.' "

[ 002.070 ] ( KK )

ÞóÇáõæÇ ÇÏúÚõ áóäóÇ ÑóÈøóßó íõÈóíøöäú áóäóÇ ãóÇ åöíó Åöäøó ÇáúÈóÞóÑó ÊóÔóÇÈóåó ÚóáóíúäóÇ æóÅöäøóÇ Åöäú ÔóÇÁó Çááøóåõ áóãõåúÊóÏõæäó ﴿ ٧٠ ﴾

[ 002.070 ] ( MŞ )

Onlar (İsrâîl oğulları tekrar) şöyle demişlerdi: “Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir şey (sığır) olduğunu (otlayan mı, iş yapan mı) bize açıklasın. (Çünkü) sığırlar, bizce birbirine benzemektedirler. İnşallah (Allah dilerse) biz, (kesilmesi istenen o sığırı) elbette bulmuş oluruz.”
(Hadis-i şerifte buyruldu: “Onlar inşallah demeselerdi, elbette sığırla ilgili emir sürekli açıklanacaktı, zorlaştırılacaktı.” Bk. Celâleyn ve Kurtubî.)

[ 002.070 ] ( AY )

Onlar (tekrar) şöyle dediler: “ - Bizim için Rabbine dua et de bize açıklasın, nedir o? Çünkü bizce sığırlar birbirine benziyor. Allah dilerse, biz (kesilmesi istenen o sığırı) elbette buluruz ve hidâyete ereriz.”

[ 002.070 ] ( EO )

dediler: Bizim için rabbine dua et nedir o bize beyan etsin, çünkü o bakare bize müteşabih geldi, Maamafih Allah dilerse elbette buluruz.

[ 002.070 ] ( ES )

Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.

[ 002.070 ] ( NQ )

They said, "Call upon your Lord for us to make plain to us what it is. Verily to us all cows are alike, And surely, if Allah wills, we will be guided."

[ 002.071 ] ( KK )

ÞóÇáó Åöäøóåõ íóÞõæáõ ÅöäøóåóÇ ÈóÞóÑóÉñ áÇó Ðóáõæáñ ÊõËöíÑõ ÇáúÃóÑúÖó æóáÇó ÊóÓúÞöí ÇáúÍóÑúËó ãõÓóáøóãóÉñ áÇó ÔöíóÉó ÝöíåóÇ ÞóÇáõæÇ Çó úáÂäó ÌöÆúÊó ÈöÇáúÍóÞøö ÝóÐóÈóÍõæåóÇ æóãóÇ ßóÇÏõæÇ íóÝúÚóáõæäó ﴿ ٧١ ﴾

[ 002.071 ] ( MŞ )

(Peygamberim Mûsa) dedi ki: O (Allahü teâlâ) buyuruyor (ki): “Yeri sürerek ve ekini sulayarak (çalıştırılmakla) ezilmemiş, ayıbı olmayan kusursuz (veya salma) ve (tüylerinde hiç) alacası bulunmayan bir sığırdır. (Bunun üzerine kavmi:) “Şimdi hakikati bize bildirdin” dediler. (Sonunda çok güç de olsa) onu (sığırı bulup) kestiler. (Fakat) az kaldı bunu yapamayacaklardı (kesemeyeceklerdi).
(Hadis-i şerifte buyruldu: Eğer [İsrâîl oğulları, “Bir sığır kesiniz.” emrine uyarak] herhangi bir sığır kesselerdi, yeterli olacaktı. Fakat kendi kendilerine şiddetli davrandılar, Allahü teâlâ da onlara karşı [emrini artırarak] şiddet gösterdi. Bk. Celâleyn.)

[ 002.071 ] ( AY )

Mûsâ dedi ki, Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: “ bir sığırdır ki, ne çifte koşulur, tarla sürer, ne de ekin sular; ayıbsız ve salmadır. Alaca değildir. İsrâil oğulları: “ İşte şimdi, ineğin vasıfını doğru ve tastamam getirdin.” dediler. Bunun üzerine o ineği (bulup) boğazladılar ki, az kalsın bunu yapamıyacaklardı.

[ 002.071 ] ( EO )

Rabbim, dedi: Şöyle buyuruyor: Bir bakare ki ne koşulur arazi sürer ne de ekin sular, salma, hiç alacası yok, işte dediler, şimdi hak ile geldin, bunun üzerine o bakareyı boğazladılar, ki az kaldı yapmıyacaklardı.

[ 002.071 ] ( ES )

Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.

[ 002.071 ] ( NQ )

He [Musa (Moses)] said, "He says, 'It is a cow neither trained to till the soil nor water the fields, sound, having no other colour except bright yellow.' " They said, "Now you have brought the truth." So they slaughtered it though they were near to not doing it.

[ 002.072 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞóÊóáúÊõãú äóÝúÓðÇ ÝóÇÏøóÇÑóÃúÊõãú ÝöíåóÇ æóÇááøóåõ ãõÎúÑöÌñ ãóÇ ßõäúÊõãú ÊóßúÊõãõæäó ﴿ ٧٢ ﴾

[ 002.072 ] ( MŞ )

Hani bir zamanlar siz bir kimseyi öldürmüştünüz de onun (kâtili) hakkında birbirinizle atışmış (onu birbirinizin üstüne atmış)tınız. Hâlbuki Allah, gizlemiş olduğunuz şeyi (öldüren kişiyi) ortaya çıkaracaktı.

[ 002.072 ] ( AY )

Hani o vakit, bir kişiyi öldürmüştünüz de, öldürenin kim olduğunu saklayıp suçu üstünüzden birbirinize atmıştınız. Hâlbuki, Allah gizlediğiniz şeyi açığa çıkarıcıdır.

[ 002.072 ] ( EO )

Ve o vakit bir kimse katletmiştiniz de hakkında biribirinizle atışmış, üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah sakladığınızı çıkaracaktı.

[ 002.072 ] ( ES )

Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı.

[ 002.072 ] ( NQ )

And (remember) when you killed a man and fell into dispute among yourselves as to the crime. But Allah brought forth that which you were hiding.

[ 002.073 ] ( KK )

ÝóÞõáúäóÇ ÇÖúÑöÈõæåõ ÈöÈóÚúÖöåóÇ ßóÐóáößó íõÍúíö Çááøóåõ ÇáúãóæúÊóì æóíõÑöíßõãú ÂíóÇÊöåö áóÚóáøóßõãú ÊóÚúÞöáõæäó ﴿ ٧٣ ﴾

[ 002.073 ] ( MŞ )

Biz de demiştik ki: “O (kesmiş olduğunuz) sığırın bir parçasıyla (kâtili bilinmeyen) ölüye vurun.” (Onlar da vurdular, ölü dirildi ve “Beni öldüren şu kişidir.” dedikten sonra tekrar öldü.) (İşte) böylece (her şeye kâdir olan) Allah, (bir kişiyi dirilttiği gibi bütün) ölüleri diriltir ve aklınızı kullanıp (îman etmeniz) için de size âyetlerini (kudretini açıklayan delilleri, alâmetleri ve yarattığı mu’cizeleri) gösterir.

[ 002.073 ] ( AY )

İşte bunun için dedik ki, o sığırın bir parçasıyla (kaatili bilinmiyen) ölüye vurun. (Onlar da vurdular, ölü dirildi). Bunun gibi, Cenâb-ı Allah ölüleri diriltir ve bu ölüyü diriltmekle size kudret ve âyetlerini gösterir ki, akıllanasınız.

[ 002.073 ] ( EO )

onun için dedik ki o bakaranen bir parçasile o maktule vurun, işte böyle Allah ölüleri diriltir ve size âyetlerini gösterir gerek ki akıllanasınız.

[ 002.073 ] ( ES )

İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.

[ 002.073 ] ( NQ )

So We said: "Strike him (the dead man) with a piece of it (the cow)." Thus Allah brings the dead to life and shows you His Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) so that you may understand.

[ 002.074 ] ( KK )

Ëõãøó ÞóÓóÊú ÞõáõæÈõßõãú ãöäú ÈóÚúÏö Ðóáößó Ýóåöíó ßóÇáúÍöÌóÇÑóÉö Ãóæú ÃóÔóÏøõ ÞóÓúæóÉð æóÅöäøó ãöäó ÇáúÍöÌóÇÑóÉö áóãóÇ íóÊóÝóÌøóÑõ ãöäúåõ ÇáúÃóäúåóÇÑõ æóÅöäøó ãöäúåóÇ áóãóÇ íóÔøóÞøóÞõ ÝóíóÎúÑõÌõ ãöäúåõ ÇáúãóÇÁõ æóÅöäøó ãöäúåóÇ áóãóÇ íóåúÈöØõ ãöäú ÎóÔúíóÉö Çááøóåö æóãóÇ Çááøóåõ ÈöÛóÇÝöáò ÚóãøóÇ ÊóÚúãóáõæäó ﴿ ٧٤ ﴾

[ 002.074 ] ( MŞ )

(Ey Yahûdiler!) Sonra bunun (bu ölünün dirilmesinin) arkasından yine kalpleriniz (hakkı kabul etmediğinden) katılaştı; şimdi onlar (katılık bakımından), taş gibi, hatta daha da katıdır. Çünkü öyle taş var ki, içinden nehirler fışkırır, öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar, öylesi de var ki, Allah korkusundan (Allah’ın iradesine ve emrine boyun eğmiş olarak) aşağı düşer (yuvarlanır). (Fakat sizin kalpleriniz, etkilenmez, yumuşamaz ve korkmaz.) Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir. (Ancak size bir vakte kadar mühlet verir.)

[ 002.074 ] ( AY )

(Ne yazık ki) bu ölünün dirilmesinden sonra (ibret alacakken) kalpleriniz katılaştı. O kalpleriniz taşlar gibi veya ondan daha katı... Çünkü taşların öylesi var ki, içinden nehirler kaynar taşar; öylesi var ki, yarılıp ondan çeşme gibi şarıl şarıl su akar ve öylesi var ki, Allah korkusundan (dağdan) aşağı yuvarlanır düşer. Allahü teâlâ yaptığınız işlerden gâfil değildir.

[ 002.074 ] ( EO )

sonra bunun arkasından kalbleriniz katılaştı, şimdi onlar taşlar gibi hattâ daha duygusuz, çünkü taşların öylesi var ki içindenehirler kaynıyor, öylesi var ki çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor ve öylesi var ki Allahın haşyetinden yerlerde yuvarlanıyor, sizler ise neler yapıyorsunuz Allah gafil değil.

[ 002.074 ] ( ES )

Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.

[ 002.074 ] ( NQ )

Then, after that, your hearts were hardened and became as stones or even worse in hardness. And indeed, there are stones out of which rivers gush forth, and indeed, there are of them (stones) which split asunder so that water flows from them, and indeed, there are of them (stones) which fall down for fear of Allah. And Allah is not unaware of what you do.

[ 002.075 ] ( KK )

ÃóÝóÊóØúãóÚõæäó Ãóäú íõÄúãöäõæÇ áóßõãú æóÞóÏú ßóÇäó ÝóÑöíÞñ ãöäúåõãú íóÓúãóÚõæäó ßóáÇóãó Çááøóåö Ëõãøó íõÍóÑøöÝõæäóåõ ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÚóÞóáõæåõ æóåõãú íóÚúáóãõæäó ﴿ ٧٥ ﴾

[ 002.075 ] ( MŞ )

Şimdi (ey mü’minler) siz, bunların (Yahûdilerin) size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Hâlbuki onlardan bir zümre (grup) vardı ki, Allah’ın kelâmını (Tevrât’ı) işitirlerdi de ona akılları yattıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi (değiştirirlerdi).

[ 002.075 ] ( AY )

Ey mü'minler, Yahûdilerin size inanacaklarını umar mısınız? Hâlbuki onlardan bir zümre vardı ki, Allah’ın kelâmını (Tevratı) dinlerler ve duyarlardı da, hakkı anladıktan sonra, onu bile bile değiştirirlerdi.

[ 002.075 ] ( EO )

Şimdi bunların size iman edivereceklerini ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir firka vardı ki Allahın kelâmını işitirlerdi de akılları aldıktan sonra onu bile bile tahrif ederlerdi.

[ 002.075 ] ( ES )

Şimdi bunların, size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.

[ 002.075 ] ( NQ )

Do you (faithful believers) covet that they will believe in your religion inspite of the fact that a party of them (Jewish rabbis) used to hear the Word of Allah [the Taurat (Torah)], then they used to change it knowingly after they understood it?

[ 002.076 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ áóÞõæÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÞóÇáõæÇ ÂãóäøóÇ æóÅöÐóÇ ÎóáÇó ÈóÚúÖõåõãú Åöáóì ÈóÚúÖò ÞóÇáõæÇ ÃóÊõÍóÏøöËõæäóåõãú ÈöãóÇ ÝóÊóÍó Çááøóåõ Úóáóíúßõãú áöíõÍóÇÌøõæßõãú Èöåö ÚöäúÏó ÑóÈøößõãú ÃóÝóáÇó ÊóÚúÞöáõæäó ﴿ ٧٦ ﴾

[ 002.076 ] ( MŞ )

(Yahûdilerin münâfıkları) mü’minlerle karşılaştıkları zaman: “Biz de (kitabımız Tevrât’ta Muhammed’in müjdelendiğine ve Peygamber olduğuna) inanıyoruz.” derlerdi. Birbirleriyle yalnız kaldıkları zaman, (münâfık olmayan reisleri, münâfıklık yapanlara) “Rabbiniz katında size karşı delil olarak kullansınlar diye mi Allah’ın size açıkladığını (Muhammed’e ait Tevrât’taki özellikleri) onlara (mü’minlere) anlatıyorsunuz? Bunu düşünemiyor musunuz? (Artık bundan vazgeçin!)” derlerdi.

[ 002.076 ] ( AY )

Yahûdilerin münâfıkları; mü'minlerle karşılaştıkları zaman; “ Biz de sizin gibi mü'minleriz” derlerdi. Birbirleriyle tenhada başbaşa kaldıkları vakit, ileri gelen Yahûdiler, münâfıklara:”- Allah’ın size beyan buyurduğu (Rasûlüllah’a ait Tevrât’daki vasıfları), mü'minler, Rabbiniz katında aleyhinize delil getirsinler diye mi onlara söyleyip duruyorsunuz? Buna aklınız ermiyor mu?” derlerdi.

[ 002.076 ] ( EO )

Hem iman edenlere rast geldiklerinde «amenna» derler. Birbirleriyle halvet yaptıklarında da rabbinizin huzurunda aleyhinize huccet edinsinler tutup Allahın size açtığı hakikati onlara söylüyorsunuz? aklınız yok mu be?» dedi.

[ 002.076 ] ( ES )

Üstelik iman edenlere rastladıklarında inandık derler, birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman, "Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi tutup Allah'ın size açıkladığı gerçekleri onlara da söylüyorsunuz? Hiç aklınız yok mu be?" derlerdi.

[ 002.076 ] ( NQ )

And when they (Jews) meet those who believe (Muslims), they say, "We believe", but when they meet one another in private, they say, "Shall you (Jews) tell them (Muslims) what Allah has revealed to you [Jews, about the description and the qualities of Prophet Muhammad Peace be upon him , that which are written in the Taurat (Torah)] , that they (Muslims) may argue with you (Jews) about it before your Lord?" Have you (Jews) then no understanding?

[ 002.077 ] ( KK )

ÃóæóáÇó íóÚúáóãõæäó Ãóäøó Çááøóåó íóÚúáóãõ ãóÇ íõÓöÑøõæäó æóãóÇ íõÚúáöäõæäó ﴿ ٧٧ ﴾

[ 002.077 ] ( MŞ )

Onlar (Yahûdilerin münâfıkları) bilmiyorlar mı ki, şüphesiz Allah, gizledikleri şeyi de açıkladıklarını da tamamen bilir.

[ 002.077 ] ( AY )

Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah, gizledikleri şeyi de, açıkladıklarını da tamamen bilir.

[ 002.077 ] ( EO )

Ya bilmezler mi de? ki onlar ne sır tutarlar ve ne i'lân ederlerse Allah hepsini bilir.

[ 002.077 ] ( ES )

Peki bilmezler mi ki, onlar neyi sır olarak saklar ve neyi açıkça söylerlerse Allah hepsini bilir.

[ 002.077 ] ( NQ )

Know they (Jews) not that Allah knows what they conceal and what they reveal?

[ 002.078 ] ( KK )

æóãöäúåõãú Ãõãøöíøõæäó áÇó íóÚúáóãõæäó ÇáúßöÊóÇÈó ÅöáÇøó ÃóãóÇäöíøó æóÅöäú åõãú ÅöáÇøó íóÙõäøõæäó ﴿ ٧٨ ﴾

[ 002.078 ] ( MŞ )

Onların (Yahûdilerin) içinde bir de ümmî (okuma ve yazma bilmeyen)ler var ki, Kitâp (Tevrât)’ı bilmezler, bütün bildikleri (reislerinden aldıkları) birtakım yalan ve kuruntulardır. Onlar ancak zan (vehim ve cehâlet) içindedirler. 

[ 002.078 ] ( AY )

Yahûdiler içinde okuma ve yazma bilmiyenler vardır ki, Tevrât’ı anlamaz cahillerdir. Ancak bir takım kuruntu yığını uydurmalar düzer, sadece şüphe ve zanda bulunurlar.

[ 002.078 ] ( EO )

Bunların bir de ümmî kısmı vardır, kitabı, kitabeti bilmezler, ancak bir takım kuruntu yığını ümniyyeler kurar ve sırf zannardında dolaşırlar.

[ 002.078 ] ( ES )

Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler, ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar.

[ 002.078 ] ( NQ )

And there are among them (Jews) unlettered people, who know not the Book, but they trust upon false desires and they but guess.

[ 002.079 ] ( KK )

Ýóæóíúáñ áöáøóÐöíäó íóßúÊõÈõæäó ÇáúßöÊóÇÈó ÈöÃóíúÏöíåöãú Ëõãøó íóÞõæáõæäó åóÐóÇ ãöäú ÚöäúÏö Çááøóåö áöíóÔúÊóÑõæÇ Èöåö ËóãóäðÇ ÞóáöíáÇð Ýóæóíúáñ áóåõãú ãöãøóÇ ßóÊóÈóÊú ÃóíúÏöíåöãú æóæóíúáñ áóåõãú ãöãøóÇ íóßúÓöÈõæäó ﴿ ٧٩ ﴾

[ 002.079 ] ( MŞ )

Veyl (şiddetli azap) o kimselere (olsun) ki, (değişiklik yaparak ve yalan katarak) kendi elleriyle Kitâb (Tevrât)’ı yazarlar (ve) az bir para (dünyalık) karşılığında satmak için (de), “Bu Allah’ın katındandır!” derler! (Son peygamber Muhammed “aleyhisselâm”ın geleceğine dair müjdeleri, ona ait Tevrât’taki özellikleri ve başka hükümlerini değiştirirler.) Ellerin’in (Allah’ın indirdiği Tevrât hükümlerini değiştirip zıddını) yazdıklarından dolayı veyl (şiddetli azap), onlar içindir! (Rüşvet olarak hakkı verip bâtılı almak suretiyle) kazandıklarından dolayı (da) veyl (şiddetli azap), (yine) onlar içindir! 

[ 002.079 ] ( AY )

Artık büyük azap o kimseleredir ki, kendi elleriyle Tevrât’ı yazarlar da, sonra biraz para almak için: “ Bu Allah tarafındandır.” derler. Ellerinin yazdıkları yüzünden büyük azap onlara; kazanmakta oldukları günah yüzünden yazıklar olsun onlara...

[ 002.079 ] ( EO )

Artık vay o kimselere ki kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için «bu, Allah tarafındandır» derler, artık vay o ellerinin yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara.

[ 002.079 ] ( ES )

Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için "Bu Allah katındandır." derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!..

[ 002.079 ] ( NQ )

Then woe to those who write the Book with their own hands and then say, "This is from Allah," to purchase with it a little price! Woe to them for what their hands have written and woe to them for that they earn thereby.

[ 002.080 ] ( KK )

æóÞóÇáõæÇ áóäú ÊóãóÓøóäóÇ ÇáäøóÇÑõ ÅöáÇøó ÃóíøóÇãðÇ ãóÚúÏõæÏóÉð Þõáú Çó ÊøóÎóÐúÊõãú ÚöäúÏó Çááøóåö ÚóåúÏðÇ Ýóáóäú íõÎúáöÝó Çááøóåõ ÚóåúÏóåõ Ãóãú ÊóÞõæáõæäó Úóáóì Çááøóåö ãóÇ áÇó ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٨٠ ﴾

[ 002.080 ] ( MŞ )

(Peygamberleri Yahûdileri ateşle korkuttukları zaman) dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında bize asla ateş dokunmayacaktır.” (Resûlüm) de ki: “Allah’tan (bu hususta) bir söz mü aldınız. Şâyet öyle ise yüce Allah verdiği sözden asla dönmez. Yoksa Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? 

[ 002.080 ] ( AY )

O yahûdiler: “Bize sayılı bir kaç günden başka asla cehennem ateşi dokunmaz.” dediler. Ey Resûlüm, onlara de ki, size o müddetten daha ziyade azap edilmiyeceğine dair Allah’dan bir vaad mı aldınız? Böyle ise, Allah ahd ve vaadinden asla caymaz. Yoksa Allah’a karşı bilemiyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

[ 002.080 ] ( EO )

Bir de dediler: Bize sayılı bir kaç günden maada asla ateş dokunmaz, siz, di, Allahtan bir ahit aldınız mı? Böyle ise Allah asla ahdinde hulfetmez, yoksa Allaha karşı bilemiyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

[ 002.080 ] ( ES )

Bir de dediler ki: "Bize sayılı birkaç günden başka asla ateş azabı dokunmaz". De ki; "Siz Allah'dan bir ahit mi aldınız? Böyle ise Allah sözünden dönmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"

[ 002.080 ] ( NQ )

And they (Jews) say, "The Fire (i.e. Hell-fire on the Day of Resurrection) shall not touch us but for a few numbered days." Say (O Muhammad Peace be upon him to them): "Have you taken a covenant from Allah, so that Allah will not break His Covenant? Or is it that you say of Allah what you know not?"

[ 002.081 ] ( KK )

Èóáóì ãóäú ßóÓóÈó ÓóíøöÆóÉð æóÃóÍóÇØóÊú Èöåö ÎóØöíÆóÊõåõ ÝóÃõæáóÆößó ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáäøóÇÑö åõãú ÝöíåóÇ ÎóÇáöÏõæäó ﴿ ٨١ ﴾

[ 002.081 ] ( MŞ )

Evet (size cehennem ateşi dokunacak ve orada ebedî kalacaksınız). Kim bir günah (şirk) işler de günahı kendisini kuşatmış olursa (müşrik olarak ölürse), işte onlar, ateş ashâbı (cehennem arkadaşları)dır, orada ebedî (sürekli, sonsuz) kalacaklardır. 

[ 002.081 ] ( AY )

Gerçekten bir kimse günah ve küfrü kazanır da, günahları onu her taraftan çevrelerse, işte böyle kimseler Cehennem ehlidirler ve orada ebedî olarak kalıcıdırlar.

[ 002.081 ] ( EO )

Evet kim bir seyyie kesbetmiş de hatîesi kendini her taraftan kuşatmış ise işte öyleler, ateş ehli, hep onda muhalleddirler.

[ 002.081 ] ( ES )

Evet kim bir günah işlemiş de kendi günahı kendisini her yandan kuşatmış ise, işte öyleleri ateş ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.

[ 002.081 ] ( NQ )

Yes! Whosoever earns evil and his sin has surrounded him, they are dwellers of the Fire (i.e. Hell); they will dwell therein forever.

[ 002.082 ] ( KK )

æóÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóÚóãöáõæÇ ÇáÕøóÇáöÍóÇÊö ÃõæáóÆößó ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáúÌóäøóÉö åõãú ÝöíåóÇ ÎóÇáöÏõæäó ﴿ ٨٢ ﴾

[ 002.082 ] ( MŞ )

Îman edip sâlih amel (beş vakit namaz başta olmak üzere Kitap, sünnet ve akla uygun iş)ler yapanlar ise, onlar cennet ashâbı (arkadaşları)dır, orada ebedî (sürekli, sonsuz) kalacaklardır. 

[ 002.082 ] ( AY )

İman edip sâlih ameller işliyenler ise, onlar da cennet ehlidirler, ebedî olarak orada kalıcıdırlar.

[ 002.082 ] ( EO )

iman edip salih salih ameller işleyenler, öyleler de işte cennet ehli hep onda muhalledler.

[ 002.082 ] ( ES )

İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.

[ 002.082 ] ( NQ )

And those who believe (in the Oneness of Allah - Islamic Monotheism) and do righteous good deeds, they are dwellers of Paradise, they will dwell therein forever.

[ 002.083 ] ( KK )

æóÅöÐú ÃóÎóÐúäóÇ ãöíËóÇÞó Èóäöí ÅöÓúÑóÇÆöíáó áÇó ÊóÚúÈõÏõæäó ÅöáÇøó Çááøóåó æóÈöÇáúæóÇáöÏóíúäö ÅöÍúÓóÇäðÇ æóÐöí ÇáúÞõÑúÈóì æóÇáúíóÊóÇãóì æóÇáúãóÓóÇßöíäö æóÞõæáõæÇ áöáäøóÇÓö ÍõÓúäðÇ æóÃóÞöíãõæÇ ÇáÕøóáóæÉó æóÂÊõæÇ ÇáÒøóßóæÉó Ëõãøó ÊóæóáøóíúÊõãú ÅöáÇøó ÞóáöíáÇð ãöäúßõãú æóÃóäúÊõãú ãõÚúÑöÖõæäó ﴿ ٨٣ ﴾

[ 002.083 ] ( MŞ )

(Resûlüm hatırlat!) Bir zamanlar biz (Tevrât’ta) İsrâil oğullarından: “Allah’tan başkasına ibâdet etmeyin, ana-babaya, akrabaya, yetimlere ve miskinlere (yoksullara) ihsan (iyilik) edin. İnsanlara güzel söz (iyilik yapmalarını, kötülüklerden kaçınmalarını, resûlüm Muhammed’in doğruluğunu, insanlara sert davranmamalarını) söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin!” diye mîsak (kesin söz) almıştık. (Bu sekiz emri yerine getireceğinizi kesin olarak söylemiştiniz.) Sonra siz, pek azınız dışında, (verdiğiniz sözden) döndünüz ve siz (de atalarınız gibi) hâlâ yüz çevirmeye devam ediyorsunuz. 

[ 002.083 ] ( AY )

Bir vakit, İsrâil oğullarının şöyle ahd ve misakını aldık: “ Allah’dan başkasına tapınmayacaksınız, ana-babaya, akrabaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapın, insanlara güzellikle söyleyin, namazı kılın, zekât verin.” Sonra, pek azınız müstesna verdiğiniz bu sağlam sözden yüzçevirdiniz ve hâlâ da sözünüzden dönmekte devamlısınız.

[ 002.083 ] ( EO )

Ve bir vakit İsrail oğullarının şöyle misakını aldık: Allahdan başkasına tamıyacaksınız; ebeveyne ihsan, yakınlığı olanlara da, öksüzlere de, biçarelere de; nasa güzellik söyleyin; namazı kılın; zekâtı verin; sonra pek azınız müstesna sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.

[ 002.083 ] ( ES )

Hani bir vakitler İsrailoğulları'ndan şöylece mîsak (kesin bir söz) almıştık: Allah'dan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.

[ 002.083 ] ( NQ )

And (remember) when We took a covenant from the Children of Israel, (saying): Worship none but Allah (Alone) and be dutiful and good to parents, and to kindred, and to orphans and Al-Masakin (the poor), [Tafsir At-Tabari, Vol. 10, Page 158 (Verse 9:60)] and speak good to people [i.e. enjoin righteousness and forbid evil, and say the truth about Muhammad Peace be upon him ], and perform As-Salat (Iqamat-as-Salat), and give Zakat. Then you slid back, except a few of you, while you are backsliders. (Tafsir Al-Qurtubi, Vol. 2, Page 392).

[ 002.084 ] ( KK )

æóÅöÐú ÃóÎóÐúäóÇ ãöíËóÇÞóßõãú áÇó ÊóÓúÝößõæäó ÏöãóÇÁóßõãú æóáÇó ÊõÎúÑöÌõæäó ÃóäúÝõÓóßõãú ãöäú ÏöíóÇÑößõãú Ëõãøó ÃóÞúÑóÑúÊõãú æóÃóäúÊõãú ÊóÔúåóÏõæäó ﴿ ٨٤ ﴾

[ 002.084 ] ( MŞ )

(Ey Yahûdiler! Yine) bir zamanlar: “Birbirinizin kanını (haksız yere) dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan sürmeyin.” diye sizden mîsak (kesin söz) almıştık. Sonra siz de bunu ikrar (kabul) etmiştiniz ve sizler buna şahitsiniz (atalarınızın verdiği bu ahitleri/sözleri, şu anda duymaktasınız).
(Yahûdi Kurayza ve Nadîroğulları, Arap Evs ve Hazreç kabileleri gibi iki kar­deş (ırkdaş) kabile idiler. Ancak araları açılmıştı. Böylece Nadîroğulları Hazreç ka­bilesi ile, Kurayza oğulları da Evs kabilesi ile ittifak kurmuştu. Her grup savaşta müttefikinin yanında yer alıyordu. İki taraftan biri gâlip geldiğinde, öbür tarafın yurtlarını basıyor, onları sürüyorlardı. Her iki gruptan birisi esir düştü­ğü zaman ise, iki yahûdi kabilesi birleşiyor, esir olanlar için fidye ve­rip ırkdaşlarını kurtarıyorlardı. Araplar onların bu hâlini ayıplayıp, “Niçin önce birbirinizle savaşıyor, sonra da esir düşen ırkdaşlarınızı kurtarmak için fidye veriyorsunuz?” diyorlardı. Bunun üzerine Yahûdiler, “Biz Tevrât’taki fidye ile ilgili emri yerine getiriyoruz.” cevabını veriyorlardı. “Peki, niçin birbirinize karşı savaşıyor, adam öldürüyorsunuz?” denilince de “Ne yapalım, müttefiklerimizin ezilmesinden utanıyoruz.” diyorlardı. Böylece haram kılınmasına rağmen adam öldürme, yurttan çıkarma ve günahta yardımlaşmaya ait Tevrât hükümlerine uymuyorlardı. Bk. Kurtubî, Râzî, Celâleyn ve Beydâvî.)

[ 002.084 ] ( AY )

Yine bir vakit sizden şöyle kesin söz almıştık: “ Birbirinizin kanlarını dökmiyeceksiniz, birbirinize zulüm yaparak bir kısmınızı yurdlarınızdan çıkarmıyacaksınız.” Sonra, siz de bunları ikrar ve kabul ettiniz. Bununla beraber geçmişlerinizin bu ahdine siz de şâhitlik edersiniz (ve bu ahitleri Tevrât’da da görüyorsunuz.)

[ 002.084 ] ( EO )

Yine bir vakit misakınızı aldık; birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz, ve nüfusunuzu diyarınızdan çıkarmayacaksınız, sonra siz buna ikrar da verdiniz ve ikrarınıza şahit de oldunuz.

[ 002.084 ] ( ES )

Yine bir zamanlar mîsakınızı almıştık; birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz, nüfusunuzu diyarınızdan çıkarmayacaksınız. Sonra siz buna ikrar da verdiniz ve ikrarınıza şahit de oldunuz.

[ 002.084 ] ( NQ )

And (remember) when We took your covenant (saying): Shed not the blood of your people, nor turn out your own people from their dwellings. Then, (this) you ratified and (to this) you bear witness.

[ 002.085 ] ( KK )

Ëõãøó ÃóäúÊõãú åóÄõáÇóÁö ÊóÞúÊõáõæäó ÃóäúÝõÓóßõãú æóÊõÎúÑöÌõæäó ÝóÑöíÞðÇ ãöäúßõãú ãöäú ÏöíóÇÑöåöãú ÊóÊóÙóÇåóÑõæäó Úóáóíúåöãú ÈöÇáúÇöËúãö æóÇáúÚõÏúæóÇäö æóÅöäú íóÃúÊõæßõãú ÃõÓóÇÑóì ÊõÝóÇÏõæåõãú æóåõæó ãõÍóÑøóãñ Úóáóíúßõãú ÅöÎúÑóÇÌõåõãú ÃóÝóÊõÄúãöäõæäó ÈöÈóÚúÖö ÇáúßöÊóÇÈö æóÊóßúÝõÑõæäó ÈöÈóÚúÖò ÝóãóÇ ÌóÒóÇÁõ ãóäú íóÝúÚóáõ Ðóáößó ãöäúßõãú ÅöáÇøó ÎöÒúíñ Ýöí ÇáúÍóíóÇÉö ÇáÏøõäúíóÇ æóíóæúãó ÇáúÞöíóÇãóÉö íõÑóÏøõæäó Åöáóì ÃóÔóÏøö ÇáúÚóÐóÇÈö æóãóÇ Çááøóåõ ÈöÛóÇÝöáò ÚóãøóÇ ÊóÚúãóáõæäó ﴿ ٨٥ ﴾

[ 002.085 ] ( MŞ )

(Ey Yahûdiler! Kan dökmemek ve birbirinizi yurtlarından çıkarmamak üzere sizden söz aldıktan) sonra yine sizler birbirinizi öldürüyorsunuz; sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz, onlara karşı günah ve düşmanlıkta (birleşip) yardımlaşıyorsunuz, onları (memleketlerinden) çıkarmak size haram (yasak) iken (tutup çıkarıyor, sonra) eğer onlar size esir olarak gelirlerse, fidyelerini veriyor (onları esirlikten kurtarıyor)sunuz. Yoksa siz Kitâb (Tevrât)’ın bir kısmına (fidye ile ilgili hükmüne) inanıp bir kısmını (adam öldürme ve yurttan çıkarma gibi hükümlerini) inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezâsı, dünya hayatında (öldürülme, yurtlarından çıkarılma/sürgün veya cizye gibi) rezil olmaktan başka bir şey değildir? Kıyâmet gününde de (onlar) azâbın en şiddetlisine uğrarlar. (Her şeyi bilen) Allah, yaptıklarınızdan asla gâfil değildir. 

[ 002.085 ] ( AY )

(Kan dökmemek ve birbirinizi yurdlarınızdan çıkarmamak üzere ahd ve ikrardan) sonra sizler, o kimselersiniz ki, kendi adamlarınızı öldürüyorsunuz ve içinizden bir zümreyi yurdlarından çıkarıp aleyhlerinde zulüm ve düşmanlıkla birleşerek yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar, esir olup size gelirlerse, mal karşılığında esir mübadelesi yaparsınız da yine onların yurdlarında kalmasına müsaade etmezsiniz. Hâlbuki, onların yurdlarından çıkarılması size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Tevrât ahkâmının bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şimdi sizden bu ahdi bozan kimsenin cezası, ancak dünyada rüsvaylık ve bayağılık, kıyâmette en şiddetli azâba atılmaktır. Allah sizin bu ahdi bozmanızdan gâfil değildir.

[ 002.085 ] ( EO )

Sonra da sizler ta şunlarsınız ki kendilerinizi öldürüyorsunuz ve kendinizden bir firkayı diyarlarından çıkarıyorsunuz, aleyhlerinde ism-ü udvan ile birleşiyor tezahürde bulunuyorsunuz ve şayet size esir olarak gelirlerse fidyeleşmeğe kalkıyorsunuz, halbuki çıkarılmaları üzerinize haram kılınmış idi, ya siz kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmına küfür mü ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar binnetice Dünya hayatında bir rüsvalıktan başka ne kazanırlar, kıyamet günü de en şiddetli azaba kakılırlar, Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

[ 002.085 ] ( ES )

Sonra sizler öyle kimselersiniz ki, kendilerinizi öldürüyorsunuz ve sizden olan bir grubu diyarlarından çıkarıyorsunuz, onlar aleyhinde kötülük ve düşmanlık güdüyor ve bu konuda birleşip birbirinize arka çıkıyorsunuz, şayet size esir olarak gelirlerse fidyeleşmeye kalkıyorsunuz. Halbuki yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış idi. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

[ 002.085 ] ( NQ )

After this, it is you who kill one another and drive out a party of you from their homes, assist (their enemies) against them, in sin and transgression. And if they come to you as captives, you ransom them, although their expulsion was forbidden to you. Then do you believe in a part of the Scripture and reject the rest? Then what is the recompense of those who do so among you, except disgrace in the life of this world, and on the Day of Resurrection they shall be consigned to the most grievous torment. And Allah is not unaware of what you do.

[ 002.086 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó ÇáøóÐöíäó ÇÔúÊóÑóæõÇ ÇáúÍóíóÇÉó ÇáÏøõäúíóÇ ÈöÇáúÂÎöÑóÉö ÝóáÇó íõÎóÝøóÝõ Úóäúåõãõ ÇáúÚóÐóÇÈõ æóáÇó åõãú íõäúÕóÑõæäó ﴿ ٨٦ ﴾

[ 002.086 ] ( MŞ )

İşte onlar, âhireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Onlardan azap (dünyadaki cizye ve âhiretteki cezaları) hiç hafifletilmez ve onlara hiç yardım da edilmez. 

[ 002.086 ] ( AY )

Bunlar Âhireti dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine yardım da edilmez.

[ 002.086 ] ( EO )

Bunlar Ahıreti dünya hayata satmış kimselerdir, onun için bunlardan azab hafiflendirilmez ve kendilerine bir yardım da olunmaz.

[ 002.086 ] ( ES )

Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez.

[ 002.086 ] ( NQ )

Those are they who have bought the life of this world at the price of the Hereafter. Their torment shall not be lightened nor shall they be helped.

[ 002.087 ] ( KK )

æóáóÞóÏú ÂÊóíúäóÇ ãõæÓóì ÇáúßöÊóÇÈó æóÞóÝøóíúäóÇ ãöäú ÈóÚúÏöåö ÈöÇáÑøõÓõáö æóÂÊóíúäóÇ ÚöíÓóì ÇÈúäó ãóÑúíóãó ÇáúÈóíøöäóÇÊö æóÃóíøóÏúäóÇåõ ÈöÑõæÍö ÇáúÞõÏõÓö ÃóÝóßõáøóãóÇ ÌóÇÁóßõãú ÑóÓõæáñ ÈöãóÇ áÇó Êóåúæóì ÃóäÝõÓõßõãõ ÇÓúÊóßúÈóÑúÊõãú ÝóÝóÑöíÞðÇ ßóÐøóÈúÊõãú æóÝóÑöíÞðÇ ÊóÞúÊõáõæäó ﴿ ٨٧ ﴾

[ 002.087 ] ( MŞ )

Yemin olsun ki, biz Mûsa’ya Kitâb (Tevrât)’ı verdik, ondan sonra birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem oğlu Îsa’ya açık beyyineler (ölüleri diriltme, anadan doğma körü ve alaca hastalığına yakalanmış hastaları iyileştirme, gaybden haber verme gibi mu’cizeler) verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrâîl “aleyhisselâm”) ile kuvvetlendirdik. Her ne zaman size bir peygamber gelip nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirse, büyüklük taslayarak, bir kısmını yalancı sayacak, bir kısmını da (Zekeriyya ve Yahya “aleyhimesselâm” gibi) öldürecek misiniz?
(Bu âyetin manasında Muhammed “aleyhisselâm”ı öldürmek istediklerine açık bir işaret vardır. Soru, bu teşebbüslerini yüzlerine vurmak üzere ayıplamak ve kınamak ‘istifhâm-ı tevbîhî’ içindir. Bk. Râzî ve Nesefî.)

[ 002.087 ] ( AY )

Celâlim hakkı için: Biz Mûsâ’ya Tevrât’ı verdik ve Mûsâ’dan sonra birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem’in oğlu Îsa’ya ölüleri diriltmek gibi, açık mûcizeler verdik ve onu Cebrâîl aleyhisselâm ile kuvvetlendirdik. Artık size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle bir peygamber geldikçe kibirlendiniz ve inad ettiniz. Peygamberlerden bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz (Zekeriyyâ ve Yahyâ gibi).

[ 002.087 ] ( EO )

Celâlim hakkı için: Musaya o kitabı verdik arkasından bir takım Peygamberlerle de takib ettik, hele Meryemin oğlu İsaya beyyineler verdik ve onu ruhülkudüs ile te'yit eyledik, ya artık size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emr ile bir Peygamber geldikçe her def'asında kafa tutarsınız kibrinize dokunduğu için kimine yalan der kimini öldürür müsünüz?

[ 002.087 ] ( ES )

Celâlim hakkı için Musa'ya o kitabı verdik, arkasından birtakım peygamberler de gönderdik, hele Meryem oğlu İsa'ya apaçık mucizeler verdik, onu Rûhu'l-Kudüs ile de destekledik. Size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle gelen her peygambere kafa mı tutacaksınız? Kibrinize dokunduğu için onların bir kısmına yalan diyecek, bir kısmını da öldürecek misiniz?

[ 002.087 ] ( NQ )

And indeed, We gave Musa (Moses) the Book and followed him up with a succession of Messengers. And We gave 'Iesa (Jesus), the son of Maryam (Mary), clear signs and supported him with Ruh-ul-Qudus [Jibrael (Gabriel)]. Is it that whenever there came to you a Messenger with what you yourselves desired not, you grew arrogant? Some, you disbelieved and some, you killed.

[ 002.088 ] ( KK )

æóÞóÇáõæÇ ÞõáõæÈõäóÇ ÛõáúÝñ Èóáú áóÚóäóåõãõ Çááøóåõ ÈößõÝúÑöåöãú ÝóÞóáöíáÇð ãóÇ íõÄúãöäõæäó ﴿ ٨٨ ﴾

[ 002.088 ] ( MŞ )

(Yahûdiler, Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili olarak, Peygamber “aleyhisselâm”a alaycı bir tarzda:) “(Ne yapalım,) kalplerimiz perdelidir. (Senin ne dediğini anlayamıyoruz.)” dediler. Hayır, öyle değil. (Kalpler, hakkı kabul edecek şekilde yaratılmıştır.) (Yüce) Allah, (âyetlerimizi ve Resûlüm Muhammed “aleyhisselâm”ı inkârlarından (irâdelerini küfür yolunda kullandıklarından) dolayı onları lânetlemiştir (rahmetinden uzaklaştırmıştır). Onların (Abdullah ibn Selâm ve arkadaşları gibi) pek azı îman ederler. 

[ 002.088 ] ( AY )

Yahûdiler, Kur’ân’ı anlamak ve bu kelâmı kabul etmek hususunda: “Kalplerimiz örtülü ve kılıflıdır.” dediler. Öyle değil, bilâkis Allah onları küfürleri sebebiyle rahmetinden kovmuştur. Onlardan (İbni Selâm ve arkadaşları gibi) ancak az kimseler îman ederler.

[ 002.088 ] ( EO )

«Bizim dediler: kalblerimiz gılıflıdır», öyle değil kâfirlikleri sebebile Allah onları lânetledi onun için az, pek az imana gelirler.

[ 002.088 ] ( ES )

(Yahudiler, peygamberimize karşı alaylı bir ifade ile): "Bizim kalblerimiz kılıflıdır." dediler. Bilakis Allah, onları kâfirlikleri yüzünden lanetledi. Bundan dolayı çok az imana gelirler.

[ 002.088 ] ( NQ )

And they say, "Our hearts are wrapped (i.e. do not hear or understand Allah's Word)." Nay, Allah has cursed them for their disbelief, so little is that which they believe.

[ 002.089 ] ( KK )

æóáóãøóÇ ÌóÇÁóåõãú ßöÊóÇÈñ ãöäú ÚöäúÏö Çááøóåö ãõÕóÏøöÞñ áöãóÇ ãóÚóåõãú æóßóÇäõæÇ ãöäú ÞóÈúáõ íóÓúÊóÝúÊöÍõæäó Úóáóì ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ÝóáóãøóÇ ÌóÇÁóåõãú ãóÇ ÚóÑóÝõæÇ ßóÝóÑõæÇ Èöåö ÝóáóÚúäóÉõ Çááøóåö Úóáóì ÇáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٨٩ ﴾

[ 002.089 ] ( MŞ )

Ne zaman ki, onlara (Yahûdlere) Allah katından, kendilerinde olanı (Tevrât’taki peygamberliği gösteren alâmetleri ve özellikleri) tasdik eden bir Kitap (Kur’ân) geldi. Hâlbuki (o gelmeden) önceleri onlar, kâfirlere karşı (Arap müşrikleri ile mücadelelerinde zor durumda kaldıklarında, “Ey Allah’ım! Onların üzerlerine, âhir zamanda gönderilecek Peygamberle bize yardım et!” diyerek, Allah’tan) fetih (yardım) isterlerdi. Fakat onlara (Tevrât’ta özelliklerini) bildikleri (Peygamber) gelince, (hasetten, hırstan ve reislik korkusundan) onu inkâr ettiler. Bundan dolayı Allah’ın lâneti, böyle kâfirlerin üzerinedir. 

[ 002.089 ] ( AY )

Vaktâ ki onlara (Yahûdî’lere), Allah katında beraberlerindekini (Tevrât’ı îman esaslarında) tasdîk eden Kur’ân geldi, (bunu tanımadılar); Hâlbuki Kur’ân gelmeden önce, (bu yahutîler, arap müşrikleri ile mücâdelelerinde zor duruma düştükleri zaman: Tevrât’da anılan âhir zaman Peygamberi gelseydi de bize yardım etseydi diye) o müşriklere karşı (Allah’dan) imdat diliyorlardı. İşte o (Tevrât’da vasfını) bildikleri (Peygamber) onlara gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah’ın lâneti o kâfirler üzerine olsun...

[ 002.089 ] ( EO )

Yanlarındakini tasdıklamak üzere onlara Allah tarafından bir kitab gelince önceden küfredenlere karşı istimdad edib dururlarken o tanıdıkları kendilerine gelince tuttular ona küfrettiler imdi Allahın lâneti kâfirlerin boynuna.

[ 002.089 ] ( ES )

Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah'ın laneti kâfirleredir.

[ 002.089 ] ( NQ )

And when there came to them (the Jews), a Book (this Qur'an) from Allah confirming what is with them [the Taurat (Torah) and the Injeel (Gospel)], although aforetime they had invoked Allah (for coming of Muhammad Peace be upon him ) in order to gain victory over those who disbelieved, then when there came to them that which they had recognised, they disbelieved in it. So let the Curse of Allah be on the disbelievers.

[ 002.090 ] ( KK )

ÈöÆúÓóãóÇ ÇÔúÊóÑóæúÇ Èöåö ÃóäúÝõÓóåõãú Ãóäú íóßúÝõÑõæÇ ÈöãóÇ ÃóäúÒóáó Çááøóåõ ÈóÛúíðÇ Ãóäú íõäóÒøöáó Çááøóåõ ãöäú ÝóÖúáöåö Úóáóì ãóäú íóÔóÇÁõ ãöäú ÚöÈóÇÏöåö ÝóÈóÇÁõæÇ ÈöÛóÖóÈò Úóáóì ÛóÖóÈò æóáöáúßóÇÝöÑöíäó ÚóÐóÇÈñ ãõåöíäñ ﴿ ٩٠ ﴾

[ 002.090 ] ( MŞ )

(Yüce) Allah’ın kullarından dilediği kimselere kendi lütfundan (peygamberlik vererek vahiy) indirmesini çekemeyerek, Allah’ın indirdiği (Kur’ân)’ı inkâr etmekle, kendilerini ne kötü bir şeye sattılar! (Kur’ân’ı verme, yani reddetme karşılığında, küfrü satın aldılar.) Bu yüzden (küfürleri sebebiyle) gazap üstüne gazâba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı (hor ve zelil edici) bir azap vardır. 

[ 002.090 ] ( AY )

Cenâb-ı Allah, fazlıyla kullarından dilediği kimseye peygamberlik ihsan buyurmasına hased edip, indirdiği Kur’ân’ı inkâr etmeleri ve bu sebeple nefislerini ateşe atışları ne çirkin şeydir! İşte Yahûdiler, Allah’ın bir gazabından sonra (Hazret-i Îsa ve İncîl’i inkâr ettiklerinden dolayı gazaba uğramalarından başka) bir gazaba tutuldular. (Hazret-i Peygamberi ve Kur’ân-ı Kerîmi inkâr ettiklerinden) O kâfirler için hor ve zelîl edici bir azap vardır.

[ 002.090 ] ( EO )

Ne çirkindir o kendilerini sattıkları ki; Allahın kullarından dilediğine kendi fadlından vahiy indirmesine bağyederek, Allah ne indirdise hepsine küfrettiler de gadab üstüne gadaba değdiler ve o kâfirler için mühin bir azab var.

[ 002.090 ] ( ES )

Ne kadar çirkindir o uğruna kendilerini sattıkları şey ki; Allah'ın kullarından dilediğine kendi lütuf ve kereminden vahiy indirmesine kafa tutarak, Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler. İşte bu yüzden de gazap üstüne gazaba uğradılar. Can yakıcı azap asıl kâfirler içindir.

[ 002.090 ] ( NQ )

How bad is that for which they have sold their ownselves, that they should disbelieve in that which Allah has revealed (the Qur'an), grudging that Allah should reveal of His Grace unto whom He will of His slaves. So they have drawn on themselves wrath upon wrath. And for the disbelievers, there is disgracing torment.

[ 002.091 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ Þöíáó áóåõãú ÂãöäõæÇ ÈöãóÇ ÃóäúÒóáó Çááøóåõ ÞóÇáõæÇ äõÄúãöäõ ÈöãóÇ ÃõäúÒöáó ÚóáóíúäóÇ æóíóßúÝõÑõæäó ÈöãóÇ æóÑóÇÁóåõ æóåõæó ÇáúÍóÞøõ ãõÕóÏøöÞðÇ áöãóÇ ãóÚóåõãú Þõáú Ýóáöãó ÊóÞúÊõáõæäó ÃóäúÈöíóÇÁó Çááøóåö ãöäú ÞóÈúáõ Åöäú ßõäúÊõãú ãõÄúãöäöíäó ﴿ ٩١ ﴾

[ 002.091 ] ( MŞ )

Onlara (Yahûdilere:) “Allah’ın indirdiğine (Kur’ân’a veya diğer kitaplara) îman edin!” denilse, onlar “Biz, bize indirilene (Tevrât’a) inanırız.” deyip, ondan (Tevrât’tan) başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o (Kur’ân), ellerinde bulunan (Tevrât)ı tasdik eden hak bir Kitap’tır. (Resûlüm) onlara (şöyle) de: “Eğer mü’minler idiyseniz, niçin daha önce Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”

[ 002.091 ] ( AY )

Yahûdilere: “Cenâb-ı Allah”ın indirdiği İncîl ve Kur’ân’a îman edin” denildiği zaman: “ Biz, bize indirilen Tevrât’a îman ederiz.” derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o Kur’ân, onlardaki Tevrât’ı tasdik eden bir gerçektir. Resûlüm, sen onlara şöyle de: “ Mâdem ki Tevrât’a îman ediyorsunuz, daha önce gelen Allah’ın peygamberlerini niçin öldürüyordunuz?”

[ 002.091 ] ( EO )

«Allah ne indirdise iman edin» denildiği zaman da onlara «biz kendimize indirilen iman ederiz» derler de ötekine küfrederler, halbuki beraberlerindekini tasdık edecek hakk o, ya, de: İman ediyordunuz da niçin Allahın peygamberlerini öldürüyordunuz?

[ 002.091 ] ( ES )

Onlara, "Allah ne indirdiyse ona iman edin." denildiği zaman, onlar "Biz kendimize indirilene iman ederiz." derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Oysa yanlarındaki Tevrat'ı tasdik eden gerçek vahiy odur. Onlara de ki; "Peki madem gerçek mümin sizsiniz de ne diye daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?

[ 002.091 ] ( NQ )

And when it is said to them (the Jews), "Believe in what Allah has sent down," they say, "We believe in what was sent down to us." And they disbelieve in that which came after it, while it is the truth confirming what is with them. Say (O Muhammad Peace be upon him to them): "Why then have you killed the Prophets of Allah aforetime, if you indeed have been believers?"

[ 002.092 ] ( KK )

æóáóÞóÏú ÌóÇÁóßõãú ãõæÓóì ÈöÇáúÈóíøöäóÇÊö Ëõãøó ÇÊøóÎóÐúÊõãõ ÇáúÚöÌúáó ãöäú ÈóÚúÏöåö æóÃóäúÊõãú ÙóÇáöãõæäó ﴿ ٩٢ ﴾

[ 002.092 ] ( MŞ )

Yemin olsun ki, (Peygamberim) Mûsa size beyyineler (âsa, beyaz el, denizi yarma gibi mu’cizeler) getirdi. (O Tûr’a gittikten) sonra ardından buzağıyı (ilâh) edindiniz (ona taptınız). İşte (bundan dolayı) siz, zâlim kimselersiniz. 

[ 002.092 ] ( AY )

Celâlim hakkı için, Mûsâ aleyhisselâm size doğru haber ve mûcizelerle gelmişken, o, Tûr’a gittikten sonra, siz buzağıyı ilâh edindiniz ve böylece zâlimlerden oldunuz.

[ 002.092 ] ( EO )

Celâlim hakkı için Musa size beyyinelerle gelmişti de arkasından tuttunuz danaya taptınız siz o zalimlersiniz.

[ 002.092 ] ( ES )

Celâlim hakkı için Musa size belgelerle gelmişti de onun arkasından tuttunuz o buzağıya taptınız. Siz işte o zâlimlersiniz.

[ 002.092 ] ( NQ )

And indeed Musa (Moses) came to you with clear proofs, yet you worshipped the calf after he left, and you wereZalimun (polytheists and wrong-doers).

[ 002.093 ] ( KK )

æóÅöÐú ÃóÎóÐúäóÇ ãöíËóÇÞóßõãú æóÑóÝóÚúäóÇ ÝóæúÞóßõãõ ÇáØøõæÑó ÎõÐõæÇ ãóÇ ÂÊóíúäóÇßõãú ÈöÞõæøóÉò æóÇÓúãóÚõæÇ ÞóÇáõæÇ ÓóãöÚúäóÇ æóÚóÕóíúäóÇ æóÃõÔúÑöÈõæÇ Ýöí ÞõáõæÈöåöãõ ÇáúÚöÌúáó ÈößõÝúÑöåöãú Þõáú ÈöÆúÓóãóÇ íóÃúãõÑõßõãú Èöåö ÅöíãóÇäõßõãú Åöäú ßõäúÊõãú ãõÄúãöäöíäó ﴿ ٩٣ ﴾

[ 002.093 ] ( MŞ )

Bir zaman üzerinize Tûr (dağın)’ı kaldırıp sizden mîsak (Tevrât’ta bildirilenlere uyacağınıza dair kesin söz) almıştık: “Size verdiğimize (Tevrât’a) kuvvetle sarılın, (emirlerini) dinleyin (ve gereğince amel edin)!” (demiştik). “(Sözünü) işittik ve (emrine) isyân ettik.” demişlerdi. Çünkü küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı (sevgisi, su gibi) içirilmişti (yerleştirilmişti). (Resûlüm onlara) de ki: “Eğer siz mü’minlerseniz, îmanınız size (buzağıya tapın ve Kur’ân’ı inkâr edin diye) ne kötü şey(ler yapmanızı) emrediyor!” 

[ 002.093 ] ( AY )

Bir vakit: “ Size verdiğimiz Tevrât’ı kuvvetle tutun, emirlerini dinleyip gereğince amel edin.” diye Tûr’u üzerinize kaldırıp sizden sağlam ahd almıştık. Onlar: “Kulağımızla işittik, kalbimizle isyan ettik.” demişlerdi. Çünkü küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi sinmişti. Resûlüm, onlara şöyle de: “Eğer siz mü'min olsanız, imanınız size buzağıya tapın ve Kur’ân’ı inkâr edin diye” çirkin şeyleri emretmezdi.

[ 002.093 ] ( EO )

Bir vakit size verdiğimiz kitabı kuvvetle tutun ve dinleyin diye Turu tepenize kaldırıb misakınızı aldık, dinledik ısyan ettik dediler, ve küfürleriyle danayı kalblerinde iliklerine işlettiler, eğer, de: sizler mü'minlerseniz imanınız size ne çirkin şeyler emrediyor?

[ 002.093 ] ( ES )

Bir zamanlar size, "verdiğimiz kitaba kuvvetle sarılın ve onu dinleyin." diye Tûr'u tepenize kaldırıp mîsakınızı aldık. (O yahudiler): "Duyduk, dinledik, isyan ettik." dediler, kâfirlikleri yüzünden o danayı yüreklerinde besleyip büyüttüler. De ki, "Eğer siz mümin kimseler iseniz, bu imanınız size ne çirkin şeyler emrediyor!

[ 002.093 ] ( NQ )

And (remember) when We took your covenant and We raised above you the Mount (saying), "Hold firmly to what We have given you and hear (Our Word). They said, "We have heard and disobeyed." And their hearts absorbed (the worship of) the calf because of their disbelief. Say: "Worst indeed is that which your faith enjoins on you if you are believers."

[ 002.094 ] ( KK )

Þõáú Åöäú ßóÇäóÊú áóßõãõ ÇáÏøóÇÑõ ÇáúÂÎöÑóÉõ ÚöäúÏó Çááøóåö ÎóÇáöÕóÉð ãöäú Ïõæäö ÇáäøóÇÓö ÝóÊóãóäøóæõÇ ÇáúãóæúÊó Åöäú ßõäúÊõãú ÕóÇÏöÞöíäó ﴿ ٩٤ ﴾

[ 002.094 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm! Yahûdilere) söyle: “Eğer (iddianıza göre) gerçekten âhiret yurdu (cennet), Allah katında diğer insanlara değil de, yalnız size ayrılmışsa ve bunda samimi iseniz, (o zaman cennete kavuşabilmek için) haydi ölümü isteyin!” 

[ 002.094 ] ( AY )

Ey Resûlüm (Yahûdilere) Söyle: “Eğer Cennet (sizin iddianıza göre), diğer insanlara ait olmayıp Allah tarafından size hâs kılınmış ise ve bunda sâdıklarsanız, ölümü temennî edin. (Çünkü Cennet, mutlaka kendisine âit olduğunu bilen kimse, ona kavuşmağa sebep olan ölümü, elbette ister ve arzular.)

[ 002.094 ] ( EO )

De ki Allah yanında Ahıret evi (Cennet) başkalarının değil de hassaten sizin ise, eğer davanız da sadıksanız, haydi ölümü ümniye edinin, canınıza minnet bilin.

[ 002.094 ] ( ES )

De ki; Allah yanında ahiret yurdu (cennet) başkalarının değil de yalnızca sizin ise, eğer iddianızda da sadık iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz, ölmeyi cana minnet biliniz.

[ 002.094 ] ( NQ )

Say to (them): "If the home of the Hereafter with Allah is indeed for you specially and not for others, of mankind, then long for death if you are truthful."

[ 002.095 ] ( KK )

æóáóäú íóÊóãóäøóæúåõ ÃóÈóÏðÇ ÈöãóÇ ÞóÏøóãóÊú ÃóíúÏöíåöãú æóÇááøóåõ Úóáöíãñ ÈöÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ٩٥ ﴾

[ 002.095 ] ( MŞ )

Fakat onlar (peygamberleri öldürmek ve Tevrât’ı tahrif etmek, değiştirmek gibi) ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı, asla ölümü istemezler. (Yüce) Allah, zâlimleri hakkıyla bilir. 

[ 002.095 ] ( AY )

Fakat onlar, peygamberleri öldürmek ve Tevrât’ı tahrif etmek gibi, önceden elleriyle yaptıkları günah sebebiyle azâba hak kazandıklarını bildiklerinden elbette ve hiç bir zaman ölümü temennî etmezler. Allah, zâlimleri hakkıyle bilendir.

[ 002.095 ] ( EO )

fakat ellerinden çıkan işler dururken onu hiç bir zaman temenni edemezler, Allah bilir o zalimleri.

[ 002.095 ] ( ES )

Fakat elleriyle işledikleri yüzünden onu hiçbir zaman temenni edemiyecekler. Allah o zâlimleri bilir.

[ 002.095 ] ( NQ )

But they will never long for it because of what their hands have sent before them (i.e. what they have done). And Allah is All-Aware of the Zalimun (polytheists and wrong-doers).

[ 002.096 ] ( KK )

æóáóÊóÌöÏóäøóåõãú ÃóÍúÑóÕó ÇáäøóÇÓö Úóáóì ÍóíóÇÉò æóãöäó ÇáøóÐöíäó ÃóÔúÑóßõæÇ íóæóÏøõ ÃóÍóÏõåõãú áóæú íõÚóãøóÑõ ÃóáúÝó ÓóäóÉò æóãóÇ åõæó ÈöãõÒóÍúÒöÍöåö ãöäó ÇáúÚóÐóÇÈö Ãóäú íõÚóãøóÑó æóÇááøóåõ ÈóÕöíÑñ ÈöãóÇ íóÚúãóáõæäó ﴿ ٩٦ ﴾

[ 002.096 ] ( MŞ )

Yemin olsun ki, şüphesiz sen onları (Yahûdileri), insanların hayata en hırslı olanı, (hatta öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden) müşriklerden (bile) daha düşkün bulursun; onlardan her biri, bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki (uzun) yaşatılması, onu azaptan uzaklaştıracak değildir. (Yüce) Allah, onların yaptıklarını tamamiyle görmektedir.
(Yahûdilerden İbn Sûriyya, Muhammed “aleyhisselâm”a: “Bizim atalarımız Cebrâîl “aleyhisselâm”dan çok çekti. Azapları indiren o, memleketleri batıran o! Eğer sana Cebrâîl değil de Mîkâîl “aleyhisselâm” vahiy getirmiş olsaydı, muhakkak bizler îman ederdik.” demişti. Bundan sonraki âyet-i kerimeler, bunun üzerine nâzil olmuştur. Bk. Nesefî ve Râzî.)

[ 002.096 ] ( AY )

Sen, Yahûdi ve müşrikleri, dünya hayatı üzerine, insanların en hârisi bulursun. Bu müşriklerden bazısı, bin sene yaşamağı arzu eder. Hâlbuki yaşamak, onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah onların ne yaptığını görmektedir ve görücüdür.

[ 002.096 ] ( EO )

her halde onları insanların hayata en harisı, müşriklerden de haris bulacaksın, her biri arzu eder ki bin sene mu'ammer olsa, halbuki mu'ammer olmak kendisini azabdan uzaklaştıracak değil Allah görüyor onlar neler yapıyorlar.

[ 002.096 ] ( ES )

Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular, oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp duruyor.

[ 002.096 ] ( NQ )

And verily, you will find them (the Jews) the greediest of mankind for life and (even greedier) than those who - ascribe partners to Allah (and do not believe in Resurrection - Magians, pagans, and idolaters, etc.). Everyone of them wishes that he could be given a life of a thousand years. But the grant of such life will not save him even a little from (due) punishment. And Allah is All-Seer of what they do.

[ 002.097 ] ( KK )

Þõáú ãóäú ßóÇäó ÚóÏõæøðÇ áöÌöÈúÑöíáó ÝóÅöäøóåõ äóÒøóáóåõ Úóáóì ÞóáúÈößó ÈöÅöÐúäö Çááøóåö ãõÕóÏøöÞðÇ áöãóÇ Èóíúäó íóÏóíúåö æóåõÏðì æóÈõÔúÑóì áöáúãõÄúãöäöíäó ﴿ ٩٧ ﴾

[ 002.097 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm! Onlara) söyle: Her kim Cibrîl’e düşman ise, (kininden, düşmanlığından helâk olsun!) Gerçekten Cibrîl, onu (Kur’ân’ı) daha önce indirilen kitapları tasdik edici (doğrulayıcı), mü’minlere bir hidâyet (kaynağı, eğri yollardan kurtarıcı, yüce Allah’ın râzı olduğu yolu gösterici) ve (cennetle) müjdeleyici olarak indirdi. 

[ 002.097 ] ( AY )

Ey Resûlüm söyle: Her kim Cibrîl’e düşman ise, kininden helâk olsun. Gerçekten Cibrîl, daha önce indirilen kitabları tasdik etmekte olan Kur’ân’ı, Allah’ın izniyle senin kalbine indirdi ve Kur’ân-ı Kerim, doğru yol gösterici, mü'minlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir.

[ 002.097 ] ( EO )

Söyle, her kim Cibrile düşman ise bilsin ki o, o Kur'anı senin kalbin üzerine Allahın iznile indirdi, önündekileri tasdıklayıcı ve mü'minlere bir hidayet ve bişaret olmak için.

[ 002.097 ] ( ES )

Söyle; her kim Cebrail'e düşman ise iyi bilsin ki, Kur'ân'ı senin kalbine Allah'ın izniyle kendinden önceki vahiyleri onaylayıcı, müminlere hidayet ve müjde kaynağı olmak üzere o indirdi.

[ 002.097 ] ( NQ )

Say (O Muhammad Peace be upon him ): "Whoever is an enemy to Jibrael (Gabriel) (let him die in his fury), for indeed he has brought it (this Qur'an) down to your heart by Allah's Permission, confirming what came before it [i.e. the Taurat (Torah) and the Injeel (Gospel)] and guidance and glad tidings for the believers.

[ 002.098 ] ( KK )

ãóäú ßóÇäó ÚóÏõæøðÇ áöáøóåö æóãóáÇóÆößóÊöåö æóÑõÓõáöåö æóÌöÈúÑöíáó æóãöíßóÇáó ÝóÅöäøó Çááøóåó ÚóÏõæøñ áöáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٩٨ ﴾

[ 002.098 ] ( MŞ )

Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cibrîl’e ve Mikâîl’e düşman olursa, bilsin ki, Allah da kâfirlerin düşmanıdır.

[ 002.098 ] ( AY )

Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cibrîl’e Mikâîl’e düşman olursa bilsin ki, Allah kâfirlerin düşmanıdır.

[ 002.098 ] ( EO )

her kim Allaha ve Allahın Meleklerine ve Resullerine ve Cibrile ve Mi'kale duşman olur ise bilsin ki Allah kâfirlerin duşmanıdır.

[ 002.098 ] ( ES )

Her kim Allah'a, Allah'ın meleklerine, peygamberlerine, Cebrail ile Mîkâil'e düşman olursa, iyi bilsin ki, Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.

[ 002.098 ] ( NQ )

Whoever is an enemy to Allah, His Angels, His Messengers, Jibrael (Gabriel) and Mikael (Michael), then verily, Allah is an enemy to the disbelievers.

[ 002.099 ] ( KK )

æóáóÞóÏú ÃóäúÒóáúäóÇ Åöáóíúßó ÂíóÇÊò ÈóíøöäóÇÊò æóãóÇ íóßúÝõÑõ ÈöåóÇ ÅöáÇøó ÇáúÝóÇÓöÞõæäó ﴿ ٩٩ ﴾

[ 002.099 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm!) Biz sana, apaçık (hak ile bâtılı, haram ile helâlı birbirinden ayıran, ibret alınması için geçmiş peygamberlerin kıssalarından örnekler veren, senin hak peygamber olduğunu açıklayan) âyetler indirdik. Onları fâsıklardan (sınırı aşmışlardan, kâfirlerden) başkaları inkâr etmez.         

[ 002.099 ] ( AY )

Biz, sana, ahkâmı açıklayan âyetler indirdik. Onları fasıklardan (kâfirlerden) başkaları inkâr etmez.

[ 002.099 ] ( EO )

Şanım hakkı için sana çok açık âyetler: parlak mu'cizeler indirdik öyle ki iman sahasından uzaklaşmış fasıklardan başkası onlara kâfirlik etmez.

[ 002.099 ] ( ES )

Şanım hakkı için sana çok açık âyetler; parlak mucizeler indirdik. Öyle ki, iman sahasından uzaklaşmış fasıklardan başkası onları inkâr etmez.

[ 002.099 ] ( NQ )

And indeed We have sent down to you manifest Ayat (these Verses of the Qur'an which inform in detail about the news of the Jews and their secret intentions, etc.), and none disbelieve in them but Fasiqun (those who rebel against Allah's Command).

[ 002.100 ] ( KK )

ÃóæóßõáøóãóÇ ÚóÇåóÏõæÇ ÚóåúÏðÇ äóÈóÐóåõ ÝóÑöíÞñ ãöäúåõãú Èóáú ÃóßúËóÑõåõãú áÇó íõÄúãöäõæäó ﴿ ١٠٠ ﴾

[ 002.100 ] ( MŞ )

(O Yahûdiler,) her ne zaman (son peygamber gelince ona îman edeceklerine veya ona karşı müşriklere yardım etmeyeceklerine dâir) bir ahid (andlaşma) yaptılarsa, onlardan bir grup o ahdi (verilen sözü) bozup atmadı mı? Zaten onların çoğu îman etmez. 

[ 002.100 ] ( AY )

O Yahûdiler, her ne zaman bir ahd üzerine anlaşma yapmışlarsa, içlerinden bir topluluk o ahdi bozup atıvermedi mi? Hattâ az bir topluluk değil, onların çoğu ahd tanımaz îmansızlardır.

[ 002.100 ] ( EO )

ya o fasıklar hem bunları tanımıyacaklar, hem de ne zaman bir ahd üzerine muahede yapsalar her def'asında mutlaka içlerinden bir güruh onu bozup atıverecek öyle mi? hattâ az bir güruh değil ekserisahd tanımaz imansızlar.

[ 002.100 ] ( ES )

O fasıklar hem bunları tanımıyacaklar, hem de ne zaman bir ahd üzerine antlaşma yapsalar, her defasında mutlaka içlerinden bir güruh çıkıp onu bozacak ve atıverecek öyle mi? Hatta az bir güruh değil, onların çoğu ahit tanımaz imansızlardır.

[ 002.100 ] ( NQ )

Is it not (the case) that every time they make a covenant, some party among them throw it aside? Nay! the truth is most of them believe not.

[ 002.101 ] ( KK )

æóáóãøóÇ ÌóÇÁóåõãú ÑóÓõæáñ ãöäú ÚöäúÏö Çááøóåö ãõÕóÏøöÞñ áöãóÇ ãóÚóåõãú äóÈóÐó ÝóÑöíÞñ ãöäó ÇáøóÐöíäó ÃõæÊõæÇ ÇáúßöÊóÇÈó ßöÊóÇÈó Çááøóåö æóÑóÇÁó ÙõåõæÑöåöãú ßóÃóäøóåõãú áÇó íóÚúáóãõæäó ﴿ ١٠١ ﴾

[ 002.101 ] ( MŞ )

(Yahûdilere) Allah tarafından yanlarında bulunan (Tevrât)’ı tasdik edici (doğrulayıcı) bir peygamber (Îsa ve Muhammed “aleyhime’s-selâm”) gelince, kendilerine Kitap verilmiş bir grup, sanki onun (Tevrât’ın) Allah’ın Kitâb’ı olduğunu bilmiyorlarmış gibi, (geleceği müjdelenen ve sıfatları açıklanan Muhammed “aleyhisselâm”a îman etmeyerek Tevrât’ı) sırtlarının arkasına attılar (ondan yüz çevirdiler).
(Süleyman peygamber, aynı zamanda bir hükümdardı. Hükmettiği toprak ve varlıklar çok genişti. Süleyman peygamberin bu saltanatı, büyü yaparak kazandığını söyleyenler oldu. Yahûdiler de bu yalan iddiaya inandılar. Allah’ın kitabını bir tarafa bırakarak sihirle uğraşmaya başladılar. Zaten bazı yahûdi din adamları, Hazret-i Süleyman’ın peygamberliğine inanmayıp ona yalnız hükümdar, hatta sihirbaz gözüyle bakıyorlardı. Bk. Râzî, Celâleyn ve Kurtubî.)

[ 002.101 ] ( AY )

Yahûdilere, kendileri ile olan Tevrât’ı tasdik edici, Allah tarafından bir peygamber geldiği zaman, kendilerine kitap verilenlerden bir topluluk, sanki onun Allah kitabı olduğunu bilmiyormuş gibi, Tevrât’ı arkalarına attılar ve ondan yüz çevirdiler.

[ 002.101 ] ( EO )

hem Allah tarafından onlara beraberlerindekini tasdikleyici bir Peygamber gelince, eski kitab verilenlerden bir kısmı Allahın kitabını, omuzlarının arkasına attılar sanki bilmiyorlarmış gibi de.

[ 002.101 ] ( ES )

Üstelik Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı tasdik edici bir peygamber gelince, daha önce kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, Allah'ın kitabını sırtlarından geriye attılar, sanki hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi yaptılar.

[ 002.101 ] ( NQ )

And when there came to them a Messenger from Allah (i.e. Muhammad Peace be upon him ) confirming what was with them, a party of those who were given the Scripture threw away the Book of Allah behind their backs as if they did not know!

[ 002.102 ] ( KK )

æóÇÊøóÈóÚõæÇ ãóÇ ÊóÊúáõæ ÇáÔøóíóÇØöíäõ Úóáóì ãõáúßö ÓõáóíúãóÇäó æóãóÇ ßóÝóÑó ÓõáóíúãóÇäõ æóáóßöäøó ÇáÔøóíóÇØöíäó ßóÝóÑõæÇ íõÚóáøöãõæäó ÇáäøóÇÓó ÇáÓøöÍúÑó æóãóÇ ÃõäúÒöáó Úóáóì Çáúãóáóßóíúäö ÈöÈóÇÈöáó åóÇÑõæÊó æóãóÇÑõæÊó æóãóÇ íõÚóáøöãóÇäö ãöäú ÃóÍóÏò ÍóÊøóì íóÞõæáÇó ÅöäøóãóÇ äóÍúäõ ÝöÊúäóÉñ ÝóáÇó ÊóßúÝõÑú ÝóíóÊóÚóáøóãõæäó ãöäúåõãóÇ ãóÇ íõÝóÑøöÞõæäó Èöåö Èóíúäó ÇáúãóÑúÁö æóÒóæúÌöåö æóãóÇ åõãú ÈöÖóÇÑøöíäó Èöåö ãöäú ÃóÍóÏò ÅöáÇøó ÈöÅöÐúäö Çááøóåö æóíóÊóÚóáøóãõæäó ãóÇ íóÖõÑøõåõãú æóáÇó íóäúÝóÚõåõãú æóáóÞóÏú ÚóáöãõæÇ áóãóäö ÇÔúÊóÑóÇåõ ãóÇ áóåõ Ýöí ÇáúÂÎöÑóÉö ãöäú ÎóáÇóÞò æóáóÈöÆúÓó ãóÇ ÔóÑóæúÇ Èöåö ÃóäúÝõÓóåõãú áóæú ßóÇäõæÇ íóÚúáóãõæäó ﴿ ١٠٢ ﴾

[ 002.102 ] ( MŞ )

(Yahûdiler,) Süleyman (“aleyhisselâm”)’ın hükümdarlığı hakkında (insan veya cinden) şeytanların okudukları (anlattıkları yalan) sözlere uydular. Hâlbuki (Peygamberim) Süleyman (büyü yaparak) kâfir olmadı. Ancak (sihri san’at edinip onu Süleyman peygambere nispet eden) şeytanlar, kâfir oldular. Çünkü onlar, insanlara sihri ve Bâbil (şehrin)deki Hârût ile Mârût isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki onlar (o iki melek): “Biz ancak bir fitneyiz (Allah tarafından imtihan için gönderildik. Kim bunu öğrenir ve uygularsa kâfir; kim bunu öğrenir, fakat uygulamaz, terkederse mü’mindir. Onu öğrenmek isteyenlere) sakın kâfir olma.” demeden hiç kimseye (sihri) öğretmezlerdi. İşte bir takım kimseler, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Fakat onlar (büyücüler), Allah’ın izni (iradesi) olmadan hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar (Yahûdiler ve şeytanlar), kendilerine (âhirette) fayda vereni değil de zarar vereni öğreniyorlardı. Onlar (Yahûdiler) kesinlikle bildilerki, kim onu satın alırsa (bedel olarak Allah’ın kitabı Tevrât’ı bir kenara bırakıp, insan veya cinden olan şeytanların sihirle ilgili sözlerini satın alırsa), onun âhirette (cennete girme) nasibi yoktur. Karşılığında kendilerini sattıkları şey (sihir karşılığında Allah’ın kitabı Tevrât’ı satmaları) ne kötüdür! Keşke bunu bilselerdi!

[ 002.102 ] ( AY )

(Yahûdiler Allah’ın kitabını bırakarak sihir yapmağa başladılar) ve Süleyman aleyhisselâmın (devletini yıkmak için) saltanatı aleyhine şeytanların okudukları şeye (sihire) tâbi oldular. Hazret-i Süleyman (nihâyet onlara galib gelmekle) sihir edip kâfir olmadı. Fakat şeytanlar, insanlara sihir öğrettiklerinden kâfir oldular; Bâbil (şehrin) deki Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirilen şeyleri (sihirleri) öğretiyorlardı. Hâlbuki, o iki melek: “ Biz ancak bir imtihan ve tecrübe için Allah tarafından gönderildik; sakın sihir yapmayı câiz görüpte kâfir olma!” demedikçe bir kimseye öğretmiyorlardı. İşte insanlar, karı ile koca arasını ayıracak şeyleri, o meleklerden öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça sihirbazların büyüsü ve sihri hiç bir kimseye zarar verici değildir. Onlar (Yahûdiler ve Şeytanlar) ise, kendilerini zarara sokacak ve hiç bir fayda vermiyecek şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onlar biliyorlar ki, sihri satın alan kimse için, Âhirette bir nasîb yoktur. Onlar sihir yapmayı benimsemekle nefislerini ne kötü şeye satmış olduklarını eğer bir bilseler!...

[ 002.102 ] ( EO )

tuttular Süleyman mülküne dair Şeytanların uydurup takib etdikleri şeylerin ardına düştüler, halbuki Süleyman küfretmedi ve lâkin o şeytanlar küfr ettiler, nasa sihir ta'lim ediyorlar ve Babilde Harut Marut iki melek üzerine indirilen şeyleri öğretiyorlardı, halbuki o ikisi «biz ancak bir imtihan için gönderildik sakın sihir yapmayı tecviz edib de kâfir olma» demedikce bir kimseye öğretmezlerdi, işte bunlardan kişi ile zevcesinin arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı, fakat Allahın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilir değillerdi, kendilerine zarar verecek, menfaati olmıyacak bir şey öğreniyorlardı, kasem olsun onu her kim satın alsa her halde onun Ahırette bir nasibi yok, bunu muhakkak bilmişlerdi amma canlarını sattıkları o şey ne çirkin bir şeydi onu bilselerdi.

[ 002.102 ] ( ES )

Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Halbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil'de Harut ve Marut'a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi "biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!" demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.

[ 002.102 ] ( NQ )

They followed what the Shayatin (devils) gave out (falsely of the magic) in the lifetime of Sulaiman (Solomon). Sulaiman did not disbelieve, but the Shayatin (devils) disbelieved, teaching men magic and such things that came down at Babylon to the two angels, Harut and Marut, but neither of these two (angels) taught anyone (such things) till they had said, "We are only for trial, so disbelieve not (by learning this magic from us)." And from these (angels) people learn that by which they cause separation between man and his wife, but they could not thus harm anyone except by Allah's Leave. And they learn that which harms them and profits them not. And indeed they knew that the buyers of it (magic) would have no share in the Hereafter. And how bad indeed was that for which they sold their ownselves, if they but knew.

[ 002.103 ] ( KK )

æóáóæú Ãóäøóåõãú ÂãóäõæÇ æóÇÊøóÞóæúÇ áóãóËõæÈóÉñ ãöäú ÚöäúÏö Çááøóåö ÎóíúÑñ áóæú ßóÇäõæÇ íóÚúáóãõæäó ﴿ ١٠٣ ﴾

[ 002.103 ] ( MŞ )

Eğer onlar (Yahûdiler), (Peygambere ve Kur’ân’a) îman edip de (sihir gibi günahları bırakarak Allah’ın azâbından) korunmuş olsalardı, elbette Allah katından (verilecek) sevap, (kendileri için) daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi!
(Resûlüllah sallâllahü aleyhi ve selem, ashâb-ı kirâm ile konuşur ve onları tenvir ve irşad ederken, bazıları “Bizi de gözet; iyi anlayalım ya Resûlallah!” manasına gelen “Râinâ ya Resûlallah” derlerdi. Yahûdiler bu lâfzı, İbrânî dilinde sövme veya çobanımız manasına gelen râînâ şekline çevirerek, onu tahkir etmeye ve küçültmeye kalkıştılar. Bk. Beydâvî, Râzî ve Kurtubî.)

[ 002.103 ] ( AY )

Eğer Yahûdiler Peygambere ve Kur’ân’a îman edip de sihir yapmaktan sakınsalardı, Allah katından olan sevap onlar için hayırlı olurdu; bunu bilselerdi...

[ 002.103 ] ( EO )

evet iman edib de korunmuş olsa idiler elbette Allah tarafından bir mükâfat çok hayırlı olacaktı, bunu bilselerdi,

[ 002.103 ] ( ES )

Şayet onlar iman edip de korunmuş olsalardı, elbette Allah tarafından verilecek mükafat çok hayırlı olacaktı. Keşke bunu bilselerdi.

[ 002.103 ] ( NQ )

And if they had believed, and guarded themselves from evil and kept their duty to Allah, far better would have been the reward from their Lord, if they but knew!

[ 002.104 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ áÇó ÊóÞõæáõæÇ ÑóÇÚöäóÇ æóÞõæáõæÇ ÇäúÙõÑúäóÇ æóÇÓúãóÚõæÇ æó áöáúßóÇÝöÑöíäó ÚóÐóÇÈñ Ãóáöíãñ ﴿ ١٠٤ ﴾

[ 002.104 ] ( MŞ )

Ey îman edenler! (Peygamber “aleyhisselâm” için) “Râinâ (bizi gözet veya kaba söz)” söylemeyin, “unzurnâ (bize bak)!” deyin ve (iyi) dinleyin. (Bu şekilde hakarete yeltenen) kâfirler için çok acıklı bir azap vardır. 

[ 002.104 ] ( AY )

Ey îman edenler, (siz peygamber aleyhisselâma, bizi gözet mânasına geldiği gibi, İbrâni lisanında Yahûdilerin sövme mânasına kullandıkları) “Râina” lâfzı ile hitap etmeyin. Bize bak, mânasına gelen “Unzurna” deyin. Allah’ın hükmünü dinleyip kabul edin. Bu şekilde harekette bulunan kâfirler için çok acıklı bir azap vardır.

[ 002.104 ] ( EO )

Ey iman edenler! «râine» demeyin «unzurna» deyin ve dinleyin ki kâfirler için elîm bir azab var.

[ 002.104 ] ( ES )

Ey iman edenler! "râine" demeyin, "unzurna" deyin ve iyi dinleyin, kâfirler için elemli bir azap vardır.

[ 002.104 ] ( NQ )

O you who believe! Say not (to the Messenger Peace be upon him ) Ra'ina but say Unzurna (Do make us understand) and hear. And for the disbelievers there is a painful torment. (See Verse 4:46)

[ 002.105 ] ( KK )

ãóÇ íóæóÏøõ ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ãöäú Ãóåúáö ÇáúßöÊóÇÈö æóáÇó ÇáúãõÔúÑößöíäó Ãóäú íõäóÒøóáó Úóáóíúßõãú ãöäú ÎóíúÑò ãöäú ÑóÈøößõãú æóÇááøóåõ íóÎúÊóÕøõ ÈöÑóÍúãóÊöåö ãóäú íóÔóÇÁõ æóÇááøóåõ Ðõæ ÇáúÝóÖúáö ÇáúÚóÙöíãö ﴿ ١٠٥ ﴾

[ 002.105 ] ( MŞ )

Kâfirlerden olan ehl-i kitap da müşrikler de (kıskançlıklarından dolayı) siz (mü’minler)e Rabbinizden bir hayır (vahiy) gelmesini istemezler. Allah, rahmetini (peygamberliği) dilediği kimseye tahsis eder. Yüce Allah, büyük ihsan sâhibidir.
(Bütün müfessirler, 2/105 âyetini tefsir ederlerken, “min ehli’l-kitâb”taki “min”in teb’îd için değil, tebyîn için olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durumda mana, ehl-i kitabın bazısı değil, bütün ehl-i kitabın kâfir olduğu şeklindedir. Bk. Beydâvî, Nesefî, Celâleyn, Râzî, Elmalı ve diğerleri.
Kâfirler kelimesi “cins” olup ehl-i kitâb ve müşrikler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bk. Nesefî.)

[ 002.105 ] ( AY )

Ne ehli kitaptan olan kâfirler, ne de müşrikler, size Rabbınızdan hiç bir hayır indirilmesini sevmez ve istemezler. Allah nübüvvet ve vahyi, rahmetiyle dilediği kimseye tahsis eder. Allah büyük ihsan sahibidir.

[ 002.105 ] ( EO )

Arzu etmez o küfredenler: Ne ehli kitabdan ve ne müşriklerden ki size rabbinizden bir hayır indirilsin, Allah ise rahmetiyle imtiyazı dilediğine bahşeder ve Allah çok büyük fazıl sahibidir.

[ 002.105 ] ( ES )

Ne Kitap ehlinden, ne de müşriklerden hiçbiri, size Rabbinizden bir hayır indirilsin istemez. Allah ise, üstünlüğü, rahmetiyle dilediğine mahsus kılar ve Allah çok büyük lütuf sahibidir.

[ 002.105 ] ( NQ )

Neither those who disbelieve among the people of the Scripture (Jews and Christians) nor Al-Mushrikun (the disbelievers in the Oneness of Allah, idolaters, polytheists, pagans, etc.) like that there should be sent down unto you any good from your Lord. But Allah chooses for His Mercy whom He wills. And Allah is the Owner of Great Bounty.

[ 002.106 ] ( KK )

ãóÇ äóäúÓóÎú ãöäú ÂíóÉò Ãóæú äõäúÓöåóÇ äóÃúÊö ÈöÎóíúÑò ãöäúåóÇ Ãóæú ãöËúáöåóÇ Ãóáóãú ÊóÚúáóãú Ãóäøó Çááøóåó Úóáóì ßõáøö ÔóíúÁò ÞóÏöíÑñ ﴿ ١٠٦ ﴾

[ 002.106 ] ( MŞ )

Biz, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirirsek veya unutturursak (geri bırakırsak), ondan (kullar için kolaylık veya ecir bakımından) daha hayırlısını yahut (teklif eder”ve sevapta) onun benzerini getiririz. (Yüce) Allah’ın (nesih ve değiştirme gibi) her şeye (muhakkak) kâdir (gücü yeter) olduğunu bilmedin(iz) mi? (Elbette bildiniz. Onun için Yahûdilerin bu konu ilgili söyledikleri tamamen yanlıştır.)
(Yahûdiler, İslâmiyet aleyhinde devamlı dedikodu üretiyorlardı. Bunlarından birinde: “Peygamber ashâbına önce bir şey emrediyor, sonra onu yasaklıyor; daha sonra da aksini emrediyor ve bugün söylediğinden yarın dönen Muhammed’e bakmaz mısınız?” diyorlardı. Bk. Bk. Bedâvî, Nesefî ve Râzî.
İşte bunun üzerine bu âyet ]2/106[ nâzil olmuştur.)

[ 002.106 ] ( AY )

Biz, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirirsek veya unutturursak (geri bırakırsak) ondan daha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz. Cenâb-ı Allah’ın her şeye kâdir olduğunu bilmedin mi?

[ 002.106 ] ( EO )

Biz bir âyetden her neyi nesih veya insa edersek ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz, bilmez misin ki Allah her şey'e kadir, daima kadirdir.

[ 002.106 ] ( ES )

Biz bir âyetten her neyi nesheder veya unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kâdirdir.

[ 002.106 ] ( NQ )

Whatever a Verse (revelation) do We abrogate or cause to be forgotten, We bring a better one or similar to it. Know you not that Allah is able to do all things?

[ 002.107 ] ( KK )

Ãóáóãú ÊóÚúáóãú Ãóäøó Çááøóåó áóåõ ãõáúßõ ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖö æóãóÇ áóßõãú ãöäú Ïõæäö Çááøóåö ãöäú æóáöíøò æóáÇó äóÕöíÑò ﴿ ١٠٧ ﴾

[ 002.107 ] ( MŞ )

(Yine) bilmedin(iz) mi ki, göklerin ve yerin mülkü (mülkiyeti, hükümranlığı, idâresi) şüphesiz Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir koruyucu, ne de (size gelebilecek bir azâba engel olacak) bir yardımcı vardır. 

[ 002.107 ] ( AY )

Bilmezmisin ki, göklerin ve yerin saltanatı Allah’ındır ve sizin için Allah’dan başka bir dost ve yardımcı yoktur.

[ 002.107 ] ( EO )

bilmez misin ki Allah, hakikat göklerin ve yerin mülkü, hep onun, size de Allahdan başka ne bir veliy vardır ne bir nasîr.

[ 002.107 ] ( ES )

Bilmez misin ki, hakikaten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır, hepsi O'nundur. Size de Allah'dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

[ 002.107 ] ( NQ )

Know you not that it is Allah to Whom belongs the dominion of the heavens and the earth? And besides Allah you have neither any Wali (protector or guardian) nor any helper.

[ 002.108 ] ( KK )

Ãóãú ÊõÑöíÏõæäó Ãóäú ÊóÓúÃóáõæÇ ÑóÓõæáóßõãú ßóãóÇ ÓõÆöáó ãõæÓóì ãöäú ÞóÈúáõ æóãóäú íóÊóÈóÏøóáö ÇáúßõÝúÑó ÈöÇáúÇöíãóÇäö ÝóÞóÏú Öóáøó ÓóæóÇÁó ÇáÓøóÈöíáö ﴿ ١٠٨ ﴾

[ 002.108 ] ( MŞ )

Yoksa (ey Kureyşliler veya Yahûdiler yahut bütün Araplar,) daha önce (peygamberim) Mûsa’nın sorguya çekildiği gibi, siz de (Safâ’nın altın olmasını istemek gibi) peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Kim îmanı küfürle değiştirirse (indirilen âyetlere güvenini terk ederek şüpheye düşerse), şüphesiz (o), doğru (Allah’ın tâatini gösteren hak) yolun tam ortasında(n) sapmış olur.
(İmam Râzî’nin beyanına göre, Bakara sûresinin 47 ve 108 âyetleri arasındaki bütün âyet-i kerimeler, Yahûdilerle ilgilidir. Dolayısıyla bu âyet de onlar hakkındadır. Ancak bütün müfessirler, bu görüşte değildirler. Bk. Râzî.) 

[ 002.108 ] ( AY )

Yoksa, siz evvelce Hazret-i Mûsâ’ya sorulduğu gibi, peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? İmanı küfre değişen kimse, artık düz yolun ortasında sapıtmıştır.

[ 002.108 ] ( EO )

yoksa siz Peygamberinizi bundan evvel Musaya sorulduğu gibi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Halbuki her kim imanı küfre değişirseartık düz yolun ortasında sapıtmışdır.

[ 002.108 ] ( ES )

Yoksa siz peygamberinizi, bundan önce Musa'ya sorulduğu gibi,sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Halbuki her kim imanı küfürle değiştirirse artık düz yolun ortasında sapıtmış olur.

[ 002.108 ] ( NQ )

Or do you want to ask your Messenger (Muhammad Peace be upon him ) as Musa (Moses) was asked before (i.e. show us openly our Lord?) And he who changes Faith for disbelief, verily, he has gone astray from the right way.

[ 002.109 ] ( KK )

æóÏøó ßóËöíÑñ ãöäú Ãóåúáö ÇáúßöÊóÇÈö áóæú íóÑõÏøõæäóßõãú ãöäú ÈóÚúÏö ÅöíãóÇäößõãú ßõÝøóÇÑðÇ ÍóÓóÏðÇ ãöäú ÚöäúÏö ÃóäúÝõÓöåöãú ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÊóÈóíøóäó áóåõãõ ÇáúÍóÞøõ ÝóÇÚúÝõæÇ æóÇÕúÝóÍõæÇ ÍóÊøóì íóÃúÊöíó Çááøóåõ ÈöÃóãúÑöåö Åöäøó Çááøóåó Úóáóì ßõáøö ÔóíúÁò ÞóÏöíÑñ ﴿ ١٠٩ ﴾

[ 002.109 ] ( MŞ )

Ehl-i Kitap’tan birçoğu, hak (Tevrât’taki mu’cizeler, son Nebinin durumu) kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf kıskançlıktan dolayı, sizi, îmanınızdan sonra (Uhud savaşını1 sebep göstererek, “Başınıza gelenleri gör­mediniz mi? Şâyet sizin yolunuz hak olsaydı, hezimete uğramazdınız; onun için dinimize dönün.” diyerek) küfre döndürmek isterler. Allah’ın emri gelinceye kadar onları affedin (suçlarının cezasını vermeden kendi hâllerine bırakın) ve kınamadan onlardan yüz çevirin. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla kâdirdir.
1 Uhud Savaşı: 11 Şevvâl 3 H./27 Mart 625 M. 

[ 002.109 ] ( AY )

Kitap ehlinden çok kimseler -ki onlar için İslâm ve Kur’ân, zâhir ve açık olmuşken- nefislerindeki hasedlerinden ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler. Şimdi, ey Müslümanlar, Allah, savaş etmek veya cizye almak husûsunda (size) emredinceye kadar, onları bağışlayın ve kınamayın. Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir.

[ 002.109 ] ( EO )

Ehli kitabdan bir çoğu arzu etmektedir ki sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etseler: hak kendilerine tebeyyün ettikten sonra sırf nefsaniyetlerinden, hasedden, şimdi siz afv ile safh ile davranın tâ Allah emrini verinceye kadar, şüphe yok ki Allah her şeye kadir, Daima kadirdir.

[ 002.109 ] ( ES )

Ehl-i kitaptan birçoğu arzu etmektedir ki, sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler: Hak kendilerine iyice belirdikten sonra bile sırf nefsaniyetlerinden ve kıskançlıktan dolayı bunu yaparlar. Buna rağmen siz şimdi af ile, hoşgörüyle davranın tâ Allah emrini verinceye kadar. Şüphe yok ki Allah her şeye kâdirdir.

[ 002.109 ] ( NQ )

Many of the people of the Scripture (Jews and Christians) wish that if they could turn you away as disbelievers after you have believed, out of envy from their ownselves, even, after the truth (that Muhammad Peace be upon him is Allah's Messenger) has become manifest unto them. But forgive and overlook, till Allah brings His Command. Verily, Allah is Able to do all things.

[ 002.110 ] ( KK )

æóÃóÞöíãõæÇ ÇáÕøóáóæÉó æóÂÊõæÇ ÇáÒøóßóæÉó æóãóÇ ÊõÞóÏøöãõæÇ öáÃóäúÝõÓößõãú ãöäú ÎóíúÑò ÊóÌöÏõæåõ ÚöäúÏó Çááøóåö Åöäøó Çááøóåó ÈöãóÇ ÊóÚúãóáõæäó ÈóÕöíÑñ ﴿ ١١٠ ﴾

[ 002.110 ] ( MŞ )

(Beş vakit) namazı (erkânına uyarak tam) kılın, zekâtı verin; kendiniz için önden gönderdiğiniz (namaz, sadaka, sıla-i rahim gibi tâatten) her hayrı, Allah’ın katında (sevâbını) bulursunuz. (Yüce) Allah, (bütün) yaptıklarınızı görür (hiçbir amelinizi, ibâdetinizi zâyi etmez ve karşılıksız bırakmaz).

[ 002.110 ] ( AY )

Namazı, gereği gibi kılın, zekâtı verin ve hayır işlerden nefisleriniz için önden her ne gönderirseniz, Allah katında onun sevabını bulursunuz. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızı görücü ve karşılığını vericidir.

[ 002.110 ] ( EO )

hem namazı doğru kılın ve zekâtı verin, nefsileriniz için her ne hayır da takdim ederseniz Allah yanında onu bulursunuz, her halde Allah bütün yaptıklarınızı görüyor.

[ 002.110 ] ( ES )

Siz namazı hakkıyle kılmaya bakın ve zekatı verin! Kendi nefsiniz için her ne hayır yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Muhakkak ki, Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.

[ 002.110 ] ( NQ )

And perform As-Salat (Iqamat-as-Salat), and give Zakat, and whatever of good (deeds that Allah loves) you send forth for yourselves before you, you shall find it with Allah. Certainly, Allah is All-Seer of what you do.

[ 002.111 ] ( KK )

æóÞóÇáõæÇ áóäú íóÏúÎõáó ÇáúÌóäøóÉó ÅöáÇøó ãóäú ßóÇäó åõæÏðÇ Ãóæú äóÕóÇÑóì Êöáúßó ÃóãóÇäöíøõåõãú Þõáú åóÇÊõæÇ ÈõÑúåóÇäóßõãú Åöäú ßõäúÊõãú ÕóÇÏöÞöíäó ﴿ ١١١ ﴾

[ 002.111 ] ( MŞ )

(Yahûdiler ve Hıristiyanlar:) “Yahûdi veya hıristiyandan başkası asla cennete girmeyecek.” dediler. Bu (söz), onların kuruntusudur. (Resûlüm, onlara) de ki: “Eğer (iddianızda) doğru iseniz, (haydi) delilinizi getirin.” 

[ 002.111 ] ( AY )

Yahûdiler, “Cennet’e ancak yâhudi olanlar girer” ve hristiyanlar da, yine: “cennet’e ancak hristiyan olanlar girer” dediler. Bu, onların kuruntularıdır. Ey Resûlüm, onlara söyle “ Eğer bu davânızda sâdık kimselerseniz delilinizi getirin.

[ 002.111 ] ( EO )

bir de Yehud veya Nasradan başkası asla Cennete giremiyecek dediler, bu onların kendi kuruntuları, haydi de; doğru iseniz getirin bühranınızı.

[ 002.111 ] ( ES )

Bir de "yahudi ve hıristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek" dediler. Bu onların kendi kuruntularıdır. Sen de onlara de ki; "Eğer doğru iseniz, haydi bakalım getirin delilinizi."

[ 002.111 ] ( NQ )

And they say, "None shall enter Paradise unless he be a Jew or a Christian." These are their own desires. Say (O Muhammad Peace be upon him ), "Produce your proof if you are truthful."

[ 002.112 ] ( KK )

Èóáóì ãóäú ÃóÓúáóãó æóÌúåóåõ áöáøóåö æóåõæó ãõÍúÓöäñ Ýóáóåõ ÃóÌúÑõåõ ÚöäúÏó ÑóÈøöåö æóáÇó ÎóæúÝñ Úóáóíúåöãú æóáÇó åõãú íóÍúÒóäõæäó ﴿ ١١٢ ﴾

[ 002.112 ] ( MŞ )

Hayır, onların dedikleri gibi değil! (Yahûdi ve hıristiyanlardan başkası cennete girecektir.) Kim, iyilik yaparak (şirkten uzaklaşıp ihlâs sâhibi bir mü’min olarak) kendini Allah’a teslim ederse, onun ecri (amelinin mükâfatı olan cennet), Rabbi’nin katındadır. Artık onlar için (âhirette azap görme konusunda) bir korku yoktur ve onlar (ömürlerini boş yere harcama gibi dünyada geri bıraktıklarıyla ilgili) üzülmeyeceklerdir.

[ 002.112 ] ( AY )

Hayır, onların dedikleri gibi değil! Her kim, tâat ve amelinde muvahhid bir mü'min olduğu hâlde, kendini tamamen Allah’a teslim ederse, onun için, Rabbi katında amelinin mükâfatı olarak Cennet vardır. Onlara hiç bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.

[ 002.112 ] ( EO )

hayır: kim özü muhsin olarak yüzünü tertemiz Allaha teslim ederse işte onun rabbinin indinde ecri vardır onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olacak değillerdir.

[ 002.112 ] ( ES )

Hayır, hayır! Kim özü iyilik dolu olarak yüzünü Allah'a tertemiz döndürür ve teslim ederse, işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değiller.

[ 002.112 ] ( NQ )

Yes, but whoever submits his face (himself) to Allah (i.e. follows Allah's Religion of Islamic Monotheism) and he is a Muhsin (good-doer i.e. performs good deeds totally for Allah's sake only without any show off or to gain praise or fame, etc., and in accordance with the Sunnah of Allah's Messenger Muhammad Peace be upon him ) then his reward is with his Lord (Allah), on such shall be no fear, nor shall they grieve. [See Tafsir Ibn Kathir, Vol.1, Page 154].

[ 002.113 ] ( KK )

æóÞóÇáóÊö ÇáúíóåõæÏõ áóíúÓóÊö ÇáäøóÕóÇÑóì Úóáóì ÔóíúÁò æóÞóÇáóÊö ÇáäøóÕóÇÑóì áóíúÓóÊö ÇáúíóåõæÏõ Úóáóì ÔóíúÁò æóåõãú íóÊúáõæäó ÇáúßöÊóÇÈó ßóÐóáößó ÞóÇáó ÇáøóÐöíäó áÇó íóÚúáóãõæäó ãöËúáó Þóæúáöåöãú ÝóÇááøóåõ íóÍúßõãõ Èóíúäóåõãú íóæúãó ÇáúÞöíóÇãóÉö ÝöíãóÇ ßóÇäõæÇ Ýöíåö íóÎúÊóáöÝõæäó ﴿ ١١٣ ﴾

[ 002.113 ] ( MŞ )

Yahûdiler: “Hıristiyanlar, bir şeye sâhip (değer verilen ve itibar edilen bir şey üze­rinde) değil” dediler. Hıristiyanlar da: “Yahûdiler, bir şeye sâhip (değer verilen ve itibar edilen bir şey üze­rinde) değil.” dediler. Hâlbuki onlar (kendilerine indirilen) Kitab’ı (Tevrât ve İncîl’i) okuyorlar. Bilgisizler (Ehl-i Kitap olmayan ve okuma bilmeyen Arap müşrikleri) de tıpkı onların (Yahûdi ve Hıristiyanların) söylediklerini söylemişlerdir. Artık Allah, ayrılığa düştükleri şey hakkında, kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir. (Haklıyı cennete ve haksızı cehenneme koyacaktır.)
(Rûmlar, Mescîd-i Aksâ’yı tahrip etmiş ve Müşrikler de Hudeybiye andlaşmasının olduğu sene [Hicrî 6/Milâdî 628] Müslümanları Mescîd-i Harâm’da ibâdetten men etmişlerdi. Bk. Celâleyn ve Râzî.) 

[ 002.113 ] ( AY )

Yahûdiler: “ Hristiyanlar, din işinde bir şey üzre değildirler.” dediler. Hristiyanlar da: “Yahûdiler, din işinde güvenilir bir şey üzre değildir.” dediler. Hâlbuki hepsi kendilerine indirilen Tevrât ve İncîl’i okuyorlar. Kitap ehli olmayan ve okumak bilmeyen Arap müşrikleri de Yahûdilerle Hristiyanların söyledikleri gibi söylerler. Allah, ayrılığa düştükleri şeyde, kıyâmet günü aralarında hükmünü verecek (haklıyı Cennete ve haksızı Cehenneme koyacaktır.)

[ 002.113 ] ( EO )

Yehud dedi ki: «Nasara hiç bir şey üzerinde değil» Nasar da dedi ki: «Yehud, hiç bir şey üzerinde değil» halbuki hepsi de kitab okuyorlar; İlmi olmıyanlar da tıpkı öyle onların dedikleri gibi dedi, onun için Allah ihtilâf etmekde oldukları davada Kıyamet günü beyinlerinde hükmünü verecekdir.

[ 002.113 ] ( ES )

Yahudiler dediler ki, "Hıristiyanlar birşey üzerinde değiller", Hristiyanlar da "Yahudiler bir şey üzerinde değiller" dediler. Oysa hepsi de kitabı okuyorlar. Hiçbir bilgisi olmayanlar da öyle onların dedikleri gibi dediler. İşte bundan dolayı Allah, ihtilafa düştükleri bu gibi şeylerde, kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.

[ 002.113 ] ( NQ )

The Jews said that the Christians follow nothing (i.e. are not on the right religion); and the Christians said that the Jews follow nothing (i.e. are not on the right religion); though they both recite the Scripture. Like unto their word, said (the pagans) who know not. Allah will judge between them on the Day of Resurrection about that wherein they have been differing.

[ 002.114 ] ( KK )

æóãóäú ÃóÙúáóãõ ãöãøóäú ãóäóÚó ãóÓóÇÌöÏó Çááøóåö Ãóäú íõÐúßóÑó ÝöíåóÇ ÇÓúãõåõ æóÓóÚóì Ýöí ÎóÑóÇÈöåóÇ ÃõæáóÆößó ãóÇ ßóÇäó áóåõãú Ãóäú íóÏúÎõáõæåóÇ ÅöáÇøó ÎóÇÆöÝöíäó áóåõãú Ýöí ÇáÏøõäúíóÇ ÎöÒúíñ æóáóåõãú Ýöí ÇáúÂÎöÑóÉö ÚóÐóÇÈñ ÚóÙöíãñ ﴿ ١١٤ ﴾

[ 002.114 ] ( MŞ )

Allah’ın mescidlerinde, (namaz kılma ve tesbih gibi) Allah’ın isminin anılmasını yasaklayan ve onların yıkılmasına çalışandan daha zâlim kim vardır? Onların (işte o zâlimlerin), oralara ancak korka korka girmeleri gerekir (başka türlü girmeye hakları yoktur). Onlar için dünyada zillet ve perişanlık (savaş/ölüm cezası, cizye ve benzerleri), âhirette de büyük bir azap (ateş) vardır. 

[ 002.114 ] ( AY )

Allah’ın mescidlerini, içlerinde Allah’ın ismi anılmaktan meneden ve harab olmaları yolunda çalışan kimselerden daha zalim kim vardır? Bunların mescidlere ancak korka korka girmek hakları olabilir. O kâfirlere dünyada zillet ve rüsvaylık vardır. Âhirette en büyük azap da onlarındır.

[ 002.114 ] ( EO )

Allahın mescidlerini içlerinde Allahın ismi anılmakdan meneden ve harab olmaları zımnında çalışan kimselerden daha zalim de kim olabilir? Bunlar oralara korka korka olmakdan başka suretle girmek salâhiyetini haiz değildirler, bunlara Dünyada bir zillet var, bunlara Ahırette azîm bir azap var.

[ 002.114 ] ( ES )

Allah'ın mescitlerini, içlerinde Allah'ın isminin anılmasından meneden ve onların harap olmalarına çalışan kimselerden daha zâlim kim olabilir! İşte bunlar, oralara korka korka girmekten başka birşey yapmazlar. Bunlara dünyada perişanlık, ahirette de büyük bir azap vardır.

[ 002.114 ] ( NQ )

And who is more unjust than those who forbid that Allah's Name be glorified and mentioned much (i.e. prayers and invocations, etc.) in Allah's Mosques and strive for their ruin? It was not fitting that such should themselves enter them (Allah's Mosques) except in fear. For them there is disgrace in this world, and they will have a great torment in the Hereafter.

[ 002.115 ] ( KK )

æóáöáøóåö ÇáúãóÔúÑöÞõ æóÇáúãóÛúÑöÈõ ÝóÃóíúäóãóÇ ÊõæóáøõæÇ ÝóËóãøó æóÌúåõ Çááøóåö Åöäøó Çááøóåó æóÇÓöÚñ Úóáöíãñ ﴿ ١١٥ ﴾

[ 002.115 ] ( MŞ )

Doğu da batı da, her yer (Yüce) Allah’ındır. (Namaz kılmak için Kıble’yi araştırdıktan sonra) hangi tarafa dönerseniz dönün, “orası Allah’ın vechi”dir (“orası Allah’ın râzı olduğu Kıble”dir, ibâdet yönüdür. Bütün yer yüzü de secde edilecek yerdir.). Şüphesiz ki Allah (’ın mağfireti, lütfu ve ihsanı) geniştir (rahmeti, her şeyi kaplamıştır). O her şeyi, hakkıyla bilicidir.
(Yahûdiler, Uzeyr “aleyhisselâm”a, Hıristiyanlar, Îsa “aleyhisselâm”a, müşrikler de meleklere, hâşâ, Allah’ın çocukları derlerdi. Bk. Beydâvî, Kurtubî ve Râzî.)

[ 002.115 ] ( AY )

Doğu ve batı, her yer Cenâb-ı Allah’ındır. (Namaz kılmak için kıbleyi araştırdıktan sonra) hangi tarafa yönelirseniz, orası Allah’a ibâdet yönüdür. Şüphesiz ki Allah’ın mağfireti geniştir, O her şeyi bilicidir.

[ 002.115 ] ( EO )

Maamafih, meşrık de Allahım mağrib de, nerede yönelseniz orada Allaha durulacak cihet var, şüphe yok ki Allah vasi'dir alîmdir,

[ 002.115 ] ( ES )

Bununla beraber, doğu da Allah'ın, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah'a çıkar. Şüphe yok ki, Allah(ın rahmeti) geniştir, O, her şeyi bilendir.

[ 002.115 ] ( NQ )

And to Allah belong the east and the west, so wherever you turn yourselves or your faces there is the Face of Allah (and He is High above, over His Throne). Surely! Allah is All-Sufficient for His creatures' needs, All-Knowing.

[ 002.116 ] ( KK )

æóÞóÇáõæÇ ÇÊøóÎóÐó Çááøóåõ æóáóÏðÇ ÓõÈúÍóÇäóåõ Èóáú áóåõ ãóÇ Ýöí ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖö ßõáøñ áóåõ ÞóÇäöÊõæäó

[ 002.116 ] ( MŞ )

(Yahûdi, Hıristiyan ve Müşrikler:) “Allah, çocuk edindi.” dediler. (Hâşâ) O (Allah, zâlimlerin o sözünden) münezzehtir (yücedir, her türlü noksan sıfattan berîdir, uzaktır). Doğrusu göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O’nun (yaratması, irâde ve kudretiyle var olmuş)tur, hepsi O’n(un emrin)e boyun eğmiştir.

[ 002.116 ] ( AY )

Yahûdi, hristiyan ve müşrikler: “ Allah, çocuk edindi” dediler. Allah, o zâlimlerin bu sözünden münezzehtir. Şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa, hepsi onun; hepsi onun emrine boyun eğmiştir.

[ 002.116 ] ( EO )

Hem o zalimler Allah veled ittihaz etti dediler, haşa, sübhane: Doğrusu Göklerde ve Yerde ne varsa hep onun, hepsi ona Râm.

[ 002.116 ] ( ES )

O zalimler, "Allah kendisine çocuk edindi." dediler. Hâşâ, O sübhândır. Doğrusu, göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir.

[ 002.116 ] ( NQ )

And they (Jews, Christians and pagans) say: Allah has begotten a son (children or offspring). Glory be to Him (Exalted be He above all that they associate with Him). Nay, to Him belongs all that is in the heavens and on earth, and all surrender with obedience (in worship) to Him.

[ 002.117 ] ( KK )

ÈóÏöíÚõ ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖö æóÅöÐóÇ ÞóÖóì ÃóãúÑðÇ ÝóÅöäøóãóÇ íóÞõæáõ áóåõ ßõäú Ýóíóßõæäõ ﴿ ١١٧ ﴾

[ 002.117 ] ( MŞ )

O (Allah), göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır. O, bir işin olmasını dilerse, ona ancak “ol” der, o da hemen olur. 

[ 002.117 ] ( AY )

Göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Bir işin olmasını istese ona yalnız; “ol” der, o da oluverir.

[ 002.117 ] ( EO )

Göklerin, Yerin mübdii, bir emri murad etti mi ona yalnız «ol!» der, oluverir.

[ 002.117 ] ( ES )

O, göklerin ve yerin yoktan var edicisidir ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca "ol!" der, o da hemen oluverir.

[ 002.117 ] ( NQ )

The Originator of the heavens and the earth. When He decrees a matter, He only says to it : "Be!" - and it is.

[ 002.118 ] ( KK )

æóÞóÇáó ÇáøóÐöíäó áÇó íóÚúáóãõæäó áóæúáÇó íõßóáøöãõäóÇ Çááøóåõ Ãóæú ÊóÃúÊöíäóÇ ÂíóÉñ ßóÐóáößó ÞóÇáó ÇáøóÐöíäó ãöäú ÞóÈúáöåöãú ãöËúáó Þóæúáöåöãú ÊóÔóÇÈóåóÊú ÞõáõæÈõåõãú ÞóÏú ÈóíøóäøóÇ ÇáúÂíóÇÊö áöÞóæúãò íõæÞöäõæäó ﴿ ١١٨ ﴾

[ 002.118 ] ( MŞ )

Bilmeyenler (Müşriklerin veya Ehl-i Kitab’ın câhilleri): “Allah bizimle konuşmalı veya bize bir âyet (mu’cize) gelmeli değil miydi?” dediler. Onlardan öncekiler de (peygamberlerine) onların söylediklerinin aynısını söylemişlerdi. (Küfür ve inatta) onların kalpleri birbirine benzedi. Biz hakikati anlamak isteyenler için kesinlikle âyetleri açıkladık (mu’cizeler gösterdik).

[ 002.118 ] ( AY )

Müşriklerin ve kitap ehlinin cahilleri: “ Allah, bize senin hak peygamber olduğunu söyleyeydi, yahut sen bize bir alâmet getireydin ya” dediler. Bunlardan önce Yahûdî ve Hristiyanlar da tıpkı bunlar gibi (peygamberlerine: “Bize Allah’ı aşikâr göster ve gökten sofra indir.”) söylemişlerdi. Küfür ve inatta kalpleri birbirine benzemiştir. Biz hakikatı anlayanlara mûcizeleri apaçık gösterdik.

[ 002.118 ] ( EO )

İlmi olmıyanlar da, Allah bizimle konuşsa ya, yahud bize bir mu'cize gelse ya, dediler, bunlardan evvelkiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişti, kalbleri birbirine benzedi; cidden yakîn edinecek bir ümmet için biz mucizeleri açık bir suretde gösterdik.

[ 002.118 ] ( ES )

Bilgiden nasibi olmayanlar da "Allah bizimle konuşsa ya, yahut bize de bir mucize gelse ya!" dediler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişlerdi. Onların kalbleri birbirlerine benzedi. Gerçekten de yakîne ermek (hakikati bilmek) isteyen bir kavim için biz mucizeleri çok açık seçik gösterdik.

[ 002.118 ] ( NQ )

And those who have no knowledge say: "Why does not Allah speak to us (face to face) or why does not a sign come to us?" So said the people before them words of similar import. Their hearts are alike, We have indeed made plain the signs for people who believe with certainty.

[ 002.119 ] ( KK )

ÅöäøóÇ ÃóÑúÓóáúäóÇßó ÈöÇáúÍóÞøö ÈóÔöíÑðÇ æóäóÐöíÑðÇ æóáÇó ÊõÓúÃóáõ Úóäú ÃóÕúÍóÇÈö ÇáúÌóÍöíãö ﴿ ١١٩ ﴾

[ 002.119 ] ( MŞ )

Şüphe yok ki, (Resûlüm) biz seni, hak ile (Kur’ân, İslâm ve hidâyet ile) beşîr (mü’minler için sevap müjdecisi) ve nezîr (kâfirler için azap habercisi) olarak gönderdik. Sen o cehennem ashâbından (İslâm’ı tebliğ ettiğin hâlde îmana gelmeyen kâfirlerden) sorumlu değilsin.

[ 002.119 ] ( AY )

Şüphe yok ki, biz seni rahmetimizin müjdecisi ve azâbımızın habercisi olarak hak Kur’ân ile gönderdik; sen o cehennemliklerden sorumlu da değilsin.

[ 002.119 ] ( EO )

Şek yok: biz seni hakkile rahmetimizin müjdecisi ve azabımızın habercisi gönderdik; sen o Cehennemliklerden mes'ul de değilsin.

[ 002.119 ] ( ES )

Şüphe yok ki, Biz seni hak ile rahmetimizin müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak gönderdik. Sen, o cehennemliklerden sorumlu değilsin.

[ 002.119 ] ( NQ )

Verily, We have sent you (O Muhammad Peace be upon him ) with the truth (Islam), a bringer of glad tidings (for those who believe in what you brought, that they will enter Paradise) and a warner (for those who disbelieve in what you brought, they will enter the Hell-fire). And you will not be asked about the dwellers of the blazing Fire.

[ 002.120 ] ( KK )

æóáóäú ÊóÑúÖóì Úóäúßó ÇáúíóåõæÏõ æóáÇó ÇáäøóÕóÇÑóì ÍóÊøóì ÊóÊøóÈöÚó ãöáøóÊóåõãú Þõáú Åöäøó åõÏóì Çááøóåö åõæó ÇáúåõÏóì æóáóÆöäö ÇÊøóÈóÚúÊó ÃóåúæóÇÁóåõãú ÈóÚúÏó ÇáøóÐöí ÌóÇÁóßó ãöäó ÇáúÚöáúãö ãóÇ áóßó ãöäó Çááøóåö ãöäú æóáöíøò æóáÇó äóÕöíÑò ﴿ ١٢٠ ﴾

[ 002.120 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) sen onların milletlerine (dinlerine) uymadıkça, Yahûdi ve Hıristiyanlar senden asla râzı (hoşnut) olmazlar. Onlara de ki: “Hidâyet (doğru yol), ancak Allah’ın (gösterdiği) yol (İslâm’)dır; ondan başkası dalâlettir, hak yoldan sapmadır).” Sana gelen ilimden (vahiyden, İslâm dininden) sonra, eğer sen onların (Yahûdi ve Hıristiyanların) arzularına uyarsan, yemin olsun ki, sana Allah’tan ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur. (Seni Allah’ın azâbından koruyacak hiç kimse bulunmaz.) 

[ 002.120 ] ( AY )

Sen milletlerine tâbi olmadıkça, ne Yahûdiler, ne de Hristiyanlar senden asla hoşnut ve râzı olmazlar. Ey Resûlüm, onlara de ki, yol Allah’ın gösterdiği yoldur; İslâmdır. Sana gelen vahy ve İslâmdan sonra heva ve heveslerine tâbi olacak olursan, Allah’ın azabından seni koruyacak hiçbir dost ve yardımcı yoktur.

[ 002.120 ] ( EO )

sen milletlerine tabi olmadıkça ne Yehud, ne Nasara senden asla hoşnud da olmazlar her halde yol, Allah yolu de, şanım hakkı için sana vahyile gelen bu kadar ilimden sonra bilfarz onların hevalarına tâbi olacak olsan Allahdan sana ne bir veliy bulunur ne bir nasır

[ 002.120 ] ( ES )

Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.

[ 002.120 ] ( NQ )

Never will the Jews nor the Christians be pleased with you (O Muhammad Peace be upon him ) till you follow their religion. Say: "Verily, the Guidance of Allah (i.e. Islamic Monotheism) that is the (only) Guidance. And if you (O Muhammad Peace be upon him ) were to follow their (Jews and Christians) desires after what you have received of Knowledge (i.e. the Qur'an), then you would have against Allah neither any Wali (protector or guardian) nor any helper.

[ 002.121 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó ÂÊóíúäóÇåõãú ÇáúßöÊóÇÈó íóÊúáõæäóåõ ÍóÞøó ÊöáÇóæóÊöåö ÃõæáóÆößó íõÄúãöäõæäó Èöåö æóãóäú íóßúÝõÑú Èöåö ÝóÃõæáóÆößó åõãõ ÇáúÎóÇÓöÑõæäó ﴿ ١٢١ ﴾

[ 002.121 ] ( MŞ )

Kendilerine verdiğimiz Kitâb’ı (Tevrât ve İncîl’i veya Kur’ân’ı), hak olduğunu bilerek (tecvîd üzere ve tefekkür ederek) okuyanlar (ve hükümlerine göre amel edenler) var ya, işte ona (Kitâb’a) ancak onlar îman ederler. Onu inkâr edenler (değiştirerek hak kitap olmaktan çıkaranlar) ise (âhirette) zarara uğrarlar. 

[ 002.121 ] ( AY )

Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, o kitabı, hak olduğunu bilerek okurlar. İşte onlar, tahrif yapmaksızın kitablarına îman edenlerdir. Her kim de kitabı inkâr eder ve değiştirirse, onlar dinlerinde ziyan edenlerdir.

[ 002.121 ] ( EO )

kendilerine kitabı verdiğimiz ehliyetli kimseler onu tilâvetinin hakkını vererek okurlar, İşte onlar ona iman ederler, her kim de onu inkâr ederse işte onlar da husranda kalanlardır.

[ 002.121 ] ( ES )

Kendilerine kitabı verdiğimiz ehliyetli kimseler onu, tilavetinin hakkını vererek okurlar. İşte onlar, ona iman ederler. Her kim de onu inkâr ederse, işte o inkârcılar hüsran içindedirler.

[ 002.121 ] ( NQ )

Those (who embraced Islam from Bani Israel) to whom We gave the Book [the Taurat (Torah)] [or those (Muhammad's Peace be upon him companions) to whom We have given the Book (the Qur'an)] recite it (i.e. obey its orders and follow its teachings) as it should be recited (i.e. followed), they are the ones that believe therein. And whoso disbelieves in it (the Qur'an), those are they who are the losers. (Tafsir Al-Qurtubi. Vol. 2, Page 95).

[ 002.122 ] ( KK )

íóÇÈóäöí ÅöÓúÑóÇÆöíáó ÇÐúßõÑõæÇ äöÚúãóÊöíó ÇáøóÊöí ÃóäúÚóãúÊõ Úóáóíúßõãú æóÃóäøöí ÝóÖøóáúÊõßõãú Úóáóì ÇáúÚóÇáóãöíäó ﴿ ١٢٢ ﴾

[ 002.122 ] ( MŞ )

Ey İsrâil (Ya’kûb) oğulları, size verdiğim nimeti (atalarınızı Fir’avun’un zulmünden kurtarıp onlara daha birçok nimetler verdiğimi) ve sizi (atalarınızı) âlemlere (yaşadıkları zamanda başkalarına) üstün kıldığımı (bana itâatle şükrederek) hatırlayın.

[ 002.122 ] ( AY )

Ey İsrâil oğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve atalarınızı vaktiyle âlemdeki ümmetlerin üzerine üstün kıldığımı hatırlayın.

[ 002.122 ] ( EO )

Ey İsrail oğulları! sizlere in'am ettiğim ni'metimi ve sizi vaktile âlemdeki ümmetlerin üzerine geçirdiğimi hatırlayın.

[ 002.122 ] ( ES )

Ey İsrailoğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve sizi vaktiyle âlemdeki ümmetlere üstün tuttuğumu hatırlayın!

[ 002.122 ] ( NQ )

O Children of Israel! Remember My Favour which I bestowed upon you and that I preferred you to the 'Alamin(mankind and jinns) (of your time-period, in the past).

[ 002.123 ] ( KK )

æóÇÊøóÞõæÇ íóæúãðÇ áÇó ÊóÌúÒöí äóÝúÓñ Úóäú äóÝúÓò ÔóíúÆðÇ æóáÇó íõÞúÈóáõ ãöäúåóÇ ÚóÏúáñ æóáÇó ÊóäúÝóÚõåóÇ ÔóÝóÇÚóÉñ æóáÇó åõãú íõäúÕóÑõæäó ﴿ ١٢٣ ﴾

[ 002.123 ] ( MŞ )

Bir de öyle bir (hesap) gün(ün)den korkun ki, o günde (kıyâmette) hiç kimse (bir mü’min veya bir kâfir), hiç kimsenin (bir mü’minin veya bir kâfirin) cezasını çekmez (borcunu ödemez); (azaptan kurtulmaları için kimseden) bir fidye (bedel ve karşılık) kabul edilmez; kimseye bir şefaat (mü’minlerden kâfirlere veya kâfirlerden kâfirlere bir yardım veya aracılık) fayda vermez. (O kâfirlere) yardım da olunmaz.

[ 002.123 ] ( AY )

O günden korkun ki, orada kimse kimseden bir şey ödeyemez (kimse başkasının borç ve mes’uliyetini karşılayamaz), azâbdan kurtulmak için kimseden bedel kabul edilmez ve kâfir olduğu hâlde kimseye şefaat fayda vermez, hem de hiç bir taraftan yardım olunmazlar.

[ 002.123 ] ( EO )

ve sakının öyle bir günden ki kimse kimseden bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, ve ona şefaat de faide vermez, hem de hiç bir taraftan yardım olunmazlar.

[ 002.123 ] ( ES )

Ve öyle bir günden sakının ki, o gün kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez ve ona şefaat de fayda vermez, hiçbir taraftan yardım da görmezler.

[ 002.123 ] ( NQ )

And fear the Day (of Judgement) when no person shall avail another, nor shall compensation be accepted from him, nor shall intercession be of use to him, nor shall they be helped.

[ 002.124 ] ( KK )

æóÅöÐö ÇÈúÊóáóì ÅöÈúÑóÇåöíãó ÑóÈøõåõ ÈößóáöãóÇÊò ÝóÃóÊóãøóåõäøó ÞóÇáó Åöäøöí ÌóÇÚöáõßó áöáäøóÇÓö ÅöãóÇãðÇ ÞóÇáó æóãöäú ÐõÑøöíøóÊöí ÞóÇáó áÇó íóäóÇáõ ÚóåúÏöí ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ١٢٤ ﴾

[ 002.124 ] ( MŞ )

Hatırla ki, bir zamanlar Rabbi, (Peygamber olarak gönderdiği) İbrâhim’i birtakım kelimelerle (emir ve yasaklarla) imtihan etmiş, o da onları yerine getirmişti. (Yüce) Allah “Ben seni insanlara imâm (dinde önder) yapacağım (ki, din işlerinde sana uysunlar).” demişti. O, “Soyumdan da (imâmlar yap, ya Rabbi!)” deyince, (Allahü teâlâ): “Zâlimler (kâfirler veya âsiler) benim ahdime (vereceğim imâmete) nâil olamaz (erişemez).” buyurmuştu. 

[ 002.124 ] ( AY )

Hatırlayın ki bir vakit Hazret-i İbrâhîm’i, Rabbi bir takım kelimelerle (emir ve yasaklarla) imtihan etti. Hazret-i İbrâhîm o kelimeleri tamamen yerine getirdi. Allah: “ Ben, seni, insanlara (dinde önder) imam yapacağım ( tâ ki, din işlerinde sana uysunlar).” buyurdu. Hazret-i İbrâhîm: “ Benim zürriyetimi de imam yap.” diye yalvardı. Allah: “ Senin zürriyetinden olan zâlimler benim imâmetime nâil olamaz.” buyurdu.

[ 002.124 ] ( EO )

Şunu da hatırda tutun ki bir vakit İbrahimi Rabbı bir takım kelimat ile imtihan etti, o onları itmam edince «ben seni bütün insanlara İmam edeceğim» buyurdu «ya Rabbi zürriyetimden de» dedi, buyurdu ki benim ahdime zalimler nail olamaz.

[ 002.124 ] ( ES )

Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim'i Rabbi, birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, "Ben seni bütün insanlara imam yapacağım." buyurdu. İbrahim, "Zürriyetimden de yap!" dedi. Rabbi ona "zâlimler benim ahdime nail olamaz!" buyurdu.

[ 002.124 ] ( NQ )

And (remember) when the Lord of Ibrahim (Abraham) [i.e., Allah] tried him with (certain) Commands, which he fulfilled. He (Allah) said (to him), "Verily, I am going to make you a leader (Prophet) of mankind." [Ibrahim (Abraham)] said, "And of my offspring (to make leaders)." (Allah) said, "My Covenant (Prophethood, etc.) includes not Zalimun(polytheists and wrong-doers)."

[ 002.125 ] ( KK )

æóÅöÐú ÌóÚóáúäóÇ ÇáúÈóíúÊó ãóËóÇÈóÉð áöáäøóÇÓö æóÃóãúäðÇ æóÇÊøóÎöÐõæÇ ãöäú ãóÞóÇãö ÅöÈúÑóÇåöíãó ãõÕóáøðì æóÚóåöÏúäóÇ Åöáóì ÅöÈúÑóÇåöíãó æóÅöÓúãóÇÚöíáó Ãóäú ØóåøöÑóÇ ÈóíúÊöí áöáØøóÇÆöÝöíäó æóÇáúÚóÇßöÝöíäó æóÇáÑøõßøóÚö ÇáÓøõÌõæÏö ﴿ ١٢٥ ﴾

[ 002.125 ] ( MŞ )

Hatırla o zamanı ki, biz Beyt’i (Ka’be’yi), insanlar için sevap kazanılacak bir toplanma ve (her türlü saldırı ve zulmün yasak olduğu bir) emniyet yeri yapmıştık. (Ey mü’minler,) siz de İbrâhim’in makamını bir namaz yeri edinin (orada iki rek’at tavaf namazı kılın). (Peygamberlerim) İbrâhim ve İsmâîl’e şöyle emretmiştik: “Evimi (Ka’be’yi), tavaf edenler, orada ibâdet niyetiyle oturanlar, rükû ve secde edenler (namaz kılanlar) için (put, şirk, necâset gibi her türlü maddî ve manevî pislikten) temiz tutun.” 

[ 002.125 ] ( AY )

Ve o vakit, Kâ'be’yi insanlar için bir sevap ve emniyet yeri yapmıştık. Ey mü'minler, siz de İbrâhîm’in makâmından kendinize bir namazgâh edinin. İbrâhîm ile İsmâîl’e de şöyle emretmiştik: “ Evimi (Kâ'be’yi) tavaf edenlere, orada ibâdet kasdiyle oturanlara, rükû ve secde eden namaz kılıcılara tertemiz tutun.”

[ 002.125 ] ( EO )

ve o vakit beyti şerifi insanlar için dönüp varılacak bir sevabgâh ve bir darüleman kıldık -siz de makamı İbrahimden kendinize bir namazgâh edinin- ve İbrahim ve İsmaile şöyle âhd verdik: Beytimi hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem rükü ve sücude varanlar için tertemiz bulundurun.

[ 002.125 ] ( ES )

Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"

[ 002.125 ] ( NQ )

And (remember) when We made the House (the Ka'bah at Makkah) a place of resort for mankind and a place of safety. And take you (people) the Maqam (place) of Ibrahim (Abraham) [or the stone on which Ibrahim (Abraham) stood while he was building the Ka'bah] as a place of prayer (for some of your prayers, e.g. two Rak'at after theTawaf of the Ka'bah at Makkah), and We commanded Ibrahim (Abraham) and Isma'il (Ishmael) that they should purify My House (the Ka'bah at Makkah) for those who are circumambulating it, or staying (I'tikaf), or bowing or prostrating themselves (there, in prayer).

[ 002.126 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞóÇáó ÅöÈúÑóÇåöíãõ ÑóÈøö ÇÌúÚóáú åóÐóÇ ÈóáóÏðÇ ÂãöäðÇ æóÇÑúÒõÞú Ãóåúáóåõ ãöäó ÇáËøóãóÑóÇÊö ãóäú Âãóäó ãöäúåõãú ÈöÇááøóåö æóÇáúíóæúãö ÇáúÂÎöÑö ÞóÇáó æóãóäú ßóÝóÑó ÝóÃõãóÊøöÚõåõ ÞóáöíáÇð Ëõãøó ÃóÖúØóÑøõåõ Åöáóì ÚóÐóÇÈö ÇáäøóÇÑö æóÈöÆúÓó ÇáúãóÕöíÑõ ﴿ ١٢٦ ﴾

[ 002.126 ] ( MŞ )

O vakit (Peygamberim) İbrâhim: “Ey Rabbim, bu (mekânı) emin (güvenli) bir belde (şehir) kıl. (Allahü teâlâ duasını kabul etti. Orasını harem kıldı. Orada insan kanı akmaz, av avlanmaz ve ot kesilmez.) Hâlkından, Allah’a ve âhiret gününe îman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır!” demişti (dua etmişti). (Yüce) Allah da: “Kâfir olan kimseyi de (dünyada) az bir süre (yaşadığı müddetçe) faydalandırır, sonra da onu (âhirette) cehennem azâbına (girmeye) zorlarım. Orası, varılacak ne kötü bir yerdir!”

[ 002.126 ] ( AY )

O vakit Hazret-i İbrâhîm: “Ya Rab, burasını emîn bir belde kıl ve ahâlisinden Allah’a ve Âhiret gününe îman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır!” diye dua etti. Allah: “Kâfir olan kimseyi de dünyanın az vaktında rızıklandırırım, sonra onu âhirette cehennem azabına muztar bırakırım. O varılacak ateş, ne kötü bir yerdir!” buyurdu.

[ 002.126 ] ( EO )

ve o vakit İbrahim «Yarab burasını emin bir belde kıl ve ahalisini envaı semerattan merzuk buyur, «Allaha ve Ahıret gününe iman eyleyenlerini» dedi, buyurdu ki «küredeni dahi merzuk eder de az bir zaman hayattan nasıb aldırırım ve sonra ateş azabına muztar kılarım ki o ne yaman bir inkılâbtır.

[ 002.126 ] ( ES )

Ve o vakit İbrahim "Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır" diye yalvardı. Allah buyurdu ki: "küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!"

[ 002.126 ] ( NQ )

And (remember) when Ibrahim (Abraham) said, "My Lord, make this city (Makkah) a place of security and provide its people with fruits, such of them as believe in Allah and the Last Day." He (Allah) answered: "As for him who disbelieves, I shall leave him in contentment for a while, then I shall compel him to the torment of the Fire, and worst indeed is that destination!"

[ 002.127 ] ( KK )

æóÅöÐú íóÑúÝóÚõ ÅöÈúÑóÇåöíãõ ÇáúÞóæóÇÚöÏó ãöäó ÇáúÈóíúÊö æóÅöÓúãóÇÚöíáõ ÑóÈøóäóÇ ÊóÞóÈøóáú ãöäøóÇ Åöäøóßó ÃóäúÊó ÇáÓøóãöíÚõ ÇáúÚóáöíãõ ﴿ ١٢٧ ﴾

[ 002.127 ] ( MŞ )

O zaman, İbrâhîm, İsmâîl (“aleyhime’s-selâm”) ile birlikte Beyt’in (Kâ’be’nin) temellerini (ve duvarlarını) yükselttiler (ve şöyle dua ettiler:) “Ey Rabbimiz, bizden (bu Beyt’i) kabul et, hakikaten sen (duamızı en iyi) işiten, (niyetimizi en iyi) bilensin.

[ 002.127 ] ( AY )

O zaman, İbrâhîm ile İsmâîl (aleyhisselâm) Kâ'be’nin temellerini yükselttiler ve şöyle dua ettiler: “Ey Rabbimiz, bizden bu hayırlı işi kabul et; hakikaten Sen duâmızı işitici, niyyetimizi bilicisin.

[ 002.127 ] ( EO )

ve o vakit ki İbrahim beyitten temelleri yükseltiyordu İsmailde birlikte şöyle dua ettiler: Ey bizim Rabbımız kabul buyur bizden, daima işiten, daima bilen sensin ancak sen.

[ 002.127 ] ( ES )

Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin.

[ 002.127 ] ( NQ )

And (remember) when Ibrahim (Abraham) and (his son) Isma'il (Ishmael) were raising the foundations of the House (the Ka'bah at Makkah), (saying), "Our Lord! Accept (this service) from us. Verily! You are the All-Hearer, the All-Knower."

[ 002.128 ] ( KK )

ÑóÈøóäóÇ æóÇÌúÚóáúäóÇ ãõÓúáöãóíúäö áóßó æóãöäú ÐõÑøöíøóÊöäóÇ ÃõãøóÉð ãõÓúáöãóÉð áóßó æóÃóÑöäóÇ ãóäóÇÓößóäóÇ æóÊõÈú ÚóáóíúäóÇ Åöäøóßó ÃóäúÊó ÇáÊøóæøóÇÈõ ÇáÑøóÍöíãõ ﴿ ١٢٨ ﴾

[ 002.128 ] ( MŞ )

“Ey Rabbimiz, bizi sana (ihlâsla) Müslüman olanlardan kıl, neslimizden de sana teslim olan (Müslüman) bir ümmet çıkar, bize ibâdet yerlerimizi göster (haccımızın hükümlerini öğret), tevbemizi kabul et, şüphesiz tevbeleri çok kabul eden, merhameti bol olan ancak sensin”. 

[ 002.128 ] ( AY )

Ey Rabbimiz, bizi sana teslim ve ihlâs sahibi olmakta sabit kıl. Soyumuzdan bir topluluğu da, Sana boyun eğen bir ümmet yap; bize ibâdet yollarımızı ve hac vazifelerimizi göster, kusurlarımızı afvedip tevbemizi kabul buyur. Muhakkak ki, Sen tevbeleri kabul edensin, mü'minlere merhamet buyuransın.

[ 002.128 ] ( EO )

Ey bizim Rabbımız hem bizi yalnız senin için boyun eğen müslüman kıl ve zürriyetimizden yalnız senin için boyun eğen bir ümmeti müslime vücude getir ve bizlere ibadetimizin yollarını göster ve tevbe ettikçe üzerimize rahmetinle bak öyle tevvab, öyle rahîm sensin ancak sen.

[ 002.128 ] ( ES )

Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.

[ 002.128 ] ( NQ )

Our Lord! And make us submissive unto You and of our offspring a nation submissive unto You, and show us our Manasik (all the ceremonies of pilgrimage - Hajj and 'Umrah, etc.), and accept our repentance. Truly, You are the One Who accepts repentance, the Most Merciful.
 

[ 002.129 ] ( KK )

ÑóÈøóäóÇ æóÇÈúÚóËú Ýöíåöãú ÑóÓõæáÇð ãöäúåõãú íóÊúáõæ Úóáóíúåöãú ÂíóÇÊößó æóíõÚóáøöãõåõãõ ÇáúßöÊóÇÈó æóÇáúÍößúãóÉó æóíõÒóßøöíåöãú Åöäøóßó ÃóäúÊó ÇáúÚóÒöíÒõ ÇáúÍóßöíãõ ﴿ ١٢٩ ﴾

[ 002.129 ] ( MŞ )

“Ey Rabbimiz, onlara (Müslüman soyumuza) kendi içlerinden, senin âyetlerini onlara okuyacak, onlara Kitab’ı (Kur’ân’ı) ve hikmeti (sünneti, hükümleri) öğretecek, onları(n) (nefislerini kötülüklerden) temizleyecek bir peygamber gönder. Hiç şüphe yok ki, sen azîz (mağlûp olmayan ve acze düşmeyen yegâne gâlip)sin (ve) hakîm (hiçbir şeyin câhili olmayan, her şeyi bilen ve yerli yerinde yapan)sın.”
(Muhammed aleyhisselâm’ın gelmesiyle bu dua gerçekleşmiştir. Hazret-i Peygamber: “Ben İbrâhîm’in duasıyım, Îsa’nın müjdesiyim [Bk. Râzî] ve annemin rüyasıyım.” buyurmuştur. Bk. Beydâvî.) 

[ 002.129 ] ( AY )

Ey Rabbimiz, soyumuzdan gelen müslüman ümmet içinden bir peygamber gönder ki, onlara (Kur’ân) âyetlerini okusun, kitabı (Kur’ân’ı) ve hükümlerini öğretsin, onları günahlardan temizlesin. Muhakkak ki sen azîz olan Hakîmsin (her şeye üstün gelen hikmet sahibisin).”

[ 002.129 ] ( EO )

Ey bizim Rabbımız hem de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki üzerlerine ayatını tilâvet eylesin ve kendilerine kitabı ve hikmeti ta'lim etsin ve içlerini dışlarını temiz paklesin, öyle azîz öyle hakîm sensin ancak sen.

[ 002.129 ] ( ES )

Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin.

[ 002.129 ] ( NQ )

Our Lord! Send amongst them a Messenger of their own (and indeed Allah answered their invocation by sending Muhammad Peace be upon him ), who shall recite unto them Your Verses and instruct them in the Book (this Qur'an) and Al-Hikmah (full knowledge of the Islamic laws and jurisprudence or wisdom or Prophethood, etc.), and sanctify them. Verily! You are the All-Mighty, the All-Wise."

[ 002.130 ] ( KK )

æóãóäú íóÑúÛóÈõ Úóäú ãöáøóÉö ÅöÈúÑóÇåöíãó ÅöáÇøó ãóäú ÓóÝöåó äóÝúÓóåõ æóáóÞóÏö ÇÕúØóÝóíúäóÇåõ Ýöí ÇáÏøõäúíóÇ æóÅöäøóåõ Ýöí ÇáúÂÎöÑóÉö áóãöäó ÇáÕøóÇáöÍöíäó ﴿ ١٣٠ ﴾

[ 002.130 ] ( MŞ )

Kendine kötülük eden akılsız kimseden başka, kim (Hazret-i) İbrâhîm’in milletinden (dininden) yüz çevirir? Yemin olsun ki, biz onu (İbrâhîm “aleyhisselâm”ı) dünyada (peygamberlik ve Kâ’be’yi îmar görevi vermekle) seçtik, âhirette de o (yüksek dereceleri olan) sâlihlerdendir ( iyilerdendir). 

[ 002.130 ] ( AY )

Kendini bilmiyenden başka, kim Hazret-i İbrâhîm’in dininden yüz çevirir? Hakikat ki, biz İbrâhîm’i (dünyada peygamberlik şerefiyle ve Kâbeyi îmar vazifesiyle) seçtik. O, Âhirette de sâlihlerdendir.

[ 002.130 ] ( EO )

İbrahimin milletinden kim yüz çevirir? Ancak kendine kıyan sefîh, hakikat biz onu Dünyada ıstıfa ettik, Ahırette de o hiç şüphe yok salâhile seçilenlerdendir.

[ 002.130 ] ( ES )

İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.

[ 002.130 ] ( NQ )

And who turns away from the religion of Ibrahim (Abraham) (i.e. Islamic Monotheism) except him who befools himself? Truly, We chose him in this world and verily, in the Hereafter he will be among the righteous.

[ 002.131 ] ( KK )

ÅöÐú ÞóÇáó áóåõ ÑóÈøõåõ ÃóÓúáöãú ÞóÇáó ÃóÓúáóãúÊõ áöÑóÈøö ÇáúÚóÇáóãöíäó ﴿ ١٣١ ﴾

[ 002.131 ] ( MŞ )

(Hazret-i) İbrâhîm’e Rabbi: “Kendini teslim et (dininde ihlâslı ol).” dediği zaman (o şöyle) demişti: “Kendimi âlemlerin Rabbine teslim ettim.”

[ 002.131 ] ( AY )

İbrâhîm (aleyhisselâma) Rabbi: “ Benim emrime teslim ol.” buyurduğu zaman o şöyle demişti: “ Kendimi âlemlerin Rabbine teslim ettim.”

[ 002.131 ] ( EO )

Rabbı ona İslâm emrini verince, teslim oldum Rabbilâlemine dedi.

[ 002.131 ] ( ES )

Rabbi ona, "İslâm ol!" emrini verince, o "Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum." dedi.

[ 002.131 ] ( NQ )

When his Lord said to him, "Submit (i.e. be a Muslim)!" He said, "I have submitted myself (as a Muslim) to the Lord of the 'Alamin (mankind, jinns and all that exists)."

[ 002.132 ] ( KK )

æóæóÕøóì ÈöåóÇ ÅöÈúÑóÇåöíãõ Èóäöíåö æóíóÚúÞõæÈõ íóÇÈóäöíøó Åöäøó Çááøóåó ÇÕúØóÝóì áóßõãõ ÇáÏøöíäó ÝóáÇó ÊóãõæÊõäøó ÅöáÇøó æóÃóäúÊõãú ãõÓúáöãõæäó ﴿ ١٣٢ ﴾

[ 002.132 ] ( MŞ )

(Hazret-i) İbrâhîm bunu (İslâm dinini) kendi oğullarına vasiyet etti. Ya’kûb (“aleyhisselâm”) da: “Oğullarım! (Şüphe yok ki, yüce) Allah (İslâm) dini(ni) size seçti, bundan dolayı siz de (başka dinlerden uzak durun ve İslâm üzere yaşayıp) ancak Müslümanlar olarak ölün.” dedi.

[ 002.132 ] ( AY )

Bu dîni, Hazret-i İbrâhîm, kendi oğullarına vasiyyet ettiği gibi, Hazret-i Ya'kûb da vasiyyet etti: “Ey oğullarım, şüphe yok ki, Allah, râzı olduğu İslâm dinini sizin için seçti. O hâlde siz, (ölüm gelmeden önce müslüman bulunun da) ancak müslüman olarak can verin” dedi.

[ 002.132 ] ( EO )

Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasıyet ettiği gibi Yakub da vasıyet etti: Oğullarım «Allah sizin için o dini ıstıfa buyurdu, başka dinlerden sakının yalnız müslim olarak can verin dedi.

[ 002.132 ] ( ES )

Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyyet etti, Yakub da öyle yaptı: "Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca müslüman olarak can verin!" dedi.

[ 002.132 ] ( NQ )

And this (submission to Allah, Islam) was enjoined by Ibrahim (Abraham) upon his sons and by Ya'qub (Jacob), (saying), "O my sons! Allah has chosen for you the (true) religion, then die not except in the Faith of Islam (as Muslims - Islamic Monotheism)."

[ 002.133 ] ( KK )

Ãóãú ßõäúÊõãú ÔõåóÏóÇÁó ÅöÐú ÍóÖóÑó íóÚúÞõæÈó ÇáúãóæúÊõ ÅöÐú ÞóÇáó áöÈóäöíåö ãóÇ ÊóÚúÈõÏõæäó ãöäú ÈóÚúÏöí ÞóÇáõæÇ äóÚúÈõÏõ Åöáóåóßó æóÅöáóåó ÂÈóÇÆößó ÅöÈúÑóÇåöíãó æóÅöÓúãóÇÚöíáó æóÅöÓúÍóÇÞó ÅöáóåðÇ æóÇÍöÏðÇ æóäóÍúäõ áóåõ ãõÓúáöãõæäó ﴿ ١٣٣ ﴾

[ 002.133 ] ( MŞ )

Yoksa (ey Yahûdiler) siz, (Peygamberim) Ya’kûb’a ölüm (hâli) geldiği zaman orada mıydınız? O zaman (Ya’kûb), oğullarına: “Ben(im ölümüm)den sonra siz neye ibâdet edeceksiniz?” demişti. (Onlar da:) “Senin ilâhın ve babaların (ataların) İbrâhîm, İsmâîl ve İshâk’ın ilâhı olan tek ilâha (Allah’a) ibâdet edeceğiz, biz Müslümanlarız (O’na teslim olanlardanız).” demişlerdi. 

[ 002.133 ] ( AY )

Yoksa Hazret-i Ya'kûb’a ölüm hâli geldiği vakit, siz ey Yahûdiler, orada hazır mıydınız? O vakit Hazret-i Ya'kûb, oğullarına: “ Ölümümden sonra neye tapacaksınız?” dedi. Onlar: “Senin İlâhına, Ataların İbrâhîm’in, İsmâîl’in ve İshâk’ın Allah’ı olan tek İlâh’a ibâdet ederiz ve biz, o Allah’a boyun eğen müslimleriz” dediler.

[ 002.133 ] ( EO )

yoksa siz şahidler midiniz, Yakuba ölüm hali geldiği vakit: oğullarına benim arkamdan neye ibadet edeceksiniz? dediği vakit? Dediler ki senin Allahın ve ataların İbrahim ve İsmail ve ishakın Allâhi ilâhi vahide ibadet ederiz, biz ancak ona boyun eğen müslimleriz.

[ 002.133 ] ( ES )

Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub'a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına; "Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?" dediği zaman, oğulları; "Senin Allah'ına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın Allah'ına, tek olan o Allah'a ibadet edeceğiz. Biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız." dediler.

[ 002.133 ] ( NQ )

Or were you witnesses when death approached Ya'qub (Jacob)? When he said unto his sons, "What will you worship after me?" They said, "We shall worship your Ilah (God - Allah), the Ilah (God) of your fathers, Ibrahim (Abraham), Isma'il (Ishmael), Ishaque (Isaac), One Ilah (God), and to Him we submit (in Islam)."

[ 002.134 ] ( KK )

Êöáúßó ÃõãøóÉñ ÞóÏú ÎóáóÊú áóåóÇ ãóÇ ßóÓóÈóÊú æóáóßõãú ãóÇ ßóÓóÈúÊõãú æóáÇó ÊõÓúÃóáõæäó ÚóãøóÇ ßóÇäõæÇ íóÚúãóáõæäó ﴿ ١٣٤ ﴾

[ 002.134 ] ( MŞ )

İşte o(nlar İbrâhîm ve Ya’kûb çocukları) bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine (ve ey Yahûdiler) sizin kazandığınız da sizindir. Onların yaptıklarından siz sorumlu tutulacak değilsiniz.

[ 002.134 ] ( AY )

İşte o (İbrâhîm ve Ya'kûb evlâdı) bir ümmetti, geldi geçti. Onların kazandıkları kendilerine, (ve ey Yahûdiler), sizin de kazandığınız sizindir. Onların yaptıklarından siz sorulmazsınız.

[ 002.134 ] ( EO )

O, bir ümmetti geldi geçti, ona kendi kazandığı, size de kendi kazandığınız, siz onların amellerinden sorulacak değilsiniz.

[ 002.134 ] ( ES )

Onlar bir ümmetti, geldi geçti. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandığınız. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.

[ 002.134 ] ( NQ )

That was a nation who has passed away. They shall receive the reward of what they earned and you of what you earn. And you will not be asked of what they used to do.

[ 002.135 ] ( KK )

æóÞóÇáõæÇ ßõæäõæÇ åõæÏðÇ Ãóæú äóÕóÇÑóì ÊóåúÊóÏõæÇ Þõáú Èóáú ãöáøóÉó ÅöÈúÑóÇåöíãó ÍóäöíÝðÇ æóãóÇ ßóÇäó ãöäó ÇáúãõÔúÑößöíäó ﴿ ١٣٥ ﴾

[ 002.135 ] ( MŞ )

Yahûdi ve Hıristiyanlar, (Müslümanlara şöyle) dediler: “Bizim dinimize girip Yahûdi veya Hıristiyanlar olun ki, doğru yolu bulasınız.” (Resûlüm) deki “Hayır, hanîf (hak yolda dosdoğru) olarak biz, (Hazret-i) İbrâhîm’in milletindeniz (dinindeyiz). (O’na uyarız.) O, hiç bir zaman Müşriklerden (Allah’a ortak koşanlardan) olmadı.”

[ 002.135 ] ( AY )

Yahûdî ve Hristiyanlar, Müslümanlara şöyle dediler: “ Bizim dinimize girip Yahûdi veya Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız.” Resûlüm sen de ki “ Hayır, biz hak yol üzere bulunan Hazret-i İbrâhîm’in dinindeyiz. O, hiç bir zaman müşriklerden (Allah’a ortak koşanlardan) olmadı.”

[ 002.135 ] ( EO )

Bir de: "yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız." dediler. Sen onlara de ki: "Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı."

[ 002.135 ] ( ES )

Bir de: "yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız." dediler. Sen onlara de ki: "Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı."

[ 002.135 ] ( NQ )

And they say, "Be Jews or Christians, then you will be guided." Say (to them, O Muhammad Peace be upon him ), "Nay, (We follow) only the religion of Ibrahim (Abraham), Hanifa [Islamic Monotheism, i.e. to worship none but Allah (Alone)], and he was not of Al-Mushrikun (those who worshipped others along with Allah - see V.2:105)."

[ 002.136 ] ( KK )

ÞõæáõæÇ ÂãóäøóÇ ÈöÇááøóåö æóãóÇ ÃõäúÒöáó ÅöáóíúäóÇ æóãóÇ ÃõäúÒöáó Åöáóì ÅöÈúÑóÇåöíãó æóÅöÓúãóÇÚöíáó æóÅöÓúÍóÇÞó æóíóÚúÞõæÈó æóÇáúÃóÓúÈóÇØö æóãóÇ ÃõæÊöíó ãõæÓóì æóÚöíÓóì æóãóÇ ÃõæÊöíó ÇáäøóÈöíøõæäó ãöäú ÑóÈøöåöãú áÇó äõÝóÑøöÞõ Èóíúäó ÃóÍóÏò ãöäúåõãú æóäóÍúäõ áóåõ ãõÓúáöãõæäó ﴿ ١٣٦ ﴾

[ 002.136 ] ( MŞ )

(Ey mü’minler, Yahûdi ve Hıristiyanların sizi kendi dinlerine davet etmelerine karşı şöyle) söyleyin: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’ân’a), İbrâhîm’e, İsmâîle, İshâk’a, Ya’kûb’a ve “esbât”a (torunlarına) indirilen(ler)e, Mûsâ’ya, Îsa’ya verilen(ler)e (kitaplarına) ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen(ler)e (kitaplarına) îman ettik. (Îman yönünden) onlar (peygamberler) arasında bir ayırım yapmayız. Biz, (Yüce) Allah’a (ihlâsla ibâdet ve tâatte bulunan) Müslümanlarız.”

[ 002.136 ] ( AY )

Ey mü'minler, Yahûdi ve Hristiyanların sizi kendi dinlerine dâvetlerine karşı şöyle deyin: “ Biz Allah’a ve bize indirilen Kur’ân’a, İbrâhîm ve İsmâîl ve İshâk ve Ya'kûb ve torunlarına indirilenlere, Mûsâ’ya, Îsa’ya verilenlere (kitablara) ve bütün peygamberlere, Rableri tarafından verilen kitablara îman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz, ancak Allah’a boyun eğen müslimleriz.”

[ 002.136 ] ( EO )

ve deyin ki biz Allaha iman ettiğimiz gibi bize ne indirildiyse, İbrahime ve İsmaile ve İshaka ve Yakuba ve Esbata ne indirildise, Musaya ve İsaya ne verildiyse ve bütün Pegyamberlere rablarından olarak ne verildiyse hepsine iman ettik, onun Resullerinden birinin arasını ayırmayız ve biz ancak onun için boyun eğen müslimleriz.

[ 002.136 ] ( ES )

Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."

[ 002.136 ] ( NQ )

Say (O Muslims), "We believe in Allah and that which has been sent down to us and that which has been sent down to Ibrahim (Abraham), Isma'il (Ishmael), Ishaque (Isaac), Ya'qub (Jacob), and to Al-Asbat [the twelve sons of Ya'qub (Jacob)], and that which has been given to Musa (Moses) and 'Iesa (Jesus), and that which has been given to the Prophets from their Lord. We make no distinction between any of them, and to Him we have submitted (in Islam)."

[ 002.137 ] ( KK )

ÝóÅöäú ÂãóäõæÇ ÈöãöËúáö ãóÇ ÂãóäúÊõãú Èöåö ÝóÞóÏö ÇåúÊóÏóæúÇ æóÅöäú ÊóæóáøóæúÇ ÝóÅöäøóãóÇ åõãú Ýöí ÔöÞóÇÞò ÝóÓóíóßúÝöíßóåõãõ Çááøóåõ æóåõæó ÇáÓøóãöíÚõ ÇáúÚóáöíãõ ﴿ ١٣٧ ﴾

[ 002.137 ] ( MŞ )

Eğer onlar (Yahûdi ve Hıristiyanlar) da sizin inandığınız gibi îman ederlerse, muhakkak hidâyete (hak olan doğru yola) ermiş olurlar. Yok eğer (îman etmekten) yüz çevirirlerse, şüphesiz (size karşı) muhâlefet ve düşmanlık içindedirler. (Ey Resûlüm, sen onların düşmanlığından endişe etme.) Allah, onlara karşı sana kâfidir (yakında onların kötülüklerini senden uzaklaştıracaktır). O (Allah), (her şeyi hakkıyla) işiten, (her şeyi hakkıyla) bilendir.
(Hıristiyanlar, doğan çocuklarını yedinci günden sonra, vaftiz denilen sarı renkli bir suya batırırlar ve artık onun koyu bir Hıristiyan olduğunu söylerlerdi. Böylece ruhların, Îsa Mesîh’in kanıyla günah kirlerinden arındığına inanırlardı. Bk. Kurtubî ve Râzî.)

[ 002.137 ] ( AY )

Artık Yahûdi ve Hristiyanlar, sizin bu imanınız gibi îman ederlerse, muhakkak hidâyet bulmuşlardır. Eğer yüz çevirirlerse, size karşı ayrılık ve düşmanlık üzeredirler. Ey Resûlüm, sen onların düşmanlığından endişe etme, Allah sana kâfidir (Yakında onların şerrini senden def edecektir). Allah hakkıyle işiten ve bilendir.

[ 002.137 ] ( EO )

eğer böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse muhakkak doğru yolu buldular, yok yüz çevirirlerse onlar sırf bir şikak içindedirler, Allah da sana onların haklarından geliverecektir, ve o, o işiden, o bilendir.

[ 002.137 ] ( ES )

Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yola girmiş, hidayeti bulmuş olurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse onlar sadece ve sadece didişmenin içindedirler. Allah onlara karşı sana yeter. Ve O, işitendir, bilendir.

[ 002.137 ] ( NQ )

So if they believe in the like of that which you believe, then they are rightly guided, but if they turn away, then they are only in opposition. So Allah will suffice you against them. And He is the All-Hearer, the All-Knower.

[ 002.138 ] ( KK )

ÕöÈúÛóÉó Çááøóåö æóãóäú ÃóÍúÓóäõ ãöäó Çááøóåö ÕöÈúÛóÉð æóäóÍúäõ áóåõ ÚóÇÈöÏõæäó ﴿ ١٣٨ ﴾

[ 002.138 ] ( MŞ )

(Ey mü’minler, deyiniz ki: Bizim boyamız, Allah’ın boyasıdır. Biz, Allah’ın boyası(na, dinine girmişiz). Allah tarafından olan bir boyadan (dinden) daha güzel bir boya (din), kimin olabilir? İşte biz (sizin gibi Allah’a şirk, ortak koşmayız) O’na (Allah’a dinimiz İslâm’a göre) ibâdet edenleriz.”
(Yahûdiler [Celâleyn] veya Ehl-i Kitâp Müslümanlara dediler ki: “Biz ilk Ehl-i Kitâb’ız. Kıblemiz, en eski olandır. Peygamberler de Araplardan olmamıştır. Eğer Muhammed peygamber olsaydı, elbette bizden olurdu.” Bk. Beydâvî ve Celâleyn.) 

[ 002.138 ] ( AY )

Ey mü'minler, deyiniz ki: “ Biz Allah’ın dinine (boyasına) girmişiz. Allah tarafından olan bir dinden daha güzel din, kimin olabilir? İşte biz, ona ibâdet edenleriz.”

[ 002.138 ] ( EO )

Allah boyasına bak (vaftiz nolacak) Allahdan güzel boya vuran kim? Biz işte ona ibadet edenleriz.

[ 002.138 ] ( ES )

Allah'ın boyasına bak, (vaftiz nolacak?) Kim, Allah'dan daha güzel boya vurabilir ki? İşte biz O'na ibadet edenleriz.

[ 002.138 ] ( NQ )

[Our Sibghah (religion) is] the Sibghah (Religion) of Allah (Islam) and which Sibghah (religion) can be better than Allah's? And we are His worshippers. [Tafsir Ibn Kathir.]

[ 002.139 ] ( KK )

Þõáú ÃóÊõÍóÇÌøõæäóäóÇ Ýöí Çááøóåö æóåõæó ÑóÈøõäóÇ æóÑóÈøõßõãú æóáóäóÇ ÃóÚúãóÇáõäóÇ æóáóßõãú ÃóÚúãóÇáõßõãú æóäóÍúäõ áóåõ ãõÎúáöÕõæäó ﴿ ١٣٩ ﴾

[ 002.139 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm, onlara) söyle: (Peygamberleri seçip gönderme hakkına sâhip olan Yüce Allah, Araplardan bir peygamber gönderdi diye) “Allah hakkında bizimle tartışmaya mı giriyorsunuz? Hâlbuki O (Allah), bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size âittir. (Herkes yaptıklarının hesabını Allah’a verecektir.) Biz O’na (Allah’a) ihlâsla (samimiyetle) bağlanmışızdır.” 

[ 002.139 ] ( AY )

Ey Resûlüm, onlara söyle: “Allah’ın dininde ve O’na bağlanmakla üstün olmada bizimle çekişip mücâdele mi ediyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbiniz. (Ona kulluk yapmak herkese vâcibdir). Yaptıklarımızın mükâfatı bize, sizin yaptıklarınızın cezası da size aittir. Biz ona özümüzle bağlanmışız.

[ 002.139 ] ( EO )

deki Allah hakkında bizimle mücadele mi edeceksiniz? Halbuki o bizim de Rabbimiz sizin de, ve bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size, ancak biz ona muhlıslarız.

[ 002.139 ] ( ES )

De ki: "Allah hakkında bizimle didişmeye mi gireceksiniz? Oysa O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size. Şu kadar var ki, biz O'na ihlas ile sarılıyoruz.

[ 002.139 ] ( NQ )

Say (O Muhammad Peace be upon him to the Jews and Christians), "Dispute you with us about Allah while He is our Lord and your Lord? And we are to be rewarded for our deeds and you for your deeds. And we are sincere to Him in worship and obedience (i.e. we worship Him Alone and none else, and we obey His Orders)."

[ 002.140 ] ( KK )

Ãóãú ÊóÞõæáõæäó Åöäøó ÅöÈúÑóÇåöíãó æóÅöÓúãóÇÚöíáó æóÅöÓúÍóÇÞó æóíóÚúÞõæÈó æóÇáúÃóÓúÈóÇØó ßóÇäõæÇ åõæÏðÇ Ãóæú äóÕóÇÑóì Þõáú ÃóÃóäúÊõãú ÃóÚúáóãõ Ãóãö Çááøóåõ æóãóäú ÃóÙúáóãõ ãöãøóäú ßóÊóãó ÔóåóÇÏóÉð ÚöäúÏóåõ ãöäó Çááøóåö æóãóÇ Çááøóåõ ÈöÛóÇÝöáò ÚóãøóÇ ÊóÚúãóáõæäó ﴿ ١٤٠ ﴾

[ 002.140 ] ( MŞ )

Yoksa siz, İbrâhîm, İsmâîl, İshâk, Ya’kûb ve esbâtın (torunlarının), yahûdi yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? (Resûlüm onlara) de ki: “(Peygamberlere gönderilen dini) siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” (Allahü teâlâ İbrâhîm peygamberin ne Yahûdi, ne de Hıristiyan olduğunu bildirmiştir.) Allah katında, yanında bu­lunan (İbrâhîm’in Yahûdi olmayıp hanîf müslüman olduğuna dâir Tevrât’taki) şahâdeti gizleyenden daha zâlim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan asla gâfil değildir (O, her şeyi hakkıyla bilicidir). 

[ 002.140 ] ( AY )

Yoksa siz şöyle mi diyorsunuz?: “İbrâhîm, İsmâîl, İshâk, Ya'kûb Peygamberler ve torunları Yahûdî veya Hristiyandırlar “ Ey Resûlüm, onlara söyle: “ Peygamberlerin dinini siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından gelen kitap vasıtasıyla bildiği ve kendince sabit gördüğü şeyin şâhitliğini gizliyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gâfil değil.”

[ 002.140 ] ( EO )

yoksa İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub da, Esbat da hep Yehud veya Nesârâ idiler mi diyorsunuz? Deki sizler mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı? Allahın şahadet ettiği bir hakikati bilerek ketm edenden daha zalim kim olabilir? Allah ettiklerinizden gafil değil,

[ 002.140 ] ( ES )

Yoksa siz, İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakup da ve torunları da hep yahudi ve hıristiyan idiler mi demek istiyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah'ın şahitlik ettiği bir hakikatı bile bile inkar edenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

[ 002.140 ] ( NQ )

Or say you that Ibrahim (Abraham), Isma'il (Ishmael), Ishaque (Isaac), Ya'qub (Jacob) and Al-Asbat [the twelve sons of Ya'qub (Jacob)] were Jews or Christians? Say, "Do you know better or does Allah (knows better...; that they all were Muslims)? And who is more unjust than he who conceals the testimony [i.e. to believe in Prophet Muhammad Peace be upon him when he comes, written in their Books. (See Verse 7:157)] he has from Allah? And Allah is not unaware of what you do."

[ 002.141 ] ( KK )

Êöáúßó ÃõãøóÉñ ÞóÏú ÎóáóÊú áóåóÇ ãóÇ ßóÓóÈóÊú æóáóßõãú ãóÇ ßóÓóÈúÊõãú æóáÇó ÊõÓúÃóáõæäó ÚóãøóÇ ßóÇäõæÇ íóÚúãóáõæäó ﴿ ١٤١ ﴾

[ 002.141 ] ( MŞ )

İşte o(nlar İbrâhîm ve Ya’kûb çocukları) bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine (ve ey Yahûdiler) sizin kazandığınız da sizindir. Onların yaptıklarından siz sorumlu tutulacak değilsiniz.

[ 002.141 ] ( AY )

O bir ümmetti, geldi geçti. Onların kazandığı kendilerinin, sizin kazandığınız da sizin ve siz onların yaptıklarından sorulmazsınız.

[ 002.141 ] ( EO )

O bir ümmeti geldi geçti, ona kendi kazandığı size de kendi kazandığınız ve siz onların işlediklerinden mes'ul değilsiniz.

[ 002.141 ] ( ES )

Onlar bir ümmet idiler, gelip geçtiler. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandıklarınız. Ve siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.

[ 002.141 ] ( NQ )

That was a nation who has passed away. They shall receive the reward of what they earned, and you of what you earn. And you will not be asked of what they used to do.

[ 002.142 ] ( KK )

ÓóíóÞõæáõ ÇáÓøõÝóåóÇÁõ ãöäó ÇáäøóÇÓö ãóÇ æáÇøó åõãú Úóäú ÞöÈúáóÊöåöãõ ÇáøóÊöí ßóÇäõæÇ ÚóáóíúåóÇ Þõáú áöáøóåö ÇáúãóÔúÑöÞõ æóÇáúãóÛúÑöÈõ íóåúÏöí ãóäú íóÔóÇÁõ Åöáóì ÕöÑóÇØò ãõÓúÊóÞöíãò ﴿ ١٤٢ ﴾

[ 002.142 ] ( MŞ )

İnsanlardan (Münâfık, Yahûdi ve Müşriklerden) bazı sefihler (câhil ve düşük takımı): “Onları (Müslümanları), üzerinde bulundukları (namazda yöneldikleri) kıbleden (Kudüs’ten Kâ’be’ye) çeviren nedir?” diyecekler (dediler). (Resûlüm) de ki: “Doğu da batı da (bütün yönler) Allah’ındır. (O), dilediğini sırât-ı müstakîme (hak Kıble olan Kâ’be’ye) hidâyet eder (iletir). 

[ 002.142 ] ( AY )

(Medine’deki Yahûdi ve münâfık) insanlardan akılsızlar yakında şöyle diyecekler: “Müslümanları (eskidenberi Kudüs’e doğru namaz kıldıkları) kıbleden (Kâ'be’ye) çeviren ne?” Onlara de ki, doğu da, batı da Allah’ındır; dilediğini doğru yola iletir.

[ 002.142 ] ( EO )

Nas içinde süfehâ takımı «bunları bulundukları Kıbleden çeviren ne? diyecek, Deki Meşrık da Magrib de Allahındır, o kimi dilerse doğru bir caddeye çıkarır.

[ 002.142 ] ( ES )

İnsanlar içinde bir kısım beyinsizler takımı, "Bunları bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır. O, kimi dilerse onu hidayete erdirir."

[ 002.142 ] ( NQ )

The fools (pagans, hypocrites, and Jews) among the people will say, "What has turned them (Muslims) from their Qiblah [prayer direction (towards Jerusalem)] to which they were used to face in prayer." Say, (O Muhammad ) "To Allah belong both, east and the west. He guides whom He wills to a Straight Way."

[ 002.143 ] ( KK )

æóßóÐóáößó ÌóÚóáúäóÇßõãú ÃõãøóÉð æóÓóØðÇ áöÊóßõæäõæÇ ÔõåóÏóÇÁó Úóáóì ÇáäøóÇÓö æóíóßõæäó ÇáÑøóÓõæáõ Úóáóíúßõãú ÔóåöíÏðÇ æóãóÇ ÌóÚóáúäóÇ ÇáúÞöÈúáóÉó ÇáøóÊöí ßõäúÊó ÚóáóíúåóÇ ÅöáÇøó áöäóÚúáóãó ãóäú íóÊøóÈöÚõ ÇáÑøóÓõæáó ãöãøóäú íóäÞóáöÈõ Úóáóì ÚóÞöÈóíúåö æóÅöäú ßóÇäóÊú áóßóÈöíÑóÉð ÅöáÇøó Úóáóì ÇáøóÐöíäó åóÏóì Çááøóåõ æóãóÇ ßóÇäó Çááøóåõ áöíõÖöíÚó ÅöíãóÇäóßõãú Åöäøó Çááøóåó ÈöÇáäøóÇÓö áóÑóÁõæÝñ ÑóÍöíãñ ﴿ ١٤٣ ﴾

[ 002.143 ] ( MŞ )

(Ey Müslümanlar,) böylece (sizi doğru yola hidâyet ettiğimiz gibi) sizi insanlara (kıyâmet gününde kendilerine tebliğ yapıldığını inkâr eden ümmetlere, peygamberlerinin tebliğ görevlerini yaptıklarına dâir) şâhitler olmanız için orta (en hayırlı ve adâletli) bir ümmet yaptık. Peygamber (Muhammed “aleyhisselâm”) da size (tebliğde bulunduğuna dâir) şâhittir. Biz, Peygamber’e uyanları, ökçeleri üzerinde geriye (Allah’ın emrinde şüphe edip küfre) döneceklerden ayıralım diye, (eskiden) yöneldiğin yönü (Ka’be’yi tekrar) kıble yaptık. Bu (şekilde kıblenin Kudüs’ten Ka’be’ye çevrilmesi), Allah’ın hidâyet ettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. (Bu, insanların üzerinde zorlayıcı bir yüktür.) Allah, sizin îmanınızı (Beytü’l-Makdis’e karşı kıldığınız namazları) zayi edecek değildir. Şüphesiz (Yüce) Allah, insanlara (eski kıbleye göre namaz kılıp vefat eden mü’minlere, amellerinin boşa çıkmaması hususunda) raûf (çok şefkatli) (ve) rahîm (çok merhametli)dir. 

[ 002.143 ] ( AY )

Ey Müslümanlar, böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün insanlar üzerine adâlet örneği ve hak şâhidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun ve (ey Resûlüm) hâlen yönelmekte olduğun Kâ'be’yi, ancak Rasûle uyanlarla geri dönenler arasını ayırt etmek için kıble kıldık. Gerçi bu kıbleyi çeviriş büyük ve ağır ise de yalnız, o Allah’ın hidâyet ettiği kimselere ağır gelmez ve Allah imanınızı zâyietmez. Muhakkak Allahü teâlâ insanlara çok merhametlidir, günahlarını bağışlayıcıdır.

[ 002.143 ] ( EO )

ve işte böyle sizi doğru bir caddeye çıkarıp ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki siz bütün insanlar üzerine adalet nümunesi, hak şahidleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahid olsun. Kıbleyi mukaddema durduğun Kâ'be yapışımız da sırf şunun içindir: Peygamberin izince gidecekleri; iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım, o elbette Allahın hidayet eylediği kimselerden maadasına mutlak ağır gelecekdi, Allah imanınızı zayi edecek değil, Her halde Allah insanlara re'fetli çok re'fetlidir, rahîmdir.

[ 002.143 ] ( ES )

Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Daha önce içinde durduğun Kâ'be'yi kıble yapmamız da şunun içindir: Peygamber'in izince gidecekleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım. Bu iş elbette Allah'ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok ağır gelecekti. Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

[ 002.143 ] ( NQ )

Thus We have made you [true Muslims - real believers of Islamic Monotheism, true followers of Prophet Muhammad and his Sunnah (legal ways)], a Wasat (just) (and the best) nation, that you be witnesses over mankind and the Messenger (Muhammad ) be a witness over you. And We made the Qiblah (prayer direction towards Jerusalem) which you used to face, only to test those who followed the Messenger (Muhammad ) from those who would turn on their heels (i.e. disobey the Messenger). Indeed it was great (heavy) except for those whom Allah guided. And Allah would never make your faith (prayers) to be lost (i.e. your prayers offered towards Jerusalem). Truly, Allah is full of kindness, the Most Merciful towards mankind.

[ 002.144 ] ( KK )

ÞóÏú äóÑóì ÊóÞóáøõÈó æóÌúåößó Ýöí ÇáÓøóãóÇÁö Ýóáóäõæóáøöíóäøóßó ÞöÈúáóÉð ÊóÑúÖóÇåóÇ Ýóæóáøö æóÌúåóßó ÔóØúÑó ÇáúãóÓúÌöÏö ÇáúÍóÑóÇãö æóÍóíúËõ ãóÇ ßõäúÊõãú ÝóæóáøõæÇ æõÌõæåóßõãú ÔóØúÑóåõ æóÅöäøó ÇáøóÐöíäó ÃõæÊõæÇ ÇáúßöÊóÇÈó áóíóÚúáóãõæäó Ãóäøóåõ ÇáúÍóÞøõ ãöäú ÑóÈøöåöãú æóãóÇ Çááøóåõ ÈöÛóÇÝöáò ÚóãøóÇ íóÚúãóáõæäó ﴿ ١٤٤ ﴾

[ 002.144 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip durduğunu (vahiy gelmesini beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette biz seni, râzı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescîd-i Harâm tarafına çevir. (Ey mü’minler,) nerede olursanız, (namaz kılmak istediğiniz vakit) yüzlerinizi o yöne (Mescîd-i Harâm’a) çevirin. Şüphe yok ki, kendilerine Kitap verilenler, bunun (bu kıble çevrilişinin) Rableri tarafından (kitaplarında bildirilen) bir hak (sâbit, gerçek) olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından (Yahûdilerin kıble emrini inkâr etmelerinden ve Mü’minlerin kıble emrine uymalarından) asla gâfil değildir. 

[ 002.144 ] ( AY )

(Ey Resûlüm, vahyim gelmesi için) yüzünün göğe doğru aranıp durduğunu görüyoruz. Bunun için, seni râzı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Şimdi yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Ey mü'minler, siz de her nerede olursanız, yüzünüzü, namazlarda o Mescid tarafına çevirin. Şüphe yok ki, kendilerine kitap verilenler, bu kıble çevrilişinin Rableri tarafından hak olduğunu bilirler. Allah ise onların inkârlarından ve yapacaklarından gâfil değildir.

[ 002.144 ] ( EO )

hakikaten yüzünün Semada aranıp durduğunu görüyoruz, artık müsterih ol: seni hoşnud olacağın bir Kıbleye memur edeceğiz, haydi yüzünü Mescidi Harama doğru çevir, siz de -ey mü'minler- nerede bulunsanız yüzünüzü ona doğru çeviriniz; kendilerine kitab verilmiş olanlar da her halde bilirler ki o rablarından gelen haktır ve Allah onların yaptıklarından ve yapacaklarından gafil değildir.

[ 002.144 ] ( ES )

Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.

[ 002.144 ] ( NQ )

Verily! We have seen the turning of your (Muhammad's ) face towards the heaven. Surely, We shall turn you to a Qiblah (prayer direction) that shall please you, so turn your face in the direction of Al-Masjid- al-Haram (at Makkah). And wheresoever you people are, turn your faces (in prayer) in that direction. Certainly, the people who were given the Scriptures (i.e. Jews and the Christians) know well that, that (your turning towards the direction of the Ka'bah at Makkah in prayers) is the truth from their Lord. And Allah is not unaware of what they do.

[ 002.145 ] ( KK )

æóáóÆöäú ÃóÊóíúÊó ÇáøóÐöíäó ÃõæÊõæÇ ÇáßöÊóÇÈó Èößõáøö ÂíóÉò ãóÇ ÊóÈöÚõæÇ ÞöÈúáóÊóßó æóãóÇ ÃóäúÊó ÈöÊóÇÈöÚò ÞöÈúáóÊóåõãú æóãóÇ ÈóÚúÖõåõãú ÈöÊóÇÈöÚò ÞöÈúáóÉó ÈóÚúÖò æóáóÆöäö ÇÊøóÈóÚúÊó ÃóåúæóÇÁóåõãú ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÌóÇÁóßó ãöäó ÇáúÚöáúãö Åöäøóßó ÅöÐðÇ áóãöäó ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ١٤٥ ﴾

[ 002.145 ] ( MŞ )

Yemin olsun ki (Resûlüm) sen Kitap verilenlere (Yahûdi ve Hıristiyanlara) her türlü âyeti (mu’cize ve delili) getirsen, yine onlar senin Kıble’ne uymazlar; sen de onların Kıble’sine uyacak değilsin. Zaten onlar (Yahûdi ve Hıristiyanlar), birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Yemin olsun ki (Resûlüm) sana gelen ilimden (vahiyden) sonra (eğer) onların arzularına uyarsan, o takdirde mutlaka sen, zâlimlerden olursun.
(Bu hitap, görünüşte Hazret-i Peygamber’e ise de gerçekte ümmetine aittir. Bk. Kurtubî.)

[ 002.145 ] ( AY )

Celâlim hakkı için, eğer sen o Yahûdi ve Hristiyanlara her türlü mûcize ve hücceti getirsen, yine kıblene tâbi olmazlar ve sen de onların kıblesine tâbi olmazsın, onların bâzısı diğer bâzının kıblesine tâbi olmaz. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilim arkasından bilfarz onların arzularına uyarsan, bu takdirde muhakkak zâlimlerden olursun. (Bu hitap zâhiren Hazret-i Peygambere ise de gerçekte ümmetine aittir.)

[ 002.145 ] ( EO )

celâlim hakkı için sen o kitab verilmiş olanlara her bürhanı da getirsen yine senin Kıblene tabi olmazlar, sen de onların Kıblesine tabi olmazsın, bir kısmı diğer kısmın Kıblesine tabi değil ki.. celâlim hakkı için sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların hevalarına uyacak olursan o takdirde sen de mutlak zulmedenlerdensindir.

[ 002.145 ] ( ES )

Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun.

[ 002.145 ] ( NQ )

And even if you were to bring to the people of the Scripture (Jews and Christians) all the Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.), they would not follow your Qiblah (prayer direction), nor are you going to follow their Qiblah (prayer direction). And they will not follow each other's Qiblah (prayer direction). Verily, if you follow their desires after that which you have received of knowledge (from Allah), then indeed you will be one of the Zalimun (polytheists, wrong-doers, etc.).

[ 002.146 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó ÂÊóíúäóÇåõãõ ÇáúßöÊóÇÈó íóÚúÑöÝõæäóåõ ßóãóÇ íóÚúÑöÝõæäó ÃóÈúäóÇÁóåõãú æóÅöäøó ÝóÑöíÞðÇ ãöäúåõãú áóíóßúÊõãõæäó ÇáúÍóÞøó æóåõãú íóÚúáóãõæäó ﴿ ١٤٦ ﴾

[ 002.146 ] ( MŞ )

Kendilerine Kitap verdiklerimiz (Yahûdi ve Hıristiyanlar), onu (“Muhammed aleyhisselâm”ı), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, fakat yine de onlardan bir grup, bile bile hakkı (onun sıfatlarını) gizlerler. 

[ 002.146 ] ( AY )

Kendilerine kitap verdiklerimiz, Hazret-i Peygamberi, öz oğullarını tanır gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden bir topluluk hak ve hakikatı bile bile gizlerler.

[ 002.146 ] ( EO )

O kendilerine kitab verdiğimiz ümmetlerin uleması onu -o Peygamberi- oğullarını tanır gibi tanırlar, böyle iken içlerinden bir takımı hakkı bile bile ketmederler.

[ 002.146 ] ( ES )

O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri onu o peygamberi oğullarını tanır gibi tanırlar, böyle iken içlerinden bir takımı gerçeği bile bile gizlerler.

[ 002.146 ] ( NQ )

Those to whom We gave the Scripture (Jews and Christians) recognise him (Muhammad or the Ka'bah at Makkah) as they recongise their sons. But verily, a party of them conceal the truth while they know it - [i.e. the qualities of Muhammad which are written in the Taurat (Torah) and the Injeel (Gospel)].

[ 002.147 ] ( KK )

ÇáúÍóÞøõ ãöäú ÑóÈøößó ÝóáÇó Êóßõæäóäøó ãöäó ÇáúãõãúÊóÑöíäó ﴿ ١٤٧ ﴾

[ 002.147 ] ( MŞ )

(Yahûdi ve Hıristiyanların âhır zamanda gelecek peygamberin sıfatları ile ilgili gizledikleri) Hak, Rabbindendir (Rabbin tarafından olan bir gerçektir veya Hak, ancak Allah’dan gelir, başkasından değil. Senin üzerinde bulunun dinin Allah’­dan olduğu sâbittir. Ehl-i Kitâb’ın üzerinde bulunduğu ise sâbit değil, bâtıldır). O hâlde sakın şüphe edenlerden olma!
(Bu son cümledeki hitap, ümmete aittir. Bk. Beydâvî ve Kurtubî.)

[ 002.147 ] ( AY )

Rabbinden olan her şey hak ve gerçektir. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma. (Bu hitap yine ümmete aittir.)

[ 002.147 ] ( EO )

O hak rabbından, artık şüpheye düşenlerden olma sakın.

[ 002.147 ] ( ES )

O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden olma sakın!

[ 002.147 ] ( NQ )

(This is) the truth from your Lord. So be you not one of those who doubt.

[ 002.148 ] ( KK )

æóáößõáøò æöÌúåóÉñ åõæó ãõæóáøíöåóÇ ÝóÇÓúÊóÈöÞõæÇ ÇáúÎóíúÑóÇÊö Ãóíúäó ãóÇ ÊóßõæäõæÇ íóÃúÊö Èößõãõ Çááøóåõ ÌóãöíÚðÇ Åöäøó Çááøóåó Úóáóì ßõáøö ÔóíúÁò ÞóÏöíÑñ ﴿ ١٤٨ ﴾

[ 002.148 ] ( MŞ )

Herkesin (her ümmetin) (namazda) yöneldiği bir yönü (kıblesi) vardır. (Ey mü’minler, siz kendi kıblenizde hem dünya, hem de âhiret bakımdan hayırlar üzerinde bulunuyorsunuz. O hâlde ) hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olsanız olun, Allah sizi (kıyâmet gününde toplar ve hesap için) bir araya getirir. Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir. 

[ 002.148 ] ( AY )

Her ümmetin doğrulduğu bir kıblesi vardır. Öyle ise ey mü'minler, hayırlı işlerde diğerlerini geçin. Her nerede olursanız kıyâmet gününde Allah sizi hesap için bir araya toplar. Şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir.

[ 002.148 ] ( EO )

Her birinin bir yöneti vardır, o ona yönelir, Haydin hep hayırlara koşun, yarışın; Her nerede olsanız Allah sizi toplar, bir araya getirir, şüphesiz ki Allah her şeye kadîr.

[ 002.148 ] ( ES )

Ümmetlerden her birinin bir yönü vardır, o ona yönelir, haydin, hep hayırlara koşun, yarışın. Her nerede olsanız Allah sizi toplar, bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir.

[ 002.148 ] ( NQ )

For every nation there is a direction to which they face (in their prayers). So hasten towards all that is good. Wheresoever you may be, Allah will bring you together (on the Day of Resurrection). Truly, Allah is Able to do all things.

[ 002.149 ] ( KK )

æóãöäú ÍóíúËõ ÎóÑóÌúÊó Ýóæóáøö æóÌúåóßó ÔóØúÑó ÇáúãóÓúÌöÏö ÇáúÍóÑóÇãö æóÅöäøóåõ áóáúÍóÞøõ ãöäú ÑóÈøößó æóãóÇ Çááøóåõ ÈöÛóÇÝöáò ÚóãøóÇ ÊóÚúãóáõæäó ﴿ ١٤٩ ﴾

[ 002.149 ] ( MŞ )

Her nereden (sefere, yola) çıkarsan, (namazda) yüzünü Mescîd-i Harâm tarafına çevir. Bu (yöneliş emri), Rabbinden gelen bir haktır (gerçektir). (Yüce) Allah, yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.

[ 002.149 ] ( AY )

Nereden sefere çıkarsan, namazda yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir. Bu yöneliş emri Rabbinden gelen gerçek bir haktır. Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.

[ 002.149 ] ( EO )

Hem her nereden sefere çıkarsan hemen Mescidi harama doğru yüzünü çevir, bu emir şüphesiz hak, rabbından olduğu muhakkakdır, Allah amellerinizden gafil de değildir.

[ 002.149 ] ( ES )

Hem her nereden yola çıkarsan (namazda) hemen Mescid-i Haram'a doğru yüzünü çevir. Bu emir şüphesiz hak, Rabbinden olduğu gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz de değildir.

[ 002.149 ] ( NQ )

And from wheresoever you start forth (for prayers), turn your face in the direction of Al-Masjid-al-Haram (at Makkah), that is indeed the truth from your Lord. And Allah is not unaware of what you do.

[ 002.150 ] ( KK )

æóãöäú ÍóíúËõ ÎóÑóÌúÊó Ýóæóáøö æóÌúåóßó ÔóØúÑó ÇáúãóÓúÌöÏö ÇáúÍóÑóÇãö æóÍóíúËõ ãóÇ ßõäúÊõãú ÝóæóáøõæÇ æõÌõæåóßõãú ÔóØúÑóåõ áöÆóáÇøó íóßõæäó áöáäøóÇÓö Úóáóíúßõãú ÍõÌøóÉñ ÅöáÇøó ÇáøóÐöíäó ÙóáóãõæÇ ãöäúåõãú ÝóáÇó ÊóÎúÔóæúåõãú æóÇÎúÔóæúäöí æóáöÃõÊöãøó äöÚúãóÊöí Úóáóíúßõãú æóáóÚóáøóßõãú ÊóåúÊóÏõæäó ﴿ ١٥٠ ﴾

[ 002.150 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm!) her nereden (sefere, yola) çıkarsan, (namazda) yüzünü Mescîd-i Harâm tarafına çevir. (Siz de ey mü’minler,) nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa çeviriniz ki, (inat eden) zâlimlerden (Yahûdi veya Müşriklerden) başka hiç kimsenin, aleyhinizde bir delili olmasın (“Dinimizi terkedip kıblemize tâbi oluyorsunuz.” demesinler). (Kıblenin değiştirilmesi konusunda) onlardan korkmayın, (bu emre uyarak) benden korkun. Hidâyete kavuşmanız için (kıble yönüne dönün ki) size olan (kıble emri veya cennete koyma) nimetimi tamamlayayım. 

[ 002.150 ] ( AY )

Her nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir ve her nerede olursanız yüzünüzü o tarafa çevirin ki, Yahûdî veya müşrikler için aleyhinizde bir hüccet olmasın (dinimizi terkedip kıblemize tâbi oluyorsunuz, demesinler); Ancak onlardan inad ederek nefislerine zulmedenler müstesna (bunlar her şey söyleyebilirler). Artık siz de onlardan korkmayın, benden korkun, tâ ki size karşı olan nimetimi tamamlayayım. Böylece hidâyete kavuşmuş olabilirsiniz.

[ 002.150 ] ( EO )

Her nereden yola çıkarsan yüzünü Mescidi harama doğru çevir ve her nerede olsanız yüzünüzü ona doğru çevirin ki nas için aleyhinizde bir hüccet olmıya, ancak içlerinden haksızlık edenler başka siz de onlardan korkmayın benden korkun, hem üzerinizdeki ni'metimi tamamlıyayım hem gerek ki hidayete eresiniz.

[ 002.150 ] ( ES )

Her nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir, ve her nerede olsanız yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın. Ancak içlerinden haksızlık edenler başka. Siz de onlardan korkmayın, benden korkun. Hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem gerek ki doğru yolu bulasınız.

[ 002.150 ] ( NQ )

And from wheresoever you start forth (for prayers), turn your face in the direction of Al-Masjid-al-Haram (at Makkah), and wheresoever you are, turn your faces towards, it (when you pray) so that men may have no argument against you except those of them that are wrong-doers, so fear them not, but fear Me! - And so that I may complete My Blessings on you and that you may be guided.

[ 002.151 ] ( KK )

ßóãóÇ ÃóÑúÓóáúäóÇ Ýöíßõãú ÑóÓõæáÇð ãöäúßõãú íóÊúáõæ Úóáóíúßõãú ÂíóÇÊöäóÇ æóíõÒóßøöíßõãú æóíõÚóáøöãõßõãõ ÇáúßöÊóÇÈó æóÇáúÍößúãóÉó æóíõÚóáøöãõßõãú ãóÇ áóãú ÊóßõæäõæÇ ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ١٥١ ﴾

[ 002.151 ] ( MŞ )

Nitekim (yine nimetimin tamamlanması bakımından) size kendi içinizden, âyetlerimizi okuyan, sizi (şirkten) temizleyen, size Kitab’ı (Kur’ân’ı), hikmeti (sünnet ve fıkhı) ve (helâl ile haram gibi ahkâm konusunda) bilmediklerinizi öğreten bir Resûl (Muhammed “aleyhisselâm”ı) gönderdik. 

[ 002.151 ] ( AY )

Nitekim nimetimin tamamlanması meyanında sizden (içinizden) size bir Rasûl gönderdik. Size âyetlerimizi okuyor, sizi şirk ve günahlardan temizliyor, size Kur’ân’ı ve helâl ile haramı öğretiyor, size bilmediğiniz şerîat hükümlerini bildiriyor.

[ 002.151 ] ( EO )

Netekim içinizde sizden bir Resul gönderdik, size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye ediyor, size kitab, hikmet öğretiyor, size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.

[ 002.151 ] ( ES )

Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.

[ 002.151 ] ( NQ )

Similarly (to complete My Blessings on you) We have sent among you a Messenger (Muhammad ) of your own, reciting to you Our Verses (the Qur'an) and sanctifying you, and teaching you the Book (the Qur'an) and theHikmah (i.e. Sunnah, Islamic laws and Fiqh - jurisprudence), and teaching you that which you used not to know.

[ 002.152 ] ( KK )

ÝóÇÐúßõÑõæäöí ÃóÐúßõÑúßõãú æóÇÔúßõÑõæÇ áöí æóáÇó ÊóßúÝõÑõæäö ﴿ ١٥٢ ﴾

[ 002.152 ] ( MŞ )

O hâlde siz, (namaz kılmak, tesbih etmek ve diğer ibâdetlerle) beni zikredin (anın) ki, ben de sizi (af ile ve sevap ile) anayım. (Nimetlerime karşı tâatte bulunarak) bana şükredin, (nimetlerimi inkâr ederek ve emirlerime karşı gelerek, günah işleyerek) bana nankörlük etmeyin. 

[ 002.152 ] ( AY )

O hâlde siz, bana itâat ve ibâdet ederek beni anın ki, ben de sizi mağfiretimle anayım. Nimetlerime şükredin de nankörlük yaparak küfre varmayın. (Beni ve nimetlerimi inkâr etmeyin.)

[ 002.152 ] ( EO )

o halde anın beni, anayım sizi ve şükredin de bana nankörlük etmeyin.

[ 002.152 ] ( ES )

O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin.

[ 002.152 ] ( NQ )

Therefore remember Me (by praying, glorifying, etc.). I will remember you, and be grateful to Me (for My countless Favours on you) and never be ungrateful to Me.

[ 002.153 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÇÓúÊóÚöíäõæÇ ÈöÇáÕøóÈúÑö æóÇáÕøóáóæÉö Åöäøó Çááøóåó ãóÚó ÇáÕøóÇÈöÑöíäó ﴿ ١٥٣ ﴾

[ 002.153 ] ( MŞ )

Ey îman edenler, (tâat, belâ ve sıkıntılara) sabırla ve namazla (Allah’tan) yardım isteyin, Şüphesiz ki Allah(’ın yardımı ve duaları kabul etmesi), sabredenlerle beraberdir. 

[ 002.153 ] ( AY )

Ey îman edenler, sabırla ve namazla Allah’dan yardım isteyin. Muhakkak Allah’ın yardımı sabredenlerle bareberdir.

[ 002.153 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler sabr-ü salât ile yardım isteyin, şüphe yok ki Allah sabr edenlerle beraberdir.

[ 002.153 ] ( ES )

Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.

[ 002.153 ] ( NQ )

O you who believe! Seek help in patience and As-Salat (the prayer). Truly! Allah is with As-Sabirin (the patient ones, etc.).

[ 002.154 ] ( KK )

æóáÇó ÊóÞõæáõæÇ áöãóäú íõÞúÊóáõ Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö ÃóãúæóÇÊñ Èóáú ÃóÍúíóÇÁñ æóáóßöäú áÇó ÊóÔúÚõÑõæäó ﴿ ١٥٤ ﴾

[ 002.154 ] ( MŞ )

(Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım dilerken, benim düşmanlarıma karşı mallarınız ve canlarınızla savaşmaya mecbur olur ve bu yolda canlarınız feda olursa, sakın) Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere), “ölü”ler demeyin. Bilâkis onlar (Rableri katında) diridirler. Fakat siz (beş duyu organı ile onların hayatlarını) anlayamazsınız. 

[ 002.154 ] ( AY )

Allah yolunda öldürülenlere: “ Onlar ölülerdir” demeyin. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.

[ 002.154 ] ( EO )

ve Allah yolunda katlolunanlara ölüler demeyin hayır diridirler ve lâkin siz sezmezsiniz.

[ 002.154 ] ( ES )

Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz.

[ 002.154 ] ( NQ )

And say not of those who are killed in the Way of Allah, "They are dead." Nay, they are living, but you perceive (it) not.

[ 002.155 ] ( KK )

æóáóäóÈúáõæóäøóßõãú ÈöÔóíúÁò ãöäó ÇáúÎóæúÝö æóÇáúÌõæÚö æóäóÞúÕò ãöäó ÇáúÃóãúæóÇáö æóÇáúÃóäúÝõÓö æóÇáËøóãóÑóÇÊö æóÈóÔøöÑö ÇáÕøóÇÈöÑöíäó ﴿ ١٥٥ ﴾

[ 002.155 ] ( MŞ )

(Ey mü’minler, itâatli ile âsiyi birbirinden ayrıdetmek için) muhakkak biz sizi, biraz (düşman) korku(su veya Allah korkusu); biraz açlık (kıtlık veya Ramazan orucu); (cihada hazırlık için yapılan harcamalar veya sadaka ve zekâtlarla) biraz mallar(ınız)dan; (öldürülme, ölüm veya hastalıklarla) canlar(ınız)dan ve (olgunlaşmadan zayi olma veya çocuklarınızın ölümüyle) ürünler(iniz)den eksiltme ile imtihan ederiz (deneriz). (Belâya) sabredenleri (cennetle) müjdele.) 

[ 002.155 ] ( AY )

Ey mü'minler, (itâatkârı âsi olandan ayırd etmek için) sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsüllerden yana eksiltme ile, andolsun imtahan edeceğiz. (Ey Resûlüm) sabredenlere (lütuf ve ihsanlarımı) müjdele.

[ 002.155 ] ( EO )

çaresiz sizleri biraz korku, biraz açlık, biraz maldan, candan ve hasılâttan eksiklik ile imtihan edeceğiz, müjdele o sabırlıları.

[ 002.155 ] ( ES )

Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!

[ 002.155 ] ( NQ )

And certainly, We shall test you with something of fear, hunger, loss of wealth, lives and fruits, but give glad tidings to As-Sabirin (the patient ones, etc.).

[ 002.156 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó ÅöÐóÇ ÃóÕóÇÈóÊúåõãú ãõÕöíÈóÉñ ÞóÇáõæÇ ÅöäøóÇ áöáøóåö æóÅöäøóÇ Åöáóíúåö ÑóÇÌöÚõæäó ﴿ ١٥٦ ﴾

[ 002.156 ] ( MŞ )

Onlara bir belâ geldiği zaman (teslimiyet göstererek): “Bizler (mülk ve kullar olarak) Allah içiniz (Sâhibimiz Allah’tır. Bizi ve işlerimizi yaratan ve belâyı, musîbeti gönderen O’dur.) ve bizler (öldükten sonra da hesap vermek üzere) O’na döneceğiz.” derler.

[ 002.156 ] ( AY )

Onlar, o kimselerdir ki, kendilerine bir belâ geldiği zaman teslimiyet göstererek: “Biz Allah’ın kuluyuz ve (öldükten sonra da) yine ona döneceğiz” derler.

[ 002.156 ] ( EO )

ki başlarına bir musibet geldiği vakit «biz Allahınız ve nihayet ona döneceğiz» derler.

[ 002.156 ] ( ES )

Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz." derler.

[ 002.156 ] ( NQ )

Who, when afflicted with calamity, say: "Truly! To Allah we belong and truly, to Him we shall return."

[ 002.157 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó Úóáóíúåöãú ÕóáóæóÇÊñ ãöäú ÑóÈøöåöãú æóÑóÍúãóÉñ æóÃõæáóÆößó åõãõ ÇáúãõåúÊóÏõæäó ﴿ ١٥٧ ﴾

[ 002.157 ] ( MŞ )

İşte onlar (teslimiyet gösterip Rablerine sığınanlar) üzerine, Rablerinden salâvât (mağfiret) ve rahmet (lütuf ve ihsan) vardır. İşte onlar, hidâyete (cennete ve sevaba) ermiş olanlardır.

[ 002.157 ] ( AY )

O teslimiyet gösterip Rablerine sığınanlar üzerine, Rablerinden mağfiret, rahmet (ve cennet) vardır ve işte onlar, hidâyete ermiş olanlardır.

[ 002.157 ] ( EO )

işte onlar, rablarından salâvat-ü rahmet onlara ve işte hidayete erenler onlar.

[ 002.157 ] ( ES )

İşte onlar var ya, Rablerinden, mağfiretler ve rahmet onlaradır. İşte hidayete erenler de onlardır.

[ 002.157 ] ( NQ )

They are those on whom are the Salawat (i.e. blessings, etc.) (i.e. who are blessed and will be forgiven) from their Lord, and (they are those who) receive His Mercy, and it is they who are the guided-ones.

[ 002.158 ] ( KK )

Åöäøó ÇáÕøóÝóÇ æóÇáúãóÑúæóÉó ãöäú ÔóÚóÇÆöÑö Çááøóåö Ýóãóäú ÍóÌøó ÇáúÈóíúÊó Ãóæö ÇÚúÊóãóÑó ÝóáÇó ÌõäóÇÍó Úóáóíúåö Ãóäú íóØøóæøóÝó ÈöåöãóÇ æóãóäú ÊóØóæøóÚó ÎóíúÑðÇ ÝóÅöäøó Çááøóåó ÔóÇßöÑñ Úóáöíãñ ﴿ ١٥٨ ﴾

[ 002.158 ] ( MŞ )

Şüphesiz (Mekke’deki) Safâ ile Merve (tepeleri), Allah’ın (emrettiği haccın) alâmetleri (ibâdet yerleri)ndendir. Kim Beyt’i (Kâ’be’yi) hacceder veya ömre yaparsa, onları (Safâ ve Merve’yi) tavâf etmesinde (ikisi arasında yedi kere sa’y yapmasında/gidip gelmesinde) kendisine bir günâh yoktur. Kim gönülden gelerek (vâcib olmayan amellerden) bir iyilik yaparsa, (mükâfatını görür.) Şüphesiz Allah, iyiliklerin karşılığını veren (ve) her şeyi bilendir. 

[ 002.158 ] ( AY )

Gerçekten, Safa ile Merve Allah’ın (emrettiği haccın) alâmetlerindendir. Bunun için, hac veya umre kasdiyle kim Kâ'be’yi ziyaret ederse, yine Safa ile Merve’yi tavaf etmesinde bir günah yoktur. Her kim de (gönülden koparak vâcibden ziyade) bir hayır işlerse muhakkak Allah Şâkirdir= mükâfatını verir. Alîmdir= her şeyi bilir.

[ 002.158 ] ( EO )

Hakikat, Safa ile Merve Allahın şeâirlerindendir onun için her kim hac veya ömre niyyetiyle Beyti ziyaret ederse tavafı bunlarla yapmasında ona bir günah yoktur Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse şüphesiz Allah ecrile meşhur kılar âlimdir.

[ 002.158 ] ( ES )

Gerçekten Safâ ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâ'be'yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde ona bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah iyiliğin karşılığını verir, o her şeyi bilir.

[ 002.158 ] ( NQ )

Verily! As-Safa and Al-Marwah (two mountains in Makkah) are of the Symbols of Allah. So it is not a sin on him who perform Hajj or 'Umrah (pilgrimage) of the House (the Ka'bah at Makkah) to perform the going (Tawaf) between them (As-Safa and Al-Marwah). And whoever does good voluntarily, then verily, Allah is All-Recogniser, All-Knower.

[ 002.159 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó íóßúÊõãõæäó ãóÇ ÃóäúÒóáúäóÇ ãöäó ÇáúÈóíøöäóÇÊö æóÇáúåõÏóì ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÈóíøóäøóÇåõ áöáäøóÇÓö Ýöí ÇáúßöÊóÇÈö ÃõæáóÆößó íóáúÚóäõåõãõ Çááøóåõ æóíóáúÚóäõåõãõ ÇááÇøóÚöäõæäó ﴿ ١٥٩ ﴾

[ 002.159 ] ( MŞ )

Biz Kitap’ta (Tevrât’ta) insanlara açıkladıktan sonra indirdiğimiz (ölüm cezası ve Muhammed “aleyhisselâm”ın sıfatları gibi) delilleri ve hidâyeti (doğru yolu), (insanlardan) gizleyenler (yok mu?), işte onlara (Yahûdilere), hem Allah lânet eder, hem de bütün (Melekler ve Mü’minler veya diğer) lânet ediciler lânet ederler.

[ 002.159 ] ( AY )

İndirdiğimiz apaçık hükümleri ve doğru yolu, insanlara biz Kitap’da beyan ettikten sonra, gizliyenler (var ya), Şüphesiz Allah, onlara lânet eder. (onları rahmetinden kovar) ve bütün lânet edebilenler de, onlara lânet okur.

[ 002.159 ] ( EO )

İndirdiğimiz beyyinatı ve ayni bidayet olan âyâtı insanlar için biz kitabda beyan ettikten sonra ketm edenler muhakkak ki onlara Allah lâ'net eder, lâ'net şanından olanlar da lâ'net eder.

[ 002.159 ] ( ES )

İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler.

[ 002.159 ] ( NQ )

Verily, those who conceal the clear proofs, evidences and the guidance, which We have sent down, after We have made it clear for the people in the Book, they are the ones cursed by Allah and cursed by the cursers.

[ 002.160 ] ( KK )

ÅöáÇøó ÇáøóÐöíäó ÊóÇÈõæÇ æóÃóÕúáóÍõæÇ æóÈóíøóäõæÇ ÝóÃõæáóÆößó ÃóÊõæÈõ Úóáóíúåöãú æóÃóäóÇ ÇáÊøóæøóÇÈõ ÇáÑøóÍöíãõ ﴿ ١٦٠ ﴾

[ 002.160 ] ( MŞ )

Ancak (Peygamberin sıfatlarını gizlemekten dolayı pişman olup) tevbe edenler, hâllerini düzeltenler ve gizlediklerini açıklayanlar başka. (Onlar lânetlenmekten kurtulmuşlardır.) İşte onların tevbesini kabul ederim. Tevbeleri daima kabul eden (ve) çok merhamet eden benim.

[ 002.160 ] ( AY )

Ancak Peygamberin vasfını gizlemekten tevbe edenler, hallerini düzeltenler ve gizlediklerini (Peygamberin vasıflarını) açıklayanlar başka. Ben, artık onların günahlarını bağışlarım ve ben Tevvâbım= tevbeyi kabul edenim. Rahîm’im= çok merhametliyim.

[ 002.160 ] ( EO )

ancak tevbe edib hali düzeltib hakki söyliyenler başka, ben onlara bağışlarım, öyle rahîm tavvabım ben.

[ 002.160 ] ( ES )

Ancak tevbe edip halini düzelterek gerçeği söyleyenler başka. İşte onları ben bağışlarım. Ben çok merhamet ediciyim, tevbeleri çokça kabul ederim.

[ 002.160 ] ( NQ )

Except those who repent and do righteous deeds, and openly declare (the truth which they concealed). These, I will accept their repentance. And I am the One Who accepts repentance, the Most Merciful.

[ 002.161 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ æóãóÇÊõæÇ æóåõãú ßõÝøóÇÑñ ÃõæáóÆößó Úóáóíúåöãú áóÚúäóÉõ Çááøóåö æó ÇáúãóáóÆößóÉö æóÇáäøóÇÓö ÃóÌúãóÚöíäó ﴿ ١٦١ ﴾

[ 002.161 ] ( MŞ )

Şüphesiz ki, âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlar (var ya), işte (dünya ve âhirette) Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir. (Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini gizlemekten dolayı tevbe etmemiş ve o inançla ölmüşlerdir.)

[ 002.161 ] ( AY )

Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak can vermiş olanlar (var ya), İşte Allah,’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir.

[ 002.161 ] ( EO )

amma âyâtımızı inkâr etmiş ve kâfir olarak can vermiş olanlar işte.
Allahın lâ'neti, Meleklerin lâ'neti, insanları lâ'neti hep onların üstüne.

[ 002.161 ] ( ES )

Ama âyetlerimizi inkar etmiş ve kâfir olarak can vermiş olanlara gelince, işte Allah'ın laneti, meleklerin laneti ve insanların laneti hep onların üzerine olsun.

[ 002.161 ] ( NQ )

Verily, those who disbelieve, and die while they are disbelievers, it is they on whom is the Curse of Allah and of the angels and of mankind, combined.

[ 002.162 ] ( KK )

ÎóÇáöÏöíäó ÝöíåóÇ áÇó íõÎóÝøóÝõ Úóäúåõãõ ÇáúÚóÐóÇÈõ æóáÇó åõãú íõäúÙóÑõæäó ﴿ ١٦٢ ﴾

[ 002.162 ] ( MŞ )

(Onlar, o lânet veya ateş) içinde ebedî (sürekli) kalıcıdırlar. Onlardan (göz açıp kapayıncaya kadar) azap hafifletilmez ve onların (azapları tehir edilerek ve onlara mühlet verilerek herhangi bir yardımla) yüzlerine de bakılmaz.

[ 002.162 ] ( AY )

Onlar, o lânet ve ateş içinde devamlı olarak kalanlardır. Onlardan ne azap hafifletilir, ne de kendilerine göz açtırılır.

[ 002.162 ] ( EO )

ebediyen onun altında kalırlar, ne azabları hafifletilir ne de kendilerine göz açtırılır.

[ 002.162 ] ( ES )

Onlar ebedi olarak onun altında kalırlar. Ne azabları hafifletilir, ne de kendilerine göz açtırılır.

[ 002.162 ] ( NQ )

They will abide therein (under the curse in Hell), their punishment will neither be lightened, nor will they be reprieved.

[ 002.163 ] ( KK )

æóÅöáóåõßõãú Åöáóåñ æóÇÍöÏñ áÇó Åöáóåó ÅöáÇøó åõæó ÇáÑøóÍúãóÇäõ ÇáÑøóÍöíãõ ﴿ ١٦٣ ﴾

[ 002.163 ] ( MŞ )

Sizin ilâhınız (zat ve sıfatlarında eşi ve benzeri olmayan, ibâdet edilmeye lâyık), tek ilâh’tır (Allah’tır). Ondan başka ilâh yoktur. (O,) rahmândır (yağmur göndererek, özel ve genel rızıklar, nimetler vererek bütün yaratılmışlara merhamet eden) (ve) rahîm (hidâyet ve iyilikler göndererek mü’minlere rahmet eden)dir. 

[ 002.163 ] ( AY )

Sizin İlâhınız, (zât ve sıfatında ortağı olmayan) tek Allah’dır. Ondan başka ilâh yoktur; Rahmândır= dünyada bütün mahlûkata merhamet edendir, Rahîmdir= Âhirette yalnız mü'minlere rahmet edendir.

[ 002.163 ] ( EO )

Her halde hepinizin Tanrısı bir Tanrı, başka Tanrı yok ancak o, o rahmanı rahîm.

[ 002.163 ] ( ES )

Her halde hepinizin ilâhı, bir tek ilâhtır. Ondan başka bir ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir.

[ 002.163 ] ( NQ )

And your Ilah (God) is One Ilah (God - Allah), La ilaha illa Huwa (there is none who has the right to be worshipped but He), the Most Beneficent, the Most Merciful.

[ 002.164 ] ( KK )

Åöäøó Ýöí ÎóáúÞö ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖö æóÇÎúÊöáÇóÝö Çááøóíúáö æóÇáäøóåóÇÑö æóÇáúÝõáúßö ÇáøóÊöí ÊóÌúÑöí Ýöí ÇáúÈóÍúÑö ÈöãóÇ íóäúÝóÚõ ÇáäøóÇÓó æóãóÇ ÃóäúÒóáó Çááøóåõ ãöäó ÇáÓøóãóÇÁö ãöäú ãóÇÁò ÝóÃóÍúíóÇ Èöåö ÇáúÃóÑúÖó ÈóÚúÏó ãóæúÊöåóÇ æóÈóËøó ÝöíåóÇ ãöäú ßõáøö ÏóÇÈøóÉò æóÊóÕúÑöíÝö ÇáÑøöíóÇÍö æóÇáÓøóÍóÇÈö ÇáúãõÓóÎøóÑö Èóíúäó ÇáÓøóãóÇÁö æóÇáúÃóÑúÖö áóÂíóÇÊò áöÞóæúãò íóÚúÞöáõæäó ﴿ ١٦٤ ﴾

[ 002.164 ] ( MŞ )

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde (birbiri ardınca gelmesinde, uzamasında, kısalmasında), insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su (yağmur) indirip onunla ölmüş (kuru) olan yeri (çeşitli bitkilerle) dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları (sıcak ve soğuk olarak çeşitli yönlerde) ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde, elbette düşünen bir topluluk için (Allah’ın varlığına, birliğine, kudret ve yüceliğine delâlet eden) deliller vardır. 

[ 002.164 ] ( AY )

Muhakkak, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün arka arkaya gelişinde, insanlara yarar şeyleri denizde götürüp giden gemide; yeryüzü kuruduktan sonra, Allah gökten yağmur indirerek arzı diriltmesinde, o arzda her türlü hayvanatı yaymasında, rüzgârları her taraftan estirmesinde, yer ile gök arasında Allah’ın emrine tâbi bulutta, akıl ve düşünce sahibi olan bir millet için Allah’ın birliğine, kudret ve yüceliğine delâlet eden bir çok alâmetler vardır.

[ 002.164 ] ( EO )

Şüphesiz Göklerin ve Yerin yaradılışında, gece ile gündüzün biribiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akan gemide, Allahın yukarıdan bir su indirib de onunla Arzı ölmüşken diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanati yaymasında, rüzgârları, değiştirmesinde, Gök ile Yer arasında müsahhar bulutta, şüphesiz hep bunlar da akıllı olan bir ümmet için elbet Allahın birliğine âyetler var.

[ 002.164 ] ( ES )

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın yukarıdan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgarları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah'ın birliğine deliller vardır.

[ 002.164 ] ( NQ )

Verily! In the creation of the heavens and the earth, and in the alternation of night and day, and the ships which sail through the sea with that which is of use to mankind, and the water (rain) which Allah sends down from the sky and makes the earth alive therewith after its death, and the moving (living) creatures of all kinds that He has scattered therein, and in the veering of winds and clouds which are held between the sky and the earth, are indeedAyat (proofs, evidences, signs, etc.) for people of understanding.

[ 002.165 ] ( KK )

æóãöäó ÇáäøóÇÓö ãóäú íóÊøóÎöÐõ ãöäú Ïõæäö Çááøóåö ÃóäÏóÇÏðÇ íõÍöÈøõæäóåõãú ßóÍõÈøö Çááøóåö æóÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÃóÔóÏøõ ÍõÈøðÇ áöáøóåö æóáóæú íóÑóì ÇáøóÐöíäó ÙóáóãõæÇ ÅöÐú íóÑóæúäó ÇáúÚóÐóÇÈó Ãóäøó ÇáúÞõæøóÉó áöáøóåö ÌóãöíÚðÇ æóÃóäøó Çááøóåó ÔóÏöíÏõ ÇáúÚóÐóÇÈö ﴿ ١٦٥ ﴾

[ 002.165 ] ( MŞ )

İnsanlardan bazısı, Allah’tan başkasını ortaklar (putları ilâh) edinirler. Onlara, Allah’ı sever gibi (saygı duyarak) sevgi beslerler (tapınırlar). Mü’minlerin Allah sevgisi ise, (onların putları sevmesinden) daha fazla (ve sürekli)dir. Eğer (hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putları ilâh edinen o) zâlimler, (kıyâmet günü) azâbı gördükleri zaman, bütün kuvvetin Allah’a âit olduğunu bir bilselerdi, (çok pişman olurlar, Allah’dan başka ilâh edinmezlerdi.) Hakîkaten Allah’ın azâbı çok şiddetlidir. 

[ 002.165 ] ( AY )

İnsanlardan kimi de, Allah’dan gayrısını (putları), O’na emsal koşarlar, Allah’a ibâdet eder gibi putlara tapınırlar ve onlara sevgi beslerler. İman eden kimselerin Allah’a olan sevgisi ise daha kuvvetli ve devamlıdır. Eğer Allah’a ortak koşarak nefislerine zulüm edenler, vaktinde görecekleri azabı bilselerdi, muhakkak bütün kuvvet ve kudretin Allah’ın olduğunu ve azabının çok şiddetli bulunduğunu anlarlardı.

[ 002.165 ] ( EO )

İnsanlardan kimi de Allahdan beride bir takım sınarlar ediniyorlar da onları Allah sever gibi seviyorlar, iman edenler ise Allah için sevgice daha kuvvetlidirler, görselerdi o zulmu edenler: azabı görecekleri vakit hakikaten kuvvet bütün kuvvet Allahındır ve hakikaten Allah çok şedid azablıdır.

[ 002.165 ] ( ES )

İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.

[ 002.165 ] ( NQ )

And of mankind are some who take (for worship) others besides Allah as rivals (to Allah). They love them as they love Allah. But those who believe, love Allah more (than anything else). If only, those who do wrong could see, when they will see the torment, that all power belongs to Allah and that Allah is Severe in punishment.

[ 002.166 ] ( KK )

ÅöÐú ÊóÈóÑøóÃó ÇáøóÐöíäó ÇÊøõÈöÚõæÇ ãöäó ÇáøóÐöíäó ÇÊøóÈóÚõæÇ æóÑóÃóæõÇ ÇáúÚóÐóÇÈó æóÊóÞóØøóÚóÊú Èöåöãõ ÇáúÃóÓúÈóÇÈõ ﴿ ١٦٦ ﴾

[ 002.166 ] ( MŞ )

O zaman (kıyâmet günü), (küfür ve sapıklıkta) kendilerine uyulan (önder)ler, (dünyada) kendilerine tâbi olanlardan hızla uzaklaşacaklardır. (Hepsi) o azâbı görecek ve aralarındaki bağlar kopacaktır. 

[ 002.166 ] ( AY )

O zaman, küfür öncülerinin arkasında gidenler görecekler ki, arkalarına düşüp uydukları kimseler, kendilerinden hızla uzaklaşmıştır. Hepsi o azabı görmüştür ve aralarındaki bağlar da parçalanıp kopmuştur.

[ 002.166 ] ( EO )

o vakit o metbu olanlar azabı görerek tabi olanlardan teberri etmişlerdir, aralarındaki bütün rabıtalar didik didik kopmuştur.

[ 002.166 ] ( ES )

O zaman kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşmışlar ve aralarındaki bütün bağlar parça parça kopmuştur.

[ 002.166 ] ( NQ )

When those who were followed, disown (declare themselves innocent of) those who followed (them), and they see the torment, then all their relations will be cut off from them.

[ 002.167 ] ( KK )

æóÞóÇáó ÇáøóÐöíäó ÇÊøóÈóÚõæÇ áóæú Ãóäøó áóäóÇ ßóÑøóÉð ÝóäóÊóÈóÑøóÃó ãöäúåõãú ßóãóÇ ÊóÈóÑøóÁõæÇ ãöäøóÇ ßóÐóáößó íõÑöíåöãõ Çááøóåõ ÃóÚúãóÇáóåõãú ÍóÓóÑóÇÊò Úóáóíúåöãú æóãóÇ åõãú ÈöÎóÇÑöÌöíäó ãöäó ÇáäøóÇÑö ﴿ ١٦٧ ﴾

[ 002.167 ] ( MŞ )

(Küfür ve sapıklık önderlerine uyanlar) da (o kıyâmet gününde) şöyle derler: “Keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş olsa da onlar (küfür ve sapıklığa sürükleyenler) (bugün) bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsak.” Böylece (yüce) Allah onlara, hasretini çekecekleri (pişmanlıklar duyacakları bütün) işlerini gösterir. Onlar, cehennemden çıkıcılar da değildirler.

[ 002.167 ] ( AY )

Ve öncülere tâbi olanlar da şöyle demektedir: “ Ah! Bizim için dünyaya bir dönüş olaydı da onlar bizden ayrılıp uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.” İşte böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını hasret ve pişmanlıklar hâlinde gösterecektir ve onlar ateşten de çıkacak değillerdir.

[ 002.167 ] ( EO )

Tabi olanlar da şöyle demektedir: Ah bizim için Dünyaya bir dönüş olsa idi de onların bizden teberri ettikleri gibi biz de onlardan teberri etse idir! İşte böyle Allah onlara bütün amellerini üzerlerine yığılmış hasretler halinde gösterecektir ve onlar o ateşten çıkacak değillerdir.

[ 002.167 ] ( ES )

Onlara uyanlar da şöyle demektedirler: "Ah, bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!" İşte böylece Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış hasretler (pişmanlık ve üzüntüler) halinde gösterecektir. Onlar bu ateşten çıkacak değillerdir.

[ 002.167 ] ( NQ )

And those who followed will say: "If only we had one more chance to return (to the worldly life), we would disown (declare ourselves as innocent from) them as they have disowned (declared themselves as innocent from) us." Thus Allah will show them their deeds as regrets for them. And they will never get out of the Fire .

[ 002.168 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáäøóÇÓõ ßõáõæÇ ãöãøóÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ÍóáÇóáÇð ØóíøöÈðÇ æóáÇó ÊóÊøóÈöÚõæÇ ÎõØõæóÇÊö ÇáÔøóíúØóÇäö Åöäøóåõ áóßõãú ÚóÏõæøñ ãõÈöíäñ ﴿ ١٦٨ ﴾

[ 002.168 ] ( MŞ )

Ey insanlar, yeryüzündeki helâl ve temiz olan (nimetlerim)den yiyin ve (helâli bırakıp da harama yönelerek) şeytanın adımlarını takip etmeyin. Çünkü o, hakikaten sizin için apaçık bir düşmandır. 

[ 002.168 ] ( AY )

Ey insanlar, yeryüzündeki şeylerden helâl ve temiz olmak şartıyla yiyin, şeytanın izini takip etmeyin. Çünkü o, hakikaten size apaçık bir düşmandır.

[ 002.168 ] ( EO )

Ey insanlar bütün Arzdakî nimetlerimden halâl olmak, pâk olmak şartiyle yeyin, fakat Şeytanın adımlarına uymayın çünkü o size belli bir düşmandır.

[ 002.168 ] ( ES )

Ey insanlar! Bütün yeryüzündeki nimetlerimden helal olmak, temiz olmak şartıyla yiyin. Fakat şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size belli bir düşmandır.

[ 002.168 ] ( NQ )

O mankind! Eat of that which is lawful and good on the earth, and follow not the footsteps of Shaitan (Satan). Verily, he is to you an open enemy.

[ 002.169 ] ( KK )

ÅöäøóãóÇ íóÃúãõÑõßõãú ÈöÇáÓøõæÁö æóÇáúÝóÍúÔóÇÁö æóÃóäú ÊóÞõæáõæÇ Úóáóì Çááøóåö ãóÇ áÇó ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ١٦٩ ﴾

[ 002.169 ] ( MŞ )

O (şeytan) size dâima kötülüğü, fahşâyı (dinin ve aklın kerih, çirkin gördüğü işi yapmanızı) ve Allah hakkında bilmediğiniz (haram olmayanı haram kılmak gibi) şeyler söylemenizi emreder. 

[ 002.169 ] ( AY )

Şeytan, size ancak kötülüğü, hayasızlığı ve Allah’a karşı bilmiyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.

[ 002.169 ] ( EO )

o size hep çirkin ve murdar işleri emreder ve Allaha karşı bilmediğiniz şeyler söylemenizi ister.

[ 002.169 ] ( ES )

O size hep çirkin ve murdar işleri emreder, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyler söylemenizi ister.

[ 002.169 ] ( NQ )

[Shaitan (Satan)] commands you only what is evil and Fahsha (sinful), and that you should say against Allah what you know not.

[ 002.170 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ Þöíáó áóåõãõ ÇÊøóÈöÚõæÇ ãóÇ ÃóäúÒóáó Çááøóåõ ÞóÇáõæÇ Èóáú äóÊøóÈöÚõ ãóÇ ÃóáúÝóíúäóÇ Úóáóíúåö ÂÈóÇÁóäóÇ Ãóæ óáóæú ßóÇäó ÂÈóÇÄõåõãú áÇó íóÚúÞöáõæäó ÔóíúÆðÇ æóáÇó íóåúÊóÏõæäó ﴿ ١٧٠ ﴾

[ 002.170 ] ( MŞ )

Onlara (Müşriklere): “Allah’ın indirdiğine (Kur’ân’daki helâl ve harama) uyun!” denilince, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (din)e, uyarız!” derler. Ya ataları (din konusunda) bir şey düşünmeyen ve hak yolu bulamayan kimseler idiyseler? (Bu durumda yine atalarının yoluna devam mı edecekler?) 

[ 002.170 ] ( AY )

O müşriklere: “Allah’ın indirdiğine (Kur’ân’daki helâl ve harama) inanın ve tâbi olun.” denildiği zaman onlar: “Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa ona uyarız.” dediler. Ya ataları bir şey anlıyamaz ve doğruyu seçemez idiyseler de mi? (onlara uyacaklar).

[ 002.170 ] ( EO )

Allahın indirdiğine uyun denildiği vakit de onlara yok dediler: Atalarımızı neyin üzerinde bulduksa ona uyarız, ya ataları bir şeye akl erdiremez ve doğruyu seçemez idiseler demi?

[ 002.170 ] ( ES )

Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun." dendiği vakit de: "Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız." dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?

[ 002.170 ] ( NQ )

When it is said to them: "Follow what Allah has sent down." They say: "Nay! We shall follow what we found our fathers following." (Would they do that!) Even though their fathers did not understand anything nor were they guided?

[ 002.171 ] ( KK )

æóãóËóáõ ÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ßóãóËóáö ÇáøóÐöí íóäúÚöÞõ ÈöãóÇ áÇó íóÓúãóÚõ ÅöáÇøó ÏõÚóÇÁð æóäöÏóÇÁð Õõãøñ Èõßúãñ Úõãúíñ Ýóåõãú áÇó íóÚúÞöáõæäó ﴿ ١٧١ ﴾

[ 002.171 ] ( MŞ )

(Resûlüme indirilen Kur’ân’a inanmayan) o kâfirlerin hâli, tıpkı bağırma ve çağırmadan başka bir şey duymayan (hayvan)lara seslenen (bir çoban)ın hâli gibidir. (Onlar,) sağırdırlar (İslâm’ın getirdiği hakkı işitmezler), dilsizdirler (hakkı ve hayrı söylemezler), kördürler (hidâyet yolunu görmezler). Artık (bu durumda) onlar, (hak yol olan İslâm üzerinde) düşünmezler.
(Yukarıdaki âyet-i kerîmede “kâfirleri hakka davet eden kimse”, çobana benzetilmiştir. Böylece çoban, hakka davet eden kimsenin yerine geçmiş olur ki, o kimse de Peygamber “aleyhissselâm” ile hakka çağıran diğer kimselerdir. Bu durumda kâfirler, kendisine bağırılıp çağırılan davarlar yeri­nde kullanılmıştır. Şöyle ki: Hayvan­lar sesi duyarlar, fakat ne denildiğini anlamazlar. Kâfirler de Hazret-i Peygamber’in sesini ve sözlerini duyar, fakat bunlardan faydalanmazlar. Bk. Beydâvî ve Râzî)

[ 002.171 ] ( AY )

(Kur’ân’a inanmıyan) kâfirler, çobanın hayvanlarına benzerler. Çobanın sözünü anlamazlar; ancak bağırıp çağırışını işitirler. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Kur’ân’ı işitip anlamazlar.

[ 002.171 ] ( EO )

o kâfirlerin meseli bir çağırma veya bağırmadan başkasını duymaz bir kulakla haykıranın hâline benzer, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.

[ 002.171 ] ( ES )

O kâfirlerin hali, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın haline benzer; onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.

[ 002.171 ] ( NQ )

And the example of those who disbelieve, is as that of him who shouts to the (flock of sheep) that hears nothing but calls and cries. (They are) deaf, dumb and blind. So they do not understand.

[ 002.172 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ßõáõæÇ ãöäú ØóíøöÈóÇÊö ãóÇ ÑóÒóÞúäóÇßõãú æóÇÔúßõÑõæÇ áöáøóåö Åöäú ßõäúÊõãú ÅöíøóÇåõ ÊóÚúÈõÏõæäó ﴿ ١٧٢ ﴾

[ 002.172 ] ( MŞ )

Ey Mü’minler, size verdiğim rızıkların temiz (helâl)lerinden yiyin. (Gönderdiği rızık ve helâl kıldıklarına karşı) Allah’a şükredin, eğer (hakikaten) O’na ibâdet ediyorsanız. (Allahü teâlâ buyuruyor: “Bu insan ve cinler bana karşı çok nankördürler. Ben yaratıyorum, onlar başkasına tapıyorlar. Ben rızık veriyorum, onlar başkasına şükrediyorlar.” Hadîs-i Kudsî: Bk. Deylemî, Firdevs, 3/166.)

[ 002.172 ] ( AY )

Ey mü'minler, size verdiğim rızıkların temiz ve helâlından yeyin ve Allah’a şükredin, eğer hakikaten ona tapıyorsanız.

[ 002.172 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler! size kısmet ettiğimiz rızıkların hoşlarından yeyin ve Allaha şükreyleyin eğer ancak ona tapıyorsanız.

[ 002.172 ] ( ES )

Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah'a şükredin, eğer yalnız O'na kulluk ediyorsanız.

[ 002.172 ] ( NQ )

O you who believe (in the Oneness of Allah - Islamic Monotheism)! Eat of the lawful things that We have provided you with, and be grateful to Allah, if it is indeed He Whom you worship.

[ 002.173 ] ( KK )

ÅöäøóãóÇ ÍóÑøóãó Úóáóíúßõãõ ÇáúãóíúÊóÉó æóÇáÏøóãó æóáóÍúãó ÇáúÎöäÒöíÑö æóãóÇ Ãõåöáøó Èöåö áöÛóíúÑö Çááøóåö Ýóãóäö ÇÖúØõÑøó ÛóíúÑó ÈóÇÛò æóáÇó ÚóÇÏò ÝóáÇó ÅöËúãó Úóáóíúåö Åöäøó Çááøóåó ÛóÝõæÑñ ÑóÍöíãñ ﴿ ١٧٣ ﴾

[ 002.173 ] ( MŞ )

Şüphesiz Allah size, ölü hayvan etini, (akan) kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası için kesilen (hayvanlar)ı haram kıldı. Fakat kim (helâk olacak derecede) mecbur kalırsa, bâgî olmamak (kimsenin hakkına tecavüz etmemek veya ihtiyacından fazlasını yememek) ve sanırı aşmamak (zarûret sınırından fazlasını yememek veya yol kesici olmamak) şartıyla, (bunları yemesinde) bir günah yoktur. Muhakkak ki Allah, gafûr (büyük günahları bağışlayan Allah, zarûret durumunda zarûret sınırını aşmamak kaydıyla haram kılınanlardan yiyenin günahını çok bağışlayıcı) (ve) rahîm (kendisine itâat edene çok rahmet edici)dir. 

[ 002.173 ] ( AY )

Allah size, (eti yenen hayvanlardan) boğazlanmaksızın ölmüş olanı, akan kanı, domuz etini ve Allah’dan başkası için (putlar ve şahıslar adına) kesilenleri, kesin olarak haram kıldı. Fakat helâk olacak derecede darlığa düşen kimse, helâl benimsemiyerek ve hududu aşmıyarak (zarurî ihtiyacını giderecek kadar) bu haram şeylerden yiyebilir, ona bir günah yoktur. Şüphesiz ki, Allah Gafûr’dur = çok bağışlayıcıdır, Rahîm’dir= çok merhamet edicidir.

[ 002.173 ] ( EO )

o size yalnız şunları haram kıldı: meyte, kan, hınzır eti, bir de.
Allahın gayrisinin namına kesilen; sonra kim bunlardan yemeğe muztar kalırsa diğerin hakkına tecavüz etmemek ve zaruret mıkdarını geçmemek şartile ona da günah yükletilmez, çünkü Allah gafur, rahîmdir.

[ 002.173 ] ( ES )

O, size yalnız şunları haram kıldı: Ölü hayvan, kan, domuz eti, bir de Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek şartıyla ona da bir günah yükletilmez. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

[ 002.173 ] ( NQ )

He has forbidden you only the Maytatah (dead animals), and blood, and the flesh of swine, and that which is slaughtered as a scrifice for others than Allah (or has been slaughtered for idols, etc., on which Allah's Name has not been mentioned while slaughtering). But if one is forced by necessity without wilful disobedience nor transgressing due limits, then there is no sin on him. Truly, Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

[ 002.174 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó íóßúÊõãõæäó ãóÇ ÃóäúÒóáó Çááøóåõ ãöäó ÇáúßöÊóÇÈö æóíóÔúÊóÑõæäó Èöåö ËóãóäðÇ ÞóáöíáÇð ÃõæáóÆößó ãóÇ íóÃúßõáõæäó Ýöí ÈõØõæäöåöãú ÅöáÇøó ÇáäøóÇÑó æóáÇó íõßóáøöãõåõãõ Çááøóåõ íóæúãó ÇáúÞöíóÇãóÉö æóáÇó íõÒóßøöíåöãú æóáóåõãú ÚóÐóÇÈñ Ãóáöíãñ ﴿ ١٧٤ ﴾

[ 002.174 ] ( MŞ )

O kimseler (Yahûdiler) ki, Allah’ın indirdiği Kitap (Tevrât)’tan (Muhammed “aleyhisselâm” ve onun tebliğ ettiği dinle ilgili haberleri) gizlerler ve onu az bir paraya (dünya menfaati için îman ve itâati terk etme karşılığında) satarlar. İşte onlar, (bu alış verişlerinde) karınlarına ateşten başka bir şey koymuş olmazlar. Kıyâmet günü (yüce) Allah, onlarla ne konuşur ve ne de onları (günah pisliğinden) temizler. (Çünkü o gün Allah onlara gazap eder.) Onlar için çok acıklı bir azap vardır. 

[ 002.174 ] ( AY )

Allah’ın indirdiği kitap (Tevrât) dan Hazret-i Peygamberin vasfını gizleyipte bununla biraz para alanlar var ya, kıyâmet gününde, yedikleri rüşvet, onların karınlarında ancak ateş olur. Kıyâmet günü Allah onlarla ne konuşur, ne de onları temize çıkarır. Onlara yalnız acıklı bir azap vardır.

[ 002.174 ] ( EO )

Allahın indirdiği kitabdan bir şeyi ketmedib de bununla biraz para alanlar muhakkak ki onlar karınlarında ateşden başka bir şey yemezler ve kıyamet günü Allah onlara ne söyler ne de kendilerini tezkiye eder, onlara bir «azabı elim» vardır.

[ 002.174 ] ( ES )

Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alanlar gerçekten karınları dolusu ateşten başka birşey yemezler. Kıyamet günü Allah onlara ne söz söyler, ne de kendilerini temize çıkarır. Onlara sadece acı veren bir azab vardır.

[ 002.174 ] ( NQ )

Verily, those who conceal what Allah has sent down of the Book, and purchase a small gain therewith (of worldly things), they eat into their bellies nothing but fire. Allah will not speak to them on the Day of Resurrection, nor purify them, and theirs will be a painful torment.

[ 002.175 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó ÇáøóÐöíäó ÇÔúÊóÑóæõÇ ÇáÖøóáÇóáóÉó ÈöÇáúåõÏóì æóÇáúÚóÐóÇÈó ÈöÇáúãóÛúÝöÑóÉö ÝóãóÇ ÃóÕúÈóÑóåõãú Úóáóì ÇáäøóÇÑö ﴿ ١٧٥ ﴾

[ 002.175 ] ( MŞ )

Onlar (Yahûdiler) hidâyet karşılığında (hak yoldan) sapmayı, mağfiret karşılığında azâbı satın almışlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da sabırlı (dayanıklı)dırlar! (Ateşi gerektirecek şeyler yapmaları ne kötüdür!) 

[ 002.175 ] ( AY )

Onlar, hak yolu bırakıp sapıklığı, mağfiret yerine azâbı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe ne de sabırlıdırlar!...

[ 002.175 ] ( EO )

Onlar işte hidayeti verib dalâleti, mağfireti bırakıb azabı satın alan kimseler, bunlar ateşe ne sabırlı şeyler!

[ 002.175 ] ( ES )

İşte onlar, hidayeti verip sapıklığı, affedilmeyi bırakıp azabı satın alan kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar!

[ 002.175 ] ( NQ )

Those are they who have purchased error at the price of Guidance, and torment at the price of Forgiveness. So how bold they are (for evil deeds which will push them) to the Fire.

[ 002.176 ] ( KK )

Ðóáößó ÈöÃóäøó Çááøóåó äóÒøóáó ÇáúßöÊóÇÈó ÈöÇáúÍóÞøö æóÅöäøó ÇáøóÐöíäó ÇÎúÊóáóÝõæÇ Ýöí ÇáúßöÊóÇÈö áóÝöí ÔöÞóÇÞò ÈóÚöíÏò ﴿ ١٧٦ ﴾

[ 002.176 ] ( MŞ )

(Onlara yalanlama veya gizleme karşılığında verilen) bu (azap), Allah’ın Kitab’ı hak olarak indirmesi sebebiyledir. Şüphesiz Kitap’ta(ki hükümlerin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek suretiyle veya Kitaplara îman konusunda) ihtilâfa düşenler, elbette (hakdan) uzak (derin) bir ayrılık içindedirler.
(Bundan sonraki (2/177) âyet-i kerîme, Yahûdi ve Hıristiyanların namazlarda yüzlerini doğu ve batı tarafına çevirmelerinin iyilik olduğunu iddia etmelerinden dolayı onları reddetmek için inmiştir. Bk. Beydâvî ve Celâleyn.) 

[ 002.176 ] ( AY )

Bu azâbın sebebi şudur: Çünkü Allah,’ın hak olarak gönderdiği kitabın hükmünü gizlediler. Kitabın bir kısmını ikrar ve bir kısmını inkâr etmek sûretiyle ihtilâfa düşenler, hakdan uzak bir ayrılık içindedirler.

[ 002.176 ] ( EO )

Zira şüphesiz ki Allah kitabı sebebi hak ile indirdi, kitabda ıhtilâf edenler ise şüphesiz haktan uzak bir şıkak içindedirler.

[ 002.176 ] ( ES )

Şüphesiz ki Allah kitabı hak bir sebeple indirmiştir. Kitap hakkında ihtilafa düşenler ise, şüphesiz haktan uzak, bir anlaşmazlık içindedirler.

[ 002.176 ] ( NQ )

That is because Allah has sent down the Book (the Qur'an) in truth. And verily, those who disputed as regards the Book are far away in opposition.

[ 002.177 ] ( KK )

áóíúÓó ÇáúÈöÑøó Ãóäú ÊõæóáøõæÇ æõÌõæåóßõãú ÞöÈóáó ÇáúãóÔúÑöÞö æóÇáúãóÛúÑöÈö æóáóßöäøó ÇáúÈöÑøó ãóäú Âãóäó ÈöÇááøóåö æóÇáúíóæúãö ÇáúÂÎöÑö æóÇáúãóáóÆößóÉö æóÇáúßöÊóÇÈö æóÇáäøóÈöíøöíäó æóÂÊóì ÇáúãóÇáó Úóáóì ÍõÈøöåö Ðóæöí ÇáúÞõÑúÈóì æóÇáúíóÊóÇãóì æóÇáúãóÓóÇßöíäó æóÇÈúäó ÇáÓøóÈöíáö æóÇáÓøóÇÆöáöíäó æóÝöí ÇáÑøöÞóÇÈö æóÃóÞóÇãó ÇáÕøóáóæÉó æóÂÊóì ÇáÒøóßóæÉó æóÇáúãõæÝõæäó ÈöÚóåúÏöåöãú ÅöÐóÇ ÚóÇåóÏõæÇ æóÇáÕøóÇÈöÑöíäó Ýöí ÇáúÈóÃúÓóÇÁö æóÇáÖøóÑøóÇÁö æóÍöíäó ÇáúÈóÃúÓö ÃõæáóÆößó ÇáøóÐöíäó ÕóÏóÞõæÇ æóÃõæáóÆößó åõãõ ÇáúãõÊøóÞõæäó ﴿ ١٧٧ ﴾

[ 002.177 ] ( MŞ )

(Resûlüm söyle:) İyilik, (namazda) yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik (o kimselerin yaptığı iyiliktir ki onlar:) Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitâb’a (Kitaplara) ve peygamberlere îman eden; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere veren; namazı kılan, zekâtı veren, andlaşma yaptıkları zaman andlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenlerdir. İşte onlar (bu vasıfları taşıyanlar, dinde, hakka uymada ve iyilik talebinde) sâdık (dosdoğru olan)lardır ve işte onlar, (her türlü küfür ve sapıklıktan korunmuş) takva sâhibi olanların ta kendileridir! 

[ 002.177 ] ( AY )

Yüzlerinizi (namazda) doğu ve batı tarafına çevirmeniz hayır ve tâat değildir. Fakat hayır ve ibâdet, Allah’a, âhirete, meleklere, Allah’ın indirdiği kitablara ve peygamberlere îman edenin ibâdetidir ve Allah sevgisi üzere, yahut mala olan sevgisine rağmen, malı (fakir) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere, köle ve esirlere (kurtulmaları için) harcayan, namazı gereği üzere kılan ve zekâtı veren kimsenin; ahidleştikleri zaman sözlerine sâdık kalanların, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde, cihad ve savaşlarda sabredenlerin hayrıdır. İşte, bu vasıfları taşıyanlar, hakka uyan sâdıklardır ve bunlar takva sahipleridir.

[ 002.177 ] ( EO )

Erginlik değil: yüzlerinizi kâh gün doğu tarafına çevirmeniz kâh batı, ve lâkin eren o kimsedir ki Allaha, Ahıret gününe, Melâikeye, Kitaba ve bütün Peygamberlere iman edip karabeti olanlara, öksüzlere, bîçarelere yolda kalmışa, dilenenlere ve esirler uğrunda seve seve mal vermekte, hem namazı kılmakta hem zekâtı vermekte, bir de andlaştıkları vakit ahidlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık hallerinde ve harbin şiddeti zamanında sabr-ü sebat edenler işte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan müttekiler.

[ 002.177 ] ( ES )

Yüzlerinizi bazan doğu, bazan batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir. Fakat eren o kimselerdir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Bir de andlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır.

[ 002.177 ] ( NQ )

It is not Al-Birr (piety, righteousness, and each and every act of obedience to Allah, etc.) that you turn your faces towards east and (or) west (in prayers); but Al-Birr is (the quality of) the one who believes in Allah, the Last Day, the Angels, the Book, the Prophets and gives his wealth, in spite of love for it, to the kinsfolk, to the orphans, and to Al-Masakin (the poor), and to the wayfarer, and to those who ask, and to set slaves free, performs As-Salat(Iqamat-as-Salat), and gives the Zakat, and who fulfill their covenant when they make it, and who are As-Sabirin(the patient ones, etc.) in extreme poverty and ailment (disease) and at the time of fighting (during the battles). Such are the people of the truth and they are Al-Muttaqun (pious - see V.2:2).

[ 002.178 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ßõÊöÈó Úóáóíúßõãõ ÇáúÞöÕóÇÕõ Ýöí ÇáúÞóÊúáóì ÇáúÍõÑøõ ÈöÇáúÍõÑøö æóÇáúÚóÈúÏõ ÈöÇáúÚóÈúÏö æóÇáúÃõäúËóì ÈöÇáúÃõäúËóì Ýóãóäú ÚõÝöíó áóåõ ãöäú ÃóÎöíåö ÔóíúÁñ ÝóÇÊøöÈóÇÚñ ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö æóÃóÏóÇÁñ Åöáóíúåö ÈöÅöÍúÓóÇäò Ðóáößó ÊóÎúÝöíÝñ ãöäú ÑóÈøößõãú æóÑóÍúãóÉñ Ýóãóäö ÇÚúÊóÏóì ÈóÚúÏó Ðóáößó Ýóáóåõ ÚóÐóÇÈñ Ãóáöíãñ ﴿ ١٧٨ ﴾

[ 002.178 ] ( MŞ )

Ey îman edenler, (kasden) öldürülenler hakkında (ölünün velisi/yakını ölüm cezası talebinde bulunduğu takdirde, hukuk ve mahkeme kararı yoluyla) kısas (kâtile ölüm cezası verilmesi) size (devlet başkanı veya onun yetki verdiği kuruma) yazıldı (farz kılındı). Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (kısas olunur, yani öldürdüğüne karşılık öldürülür). Kâtil (öldüren), ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, örfe uyması ve ona (affeden kardeşine) güzel bir şekilde (diyet) ödemesi gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan (af ettikten ve diyeti aldıktan) sonra (kâtile veya akrabasına düşmanlık yapar ve) saldırırsa, artık onun için (dünya ve âhirette) elem verici bir (ceza ve) azap vardır. 

[ 002.178 ] ( AY )

Ey îman edenler! (kasden) öldürülmüşler için size kısas (misilleme yapmak) farz kılındı: Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas olunur. (ölen müslüman olduğu hâlde, öldüren hür, köle ve kadın, her kimse kısas olunur, yani öldürdüğüne karşılık öldürülür.) Öldürülmüş olanın kardeşinden (verese ve velisinden) kâtilin lehine olarak bir şey bağışlansa da kısas düşürülse, ölünün velisi, hakkından ziyade olmıyarak, örfe göre diyet almalıdır; kâtil de maktulün velisine, icap eden diyeti güzel bir şekilde ödemelidir. İşte böyle afvederek diyet almak, Rabbiniz tarafından size bir hafiflik ve merhamettir. Kim bu bağışlama ve diyet alıştan sonra, kâtil ile veya kâtilin akrabasıyla düşmanlık yaparak tecavüzde bulunursa, onun için âhirette çok acıklı bir azap vardır.

[ 002.178 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler! Maktuller hakkında üzerinize kısas yazıldı: hürre hür, köleye köle, dişiye dişi, bunun üzerine her kim kardeşinden cüz'î bir afve mazhar olursa o vakit vazife birinin o marufu takib etmesi birinin de ona borcunu güzellikle ödemesidir bu, rabbınızdan bir tahfif ve bir rahmettir, her kim bunun arkasından yine tecavüz ederse artık ona elîm bir azab vardır.

[ 002.178 ] ( ES )

Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır.

[ 002.178 ] ( NQ )

O you who believe! Al-Qisas (the Law of Equality in punishment) is prescribed for you in case of murder: the free for the free, the slave for the slave, and the female for the female. But if the killer is forgiven by the brother (or the relatives, etc.) of the killed against blood money, then adhering to it with fairness and payment of the blood money, to the heir should be made in fairness. This is an alleviation and a mercy from your Lord. So after this whoever transgresses the limits (i.e. kills the killer after taking the blood money), he shall have a painful torment.

[ 002.179 ] ( KK )

æóáóßõãú Ýöí ÇáúÞöÕóÇÕö ÍóíóÇÉñ íóÇ Ãõæáöí ÇáúÃóáúÈóÇÈö áóÚóáøóßõãú ÊóÊøóÞõæäó ﴿ ١٧٩ ﴾

[ 002.179 ] ( MŞ )

Ey akıl sâhipleri! Kısasta (ölüm cezasının verilmesinde) sizin için hayat vardır. (Çünkü öl­dürmeyi düşünen kişiyle, öldürülmesi düşünülen kişinin hayatta kalmaları söz konusudur. Şöyle ki, öldürme se­bebiyle meydana gelen fitne büyür, böylece o fitne bir grup insanın öldürülmesine yol açar. Hâlbuki kısâsın meşru olduğu göz önüne alındığında, caydırıcılık etkisiyle bunlar meydana gelmez. Bunların olmaması, herkesin hayatta kalması demektir.) Artık, (kısas korkusundan dolayı adam öldürmekten) sakınırsınız.

[ 002.179 ] ( AY )

Bu kısasta sizin için bir hayat vardır, ey tam akıl sahipleri! Gerek ki, haksız adam öldürmekten korunursunuz.

[ 002.179 ] ( EO )

Hem kısasta size bir hayat vardır ey temiz aklı temiz özü olanlar! gerek ki korunursunuz.

[ 002.179 ] ( ES )

Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz.

[ 002.179 ] ( NQ )

And there is (a saving of) life for you in Al-Qisas (the Law of Equality in punishment), O men of understanding, that you may become Al-Muttaqun (the pious - see V.2:2).

[ 002.180 ] ( KK )

ßõÊöÈó Úóáóíúßõãú ÅöÐóÇ ÍóÖóÑó ÃóÍóÏóßõãõ ÇáúãóæúÊõ Åöäú ÊóÑóßó ÎóíúÑðÇ ÇáúæóÕöíøóÉõ áöáúæóÇáöÏóíúäö æóÇáúÃóÞúÑóÈöíäó ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö ÍóÞøðÇ Úóáóì ÇáúãõÊøóÞöíäó ﴿ ١٨٠ ﴾

[ 002.180 ] ( MŞ )

Birinize ölüm geldiği (alâmetleri belirdiği) zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa, anaya, babaya, akrabasına uygun (malının üçte birinden çok olmayacak) bir şekilde vasiyet etmesi, takva sâhipleri için bir hak olarak size yazıldı (farz kılındı).
(Bu âyet-i kerîme’nin [2/180] hükmü, Nisâ sûresindeki mîras âyeti [4/11] ile nesh edilmiş, kaldırılmıştır.) 

[ 002.180 ] ( AY )

Sizden birinize ölüm alâmetleri belirdiği zaman, eğer geriye mal bırakacaksa, babasına, anasına ve akrabasına malının üçte birinden çok olmıyacak şekilde vasiyyet etmek farz kılındı. Bu vasiyyet, ebeveyn ve akrabasını mahrum etmemek için takva sahiplerine hak oldu. (Bu âyeti kerîmenin hükmü, daha ileride gelecek olan Nisâ sûresindeki mirâs âyeti ile kaldırılmış, nesh edilmiştir.)

[ 002.180 ] ( EO )

Birinize ölüm geldiği vakit bir hayır -bir mal- bırakacaksa, babası ve anası ve en yakın akrıbası için meşrubir surette vasıyyet etmek müttekiler üzerine icrası vacib bir hak olarak üzerinize yazıldı.

[ 002.180 ] ( ES )

Birinize ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek, Allah'tan korkan kimseler üzerine yerine getirilmesi vacib bir hak olarak size farz kılındı.

[ 002.180 ] ( NQ )

It is prescribed for you, when death approaches any of you, if he leaves wealth, that he make a bequest to parents and next of kin, according to reasonable manners. (This is) a duty upon Al-Muttaqun (the pious - see V.2:2).

[ 002.181 ] ( KK )

Ýóãóäú ÈóÏøóáóåõ ÈóÚúÏóãóÇ ÓóãöÚóåõ ÝóÅöäøóãóÇ ÅöËúãõåõ Úóáóì ÇáøóÐöíäó íõÈóÏøöáõæäóåõ Åöäøó Çááøóåó ÓóãöíÚñ Úóáöíãñ ﴿ ١٨١ ﴾

[ 002.181 ] ( MŞ )

Her kim (şâhid veya vasî) bunu işittikten sonra, onu (vasiyeti) değiştirirse, bunun günahı, onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah, (her şeyi) işitici (ve) (her şeyi hakkıyla) bilicidir. 

[ 002.181 ] ( AY )

Artık ölünün vasiyyetini işittikten sonra onu değiştirenin günahı ölüye değil, değiştirenin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah vasıyyet edenin vasiyyetini işitici ve vasiyyeti değiştirenin işini bilicidir.

[ 002.181 ] ( EO )

imdi her kim bunu duyduktan sonra onu değiştirirse her halde vebali sırf o değiştirenlerin boyunadır şüphe yok ki Allah işidir bilir.

[ 002.181 ] ( ES )

Şimdi her kim, bunu duyduktan sonra onu değiştirirse, her haldevebali, sırf o değiştirenlerin boynunadır. Şüphe yok ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.

[ 002.181 ] ( NQ )

Then whoever changes the bequest after hearing it, the sin shall be on those who make the change. Truly, Allah is All-Hearer, All-Knower.

[ 002.182 ] ( KK )

Ýóãóäú ÎóÇÝó ãöäú ãõæÕò ÌóäóÝðÇ Ãóæú ÅöËúãðÇ ÝóÃóÕúáóÍó Èóíúäóåõãú ÝóáÇó ÅöËúãó Úóáóíúåö Åöäøó Çááøóåó ÛóÝõæÑñ ÑóÍöíãñ ﴿ ١٨٢ ﴾

[ 002.182 ] ( MŞ )

Kim de vasiyet edenin (haktan bâtıla kayarak) bir hata veya (üçte birinden fazlasını vererek yahut sadece zengine tahsisi kastederek) günah işlemesinden korkar da (tarafların) aralarını (adâletle) düzeltirse, ona günah yoktur. Allah, gafûr (günahları çok bağışlayıcı) (ve) rahîm (kendisine itâat edene çok merhamet edici)dir. 

[ 002.182 ] ( AY )

Kim vasiyyet edenin bir hata etmesinden veya bir günaha girmesinden endişe eder de iki tarafın arasını düzeltirse, ona hiç bir günah yoktur. Allah, hakkı yerine getireni bağışlayıcı ve emrine itâat edene merhamet edicidir.

[ 002.182 ] ( EO )

her kim de vasıyyet edenin bir hata etmesinden veya bir günaha girmesinden endişe eder ve tarafeynin aralarını düzeltirse ona vebal yoktur, şüphesiz Allah gafur, rahîmdir.

[ 002.182 ] ( ES )

Her kim de vasiyet edenin, bir hata işlemesinden veya bir günaha girmesinden endişe eder de tarafların arasını düzeltirse, ona bir vebal yoktur. Şüphesiz ki, Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

[ 002.182 ] ( NQ )

But he who fears from a testator some unjust act or wrong-doing, and thereupon he makes peace between the parties concerned, there shall be no sin on him. Certainly, Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

[ 002.183 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ßõÊöÈó Úóáóíúßõãõ ÇáÕøöíóÇãõ ßóãóÇ ßõÊöÈó Úóáóì ÇáøóÐöíäó ãöäú ÞóÈúáößõãú áóÚóáøóßõãú ÊóÊøóÞõæäó ﴿ ١٨٣ ﴾

[ 002.183 ] ( MŞ )

Ey îman edenler, sizden önceki (peygamber ve ümmet)lere yazıldığı (farz kılındığı) gibi, (günahlardan) korunmanız için sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı).

[ 002.183 ] ( AY )

Ey mü'minler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de oruç farz kılındı. Gerek ki oruç sayesinde fenalıklardan korunasınız.

[ 002.183 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler! Üzerlerinize oruc yazıldı, netekim sizden evvelkilere yazılmıştı gerek ki korunursunuz.

[ 002.183 ] ( ES )

Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.

[ 002.183 ] ( NQ )

O you who believe! Observing As-Saum (the fasting) is prescribed for you as it was prescribed for those before you, that you may become Al-Muttaqun (the pious - see V.2:2).

[ 002.184 ] ( KK )

ÃóíøóÇãðÇ ãóÚúÏõæÏóÇÊò Ýóãóäú ßóÇäó ãöäúßõãú ãóÑöíÖðÇ Ãóæú Úóáóì ÓóÝóÑò ÝóÚöÏøóÉñ ãöäú ÃóíøóÇãò ÃõÎóÑó æóÚóáóì ÇáøóÐöíäó íõØöíÞõæäóåõ ÝöÏúíóÉñ ØóÚóÇãõ ãöÓúßöíäò Ýóãóäú ÊóØóæøóÚó ÎóíúÑðÇ Ýóåõæó ÎóíúÑñ áóåõ æóÃóäú ÊóÕõæãõæÇ ÎóíúÑñ áóßõãú Åöäú ßõäúÊõãú ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ١٨٤ ﴾

[ 002.184 ] ( MŞ )

(Size farz kılınan oruç), sayılı (az veya belli bir sayıyla sınırlanmış) günlerde (Ramazan ayında)dır. (O günlerde) sizden kim hasta olur veya yolculukta bulunur (da oruç tutamaz)sa, tutamadığı günler sayısınca (sıhhatli olduğu veya yolcu olmadığı) başka günlerde (tutar, kaza eder). (Oruç tutmaya) gücü yetenler, (herhangi bir özrü olmadığı hâlde oruç tutmakta zorluk çekenler1 veya yaşlılık, şifa bulması ümit edilmeyen bir hastalık gibi oruç tutmaya gücü yetmeyenler) üzerine de (her gün için) bir yoksulu (iki öğün) doyuracak kadar bir fidye (bir fıtra) vermeleri gerekir. Her kim içinden gelerek bir iyilik yaparsa (fidyeyi çok verir veya hem oruç tutar, hem de fidye verirse) o, kendisi için daha iyidir. Bununla beraber eğer (orucun faziletini) bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
1 (Müslümanlar, İslâm’ın ilk zamanlarında oruçla fidye arasında serbestiler. Sonra orucun “Sizden kim, o aya [Ramazan ayına] yetişirse, onda oruç tutsun.” [2/185] âyeti ile yukarıdaki âyetin [(Oruç tutmaya) gücü yetenler, (herhangi bir özrü olmadığı hâlde oruç tutmakta zorluk çekenler… üzerine de (her gün için) bir yoksulu (iki öğün) doyuracak kadar fidye (bir fıtra) vermeleri gerekir…] kısmı, neshedilmiştir. Bk. Celâleyn, Beydâvî, Kurtubî ve Râzî.)

[ 002.184 ] ( AY )

O, size farz kılınan oruç sayılı günlerdir. O günlerde sizden kim hasta, yahut seferde olur da iftar ederse, tutamadığı günler sayısınca sıhhat bulduğu ve rahat ettiği başka günlerde oruç tutar. Fazla ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle oruç tutmaya güç yetiremiyenler üzerine, bir yoksul doyuracak kadar fidye vermek lâzımdır. Bununla beraber kim fidyeyi çok verir, yahut hem oruç tutar, hem de fidye verirse onun için daha hayırlı olur. Size seferde orucu bozmak ve yaşlı hâlinizde fidye vermek izni verilmişken yine oruç tutsanız hakkınızda hayırlıdır, eğer orucun faziletini bilirseniz.

[ 002.184 ] ( EO )

Sayılı günler, içinizden hasta olan veya seferde bulunan ise diğer günlerden sayısınca, ona dayanıb kalacaklar üzerine de fidye: bir miskin doyumu, her kim de hayrına fidyeyi artırırsa hakkında daha hayırlıdır, bununla beraber oruc tutmanız sizin için daha hayırlıdır eğer bilirseniz.

[ 002.184 ] ( ES )

(Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

[ 002.184 ] ( NQ )

[Observing Saum (fasts)] for a fixed number of days, but if any of you is ill or on a journey, the same number (should be made up) from other days. And as for those who can fast with difficulty, (e.g. an old man, etc.), they have (a choice either to fast or) to feed a Miskin (poor person) (for every day). But whoever does good of his own accord, it is better for him. And that you fast, it is better for you if only you know.

[ 002.185 ] ( KK )

ÔóåúÑõ ÑóãóÖóÇäó ÇáøóÐöí ÃõäúÒöáó Ýöíåö ÇáúÞõÑúÂäõ åõÏðì áöáäøóÇÓö æóÈóíøöäóÇÊò ãöäó ÇáúåõÏóì æóÇáúÝõÑúÞóÇäö Ýóãóäú ÔóåöÏó ãöäúßõãõ ÇáÔøóåúÑó ÝóáúíóÕõãúåõ æóãóäú ßóÇäó ãóÑöíÖðÇ Ãóæú Úóáóì ÓóÝóÑò ÝóÚöÏøóÉñ ãöäú ÃóíøóÇãò ÃõÎóÑó íõÑöíÏõ Çááøóåõ Èößõãõ ÇáúíõÓúÑó æóáÇó íõÑöíÏõ Èößõãú ÇáúÚõÓúÑó æóáöÊõßúãöáõæÇ ÇáúÚöÏøóÉó æóáöÊõßóÈøöÑõæÇ Çááøóåó Úóáóì ãóÇ åóÏóÇßõãú æóáóÚóáøóßõãú ÊóÔúßõÑõæäó ﴿ ١٨٥ ﴾

[ 002.185 ] ( MŞ )

(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, onda Kur’ân(-ı Kerîm’in tamamı Kadir gecesinde Levh-ı Mahfûz’dan dünya semâsına, oradan da peyderpey Muhammed “aleyhisselâm”a) indirildi. (O Kur’ân,) insanlar için bir hidâyet (kaynağı, eğri yollardan kurtarıcı, Allahü teâlâ’nın râzı olduğu yolu gösterici bir rehber)dir. (O Kur’ân, bir) hidâyet ve furkân (hak ile bâtılı; helâl ile haramı ayırıcı) olmak üzere beyyineler (açık, kesin, şeksiz ve şüphesiz âyetler, deliller)dir. Sizden kim, o aya (Ramazan ayına) yetişirse, onda oruç tutsun. Kim hasta olur veya seferde (yolculukta) bulunur (da oruç tutamaz)sa, tutamadığı günler sayısınca (sıhhatli olduğu veya yolcu olmadığı) başka günlerde oruç tutsun (orucunu kaza etsin). (Yüce) Allah, sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. (Bu kolaylıklar,) sayıyı tamamlamanız (kaza borcunu ödemeniz), sizi hidâyete erdirdiğinden dolayı Allah’ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) ve (Allah’a) şükretmeniz için (meşru olmuş, câiz kılınmış)tır. 

[ 002.185 ] ( AY )

O sayılı günler Ramazan ayıdır ki, Kur’ân o ay içinde indirilmiştir. O Kur’ân, insanları hakka ulaştırır, helâl ile haramda ve din hükümlerinde hakkı batıldan ayırır. Sizden her kim Ramazan ayında hazır bulunursa o ayı oruç tutsun, kim hasta olur yahut seferde bulunursa, oruç tutamadığı günler sayısınca sıhhat ve ikamet halinde orucunu kaza etsin. Allah size kolaylık diler, size güçlük dilemez; hem buyuruyor ki, kaza borcunuzu tamamlayasınız da size hidâyet ettiği şekilde Allah’ı tekbir ile yüceltesiniz, gerek ki şükredersiniz.

[ 002.185 ] ( EO )

O Şehri Ramazan ki insanları irşad için hak fürkanı, hidayet delili beyyineler halinde Kur'an onda indirildi, onun için sizden her kim bu Ay şuhudda -ya'ni hazarda- ise onu oruç tutsun, kim de hasta yahud seferde ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerden kaza etsin, Allah size kolaylık irade buyuruyor zorluk irade buyurmuyor, hem buyuruyor ki sayıyı ikmal eyleyesiniz de size hidayet buyurduğu veçhüzere Allahı tekbir ile büyükleyesiniz ve gerek ki şükredesiniz.

[ 002.185 ] ( ES )

O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur'ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta, yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.

[ 002.185 ] ( NQ )

The month of Ramadan in which was revealed the Qur'an, a guidance for mankind and clear proofs for the guidance and the criterion (between right and wrong). So whoever of you sights (the crescent on the first night of) the month (of Ramadan i.e. is present at his home), he must observe Saum (fasts) that month, and whoever is ill or on a journey, the same number [of days which one did not observe Saum (fasts) must be made up] from other days. Allah intends for you ease, and He does not want to make things difficult for you. (He wants that you) must complete the same number (of days), and that you must magnify Allah [i.e. to say Takbir (Allahu-Akbar; Allah is the Most Great) on seeing the crescent of the months of Ramadan and Shawwal] for having guided you so that you may be grateful to Him.

[ 002.186 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ ÓóÃóáóßó ÚöÈóÇÏöí Úóäøöí ÝóÅöäøöí ÞóÑöíÈñ ÃõÌöíÈõ ÏóÚúæóÉó ÇáÏøóÇÚö ÅöÐóÇ ÏóÚóÇäö ÝóáúíóÓúÊóÌöíÈõæÇ áöí æóáúíõÄúãöäõæÇ Èöí áóÚóáøóåõãú íóÑúÔõÏõæäó ﴿ ١٨٦ ﴾

[ 002.186 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm!) Kullarım, sana beni sordukları zaman (onlara söyle:) Şüphesiz ben (onlara ilmimle, rahmetimle, günahlarını bağışlamam ve tevbelerini kabul etmemle) çok yakınım. Bana dua edince, ben dua edenin duasını kabul ederim. O hâlde onlar da hak (olan doğru) yolu bulmaları (dinî ve dünyevi nimetlere kavuşmaları) için bana (davetime itâat ve ibâdetle) icabet etsinler (karşılık versinler) ve bana îman etsinler (îman üzere devam etsinler).
(Bundan sonraki [2/187] âyet-i kerîme, İslâmiyetin başında oruç gecesi cima/cinsî ilişkide bulunmanın, yatsı namazını kıldıktan ve uyuduktan sonra yeme ve içmenin haramlığını nesh etmek/hükmünü yürürlükten kaldırmak için inmiştir. Bk. Beydâvî ve Celâleyn.)

[ 002.186 ] ( AY )

(Ey Resûlüm) kullarım sana benden sordularsa, muhakkak ki ben çok yakınımdır; bana dua edince, dua edenin duasını kabul ederim. O hâlde onlar da benim dâvetime koşsunlar ve bana hakkıyla îman etsinler ki, doğru yola ulaşmış olsunlar.

[ 002.186 ] ( EO )

Ve şayed kullarım sana benden sual ettilerse muhakkak ki ben çok yakınımdır, bana dua edince duacının duasına icabet ederim o halde onlar da benim da'vetime koşsunlar ve bana hakkile iman etsinler ki rüşd ile gidebilsinler.

[ 002.186 ] ( ES )

Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.

[ 002.186 ] ( NQ )

And when My slaves ask you (O Muhammad ) concerning Me, then (answer them), I am indeed near (to them by My Knowledge). I respond to the invocations of the supplicant when he calls on Me (without any mediator or intercessor). So let them obey Me and believe in Me, so that they may be led aright.

[ 002.187 ] ( KK )

ÃõÍöáøó áóßõãú áóíúáóÉó ÇáÕøöíóÇãö ÇáÑøóÝóËõ Åöáóì äöÓóÇÆößõãú åõäøó áöÈóÇÓñ áóßõãú æóÃóäúÊõãú áöÈóÇÓñ áóåõäøó Úóáöãó Çááøóåõ Ãóäøóßõãú ßõäúÊõãú ÊóÎúÊóÇäõæäó ÃóäúÝõÓóßõãú ÝóÊóÇÈó Úóáóíúßõãú æóÚóÝóÇ Úóäúßõãú ÝóÇáúÂäó ÈóÇÔöÑõæåõäøó æóÇÈúÊóÛõæÇ ãóÇ ßóÊóÈó Çááøóåõ áóßõãú æóßõáõæÇ æóÇÔúÑóÈõæÇ ÍóÊøóì íóÊóÈóíøóäó áóßõãõ ÇáúÎóíúØõ ÇáúÃóÈúíóÖõ ãöäó ÇáúÎóíúØö ÇáúÃóÓúæóÏö ãöäó ÇáúÝóÌúÑö Ëõãøó ÃóÊöãøõæÇ ÇáÕøöíóÇãó Åöáóì Çááøóíúáö æóáÇó ÊõÈóÇÔöÑõæåõäøó æóÃóäúÊõãú ÚóÇßöÝõæäó Ýöí ÇáúãóÓóÇÌöÏö Êöáúßó ÍõÏõæÏõ Çááøóåö ÝóáÇó ÊóÞúÑóÈõæåóÇ ßóÐóáößó íõÈóíøöäõ Çááøóåõ ÂíóÇÊöåö áöáäøóÇÓö áóÚóáøóåõãú íóÊøóÞõæäó ﴿ ١٨٧ ﴾

[ 002.187 ] ( MŞ )

Oruç (tuttuğunuz günlerin) gecesi, kadınlarınıza yaklaşmak (cinsî ilişkide bulunmak), size helâl kılındı. Onlar, sizin için (kötülüğe karşı koruyucu) bir elbise ve siz de onlar için (koruyucu) bir elbise (gibi)siniz. Allah, nefislerinize güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebeple (işlediğiniz günahlara karşı rahmetini ihsan etti ve) tevbenizi kabul edip sizi affetti. Artık onlara (zevcelerinize) yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdığını (takdir ettiği üremeyi) arayın. (Gece ile gündüzü birbirinden ayıran) fecr(-i sâdık)ın beyaz ipliği, siyah iplik (gece)den ayırt edilinceye (imsak vaktine) kadar yiyin, için, sonra gece (akşam namazı vakti) oluncaya kadar (yeme, içme ve cinsî ilişkiden uzak kalarak) orucu(nuzu) tamamlayın. Mescidlerde ibâdete çekildiğiniz (itikâfta bulunduğunuz) zaman onlara (zevcelerinize) yaklaşmayın. İşte bunlar, Allah’ın (yasak) sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. (Yüce) Allah, insanlara yasaklardan korunsunlar diye âyetlerini böylece apaçık bildirir. 

[ 002.187 ] ( AY )

Oruç gecesi, kadınlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı. Onlar, sizin için fenalığa karşı koruyucu bir elbise ve siz de onlar için koruyucu bir elbise gibisiniz. Allah, nefislerinize emniyet edemiyeceğinizi bildiği için, üzerinize rahmeti ile ihsan edip günahınızı afvetti. Şimdi hanımlarınıza gecelerde mübaşerette bulunun ve Allah’ın sizler için mübah takdir ettiği üremeyi isteyin ve gece ile gündüzü ayıran fecrin beyaz ipliği, gecenin siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yeyin, için. Sonra ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Siz ibâdet için mescidlere kapanıp itikâf halinde iken geceleri de hanımlarınıza yaklaşmayın. Bu hükümler Allah’ın (yasak) sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah, âyetlerini böylece insanlara açıklar ki, sakınıp korunsunlar.

[ 002.187 ] ( EO )

Oruç gecesi kadınlarınıza ilişmeniz size helâl buyuruldu, onlar sizin için bir libas siz de onlar için bir libas mesabesindesiniz, Allah nefsinize emniyyet edemiyeceğinizi bildiği için müraceatınızı kabul buyurdu ve sizden afvetti, şimdi onlara mübaşerette bulunun ve Allahın sizler için yazdığını isteyin ve tâ fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar yeyin için, sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun, bununla beraber siz mescidlerde i'tikâf halinde iken onlara mübaşerette bulunmayın, bunlar Allah hudududur sakın onlara yaklaşmayın, böyle ayırd ediyor Allah âyetlerini insanlara ki sakınıb korunsunlar.

[ 002.187 ] ( ES )

Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar,sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.

[ 002.187 ] ( NQ )

It is made lawful for you to have sexual relations with your wives on the night of As-Saum (the fasts). They areLibas [i.e. body cover, or screen, or Sakan, (i.e. you enjoy the pleasure of living with her - as in Verse 7:189) Tafsir At-Tabari], for you and you are the same for them. Allah knows that you used to deceive yourselves, so He turned to you (accepted your repentance) and forgave you. So now have sexual relations with them and seek that which Allah has ordained for you (offspring), and eat and drink until the white thread (light) of dawn appears to you distinct from the black thread (darkness of night), then complete your Saum (fast) till the nightfall. And do not have sexual relations with them (your wives) while you are in I'tikaf (i.e. confining oneself in a mosque for prayers and invocations leaving the worldly activities) in the mosques. These are the limits (set) by Allah, so approach them not. Thus does Allah make clear His Ayat (proofs, evidences, lessons, signs, revelations, verses, laws, legal and illegal things, Allah's set limits, orders, etc.) to mankind that they may become Al-Muttaqun (the pious - see V.2:2).

[ 002.188 ] ( KK )

æóáÇó ÊóÃúßõáõæÇ ÃóãúæóÇáóßõãú Èóíúäóßõãú ÈöÇáúÈóÇØöáö æóÊõÏúáõæÇ ÈöåóÇ Åöáóì ÇáúÍõßøóÇãö áöÊóÃúßõáõæÇ ÝóÑöíÞðÇ ãöäú ÃóãúæóÇáö ÇáäøóÇÓö ÈöÇáúÇöËúãö æóÃóäúÊõãú ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ١٨٨ ﴾

[ 002.188 ] ( MŞ )

Aranızda (birbirinizin) mallarınızı bâtıl (hırsızlık, kumar ve gasp gibi haksız sebepler) ile yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını (haram olduğunu) bile bile (yalan şahitliği gibi) günahla yemek için, onları (o malları) hâkimlere (veya makam sâhiplerine rüşvet olarak) aktarmayın.

[ 002.188 ] ( AY )

Aranızda birbirinizin mallarını hırsızlık, kumar ve gasp gibi haksız (bâtıl) sebeplerle yemeyin ve insanların mallarından bir kısmını bile bile yalan şahitliği gibi günahla yemek için, o malları rüşvet olarak hâkimlere aktarmayın.

[ 002.188 ] ( EO )

Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeble yemeyin nasın emvalinden bir kısmını bile bile günah ile yemek için o malları hâkimlere sarkıtmayın.

[ 002.188 ] ( ES )

Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için, o malları hakimlere rüşvet olarak vermeyin.

[ 002.188 ] ( NQ )

And eat up not one another's property unjustly (in any illegal way e.g. stealing, robbing, deceiving, etc.), nor give bribery to the rulers (judges before presenting your cases) that you may knowingly eat up a part of the property of others sinfully.

[ 002.189 ] ( KK )

íóÓúÃóáõæäóßó Úóäö ÇáúÃóåöáøóÉö Þõáú åöíó ãóæóÇÞöíÊõ áöáäøóÇÓö æóÇáúÍóÌøö æóáóíúÓó ÇáúÈöÑøõ ÈöÃóäú ÊóÃúÊõæÇ ÇáúÈõíõæÊó ãöäú ÙõåõæÑöåóÇ æóáóßöäøó ÇáúÈöÑøó ãóäö ÇÊøóÞóì æóÃúÊõæÇ ÇáúÈõíõæÊó ãöäú ÃóÈúæóÇÈöåóÇ æóÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó áóÚóáøóßõãú ÊõÝúáöÍõæäó ﴿ ١٨٩ ﴾

[ 002.189 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm! Müşrikler) sana hilâl hâlindeki ayları (hilâlin, gökyüzünde niçin güneş gibi aynı şekilde değil de küçük ve büyük olarak değişik şekillerde göründüğünü) sorarlar. De ki: “O(nlar), insanların (dünya işleri ve ibâdetleri) ve (özellikle) hac için vakit ölçüleridir.” İyilik, (cahiliye döneminde olduğu gibi) evlere (ihramlı iken) arkalarından girmek değildir. Fakat (asıl) iyilik, (İslâm’ın bildirdiği her türlü haram ve kötülükten) sakınan kimse(nin iyiliği)dir. Evlere kapılarından girin. Kurtuluşa erebilmek (azaptan kurtulup cennete ve sonsuz seâdete kavuşabilmek) için (emirlerini yaparak ve haramlarından uzak durarak) Allah’tan korkunuz.
(Peygamber “aleyhisselâm”, hacc maksadıyla ashâbıyla beraber [Zil-ka’de 6 H./Mart 628 M.] yola çıkıp, Hudeybiye’de konaklamıştı. Burası, ağacı ve suyu bol olan bir yerdi. Müş­rikler, Kâ’be’yi ziyaret etmelerine mani olmuşlardı. Böylece Hazret-i Peygamber, ziyarette bulunmayarak bir ay orada beklemişti. Daha sonra Hazret-i Peygamber, o yıl geri dönüp ertesi yıl Kâ’be’yi ziyaret etmek ve Mekke’de üç günden fazla kalmamak üzere Müşriklerle andlaşma yaptı.)
Resûlüllah Medine’ye ge­ri döndü ve ertesi yıl hazırlanmaya başladı. Sonra Hazret-i Peygamber’in ashâbı:
Kureyş’in sözlerinde durmayacakları, Mescîd-i Harâm’­dan yine menedecekleri, bu durumda Müşriklerle savaşmak mecburiyetinde kalacakları, ancak hem haram ay­da, hem de Harem-i Şerîf’te savaşmak istemedikleri gibi hususlarda bazı görüşler ileri sürdüler. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyetleri (2/190 - 196) indirdi. Bk. Râzî.) 

[ 002.189 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), sana yeni doğan aylardan soruyorlar. De ki: “ Onlar, insanların muameleleri ve hacc için vakit ölçüleridir. İyilik, (câhiliyet devrinde yapıldığı gibi) evlere arkalarından (girmeniz) gelmeniz değildir. Lâkin iyilik ve hayır, haramlardan sakınanın iyiliğidir. Evlere kapılarından gelin ve Allah’dan korkun ki, kurtulasınız.

[ 002.189 ] ( EO )

Sana hilâllardan soruyorlar, onlar, de: insanlara hacciçin de vakit ölçüleridir bununla beraber irginlik evlere arkalarından gelmenizle değildir, ve lâkin iren, korunandır, evlere kapılardan gelin ve Allaha korunun ki felâh bulasınız.

[ 002.189 ] ( ES )

Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için de, hac için de vakit ölçüleridir. Bununla beraber iyilik, evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyiliğe eren, kötülükten korunan kimsedir. Evlere kapılarından gelin, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.

[ 002.189 ] ( NQ )

They ask you (O Muhammad ) about the new moons. Say: These are signs to mark fixed periods of time for mankind and for the pilgrimage. It is not Al-Birr (piety, righteousness, etc.) that you enter the houses from the back but Al-Birr (is the quality of the one) who fears Allah. So enter houses through their proper doors, and fear Allah that you may be successful.

[ 002.190 ] ( KK )

æóÞóÇÊöáõæÇ Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö ÇáøóÐöíäó íõÞóÇÊöáõæäóßõãú æóáÇó ÊóÚúÊóÏõæÇ Åöäøó Çááøóåó áÇó íõÍöÈøõ ÇáúãõÚúÊóÏöíäó ﴿ ١٩٠ ﴾

[ 002.190 ] ( MŞ )

Sizinle savaşanlarla Allah yolunda (O'nun dinini yüceltmek için hukuk çerçevesinde) savaşın, fakat (karşı taraf hukuk kurallarını çiğneyip saldırıya geçmeden önce savaşı başlatarak) haddi aşmayın (aşırı gitmeyin). (Şöyle ki: Sizinle savaşmayanlara dokunmayın. Savaş hâlinde kadınları, çocukları ve ihtiyarları öldürmeyin. İşkence yapmayın. Andlaşma yaptığınız kimselere karşı verdiğiniz sözü tutun.) Çünkü Allah, aşırı gidenleri sevmez.
(Yukarıdaki (2/190) âyetin tamamının veya bir kısmının, Tevbe sûresindeki savaş âyetiyle (9/5) veya Bakara 2/191 âyetiyle mensûh olduğunu söyleyen âlimler vardır. Bk. Râzî ve Z. Mesîr.)

[ 002.190 ] ( AY )

Sizinle savaşanlarla, siz Allah yolunda savaşın ve (onlar harbe başlamadan önce siz başlayıp) aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı gidip haddi tecâvüz edenleri sevmez. (Bu âyet-i kerîme, Berâe âyeti, yahut bundan sonra gelen âyet ile neshedilmiştir, hükmü kaldırılmıştır.)

[ 002.190 ] ( EO )

Korunun da size kıtâl edenlerle fisebilillâh çarpışın, fakat haksız taarruz etmeyin çünkü Allah haksız taarruz edenleri sevmez.

[ 002.190 ] ( ES )

Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez.

[ 002.190 ] ( NQ )

And fight in the Way of Allah those who fight you, but transgress not the limits. Truly, Allah likes not the transgressors. [This Verse is the first one that was revealed in connection with Jihad, but it was supplemented by another (V.9:36)].

[ 002.191 ] ( KK )

æóÇÞúÊõáõæåõãú ÍóíúËõ ËóÞöÝúÊõãõæåõãú æóÃóÎúÑöÌõæåõãú ãöäú ÍóíúËõ ÃóÎúÑóÌõæßõãú æóÇáúÝöÊúäóÉõ ÃóÔóÏøõ ãöäó ÇáúÞóÊúáö æóáÇó ÊõÞóÇÊöáõæåõãú ÚöäúÏó ÇáúãóÓúÌöÏö ÇáúÍóÑóÇãö ÍóÊøóì íõÞóÇÊöáõæßõãú Ýöíåö ÝóÅöäú ÞóÇÊóáõæßõãú ÝóÇÞúÊõáõæåõãú ßóÐóáößó ÌóÒóÇÁõ ÇáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ١٩١ ﴾

[ 002.191 ] ( MŞ )

Onları (sizi arkadan vurma plânları yapan ve size eziyet eden Müşrikleri) nerede bulursanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yer (olan Mekke’)den siz de onları çıkarın! (İnsanı vatanından çıkararak veya Allah’a şirk ve küfürde bulunarak) fitne (çıkarmak), adam öldürmekten daha şiddetlidir (kötüdür). (Müşrikler,) Mescîd-i Harâm yanında (Harem-i Şerîf’te), sizinle savaşmadıkça (savaşı başlatmadıkça), siz de onlarla savaşmayın. Fakat (orada) sizinle savaşırlarsa (savaşı başlatırlarsa), hemen onları öldürün, kâfirlerin cezâsı (işte) böyledir! 

[ 002.191 ] ( AY )

O kâfirleri nerede bulursanız öldürün, onlar sizi Mekke’den çıkardıkları gibi, siz de onları oradan çıkarın. Onların şirk (Allah’a ortak koşma) fitneleri, katilden daha kötüdür. Onlar, Mescid-i Harâm’da sizinle döğüşmedikçe, siz de orada kendileriyle savaşmayın. Fakat, orada sizi öldürürlerse, siz de onları öldürün; kâfirlerin cezası böyledir.

[ 002.191 ] ( EO )

ve onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın, o fitne katilden eşeddır, yalnız Mescidi haram yanında onlar size kıtal etmedikçe siz de onlara kıtal etmeyin, fakat sizi öldürmeğe kalkışırlarsa hemen onları öldürün kâfirlerin cezası böyledir.

[ 002.191 ] ( ES )

Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Yalnız Mescid-i Haram yanında onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.

[ 002.191 ] ( NQ )

And kill them wherever you find them, and turn them out from where they have turned you out. And Al-Fitnah is worse than killing. And fight not with them at Al-Masjid-al-Haram (the sanctuary at Makkah), unless they (first) fight you there. But if they attack you, then kill them. Such is the recompense of the disbelievers.

[ 002.192 ] ( KK )

ÝóÅöäö ÇäúÊóåóæúÇ ÝóÅöäøó Çááøóåó ÛóÝõæÑñ ÑóÍöíãñ ﴿ ١٩٢ ﴾

[ 002.192 ] ( MŞ )

Eğer onlar (küfür ve saldırılarına) son verir (ve İslâm dinini kabul eder)lerse, şüphesiz Allah, gafûr (Mü’minlerin günahlarını çok bağışlayıcı) (ve) rahîm (kendisine itâat edene çok merhamet edici)dir.
(Mekke’de Müşrikler, Peygamber “aleyhisselâm”ın ashâbını dövüyor, onlara eziyet ediyorlardı. Bundan dolayı bazı Müslümanlar, Habeşistan’a hicret/göç etmek zorunda kalmışlardı.
Sonra Müşrikler bu eziyetlerini, Müslümanlardan bir kısmının Medine’ye hic­ret etmesine kadar sürdürmüşlerdi. Müşriklerin bu fitneyi çıkarma­larındaki maksadı, Müslümanların İslâm’ı terkederek kâfir olmalarını sağlamaktı. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ bu ayeti [2/193] indirdi. Bk. Râzî.) 

[ 002.192 ] ( AY )

Eğer onlar şirk ve muharebeden vazgeçerlerse, siz de bırakın; şüphesiz ki Allah, pek çok mağfiret ve merhamet edicidir.

[ 002.192 ] ( EO )

Artık şirkten vaz geçerlerse şüphesiz ki Allah gafur, rahîmdir.

[ 002.192 ] ( ES )

Artık şirkten vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

[ 002.192 ] ( NQ )

But if they cease, then Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

[ 002.193 ] ( KK )

æóÞóÇÊöáõæåõãú ÍóÊøóì áÇó Êóßõæäó ÝöÊúäóÉñ æóíóßõæäó ÇáÏøöíäõ áöáøóåö ÝóÅöäö ÇäúÊóåóæúÇ ÝóáÇó ÚõÏúæóÇäó ÅöáÇøó Úóáóì ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ١٩٣ ﴾

[ 002.193 ] ( MŞ )

Fitne (şirk ve küfür) kalmayıncaya ve din, yalnız Allah için oluncaya (toplumda Allah’ın dini olan İslâm’dan başka din olarak bilinen inanç ve tapınmalar sona erinceye) kadar onlarla (Müşriklerle) savaşın. Onlar, (fitne çıkarmaktan/şirke ve küfre saplanmaktan) vazgeçerlerse, zâlimler (küfürlerinde devam eden ve saldıranlar) hariç (hiç kimseye) düşmanlık (öldürme ve saldırma) yoktur.

[ 002.193 ] ( AY )

Fitneden eser kalmayıncaya ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar (ibâdet yalnız Allah için oluncaya kadar) o müşriklerle savaşın. Vazgeçerlerse, artık düşmanlık ancak zâlimlere karşıdır.

[ 002.193 ] ( EO )

hem bir fitne kalmayıb din yalnız Allahın oluncıya kadar onlarla çarpışın vaz geçerlerse artık husumet ancak zalimlere karşıdır.

[ 002.193 ] ( ES )

Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın . Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.

[ 002.193 ] ( NQ )

And fight them until there is no more Fitnah (disbelief and worshipping of others along with Allah) and (all and every kind of) worship is for Allah (Alone). But if they cease, let there be no transgression except against Az-Zalimun (the polytheists, and wrong-doers, etc.)

[ 002.194 ] ( KK )

ÇáÔøóåúÑõ ÇáúÍóÑóÇãõ ÈöÇáÔøóåúÑö ÇáúÍóÑóÇãö æóÇáúÍõÑõãóÇÊõ ÞöÕóÇÕñ Ýóãóäö ÇÚúÊóÏóì Úóáóíúßõãú ÝóÇÚúÊóÏõæÇ Úóáóíúåö ÈöãöËúáö ãóÇ ÇÚúÊóÏóì Úóáóíúßõãú æóÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó ãóÚó ÇáúãõÊøóÞöíäó ﴿ ١٩٤ ﴾

[ 002.194 ] ( MŞ )

Harâm ayı, harâm aya karşılıktır. (Müşriklerden kim haram aylar1da sizin kanınızı helâl sayar, size saldırırsa, siz de o aylarda onun kanını helâl sayın, saldırıya karşılık verin.) Haramlar (hürmetler), kısastır (karşılıklıdır). (Haramlara hürmet edilmediği zaman, misliyle karşılık verilir.) O hâlde kim size saldırırsa, siz de ona saldırdığı kadar saldırın. (Saldırıyı terk etme hususunda,) Allah’tan korkun. Bilin ki Allah, takva sâhipleri (dinin emirlerini yapan ve yasaklarından kaçan Müslümanlar) ile (yardımı, koruması ve ilmiyle) beraberdir.
1 Haram aylar: Receb, Zil-ka’de, Zil-hıcce ve Muharrem. 

[ 002.194 ] ( AY )

Onlar, savaşın haram olduğu geçen yılki Zilka'de ayında (Hüdeybiye’de) bu ayın hürmetini çiğnediler; siz de onların hareketine karşı o ayda savaşmakta beis görmeyin ve umre haccını kaza edin. Hürmetler karşılıklıdır. Bunun için, kim sizin üzerinize saldırırsa, siz de aynen ona, size yaptığı tecâvüz gibi saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah takvâ sahipleri ile beraberdir.

[ 002.194 ] ( EO )

hürmetli Ay hürmetli Aya ve bütün hürmetler biribirine kısastır, o halde kim size tecavüz ettiyse siz de ona ettiği tecavüzün mislile tecavüz edin de ileri gitmeye Allahdan korkun ve bilin ki Allah müttekilerle beraberdir.

[ 002.194 ] ( ES )

Hürmetli ay hürmetli aya ve bütün hürmetler birbirine karşılıktır. O halde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyle saldırın da ileri gitmeye Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.

[ 002.194 ] ( NQ )

The sacred month is for the sacred month, and for the prohibited things, there is the Law of Equality (Qisas). Then whoever transgresses the prohibition against you, you transgress likewise against him. And fear Allah, and know that Allah is with Al-Muttaqun (the pious - see V.2:2) .

[ 002.195 ] ( KK )

æóÃóäúÝöÞõæÇ Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö æóáÇó ÊõáúÞõæÇ ÈöÃóíúÏöíßõãú Åöáóì ÇáÊøóåúáõßóÉö æóÃóÍúÓöäõæÇ Åöäøó Çááøóåó íõÍöÈøõ ÇáúãõÍúÓöäöíäó ﴿ ١٩٥ ﴾

[ 002.195 ] ( MŞ )

(Mallarınızı) Allah yolunda (cihâd ve hayırlı işlerde) harcayın. Kendinizi kendi ellerinizle (cihâda/İslâm’ı yaymaya mâlî yardımı kısarak veya cihâdı terk ederek yahut savaştan kaçarak) tehlikeye atmayın. (Nafaka vermek ve yardım etmekle sorumlu olduğunuz kimselere) iyilik edin. Şüphesiz Allah, ihsân (iyilik) edenleri (isrâf ve cimrilik yapmadan Allah yolunda harcama yapanları) sever. 

[ 002.195 ] ( AY )

Allah yolunda (cihad ve diğer hayırlar uğruna) mallarınızı harcayın ve elinizle, (cimrilik ve israf yaparak) kendinizi tehlikeye atmayın; mücahidlere maddî ve manevî ihsan ve yardımda bulunun. Çünkü Allah, muhakkak iyilik ve ihsanda bulunanları sever.

[ 002.195 ] ( EO )

ve Allah yolunda infak eyleyin -masraf verin- de kendi ellerinizle tehlükeye bırakmayın, ve güzel hareket edin, çünkü Allah güzellik edenleri sever.

[ 002.195 ] ( ES )

Allah yolunda mal harcayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve güzel hareket edin. Çünkü Allah güzellik ve iyilik edenleri sever.

[ 002.195 ] ( NQ )

And spend in the Cause of Allah (i.e. Jihad of all kinds, etc.) and do not throw yourselves into destruction (by not spending your wealth in the Cause of Allah), and do good. Truly, Allah loves Al-Muhsinun (the good-doers).

[ 002.196 ] ( KK )

æóÃóÊöãøõæÇ ÇáúÍóÌøó æóÇáúÚõãúÑóÉó áöáøóåö ÝóÅöäú ÃõÍúÕöÑúÊõãú ÝóãóÇ ÇÓúÊóíúÓóÑó ãöäó ÇáúåóÏúíö æóáÇó ÊóÍúáöÞõæÇ ÑõÁõæÓóßõãú ÍóÊøóì íóÈúáõÛó ÇáúåóÏúíõ ãóÍöáøóåõ Ýóãóäú ßóÇäó ãöäúßõãú ãóÑöíÖðÇ Ãóæú Èöåö ÃóÐðì ãöäú ÑóÃúÓöåö ÝóÝöÏúíóÉñ ãöäú ÕöíóÇãò Ãóæú ÕóÏóÞóÉò Ãóæú äõÓõßò ÝóÅöÐóÇ ÃóãöäúÊõãú Ýóãóäú ÊóãóÊøóÚó ÈöÇáúÚõãúÑóÉö Åöáóì ÇáúÍóÌøö ÝóãóÇ ÇÓúÊóíúÓóÑó ãöäó ÇáúåóÏúíö Ýóãóäú áóãú íóÌöÏú ÝóÕöíóÇãõ ËóáÇóËóÉö ÃóíøóÇãò Ýöí ÇáúÍóÌøö æóÓóÈúÚóÉò ÅöÐóÇ ÑóÌóÚúÊõãú Êöáúßó ÚóÔóÑóÉñ ßóÇãöáóÉñ Ðóáößó áöãóäú áóãú íóßõäú Ãóåúáõåõ ÍóÇÖöÑöí ÇáúãóÓúÌöÏö ÇáúÍóÑóÇãö æóÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó ÔóÏöíÏõ ÇáúÚöÞóÇÈö ﴿ ١٩٦ ﴾

[ 002.196 ] ( MŞ )

(Başladığınız) hac ve umreyi Allah için tamamlayın (veya kâmil ve tam yapın). Eğer (yolda düşman tehlikesi gibi herhangi bir sebeple bunlardan) alıkonursanız/engellenirseniz, kolayınıza gelen (deve, sığır ve davardan) bir kurban (gönderin, kesin). Kurban yerine (Minâ’ya) varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin (ve ihramdan çıkmayın). Sizden biriniz hasta olur veya başında bir eziyet/rahatsızlık olur (bundan dolayı tıraş olmak zorunda kalır)sa, fidye olarak ya (üç gün) oruç (tutması) veya (altı fakire birer fıtra) sadaka (vermesi) yahut kurban (kesmesi vâcip olur/gerekir). (Hastalık ve yol tehlikesi gibi engeller konusunda) güven içinde olduğunuz vakit, hacc (zamanın)a kadar umreden faydalanabilen (umre yaparak, kıran haccı veya temettu’ haccını yerine getiren) kimseye kolayına gelen bir kurban (kesmesi vâciptir/gerekir). Fakat (kesecek kurban) bulamazsa (veya buna gücü yetmezse), ona hac günlerinde (oruç tutmanın câiz olmadığı günler dışında) üç gün, (vatanına) döndüğü zaman da yedi gün ki, tam on gün oruç tutmak (vâcip olur). Bu (hüküm), Mescîd-i Harâm’da oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun (hac ahkâmını koruyun) ve bilin ki, Allah’ın azâbı çok şiddetlidir.

[ 002.196 ] ( AY )

Haccı da, umreyi de Allah için farz ve sünnetleriyle tam yapın. Fakat, herhangi bir sebeple bunlardan alıkonursanız kurbandan (deve, sığır ve davardan) sizin için hangisi kolaysa o vâcib olur ve kurban mahalli olan Minâ’ya varıncaya kadar başlarınızı traş etmeyin. İçinizden hasta veya başından eziyeti olup bundan ötürü traş olan kimseye üç gün oruç, ya altı fakire birer fitre sadaka, yahut bir kurban kesmekle fidye vermek vâcip olur. Hastalık ve yol tehlikesi gibi engellerden emîn olduğunuz vakit de, kim umresini bitirip ondan faydalanarak haccı yaparsa, kolayına gelen bir kurban kesmek vâcip olur. Fakat kesecek kurban bulunamazsa veya buna gücü yetmezse, ona hac günlerinde üç gün, vatanına döndüğü zaman yedi gün ki, tam on gün oruç tutmak vâcip olur. Bu hüküm, Mescid-i Harâm’da oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun (hac ahkâmını koruyun) ve bilin ki, Allah’ın azâbı cidden çok şiddetlidir.

[ 002.196 ] ( EO )

Hacc-ü omreyi de Allah için tamam yapın, eğer ihsara tutulmuşsanız o vakit hedyin kolayınıza geleni, bununla beraber bu hediy mahalline varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin, içinizden hasta olana veya başından bir eziyeti bulunana tıraş için oruç veya sadaka veya kurbandan ibaret bir fidye var; ihsardan aman bulduğunuz vakit de her kim hacca kadar omre ile sevab kazanmak isterse ona da hedyin kolay geleni, bunu bulamıyana ise oruç, üç gün hacda yedi de avdet ettiğinizde ki tam on gündür ve şu hüküm, ehli Mescidiharam mukimlerinden olmıyanlar içindir, hasılı Allahdan korkun ve bilin ki Allahın ıkabı cidden çok şiddetlidir.

[ 002.196 ] ( ES )

Hac ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Bununla beraber bu kurban, kesileceği yere varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana veya başından bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç veya sadaka yahut da kurbandan ibaret bir fidye gerekir. Engellemeden kurtulduğunuz zaman da her kim hacca kadar umre ile sevab kazanmak isterse, ona da kolayına gelen bir kurban gerekir. Bunu bulamayana ise üç gün hacda, yedi de döndüğünüzde ki tam on gün oruç tutması lazım gelir. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah'ın azabı gerçekten çok şiddetlidir.

[ 002.196 ] ( NQ )

And perform properly (i.e. all the ceremonies according to the ways of Prophet Muhammad ), the Hajj and 'Umrah (i.e. the pilgrimage to Makkah) for Allah. But if you are prevented (from completing them), sacrifice a Hady(animal, i.e. a sheep, a cow, or a camel, etc.) such as you can afford, and do not shave your heads until the Hadyreaches the place of sacrifice. And whosoever of you is ill or has an ailment in his scalp (necessitating shaving), he must pay a Fidyah (ransom) of either observing Saum (fasts) (three days) or giving Sadaqah (charity - feeding six poor persons) or offering sacrifice (one sheep). Then if you are in safety and whosoever performs the 'Umrah in the months of Hajj, before (performing) the Hajj, (i.e. Hajj-at-Tamattu' and Al-Qiran), he must slaughter a Hady such as he can afford, but if he cannot afford it, he should observe Saum (fasts) three days during the Hajj and seven days after his return (to his home), making ten days in all. This is for him whose family is not present at Al-Masjid-al-Haram (i.e. non-resident of Makkah). And fear Allah much and know that Allah is Severe in punishment.

[ 002.197 ] ( KK )

ÇóáúÍóÌøõ ÃóÔúåõÑñ ãóÚúáõæãóÇÊñ Ýóãóäú ÝóÑóÖó Ýöíåöäøó ÇáúÍóÌøó ÝóáÇó ÑóÝóËó æóáÇó ÝõÓõæÞó æóáÇó ÌöÏóÇáó Ýöí ÇáúÍóÌøö æóãóÇ ÊóÝúÚóáõæÇ ãöäú ÎóíúÑò íóÚúáóãúåõ Çááøóåõ æóÊóÒóæøóÏõæÇ ÝóÅöäøó ÎóíúÑó ÇáÒøóÇÏö ÇáÊøóÞúæóì æóÇÊøóÞõæäöí íóÇ Ãõæáöí ÇáúÃóáúÈóÇÈö ﴿ ١٩٧ ﴾

[ 002.197 ] ( MŞ )

Hac, bilinen (Şevvâl, Zil-ka’de ve on gün olmak üzere Zil-hıcce) aylar(ın)dadır. Kim onlarda (o aylarda ihrâma girerek) haccı (kendisine) farz kılarsa (niyetlenirse), artık hacta kadına yaklaşmak (cinsî ilişkide bulunmak), günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz (sadaka gibi) ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Hac yolculuğunuza yetecek miktarda) yanınıza azık (yiyecek, içecek ve giyecek) alın (da açlıktan korunun ve zorda kalarak dilenmeyin. “Biz Allah’a tevekkül eden kişileriz.” diyerek azıksız yola çıkmayın). (Fakat) şüphesiz azığın en hayırlısı, (sizi dilenmekten ve nefislerinizi de zulümden koru­yan) takvâdır (dinin emirlerine göre hareket etmektir). Ey akıl sâhipleri, (emirlerime uyarak ve haram ettiklerimden uzak durarak) benden korkunuz! 

[ 002.197 ] ( AY )

Hac ayları, bilinen, Şevval, Zilka'de ayları ile Zilhicce’den on gündür. İşte, kim o aylarda haccı, ihrama girerek kendine farz yaparsa artık hacda kadına yaklaşmak, günah yapmak ve kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah onu bilir. Bir de (hac yahut Âhiret için) azık edinin. Muhakkak ki, azığın, hayırlısı takvâdır ve ey aklı tam olanlar benden korkun.

[ 002.197 ] ( EO )

Hacc ma'lûm aylar, kim o aylarda hacca şuru' ederse artık hacda ne refes, ne füsuk, ne cidal yok, hayra dair ise nişlerseniz Allah onu bilir ve çünkü azığın en hayırlısı takvadır, azık tedarük edin de bana takva ile gelin ey beyni olanlar.

[ 002.197 ] ( ES )

Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin.Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!

[ 002.197 ] ( NQ )

The Hajj (pilgrimage) is (in) the well-known (lunar year) months (i.e. the 10th month, the 11th month and the first ten days of the 12th month of the Islamic calendar, i.e. two months and ten days). So whosoever intends to perform Hajj therein by assuming Ihram), then he should not have sexual relations (with his wife), nor commit sin, nor dispute unjustly during the Hajj. And whatever good you do, (be sure) Allah knows it. And take a provision (with you) for the journey, but the best provision is At-Taqwa (piety, righteousness, etc.). So fear Me, O men of understanding!

[ 002.198 ] ( KK )

áóíúÓó Úóáóíúßõãú ÌõäóÇÍñ Ãóäú ÊóÈúÊóÛõæÇ ÝóÖúáÇð ãöäú ÑóÈøößõãú ÝóÅöÐóÇ ÃóÝóÖúÊõãú ãöäú ÚóÑóÝóÇÊò ÝóÇÐúßõÑõæÇ Çááøóåó ÚöäúÏó ÇáúãóÔúÚóÑö ÇáúÍóÑóÇãö ÝóÇÐúßõÑõæÇ Çááøóåó ÚöäúÏó ÇáúãóÔúÚóÑö ÇáúÍóÑóÇãö æóÇÐúßõÑõæåõ ßóãóÇ åóÏóÇßõãú æóÅöäú ßõäúÊõãú ãöäú ÞóÈúáöåö áóãöäó ÇáÖøóÇáøöíäó ﴿ ١٩٨ ﴾

[ 002.198 ] ( MŞ )

(Hac mevsiminde) Rabbinizin fazlından (lütuf ve ihsânından) (ticaret yaparak rızık) aramanızda sizin için bir günah yoktur. Arafat(taki vakfeden, duruş)tan ayrılıp (Müzdelife’ye) akın edince, Meş’ar-i Harâm’da Allah’ı (telbiye, tehlîl ve dua ile) zikredin. (Peygamberi vâsıtasıyla) sizi hidâyet ettiği (hac ibâdetini ve diğerlerini öğrettiği) şekilde O’nu (güzelce) zikredin. Doğrusu siz (hidâyetten) önceleri, hiç şüphesiz (hak yolu bulamamış, îman ve itâatten habersiz) dalâlette kalmış (sapıtmış)lardandınız.
(Kureyş, diğer insanlarla beraber Arafât’ta vakfe yapmayı kendilerine yakıştıramadıkları, kendilerini büyük ve imtiyazlı gördükleri için Müzdelife’de vakfe yaparlardı. Bk. Celâleyn, Beydâvî ve Râzî.) 

[ 002.198 ] ( AY )

Hac mevsiminde Rabbinizin fazlından ticaret istemeniz (alışveriş etmeniz) size günah değildir. Arafat’dan dönüşünüzde Meş’ari Harâm nâmındaki yerde Allah’ı zikredin. O, size nasıl hidâyet etti ise, siz de onu öylece anın. Şüphesiz siz Bundan önce (Allah’ın hidâyetinden evvel) cidden sapıklardandınız.

[ 002.198 ] ( EO )

rabbınızın fazlından ticaret istemeniz size günah değildir, derken Arafattan ifaza ettiniz mi Meş'arı haram yanında Allahı zikredin hem onu size doğrusunu öğrettiği gibi zikredin, doğrusu siz bundan evvel cidden şaşırmışlardan idiniz.

[ 002.198 ] ( ES )

Rabbinizin lütfunu istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ar-i Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin. O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin. Doğrusu siz, bundan önce gerçekten sapmışlardandınız.

[ 002.198 ] ( NQ )

There is no sin on you if you seek the Bounty of your Lord (during pilgrimage by trading, etc.). Then when you leave 'Arafat, remember Allah (by glorifying His Praises, i.e. prayers and invocations, etc.) at the Mash'ar-il-Haram. And remember Him (by invoking Allah for all good, etc.) as He has guided you, and verily, you were, before, of those who were astray.

[ 002.199 ] ( KK )

Ëõãøó ÃóÝöíÖõæÇ ãöäú ÍóíúËõ ÃóÝóÇÖó ÇáäøóÇÓõ æóÇÓúÊóÛúÝöÑõæÇ Çááøóåó Åöäøó Çááøóåó ÛóÝõæÑñ ÑóÍöíãñ ﴿ ١٩٩ ﴾

[ 002.199 ] ( MŞ )

Sonra (ey Kureyş,) insanların (toplu olarak) sel gibi aktığı yerden (Arafât’tan) siz de (vakfe yaptıktan sonra akşam namazı vakti girince) çıkın ve (günahlarınızın bağışlanması için) Allah’tan mağfiret (af) isteyin. Şüphesiz (yüce) Allah, gafûr (Mü’minlerin günahlarını çok bağışlayıcı) (ve) rahîm (kendisine itâat edene çok rahmet edici)dir. 

[ 002.199 ] ( AY )

Sonra insanların döndüğü yerden (Arafat’dan) siz de dönün ve Allah’ın mağfiretini isteyin. Allah, çok mağfiret ve rahmet edicidir.

[ 002.199 ] ( EO )

sonra nâsın ifaza eylediği yerden ifaza edin, ve Allahın mağfiretini isteyin, çünkü Allah gafur, rahîmdir

[ 002.199 ] ( ES )

Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin. Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

[ 002.199 ] ( NQ )

Then depart from the place whence all the people depart and ask Allah for His Forgiveness. Truly, Allah is Oft-Forgiving, Most-Merciful.

[ 002.200 ] ( KK )

ÝóÅöÐóÇ ÞóÖóíúÊõãú ãóäóÇÓößóßõãú ÝóÇÐúßõÑõæÇ Çááøóåó ßóÐößúÑößõãú ÂÈóÇÁóßõãú Ãóæú ÃóÔóÏøó ÐößúÑðÇ Ýóãöäó ÇáäøóÇÓö ãóäú íóÞõæáõ ÑóÈøóäóÇ ÂÊöäóÇ Ýöí ÇáÏøõäúíóÇ æóãóÇ áóåõ Ýöí ÇáÂÎöÑóÉö ãöäú ÎóáÇóÞò ﴿ ٢٠٠ ﴾

[ 002.200 ] ( MŞ )

Hac ibâdetlerinizi bitirince (Câhiliye döneminde hactan sonra toplanıp) atalarınızı andığınız (övdüğünüz) gibi, hatta daha kuvvetli bir zikirle Allah’ı (tekbir ve senâ ile) zikredin. İnsanlardan kimi “Ey Rabbimiz bize (nasibimizi) dünyada ver!” der. (Ona nasibi dünyada verilir. Fakat) onun âhirette bir nasibi (payı) yoktur. 

[ 002.200 ] ( AY )

Hac ibâdetlerinizi bitirince, câhiliyet devrinde hacdan sonra, toplanıp atalarınızı anarak öğündüğünüz gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. Çünkü insanların kimi: “ Ey Rabbimiz, bize (nasîbimizi) dünyada ver.” der. O kimsenin âhirette bir nasibi yoktur.

[ 002.200 ] ( EO )

nihayet menasikinizi bitirdiniz mi vaktiyle atalarınızı andığınız gibi hattâ daha şiddetli bir anışla Allahı anın, zikredin, çünkü nâsın kimisi «rabbena, der bize Dünyada ver» buna Ahırette kısmet yoktur.

[ 002.200 ] ( ES )

Nihayet ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman, önceleri babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. İnsanlardan kimisi: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!" der. Onun için ahirette hiçbir kısmet yoktur.

[ 002.200 ] ( NQ )

So when you have accomplished your Manasik [(i.e. Ihram, Tawaf of the Ka'bah and As-Safa and Al-Marwah), stay at 'Arafat, Muzdalifah and Mina, Ramy of Jamarat, (stoning of the specified pillars in Mina) slaughtering ofHady (animal, etc.)]. Remember Allah as you remember your forefathers or with a far more remembrance. But of mankind there are some who say: "Our Lord! Give us (Your Bounties) in this world!" and for such there will be no portion in the Hereafter.

[ 002.201 ] ( KK )

æóãöäúåõãú ãóäú íóÞõæáõ ÑóÈøóäóÇ ÂÊöäóÇ Ýöí ÇáÏøõäúíóÇ ÍóÓóäóÉð æóÝöí ÇáúÂÎöÑóÉö ÍóÓóäóÉð æóÞöäóÇ ÚóÐóÇÈó ÇáäøóÇÑö ﴿ ٢٠١ ﴾

[ 002.201 ] ( MŞ )

Onlardan (insanlardan) kimi de: “Ey Rabbimiz, bize dünyada da hasene (sıhhat, âfiyet, sâliha hanım, ilim, mal ve nimet) ver, âhirette de hasene (af, mağfiret, sevap, rahmet, cennet ve hûriler) ver. Bizi (af ve mağfiretinle) ateş azâbından (cehennemden, kötü hanımdan, ateşe götüren şehvet ve günahlardan) koru!” der. 

[ 002.201 ] ( AY )

Kimi de: “Ey Rabbimiz, bize dünyada iyi hal ver ve âhirette merhamet ihsan et ve bizi cehennem azabından koru” der.

[ 002.201 ] ( EO )

kimisi de «rabbena bize dünyada bir güzellik ver Ahırette de bir güzellik ve bizi ateş azabından koru» der.

[ 002.201 ] ( ES )

Yine onlardan: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!" diyenler vardır.

[ 002.201 ] ( NQ )

And of them there are some who say: "Our Lord! Give us in this world that which is good and in the Hereafter that which is good, and save us from the torment of the Fire!"

[ 002.202 ] ( KK )

ÃõæáóÆößó áóåõãú äóÕöíÈñ ãöãøóÇ ßóÓóÈõæÇ æóÇááøóåõ ÓóÑöíÚõ ÇáúÍöÓóÇÈö ﴿ ٢٠٢ ﴾

[ 002.202 ] ( MŞ )

İşte onlara (hem dünya, hem de âhiret için hasene isteyenlere), kazandıkları (yaptıkları iyi işler ve duaları)ndan dolayı (âhirette) bir nasip (sevap) vardır. (Yüce) Allah, (âhirette) hesabı(nızı) çok çabuk görendir.
(Allah’ın hesaba çekmesi, ya her mükellefin kal­binde, amellerinin sevap ve cezalarının ne kadar ol­duğunu bilebilecekleri kesin bir bilgi yaratması; veya her mükellefe hakettiği mükâfatı ulaştırması; yahut her mü­kellefin kulağında ilahî kadîm kelâmı duyabilecek bir gücü yaratması veyahut her mekellefin kulağında sevap ve cezasının ne kadar olduğunu ifâde eden bir ses yaratması manasına gelir. Bu dört açıklamada da, Allahü teâlâ’nın yaratması bulunmaktadır. Allah’ın yaratması, daha önce var olan bir maddeye, bir zamana ve bir alete dayanmadığına ve O’nu bir iş, diğer bir işten alıkoyamayacağına göre, Hak teâlâ göz açıp kapa­madan daha kısa bir zamanda bütün kâinatı/evreni ve içindekileri yeniden yaratmaya ve hesaba çekmeye kâdirdir. Bk. Râzî.) 

[ 002.202 ] ( AY )

Onların kazandıkları hayır ve duâdan nasîpleri vardır. Allah, bütün mahlûkatın hesabını çok çabuk görendir.

[ 002.202 ] ( EO )

işte bunlar, bunlara kazandıklarından bir nasîb var, Allahın hisabı da çabıktır.

[ 002.202 ] ( ES )

İşte onlar için, kazandıklarından bir nasib vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.

[ 002.202 ] ( NQ )

For them there will be alloted a share for what they have earned. And Allah is Swift at reckoning.

[ 002.203 ] ( KK )

æóÇÐúßõÑõæÇ Çááøóåó Ýöí ÃóíøóÇãò ãóÚúÏõæÏóÇÊò Ýóãóäú ÊóÚóÌøóáó Ýöí íóæúãóíúäö ÝóáÇó ÅöËúãó Úóáóíúåö æóãóäú ÊóÃóÎøóÑó ÝóáÇó ÅöËúãó Úóáóíúåö áöãóäö ÇÊøóÞóì æóÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøóßõãú Åöáóíúåö ÊõÍúÔóÑõæäó ﴿ ٢٠٣ ﴾

[ 002.203 ] ( MŞ )

Sayılı günlerde (teşrîk günleri demek olan kurban bayramı gününden sonraki üç günde,) (farz namazlarının sonunda, kurban kesme ve cemreleri atma ânında) Allah’ı (tekbir getirerek) zikredin. Kim hemen iki gün içinde (cemreleri attıktan sonra teşrîk günlerinin ikincisi olan Zil-hıcce’nin on ikinci gününde) (Mina’dan Mekke’ye) dönerse, ona bir günah yoktur. Kim (Mina’da) geri kalırsa, ona da bir günah yoktur. (Fakat her iki durumda da günahın olmaması,) takvâ sâhibi (olanlar) için(dir). (O takvâ sâhipleri ki onlar, hac esnasındaki emirleri yerli yerinde yapan ve her türlü yasak ve günahlardan uzak duranlardır veya geri kalan ömürlerinde Allah’tan korkacak ve Al­lah’ın azâbını çekecek işler yapmayacak olanlardır; işte onlar, günahları bağışlan­mış olarak hactan dönerler.) (Her zaman ve her yerde) Allah’tan korkun ve bilin ki, muhakkak (hepiniz diriltilip kabirlerinizden kalkacak ve) O’na (hesap vermek üzere mahşer yerinde) toplanacaksınız. 

[ 002.203 ] ( AY )

Bir de sayılı günlerde (teşrîk günlerinde) Allah’ı tekbîr ile zikredin. Kim, iki günde (Zilhiccenin on birinci ve on ikinci gününde) Minâ’dan dönmek için acele ederse, ona günah yoktur. Minâ’da geri kalana da günah yoktur. Fakat, bu günahın olmayışı takvâ sahibi içindir. Allah’dan korkun ve bilin ki, muhakkak hepiniz ona dönüp toplanacaksınız.

[ 002.203 ] ( EO )

Bir de sayılı günlerde Allahı zikredin -tekbir alın- bunlardan iki gün içinde avdet için acele edene günah yok, teahhur edene de günah yok amma korunan için: Allaha korunun ve bilin ki siz ona haşrolunacaksınız.

[ 002.203 ] ( ES )

Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin (tekbir alın). Bunlardan kim iki gün içinde (Mina'dan) dönmek için acele ederse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Ama bu, takva sahipleri içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, siz ancak O'nun huzuruna varıp toplanacaksınız.

[ 002.203 ] ( NQ )

And remember Allah during the appointed Days. But whosoever hastens to leave in two days, there is no sin on him and whosoever stays on, there is no sin on him, if his aim is to do good and obey Allah (fear Him), and know that you will surely be gathered unto Him.

[ 002.204 ] ( KK )

æóãöäó ÇáäøóÇÓö ãóäú íõÚúÌöÈõßó Þóæúáõåõ Ýöí ÇáúÍóíóÇÉö ÇáÏøõäúíóÇ æóíõÔúåöÏõ Çááøóåó Úóáóì ãóÇ Ýöí ÞóáúÈöåö æóåõæó ÃóáóÏøõ ÇáúÎöÕóÇãö ﴿ ٢٠٤ ﴾

[ 002.204 ] ( MŞ )

İnsanlardan öyleleri vardır ki, (bu) dünya hayatına ait sözü, senin hoşuna gider. (Fakat âhiret hayatına ait inancı ve İslâm’a karşı düşmanlığı, elbette hoşuna gitmez.) O, kalbinde olana (aslında olmayana yemin ederek) Allah’ı şâhit tutar. Hâlbuki o (münâfık Ahnes ibn Şurayk es-Sakafî), (sana ve ashâbına karşı olan) düşmanların en azılısıdır.

[ 002.204 ] ( AY )

İnsanlardan bir kısmı vardır ki, onun bu dünya hayatına ait fasih sözü hoşuna gider ve sözü, kalbinde olana uygundur, diye yemin ederek Allah’ı şahid tutar. Hâlbuki o, düşmanların en şiddetlisidir.

[ 002.204 ] ( EO )

Nas içinden kimi de vardır ki Dünya hayat hakkında sözleri seni imrendirir bir de kalbindekine Allahı şahid tutar, halbuki o islâm hasımlarının en yamanıdır.

[ 002.204 ] ( ES )

İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Halbuki O, İslâm düşmanlarının en yamanıdır.

[ 002.204 ] ( NQ )

And of mankind there is he whose speech may please you (O Muhammad ), in this worldly life, and he calls Allah to witness as to that which is in his heart, yet he is the most quarrelsome of the opponents.

[ 002.205 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ Êóæóáøóì ÓóÚóì Ýöí ÇáúÃóÑúÖö áöíõÝúÓöÏó ÝöíåóÇ æóíõåúáößó ÇáúÍóÑúËó æóÇáäøóÓúáó æóÇááøóåõ áÇó íõÍöÈøõ ÇáúÝóÓóÇÏó ﴿ ٢٠٥ ﴾

[ 002.205 ] ( MŞ )

O (münâfık Ahnes), (senin huzurundan) ayrıldığı (veya iş başına geçtiği) zaman, yer yüzünde fesat çıkarmaya (küfür ve zulmü yayabilmek için müslümanların kalplerinde şüpheler uyandırmaya, ihtilâf ve yalanlarla ortalığı karıştırmaya), (tarlalardaki) ekini (tahrip edip yakmaya) ve (bu şekilde) nesli (soyu sopu) helâk etmeye koşar. Yüce Allah, fesadı sevmez (“Kullarının küfründen râzı olmaz.1”
1 Zümer 39/7.

[ 002.205 ] ( AY )

O, senin huzurundan ayrılıp gittiği zaman, yer yüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye koşar. Allah fesad çıkarmaya ve fenalık yapmaya razı olmaz.

[ 002.205 ] ( EO )

İş başına geçti mi yer yüzünde içine kadar fesad vermek ve hars-ü nesli helâk etmek için sa'yeder Allah da fesadı sevmez.

[ 002.205 ] ( ES )

İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.

[ 002.205 ] ( NQ )

And when he turns away (from you "O Muhammad "), his effort in the land is to make mischief therein and to destroy the crops and the cattle, and Allah likes not mischief.

[ 002.206 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ Þöíáó áóåõ ÇÊøóÞö Çááøóåó ÃóÎóÐóÊúåõ ÇáúÚöÒøóÉõ ÈöÇáúÇöËúãö ÝóÍóÓúÈõåõ Ìóåóäøóãõ æóáóÈöÆúÓó ÇáúãöåóÇÏõ ﴿ ٢٠٦ ﴾

[ 002.206 ] ( MŞ )

Ona (münâfık Ahnes’e): “Allah’tan kork!” denildiği zaman, gururu kendisine günah işletir. İşte ona cehennem yetişir. O, ne kötü bir yataktır! 

[ 002.206 ] ( AY )

Ona: “Allah’tan kork” dendiği zaman, câhiliyet duygusu izzeti onu günah işlemeye götürür. İşte buna cehennem kâfidir ve o cehennem ne kötü bir yataktır.

[ 002.206 ] ( EO )

Ona «Allahdan kork» denildiği zaman da kendisini günah ile onur tutar, Cehennem de onun hakkından gelir, cidden ne fena yataktır o.

[ 002.206 ] ( ES )

Ona: "Allah'tan kork!" dendiği zaman da kendisini onuru (gururu) günah işlemeye sevkeder. Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır!

[ 002.206 ] ( NQ )

And when it is said to him, "Fear Allah", he is led by arrogance to (more) crime. So enough for him is Hell, and worst indeed is that place to rest!

[ 002.207 ] ( KK )

æóãöäó ÇáäøóÇÓö ãóäú íóÔúÑöí äóÝúÓóåõ ÇÈúÊöÛóÇÁó ãóÑúÖóÇÉö Çááøóåö æóÇááøóåõ ÑóÁõæÝñ ÈöÇáúÚöÈóÇÏö ﴿ ٢٠٧ ﴾

[ 002.207 ] ( MŞ )

(Yine) insanlardan öyleleri vardır ki, kendisini Allah’ın rızâsın(ı kazanmay)a satar. (Hazret-i Suheyb ibn Rûmî gibi, Müşriklerin eziyetleri karşısında Allah’ın rızâsını kazanmak için hicret eder ve malını onlara/düşmanlarına bırakır.) Yüce Allah, kullar(ın)a raûftur (çok şefkatlidir). 

[ 002.207 ] ( AY )

İnsanlardan bir kısmı da vardır ki, Allah’ın rızasını isteyerek nefsini Allah’a ibâdet yolunda sarfeder. Allah ise kullarına çok merhamet edicidir.

[ 002.207 ] ( EO )

Yine nas içinden kimi de vardır ki, Allahın rızasına ermek için kendini feda eder, Allah ise kullarına çok refetlidir.

[ 002.207 ] ( ES )

Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir.

[ 002.207 ] ( NQ )

And of mankind is he who would sell himself, seeking the Pleasure of Allah. And Allah is full of Kindness to (His) slaves.

[ 002.208 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÇÏúÎõáõæÇ Ýöí ÇáÓøöáúãö ßóÇÝøóÉð æóáÇó ÊóÊøóÈöÚõæÇ ÎõØõæóÇÊö ÇáÔøóíúØóÇäö Åöäøóåõ áóßõãú ÚóÏõæøñ ãõÈöíäñ ﴿ ٢٠٨ ﴾

[ 002.208 ] ( MŞ )

Ey Mü’minler, hepiniz birlikte (bütün îmanınız ve ibâdetlerinizle tam olarak) İslâm’a girin. (Sakın eski inanç ve alışkanlıklarınızdan bazılarını devam ettirme eğiliminde olarak) şeytânın adımlarını izlemeyin. Çünkü o (şeytân), sizin için apaçık bir düşmandır.

[ 002.208 ] ( AY )

Ey mü'minler, hepiniz iç ve dışınızla sebat üzere islâma girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin açık bir düşmanınızdır.

[ 002.208 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler! kâffeten silme girin de Şeytan adımlarına uymayın çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır.

[ 002.208 ] ( ES )

Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selamete girin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır.

[ 002.208 ] ( NQ )

O you who believe! Enter perfectly in Islam (by obeying all the rules and regulations of the Islamic religion) and follow not the footsteps of Shaitan (Satan). Verily! He is to you a plain enemy.

[ 002.209 ] ( KK )

ÝóÅöäú ÒóáóáúÊõãú ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÌóÇÁóÊúßõãõ ÇáúÈóíøöäóÇÊõ ÝóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó ÚóÒöíÒñ Íóßöíãñ ﴿ ٢٠٩ ﴾

[ 002.209 ] ( MŞ )

Size (Kur’ân ve sünnet ile helâl ve harama ait) açık açık deliller geldikten sonra, yine (hak yoldan) kayarsanız, bilin ki, şüphesiz Allah, azîz (mağlûp olmayan ve acze düşmeyen yegâne gâlip; hiçbir varlığın engelleyemeyeceği kâdir)dir (ve) hakîm (hikmet sâhibidir ki, iyilik yapan ile kötülük yapanı bir tutmayıp iyilik yapanı mükâfatlandır­an ve kötülük yapanı cezalandıran; hiçbir şeyin câhili olmayan ve her şeyi bilen)dir. 

[ 002.209 ] ( AY )

Helâl ve harama ait hükümlerde size bu kadar aşikâr deliller geldikten sonra, eğer şerîat yolundan kayarsanız bilin ki, Allah muhakkak galibdir ve işinde hikmet sahibidir.

[ 002.209 ] ( EO )

Size bunca beyyineler geldikten sonra yine kayarsanız eyi bilin ki Allah çok onurlu bir hakîmdir.

[ 002.209 ] ( ES )

Size bunca deliller geldikten sonra yine kayarsanız, iyi bilin ki, Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

[ 002.209 ] ( NQ )

Then if you slide back after the clear signs (Prophet Muhammad and this Qur'an, and Islam) have come to you, then know that Allah is All-Mighty, All-Wise.

[ 002.210 ] ( KK )

åóáú íóäúÙõÑõæäó ÅöáÇøó Ãóäú íóÃúÊöíóåõãõ Çááøóåõ Ýöí Ùõáóáò ãöäó ÇáúÛóãóÇãö æóÇáúãóáóÆößóÉõ æóÞõÖöíó ÇáúÃóãúÑõ æóÅöáóì Çááøóåö ÊõÑúÌóÚõ ÇáúÃõãõæÑõ ﴿ ٢١٠ ﴾

[ 002.210 ] ( MŞ )

Onlar (İslâm’a girmeyip şeytana tâbi olanlar), ille buluttan gölgeler içinde Allah’ın meleklerle birlikte gelmesini ve (Allah’ın azap emrini verip) işin bitirilmesini (kendilerinin helâk edilmelerini) mi bekliyorlar? Hâlbuki (âhirette bütün) işler, Allah’a döndürülecektir. (İyi biliniz ki, [kulların] bütün işler[i], [hesabı görülmek üzere] Allah’a varır [arz edilir]1.
1 Şûra 26/53.

[ 002.210 ] ( AY )

O, İslâma girmeyip şeytana tabi olanlar, yalnız gözetliyorlar ki, Allah buluttan gölgelikler içinde meleklerle geliversin ve kendilerine iş bitiriversin (onları helâk ediversin). Hâlbuki işlerin hepsi Allah’a döndürülür.

[ 002.210 ] ( EO )

Onlar gözetiyorlar ki Allah buluttan gölgelikler içinde meleklerle geliversin de kendilerine iş bitiriliversin. Halbuki bütün işler Allaha götürülür.

[ 002.210 ] ( ES )

Onlar sadece gözetiyorlar ki, Allah, buluttan gölgelikler içinde meleklerle birlikte geliversin de iş bitiriliversin. Halbuki bütün işler Allah'a döndürülüp götürülür.

[ 002.210 ] ( NQ )

Do they then wait for anything other than that Allah should come to them in the shadows of the clouds and the angels? (Then) the case would be already judged. And to Allah return all matters (for decision).

[ 002.211 ] ( KK )

Óóáú Èóäöí ÅöÓúÑóÇÆöíáó ßóãú ÂÊóíúäóÇåõãú ãöäú ÂíóÉò ÈóíøöäóÉò æóãóäú íõÈóÏøöáú äöÚúãóÉó Çááøóåö ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÌóÇÁóÊúåõ ÝóÅöäøó Çááøóåó ÔóÏöíÏõ ÇáúÚöÞóÇÈö ﴿ ٢١١ ﴾

[ 002.211 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) İsrâîl oğullarına sor; onlara (denizin yarılması, bulutlarla gölgelendirilmeleri, kudret helvası ve bıldırcın etinin indirilmesi, dağın yukarı kaldırılması, Hazret-i Mûsâ’nın yüce Allah ile konuşması, Tevrât’ın indirilmesi ve hidâyetin küfürden ayrılması gibi) nice açık âyetler (mu’cizeler) verdik. Kim, Allah’ın kendisine gelen (verdiği) nimet(ler)ini (hidâyet sebebi olan âyetlerini), (dalâlet, tahrîf ve küfürle) değiştirirse, şüphe yok ki, Allah’ın cezâsı çok şiddetlidir. 

[ 002.211 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), İsrâil oğullarına sor; biz onların atalarına (Mûsâ peygamberin şânı hakkında) ne kadar açık mûcizeler vermiştik (göstermiştik). Fakat mûcizeler kendisine geldikten sonra, kim Allah’ın hidâyet nimetini küfür ile değiştirirse, şüphesiz ki Allah’ın (ona) azabı çok şiddetlidir.

[ 002.211 ] ( EO )

Beni İsraile sor: biz onlara ne kadar açık âyet vermiştik, fakat Allahın ni'metini her kikendine geldikten sonra değişdirirse şüphe yok ki Allahın ıkabı şiddetlidir.

[ 002.211 ] ( ES )

İsrailoğullarına sor: Biz onlara ne kadar açık âyetler vermiştik. Fakat Allah'ın nimetini her kim kendisine geldikten sonra değiştirirse, şüphe yok ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir.

[ 002.211 ] ( NQ )

Ask the Children of Israel how many clear Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) We gave them. And whoever changes Allah's Favour after it had come to him, [e.g. renounces the Religion of Allah (Islam) and accepts Kufr (disbelief),] then surely, Allah is Severe in punishment.

[ 002.212 ] ( KK )

Òõíøöäó áöáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ÇáúÍóíóÇÉõ ÇáÏøõäúíóÇ æóíóÓúÎóÑõæäó ãöäó ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóÇáøóÐöíäó ÇÊøóÞóæúÇ ÝóæúÞóåõãú íóæúãó ÇáúÞöíóÇãóÉö æóÇááøóåõ íóÑúÒõÞõ ãóäú íóÔóÇÁõ ÈöÛóíúÑö ÍöÓóÇÈò ﴿ ٢١٢ ﴾

[ 002.212 ] ( MŞ )

Kâfirlere dünya hayâtı süslendi (güzel gösterildi). (İslâm’ı inkâr eden o kimseler; Bilâl, Ammâr, Suheyb gibi fakir) Müslümanlarla alay ederler. Hâlbuki (fakir olan) takva sâhipleri, kıyâmet gününde onlardan (İslâm’ı kabul etmeyen o alaycı zenginlerden) üstündürler. Allah, (dünyada bir hikmete binâen, bazen istidrâc/günahlarının artması, bazen de imtihan için) dilediğine hesapsız rızık verir.
(Allahü teâlâ insanlarda doğru ve yanlışı birbirinden ayıracak akıl gücü ile nefis ve şeytanın bütün kötülüklerine karşı koyabilecek bir irâde gücü yaratmıştır. Ayrıca onlara gönderdiği peygamberler vâsıtasıyla hak ile bâtılı ve helâl ile harâmı da açıklamıştır.
İnsanlar eğer irâdelerini küfür ve harâm yönünde kullanırlarsa, kâfirler grubunu meydana getirirler. Bu kişiler, serbest irâdeleriyle îman ve helâlleri bir tarafa bırakarak küfür ve harâmlardan oluşan bir dünya hayatını doğru ve güzel bulurlar. Yüce Allah da onların bu yöndeki fiillerini yaratır. Dolayısıyla Allah’ın, kâfirlere küfür ve harâmı tercih etmeleri konusunda, bir cebirde/zorlamada bulunduğu söylenemez. Bk. H. Bağdâdî.)

[ 002.212 ] ( AY )

Dünya hayatı kâfirlere süslü göründü de îman edenlerle eğleniyorlar, (onların zenginleri, mü'minlerin fakirleri ile alay ediyorlar.) Hâlbuki takva sahibi (fakîr) mü'minler, kıyâmet gününde onların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

[ 002.212 ] ( EO )

Küfredenlere o Dünya hayat bezendi de iman edenlerle eğleniyorlar, halbuki korunan o mü'minler kıyamet günü onların fevkındadır, Allah dilediğine hisabsız ni'metler verir.

[ 002.212 ] ( ES )

Dünya hayatı, inkar edenler için bezendi. (Onlar), iman edenlerle eğleniyorlar. Halbuki takva sahibi olan o müminler, kıyamet günü onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.

[ 002.212 ] ( NQ )

Beautified is the life of this world for those who disbelieve, and they mock at those who believe. But those who obey Allah's Orders and keep away from what He has forbidden, will be above them on the Day of Resurrection. And Allah gives (of His Bounty, Blessings, Favours, Honours, etc. on the Day of Resurrection) to whom He wills without limit.

[ 002.213 ] ( KK )

ßóÇäó ÇáäøóÇÓõ ÃõãøóÉð æóÇÍöÏóÉð ÝóÈóÚóËó Çááøóåõ ÇáäøóÈöíøöíäó ãõÈóÔøöÑöíäó æóãõäúÐöÑöíäó æóÃóäúÒóáó ãóÚóåõãõ ÇáúßöÊóÇÈó ÈöÇáúÍóÞøö áöíóÍúßõãó Èóíúäó ÇáäøóÇÓö ÝöíãóÇ ÇÎúÊóáóÝõæÇ Ýöíåö æóãóÇ ÇÎúÊóáóÝó Ýöíåö ÅöáÇøó ÇáøóÐöíäó ÃõæÊõæåõ ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÌóÇÁóÊúåõãõ ÇáúÈóíøöäóÇÊõ ÈóÛúíðÇ Èóíúäóåõãú ÝóåóÏóì Çááøóåõ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ áöãóÇ ÇÎúÊóáóÝõæÇ Ýöíåö ãöäó ÇáúÍóÞøö ÈöÅöÐúäöåö æóÇááøóåõ íóåúÏöí ãóäú íóÔóÇÁõ Åöáóì ÕöÑóÇØò ãõÓúÊóÞöíãò ﴿ ٢١٣ ﴾

[ 002.213 ] ( MŞ )

İnsanlar (hak din üzerinde ittifak etmiş) bir tek ümmetti (topluluktu). (Fakat sonradan bir kısmı îmanda sebât etmek, bir kısmı da hak dinden ayrılıp küfretmek suretiyle ihtilâfa düştüler.) Bunun üzerine (yüce) Allah, (onlara) peygamberleri, mübeşşirler (îman edenlere sevabı ve cenneti müjdeleyiciler) ve münzirler (hak dini inkâr edenlere, âhirette uğrayacakları sonsuz azâbı haber vericiler) olarak gönderdi. Onlarla (peygamberlerle) beraber, insanların (din konusunda) anlaşmazlığa düştüklerinde aralarında hüküm vermek için hak(kı açıklayan) Kitap(lar) indirdi. Ancak (kendilerine Kitap verilenler,) beyyineler (açık aklî deliller) geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık ve hırstan dolayı o (Kitap veya din hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler). Bunun üzerine Allah, îman edenleri, üzerinde ihtilâfa düştükleri hak(din) konusunda (irâdelerini Peygamberinin tebliğ ettiği din yönünde kullandıklarından dolayı) onları kendi izniyle (irâdesiyle) hidâyete eriştirdi. (Yüce) Allah, kimi dilerse (kim Peygamberine ve onun tebliğ ettiği dine uyma yönünde irâde beyân ederse), onu sırât-ı müstakîme (İslâm dininin gösterdiği yola, hak yola) hidâyet eder (iletir). 

[ 002.213 ] ( AY )

İnsanlar îman üzere bulunan tek bir ümmet idi; sonra kimi îman etmek, kimi küfre varmak sûretiyle ayrılığa düştüler de Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve insanlar aralarında ayrlığa düştükleri şeyde hak üzre hükmetmek için, o peygamberlerle kitap gönderdi. Hâlbuki kendilerine açık deliller geldikten sonra aralarındaki zulüm ve hasedlerinden ötürü, ihtilâfa düşenler, o kitap verilenlerden başkası değildir. Onların hak hususunda ayrılığa düştükleri şeyde, Allah, kendi izni ile (peygamberlere) îman edenleri doğru yola hidâyet buyurdu (iletti). Allah dilediğini doğru yola iletir.

[ 002.213 ] ( EO )

İnsanlar tek bir ümmet idi Ayrılmaları üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile kitab indirdi ki nas arasında ıhtilâf ettikleri noktada hakem olsun, bunda da sırf o kitab verilenler kendilerine bunca beyyineler geldikten sonra tuttular aralarındaki ihtiras yüzünden ıhtilâfa düştüler, bunun üzerine Allah onların ıhtilâf ettikleri hakka izni ilâhîsiyle bu iman edenleri doğrudan doğru muvaffak buyurdu, öyle ya Allah dilediğini doğru yola çıkarır.

[ 002.213 ] ( ES )

İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

[ 002.213 ] ( NQ )

Mankind were one community and Allah sent Prophets with glad tidings and warnings, and with them He sent the Scripture in truth to judge between people in matters wherein they differed. And only those to whom (the Scripture) was given differed concerning it after clear proofs had come unto them through hatred, one to another. Then Allah by His Leave guided those who believed to the truth of that wherein they differed. And Allah guides whom He wills to a Straight Path.

[ 002.214 ] ( KK )

Ãóãú ÍóÓöÈúÊõãú Ãóäú ÊóÏúÎõáõæÇ ÇáúÌóäøóÉó æóáóãøóÇ íóÃúÊößõãú ãóËóáõ ÇáøóÐöíäó ÎóáóæúÇ ãöäú ÞóÈúáößõãú ãóÓøóÊúåõãõ ÇáúÈóÃúÓóÇÁõ æóÇáÖøóÑøóÇÁõ æóÒõáúÒöáõæÇ ÍóÊøóì íóÞõæáó ÇáÑøóÓõæáõ æóÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ãóÚóåõ ãóÊóì äóÕúÑõ Çááøóåö ÃóáÇó Åöäøó äóÕúÑó Çááøóåö ÞóÑöíÈñ ﴿ ٢١٤ ﴾

[ 002.214 ] ( MŞ )

Yoksa siz (ey mü’minler), sizden önce gelen (kavim ve millet)lerin (uğradıkları belâ ve sıkıntıların) benzer(ler)i başınıza gelmeden (ve onlar gibi sabretmeden hemen) cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle (şiddetli) yoksulluk ve sıkıntı (hastalık ve açlık) dokunmuştu, öyle (belâlarla) sarsılmışlardı ki, nihâyet peygamber ve onunla birlikte îman edenler: “(Bize geleceği va’dedilen) Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek hâle gelmişlerdi. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı(nın gelmesi) yakındır. 

[ 002.214 ] ( AY )

Yoksa siz ey mü'minler, kendinizden evvel geçenlerin halleri hiç başınıza gelmeden (hemen) cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler dokundu ve öylesine sarsıldılar ki, peygamber ve maiyetinde îman edenler: “ Allah’ın yardımı ne zaman olacak?” diyesiye kadar... Bilin ki Allah’ın yardımı muhakkak yakındır.

[ 002.214 ] ( EO )

Yoksa siz kendinizden evvel geçenlerin mesel olmuş halleri hiç başınıza gelmeksizin Cennete girivereceksiniz mi sandınız? onlara öyle ezici mihnetler, kılımdatmaz zaruretler dokundu ve öyle sarsıldılar ki hattâ Peygamber ve maiyetinde iman edenler «ne zaman Allahın nusratı?» diyeceklerdi. Bak işte Allahın nursatı yakın.

[ 002.214 ] ( ES )

Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlaraöyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır.

[ 002.214 ] ( NQ )

Or think you that you will enter Paradise without such (trials) as came to those who passed away before you? They were afflicted with severe poverty and ailments and were so shaken that even the Messenger and those who believed along with him said, "When (will come) the Help of Allah?" Yes! Certainly, the Help of Allah is near!

[ 002.215 ] ( KK )

íóÓúÃóáõæäóßó ãóÇÐóÇ íõäúÝöÞõæäó Þõáú ãóÇ ÃóäúÝóÞúÊõãú ãöäú ÎóíúÑò ÝóáöáúæóÇáöÏóíúäö æóáúÃóÞúÑóÈöíäó æóÇáúíóÊóÇãóì æóÇáúãóÓóÇßöíäö æóÇÈúäö ÇáÓøóÈöíáö æóãóÇ ÊóÝúÚóáõæÇ ãöäú ÎóíúÑò ÝóÅöäøó Çááøóåó Èöåö Úóáöíãñ ﴿ ٢١٥ ﴾

[ 002.215 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) sana (Allah yolunda) ne infâk edeceklerini (hayır yolunda neyin ve kimlere verileceğini) soruyorlar. De ki: “Verdiğiniz hayır (mal), ana-baba, yakınlar, yetimler, düşkünler ve yolda kalmış(lar) içindir. Yaptığınız (az veya çok) her hayrı, şüphesiz Allah bilir (ve onun mükâfatını verir). 

[ 002.215 ] ( AY )

Ey Resûlüm, onlar neyi nafaka olarak vereceklerini sana soruyorlar. De ki: “ Maldan vereceğiniz şey, ana-babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Hayır olarak daha her ne yaparsanız. Cenâb-ı Allah onu bilir ve mükâfatını verir.

[ 002.215 ] ( EO )

Sana soruyorlar: neye infak edecekler? deki: verdiğiniz nefaka ana baba, en yakınlar, öksüzler, biçareler, yolda kalmışlar içindir, hayrolarak daha her ne yaparsanız hek halde Allah onu bilir.

[ 002.215 ] ( ES )

Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir.

[ 002.215 ] ( NQ )

They ask you (O Muhammad ) what they should spend. Say: Whatever you spend of good must be for parents and kindred and orphans and Al-Masakin (the poor) and the wayfarers, and whatever you do of good deeds, truly, Allah knows it well.

[ 002.216 ] ( KK )

ßõÊöÈó Úóáóíúßõãõ ÇáúÞöÊóÇáõ æóåõæó ßõÑúåñ áóßõãú æóÚóÓóì Ãóäú ÊóßúÑóåõæÇ ÔóíúÆðÇ æóåõæó ÎóíúÑñ áóßõãú æóÚóÓóì Ãóäú ÊõÍöÈøõæÇ ÔóíúÆðÇ æóåõæó ÔóÑøñ áóßõãú æóÇááøóåõ íóÚúáóãõ æóÃóäúÊõãú áÇó ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٢١٦ ﴾

[ 002.216 ] ( MŞ )

(Ey mü’minler, zorluk ve sıkıntılarla dolu olduğu için) hoşunuza gitmese de savaş size yazıldı (farz kılındı). Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda iyi (zafer ve ganimet veya şehitlik ve ecir) olabilir ve hoşlandığınız bir şey (konusunda nefsiniz, iyilik, seâdet ve hayra götürecek işlerden kaçarak zillet, fakirlik, üzüntü, sıkıntı ve sevaptan mahrum kalmaya yol açan şeylere meyleder) de hakkınızda kötü olabilir. (Yüce) Allah, (sizin için hayırlı olanı) bilir, siz bilemezsiniz. (Onun için siz, emredilen şeyi yapmaya koşun.)

[ 002.216 ] ( AY )

Ey mü'minler, hoşunuza gitmediği hâlde, din düşmanları ile savaşmak üzerinize farz kılındı. Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi de sevdiğiniz hâlde o, hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

[ 002.216 ] ( EO )

kıtal üzerinize yazıldı, gerçi o size hoş gelmez fakat olur ki siz bir şey'i hoşlanmazsınız halbuki hakkınızda o bir hayırdır ve olur ki bir şey'i severseniz halbuki hakkınızda o bir şerdir siz bilmezken Allah bilir.

[ 002.216 ] ( ES )

Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

[ 002.216 ] ( NQ )

Jihad (holy fighting in Allah's Cause) is ordained for you (Muslims) though you dislike it, and it may be that you dislike a thing which is good for you and that you like a thing which is bad for you. Allah knows but you do not know.

[ 002.217 ] ( KK )

íóÓúÃóáõæäóßó Úóäö ÇáÔøóåúÑö ÇáúÍóÑóÇãö ÞöÊóÇáò Ýöíåö Þõáú ÞöÊóÇáñ Ýöíåö ßóÈöíÑñ æóÕóÏøñ Úóäú ÓóÈöíáö Çááøóåö æóßõÝúÑñ Èöåö æóÇáúãóÓúÌöÏö ÇáúÍóÑóÇãö æóÅöÎúÑóÇÌõ Ãóåúáöåö ãöäúåõ ÃóßúÈóÑõ ÚöäúÏó Çááøóåö æóÇáúÝöÊúäóÉõ ÃóßúÈóÑõ ãöäó ÇáúÞóÊúáö æóáÇó íóÒóÇáõæäó íõÞóÇÊöáõæäóßõãú ÍóÊøóì íóÑõÏøõæßõãú Úóäú Ïöíäößõãú Åöäö ÇÓúÊóØóÇÚõæÇ æóãóäú íóÑúÊóÏöÏú ãöäúßõãú Úóäú Ïöíäöåö ÝóíóãõÊú æóåõæó ßóÇÝöÑñ ÝóÃõæáóÆößó ÍóÈöØóÊú ÃóÚúãóÇáõåõãú Ýöí ÇáÏøõäúíóÇ æóÇáúÂÎöÑóÉö æóÃõæáóÆößó ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáäøóÇÑö åõãú ÝöíåóÇ ÎóÇáöÏõæäó ﴿ ٢١٧ ﴾

[ 002.217 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) sana haram (Receb) ayında savaşmaktan soruyorlar. De ki: “Onda savaş, büyük (bir günah)tır. Fakat (insanların) Allah yolu (olan İslâm’ı tanıyıp inanmaları)na engel olmak, Allah’ı inkâr etmek, Mescîd-i Harâm(‘daki tavaf ve namazlar)a mâni olmak ve ehlini (Peygamberi ve ashâbını) oradan (Mekke’den) sürüp çıkarmak ise Allah katında daha büyük (bir günah)tır. Fitne (insanları vatanından sürmek ve şirk) öldürmekten (haram ayda yapılan savaştan) daha büyük (bir günâh)tır”. (Ey mü’minler,) onlar yapabilseler (kâfirlerin gücü yetse), sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların yaptıkları bütün (ibâdet ve hayırlar,) dünyada da, âhirette de boşa gitmiş olur. Onlar, ateş eshâbıdır, (diğer kâfirler gibi) orada ebedî (sürekli, sonsuz) kalacaklardır. 

[ 002.217 ] ( AY )

Haram olan ayda savaşın hükmü nedir, diye sana soruyorlar. De ki: “ O ayda savaş yapmak büyük günahtır. Fakat küfür ve inkârla insanları Allah yolundan çevirmek, Mescid-i Harâm’da tavaf ve namazdan alıkoymak, Peygamberi ve ashabını Mekke’den çıkarmak Allah katında daha büyük bir günahtır. Allah’a ortak koşmak fitnesi, Müslümanların haram ayda yaptıkları savaştan da beterdir. Ey mü'minler, kâfirlerin gücü yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmalarından geri durmazlar. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, bu gibilerin yaptığı iyi şeyler, dünyada da, Âhirette de boşa gitmiştir ve onlar cehennem ehli olup orada ebedî olarak kalırlar.

[ 002.217 ] ( EO )

sana hurmetli aydan ve onda kıtalden soruyorlar; deki onda bir kıtal büyük bir günahtır, maamafih Allah yolundan bir meni' ve ona bir küfür ve Mescidiharamdan meni' ve ehlini ondan çıkarmak Allah yanında daha büyük ve fitne katilden daha büyüktür, onlar güçleri yeterse sizi dininizden döndürmek için sizinle muharebe etmekten bir zaman geri durmazlar, sizden de her kim dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri Dünya ve Ahıret heder olmuştur ve artık onlar eshabı nardırlar, hep orada muhalled kalırlar.

[ 002.217 ] ( ES )

Ey Muhammed! Sana haram aydan ve o ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak, büyük bir günahtır. Bununla beraber Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, insanları, Mescid-i Haram'dan menetmek ve halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir günahtır ve fitne, öldürmekten daha büyük bir vebaldir. Onlar, güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.

[ 002.217 ] ( NQ )

They ask you concerning fighting in the Sacred Months (i.e. 1st, 7th, 11th and 12th months of the Islamic calendar). Say, "Fighting therein is a great (transgression) but a greater (transgression) with Allah is to prevent mankind from following the Way of Allah, to disbelieve in Him, to prevent access to Al-Masjid-al-Haram (at Makkah), and to drive out its inhabitants, and Al-Fitnah is worse than killing. And they will never cease fighting you until they turn you back from your religion (Islamic Monotheism) if they can. And whosoever of you turns back from his religion and dies as a disbeliever, then his deeds will be lost in this life and in the Hereafter, and they will be the dwellers of the Fire. They will abide therein forever."

[ 002.218 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóÇáøóÐöíäó åóÇÌóÑõæÇ æóÌóÇåóÏõæÇ Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö ÃõæáóÆößó íóÑúÌõæäó ÑóÍúãóÉó Çááøóåö æóÇááøóåõ ÛóÝõæÑñ ÑóÍöíãñ ﴿ ٢١٨ ﴾

[ 002.218 ] ( MŞ )

Şüphe yok ki îman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda (O’nun dinini yüceltmek için) cihâd edenler var ya, işte onlar, Allah’ın rahmetini (sevabını) umarlar. (Yüce) Allah, gafûr (Mü’minlerin günahlarını çok bağışlayıcı) (ve) rahîm (kendisine itâat edene çok merhamet edici)dir. 

[ 002.218 ] ( AY )

Allah’a ve Rasûlüne gerçek îman edenler ve vatanlarından hicret edip Allah yolunda savaşanlar (var ya!) İşte onlar, Allah’ın rahmetini umarlar. Allah pek çok mağfiret ve rahmet edicidir.

[ 002.218 ] ( EO )

şübhesiz iman ederler ve Allah yolunda muhacir olub da mücahede edenler muhakkak bunlar Allahın rahmetini umarlar, Allah gafur, rahîmdir.

[ 002.218 ] ( ES )

Şüphesiz ki iman edenlere, Allah yolunda hicret edip, cihad edenlere gelince, işte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

[ 002.218 ] ( NQ )

Verily, those who have believed, and those who have emigrated (for Allah's Religion) and have striven hard in the Way of Allah, all these hope for Allah's Mercy. And Allah is Oft-Forgiving, Most-Merciful.

[ 002.219 ] ( KK )

íóÓúÃóáõæäóßó Úóäö ÇáúÎóãúÑö æóÇáúãóíúÓöÑö Þõáú ÝöíåöãóÇ ÅöËúãñ ßóÈöíÑñ æóãóäóÇÝöÚõ áöáäøóÇÓö æóÅöËúãõåõãóÇ ÃóßúÈóÑõ ãöäú äóÝúÚöåöãóÇ æóíóÓúÃóáõæäóßó ãóÇÐóÇ íõäúÝöÞõæäó Þõáö ÇáúÚóÝúæó ßóÐóáößó íõÈóíøöäõ Çááøóåõ áóßõãõ ÇáúÂíóÇÊö áóÚóáøóßõãú ÊóÊóÝóßøóÑõæäó ﴿ ٢١٩ ﴾

[ 002.219 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm,) sana şarap (içki) ve kumarı sorarlar. De ki; “O ikisinde büyük günah ve insanlar için bazı faydalar vardır. Ancak onların günahı (sebep oldukları felâket, sıkıntı ve kötülükler) faydasından daha büyüktür.” Yine sana “Allah yolunda ne (miktarda) infâk edecekler?”ini (harcayacaklarını) sorarlar. De ki: Af (ihtiyacınızdan fazlasını infâk edin/verin). (Yüce) Allah, (düşünüp doğruyu bulmanız için) size âyetleri böyle açıklar.
(Bu âyet-i kerîmenin şarap ve kumarla ilgili kısmı, Nîsa, 43.ve Mâide, 90-91.âyetleriyle neshedilmiştir. Bk. Beydâvî, Kurtubî ve Râzî.) 

[ 002.219 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “ Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için bazı (az) faydaları vardır. Fakat günahları, faydalarından daha büyüktür; “Yine sana hangi şeyi nafaka verceklerini soruyorlar. De ki: “ İhtiyacınızdan geri kalanı harcayın.” Allah âyetlerini size böyle açıklıyor ki, düşünesiniz;

[ 002.219 ] ( EO )

Sana hamr-ü meysirden soruyorlar, de ki bu iksindbüyük bir günah bir de nasa ba'zı menfeatler var fakat günahları menfeatlerinden daha büyüktür, yine sana soruyorlar: Neyi infak edecekler? de ki sıkmayanını, böyle beyan ediyor Allah size âyetlerini ki düşünesiniz.

[ 002.219 ] ( ES )

Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz.

[ 002.219 ] ( NQ )

They ask you (O Muhammad ) concerning alcoholic drink and gambling. Say: "In them is a great sin, and (some) benefit for men, but the sin of them is greater than their benefit." And they ask you what they ought to spend. Say: "That which is beyond your needs." Thus Allah makes clear to you His Laws in order that you may give thought."

[ 002.220 ] ( KK )

Ýöí ÇáÏøõäúíóÇ æóÇáúÂÎöÑóÉö æóíóÓúÃóáõæäóßó Úóäö ÇáúíóÊóÇãóì Þõáú ÅöÕúáÇóÍñ áóåõãú ÎóíúÑñ æóÅöäú ÊõÎóÇáöØõæåõãú ÝóÅöÎúæóÇäõßõãú æóÇááøóåõ íóÚúáóãõ ÇáúãõÝúÓöÏó ãöäó ÇáúãõÕúáöÍö æóáóæú ÔóÇÁó Çááøóåõ áÇóÚúäóÊóßõãú Åöäøó Çááøóåó ÚóÒöíÒñ Íóßöíãñ ﴿ ٢٢٠ ﴾

[ 002.220 ] ( MŞ )

Dünya ve âhiret (işlelerin)de (hakkınızda en iyi olanı alın ve ona göre hareket edin.) Sana yetimler(in mallarından ve onların ortaya çıkardıkları zorluklar)dan sorarlar. De ki: “Onları(n mallarını çoğaltmak ve tasarrufta bulunmakla durumlarını) düzeltmek (işlerine hiç karışmamaktan daha) hayırlıdır. Eğer onlarla (nafakalarını nafakanızla karıştırarak) bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin (dinde) kardeşlerinizdir (ve bunda bir mahzur yoktur.) (Fakat yüce) Allah, (bir arada yaşayarak onları) bozanı (mallarını yiyerek onları perişan edeni) iyileştirenden (elbette) ayırır. Allah dileseydi, sizi zora sokardı (yetimlerle bir arada yaşama kolaylığını ihsan etmezdi). Şüphesiz Allah, azîz (mağlûp olmayan ve acze düşmeyen yegâne gâlip; hiçbir varlığın engelleyemeyeceği kâdir)dir (ve) hakîm (hikmet sâhibidir ki, iyilik yapan ile kötülük yapanı bir tutmayıp iyilik yapanı mükâfatlandır­an ve kötülük yapanı cezalandıran; hiçbir şeyin câhili olmayan ve her şeyi bilen)dir. 

[ 002.220 ] ( AY )

Bir de dünya ve âhiret işi hususunda hakkınızda en iyi olan şeyi alasınız. (Ayrıca) sana, yetimlerin malından soruyorlar. De ki: “Onların malını korumak ve durumlarını düzeltmek, sizin için, işlerine karışmamaktan daha hayırlıdır. Eğer onları koruyarak kendileri ile bir arada yaşarsanız, artık onlar kardeşlerinizdir. Allah, onların hallerini düzeltenlerle mal ve durumlarını perişan edenleri bilir. Eğer Allahü teâlâ dileseydi, sizi muhakkak zahmete sokardı da yetimlerle bir arada yaşama kolaylığını ihsan buyurmazdı. Allah, şüphesiz ki bütün emirlerinde gâlip ve yaptıklarında hikmet sahibidir.

[ 002.220 ] ( EO )

Dünya ve Ahıret hakkında; bir de sana yetimlerinden soruyorlar, de ki: Onlar hakkında bir ıslâh karışmamaktan daha hayırlıdır, kendilerine de karışırsanız ıhvanınızdırlar, Allah muslihi müfsidden ayırır, eğer Allah dilese idi sizi mutlak sarpa sardırırdı, şüphesiz ki Allah azîzdir, hakîmdir.

[ 002.220 ] ( ES )

Dünya ve ahiret hakkında (düşünürsünüz.) Sana bir de yetimlerden soruyorlar. De ki: Onlar hakkında yapacağınız bir ıslah, işlerine karışmamaktan daha hayırlıdır. Eğer onlara karışırsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla ıslah ediciyi bilir, birbirinden ayırd eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

[ 002.220 ] ( NQ )

In (to) this worldly life and in the Hereafter. And they ask you concerning orphans. Say: "The best thing is to work honestly in their property, and if you mix your affairs with theirs, then they are your brothers. And Allah knows him who means mischief (e.g. to swallow their property) from him who means good (e.g. to save their property). And if Allah had wished, He could have put you into difficulties. Truly, Allah is All-Mighty, All-Wise."

[ 002.221 ] ( KK )

æóáÇó ÊóäßöÍõæÇ ÇáúãõÔúÑößóÇÊö ÍóÊøóì íõÄúãöäøó æó óáÇóãóÉñ ãõÄúãöäóÉñ ÎóíúÑñ ãöäú ãõÔúÑößóÉò æóáóæú ÃóÚúÌóÈóÊúßõãú æóáÇó ÊõäúßöÍõæÇ ÇáúãõÔúÑößöíäó ÍóÊøóì íõÄúãöäõæÇ æóáóÚóÈúÏñ ãõÄúãöäñ ÎóíúÑñ ãöäú ãõÔúÑößò æóáóæú ÃóÚúÌóÈóßõãú ÃõæáóÆößó íóÏúÚõæäó Åöáóì ÇáäøóÇÑö æóÇááøóåõ íóÏúÚõæ Åöáóì ÇáúÌóäøóÉö æóÇáúãóÛúÝöÑóÉö ÈöÅöÐúäöåö æóíõÈóíøöäõ ÂíóÇÊöåö áöáäøóÇÓö áóÚóáøóåõãú íóÊóÐóßøóÑõæäó ﴿ ٢٢١ ﴾

[ 002.221 ] ( MŞ )

(Ey Mü’minler,) müşrik (Allah’a inanmayan, puta tapan, ateist) kadınlarla, onlar îman edinceye kadar evlenmeyin. Müslüman bir câriye, (hür) bir müşrik kadından (onun malı ve güzelliği) hoşunuza gitmiş olsa da daha hayırlıdır (iyidir). Îman etmedikçe müşrik erkekleri onlarla (Müslüman kızlarla, kadınlarla) evlendirmeyin. Müslüman bir köle, (elbette hür) bir müşrikten (onun malı ve güzelliği) hoşunuza gitmiş olsa da daha hayırlıdır (iyidir). (Çünkü) onlar (müşrikler), ateş(i, cehennemi gerektiren işler)e çağırıyorlar. Allah da (Peygamberlerini vâsıta kılarak kendi) izni (irâdesi ve tevfîkı) ile cennete ve mağfirete (affa sebep olacak işlere) çağırıyor. (Allahü teâlâ) düşünüp anlasınlar (ve doğruyu bulsunlar) diye insanlara âyetlerini (bu şekilde) açıklıyor. 

[ 002.221 ] ( AY )

Ey mü'minler, Allah’a ortak koşan (kâfir) kadınlarla, onlar îman etmedikçe evlenmeyin. İmanı olmıyan (müşrike) bir kadın, sizi imrendirse bile, îman etmiş bir cariye elbette ondan daha hayırlıdır. (Bu yasak, Mâide Sûresi 5. âyeti ile kitap ehli olmıyan kâfirlere tahsis edilmiştir. Kitap ehli olanlarla evlenmek böylece câiz olmuştur.) Müşrik erkekler de îman etmedikçe, onlara mü'min kadınları nikâhlamayın; bir kâfir size hoş görünse bile. Mü'min köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar. Allah ise izniyle cennete ve mağfirete dâvet ediyor da âyetlerini insanlara beyan buyuruyor. Gerek ki düşünüp ibret alsınlar.

[ 002.221 ] ( EO )

Maamafih müşrikleri iman etmedikçe nikâh etmeyin, bir müşrike sizi imrendirse bile iman etmiş bir cariye her halde ondan daha hayırlıdır, müşrik erkeklere de nikâh ettirmeyin bir müşrik size hoş görünse bile, mü'min bir kul elbette daha hayırlıdır, onlar sizi ateşe da'vet ederler, Allah ise iznile Cennete ve mağfirete davet ediyor da âyetlerini insanlara beyan buyuruyor gerekki hatırda tutarlar.

[ 002.221 ] ( ES )

Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar.

[ 002.221 ] ( NQ )

And do not marry Al-Mushrikat (idolatresses, etc.) till they believe (worship Allah Alone). And indeed a slave woman who believes is better than a (free) Mushrikah (idolatress, etc.), even though she pleases you. And give not (your daughters) in marriage to Al-Mushrikun till they believe (in Allah Alone) and verily, a believing slave is better than a (free) Mushrik (idolater, etc.), even though he pleases you. Those (Al-Mushrikun) invite you to the Fire, but Allah invites (you) to Paradise and Forgiveness by His Leave, and makes His Ayat (proofs, evidences, verses, lessons, signs, revelations, etc.) clear to mankind that they may remember.

[ 002.222 ] ( KK )

æóíóÓúÃóáõæäóßó Úóäö ÇáúãóÍöíÖö Þõáú åõæó ÃóÐðì ÝóÇÚúÊóÒöáõæÇ ÇáäøöÓóÇÁó Ýöí ÇáúãóÍöíÖö æóáÇó ÊóÞúÑóÈõæåõäøó ÍóÊøóì íóØúåõÑúäó ÝóÅöÐóÇ ÊóØóåøóÑúäó ÝóÃúÊõæåõäøó ãöäú ÍóíúËõ ÃóãóÑóßõãõ Çááøóåõ Åöäøó Çááøóåó íõÍöÈøõ ÇáÊøóæøóÇÈöíäó æóíõÍöÈøõ ÇáúãõÊóØóåøöÑöíäó ﴿ ٢٢٢ ﴾

[ 002.222 ] ( MŞ )

Sana kadınların aybaşı hâlini (âdet görmesini ve bu durumda ne yapılacağını) soruyorlar. De ki: “O (aybaşı hâli veya yeri) eziyettir.” Âdet hâlinde kadınlardan çekilin (cinsî ilişkiden uzak durun ve) temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Tam olarak temizlendikleri zaman Allah’ın (hayız zamanında cinsî ilişkiden uzak durmayı) emrettiği yerden (ferçten/kadının cinsel organından) onlara varın. (Onun dışındaki bir yerden cinsî ilişkide bulunmayın.) (Bu hususta günah işleyenler, tevbe etsinler. Çünkü) Allah, tevbe edenleri sever ve temizlenenleri de sever. 

[ 002.222 ] ( AY )

Sana kadınların ay (âdet) hallerini de soruyorlar. De ki: “ O, nefret edilen bir pisliktir. Bunun için hayız (âdet) zamanında kadınlarınızdan ayrılın (cinsî münasebette bulunmayın) ve temizlenene kadar onlara yanaşmayın. Tam olarak temizlendikleri zaman, Allahın size emrettiği (Meşrû ve mübah) yerden onlara gidin (münasebette bulunun). Şüphesiz ki Allah, çok tevbe edenleri de sever, pisliklerden pâk olanları da sever.

[ 002.222 ] ( EO )

Sana hayızdan da soruyorlar, deki o bir ezadır, onun için hayız zamanı kadınlardan çekilin ve temizlenene kadar onlara yanaşmayın, iyi temizlendiler mi o vakit Allahın emrettiği yerden onlara varın, her halde Allah çok tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.

[ 002.222 ] ( ES )

Ey Muhammed! Sana kadınların ay başı halinden de soruyorlar. De ki: O bir eziyettir Onun için ay başı halinde oldukları zaman kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman ise Allah'ın emrettiği yerden onlara varın, yaklaşın Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.

[ 002.222 ] ( NQ )

They ask you concerning menstruation. Say: that is an Adha (a harmful thing for a husband to have a sexual intercourse with his wife while she is having her menses), therefore keep away from women during menses and go not unto them till they have purified (from menses and have taken a bath). And when they have purified themselves, then go in unto them as Allah has ordained for you (go in unto them in any manner as long as it is in their vagina). Truly, Allah loves those who turn unto Him in repentance and loves those who purify themselves (by taking a bath and cleaning and washing thoroughly their private parts, bodies, for their prayers, etc.).

[ 002.223 ] ( KK )

äöÓóÇÄõßõãú ÍóÑúËñ áóßõãú ÝóÃúÊõæÇ ÍóÑúËóßõãú Ãóäøóì ÔöÆúÊõãú æóÞóÏøöãõæÇ öáÃóäúÝõÓößõãú æóÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøóßõãú ãõáÇóÞõæåõ æóÈóÔøöÑö ÇáúãõÄúãöäöíäó ﴿ ٢٢٣ ﴾

[ 002.223 ] ( MŞ )

Kadınlarınız sizin (çocuk yetiştirme) tarlanızdır. (Âyetin bu kısmı, Yahûdilerin cinsel ilişki ile ilgili Tevrât’a dayandırarak söylediklerini reddetmek için inmiştir:) O hâlde (ekin ekme yeri olan) tarlanıza (emredilen yerden/ferçten) dilediğiniz biçimde (fakat edebe riâyet ederek) gelin ve kendiniz için (besmele çekmek veya hayırlı evlât istemek yahut sevap kazandıran işlerde bulunmak gibi sâlih ameller ile) ileriye hazırlık yapın. Allah’tan (emirlerini yaparak ve haram kıldıklarından uzak durarak) korkun ve bilin ki muhakkak sizler (öldükten sonra diriltilerek) O’na (Allah’a) kavuşacak (ve bütün yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz). (Allah’tan korkan) mü’minleri (cennetle) müjdele. 

[ 002.223 ] ( AY )

Kadınlarınız, çocuk yetiştiren ekin tarlanızdır. O hâlde tohum ekilen tarlanıza (ön tarafa), nasıl isterseniz öyle varın. Kendileriniz için ileriye hazırlık yapın, önceden iyi ameller gönderin. Allah’dan korkun ve muhakkak onun huzuruna varacağınızı bilin. Takvâ sahibi mü'minlere cenneti müjdele.

[ 002.223 ] ( EO )

kadınlarınız sizin için bir harsdir, o halde harsinize nasıl isterseniz varın ve kendileriniz için ileriye hazırlık yapın ve Allahdan korkun ve her halde onun huzuruna varacağınızı bilin, müjdele mü'minlere.

[ 002.223 ] ( ES )

Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!

[ 002.223 ] ( NQ )

Your wives are a tilth for you, so go to your tilth (have sexual relations with your wives in any manner as long as it is in the vagina and not in the anus), when or how you will, and send (good deeds, or ask Allah to bestow upon you pious offspring) before you for your ownselves. And fear Allah, and know that you are to meet Him (in the Hereafter), and give good tidings to the believers (O Muhammad ).

[ 002.224 ] ( KK )

æóáÇó ÊóÌúÚóáõæÇ Çááøóåó ÚõÑúÖóÉð áöÃóíúãóÇäößõãú Ãóäú ÊóÈóÑøõæÇ æóÊóÊøóÞõæÇ æóÊõÕúáöÍõæÇ Èóíúäó ÇáäøóÇÓö æóÇááøóåõ ÓóãöíÚñ Úóáöíãñ ﴿ ٢٢٤ ﴾

[ 002.224 ] ( MŞ )

Allah’ı, yeminlerinizden dolayı (“Bu konuda yemin ettim.” diyerek), iyilik etmenize, takva sâhibi olmanıza ve insanlar arasını bulmanıza engel kılmayın (hedef yapmayın). (Bu konularda yemin etmeyin, eğer etmiş iseniz yemininizi bozun.) Allah, (yeminlerinizi) işitendir (ve) (niyetlerinizi de) bilendir.
(Bu âyet-i kerîme’de Allah’ın yüce ismini değerli değersiz dünya işleri için sık kullanarak, O’na saygıyı azaltacak şekilde yemin etmekten veya iyilik yapmaya, kötülüklerden sakınmaya ve insanların arasını bulmaya mâni olan yeminlerden nehiy/yasaklama vardır. Bu şekilde yemin etmek mekrûh, onu bozup keffâretini vermek ise sünnettir. Bk. Celâleyn, Râzî, Beydâvî ve Nesefî.)

[ 002.224 ] ( AY )

Bir de sözünüzde durmanız, takva sahibi olmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için Allah’ı yeminlerinize hedef yapmayın. Allah kemaliyle işitici ve bilicidir. (Bir işi yapmak veya yapmamak hususunda Allah’ın adı ile yemin edipte Allahü teâlâ’yı engel tutarak, yemininizi bozmayız diye, hayır yapmaktan geri kalmayınız. Yeminin bozulmasında hayır bulunan işi yapın ve keffaretini ödeyin.)

[ 002.224 ] ( EO )

Bir de sözünüzde durmanız ve mütteki olmanız ve nasın arasını düzeltmeniz için Allahı yeminlerinize hedef veya siper edip durmayın.

[ 002.224 ] ( ES )

Sözünüzde durmanız, kötülükten sakınmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için, Allah'ı yeminlerinize hedef veya siper edip durmayın. Allah, her şeyi işitir ve bilir.

[ 002.224 ] ( NQ )

And make not Allah's (Name) an excuse in your oaths against your doing good and acting piously, and making peace among mankind. And Allah is All-Hearer, All-Knower (i.e. do not swear much and if you have sworn against doing something good then give an expiation for the oath and do good).

[ 002.225 ] ( KK )

áÇó íõÄóÇÎöÐõßõãõ Çááøóåõ ÈöÇááøóÛúæö Ýöí ÃóíúãóÇäößõãú æóáóßöäú íõÄóÇÎöÐõßõãú ÈöãóÇ ßóÓóÈóÊú ÞõáõæÈõßõãú æóÇááøóåõ ÛóÝõæÑñ Íóáöíãñ ﴿ ٢٢٥ ﴾

[ 002.225 ] ( MŞ )

Allah sizi, yaptığınız lâgv (doğru sanarak bilmeden boş yere edilen veya sözü kuvvetlendirmek için söylenen yahut hata olarak yapılan) yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandığı (gamûs1/bile bile yalan yere yapılan) yeminlerinizden sizi sorumlu tutar. Allah gafûr (lâgvden dolayı hâsıl olan hatayı bağışlayan) (ve) hâlîm (azâbı hak edenin cezasını geciktiren)dir.
1 Gamûs yemin, büyük günâhtır. Pişman olunca tevbe ve istigfâr edilir. Keffâret verilmez. Bk. Hidâye. 

[ 002.225 ] ( AY )

Allah, sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi, kalplerinizin irtikâp ettiği yeminlerle sorumlu tutar da muahaze eder. Allah, yanılarak yemin edenleri bağışlayıcıdır, halîmdir (azâba hak kazananların azâbını geciktirmekle rızıklarını vericidir.)

[ 002.225 ] ( EO )

Allah sizi yeminlerinizde bilmiyerek ettiğiniz -lağıv- le mü'ahaze etmez ve lâkin kalblerinizin irtikâb ettiği yeminlerle mü'ahaze eder ve Allah gafurdur, halîmdir.

[ 002.225 ] ( ES )

Allah, sizi yeminlerinizde bilmeyerek ettiğiniz lağıv (herhangi bir kasıt olmadan, kanaate göre yanlış yere yapılan yemin)dan sorumlu tutmaz. Fakat kalbinizin kazandığı yalan yere yapılan yeminden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayıcıdır, çok halimdir.

[ 002.225 ] ( NQ )

Allah will not call you to account for that which is unintentional in your oaths, but He will call you to account for that which your hearts have earned. And Allah is Oft-Forgiving, Most-Forbearing.

[ 002.226 ] ( KK )

áöáøóÐöíäó íõÄúáõæäó ãöäú äöÓóÇÆöåöãú ÊóÑóÈøõÕõ ÃóÑúÈóÚóÉö ÃóÔúåõÑò ÝóÅöäú ÝóÇÁõæÇ ÝóÅöäøó Çááøóåó ÛóÝõæÑñ ÑóÍöíãñ ﴿ ٢٢٦ ﴾

[ 002.226 ] ( MŞ )

Kadınlarından îlâ (onlara yaklaşmama/cinsî ilişkide bulunmamaya yemin) edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer (o süre içinde yeminlerinden) dönerlerse (bâin talâk gerçekleşmez. Bu durumda kadın kocasından ayrılmış olmaz. Ancak yeminlerini bozdukları için keffâretini vermeleri gerekir), Allah, (yemin etmekle kadına verdikleri zarardan dolayı pişmanlık duyanlar için) gafûr (günahları af edici) (ve) rahîm (çok merhamet edici)dir. 

[ 002.226 ] ( AY )

Hanımlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer bu müddet içerisinde erkekler yeminlerinden dönerek hanımlarına yanaşır da keffaret verirlerse, şüphesiz ki Allah, bu şekilde yeminlerini bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

[ 002.226 ] ( EO )

Kadınlarından perhiz yemini (îlâ) edenler için dört ay beklemek vardır, şayed rücu' ederlerse şüphesiz Allah gafur, rahîmdir.

[ 002.226 ] ( ES )

Kadınlarından îlâ edenler (onlara yaklaşmamaya yemin edenler) için dört ay beklemek vardır. Eğer bu yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

[ 002.226 ] ( NQ )

Those who take an oath not to have sexual relation with their wives must wait four months, then if they return (change their idea in this period), verily, Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.

[ 002.227 ] ( KK )

æóÅöäú ÚóÒóãõæÇ ÇáØøóáÇóÞó ÝóÅöäøó Çááøóåó ÓóãöíÚñ Úóáöíãñ ﴿ ٢٢٧ ﴾

[ 002.227 ] ( MŞ )

Eğer (îlâ/zevceleri/hanımları ile cinsî ilişkide bulunmamaya yemin edenler, bu yeminle hanımlarını) boşamağa kesin karar verirlerse, şüphesiz Allah, (onların boşamalarını) işiten (ve o konudaki niyetlerini) bilendir. 

[ 002.227 ] ( AY )

Bu türlü yemin edenler, eğer kadınlarını boşamaya karar verirlerse, onu yerine getirirler. Şüphesiz Allah, söylediklerini işidici (niyetlerini) gerçekten bilicidir.

[ 002.227 ] ( EO )

Yok eğer talâka azmetmişlerse şüphesiz Allah söylediklerini işidir, kurduklarını bilir.

[ 002.227 ] ( ES )

Yok eğer boşamaya karar vermişlerse, şüphesiz ki Allah söylediklerini işitir, kurduklarını bilir.

[ 002.227 ] ( NQ )

And if they decide upon divorce, then Allah is All-Hearer, All-Knower.

[ 002.228 ] ( KK )

æóÇáúãõØóáøóÞóÇÊõ íóÊóÑóÈøóÕúäó ÈöÃóäÝõÓöåöäøó ËóáÇóËóÉó ÞõÑõæÁò æóáÇó íóÍöáøõ áóåõäøó Ãóäú íóßúÊõãúäó ãóÇ ÎóáóÞó Çááøóåõ Ýöí ÃóÑúÍóÇãöåöäøó Åöäú ßõäøó íõÄúãöäøó ÈöÇááøóåö æóÇáúíóæúãö ÇáúÂÎöÑö æóÈõÚõæáóÊõåõäøó ÃóÍóÞøõ ÈöÑóÏøöåöäøó Ýöí Ðóáößó Åöäú ÃóÑóÇÏõæÇ ÅöÕúáÇóÍðÇ æóáóåõäøó ãöËúáõ ÇáøóÐöí Úóáóíúåöäøó ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö æóáöáÑøöÌóÇáö Úóáóíúåöäøó ÏóÑóÌóÉñ æóÇááøóåõ ÚóÒöíÒñ Íóßöíãñ ﴿ ٢٢٨ ﴾

[ 002.228 ] ( MŞ )

Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (talâk vaktinden itibaren evlenmeden) üç kurû’ (üç âdet veya üç temizlik süresi) beklerler (hâmile olup olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah’a ve âhiret gününe kesin îman ediyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını (çocuğu veya âdet görmeyi) gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Kocaları bu arada (iddet müddetinde/ric’î talâkta) barışmak isterlerse, onları geri almaya (nikâhlarında tutmaya) daha çok hak sâhibidirler. Kadınların erkekler üzerinde (mehirlerinin tam olarak verilmesi, nafakalarının ge­reği gibi karşılanması, onlarla güzel ve insanî ilişkiler kurul­ması, kendilerine zarar verilmemesi hakları) olduğu gibi, erkeklerin de kadınlar üzerinde (dinin emir ve yasakları konusunda onlara iyilik­le doğruyu söylemeleri ve onları iyilik­le kötülüklerden sakındırmaları gibi) ma’rûfa uygun olarak (dinî ahkâm ve toplum gelenekleri çerçevesinde) (hakları) vardır. (Eşlerden hiçbiri diğerine altından kal­kamayacağı ve yapamayacağı bir şeyi teklif edemez ve isteyemez. Haklardaki bu benzerlik, tarafların iş, görev ve sorumluluklarının aynı olması açısından değil, eşlerin cinsellikte birbirinden yararlanmaları ve karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı aile yuvasının sadakatte ortak olmaları yönündendir.) Ancak erkekler onlardan (kadınlardan) üstün bir dereceye (mehir ve nafaka vermek gibi sorumluluklara) sâhiptirler. (Yüce) Allah, azîz (bu hükümlere muhâlefet edenlerden intikam almaya kâdir)dir (ve) hakîm (hüküm ve fiillerinde îsabetli ve bunlara abes, akılsızlık, yanlışlık ve bâtıllık gibi şeyler ârız olmayan hikmet sâhibi)dir.

[ 002.228 ] ( AY )

Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç âdet müddeti beklerler ve Allah Rahîmlerinde yarattığı çocuğu saklamaları kendilerine helâl olmaz; eğer Allah’a ve âhiret gününe îmanları varsa. Kocaları barışmak istiyorsa, bu bekleme (iddet) müddeti içinde (ric’î talâkta) onları geri almağa (nikâhlarında tutmağa) daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin (meşrû sûrette) kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkekler kadınlar üzerine (mehir ve nafaka bakımından) daha üstün bir dereceye sahiptirler. Allah izzet sahibidir, hikmet sahibidir.

[ 002.228 ] ( EO )

Ve tatlık edilen kadınlar kendi kendilerine üç âdet beklerler ve Allahın rahimlerinde yarattığını ketmetmeleri kendilerine halâl olmaz, Allaha ve Ahıret gününe imanları varsa ketmetmezler, kocaları da barışmak istedikleri takdirde o müddet zarfında onları geri almağa ehaktırlar, onların lehlerinde de aleyhlerindeki meşru' hakka mümasil bir hak vardır, yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece var, ve Allahın izzetvar hikmeti var.

[ 002.228 ] ( ES )

Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

[ 002.228 ] ( NQ )

And divorced women shall wait (as regards their marriage) for three menstrual periods, and it is not lawful for them to conceal what Allah has created in their wombs, if they believe in Allah and the Last Day. And their husbands have the better right to take them back in that period, if they wish for reconciliation. And they (women) have rights (over their husbands as regards living expenses, etc.) similar (to those of their husbands) over them (as regards obedience and respect, etc.) to what is reasonable, but men have a degree (of responsibility) over them. And Allah is All-Mighty, All-Wise.

[ 002.229 ] ( KK )

ÇóáØøóáÇóÞõ ãóÑøóÊóÇäö ÝóÅãúÓóÇßñ ÈöãóÚúÑõæÝò Ãóæú ÊóÓúÑöíÍñ ÈöÅöÍúÓóÇäò æóáÇó íóÍöáøõ áóßõãú Ãóäú ÊóÃúÎõÐõæÇ ãöãøóÇ ÂÊóíúÊõãõæåõäøó ÔóíúÆðÇ ÅöáÇøó Ãóäú íóÎóÇÝóÇ ÃóáÇøó íõÞöíãóÇ ÍõÏõæÏó Çááøóåö ÝóÅöäú ÎöÝúÊõãú ÃóáÇøó íõÞöíãóÇ ÍõÏõæÏó Çááøóåö ÝóáÇó ÌõäóÇÍó ÚóáóíúåöãóÇ ÝöíãóÇ ÇÝúÊóÏóÊú Èöåö Êöáúßó ÍõÏõæÏõ Çááøóåö ÝóáÇó ÊóÚúÊóÏõæåóÇ æóãóäú íóÊóÚóÏøó ÍõÏõæÏó Çááøóåö ÝóÃõæáóÆößó åõãõ ÇáÙøóÇáöãõæäó ﴿ ٢٢٩ ﴾

[ 002.229 ] ( MŞ )

Boşama (kendisine müracaat olunan, dönülebilen boşama: Ric’î talâk) iki defadır. (Ondan sonra kadını) ya iyilikle (zarar vermeden) tutmak veya güzellikle salıvermek (var)dır. (Kadınları boşadığınızda) onlara verdiğiniz (mehirler)den bir şey geri almanız size helâl olmaz. Fakat ikisi (karı ve koca) Allah’ın sınırlarına (evlilikle ilgili hükümlerine) râyet edemeyeceklerinden korkarlarsa başka. (Ey kocalar veya ey hâkimler, bu şekilde) siz de onların (karı ve kocanın) Allah’ın sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız, o zaman kadının (ayrılmak için) fidye (mal) vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Onları bozmayın (çiğnemeyin, aşmayın). Kim Allah’ın sınırlarını geçerse, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir.
(Evliliğin çekilmez hâle gelmesi durumunda kadının nikâh bağından kurtulması için boşanma karşılığında kocasına, gerek mehri, gerek başka şeyleri bedel vererek ayrılması, yani hull istemesi câizdir. Bu şekildeki bir anlaşma ile ayrılmada taraflara günah da yoktur. Ancak bu ayrılma, bir bâin talâk olur. Hull, erkek tarafından teklif edilerek yapılmışsa, erkeğin bir daha kadına dönmesi sahih olmaz. Bk. İhtiyâr.)

[ 002.229 ] ( AY )

Ric’i talâk (1) ikidir. Ondan sonra ya kadınları iyilikle tutmak, ya güzellikle salmak vardır. Kadınlarınıza verdiğiniz mihirleri geri almanız size helâl olmaz. Meğer ki, ikisi de aralarındaki (lüzumlu hak ve güzel geçim hususunda) Allah’ın emirlerine riâyet edememek korkusunda olsunlar. (Ey hâkimler, bu şekilde) siz de onların, Allah’ın hükümlerini hakkıyle yerine getiremiyeceklerinden korkarsanız, kadının ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde, artık ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Onları çiğneyip aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını geçerse işte onlar hep zâlimlerdir.
(1) Ric’i Talâk: Karı-koca arasında akdedilen nikâhta üç mânevi bağ vardır ve bunlara erkek sahiptir. Nikâh’ın tamamen kaldırılması için erkek, sahip olduğu üç defa boşamak hakkını kullanması icap eder. Eğer üç defadan az (bir ve iki defa) karısını boşarsa, buna ric’i talâk denir. Bu durumda iddet müddeti olan üç hayız zamanı içinde karısına mürâcaat edebilir ve mürâcaat edince mevcut nikâh devam eder. Fakat iddet çıktıktan sonra nikâh kalktığından mürâcaat hakkı kalmaz. Ancak her iki tarafın rızâsıyla yeni bir akit yapılabilir, evlilik de devam eder. Şâyet koca, üçüncü defa karısını boşarsa, nikâh tamamen kalkmış olur.

[ 002.229 ] ( EO )

O talâk iki def'adır, ondan sonrası ya eyilikle tutmak ya güzellikle salmaktır, onlara verdiklerinizden bir şey almanız da sizlere halâl olmaz, meğer ki erkekle kadın Allahın çizdiği hudutta duramıyacaklarından korksunlar, eğer siz de bunların hududı ilâhiyeyi dürüst tutamıyacaklarından korkarsanız kadının ayrılmak için hakkından vaz geçmesinde artık ikisine de günah yoktur, bunlar işte Allahın tayin ettiği hududdur, sakın bunları aşmayın, her kim Allahın hududunu aşarsa işte onlar hep zalimlerdir.

[ 002.229 ] ( ES )

Boşamak (talak) iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da size helâl olmaz. Ancak Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkmaları başka. Eğer siz de bunların, Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarsanız, kadının, ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın çizdiği hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim Allah'ın hududunu aşarsa, işte onlar zalimlerdir.

[ 002.229 ] ( NQ )

The divorce is twice, after that, either you retain her on reasonable terms or release her with kindness. And it is not lawful for you (men) to take back (from your wives) any of your Mahr (bridal money given by the husband to his wife at the time of marriage) which you have given them, except when both parties fear that they would be unable to keep the limits ordained by Allah (e.g. to deal with each other on a fair basis). Then if you fear that they would not be able to keep the limits ordained by Allah, then there is no sin on either of them if she gives back (theMahr or a part of it) for her Al-Khul' (divorce). These are the limits ordained by Allah, so do not transgress them. And whoever transgresses the limits ordained by Allah, then such are the Zalimun (wrong-doers, etc.).

[ 002.230 ] ( KK )

ÝóÅöäú ØóáøóÞóåóÇ ÝóáÇó ÊóÍöáøõ áóåõ ãöäú ÈóÚúÏõ ÍóÊøóì ÊóäúßöÍó ÒóæúÌðÇ ÛóíúÑóåõ ÝóÅöäú ØóáøóÞóåóÇ ÝóáÇó ÌõäóÇÍó ÚóáóíúåöãóÇ Ãóäú íóÊóÑóÇÌóÚóÇ Åöäú ÙóäøóÇ Ãóäú íõÞöíãóÇ ÍõÏõæÏó Çááøóåö æóÊöáúßó ÍõÏõæÏõ Çááøóåö íõÈóíøöäõåóÇ áöÞóæúãò íóÚúáóãõæäó ﴿ ٢٣٠ ﴾

[ 002.230 ] ( MŞ )

Erkek (koca, ikinci talâktan sonra karısını) yine boşarsa, artık bundan (üçüncü talâktan) sonra kadın, başka bir kocaya varmadan (nikâh olup zifaf olmadan) kendisine helâl olmaz. O (nikâhlandığı adam: İkinci koca) da onu boşarsa, Allah’ın sınırları içinde duracaklarına inandıkları takdirde (iddet bittikten sonra eski karı kocanın) tekrar birbirlerine (nikâhla) dönmelerinde, kendilerine bir günah yoktur. İşte bunlar (zikredilen hükümler), Allah’ın sınırlarıdır ki, (yüce Allah) onları bilen (düşünüp anlayan ve ona göre hareket etmek isteyen) bir topluluk için açıklamaktadır. 

[ 002.230 ] ( AY )

Eğer koca, karısını ikinci talâktan (boşamasından) sonra bir kere daha boşarsa, bundan sonra kadın başka bir erkeğe nikâhlanmadıkça (ve ondan da ayrılmadıkça) ilk kocasına helâl olmaz. Bu ikinci koca onu boşarsa, Allah’ın emirlerini sağlam tutacaklarına ümitvâr oldukları takdirde evvelkilerin birbirine dönmeleri kendilerine günah değildir. Bunlar, anlayan bir kavim için Allah’ın açıkladığı hükümlerdir.

[ 002.230 ] ( EO )

Derken kadını bir daha boşarsa bundan sonra artık ona halâl olmaz ta başka bir kocaya varıncaya kadar; bu da onu boşarsa Allahın hududunu sağlam tutacaklarına ümid var oldukları takdirde evvelkilerin birbirlerine dönmeleri kendilerine günah değildir Bunlar işte Allahın tayin ettiği hudud, ilim ehli olanlar için bunları beyan buyuruyor.

[ 002.230 ] ( ES )

Eğer kadını bir daha boşarsa, bundan sonra artık başka bir kocaya varıncaya kadar ona helâl olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın hududunu sağlam tutacaklarını ümid ettikleri takdirde öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın tayin ettiği hudududur. Bunları, bilen bir kavim için açıklıyor.

[ 002.230 ] ( NQ )

And if he has divorced her (the third time), then she is not lawful unto him thereafter until she has married another husband. Then, if the other husband divorces her, it is no sin on both of them that they reunite, provided they feel that they can keep the limits ordained by Allah. These are the limits of Allah, which He makes plain for the people who have knowledge.

[ 002.231 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ ØóáøóÞúÊõãõ ÇáäøöÓóÇÁó ÝóÈóáóÛúäó ÃóÌóáóåõäøó ÝóÃóãúÓößõæåõäøó ÈöãóÚúÑõæÝò Ãóæú ÓóÑøöÍõæåõäøó ÈöãóÚúÑõæÝò æóáÇó ÊõãúÓößõæåõäøó ÖöÑóÇÑðÇ áöÊóÚúÊóÏõæÇ æóãóäú íóÝúÚóáú Ðóáößó ÝóÞóÏú Ùóáóãó äóÝúÓóåõ æóáÇó ÊóÊøóÎöÐõæÇ ÂíóÇÊö Çááøóåö åõÒõæðÇ æóÇÐúßõÑõæÇ äöÚúãóÉó Çááøóåö Úóáóíúßõãú æóãóÇ ÃóäúÒóáó Úóáóíúßõãú ãöäó ÇáúßöÊóÇÈö æóÇáúÍößúãóÉö íóÚöÙõßõãú Èöåö æóÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó Èößõáøö ÔóíúÁò Úóáöíãñ ﴿ ٢٣١ ﴾

[ 002.231 ] ( MŞ )

(Siz) kadınları (ric’î talâkla) boşadığınız zaman, bekleme (üç âdet veya üç temizlik) sürelerini bitirdiler mi, artık onları ya iyilikle tutun (zarar vermeden zevcelerinize dönün) veya (onları) iyilikle bırakın (boşayın). (Fakat) haksızlık etmek (mal karşılığı boşamaya zorlamak) ve zarar vermek için (iddet sürelerinin sonlarına doğru onlara dönüp, tekrar boşamak suretiyle iki veya üç defa iddet beklemeye mecbur bırakarak) onları (nikâh altında) tutmayın. Kim bunu yaparsa, muhakkak kendine (Allah’ın azâbını hazırlamakla) zulmetmiş olur. (İddet, ric’at, hull ve kadına zarar vermeme gibi konularda kendisine teklifler ulaştığı hâlde bunlara gerekli ciddiyeti göstermemek suretiyle) Allah’ın âyetlerini alaya (oyun ve eğlenceye) almayın. Allah’ın size olan (İslâm ve Peygamber gönderme) nimetini ve size öğüt vermek için Kitap (Kur’ân) ve hikmet (sünnet)ten size indirdiklerini hatırlayın (ve şükredin). (Emirlerini yaparak ve yasaklarından uzak durarak) Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah, her şeyi (nikâh ve boşama konularındaki bütün niyet ve davranışlarınızı) hakkıyla bilir.
(Hadis-i şerifte buyrulmuştur: Üç şeyin ciddîsi de ciddî, şakası da ciddîdir. Onlar talâk, nikâh ve ıtâk/köle âzat etmektir. Bk. Kurtubî.) 

[ 002.231 ] ( AY )

Siz kadınları (ric’î talâkla) boşadığınız zaman, iddetlerini bitirmeye yakın, onları ya iyilikle tutun (ric’at edin) veya iyilikle boşayın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak tutmayın. Bunu kim yaparsa, nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın âyetlerini şaka yerine tutmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği Kur’ân’ı ve ondaki hikmeti düşünün. Allah’dan korkun ve bilin ki, Allah her şeyi kemâliyle bilicidir.

[ 002.231 ] ( EO )

Hem kadınları boşadınız da ıddetlerini bitirdiler mi, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya iyilikle salın, yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak tutmayın, bunu kim yaparsa nefsine zulmetmiş olur, Sakın Allahın âyetlerini şaka yerine tutmayın, Allahın üzerinizdeki ni'metini ve size va'zlar vererek indirdiği kitab ve hikmeti unutmayın düşünün, hem Allahdan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.

[ 002.231 ] ( ES )

Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.

[ 002.231 ] ( NQ )

And when you have divorced women and they have fulfilled the term of their prescribed period, either take them back on reasonable basis or set them free on reasonable basis. But do not take them back to hurt them, and whoever does that, then he has wronged himself. And treat not the Verses (Laws) of Allah as a jest, but remember Allah's Favours on you (i.e. Islam), and that which He has sent down to you of the Book (i.e. the Qur'an) and Al-Hikmah (the Prophet's Sunnah - legal ways - Islamic jurisprudence, etc.) whereby He instructs you. And fear Allah, and know that Allah is All-Aware of everything.

[ 002.232 ] ( KK )

æóÅöÐóÇ ØóáøóÞúÊõãõ ÇáäøöÓóÇÁó ÝóÈóáóÛúäó ÃóÌóáóåõäøó ÝóáÇó ÊóÚúÖõáõæåõäøó Ãóäú íóäúßöÍúäó ÃóÒúæóÇÌóåõäøó ÅöÐóÇ ÊóÑóÇÖóæúÇ Èóíúäóåõãú ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö Ðóáößó íõæÚóÙõ Èöåö ãóäú ßóÇäó ãöäúßõãú íõÄúãöäõ ÈöÇááøóåö æóÇáúíóæúãö ÇáúÂÎöÑö Ðóáößõãú ÃóÒúßóì áóßõãú æóÃóØúåóÑõ æóÇááøóåõ íóÚúáóãõ æóÃóäúÊõãú áÇó ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٢٣٢ ﴾

[ 002.232 ] ( MŞ )

Kadınları (ric’î talâkla) boşadığınız zaman iddet (bekleme) sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında ma’rûfla (dine ve geleneklere uygun olarak) anlaştıkları takdirde, (onları boşamış) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın (karşı çıkmayın). Bu, içinizden Allah’a ve âhiret gününe îman eden kimseye (kadının velisine ve akrabasına düşünmesi ve ibret alması için) verilen bir öğüttür. Bu (zikredilenlere göre davranmakla ilgili) öğüdü tutmanız, sizin için en faydalı ve (günah kirlerinden uzak olma bakımından) en temizidir. Allah, (bu konulara ait iyilik ve hayırları en iyi) bilir, siz bilmezsiniz. (Onun için emredilenlere uygun hareket edin.)
(Ma’kıl ibn Yesâr, kızkardeşini Abdullah ibn Âsım’a nikâhlamıştı. Abdullah, onu boşadı. Fakat sonra iddeti içinde tekrar almaya tâlip oldu. Ma’kıl, buna rıza göstermemiş ve “Allah hakkı için sizi birbirinize kavuşturmam.” demişti. Yukarıdaki âyet-i kerîme bunun üzerine nâzil olmuştur. Bk. Beydâvî, Celâleyn ve Râzî.)

[ 002.232 ] ( AY )

Kadınları (ric’î talâkla) boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşrû bir şekilde anlaştıkları takdirde, ey veliler, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın. Bu anlatılanlar, sizden Allah’a ve Âhiret gününe îman etmiş olanlara verilen bir öğüttür. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah sizin menfaatinizi bilir, siz bilemezsiniz.

[ 002.232 ] ( EO )

Kadınları boşadınız da ıddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru surette rızalaştıkları takdirde kendilerini kocalarına nikâh edecekler diye tazyık da etmeyin, bu işte içinizden Allaha ve Ahıregününe iman etmiş olanlara verilir bir öğüttür, bu sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir, siz bilmezken Allah bilir.

[ 002.232 ] ( ES )

Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

[ 002.232 ] ( NQ )

And when you have divorced women and they have fulfilled the term of their prescribed period, do not prevent them from marrying their (former) husbands, if they mutually agree on reasonable basis. This (instruction) is an admonition for him among you who believes in Allah and the Last Day. That is more virtuous and purer for you. Allah knows and you know not.

[ 002.233 ] ( KK )

æóÇáúæóÇáöÏóÇÊõ íõÑúÖöÚúäó ÃóæúáÇóÏóåõäøó Íóæúáóíúäö ßóÇãöáóíúäö áöãóäú ÃóÑóÇÏó Ãóäú íõÊöãøó ÇáÑøóÖóÇÚóÉó æóÚóáóì ÇáúãóæúáõæÏö áóåõ ÑöÒúÞõåõäøó æóßöÓúæóÊõåõäøó ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö áÇó ÊõßóáøóÝõ äóÝúÓñ ÅöáÇøó æõÓúÚóåóÇ áÇó ÊõÖóÇÑøó æóÇáöÏóÉñ ÈöæóáóÏöåóÇ æóáÇó ãóæúáõæÏñ áóåõ ÈöæóáóÏöåö æóÚóáóì ÇáúæóÇÑöËö ãöËúáõ Ðóáößó ÝóÅöäú ÃóÑóÇÏóÇ ÝöÕóÇáÇð Úóäú ÊóÑóÇÖò ãöäúåõãóÇ æóÊóÔóÇæõÑò ÝóáÇó ÌõäóÇÍó ÚóáóíúåöãóÇ æóÅöäú ÃóÑóÏúÊõãú Ãóäú ÊóÓúÊóÑúÖöÚõæÇ ÃóæúáÇóÏóßõãú ÝóáÇó ÌõäóÇÍó Úóáóíúßõãú ÅöÐóÇ ÓóáøóãúÊõãú ãóÇ ÂÊóíúÊõãú ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö æóÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó ÈöãóÇ ÊóÚúãóáõæäó ÈóÕöíÑñ ﴿ ٢٣٣ ﴾

[ 002.233 ] ( MŞ )

(Boşanmış veya boşanmamış) anneler, çocuklarını tam iki yıl emzirirler (emzirsinler). Bu (hüküm) emzirme süresini tamamla(t)mak isteyen (baba)lar içindir. (Boşanmış olsalar bile emzirme işini yürüttüklerinden dolayı) onların (annelerin) ma’rûf bir şekilde (dine ve geleneklere uygun olarak) yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuk kendisinin olan babaya aittir. Herkes, ancak gücü ölçüsündeki bir şeyle sorumlu tutulur. Ne bir anne (emzirmeye zorlanarak) çocuğu yüzünden, ne de çocuğun ait olduğu bir baba, (gücünün üstündeki bir şeyden sorumlu tutularak) çocuğundan dolayı zarara sokulmasın. (Babanın ölümü hâlinde) vâris (mirâsçı) olan da (yiyecek ve giyecek gibi hususlarında baba gibi) aynı şeyi yapması gerekir. Eğer (ana-baba), birbirlerine danışarak ve anlaşarak (çocuğu iki sene dolmadan) sütten kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. (Ey babalar, sizler, herhangi bir sebeple süt anne tutup) çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, vereceğiniz (ücret)i ma’rûf bir şekilde (dine ve geleneklere uygun olarak) teslim ettiğinizde, yine üzerinize bir günah yoktur. (Çocukların ve emzirenlerin hukukuna riâyet etme hususunda) Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah, yaptığınız (her şey)i hakkıyla görür. (Hiçbir şey, Allah’a gizli kalmaz ve âhirette her şeyin hesabı görülecektir.) 

[ 002.233 ] ( AY )

Anneler, (boşanmadan önce veya boşandıktan sonra doğan) çocuklarını tam iki yıl emzirsinler. Bu hüküm süt emzirmeyi tamamlamak istiyenler içindir. Annelerin yiyeceği ve giyeceği, orta hal üzere gücü yettiği kadar çocuğun babası üzerinedir. Hiç kimse gücünden ziyadesiyle mükellef tutulamaz. Ne bir anne, ne de bir baba çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Babanın ölümü ile mirascı olan da, yiyecek, giyecek ve zarar hususlarında baba gibidir. Eğer ana ve baba, aralarında danışma ve rızâ ile iki sene dolmadan çocuğu memeden kesmeyi arzu ederlerse, ikisine de günah yoktur. Çocuklarınızı süt anneye vermek isterseniz, o süt annenin râzı olacağı ücretini teslim ettiğinizde yine size günah yoktur. Bununla beraber, Allah’dan korkun ve bilin ki, Allah her ne yaparsanız onu kemâliyle bilicidir, görücüdür.

[ 002.233 ] ( EO )

Valideler evlâdlarını emziğin tamamlanmasını istiyenler için iki bütün yıl emzirirler, evlâd kendisinin olana da emzirenlerin yiyecekleri, giyecekleri lâyıkiyle borc, maamafih herkes ancak vüsuna göre mükellef olur, ne yavrısiyle bir ana, ne de yavrısiyle bir baba ızrar edilmesin, varise düşen de aynı borc, eğer baba ve ana biribirlerinin müşavere ve rizalariyle memeden kesmek isterlerse kendilerine günah yok, ve şayed çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra yine size günah yok, bununla beraber Allahda korkun ve bilin ki Allah her ne yaparsanız görür, basîrdır.

[ 002.233 ] ( ES )

Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görür.

[ 002.233 ] ( NQ )

The mothers shall give suck to their children for two whole years, (that is) for those (parents) who desire to complete the term of suckling, but the father of the child shall bear the cost of the mother's food and clothing on a reasonable basis. No person shall have a burden laid on him greater than he can bear. No mother shall be treated unfairly on account of her child, nor father on account of his child. And on the (father's) heir is incumbent the like of that (which was incumbent on the father). If they both decide on weaning, by mutual consent, and after due consultation, there is no sin on them. And if you decide on a foster suckling-mother for your children, there is no sin on you, provided you pay (the mother) what you agreed (to give her) on reasonable basis. And fear Allah and know that Allah is All-Seer of what you do.

[ 002.234 ] ( KK )

æóÇáøóÐöíäó íõÊóæóÝøóæúäó ãöäúßõãú æóíóÐóÑõæäó ÃóÒúæóÇÌðÇ íóÊóÑóÈøóÕúäó ÈöÃóäÝõÓöåöäøó ÃóÑúÈóÚóÉó ÃóÔúåõÑò æóÚóÔúÑðÇ ÝóÅöÐóÇ ÈóáóÛúäó ÃóÌóáóåõäøó ÝóáÇó ÌõäóÇÍó Úóáóíúßõãú ÝöíãóÇ ÝóÚóáúäó Ýöí ÃóäÝõÓöåöäøó ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö æóÇááøóåõ ÈöãóÇ ÊóÚúãóáõæäó ÎóÈöíÑñ ﴿ ٢٣٤ ﴾

[ 002.234 ] ( MŞ )

Sizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceleri (eşleri), (ister genç, ister yaşlı olsun) kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. (Hâmile olup olmadıklarına bakarlar. Hâmile olanlar, çocuklarını doğuruncaya kadar beklerler. Bu süre içinde alımlı elbise giyerek, takı takarak ve makyaj yaparak evliliğe hemen hazır olduklarını göstermezler. Bir za­rûret olmadıkça, kocalarıyla paylaştıkları evlerinden çıkmazlar.) Bekleme sürelerini bitirince artık kendileri hakkında ma’rûfa (dine ve geleneklere) uygun bir şekilde (takı takmak ve makyaj yapmak gibi evliliğe hazır olduklarını göstermekle ilgili) yaptıklarından size (akrabasına) bir günah yoktur. (Yüce) Allah, yaptığınız her şeyden hakkıyla haberdardır. (Bütün işlerinizin zâhirini bildiği gibi iç yüzünü de bilmektedir.)

[ 002.234 ] ( AY )

Sizden vefat edenlerin geride bıraktıkları zevceler, kendi kendilerine (süslenmeden) dört ay on gün beklerler (beklesinler). Bu müddeti doldurdukları zaman, meşru sûrette kendi başlarına (evlenmek için) süs takınmalarında size bir günah yoktur. Allah yaptığınız her şeyden tamamıyla haberdardır.

[ 002.234 ] ( EO )

İçinizden vefat edib de arkalarına kadın bırakanların zevceleri nefsilerini dört ay on gün bekletecekler, ıddetlerini bitirdilermi artık kendi haklarında meşru' olarak ıhtiyar edecekleri haraketten size mes'uliyet yok, Allah her ne yaparsanız habîrdi

[ 002.234 ] ( ES )

İçinizden vefat edip de geride eşler bırakan kimselerin hanımları, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. İddet (bekleme) sürelerini bitirdikleri zaman, artık kendileri hakkında meşru bir şekilde yapacakları hareketten size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

[ 002.234 ] ( NQ )

And those of you who die and leave wives behind them, they (the wives) shall wait (as regards their marriage) for four months and ten days, then when they have fulfilled their term, there is no sin on you if they (the wives) dispose of themselves in a just and honourable manner (i.e. they can marry). And Allah is Well-Acquainted with what you do.

[ 002.235 ] ( KK )

æóáÇó ÌõäóÇÍó Úóáóíúßõãú ÝöíãóÇ ÚóÑøóÖúÊõãú Èöåö ãöäú ÎöØúÈóÉö ÇáäøöÓóÇÁö Ãóæú ÃóßúäóäúÊõãú Ýöí ÃóäúÝõÓößõãú Úóáöãó Çááøóåõ Ãóäøóßõãú ÓóÊóÐúßõÑõæäóåõäøó æóáóßöäú áÇó ÊõæóÇÚöÏõæåõäøó ÓöÑøðÇ ÅöáÇøó Ãóäú ÊóÞõæáõæÇ ÞóæúáÇð ãóÚúÑõæÝðÇ æóáÇó ÊóÚúÒöãõæÇ ÚõÞúÏóÉó ÇáäøößóÇÍö ÍóÊøóì íóÈúáõÛó ÇáúßöÊóÇÈõ ÃóÌóáóåõ æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó íóÚúáóãõ ãóÇ Ýöí ÃóäúÝõÓößõãú ÝóÇÍúÐóÑõæåõ æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó ÛóÝõæÑñ Íóáöíãñ ﴿ ٢٣٥ ﴾

[ 002.235 ] ( MŞ )

Böyle (iddetini bekleyen) kadınlara (daha iddetleri dolmadan) üstü kapalı bir şekilde evlenme teklifi yapmanızda veya içinizden onlarla evlenmeyi geçirmenizde size bir günah yoktur. (Çünkü) Allah, sizin onları muhakkak hatırlayacağınızı bilmektedir. Ancak (kapalı evlenme teklifi sırasında), ma’rûfun (dine uygunluğun) dışında, onlarla gizli olanı (nikâhı veya zinayı) sözleşmeyin. Kitâb (farz) olan bekleme süresi doluncaya kadar nikâh akdi yapmaya kalkmayın ve bilin ki, Allah (câiz olmayanlar, günah olanlarla ilgili) içinizden geçenleri (de) bilir. O’ndan (Allah’ın hükümlerine aykırı hareket ederek azâba uğramaktan) sakının ve yine bilin ki, Allah gafûr (câiz uymayana niyet ettiği hâlde Allah korkusundan onu yapmayanı bağışlayan)dır (ve) halîm (azâbı hak edenin cezasını geciktiren)dir. 

[ 002.235 ] ( AY )

Kocası ölen kadınları, iddetleri sona erdikten sonra nikâhlamaya niyyet ettiğiniz takdirde, daha iddet dolmadan onlara talip olduğunuzu işaret etmenizde (çaktırmanızda) veya böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda size bir beis yoktur. Allah biliyor ki, siz onları muhakkak anacaksınız. Yalnız onlarla gizlice anlaşıp nikâh ve münasebet kurmayın. Ancak meşru olan işaret ve çıtlatma sözler söyliyebilirsiniz. Takdir edilen iddet sona ermedikçe nikâh akdine azmetmeyin. Bilin ki Allah, gerçekten gönlünüzde ne varsa onu bilir. Artık ondan sakının ve bilin ki, Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir.

[ 002.235 ] ( EO )

Kadınlara namzedliği çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda da size bir beis yoktur, Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız, ancak kendileriyle bir gizliye va'dleşmeyin yalnız meşru' bir söz söylemeniz başka, Farzolan ıddet sonunu bulamadıkça da nikâhın akdine azmetmeyin, muhakkak Allah gönlünüzde ne varsa bilir, bunu bilin de ondan hazer edin, Hem de bilin ki Allah gafur, halîmdir.

[ 002.235 ] ( ES )

Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız. Fakat meşru bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin (kesin karar vermeyin). Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O'nun azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşaktır.

[ 002.235 ] ( NQ )

And there is no sin on you if you make a hint of betrothal or conceal it in yourself, Allah knows that you will remember them, but do not make a promise of contract with them in secret except that you speak an honourable saying according to the Islamic law (e.g. you can say to her, "If one finds a wife like you, he will be happy"). And do not consummate the marriage until the term prescribed is fulfilled. And know that Allah knows what is in your minds, so fear Him. And know that Allah is Oft-Forgiving, Most Forbearing.

[ 002.236 ] ( KK )

áÇó ÌõäóÇÍó Úóáóíúßõãú Åöäú ØóáøóÞúÊõãõ ÇáäøöÓóÇÁó ãóÇ áóãú ÊóãóÓøõæåõäøó Ãóæú ÊóÝúÑöÖõæÇ áóåõäøó ÝóÑöíÖóÉð æóãóÊøöÚõæåõäøó Úóáóì ÇáúãõæÓöÚö ÞóÏóÑõåõ æóÚóáóì ÇáúãõÞúÊöÑö ÞóÏóÑõåõ ãóÊóÇÚðÇ ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö ÍóÞøðÇ Úóáóì ÇáúãõÍúÓöäöíäó ﴿ ٢٣٦ ﴾

[ 002.236 ] ( MŞ )

(Nikâhtan sonra) henüz dokunmadan (cinsî ilişkide bulunmadan) veya mehir tespit etmeden kadınları boşadıysanız, size bir günah yoktur. Ancak (bu durumda) onlara mut’a (hediye kabilinden bir miktar mal veya para) verin. (Şöyle ki:) Eli geniş (zengin) olan, kendi durumuna, eli dar (fakir) olan da kendi durumuna göre ma’rûfa (dine ve geleneklere) uygun bir meta’ (hediye) vermelidir. Bu, muhsinler (Müslümanlar veya itâatkârlar) üzerine bir borçtur (vâciptir). 

[ 002.236 ] ( AY )

Kendilerine dokunmadığınız yahut kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları boşadınızsa, bunda size günah yoktur. Şu kadar var ki, onları, zengin olan kudretine göre, fakir olan da gücü yettiği kadar güzellikle faydalandırsın. Bu, ihsan edenler üzerine borç bir haktır.

[ 002.236 ] ( EO )

Eğer kadınları kendilerine el sürmeden veyahud bir mehir kesmeden boşadınızsa olmaz değil şu kadar ki onları müstefid edin, eli geniş olan kaderince, eli dar olan da kaderince ve güzellikle bir müt'a verin, bu, muhsinler üzerine borc bir haktır.

[ 002.236 ] ( ES )

Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız (bunda) size bir vebal yoktur. Şu kadar ki onlara (mal verip) faydalandırın. Eli geniş olan hâline göre, eli dar olan da haline göre ve güzellikle faydalandırmalıdır. Bu, iyilik yapanlar üzerine bir borçtur.

[ 002.236 ] ( NQ )

There is no sin on you, if you divorce women while yet you have not touched (had sexual relation with) them, nor appointed unto them their Mahr (bridal money given by the husband to his wife at the time of marriage). But bestow on them ( a suitable gift), the rich according to his means, and the poor according to his means, a gift of reasonable amount is a duty on the doers of good.

[ 002.237 ] ( KK )

æóÅöäú ØóáøóÞúÊõãõæåõäøó ãöäú ÞóÈúáö Ãóäú ÊóãóÓøõæåõäøó æóÞóÏú ÝóÑóÖúÊõãú áóåõäøó ÝóÑöíÖóÉð ÝóäöÕúÝõ ãóÇ ÝóÑóÖúÊõãú ÅöáÇøó Ãóäú íóÚúÝõæäó Ãóæú íóÚúÝõæó ÇáøóÐöí ÈöíóÏöåö ÚõÞúÏóÉõ ÇáäøößóÇÍö æóÃóäú ÊóÚúÝõæÇ ÃóÞúÑóÈõ áöáÊøóÞúæóì æóáÇó ÊóäúÓóæõÇ ÇáúÝóÖúáó Èóíúäóßõãú Åöäøó Çááøóåó ÈöãóÇ ÊóÚúãóáõæäó ÈóÕöíÑñ ﴿ ٢٣٧ ﴾

[ 002.237 ] ( MŞ )

Eğer mehri belirlemiş ve henüz dokunmadan (cinsî ilişkide bulunmadan) onları (kadınları) boşadıysanız, onlara belirlediğinizin yarısını (verin). Ancak kadınlar (yarı mehri almaktan) vazgeçer veya nikâh bağı elinde bulunan (koca veya veli) (bu yarı mehri de) bağışlarsa başka. (Fakat kadının affetmesnden/mehrin yarısını almaktan vazgeçmesinden) sizin affetmeniz (mehrin tamamını vermeniz) takvâya daha yakındır. Aranızdaki fazileti (birbirinize karşı fazilet, görev ve sorumluluklarınızı) unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı tamamıyla görür. (İyilik ve ihsanda bulunanların ecrini zayi etmez.) 

[ 002.237 ] ( AY )

Eğer siz, onları, kendilerine dokunmadan önce boşamış da, daha evvel onlara mehir tayin etmişseniz, o vakit tayin ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Meğer ki, kendileri veya nikâh bağı elinde olan veli, mehri bağışlamış olsun. Ey erkekler, sizin bağışta bulunmanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti (ve birbirinize iyi muamele etmeyi) de unutmayın. Şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız onu hakkıyla görücüdür.

[ 002.237 ] ( EO )

Ve eğer onları kendilerine el sürmedeboşar da mehir kesmiş bulunursanız o vakit borc o kesdiğiniz mıkdarın yarısıdır megerki kadınlar afvetsinler veya nikâhın düğümü elinde bulunan erkek afvetsin, erkekler! sizin afvetmeniz takvaya daha yakındır, aranızdaki fazlı unutmayın şüphesiz ki Allah her ne yaparsanız görür,

[ 002.237 ] ( ES )

Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ey erkekler! sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız hakkiyle görür.

[ 002.237 ] ( NQ )

And if you divorce them before you have touched (had a sexual relation with) them, and you have appointed unto them the Mahr (bridal money given by the husbands to his wife at the time of marriage), then pay half of that (Mahr), unless they (the women) agree to forego it, or he (the husband), in whose hands is the marriage tie, agrees to forego and give her full appointed Mahr. And to forego and give (her the full Mahr) is nearer to At-Taqwa (piety, right-eousness, etc.). And do not forget liberality between yourselves. Truly, Allah is All-Seer of what you do.

[ 002.238 ] ( KK )

ÍóÇÝöÙõæÇ Úóáóì ÇáÕøóáóæóÇÊö æóÇáÕøóáóæÉö ÇáúæõÓúØóì æóÞõæãõæÇ áöáøóåö ÞóÇäöÊöíäó ﴿ ٢٣٨ ﴾

[ 002.238 ] ( MŞ )

(Beş vakit farz) namazlar(ı vakti içinde şart ve erkânını gözeterek kılmay)a ve (özellikle) orta (ikindi) namaz(ın)a devam edin. Allah’a itâat ederek (konuşmadan, huşû içinde) (namaza) durun (namazınızı kılın).

[ 002.238 ] ( AY )

Farz namazlarının vakit ve erkânlarını gözeterek edasına devam edin, bilhassa orta (ikindi) namazına dikkat edin ve Allah’a itâat ederek namaza durun.

[ 002.238 ] ( EO )

namazlara dıkkat edin hele orta namaza, ve kalkın Allah için dıvan durun.

[ 002.238 ] ( ES )

Namazlara ve orta namaza devam edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.

[ 002.238 ] ( NQ )

Guard strictly (five obligatory) As-Salawat (the prayers) especially the middle Salat (i.e. the best prayer - 'Asr). And stand before Allah with obedience [and do not speak to others during the Salat (prayers)].

[ 002.239 ] ( KK )

ÝóÅöäú ÎöÝúÊõãú ÝóÑöÌóÇáÇð Ãóæú ÑõßúÈóÇäðÇ ÝóÅöÐóÇ ÃóãöäúÊõãú ÝóÇÐúßõÑõæÇ Çááøóåó ßóãóÇ Úóáøóãóßõãú ãóÇ áóãú ÊóßõæäõæÇ ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٢٣٩ ﴾

[ 002.239 ] ( MŞ )

Eğer (düşman veya başka bir tehlikeden) korkarsanız, yürüyerek, yahut binekli iken (mümkün olan tarafa dönerek îmâ ile namazlarınızı) kılın (kazaya bırakmayın). (Korkudan) emin olduğunuz zaman da bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin (namazlarınızı yine her zamanki gibi huşû içinde kılın). 

[ 002.239 ] ( AY )

Eğer (düşman veya yırtıcı hayvanlardan) korkarsanız, yaya, binekli iken (mümkün olan tarafa yönelerek) namazınızı kılın. Bu korkulardan emîn bulunduğunuz zaman, böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah’ı anın.

[ 002.239 ] ( EO )

eğer bir korku halinde iseniz yaya veya süvari giderken kılın, emniyeti bulduğunuz vakit de böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi hemen Allahı zikredin.

[ 002.239 ] ( ES )

Eğer bir korku hâlindeyseniz, yaya veya binekli olarak giderken kılın, (korkudan) emin olduğunuz zaman da böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin (namazlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile kılın).

[ 002.239 ] ( NQ )

And if you fear (an enemy), perfrom Salat (pray) on foot or riding. And when you are in safety, offer the Salat(prayer) in the manner He has taught you, which you knew not (before).

[ 002.240 ] ( KK )

æóÇáøóÐöíäó íõÊóæóÝøóæúäó ãöäúßõãú æóíóÐóÑõæäó ÃóÒúæóÇÌðÇ æóÕöíøóÉð áöÃóÒúæóÇÌöåöãú ãóÊóÇÚðÇ Åöáóì ÇáúÍóæúáö ÛóíúÑó ÅöÎúÑóÇÌò ÝóÅöäú ÎóÑóÌúäó ÝóáÇó ÌõäóÇÍó Úóáóíúßõãú Ýöí ãóÇ ÝóÚóáúäó Ýöí ÃóäÝõÓöåöäøó ãöäú ãóÚúÑõæÝò æóÇááøóåõ ÚóÒöíÒñ Íóßöíãñ ﴿ ٢٤٠ ﴾

[ 002.240 ] ( MŞ )

Sizden ölüp de (dul) eşler bırakacak olan (erkek)ler, zevcelerinin, bir yıla kadar (evlerinden) çıkarılmadan, bir metâ’ (geçimlerini sağlayacak mal)ı vasiyet etsinler. Bununla beraber onlar (kendi istekleri ile) çıkarlarsa, artık onların kendi haklarında yaptıkları ma’rûf’a (dine ve geleneklere) uygun işlerinden size bir günah yoktur. (Yüce) Allah, azîz (emir ve yasaklarına karşı gelen ve ilâhî sınırı aşanlardan intikam almaya kâdir)dir (ve) hakîm (hüküm koymada ve hükümleri açıklamada hikmet sâhibi)dir.
(İslâm’ın ilk yıllarında kocası vefat eden bir kadın miras almaz, ancak bir sene kocasının evinde kalırdı. Bu durumda iddet de bir yıl olurdu. Eğer kadın, bu süre zarfında evden çıkıp giderse, o hakkından mahrum kalırdı. Sonra bu âyette geçen vasiyet, «mîras âyeti olan Nisâ/12 âyetinde geçen “dörtte bir” ve “sekizde bir”» ile bir sene bekleme süresi de «Bakara/234 âyetinde geçen “dört ay on gün”» ile nesh edilmiştir. Bk.Celâleyn.

[ 002.240 ] ( AY )

Sizden zevcelerini geride bırakarak vefat edenler, zevcelerinin bir seneye kadar evlerinden çıkarılmıyarak faydalandırılmalarını vârislerine vasiyyet etsinler. Bununla beraber onlar kendi arzularıyla çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru hareketten dolayı size günah yoktur. Allah, emrine aykırı hareket edenlerden intikam alıcı ve kullarının işlerine hükmedicidir.

[ 002.240 ] ( EO )

Ve içinizden zevcelerini geri bırakarak vefat edecek olanlar, zevceleri için senesine kadar çıkarılmaksızın bir intifaı vasıyyet etmek var, bunun üzerine kendileri çıkarlarsa kendi haklarında yapdıkları meşru' bir hareketten dolayı size bir mes'uliyet yoktur, maamafih Allah azîzdir, hakîmdir.

[ 002.240 ] ( ES )

İçinizden hanımlarını geride bırakarak vefat edecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Bununla birlikte eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

[ 002.240 ] ( NQ )

And those of you who die and leave behind wives should bequeath for their wives a year's maintenance and residence without turning them out, but if they (wives) leave, there is no sin on you for that which they do of themselves, provided it is honourable (e.g. lawful marriage). And Allah is All-Mighty, All-Wise. [The order of this Verse has been cancelled (abrogated) by Verse 4:12].

[ 002.241 ] ( KK )

æóáöáúãõØóáøóÞóÇÊö ãóÊóÇÚñ ÈöÇáúãóÚúÑõæÝö ÍóÞøðÇ Úóáóì ÇáúãõÊøóÞöíäó ﴿ ٢٤١ ﴾

[ 002.241 ] ( MŞ )

Boşanmış kadınlara ma’rûf’a (dine ve geleneklere) uygun bir şekilde bir metâ’ (iddet nafakası) vermek, müttakîler (Allah’ın azâbından korkan Mü’minler) üzerine bir borçtur (vâciptir).
(Bu metâ’/müt’a//mal, gerdeğe girmiş olanlar için iddet nafakası, girmemiş olanlar için de bir bağıştır.
Bakara 236.
âyeti nâzil olunca, bir müslüman “boşanmış kadına ma’rûf’a uygun bir şekilde bir metâ’ verilmesi” ile ilgili olarak “Bunu istersem veririm, istemezsem vermem” dediğinde, Hak teâlâ, bu âyeti indirmiştir. Bk. Râzî.)

[ 002.241 ] ( AY )

Boşanan kadınların da meşru bir şekilde faydalanmaları haklarıdır ki, bunun yerine getirilmesi, Allah’dan korkanlara bir vazifedir.

[ 002.241 ] ( EO )

Mutallakaların (boşananların) da ma'ruf veçhile bir istifade haklarıdır ki ihkakı Allahdan korkanlara bir vazıfedir.

[ 002.241 ] ( ES )

Boşanmış kadınlar için de meşru ve geleneğe uygun şekilde bir meta' (intifa hakkı) vardır ki, verilmesi, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.

[ 002.241 ] ( NQ )

And for divorced women, maintenance (should be provided) on reasonable (scale). This is a duty on Al-Muttaqun (the pious - see V.2:2).

[ 002.242 ] ( KK )

ßóÐóáößó íõÈóíøöäõ Çááøóåõ áóßõãú ÂíóÇÊöåö áóÚóáøóßõãú ÊóÚúÞöáõæäó ﴿ ٢٤٢ ﴾

[ 002.242 ] ( MŞ )

(Yüce) Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklamaktadır. 

[ 002.242 ] ( AY )

İşte akıllarınız ersin diye; Allah size âyetlerini böyle açıklıyor.

[ 002.242 ] ( EO )

İşte akıllarınız irsin diye Allah size âyetlerini böyle beyan buyuruyor.

[ 002.242 ] ( ES )

İşte akıllarınız ersin diye, Allah size âyetlerini böylece açıklıyor.

[ 002.242 ] ( NQ )

Thus Allah makes clear His Ayat (Laws) to you, in order that you may understand.

[ 002.243 ] ( KK )

Ãóáóãú ÊóÑó Åöáóì ÇáøóÐöíäó ÎóÑóÌõæÇ ãöäú ÏöíóÇÑöåöãú æóåõãú ÃõáõæÝñ ÍóÐóÑó ÇáúãóæúÊö ÝóÞóÇáó áóåõãõ Çááøóåõ ãõæÊõæÇ Ëõãøó ÃóÍúíóÇåõãú Åöäøó Çááøóåó áóÐõæ ÝóÖúáò Úóáóì ÇáäøóÇÓö æóáóßöäøó ÃóßúËóÑó ÇáäøóÇÓö áÇó íóÔúßõÑõæäó ﴿ ٢٤٣ ﴾

[ 002.243 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm, sayıları) binlerce kişi olduğu hâlde (vebâ salgınından dolayı) ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları (kaçanları) görmedin (bilmedin) mi? (Daha önce seni bilgili kıldığımız gibi bilmektesin veya şu anda sana vahyetmekteyiz.) (Fakat bu kaçış onları ölümden kurtaramamıştı.) Allah onlara, “Ölün!” demişti (ve onların hepsi de ölmüşlerdi). Sonra (Allahü teâlâ) onları (tekrar) diriltmişti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sonsuz) lütuf (ikrâm ve ihsân) sâhibidir. (Hak teâlâ insanlara bunları açıklıyor ki, ibret alıp itâat etsinler, sonunda kurtulsunlar ve rahata kavuşsunlar diye.) Fakat insanların çoğu (verilen ve açıklanan bu nimetlere) şükretmezler. 

[ 002.243 ] ( AY )

(Ey Resûlüm) binlerce kişi iken (vebadan) ölüm korkusu ile yurdlarından çıkanları görmedin mi ki; Allah onlara: “ölün” dedi de öldüler, sonra onlara hayat verdi. Şüphesiz ki Allah, insanlara ihsan ve rahmet sahibidir, fakat insanların çoğu şükretmez.

[ 002.243 ] ( EO )

Bakmaz mısın o kimseler ki? binlerce kişi iken ölüm korkusiyle diyarlarından çıkdılar, Allah da kendilerine «ölün» dedi, Sonra da onlara bir hayat verdi, her halde Allah insanlara kar, bir adıl sahibi ve lâkin insanların pek çokları şükretmiyorlar.

[ 002.243 ] ( ES )

Görmedin mi o kimseleri ki kendileri binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıktılar. Allah da kendilerine "ölün!" dedi, sonra da onlara bir hayat verdi. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Fakat insanların pek çokları şükretmezler.

[ 002.243 ] ( NQ )

Did you (O Muhammad ) not think of those who went forth from their homes in thousands, fearing death? Allah said to them, "Die". And then He restored them to life. Truly, Allah is full of Bounty to mankind, but most men thank not.

[ 002.244 ] ( KK )

æóÞóÇÊöáõæÇ Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó ÓóãöíÚñ Úóáöíãñ ﴿ ٢٤٤ ﴾

[ 002.244 ] ( MŞ )

Allah yolunda (düşmanla) savaşın (ölüm korkusu ile savaşa katılmamazlık etmeyin) ve bilin ki Allah, (öncekilerin de geride kalanların da söyledikleri her şeyi) işitendir, (açıklamadıkları, gizli tuttukları her şeyi) bilendir. 

[ 002.244 ] ( AY )

Allah yolunda düşmanla savaşın ve bilin ki, Allah kemâliyle işiticidir, bilicidir.

[ 002.244 ] ( EO )

O halde Allah yolunda çarpışın ve Allahın semi' alîm olduğunu bilin.

[ 002.244 ] ( ES )

O halde Allah yolunda çarpışın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.

[ 002.244 ] ( NQ )

And fight in the Way of Allah and know that Allah is All-Hearer, All-Knower.

[ 002.245 ] ( KK )

ãóäú ÐóÇ ÇáøóÐöí íõÞúÑöÖõ Çááøóåó ÞóÑúÖðÇ ÍóÓóäðÇ ÝóíõÖóÇÚöÝóåõ áóåõ ÃóÖúÚóÇÝðÇ ßóËöíÑóÉð æóÇááøóåõ íóÞúÈöÖõ æóíóÈúÓõØõ æóÅöáóíúåö ÊõÑúÌóÚõæäó ﴿ ٢٤٥ ﴾

[ 002.245 ] ( MŞ )

Kimdir o kişi ki, (malını gönül hoşluğu ile) Allah’a güzel bir borç (O’nun yolunda rızasını kazanmak için) versin de, Allah da ona (hiç kimsenin bilmediği, ancak O’nun takdir edeceği şekilde) kat kat fazlasıyla ödesin! (Allah yolunda açıklanan ölçüler çerçevesinde harcanan bir malla insan fakir olmayacağı gibi, verilmemesi hâlinde zengin de olmaz. Çünkü bu husus, Hak teâlâ’nın takdirindedir.) (Yüce) Allah (dilediğine malı/rızkı) daraltır da, genişletir de. (Sonunda hepiniz yaptıklarınızın hesabını vermek üzere) O’na döndürüleceksiniz. 

[ 002.245 ] ( AY )

Yalnız Allah rızâsı için gönül hoşluğu ile bir ödünç verecek kimdir ki, Allah ona kat kat mükâfatını versin? Allah kimini daraltır (da hayra koşmaz). Kiminin de kalbini genişletir (de ödünç vermeye koşar) Siz hesap vermek için ona döndürüleceksiniz.

[ 002.245 ] ( EO )

hani kim var Allaha bir karzı hasen arz edecek ki Allah ona bir çok katlarını katlayıverirsin, Allah hem sıkar hem açar, hep de döndürülüb ona götürüleceksiniz.

[ 002.245 ] ( ES )

Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını ödesin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Hepiniz de O'na döndürülüp götürüleceksiniz.

[ 002.245 ] ( NQ )

Who is he that will lend to Allah a goodly loan so that He may multiply it to him many times? And it is Allah that decreases or increases (your provisions), and unto Him you shall return.

[ 002.246 ] ( KK )

Ãóáóãú ÊóÑó Åöáóì ÇáúãóáóÃö ãöäú Èóäöí ÅöÓúÑóÇÆöíáó ãöäú ÈóÚúÏö ãõæÓóì ÅöÐú ÞóÇáõæÇ áöäóÈöíøò áóåõãõ ÇÈúÚóËú áóäóÇ ãóáößðÇ äõÞóÇÊöáú Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö ÞóÇáó åóáú ÚóÓóíúÊõãú Åöäú ßõÊöÈó Úóáóíúßõãõ ÇáúÞöÊóÇáõ ÃóáÇøó ÊõÞóÇÊöáõæÇ ÞóÇáõæÇ æóãóÇ áóäóÇ ÅöáÇøó äõÞóÇÊöáó Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö æóÞóÏú ÃõÎúÑöÌúäóÇ ãöäú ÏöíóÇÑöäóÇ æóÃóÈúäóÇÆöäóÇ ÝóáóãøóÇ ßõÊöÈó Úóáóíúåöãõ ÇáúÞöÊóÇáõ ÊóæóáøóæúÇ ÅöáÇøó ÞóáöíáÇð ãöäúåõãú æóÇááøóåõ Úóáöíãñ ÈöÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ٢٤٦ ﴾

[ 002.246 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm, peygamberim) Mûsâ’dan sonra İsrâîl oğullarının ileri gelenler(in kıssa ve haberler)ini görmedin (bilmedin) mi? (Daha önce seni bilgili kıldığımız gibi bilmektesin veya şu anda sana vahyetmekteyiz:) Onlar, (Yûşa’ veya Şem’ûn yahut Şemvîl “aleyhimüsselâm” olan) peygamberlerine: “Bize bir hükümdar gönder, (onun liderliğinde) Allah yolunda (düşmanlarımızla) savaşalım.” demişlerdi. O da: “Savaşmak size yazıldığında (farz kılındığında), ya savaşmassanız?” demişti. Onlar: “Bizler neden Allah yolunda savaşmayalım? Bizler, (o düşmanlar sebebiyle) yurtlarımızdan ve oğullarımızın arasından çıkarılıp sürüldük.” demişlerdi. (Bunu onlara Câlût kavmi yapmıştı.) Fakat kendilerine savaş yazılınca (farz kılınınca), içlerinden pek azı (Tâlût’la beraber nehri geçen kişiler) dışında, (savaştan korktular ve) yüz çevirdiler. Allah zâlimleri bilir (ve sonunda onları cezalandırır). 

[ 002.246 ] ( AY )

(Ey Resûlüm), Mûsâ’dan sonra İsrâil oğullarından ileri gelen bir topluluğun müşâveresine vâkıf olmadın mı? Hani onlar, peygamberlerine şöyle demişlerdi: “ Bize bir padişah gönder de onun yardımı ile Allah yolunda düşmanlarımıza karşı savaşalım.” O da: “ Ya üzerinize bir savaş farz kılınır da muharebe etmezseniz?” demişti. Onlar “ Niçin Allah yolunda savaşmıyalım? Yurdlarımızdan çıkarıldık, çocuklarımızdan uzak bırakıldık.” dedilerdi. Ne zaman ki üzerlerine savaş farz kılındı, içlerinden pek az kimseler müstesna, diğerleri savaştan yüz çevirdiler. Allah cihaddan geri kalan zâlimleri pek alâ bilicidir.

[ 002.246 ] ( EO )

Baksan â Beni İsrailin Musadan sonra yüze gelenlerine hani bir Peygamberlerine «bize bir melik gönder Allah yolunda muharebe edelim» dediler, nasıl dedi, üzerinize farz kılınırsa muharebe etmeyi verir misiniz? biz, dediler, neye muharebe etmiyelim? yurdlarımızdan çıkarıldık evlâdlarımızdan cüda edildik, vektaki bunun üzerine muharebe kendilerine farz kılındı fakat pek azından maadası dönüverdiler, Allah o zalimleri bilir.

[ 002.246 ] ( ES )

Baksana, İsrail oğullarının Musa'dan sonra ileri gelenlerine! Hani onlar, bir peygamberlerine: "Bize bir kumandan gönder de Allah yolunda savaşalım..." dediler. O da: "Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder misiniz?" dedi. Onlar: "Bize ne oldu da yurtlarımızdan çıkarıldığımız ve çocuklarımızdan ayrıldığımız halde Allah yolunda savaşmayalım?" dediler. Bunun üzerine savaş kendilerine farz kılınınca da onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ama Allah, o zalimleri bilir.

[ 002.246 ] ( NQ )

Have you not thought about the group of the Children of Israel after (the time of) Musa (Moses)? When they said to a Prophet of theirs, "Appoint for us a king and we will fight in Allah's Way." He said, "Would you then refrain from fighting, if fighting was prescribed for you?" They said, "Why should we not fight in Allah's Way while we have been driven out of our homes and our children (families have been taken as captives)?" But when fighting was ordered for them, they turned away, all except a few of them. And Allah is All-Aware of the Zalimun (polytheists and wrong-doers).

[ 002.247 ] ( KK )

æóÞóÇáó áóåõãú äóÈöíøõåõãú Åöäøó Çááøóåó ÞóÏú ÈóÚóËó áóßõãú ØóÇáõæÊó ãóáößðÇ ÞóÇáõæÇ Ãóäøóì íóßõæäõ áóåõ Çáúãõáúßõ ÚóáóíúäóÇ æóäóÍúäõ ÃóÍóÞøõ ÈöÇáúãõáúßö ãöäúåõ æóáóãú íõÄúÊó ÓóÚóÉð ãöäó ÇáúãóÇáö ÞóÇáó Åöäøó Çááøóåó ÇÕúØóÝóÇåõ Úóáóíúßõãú æóÒóÇÏóåõ ÈóÓúØóÉð Ýöí ÇáúÚöáúãö æóÇáúÌöÓúãö æóÇááøóåõ íõÄúÊöí ãõáúßóåõ ãóäú íóÔóÇÁõ æóÇááøóåõ æóÇÓöÚñ Úóáöíãñ ﴿ ٢٤٧ ﴾

[ 002.247 ] ( MŞ )

(Hazret-i Mûsâ’dan sonra İsrâîl oğulları peygamberi - Yûşa’ veya Şem’ûn yahut Şemvîl “aleyhimüsselâm” - Rabbine dua ederek bir hükümdar göndermesini istedi. Hak teâlâ da Tâlût’u seçti.) Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size şüphesiz Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi.” Onlar: “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyıkız. (O, ne hükümdar, ne de peygamber sülâlesindendir. O, deri tabaklayan veya çobanlık yapan fakir biridir.) Ona (hükümdarlığı yürütmek üzere) bol mal da verilmemiştir.” dediler. Peygamberleri: “Allah onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, ona ilim ve beden bakımından üstünlük verdi.” dedi. (O, İsrâîl oğullarının en güzeli ve ahlâklısıydı.) Allah mülkünü (hükümdarlığı) dilediğine verir. (Yüce) Allah(ın lütfu ve ihsânı çok) geniştir, (O, her şeyi) hakkıyla bilendir. 

[ 002.247 ] ( AY )

İsrâil oğullarının peygamberi kendilerine şöyle dedi: “ Allah size Tâlût’u padişah gönderdi.” Onlar ise: “ Biz padişahlığa ondan daha münasip iken ve ona maldan da bir bolluk verilmemişken padişahlık nasıl onun olur?” dediler. Onlara şu cevabı verdi: “ Allah onu üstünüze beğenip seçmiş ve ona bilgi ile vücud kuvveti bakımından bir üstünlük vermiştir.” Allah mülkünü dilediğine verir, Allah’ın rahmet ve ihsanı geniştir; her şeyi kemâliyle bilicidir.

[ 002.247 ] ( EO )

Peygamberleri onlara işte, demişti: Allah size melik olmak üzere Talutu gönderdi, A! dediler, ona bizim üzerimize melik olmak nereden? melikliğe biz ondan daha lâyık iken; malce bir genişliğe de nail edilmiş değil, onu, dedi: sizin üzerinize Allah intihab etmiş ve ilimde, cisimde ona ziyade bir vüs'at vermiş, hem Allah mülkünü dilediğine verir, Allah vasi'dir alîmdir.

[ 002.247 ] ( ES )

Peygamberleri onlara: "Allah, size hükümdar olmak üzere Talût'u gönderdi." demişti. Onlar: "Ona bizim üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir." dediler. Peygamberleri de "Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir." dedi. Hem Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir.

[ 002.247 ] ( NQ )

And their Prophet (Samuel) said to them, "Indeed Allah has appointed Talut (Saul) as a king over you." They said, "How can he be a king over us when we are better fitted than him for the kingdom, and he has not been given enough wealth." He said: "Verily, Allah has chosen him above you and has increased him abundantly in knowledge and stature. And Allah grants His Kingdom to whom He wills. And Allah is All-Sufficient for His creatures' needs, All-Knower."

[ 002.248 ] ( KK )

æóÞóÇáó áóåõãú äóÈöíøõåõãú Åöäøó ÂíóÉó ãõáúßöåö Ãóäú íóÃúÊöíóßõãõ ÇáÊøóÇÈõæÊõ Ýöíåö ÓóßöíäóÉñ ãöäú ÑóÈøößõãú æóÈóÞöíøóÉñ ãöãøóÇ ÊóÑóßó Âáõ ãõæÓóì æóÂáõ åóÇÑõæäó ÊóÍúãöáõåõ ÇáúãóáóÆößóÉõ Åöäøó Ýöí Ðóáößó áóÂíóÉð áóßõãú Åöäú ßõäúÊõãú ãõÄúãöäöíäó ﴿ ٢٤٨ ﴾

[ 002.248 ] ( MŞ )

(İsrâîl oğulları bu durumda peygamberlerinden, Tâlût’un Allah tara­fından gerçekten seçilip seçilmediğine dair kesin bir delil istediler) Peygamberleri onlara: “Şüphesiz onun hükümdarlığının açık alâmeti, size Tâbût’un (sandığın) gelmesidir. Onda Rabbiniz tarafından size bir sekîne (kalplerin huzur ve sükûn bulmasını sağlayan bir özellik) ve (Hazret-i) Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıkları (değerli eşya ve Tevrât levhâları)ndan kalanlar var. Onu melekler taşır. Eğer îman ediyorsanız onda sizin için (Tâlût’un hükümdarlığına) kesin bir delil vardır.” dedi.
(Haberlerde bildirildiği üzere, Hak teâlâ bu Tâbût’u “Âdem aleyhisselâm”a indirmişti. Sonra elden ele geçen bu kıymetli emanet, ta Benî İsrâîl’e kadar ulaşmıştı. İsrâîl oğulları savaşlarda onunla düşmanlarına karşı gâlibiyet istemişler, savaş esnasında onu ordunun önüne geçirmişler ve onunla kalplerini sükûnete kavuşturmuşlardı. Bk. Celâleyn.)

[ 002.248 ] ( AY )

Peygamberleri onlara şunu da söylemişti: “ Tâlût’un, Mûsâ’ya verilen Tabut’u (sandığı) getirmesi padişahlığına alâmettir. O Tabut’da, Rabbiniz tarafından size mânevi bir kuvvet ve Mûsâ ailesiyle Hârun ailesinin arkaya bıraktıkları Tevrât levhalarından bakıyye (arta kalanlar) vardır. Melekler onu taşıyacaktır. Şüphesiz ki bu Tabut’un size gelmesi, peygamberin sözünün doğruluğuna delildir, eğer îman getirenlerdenseniz.

[ 002.248 ] ( EO )

Peygamberleri onlara şunu da söylemişdi: Haberiniz olsun onun melikliğinin alâmeti size o Tabutun gelmesi olacaktır, ki onda rabbınızdan bir sekîne ve ali Musa ile ali Harunun metrükâtından bir bakiyye vardır, onu Melaike getirecektir, elbette bunda size kat'î bir alâmet vardır, eğer mü'minlerseniz.

[ 002.248 ] ( ES )

Peygamberleri, onlara şunu da söylemişti: Haberiniz olsun, Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir sekine (sükûnet, gönül rahatlığı), Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye (kalıntı) vardır. Onu melekler getirecektir. Eğer iman etmiş kimselerden iseniz, bunda sizin için kesin bir ibret, bir alâmet vardır.

[ 002.248 ] ( NQ )

And their Prophet (Samuel) said to them: Verily! The sign of His Kingdom is that there shall come to you At-Tabut (a wooden box), wherein is Sakinah (peace and reassurance) from your Lord and a remnant of that which Musa (Moses) and Harun (Aaron) left behind, carried by the angels. Verily, in this is a sign for you if you are indeed believers.

[ 002.249 ] ( KK )

ÝóáóãøóÇ ÝóÕóáó ØóÇáõæÊõ ÈöÇáúÌõäõæÏö ÞóÇáó Åöäøó Çááøóåó ãõÈúÊóáöíßõãú ÈöäóåóÑò Ýóãóäú ÔóÑöÈó ãöäúåõ ÝóáóíúÓó ãöäøöí æóãóäú áóãú íóØúÚóãúåõ ÝóÅöäøóåõ ãöäøöí ÅöáÇøó ãóäö ÇÛúÊóÑóÝó ÛõÑúÝóÉð ÈöíóÏöåö ÝóÔóÑöÈõæÇ ãöäúåõ ÅöáÇøó ÞóáöíáÇð ãöäúåõãú ÝóáóãøóÇ ÌóÇæóÒóåõ åõæó æóÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ãóÚóåõ ÞóÇáõæÇ áÇó ØóÇÞóÉó áóäóÇ Çáúíóæúãó ÈöÌóÇáõæÊó æóÌõäõæÏöåö ÞóÇáó ÇáøóÐöíäó íóÙõäøõæäó Ãóäøóåõãú ãõáÇóÞõæ Çááøóåö ßóãú ãöäú ÝöÆóÉò ÞóáöíáóÉò ÛóáóÈóÊú ÝöÆóÉð ßóËöíÑóÉð ÈöÅöÐúäö Çááøóåö æóÇááøóåõ ãóÚó ÇáÕøóÇÈöÑöíäó ﴿ ٢٤٩ ﴾

[ 002.249 ] ( MŞ )

Tâlût orduyla birlikte (savaşmak için Kudüs’ten) ayrıldıktan sonra, “Şüphesiz Allah sizi bir nehirle deneyecektir. Ondan içen benden (bana bağlı olanlardan) değildir. Eliyle bir avuç içen (ki o, af edilmiştir) müstesna, kim ondan içmezse bendendir.” dedi. (Nehire varır varmaz) onlardan pek azı hariç, sudan (kana kana) içtiler. Kendisi ve kendisiyle beraber olan îman edenler ırmağı geçtiler. (Tâlût’un sözünü dinleyip nehri geçen mü’minlerden bazısı bazısına veya sudan içip de nehri geçemeyen ve karşı tarafta kalanlar:) “Bugün (zâlim düşman Amâlika hükümdarı) Câlût ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. (Buna karşı Tâlût’un sözünü dinleyip de nehri geçenler ve öldükten sonra dirileceklerini, nihayet) Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (buna yakînen inananlar) ise: “Nice az topluluk, çok topluluğa karşı Allah’ın izniyle (irâdesiyle, yardımıyla) üstün gelmiştir. (Yüce) Allah (yardım ve ihsanıyla) sabredenlerle beraberdir.” dediler.

[ 002.249 ] ( AY )

Vaktaki Tâlût (cihad yapmak için Kudüs’ten) askerleri ile ayrıldı, (ordusuna) şöyle dedi: “ Gerçekten Allah, sizi bir nehirle imtihan edecek; kim ondan içerse benden değildir. Kim de ondan içmezse o benden (bana bağlı olanlardan) dır. Ancak eli ile alıp içenler müstesna (bu kadar içmelerine izin vardır). Nihâyet nehire varır varmaz, askerlerden pek azı müstesna, ondan kana kana içtiler. Vaktaki Tâlût ile beraberindeki mü'minler o nehri geçtiler, beri tarafta kalıp nehri geçemiyenler: “ Bugün bizim Câlût’a (zâlim düşman hükümdarına) ve ordusuna karşı koyacak tâkatımız yoktur” dediler. Âhirette Allah’ın rahmetine kavuşacaklarını kesin olarak bilen (o nehrin karşı tarafındaki Tâlût’a) bağlılar ise, şu cevabı verdiler: “ Allah’ın izniyle nice az bir topluluk, daha çok bir topluluğa üstün gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.”

[ 002.249 ] ( EO )

vaktaki Talut ordu ile hareket etti, muhakkak, dedi: Allah sizi bir nehrile imtihan edecek, kim ondan içerse benden değil, kim onu tatmazsa işte o benden, ancak eliyle bir avuc alan müstesna, derken varır varmaz ondan içtiler, ancak içlerinden pek azı müstesna kaldılar, derken Talut ve maiyetinde iman edenler nehri geçtiler, o vakıt de «bizim bu gün Calut ile ordusuna takatımız yok» dediler, Allaha mülâki olacaklarına kani' olanlar ise şu cevabı verdiler «nice az bir cemiyet, çok bir cemiyete Allahın izniyle galebe çalmışlar, Allah sabırlılarla beraberdir».

[ 002.249 ] ( ES )

Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır)." Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir."

[ 002.249 ] ( NQ )

Then when Talut (Saul) set out with the army, he said: "Verily! Allah will try you by a river. So whoever drinks thereof, he is not of me, and whoever tastes it not, he is of me, except him who takes (thereof) in the hollow of his hand." Yet, they drank thereof, all, except a few of them. So when he had crossed it (the river), he and those who believed with him, they said: "We have no power this day against Jalut (Goliath) and his hosts." But those who knew with certainty that they were to meet their Lord, said: "How often a small group overcame a mighty host by Allah's Leave?" And Allah is with As-Sabirin (the patient ones, etc.).

[ 002.250 ] ( KK )

æóáóãøóÇ ÈóÑóÒõæÇ áöÌóÇáõæÊó æóÌõäõæÏöåö ÞóÇáõæÇ ÑóÈøóäóÇ ÃóÝúÑöÛú ÚóáóíúäóÇ ÕóÈúÑðÇ æóËóÈøöÊú ÃóÞúÏóÇãóäóÇ æóÇäúÕõÑúäóÇ Úóáóì ÇáúÞóæúãö ÇáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٢٥٠ ﴾

[ 002.250 ] ( MŞ )

(Tâlût’a bağlı mü’minler,) Câlût ve askerlerinin karşısına (savaşmak için) çıktıklarında şöyle dediler (dua ettiler): “Ey Rabbimiz, üzerimize (yağmur gibi) sabır yağdır! Ayaklarımızı (savaş meydanında cesaretimizi arttırarak ve düşmanlarımıza korku salarak) sabit kıl ve o kâfir millete karşı bize yardım et!” 

[ 002.250 ] ( AY )

Tâlût’a bağlı bulunan mü'minler, Câlût ve onun askerlerine karşı çarpışmak üzere çıktıkları zaman şöyle dua ettiler: “ Ey Rabbimiz, üzerimize bol bol sabır dök, ayaklarımıza kuvvet ve sebat ver ve bizi kâfirler kavmi üzerine muzaffer kıl.”

[ 002.250 ] ( EO )

Ve vaktaki Calut ve ordusuna karşı meydana çıktılar şöyle dediler «Ey bizleri yetişdiren rabbımız üzerlerimize sabır dök ve ayaklarımıza sebat ver ve bizi kâfirler kevmine karşı muzaffer buyur».

[ 002.250 ] ( ES )

Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"

[ 002.250 ] ( NQ )

And when they advanced to meet Jalut (Goliath) and his forces, they invoked: "Our Lord! Pour forth on us patience and make us victorious over the disbelieving people."

[ 002.251 ] ( KK )

ÝóåóÒóãõæåõãú ÈöÅöÐúäö Çááøóåö æóÞóÊóáó ÏóÇæõæÏõ ÌóÇáõæÊó æóÂÊóÇåõ Çááøóåõ Çáúãõáúßó æóÇáúÍößúãóÉó æóÚóáøóãóåõ ãöãøóÇ íóÔóÇÁõ æóáóæúáÇó ÏóÝúÚõ Çááøóåö ÇáäøóÇÓó ÈóÚúÖóåõãú ÈöÈóÚúÖò áóÝóÓóÏóÊö ÇáúÃóÑúÖõ æóáóßöäøó Çááøóåó Ðõæ ÝóÖúáò Úóáóì ÇáúÚóÇáóãöíäó ﴿ ٢٥١ ﴾

[ 002.251 ] ( MŞ )

Sonunda (duaları kabul edildi ve) Allah’ın izni (yardımı) ile onları (Câlût’un ordusunu) bozguna uğrattılar. (Tâlût’un ordusunda bulunan) Dâvûd, (düşman hükümdarı olan) Câlût’u öldürdü. (Yüce) Allah ona (Dâvûd’a) (hükümdar Tâlût ve peygamber Eşmayil’in vefâtlarından sonra) hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi. (O zamana kadar bu ikisi bir kişide toplanmamıştı.) Ona (zırh yapma, kuşlarla konuşma ve güzel sesle okuma gibi) dilediği bazı ilimleri öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmını(n kötülüğünü) diğerleriyle ortadan kaldırmasaydı, yeryüzü fesâda uğrar (altüst olur, karışır)dı. Fakat Allah, bütün âlemlere (yaratılmışlara) karşı lütuf (ve ikrâm) sâhibidir. (Mü’minleri, sadırgan kâfirlerin şerrinden koruması, O’nun bir lütfu ve nimetidir.)

[ 002.251 ] ( AY )

Nihâyet Allah’ın izni ile kâfirleri bozguna uğrattılar. Mü'minler safında bulunan Dâvut (aleyhisselâm) da düşman hükümdarı Câlût’u öldürdü. Allah, Dâvud’a padişahlık ve peygamberlik verdi ve ona dilediği şeyleri öğretti (Zırh yapmak, kuşlarla konuşmak ve güzel sesle okumak gibi...) Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile defetmeseydi (mü'minleri kâfirlere üstün kılmasaydı) yeryüzü fesad ve küfür karanlığına bürünürdü. Fakat Allah, âlemler üzerine ihsan ve rahmet sahibidir.

[ 002.251 ] ( EO )

Derken Allahın izniyle onları temamen bozdular, Davud Calutu öldürdü ve Allah kendisine mülk ve hikmet verdi ve daha dilediğinden ona ta'lim de buyurdu, Allahın insanları birbiriyle defetmesi olmasa idi Arz, mutlak fesad bulmuş gitmişti ve lâkin Allahın zevil'ukul âlemlerine bir fazlı var.

[ 002.251 ] ( ES )

Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.

[ 002.251 ] ( NQ )

So they routed them by Allah's Leave and Dawud (David) killed Jalut (Goliath), and Allah gave him [Dawud (David)] the kingdom [after the death of Talut (Saul) and Samuel] and Al-Hikmah (Prophethood), and taught him of that which He willed. And if Allah did not check one set of people by means of another, the earth would indeed be full of mischief. But Allah is full of Bounty to the 'Alamin (mankind, jinns and all that exists).

[ 002.252 ] ( KK )

Êöáúßó ÂíóÇÊõ Çááøóåö äóÊúáõæåóÇ Úóáóíúßó ÈöÇáúÍóÞøö æóÅöäøóßó áóãöäó ÇáúãõÑúÓóáöíäó ﴿ ٢٥٢ ﴾

[ 002.252 ] ( MŞ )

İşte bunlar (geçmişlere ait bu kıssalar), Allah’ın âyetleri (mu’cizeleri)dir. (Ey Resûlüm,) bunları sana hak olarak okuyoruz (her türlü şüphe, hata, değişme ve yanlışlıktan uzak, doğru olarak bildiriyoruz). Muhakkak sen, (tarafımızdan gönderilmiş) peygamberlerden birisin. (İsrâîl oğullarına gönderilen peygamberlerin başına gelenleri işittin ve anladın. Sakın kâfirlerin inkârı ve muhâlefeti sana ağır gelmesin. Senin görevin tebliğ etmektir. Senin peygamberliğini kabul eden itâatkâr, inkâr eden ise isyankârdır. Allah’a ve peygamberine itâat edenin gideceği yer, cennet, etmeyeninki ise cehennemdir.)

[ 002.252 ] ( AY )

İşte bunlar (anlatılan kıssalar) Allah’ın âyetleridir ki, onları ey (Resûlüm) sana hak olarak okuyoruz ve muhakkak ki sen gönderilen peygamberlerdensin.

[ 002.252 ] ( EO )

İşte bunlar Allahın âyetleri, onları sana bihakkın tilâvet ediyoruz, muhakkak ki sen o gönderilen Resullerdensin.

[ 002.252 ] ( ES )

İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Onları sana hakkıyla okuyoruz. Şüphesiz ki sen o gönderilen resullerdensin.

[ 002.252 ] ( NQ )

These are the Verses of Allah, We recite them to you (O Muhammad ) in truth, and surely, you are one of the Messengers (of Allah).

[ 002.253 ] ( KK )

Êöáúßó ÇáÑøõÓõáõ ÝóÖøóáúäóÇ ÈóÚúÖóåõãú Úóáóì ÈóÚúÖò ãöäúåõãú ãóäú ßóáøóãó Çááøóåõ æóÑóÝóÚó ÈóÚúÖóåõãú ÏóÑóÌóÇÊò æóÂÊóíúäóÇ ÚöíÓóì ÇÈúäó ãóÑúíóãó ÇáúÈóíøöäóÇÊö æóÃóíøóÏúäóÇåõ ÈöÑõæÍö ÇáúÞõÏõÓö æóáóæú ÔóÇÁó Çááøóåõ ãóÇ ÇÞúÊóÊóáó ÇáøóÐöíäó ãöäú ÈóÚúÏöåöãú ãöäú ÈóÚúÏö ãóÇ ÌóÇÁóÊúåõãõ ÇáúÈóíøöäóÇÊõ æóáóßöäö ÇÎúÊóáóÝõæÇ Ýóãöäúåõãú ãóäú Âãóäó æóãöäúåõãú ãóäú ßóÝóÑó æóáóæú ÔóÇÁó Çááøóåõ ãóÇ ÇÞúÊóÊóáõæÇ æóáóßöäøó Çááøóåó íóÝúÚóáõ ãóÇ íõÑöíÏõ ﴿ ٢٥٣ ﴾

[ 002.253 ] ( MŞ )

İşte o peygamberler (risâlet/peygamberlik derecesi bakımından hepsi birbirine eşit oldukları hâlde, kendilerine verilen bazı nimet ve özellikler yönün)den bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. (Yüce) Allah, onlardan bazısı ile (arada vâsıta olmadan) konuştu (Hazret-i Mûsâ gibi), bazısını da (Muhammed “aleyhisselâm” gibi ki, bütün insanlara peygamber olarak gönderilmesi, ümmetinin diğerlerinden fazıletli kılınması, peygamberlerin sonuncusu olması, kendisine binlerce mu’cizenin verilmesi yanında Kur’ân-ı Kerîm gibi eşsiz bir mu’cizenin ihsan edilmesine benzer) derecelerle yükseltti. Meryem oğlu Îsa’ya beyyinât (ölüyü diriltme, anadan doğma görmeyenlerin gözlerini açma ve alaca hastalığına yakalananları iyi etme gibi mû’cizeler) verdik ve onu Rûhu’l-Kudüs (Cibrîl-i Emîn) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah (bütün insanların hidâyetini) dileseydi, peygamberden sonra gelen milletler, kendilerine (hidâyeti gösteren o) açık deliller (mû’cizeler) geldikten sonra (hak yoldan ayrılarak) birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat (Allahü teâlâ insanlarda kötülük ve şerlere düşkün nefis yarattı. Bu yönüyle insan meleklerden ayrıldı. Ancak insan, içten ve dıştan gelebilecek her türlü telkin ve tahriklere karşı koyabilecek bir irâde gücüyle mücehhez kılındı. Ayrıca peygamberler vâsıtasıyla hak ve bâtıl da gösterildi. Fakat insanlar hakkı ve bâtılı kabul edip etmeme konusunda nefis ve diğer güçlerle mücadelede) ayrılığa düştüler. (Sonunda) kimi (irâdesini hakkı/dini kabul etme yönünde kullanarak) îman etti, kimi de inkâr etti. (Yine) Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. (Hayata nizam veren ve onun kanunlarını koyan, her şeye kâdir ve her şeyi yaratan Hak teâlâdır. Eğer insanlar irâdelerini bâtıl veya şer yönünde kullanırlarsa, yüce Allah da onların fiillerini yaratır. Böylece onlar, küfre saplanmış veya haram işlemiş olurlar. Bu durumda kişi, sorumluluktan kurtulabilmek için “Allah dileseydi bu haramı işlemezdim.” diyemeyeceği gibi, “Allah benim düşündüğüm, planladığım hayrı dilemeye ve yaratmaya mecburdur.” da diyemez.) Şu var ki Allah, dilediği şeyi yapar. (Çünkü mülk, O’nundur. Dilediği tasarrufta bulunur. Yüce Allah, âdildir; asla zulmetmez. İnsanı sebepler âleminde yaratmıştır. Sebepleri ve sebepler arasındaki bağlantıyı da açıklamış ve insanı bu nizama uymakla sorumlu tutmuştur. Bu çerçevesinde akan dünya hayatında dilediğini fazlı ile başarıya ulaştırmakta, dilediğini de adli ile başarısız kılmaktadır.) 

[ 002.253 ] ( AY )

Bu (sûrede sözü geçen) peygamberlerin bir kısmını, kendilerine verilen özelliklerle diğerlerinden üstün kıldık. O peygamberlerden, (arada vasıta olmadan) Allah’ın sözleştiği (Hazret-i Mûsâ gibi) peygamber var! ve bazılarını da derece bakımından Allah yükseklere çıkarmıştır. Meryem’in oğlu Îsa’ya o açık mûcizeleri verdik ve kendisini melek (Cebrâil aleyhisselâm) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah dileseydi, peygamberlerden sonra gelen ümmetler, kendilerine hidâyete ulaştırıcı o apaçık mûcizeler ve deliller geldikten sonra birbirini öldürmezlerdi. Fakat ihtilâfa (ayrılığa) düştüler. Sonunda kimi îman etti, kimi de küfre saptı. Yine Allah dileseydi birbirinin kanına girmezlerdi. Fakat Allah dilediği şeyi yapar.

[ 002.253 ] ( EO )

O işaret olunan Resuller, biz onların bazısını bazısından efdal kıldık, içlerinden kimi var Allah kelâmına Kelim etti, bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı, Meryemin oğlu İsaya da o beyyineleri verdik ve kendisini Ruhul'kudüs ile te'yid eyledik, eğer Allah dilese idi bunların arkasında kümmetler, kendilerine o beyyineler geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi, ve lâkin ıhtilâfa düştüler kimi iman etti kimi küfür, yine Allah dilese idi birbirlerinin kanına girmezlerdi ve lakin Allah ne isterse yapar.

[ 002.253 ] ( ES )

O işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı. Biz Meryem oğlu İsa'ya da o delilleri verdik ve kendisini Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasındaki ümmetler, kendilerine o deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti. Yine Allah dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar.

[ 002.253 ] ( NQ )

Those Messengers! We preferred some to others; to some of them Allah spoke (directly); others He raised to degrees (of honour); and to 'Iesa (Jesus), the son of Maryam (Mary), We gave clear proofs and evidences, and supported him with Ruh-ul-Qudus [Jibrael (Gabriel)]. If Allah had willed, succeeding generations would not have fought against each other, after clear Verses of Allah had come to them, but they differed - some of them believed and others disbelieved. If Allah had willed, they would not have fought against one another, but Allah does what He likes.

[ 002.254 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÃóäúÝöÞõæÇ ãöãøóÇ ÑóÒóÞúäóÇßõãú ãöäú ÞóÈúáö Ãóäú íóÃúÊöíó íóæúãñ áÇó ÈóíúÚñ Ýöíåö æóáÇó ÎõáøóÉñ æóáÇó ÔóÝóÇÚóÉñ æóÇáúßóÇÝöÑõæäó åõãõ ÇáÙøóÇáöãõæäó ﴿ ٢٥٤ ﴾

[ 002.254 ] ( MŞ )

Ey îman edenler, alış verişin (kurtulmak için fidyenin), dostluğun (yardım etmenin veya musamaha ile karşılamanın) ve (Allah’tan izinsiz) şefâatin olmadığı bir gün (kıyâmet günü) gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infâk edin (zekâtınızı ve sadakalarınızı verin). (Allah’a veya farzlara inanmadıklarından dolayı zekât vermeyi terkeden) kâfirler, zâlimlerin ta kendileridir. 

[ 002.254 ] ( AY )

Ey îman edenler, ne bir alışverişin, ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatın bulunmadığı bir gün (hesap günü) gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayın. Kâfirler (yok mu), işte onlar zâlimdirler.

[ 002.254 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler size merzuk kıldığımız şeylerden infak edin: gelmeden evvel bir gün ki onda alım satım yok, dostluk da yok şefaat de yok kâfirler ise hep o zalimlerdir.

[ 002.254 ] ( ES )

Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.

[ 002.254 ] ( NQ )

O you who believe! Spend of that with which We have provided for you, before a Day comes when there will be no bargaining, nor friendship, nor intercession. And it is the disbelievers who are the Zalimun (wrong-doers, etc.).

[ 002.255 ] ( KK )

Çóááøóåõ áÇó Åöáóåó ÅöáÇøó åõæó ÇáúÍóíøõ ÇáúÞóíøõæãõ áÇó ÊóÃúÎõÐõåõ ÓöäóÉñ æóáÇó äóæúãñ áóåõ ãóÇ Ýöí ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóãóÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö ãóäú ÐóÇ ÇáøóÐöí íóÔúÝóÚõ ÚöäúÏóåõ ÅöáÇøó ÈöÅöÐúäöåö íóÚúáóãõ ãóÇ Èóíúäó ÃóíúÏöíåöãú æóãóÇ ÎóáúÝóåõãú æóáÇó íõÍöíØõæäó ÈöÔóíúÁò ãöäú Úöáúãöåö ÅöáÇøó ÈöãóÇ ÔóÇÁó æóÓöÚó ßõÑúÓöíøõåõ ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóÇáúÃóÑúÖó æóáÇó íóÆõæÏõåõ ÍöÝúÙõåõãóÇ æóåõæó ÇáúÚóáöíøõ ÇáúÚóÙöíãõ ﴿ ٢٥٥ ﴾

[ 002.255 ] ( MŞ )

(O yüce) Allah ki, O’ndan başka (ibâdet edilmeye lâyık bir) ilâh yoktur. (O, zâtı ve sıfatları itibariyle vardır. Vâcibü’l-vücûdtur/varlığı lâzım ve kendindendir. O, birdir. Doğmamış ve doğurmamıştır. Eşi ve çocuğu olmaktan berîdir/uzaktır. O, hiç bir şeye muhtaç olmadığı gibi her şey O’na muhtaçtır. O, kadîmdir/varlığının öncesi, başlangıcı yoktur ve bâkîdir/varlığı sonsuzdur. Ezelden ebede/öndeki sonsuzdan, sonraki sonsuza kadar, kelâm sıfatı ile söylemektedir. Her şeyi işitmekte, görmekte ve yaratmaktadır. O’ndan başka yaratıcı yoktur.) (O,) hayy (diridir ki, kâmil sıfatlarla sıfatlanmış olup her şeyi bilen, her şeye kâdir olan, zât ve sıfatlarında herhangi bir değişikliğin olması muhâl olan ve varlığı her an devam edendir) ve kayyûm (varlığı kendinden olan, yarattığı bütün varlıkları idâre eden, ayakta tutan ve koruyan)dır. O’nu ne (âcizliğin, dalgınlığın ve gafletin bir sonucu olan) bir uyuklama tutar, ne de bir uyku. Göklerde ve yerde (canlı ve cansız) ne varsa, hepsi O’nun (mülkü ve idâresi altında)dır. O’nun (azameti, kibriyâsı ve celâlı o kadar yücedir ki) izni olmadan onun katında (meleklerden, peygamberlerden ve diğer varlıklardan) kim şefâat edebilir (ve kim konuşabilir)? O, onların (insanların) önlerinde ve arkalarında (yapmış ve yapacak veya açıklamış ve gizlemiş yahut dünya ve âhirete ait) olan (her şey)i(ni) bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.) Onlar (insanlar), (yüce Allah’ın) dilediği hâriç ilminden (bildirdiklerinden) hiçbir şeyi kavrayamaz (bilemez)ler. O’nun Kürsî’si (azameti veya kudreti ve mülkü yahut ilmi veyahut Arş’ı), gökleri ve yeri kaplamıştır. (O yüce Allah, gökler ve yer dahil bütün kâinâta/evrene hükmetmektedir.) Onları (gökleri ve yeri) korumak (ve gözetmek), ona ağır gelmez. O, aliyydir (mekânı, yönü, eşi ve benzeri olmaktan uzaktır; çok yücedir) (ve) azîmdir (cisimlere mahsus miktar, hacim ve cihet düşünülmeksizin kibriya sâhibi ve yarattıklarının üzerinde kahhâr -gâlib- olarak çok büyüktür). 

[ 002.255 ] ( AY )

Allah o Allah’dır ki, kendinden başka hiç bir ilâh yoktur (Ondan başka ibâdete müstahak mâbud yoktur). O ezelî ve ebedî hayat ile bizâtihi (kendiliğinden) diridir, (bâkîdir). Zât ve kemâl sıfatlarıyla yaratıkların (mahlûkatın) bütün işlerinde hâkim ve kâimdir, her şey onunla kâimdir. Onu ne bir dalgınlık, ne de bir uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onun. Onun izni olmadıkça katında kim şefaat edebilir? O, bütün varlıkların (dünya ve âhirete ait) önlerinde ve arkalarındaki gizli ve aşikâr her şeyini bilir. Onlar (varlıklar-yaratıklar) ise, Allah’ın dilediği kadarından başka, ilâhî ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü (mülk ve saltanatı) gökleri ve yeri çevrelemiş, kaplamıştır. Gökleri ve yeri korumak, gözetmek, ona zorluk ve ağırlık vermez. O, çok yüce, çok büyüktür.

[ 002.255 ] ( EO )

Allah, başka tanrı yok ancak o, daima yaşıyan, daima duran tutan hayy-ü kayyum o, ne gaflet basar onu ne uyku, Göklerdeki ve Yerdeki hep onun, kimin haddine ki onun izni olmaksızın huzurunda şafaat edecek? onların önlerinde ne var arkalarında ne var hepsini bilir, onlar ise onun dilediği kadarından başka ilmi ilahîsinden hiç bir şey kavrıyamazlar, onun kürsîsi bütün Gökleri ve Yeri kucaklamıştır her ikisini görüb gözetmek ona bir ağırlık da vermez o öyle ulu, öyle büyük azametlidir.

[ 002.255 ] ( ES )

Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

[ 002.255 ] ( NQ )

Allah! La ilaha illa Huwa (none has the right to be worshipped but He), the Ever Living, the One Who sustains and protects all that exists. Neither slumber, nor sleep overtake Him. To Him belongs whatever is in the heavens and whatever is on earth. Who is he that can intercede with Him except with His Permission? He knows what happens to them (His creatures) in this world, and what will happen to them in the Hereafter . And they will never compass anything of His Knowledge except that which He wills. His Kursi extends over the heavens and the earth, and He feels no fatigue in guarding and preserving them. And He is the Most High, the Most Great. [This Verse 2:255 is called Ayat-ul-Kursi.]

[ 002.256 ] ( KK )

áÇó ÅößúÑóÇåó Ýöí ÇáÏøöíäö ÞóÏú ÊóÈóíøóäó ÇáÑøõÔúÏõ ãöäó ÇáÛóíøö Ýóãóäú íóßúÝõÑú ÈöÇáØøóÇÛõæÊö æóíõÄúãöäú ÈöÇááøóåö ÝóÞóÏö ÇÓúÊóãúÓóßó ÈöÇáúÚõÑúæóÉö ÇáúæõËúÞóì áÇó ÇäúÝöÕóÇãó áóåóÇ æóÇááøóåõ ÓóãöíÚñ Úóáöíãñ ﴿ ٢٥٦ ﴾

[ 002.256 ] ( MŞ )

Dinde (hak dine, İslâm’a girişte) zorlama yoktur. (Îman, esas itibariyle kulun kendi irâdesiyle karar vermesi, kalbin de onu tasdîk etmesi/onaylamasıdır. Dilin söylemesi, o kişinin bulunduğu toplumda Müslüman muamelesi görmesiyle ilgilidir.) Rüşd (îman veya hak yahut hidâyet), gayydan (küfürden veya bâtıldan yahut sapıtmadan) (açık delillerle) ayrılmış (ve meydana çıkmış)tır. Kim tâğûtu (şeytânı veya putları yahut Allah’a ibâdet etmeye mâni olan şeyleri) inkâr edip (reddedip, onlardan yüz çevirip) Allah’a (O’nu birleyerek ve Resûlünü kabul ederek) îman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa (hakka, İslâm dinine) yapışmıştır. Allah (mü’minin îman ve kâfirin inkâr sözlerini) işitendir (ve) (niyetleri ve yapılanları hakkıyla) bilendir. 

[ 002.256 ] ( AY )

Cizye vermeyi kabul eden kitap ehlini (kâfirleri), İslâm dinine girmek için zorlamak ve onlara cebretmek yoktur. İman ile küfür, kesin olarak meydana çıkmıştır. Artık kim, azgınlığa ve sapıklığa sevkedenleri tanımayıpta Allah’a îman ederse, o muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. Allah kemâliyle işitici ve bilicidir. (bazı müfessirlere göre bu âyeti kerîmenin hükmü kıtal âyeti kerîmesinin nâzil olmasıyla nashedilmiş, kaldırılmıştır.)

[ 002.256 ] ( EO )

Dinde ikrah yok, rüşd, dalâlden cidden ayrıldı, artık her kim Taguta küfredib Allaha iman eylerse o işte en sağlam tutamağa yapışmıştır, öyle ki onun için kopmak yok, Allah işidir, bilir.

[ 002.256 ] ( ES )

Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.

[ 002.256 ] ( NQ )

There is no compulsion in religion. Verily, the Right Path has become distinct from the wrong path. Whoever disbelieves in Taghut and believes in Allah, then he has grasped the most trustworthy handhold that will never break. And Allah is All-Hearer, All-Knower.

[ 002.257 ] ( KK )

Çóááøóåõ æóáöíøõ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ íõÎúÑöÌõåõãú ãöäó ÇáÙøõáõãóÇÊö Åöáóì ÇáäøõæÑö æóÇáøóÐöíäó ßóÝóÑõæÇ ÃóæúáöíóÇÄõåõãõ ÇáØøóÇÛõæÊõ íõÎúÑöÌõæäóåõãú ãöäó ÇáäøõæÑö Åöáóì ÇáÙøõáõãóÇÊö ÃõæáóÆößó ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáäøóÇÑö åõãú ÝöíåóÇ ÎóÇáöÏõæäó ﴿ ٢٥٧ ﴾

[ 002.257 ] ( MŞ )

Allah, îman edenlerin velisi (dostu ve yardımcısı)dır. Onları (hidâyetiyle ve muvaffak kılmasıyla) zulümât (olan küfür, dalâlet, cehâlet ve şüphelerin karanlıkların)dan (kurtarıp) nûr (olan îman ve hidâyetin aydınlığın)a çıkarır. Kâfirlerin dostları da tâğût (şeytanlar veya küfür ve dalâlete sürükleyenler)dir. (O da) onları, nûr (aydınlık)tan (koparıp) zulümât (karanlıklar)a çıkarır. İşte onlar, ateş (cehennem) ashâbı (arkadaşları)dır, orada ebedî (sürekli, sonsuz) kalacaklardır. 

[ 002.257 ] ( AY )

Allah, îman edenlerin yardımcısıdır. Onları dâlâlet karanlıklarından (kurtarıp) hidâyet nûruna çıkarır. Kâfirlerin dostları ise şeytanlardır. Kendilerini nurdan (ayırıp) karanlıklara sokarlar, işte bunlar cehennemliktirler; orada ebedî olarak kalıcıdırlar.

[ 002.257 ] ( EO )

Allah iman edenlerin velisidir onları zulümattan nura çıkarır, küfredenlerin ise velileri Taguttur onları nurdan zulümata çıkarırlar, onlar işte eshabı nar, hep orada kalacaklardır.

[ 002.257 ] ( ES )

Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.

[ 002.257 ] ( NQ )

Allah is the Wali (Protector or Guardian) of those who believe. He brings them out from darkness into light. But as for those who disbelieve, their Auliya (supporters and helpers) are Taghut [false deities and false leaders, etc.], they bring them out from light into darkness. Those are the dwellers of the Fire, and they will abide therein forever.

[ 002.258 ] ( KK )

Ãóáóãú ÊóÑó Åöáóì ÇáøóÐöí ÍóÇÌøó ÅöÈúÑóÇåöíãó Ýöí ÑóÈøöåö Ãóäú ÂÊóÇåõ Çááøóåõ Çáúãõáúßó ÅöÐú ÞóÇáó ÅöÈúÑóÇåöíãõ ÑóÈøöíó ÇáøóÐöí íõÍúíöí æóíõãöíÊõ ÞóÇáó ÃóäóÇ ÃõÍúíöí æóÃõãöíÊõ ÞóÇáó ÅöÈúÑóÇåöíãõ ÝóÅöäøó Çááøóåó íóÃúÊöí ÈöÇáÔøóãúÓö ãöäó ÇáúãóÔúÑöÞö ÝóÃúÊö ÈöåóÇ ãöäó ÇáúãóÛúÑöÈö ÝóÈõåöÊó ÇáøóÐöí ßóÝóÑó æóÇááøóåõ áÇó íóåúÏöí ÇáúÞóæúãó ÇáÙøóÇáöãöíäó ﴿ ٢٥٨ ﴾

[ 002.258 ] ( MŞ )

(Yüce) Allah, kendisine mülk (ve hükümdarlık) verdi diye (azgınlık ve taşkınlıkta bulunarak) Rabbi hakkında (peygamberim) İbrâhîm’le tartışan (Nemrûd’)u görmedin (bilmedin) mi? Hani İbrâhîm (“aleyhisselâm”) ona: “Benim Rabbim O’dur ki hem diriltir, hem de öldürür” demişti. O (ilâhlık iddiasında bulunan Nemrûd) da: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” demiş (ve iki adam çağırıp birini öldürmüş, diğerini de affetmiş, güya kendisine göre dirilttiğini söylemiş)ti. (Bunun üzerine Hazret-i) İbrâhîm: “(Benim Rabbim olan) Allah, güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de (mademki ilâhım diyorsun) onu batıdan getir!” deyince, o kâfir adam şaşırıp kalmıştı. (Yüce) Allah, zâlim (hidâyeti kabul etmemeye direnerek kendilerine zulmeden) bir toplumu (küfür ve zulmü terk etmedikleri müddetçe) hidâyete (hak yola) erdirmez. 

[ 002.258 ] ( AY )

Allah, kendisine saltanat ve mülk verdi diye (azarak) İbrâhîm ile Rabbi hakkında mücâdele eden Nemrûd’u görmedin mi? İbrâhîm ona; “ Benim Rabbim (kudreti ile) hem diriltir, hem öldürür.” dediği vakit o Nemrûd; “ Ben de diriltir, öldürürüm.” demişti. İbrâhîm (aleyhisselâm); “ Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir” söyleyince, o küfreden Nemrûd şaşırıp tutuldu. Allah zâlimler kavmini muvaffak etmez. (Nemrûd öldürülmesi gereken bir kimseyi azap edip, bir suçsuzu da öldürmek sûretiyle, kendisinin gûya diriltmeye ve öldürmeye kâdir olduğunu Hazret-i İbrâhîm’e karşı söylediği rivâyet edilir.”)

[ 002.258 ] ( EO )

Baksanâ ona: O, kendine Allah meliklik verdi diye İbrahime rabbı hakkınd a huccet yarışına kalkana, İbrahim ona «benim rabbım o kadirı kayyumdur ki hem diriltir hem öldürür» dediği vakit «ben diriltirim ve öldürürüm» demişti, İbrahim: «Allah güneşi Meşrıktan getiriyor, haydi sen onu Mağribden getir» deyiverince o küfreden herif dona kaldı, öyle ya: Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez.

[ 002.258 ] ( ES )

Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: "Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür." dediği zaman: "Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti. İbrahim: "Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!" deyince o inkâr eden herif şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.

[ 002.258 ] ( NQ )

Have you not looked at him who disputed with Ibrahim (Abraham) about his Lord (Allah), because Allah had given him the kingdom? When Ibrahim (Abraham) said (to him): "My Lord (Allah) is He Who gives life and causes death." He said, "I give life and cause death." Ibrahim (Abraham) said, "Verily! Allah causes the sun to rise from the east; then cause it you to rise from the west." So the disbeliever was utterly defeated. And Allah guides not the people, who are Zalimun (wrong-doers, etc.).

[ 002.259 ] ( KK )

Ãóæú ßóÇáøóÐöí ãóÑøó Úóáóì ÞóÑúíóÉò æóåöíó ÎóÇæöíóÉñ Úóáóì ÚõÑõæÔöåóÇ ÞóÇáó Ãóäøóì íõÍúíöí åóÐöåö Çááøóåõ ÈóÚúÏó ãóæúÊöåóÇ ÝóÃóãóÇÊóåõ Çááøóåõ ãöÇÆóÉó ÚóÇãò Ëõãøó ÈóÚóËóåõ ÞóÇáó ßóãú áóÈöËúÊó ÞóÇáó áóÈöËúÊõ íóæúãðÇ Ãóæú ÈóÚúÖó íóæúãò ÞóÇáó Èóáú áóÈöËúÊó ãöÇÆóÉó ÚóÇãò ÝóÇäúÙõÑú Åöáóì ØóÚóÇãößó æóÔóÑóÇÈößó áóãú íóÊóÓóäøóåú æóÇäúÙõÑú Åöáóì ÍöãóÇÑößó æóáöäóÌúÚóáóßó ÂíóÉð áöáäøóÇÓö æóÇäúÙõÑú Åöáóì ÇáúÚöÙóÇãö ßóíúÝó äõäúÔöÒõåóÇ Ëõãøó äóßúÓõæåóÇ áóÍúãðÇ ÝóáóãøóÇ ÊóÈóíøóäó áóåõ ÞóÇáó ÃóÚúáóãõ Ãóäøó Çááøóåó Úóáóì ßõáøö ÔóíúÁò ÞóÏöíÑñ ﴿ ٢٥٩ ﴾

[ 002.259 ] ( MŞ )

Yahut o kimse (Hazret-i Uzeyr) gibisini (görmedin/bilmedin mi) ki, (yanında bazı yiyecekler olduğu hâlde merkebine binmiş olarak evlerinin) çatıları çökmüş, duvarları da üstüne yıkılmış ıssız bir kasabaya (Beyt-i Makdis’e) uğramıştı1.
(Hazret-i Uzeyr, o kasabayı görünce, şüphe etmeksizin kendi kendine:) “Allah burasını (ehlini) ölümden sonra acaba nasıl diriltecek?” demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti. (Yüce) Allah “Ne kadar kaldın?” diye sordu. O da: “Bir gün yahut bir günden az.” dedi. Allah buyurdu ki: “Hayır, yüz sene kaldın. (Buna rağmen) yiyeceğine, içeceğine bak, (gördüğün gibi onlar) hiç bozulmamış. (Fakat bir de) merkebine bak. (Baktığında nasıl çürüdüğünü ve kemik yığını hâline geldiğini görmüştü.) (Bütün bunlar,) seni insanlara bir ibret vesilesi kılmamız içindir. (Şimdi o merkebin) kemiklerine bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz” dedi. Bu ona apaçık belli olunca, “Artık (yakînen) biliyor (ve inanıyor)um ki, “Allah, hakikaten her şeye kâdirdir.”
1 Belgelere göre, Buhtunnasr, İsrâîl oğulları ile savaşmış, bir çoğunu esir almış ve Beyt-i Makdis’i de harap etmişti. Esirler içinde Hazret-i Uzeyr de vardı. Bk. Râzî.

[ 002.259 ] ( AY )

yahut o kimseden haber almadın mı ki, binaların çatıları çökmüş, duvarları üstüne yığılmış tenha bir kasabaya uğrayarak şöyle demişti; “Bunu, bu ölümden sonra Allah nerden diriltecek?” bunun üzerine Allah o kimseyi yüz sene öldürdü (ölü bıraktı) sonra diriltti. Allah (kendisine melek vasıtasıyla); “ Ne kadar eğlendin kaldın?” diye sordu. O da; ”Bir gün yahut bir günden az kaldım” dedi. Allah ona; “ Hayır, yüz yıl ölü kaldın. Öyle iken bak yiyeceğine içeceğine henüz bozulmamış; hele merkebine bak! (nasıl çürümüş ve kemikleri kalmıştır.) Bunu yapmamız, seni insanlara ibret nişanesi kılmamız için ve kendin de bilesin diyedir. Merkebinin kemiklerine bak ki, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz; sonra onlara nasıl et giydiriyoruz” buyurdu. O merkep dirilip eski hâline geldiği ve her şey kendisine açıkça belli olduğu zaman, adam şöyle dedi: “ Artık biliyorum ki, Allah hakikaten her şey’e kadirdir.”

[ 002.259 ] ( EO )

Yahud o kimse gibi ki bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş ıpıssız yatıyor, «Bunu bu ölümünden sonra Allah nerden diriltecek?» dedi, bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü sonra diriltti, ne kadar kaldın? diye sordu «bir gün yahud bir günden eksik kaldım» dedi, Allah buyurdu ki: Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele merkebine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin canlı bir âyeti kılayım diyedir, hele o kemiklere bak onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et geydiriyoruz? Bu suretle vaktaki ona hak tebeyyün etti, şimdi biliyorum, dedi: Hakikaten Allah her şey'e kadir.

[ 002.259 ] ( ES )

Yahut o kimse gibisini (görmedin mi) ki, bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. "Bunu bu ölümünden sonra Allah, nerden diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti, "Ne kadar kaldın?" diye sordu. O da: "Bir gün, yahut bir günden eksik kaldım." dedi. Allah buyurdu ki: "Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele eşeğine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin bir işareti kılalım diyedir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?" Böylece gerçek ona açıkça belli olunca: "Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir." dedi

[ 002.259 ] ( NQ )

Or like the one who passed by a town and it had tumbled over its roofs. He said: "Oh! How will Allah ever bring it to life after its death?" So Allah caused him to die for a hundred years, then raised him up (again). He said: "How long did you remain (dead)?" He (the man) said: "(Perhaps) I remained (dead) a day or part of a day". He said: "Nay, you have remained (dead) for a hundred years, look at your food and your drink, they show no change; and look at your donkey! And thus We have made of you a sign for the people. Look at the bones, how We bring them together and clothe them with flesh". When this was clearly shown to him, he said, "I know (now) that Allah is Able to do all things."

[ 002.260 ] ( KK )

æóÅöÐú ÞóÇáó ÅöÈúÑóÇåöíãõ ÑóÈøö ÃóÑöäöí ßóíúÝó ÊõÍúíö ÇáúãóæúÊóì ÞóÇáó Ãóæóáóãú ÊõÄúãöäú ÞóÇáó Èóáóì æóáóßöäú áöíóØúãóÆöäøó ÞóáúÈöí ÞóÇáó ÝóÎõÐú ÃóÑúÈóÚóÉð ãöäó ÇáØøóíúÑö ÝóÕõÑúåõäøó Åöáóíúßó Ëõãøó ÇÌúÚóáú Úóáóì ßõáøö ÌóÈóáò ãöäúåõäøó ÌõÒúÁðÇ Ëõãøó ÇÏúÚõåõäøó íóÃúÊöíäóßó ÓóÚúíðÇ æóÇÚúáóãú Ãóäøó Çááøóåó ÚóÒöíÒñ Íóßöíãñ ﴿ ٢٦٠ ﴾

[ 002.260 ] ( MŞ )

(Resûlüm) İbrâhîm de bir zaman: “Ey Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. (Yüce) Allah da: “(Diriltmeye kâdir olduğuma) inanmadın mı?” dedi. (Hazret-i İbrâhîm): “Hayır (inandım, ya Rabbi), fakat kalbim itminâna kavuşsun (içim rahat olsun) diye (görmek istedim) dedi. Bunun üzerine (yüce) Allah: “O hâlde dört (çeşit) kuş tut, onları kendine (yaklaştırıp) alıştır (incele, şekil ve durumlarını tanı), sonra (onları kes ve iyice karıştır. Sonra) her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra onları (kendine) çağır. (Göreceksin, her parça birleşip hepsi) koşarak (hızla) sana gelecekler. Bil ki, şüphesiz Allah, azîz (mağlûp olmayan ve acze düşmeyen yegâne gâlip; hiçbir varlığın engelleyemeyeceği kâdir)dir (ve) hakîm (işlerin sonuçlarını hakkıyla bilen)dir.

[ 002.260 ] ( AY )

Bir vakit İbrâhîm şöyle demişti: “ Ey Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin? bana göster.” Allah: “Ölüyü dirilttiğime inanmadın mı?” buyurdu. İbrâhîm: “ Evet, inandım, fakat kalbim tam yatışsın diye sordum.” dedi. Allahü (teâlâ) buyurdu ki, kuşlardan dört cins tut ve iyice gözden geçirdikten sonra kendi elinle parçala ve her dağ başına onlardan birer parça koy. Sonra onları çağır; koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah, dilediği her şeyde gâlibdir, hikmet sahibidir.

[ 002.260 ] ( EO )

Bir vakıt da İbrahim: «yarabbi göster bana ölüleri nasıl diriltirsin?» demişti, «inanmadın mı ki? buyurdu, «inandım velâkin kalbim iyice yatışmak için» dedi, öyle ise, buyurdu: Kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt sonra da çağır onları sana koşa koşa gelsinler; ve bil ki Allah hakikaten azîzdir, hakîmdir.

[ 002.260 ] ( ES )

Bir zamanlar İbrahim de: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti. Allah: "İnanmadın mı ki?" buyurdu. İbrahim: "İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum." dedi. Allah buyurdu ki: "Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."

[ 002.260 ] ( NQ )

And (remember) when Ibrahim (Abraham) said, "My Lord! Show me how You give life to the dead." He (Allah) said: "Do you not believe?" He [Ibrahim (Abraham)] said: "Yes (I believe), but to be stronger in Faith." He said: "Take four birds, then cause them to incline towards you (then slaughter them, cut them into pieces), and then put a portion of them on every hill, and call them, they will come to you in haste. And know that Allah is All-Mighty, All-Wise."

[ 002.261 ] ( KK )

ãóËóáõ ÇáøóÐöíäó íõäúÝöÞõæäó ÃóãúæóÇáóåõãú Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö ßóãóËóáö ÍóÈøóÉò ÃóäúÈóÊóÊú ÓóÈúÚó ÓóäóÇÈöáó Ýöí ßõáøö ÓõäúÈõáóÉò ãöÇÆóÉõ ÍóÈøóÉò æóÇááøóåõ íõÖóÇÚöÝõ áöãóäú íóÔóÇÁõ æóÇááøóåõ æóÇÓöÚñ Úóáöíãñ ﴿ ٢٦١ ﴾

[ 002.261 ] ( MŞ )

Mallarını Allah yolunda (tâatinde) infâk eden (harcayan)ların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir tanenin durumu gibidir. (Yüce) Allah dilediğine (fazlı ile ihlâs durumuna göre) kat kat (hatta daha da fazlasını) verir. Allah(‘ın lütfu çok) geniştir (ve) (infâk edenin niyetini, hak yolda verilen miktarı ve kime kat kat vereceğini en iyi) bilendir. 

[ 002.261 ] ( AY )

Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, her başağa yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hâli gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah’ın ihsânı çok geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.

[ 002.261 ] ( EO )

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin meseli bir tâne meseli gibidir ki yedi başak bitirmiş her başakta yüz tâne, Allah dilediğine daha da katlar, Allah vası'dır alîmdir.

[ 002.261 ] ( ES )

Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.

[ 002.261 ] ( NQ )

The likeness of those who spend their wealth in the Way of Allah, is as the likeness of a grain (of corn); it grows seven ears, and each ear has a hundred grains. Allah gives manifold increase to whom He pleases. And Allah is All-Sufficient for His creatures' needs, All-Knower.

[ 002.262 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó íõäúÝöÞõæäó ÃóãúæóÇáóåõãú Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö Ëõãøó áÇó íõÊúÈöÚõæäó ãóÇ ÃóäúÝóÞõæÇ ãóäøðÇ æóáÇó ÃóÐðì áóåõãú ÃóÌúÑõåõãú ÚöäúÏó ÑóÈøöåöãú æóáÇó ÎóæúÝñ Úóáóíúåöãú æóáÇó åõãú íóÍúÒóäõæäó ﴿ ٢٦٢ ﴾

[ 002.262 ] ( MŞ )

Mallarını (cihâd ve hayır gibi) Allah yolunda harcayıp da sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin, Rableri katında ecirleri (mükâfatları) vardır. Onlar için artık (âhirette azap görmede konusunda) bir korku yoktur ve onlar (ömürlerini boş yere harcama gibi dünyada geri bıraktıklarıyla ilgili) üzülmeyeceklerdir de.” 

[ 002.262 ] ( AY )

Mallarını, cihâd ve hayır işlerinde Allah için harcayanlar ve sonra harcadıklarının arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmiyenler (var ya!) İşte onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara hiç bir korku yoktur ve mahzun da olmayacaklardır.

[ 002.262 ] ( EO )

Fisebilillâh mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayi gönül incitmeyi reva görmeyen kimseler, rabları ındında onların ecirleri vardır, onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun olmıyacaklardır.

[ 002.262 ] ( ES )

Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir.

[ 002.262 ] ( NQ )

Those who spend their wealth in the Cause of Allah, and do not follow up their gifts with reminders of their generosity or with injury, their reward is with their Lord. On them shall be no fear, nor shall they grieve.

[ 002.263 ] ( KK )

Þóæúáñ ãóÚúÑõæÝñ æóãóÛúÝöÑóÉñ ÎóíúÑñ ãöäú ÕóÏóÞóÉò íóÊúÈóÚõåóÇ ÃóÐðì æóÇááøóåõ Ûóäöíøñ Íóáöíãñ ﴿ ٢٦٣ ﴾

[ 002.263 ] ( MŞ )

Ma’rûf (güzel) bir söz ve (dilenen kimseye güzelce karşılık vermek, eğer ısrar ederse onu) bağışlamak, peşinden eza gelen (başa kakarak veya bir şey isteyeni, dilenciyi ayıplayarak verilen) bir sadakadan iyidir. (Yüce) Allah, (başa kakarak hayırda bulunan kimsenin yaptığı iyilikten) ganî (zengin)dir (ve) hâlîm (inciterek iyilik yapanın cezasını vermekte acele etmeyen)dir. 

[ 002.263 ] ( AY )

İyi ve güzel bir söz ile bir kusur bağışlamak, arkasına eza takılacak sadakadan daha hayırlıdır. Allah minnet ve eziyetle sadaka verenlerin sadakalarından müstağnidir; halîmdir (onların cezasını vermekte acele edici değildir).

[ 002.263 ] ( EO )

Bir tatlı dil, bir mağfiret arkasına eza takılacak sadakadan daha iyidir, Allah ganîdir halîmdir.

[ 002.263 ] ( ES )

Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır.

[ 002.263 ] ( NQ )

Kind words and forgiving of faults are better than Sadaqah (charity) followed by injury. And Allah is Rich (Free of all wants) and He is Most-Forbearing.

[ 002.264 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ áÇó ÊõÈúØöáõæÇ ÕóÏóÞóÇÊößõãú ÈöÇáúãóäøö æóÇáúÃóÐóì ßóÇáøóÐöí íõäúÝöÞõ ãóÇáóåõ ÑöÆóÇÁó ÇáäøóÇÓö æóáÇó íõÄúãöäõ ÈöÇááøóåö æóÇáúíóæúãö ÇáúÂÎöÑö ÝóãóËóáõåõ ßóãóËóáö ÕóÝúæóÇäò Úóáóíúåö ÊõÑóÇÈñ ÝóÃóÕóÇÈóåõ æóÇÈöáñ ÝóÊóÑóßóåõ ÕóáúÏðÇ áÇó íóÞúÏöÑõæäó Úóáóì ÔóíúÁò ãöãøóÇ ßóÓóÈõæÇ æóÇááøóåõ áÇó íóåúÏöí ÇáúÞóæúãó ÇáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٢٦٤ ﴾

[ 002.264 ] ( MŞ )

Ey îman edenler, insanlara riya (gösteriş) için malını verip Allah’a ve âhiret gününe inanmayan (münâfık) adam gibi, başa kakmak ve eza vermek (kalp kırmak) suretiyle sadaka (iyilik ve hayır)larınızı iptal etmeyin (boşa çıkarmayın). Böyle hareket eden kimsenin durumu, üzerinde az toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer ki, şiddetli bir yağmur yağdığında (üstündeki toprağı temizleyerek) onu sert bir taş hâlinde bırakır. Kazandıklarından (gösteriş yaparak infâk ettikleri, sadaka verdikleri mallarından) bir şey (sevap) elde edemezler. (Yüce) Allah, kâfir toplumunu (riyâ, başa kakma ve ezâ gibi davranışları helâl saydıkları ve terk etmedikleri müddetçe) hidâyete (hak yola) erdirmez. 

[ 002.264 ] ( AY )

Ey îman edenler, sadakalarınızı -insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi- başa kakmak ve eziyet etmek sûretiyle boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin hâli, üzerinde az bir toprak bulunan bir kayanın hâline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet edince, üzerindeki toprağı temizleyip kendisini katı bir taş hâlinde bırakır. Onlar (gösteriş için âmel edenler) yaptıkları şeyden hiç bir sevap kazanamazlar. Allah kâfirler topluluğuna hidâyet etmez...

[ 002.264 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler! sadakalarınızı başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin: O herif gibi ki nasa gösteriş için malını dağıtır da ne Allaha inanır ne Ahıret gününe, artık onun meseli bir kaya meseline benzer ki üzerinde bir az toprak varmış, derken şiddetli bir sağanak inmişde onu yap yalçın etmiş bırakıvermiş: Öyleler kesiblerinden hiç bir şey istifade edemezler, Allah kâfirler güruhunu doğru yola çıkarmaz.

[ 002.264 ] ( ES )

Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah'a inanır, ne ahiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağnak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez.

[ 002.264 ] ( NQ )

O you who believe! Do not render in vain your Sadaqah (charity) by reminders of your generosity or by injury, like him who spends his wealth to be seen of men, and he does not believe in Allah, nor in the Last Day. His likeness is the likeness of a smooth rock on which is a little dust; on it falls heavy rain which leaves it bare. They are not able to do anything with what they have earned. And Allah does not guide the disbelieving people.

[ 002.265 ] ( KK )

æóãóËóáõ ÇáøóÐöíäó íõäúÝöÞõæäó ÃóãúæóÇáóåõãú ÇÈúÊöÛóÇÁó ãóÑúÖóÇÉö Çááøóåö æóÊóËúÈöíÊðÇ ãöäú ÃóäúÝõÓöåöãú ßóãóËóáö ÌóäøóÉò ÈöÑóÈúæóÉò ÃóÕóÇÈóåóÇ æóÇÈöáñ ÝóÂÊóÊú ÃõßõáóåóÇ ÖöÚúÝóíúäö ÝóÅöäú áóãú íõÕöÈúåóÇ æóÇÈöáñ ÝóØóáøñ æóÇááøóåõ ÈöãóÇ ÊóÚúãóáõæäó ÈóÕöíÑñ ﴿ ٢٦٥ ﴾

[ 002.265 ] ( MŞ )

Allah’ın rızâsını kazanmak ve kalplerindeki (îma)nı sağlamlaştırmak için mallarını (hayır yolunda) harcayanların durumu, bir tepe üzerinde bulunan, bol yağmur düşünce, ürününü iki kat veren, bol yağmur almasa bile (kendisinde bir) çisinti (ve nem) bulunan (güzel) bir bahçeye benzer. (Yüce) Allah, yaptıklarınızı (infâklarınızın keyfiyetini, ne kadar olduğunu, insanı Allah yolunda vermeye sevkeden sebepleri, riya ve ihlâs bakımından durumunuzu) hakkıyla gören (bilen)dir. 

[ 002.265 ] ( AY )

Allah’ın rızâsını istemek ve kendilerindeki imânı kökleştirip kuvvetlendirmek için mallarını harcıyanların hâli de, bir tepe üzerinde bulunan bir bahçenin hâline benzer. Ona bol yağmur düşmüş de meyvalarını iki kat vermiştir. Ona bol bir yağmur düşmezse yine kendisinde bir çisinti ve nem bulunmakla ürününü verir. Allah, her ne yaparsanız hepsini hakkıyla görücüdür.

[ 002.265 ] ( EO )

Allahın rızasını aramak ve kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda paydar kılmak için mallarını infak edenlerin meseli ise bir tepedeki güzel bir bağçenin haline benzer ki kuvvetli bir sağanak düşmüş de ona yemişlerini iki kat vermiştir, bir sağanak düşmezse ona mutlak bir çisenti vardır, Allah amellerinizi gözetiyor.

[ 002.265 ] ( ES )

Allah'ın rızasını aramak, kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sabit kılmak için mallarını Allah yolunda harcayanların hâli ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona kuvvetli bir sağnak düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah, yaptıklarınızı görür.

[ 002.265 ] ( NQ )

And the likeness of those who spend their wealth seeking Allah's Pleasure while they in their ownselves are sure and certain that Allah will reward them (for their spending in His Cause), is the likeness of a garden on a height; heavy rain falls on it and it doubles its yield of harvest. And if it does not receive heavy rain, light rain suffices it. And Allah is All-Seer of (knows well) what you do.

[ 002.266 ] ( KK )

ÃóíóæóÏøõ ÃóÍóÏõßõãú Ãóäú Êóßõæäó áóåõ ÌóäøóÉñ ãöäú äóÎöíáò æóÃóÚúäóÇÈò ÊóÌúÑöí ãöäú ÊóÍúÊöåóÇ ÇáúÃóäúåóÇÑõ áóåõ ÝöíåóÇ ãöäú ßõáøö ÇáËøóãóÑóÇÊö æóÃóÕóÇÈóåõ ÇáúßöÈóÑõ æóáóåõ ÐõÑøöíøóÉñ ÖõÚóÝóÇÁõ ÝóÃóÕóÇÈóåóÇ ÅöÚúÕóÇÑñ Ýöíåö äóÇÑñ ÝóÇÍúÊóÑóÞóÊú ßóÐóáößó íõÈóíøöäõ Çááøóåõ áóßõãõ ÇáúÂíóÇÊö áóÚóáøóßõãú ÊóÊóÝóßøóÑõæäó ﴿ ٢٦٦ ﴾

[ 002.266 ] ( MŞ )

Sizden biriniz (hiç) ister mi ki, kendisi ihtiyarlamış ve çocukları da çalışamayacak kadar küçük olduğu bir hâlde, (ağaçları) altından ırmaklar akan, içinde her çeşit meyvenin bulunduğu hurma ve üzüm bağlarından meydana gelen bahçesine birden ateşli bir kasırga gelsin de onu yakıp kül etsin? (Elbette bunu hiç kimse arzu etmez.) (İşte dünyanın geçici olduğunu) düşünmeniz (ve bâki olan âhirete yönelmeniz) için Allah size âyetleri(ni) böyle açıklar. 

[ 002.266 ] ( AY )

Sizden biriniz arzu edermi ki, hurmalardan ve üzümlerden bir bahçesi olsun; ağaçları altından ırmaklar aksın ve kendinin her türlü meyvaları orada bulunsun; böylece ona ihtiyarlık çöksün de elleri ve güçleri yetmez yavruları olsun; derken o geçim vasıtaları olan bahçeye ateşli bir bora isabet ediversin de o, yanıversin? (İşte, insanlar görsün diye yapılan ameller veya başa kakıp eziyetle verilen sadakalar da böyledir; riya sahibi, kendisine fayda verecek amel yaptığını zanneder. Fakat bahçeye isabet eden felâket gibi, yaptığı ameller boşa çıkacaktır.) İşte Allah, size, düşünmeniz için âyetlerini böyle apaçık anlatıyor.

[ 002.266 ] ( EO )

Arzu eder mi hiç biriniz ki kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bağçesi, olsun, altından çaylar akıyor, içinde her türlü mahsulâtı bulunuyor, üstüne de ıhtiyarlık çökmüş ve elleri irmez, gücleri yetmez bir takım zürriyyeti var, derken ona ateşli bir bora isabet ediversin de o bağçe yanıversin? İşte Allah âyetlerini böyle anlatıyor gerek ki düşünesiniz.

[ 002.266 ] ( ES )

Hiç biriniz ister mi ki, kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, içinde her türlü ürünü bulunsun da, kendi üzerine de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez küçük, zayıf çocukları olsun. Derken ona ateşli bir bora isabet ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor. Umulur ki, düşünürsünüz.

[ 002.266 ] ( NQ )

Would any of you wish to have a garden with date-palms and vines, with rivers flowing underneath, and all kinds of fruits for him therein, while he is striken with old age, and his children are weak (not able to look after themselves), then it is struck with a fiery whirlwind, so that it is burnt? Thus does Allah make clear His Ayat (proofs, evidences, verses) to you that you may give thought.

[ 002.267 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÃóäúÝöÞõæÇ ãöäú ØóíøöÈóÇÊö ãóÇ ßóÓóÈúÊõãú æóãöãøóÇ ÃóÎúÑóÌúäóÇ áóßõãú ãöäó ÇáúÃóÑúÖö æóáÇó ÊóíóãøóãõæÇ ÇáúÎóÈöíËó ãöäúåõ ÊõäúÝöÞõæäó æóáóÓúÊõãú ÈöÂÎöÐöíåö ÅöáÇøó Ãóäú ÊõÛúãöÖõæÇ Ýöíåö æóÇÚúáóãõæÇ Ãóäøó Çááøóåó Ûóäöíøñ ÍóãöíÏñ ﴿ ٢٦٧ ﴾

[ 002.267 ] ( MŞ )

Ey îman edenler, kazandığınız (her çeşit mal)ın temiz (helâl ve iyi)lerinden ve sizin için rızık olarak yerden çıkardığımız (hububat ve meyvaların da temizlerin)den infâk edin (zekât ve sadaka verin). Göz yummadan (iğrenmeden, tiksinmeden) alamayacağınız kötü (ve fena) şeyleri sadaka olarak vermeye kalkmayın. Bilin ki şüphesiz Allah, (sizin nafakalarınızdan) ganîdir (zengindir. O’nun sizin nafakalarınıza ihtiyacı yoktur) (ve) (O, her zaman ve hâlde) hamîddir (size çeşitli nimetleri lütfettiği için övülmüştür. O, her hamde, övgüye lâyıktır). 

[ 002.267 ] ( AY )

Ey îman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin (mahsüllerin) en helâl ve iyisinden Allah yolunda harcayın (zekât ve sadaka verin). Kendinizin, ancak göz yumarak, alabileceği düşük ve bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın. Biliniz ki, Allah vereceğiniz sadakalardan müstağnîdir, her hâlde hamde lâyıktır.

[ 002.267 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın ve gerek sizin için Yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın, kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız fenasını vermiye yeltenmeyin ve Allahın gani, hamîd olduğunu bilin.

[ 002.267 ] ( ES )

Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamıyacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde layık olandır.

[ 002.267 ] ( NQ )

O you who believe! Spend of the good things which you have (legally) earned, and of that which We have produced from the earth for you, and do not aim at that which is bad to spend from it, (though) you would not accept it save if you close your eyes and tolerate therein. And know that Allah is Rich (Free of all wants), and Worthy of all praise.

[ 002.268 ] ( KK )

ÇóáÔøóíúØóÇäõ íóÚöÏõßõãõ ÇáúÝóÞúÑó æóíóÃúãõÑõßõãú ÈöÇáúÝóÍúÔóÇÁö æóÇááøóåõ íóÚöÏõßõãú ãóÛúÝöÑóÉð ãöäúåõ æóÝóÖúáÇð æóÇááøóåõ æóÇÓöÚñ Úóáöíãñ ﴿ ٢٦٨ ﴾

[ 002.268 ] ( MŞ )

Şeytan sizi fakirlikle korkutur, (fakir düşeceğinizi söyleyerek sizi sadaka vermekten, hayır yapmaktan alıkoymak ister) ve size fahşâyı (cimriliği ve zekât vermemeyi) emir (telkin) eder. Allah ise size kendi tarafından mağfiret (Allah yolunda harcamalarınız sebebiyle günahlarınızı bağışlamayı) ve (dünyada yaptığınız iyilikten) daha fazlasını (veya bundan dolayı âhirette sevap vermeyi) vaadeder. Şüphesiz Allah(‘ın lütfu) geniştir. (Allahü teâlâ, fazlı ve ikramını dilediklerine genişleten ve ihsanı bol olandır.) (O, infâk edeni, Allah yolunda hayır yapanı hakkıyla) bilendir.

[ 002.268 ] ( AY )

Şeytan, sizi fakir olacaksınız diye korkutur; size cimrilik ve sadaka vermemekle emreder. Allah ise kendi lütfûndan size bir mağfiret ve fazla bir sevab vaad ediyor. Allah’ın kudreti geniştir, her şeyi kemâliyle bilendir.

[ 002.268 ] ( EO )

Şeytan sizi fakırlikle korkutub çirkin çirkin şeylere teşvık ediyor, Allah ise lûtfundan bir mağfiret ve fazla bir kâr va'd buyuruyor, Allahın kudreti geniş, ilmi çok.

[ 002.268 ] ( ES )

Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin çirkin şeylere teşvik eder. Allah da lütfundan ve bağışlamasından birtakım vaatlerde bulunuyor. Allah'ın lütfu geniştir. O herşeyi bilendir.

[ 002.268 ] ( NQ )

Shaitan (Satan) threatens you with poverty and orders you to commit Fahsha (evil deeds, illegal sexual intercourse, sins etc.); whereas Allah promises you Forgiveness from Himself and Bounty, and Allah is All-Sufficient for His creatures' needs, All-Knower.

[ 002.269 ] ( KK )

íõÄúÊöí ÇáúÍößúãóÉó ãóäú íóÔóÇÁõ æóãóäú íõÄúÊó ÇáúÍößúãóÉó ÝóÞóÏú ÃõæÊöíó ÎóíúÑðÇ ßóËöíÑðÇ æóãóÇ íóÐøóßøóÑõ ÅöáÇøó ÃõæáõæÇ ÇáúÃóáúÈóÇÈö ﴿ ٢٦٩ ﴾

[ 002.269 ] ( MŞ )

(Allahü teâlâ) hikmeti (amel etmeye, rızasını kazanmaya götüren faydalı ilmi veya Kur’ân ve sünnet ilmini yahut dinde aklı, anlayışı ve îsabetli görüşü) dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye (ebedî saâdet yolunda olduğu için) çok hayır verilmiştir. Bunu ancak (vehim ve şüphelerden arınmış sağduyu, selîm) akıl sâhipleri düşünüp anlar (bundan ibret alırlar).

[ 002.269 ] ( AY )

Allah dilediğine faydalı bilgi (hikmet) ihsan eder. Kime ki hikmet verilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir. Bu âyet ve öğütleri ancak olgun akıl sahipleri düşünürler.

[ 002.269 ] ( EO )

Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise çok bir hayır verilmiş demektir ve bunu ancak temiz akıllılar anlar.

[ 002.269 ] ( ES )

Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.

[ 002.269 ] ( NQ )

He grants Hikmah to whom He pleases, and he, to whom Hikmah is granted, is indeed granted abundant good. But none remember (will receive admonition) except men of understanding.

[ 002.270 ] ( KK )

æóãóÇ ÃóäúÝóÞúÊõãú ãöäú äóÝóÞóÉò Ãóæú äóÐóÑúÊõãú ãöäú äóÐúÑò ÝóÅöäøó Çááøóåó íóÚúáóãõåõ æóãóÇ áöáÙøóÇáöãöíäó ãöäú ÃóäÕóÇÑò ﴿ ٢٧٠ ﴾

[ 002.270 ] ( MŞ )

(Zekât veya sadaka olarak) yaptığınız her infâkı (harcamayı) yahut (Allah’a itâat veya isyan yolunda) adadığınız her nezri (adağı) muhakkak Allah bilir (ve Allah yolunda olan adaklarınız için size mükâfat verir). (Günah işlemek için adakta bulunan veya sadaka vermeye engel olan ve adaklarını yerine getirmeyen) zâlimlerin (âhirette) yardımcısı yoktur (ve o kâfirleri hiç kimse Allah’ın azâbından da kurtaracak değildir). 

[ 002.270 ] ( AY )

Nafakadan (Allah yolunda) her ne harcadınızsa ve adaktan ne adadınızsa, Allah onu bilir. (Nafakayı gösteriş ve fenalıkla verenler ve adaklarına sâdık olmayarak nefislerine) zulmedenlerin (kendilerini azaptan kurtaracak) hiç bir yardımcıları yoktur.

[ 002.270 ] ( EO )

Her ne nefaka verdiniz veya ne adak adadınızsa her halde Allah onu bilir fakat zalimlerin yardımcıları yoktur.

[ 002.270 ] ( ES )

Her ne çeşit nafaka verdinizse veya ne türlü bir adak adadınızsa, Allah onu kesinlikle bilir. Ve zalimlere hiçbir şekilde yardım olunmayacaktır.

[ 002.270 ] ( NQ )

And whatever you spend for spendings (e.g., in Sadaqah - charity, etc. for Allah's Cause) or whatever vow you make, be sure Allah knows it all. And for the Zalimun (wrong-doers, etc.) there are no helpers.

[ 002.271 ] ( KK )

Åöäú ÊõÈúÏõæÇ ÇáÕøóÏóÞóÇÊö ÝóäöÚöãøóÇ åöíó æóÅöäú ÊõÎúÝõæåóÇ æóÊõÄúÊõæåóÇ ÇáúÝõÞóÑóÇÁó Ýóåõæó ÎóíúÑñ áóßõãú æóíõßóÝøöÑõ Úóäúßõãú ãöäú ÓóíøöÆóÇÊößõãú æóÇááøóåõ ÈöãóÇ ÊóÚúãóáõæäó ÎóÈöíÑñ ﴿ ٢٧١ ﴾

[ 002.271 ] ( MŞ )

(Nâfile olan) sadakaları açıktan verirseniz, o ne güzel (bir davranış)tır! Eğer onları gizlice fakirlere verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Böylece Hak teâlâ) günahlarınızdan bir kısmını örter (af eder). (Yüce) Allah, (bütün) yaptıklarınızdan haberdardır. (İşlerinizin zâhirini [dış görünüşünü] bildiği gibi bâtınını [iç yüzünü] de bilir. O’nun için hiçbir şey gizli değildir.) 

[ 002.271 ] ( AY )

Eğer sadakaları aşikâre verirseniz, o ne güzel şeydir! (başkalarının yardım duygularını kamçılar ve Allah yolunda harcamalarına teşvikçi olur.) Eğer sadakaları gizler de onları öylece fakirlere verirseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını örter. Allah her ne yaparsanız ondan hakkıyla haberdardır.

[ 002.271 ] ( EO )

Sadakaları açık veriseniz o, ne iyi ve eğer onları gizler de fukaraya öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına keffaret olur, hem Allah her ne yaparsanız haberdardır.

[ 002.271 ] ( ES )

Sadakaları açıkça verirseniz o, ne iyi olur; yok eğer onları gizler de fakirlere öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızın birçoğunun bağışlanmasına sebep olur. Bilin ki, Allah, her ne yaparsanız hepsinden haberdardır.

[ 002.271 ] ( NQ )

If you disclose your Sadaqat (alms-giving), it is well, but if you conceal it, and give it to the poor, that is better for you. (Allah) will forgive you some of your sins. And Allah is Well-Acquainted with what you do.

[ 002.272 ] ( KK )

áóíúÓó Úóáóíúßó åõÏóÇåõãú æóáóßöäøó Çááøóåó íóåúÏöí ãóäú íóÔóÇÁõ æóãóÇ ÊõäúÝöÞõæÇ ãöäú ÎóíúÑò ÝóáöÃóäúÝõÓößõãú æóãóÇ ÊõäúÝöÞõæäó ÅöáÇøó ÇÈúÊöÛóÇÁó æóÌúåö Çááøóåö æóãóÇ ÊõäúÝöÞõæÇ ãöäú ÎóíúÑò íõæóÝøó Åöáóíúßõãú æóÃóäúÊõãú áÇó ÊõÙúáóãõæäó ﴿ ٢٧٢ ﴾

[ 002.272 ] ( MŞ )

(Ey Resûlüm!) Onları (Müslüman olmadıkları için sadaka verilmek istenmeyen veya başa kakarak ve kalbi kırılarak yardım edilmek istenen insanları) hidâyete erdirme (İslâm dinini kabul ettirme) senin üzerine bir borç değildir. (Resûlüm, senin görevin ilâhî vahyi tebliğ ve ona davettir.) Dilediği kimseleri (irâdelerini İslâm dinini kabulü yönünde kullananları) hidâyete erdiren (hidâyetini yaratan) ancak Allah’tır. (Allah yolunda) verdiğiniz her mal, kendi (iyiliği)niz içindir. Zaten siz (müminler,) ancak Allah’ın rızâsını kazanmak için verirsiniz. İnfâk ettiğiniz (yaptığınız) her hayır(ın sevabı, niyetinize ve ihlâsınıza göre), size (kat kat) ödenir. Sizler (bu konuda) asla zulme (haksızlığa) uğratılmazsınız. 

[ 002.272 ] ( AY )

İnsanların yola gelmesi senin üzerine borç değil; (ancak sana düşen hidâyete dâvettir.) Şu kadar var ki Allah, dilediğini yola getirir. Malınızdan hayır adına her ne harcarsanız hep kendi menfaatınız içindir. Zaten siz (mü'minler), ancak Allah rızasını gözeterek verirsiniz. Böylece hayra dair her ne verirseniz onun sevabı tam olarak size ödenir. Hakkınız yenmez ve size zulüm edilmez.

[ 002.272 ] ( EO )

Onların yola gelmesi senin üzerine değil velâkin Allahdır ki dilediğini yola getirir, ve hayır namına her ne infak ederseniz hep kendi lehinizedir, ancak sırf Allah yüzünü gözeterek verirsiniz, bu vechile hayra dair her ne verirseniz karşılığı size tamamen ödenir ve hiç hakkınız yenmez.

[ 002.272 ] ( ES )

Onları yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediğini yola getirir. Yaptığınız her iyilik sırf kendiniz içindir. Siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.

[ 002.272 ] ( NQ )

Not upon you (Muhammad ) is their guidance, but Allah guides whom He wills. And whatever you spend in good, it is for yourselves, when you spend not except seeking Allah's Countenance. And whatever you spend in good, it will be repaid to you in full, and you shall not be wronged.

[ 002.273 ] ( KK )

áöáúÝõÞóÑóÇÁö ÇáøóÐöíäó ÃõÍúÕöÑõæÇ Ýöí ÓóÈöíáö Çááøóåö áÇó íóÓúÊóØöíÚõæäó ÖóÑúÈðÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö íóÍúÓóÈõåõãõ ÇáúÌóÇåöáõ ÃóÛúäöíóÇÁó ãöäó ÇáÊøóÚóÝøõÝö ÊóÚúÑöÝõåõãú ÈöÓöíãóÇåõãú áÇó íóÓúÃóáõæäó ÇáäøóÇÓó ÅöáúÍóÇÝðÇ æóãóÇ ÊõäúÝöÞõæÇ ãöäú ÎóíúÑò ÝóÅöäøó Çááøóåó Èöåö Úóáöíãñ ﴿ ٢٧٣ ﴾

[ 002.273 ] ( MŞ )

(Sadakalarınız) kendilerini Allah yoluna (cihada) adamış fakirler içindir. Onlar (ticaret ve geçim için) yeryüzünde gezip dolaşamazlar. (Hâllerini) bilmeyen(ler) de, iffetlerinden (hayâlarından, istemekten çekindiklerinden) dolayı onları zengin zanneder(ler). Sen onları simâlarında(ki sıkıntı ve mütevâzîliklerinde)n tanırsın. Onlar, yüzsüzlük edip de insanlardan birşey isteyemezler. Siz, ne mal infâk eder (Allah yolunda verir)seniz, şüphesiz Allah, onu hakkıyla bilir (ve mükâfatını verir).
(Bu âyet-i kerîme ehl-i suffa hakkında inmiştir. Onlar, Muhâcirlerden olup 400 kişi idiler. Kendilerini ilme ve cihâda vermişlerdi. Bk. Celâleyn.)

[ 002.273 ] ( AY )

Sadakalarınızı o fakirlere verin ki, onlar, Allah yolunda çalışmaya koyulmuşlardır; öteye beriye koşup kazanamazlar. Dilenmekten çekindikleri için, tanımıyanlar, onları zengin zanneder. Ey Resûlüm, sen onları sîmalarından tanırsın. Onlar, iffetlerinden ötürü insanları rahatsız edip bir şey istemezler. Siz malınızdan bunlara ne harcarsanız, muhakkak Allah onu hakkıyle bilicidir.

[ 002.273 ] ( EO )

Verin o fakırlere ki Allah yolunda kapanmışlardır, şuraya buraya dolaşamazlar, istemekten çekindikleri için bilmiyen onları zengin zanneder, onları simalarından tanırsın: Hakkı bizar etmezler, hem işe yarar her ne verirseniz hiç şüphesiz Allah onu bilir.

[ 002.273 ] ( ES )

Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Ne türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir.

[ 002.273 ] ( NQ )

(Charity is) for Fuqara (the poor), who in Allah's Cause are restricted (from travel), and cannot move about in the land (for trade or work). The one who knows them not, thinks that they are rich because of their modesty. You may know them by their mark, they do not beg of people at all. And whatever you spend in good, surely Allah knows it well.

[ 002.274 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó íõäúÝöÞõæäó ÃóãúæóÇáóåõãú ÈöÇááøóíúáö æóÇáäøóåóÇÑö ÓöÑøðÇ æóÚóáÇóäöíóÉð Ýóáóåõãú ÃóÌúÑõåõãú ÚöäúÏó ÑóÈøöåöãú æóáÇó ÎóæúÝñ Úóáóíúåöãú æóáÇó åõãú íóÍúÒóäõæäó ﴿ ٢٧٤ ﴾

[ 002.274 ] ( MŞ )

Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak Allah yolunda infâk eden (veren)lerin mükâfatı, Rableri katındadır. Artık onlar için (âhirette azap görme konusunda) bir korku yoktur ve onlar (ömürlerini boş yere harcama gibi dünyada geri bıraktıklarıyla ilgili) üzülmeyeceklerdir de.

[ 002.274 ] ( AY )

Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr hayra harcayan kimseler var ya, işte onların, Rableri katında ecirleri (mükâfatları) vardır. Onlara hiç bir korku yoktur ve onlar mahzûn da olmayacaklardır.

[ 002.274 ] ( EO )

Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr hayra sarfeden kimseler, işte onların rablarının yanında ecirleri sırf kendilerinindir ve onlara bir korku yoktur ve mahzun olacak değildir onlar.

[ 002.274 ] ( ES )

Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu, işte onların Rableri katında ecir ve mükafatları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar hiçbir zaman mahzun da olmazlar.

[ 002.274 ] ( NQ )

Those who spend their wealth (in Allah's Cause) by night and day, in secret and in public, they shall have their reward with their Lord. On them shall be no fear, nor shall they grieve.

[ 002.275 ] ( KK )

ÇóáøóÐöíäó íóÃúßõáõæäó ÇáÑøöÈóÇ áÇó íóÞõæãõæäó ÅöáÇøó ßóãóÇ íóÞõæãõ ÇáøóÐöí íóÊóÎóÈøóØõåõ ÇáÔøóíúØóÇäõ ãöäó ÇáúãóÓøö Ðóáößó ÈöÃóäøóåõãú ÞóÇáõæÇ ÅöäøóãóÇ ÇáúÈóíúÚõ ãöËúáõ ÇáÑøöÈóÇ æóÃóÍóáøó Çááøóåõ ÇáúÈóíúÚó æóÍóÑøóãó ÇáÑøöÈóÇ Ýóãóäú ÌóÇÁóåõ ãóæúÚöÙóÉñ ãöäú ÑóÈøöåö ÝóÇäúÊóåóì Ýóáóåõ ãóÇ ÓóáóÝó æóÃóãúÑõåõ Åöáóì Çááøóåö æóãóäú ÚóÇÏó ÝóÃõæáóÆößó ÃóÕúÍóÇÈõ ÇáäøóÇÑö åõãú ÝöíåóÇ ÎóÇáöÏõæäó ﴿ ٢٧٥ ﴾

[ 002.275 ] ( MŞ )

Ribâ (fâiz) yiyenler, (mahşerde (mezarlarından) ancak şeytan çarpmış (saralı hasta) kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların: “Zaten alışveriş de ribâ (fâiz) gibidir.” demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alış-verişi helâl, ribâyı (fâizi) haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir mev’ize (öğüt) gelir de (o öğüte uyarak fâizcilikten) vazgeçerse, geçmişte (yasaktan önce) olan(lar, aldıkları fâiz) kendisinindir (onu geri ödemez. Fâiz haram edildikten sonra ancak ana parayı alabilir) ve (fakat yasak geldikten sonra) onu (fâizi yiye)n (kimsenin) işi, Allah’a kalmıştır (Allah dilerse ona azap eder, isterse onu bağışlar). Kim tekrar (haram olduğuna inanmadan fâiz alıp vermeye) dönerse, onlar ateş ashâbıdır (cehennemliktir. Kâfir oldukları için), orada ebedî (sonsuz) kalacaklardır.

[ 002.275 ] ( AY )

Fâiz yiyen kimseler, kendisine şeytan çarpmış olan nasıl kalkarsa, mezarlarından öylece kalkarlar. Bu hâlde olmaları; “alış-veriş, aynen faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alış verişi halâl ve fâizi (ribâyı) haram kılmıştır. Bundan böyle kim kendisine Rabbinden bir öğüt gelip fâiz yemekten sakınırsa daha önce aldığı faiz ona bağışlanır; geri alınmaz ve bundan sonra onun işi (affedilişi) Allah’a aiddir. Kim de, haram olan bu ribâyı helâl diye yemeğe dönerse, işte onlar cehennemliktirler; o ateşte ebedî olarak kalacaklardır.

[ 002.275 ] ( EO )

Riba yiyen kimseler şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa öyle kalkarlar, bu işte onların «beyi' tıpkı riba gibidir» demeleri yüzünden, halbuki Allah bey'i halâl kıldı ribayı haram, bundan böyle her kim Rabbı tarafından kendine bir öğüt gelir de ribadan vaz geçerse artık geçmişi ona ve hakkında hüküm Allaha aiddir, her kim de döner yeniden alırsa işte onlar eshabı nardırlar, hep orada kalacaklardır.

[ 002.275 ] ( ES )

Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, "alışveriş de faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah'a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.

[ 002.275 ] ( NQ )

Those who eat Riba (usury) will not stand (on the Day of Resurrection) except like the standing of a person beaten by Shaitan (Satan) leading him to insanity. That is because they say: "Trading is only like Riba (usury)," whereas Allah has permitted trading and forbidden Riba (usury). So whosoever receives an admonition from his Lord and stops eating Riba (usury) shall not be punished for the past; his case is for Allah (to judge); but whoever returns [to Riba (usury)], such are the dwellers of the Fire - they will abide therein.

[ 002.276 ] ( KK )

íóãúÍóÞõ Çááøóåõ ÇáÑøöÈóÇ æóíõÑúÈöí ÇáÕøóÏóÞóÇÊö æóÇááøóåõ áÇó íõÍöÈøõ ßõáøó ßóÝøóÇÑò ÃóËöíãò ﴿ ٢٧٦ ﴾

[ 002.276 ] ( MŞ )

Allah, ribâyı (fâizi, fâizli malın bereketini) yok eder, (zekâtı ve) sadaka(sı) verilen (mal)ları (ise bereketli kılar ve sevabını kat kat) artırır. (Yüce) Allah, (fâizi helâl sayarak) küfürde ısrar eden (ve) (fâiz yiyerek) günah işlemeyi sürdüren hiç kimseyi sevmez. (Onu azâba çeker.) 

[ 002.276 ] ( AY )

Allahü Tealâ faizle geleni mahveder ve sadakaları verilen malı artırır ve Allah ısrarla haram yiyen kâfirle, ziyade günahkâr hiç bir kimseyi sevmez.

[ 002.276 ] ( EO )

Allah ribayı mahveder de sadakaları nemalandırır, Hem Allah vebal yüklenici musırr kafirlerin hiç birini sevmez.

[ 002.276 ] ( ES )

Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.

[ 002.276 ] ( NQ )

Allah will destroy Riba (usury) and will give increase for Sadaqat (deeds of charity, alms, etc.) And Allah likes not the disbelievers, sinners.

[ 002.277 ] ( KK )

Åöäøó ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ æóÚóãöáõæÇ ÇáÕøóÇáöÍóÇÊö æóÃóÞóÇãõæÇ ÇáÕøóáóæÉó æóÂÊóæõÇ ÇáÒøóßóæÉó áóåõãú ÃóÌúÑõåõãú ÚöäúÏó ÑóÈøöåöãú æóáÇó ÎóæúÝñ Úóáóíúåöãú æóáÇó åõãú íóÍúÒóäõæäó ﴿ ٢٧٧ ﴾

[ 002.277 ] ( MŞ )

Îman eden, sâlih amel (Kitap, sünnet ve akla uygun işler) yapan, (beş vakit) namazı (vaktinde ve dosdoğru) kılan ve zekâtı verenler var ya, şüphe yok ki, onların Rableri katında ecirleri (mükâfatları) vardır. Onlar için (âhirette azap görme konusunda) hiçbir korku olmadığı gibi, onlar (dünyada bıraktıklarıyla ilgili) mahzun da olmazlar.

[ 002.277 ] ( AY )

İman edip iyi ameller işleyen, namazı kılan ve zekâtı veren kimselerin, Rableri katında muhakkak mükâfatları (ecirleri) vardır ve onlara hiç bir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir.

[ 002.277 ] ( EO )

İman edib eyi işler yapan ve namaz kılıb zekât veren kimselerin Rabları ındinde ecirleri şüphesiz kendilerinindir ve onlara bir korku yoktur ve mahzun olacak değildir onlar.

[ 002.277 ] ( ES )

İman edip iyi işler yapan, namazı dosdoğru kılıp zekatı verenlerin Rabbleri katında elbette mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku olmadığı gibi, onlar mahzun da olmazlar.

[ 002.277 ] ( NQ )

Truly those who believe, and do deeds of righteousness, and perform As-Salat (Iqamat-as-Salat), and giveZakat, they will have their reward with their Lord. On them shall be no fear, nor shall they grieve.

[ 002.278 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó æóÐóÑõæÇ ãóÇ ÈóÞöíó ãöäó ÇáÑøöÈóÇ Åöäú ßõäúÊõãú ãõÄúãöäöíäó ﴿ ٢٧٨ ﴾

[ 002.278 ] ( MŞ )

Ey îman edenler, Allah’tan (emirlerini yaparak ve haram kıldıklarından uzak durarak) korkun. Eğer Mü’minler iseniz, (câhiliye döneminde işlediğiniz) ribâ (fâiz hesabın)dan (henüz alınmamış) geri kalan kısmı bırakın (almayın).

[ 002.278 ] ( AY )

Ey mü'minler, Allah’dan korkun ve (câhiliyette işlediğiniz) fâiz hesabından arta kalanı bırakın (almayın), eğer gerçek mü'minler iseniz...

[ 002.278 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler! Allahdan korkun ve riba hisabından kalan bakayayı bırakın eğer gerçekten müminlerseniz.

[ 002.278 ] ( ES )

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz.

[ 002.278 ] ( NQ )

O you who believe! Be afraid of Allah and give up what remains (due to you) from Riba (usury) (from now onward), if you are (really) believers.

[ 002.279 ] ( KK )

ÝóÅöäú áóãú ÊóÝúÚóáõæÇ ÝóÃúÐóäõæÇ ÈöÍóÑúÈò ãöäó Çááøóåö æóÑóÓõæáöåö æóÅöäú ÊõÈúÊõãú Ýóáóßõãú ÑõÁõæÓõ ÃóãúæóÇáößõãú áÇó ÊóÙúáöãõæäó æóáÇó ÊõÙúáóãõæäó ﴿ ٢٧٩ ﴾

[ 002.279 ] ( MŞ )

 Eğer böyle yapmazsanız (haram kılınan fâizi almaya devam ederseniz), Allah ve Resûlü ile bir savaş(a girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (fâiz alıp vermekden) tevbe ederseniz, ana malınız sizindir. Böylece (fâiz alarak) ne haksızlık etmiş, (asıl malınızı isteyerek) ne de haksızlığa uğramış olursunuz.

[ 002.279 ] ( AY )

Yok, eğer bu fâizi terketmezseniz bilin ki, Allah’a ve peygamberinize karşı harbe girmişsiniz. Eğer ribâ almaktan tevbe ederseniz ana paranız sizindir ve böylece ne zâlim olursunuz, ne de zulme uğramış bulunursunuz.

[ 002.279 ] ( EO )

Yok eğer yapmazsanız o halde Allah ve Resulünden mutlak bir harb olunacağını bilin ve eğer tevbe ederseniz ne'sülmallariniz sizindir, ne zalim olursunuz ne mazlûm.

[ 002.279 ] ( ES )

Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.

[ 002.279 ] ( NQ )

And if you do not do it, then take a notice of war from Allah and His Messenger but if you repent, you shall have your capital sums. Deal not unjustly (by asking more than your capital sums), and you shall not be dealt with unjustly (by receiving less than your capital sums).

[ 002.280 ] ( KK )

æóÅöäú ßóÇäó Ðõæ ÚõÓúÑóÉò ÝóäóÙöÑóÉñ Åöáóì ãóíúÓóÑóÉò æóÃóäú ÊóÕóÏøóÞõæÇ ÎóíúÑñ áóßõãú Åöäú ßõäúÊõãú ÊóÚúáóãõæäó ﴿ ٢٨٠ ﴾

[ 002.280 ] ( MŞ )

Eğer (borçlu kişi,) sıkıntıda ise, kolaylığa çıkıncaya (eli genişleyinceye) kadar onu beklemek (ona mühlet vermek, zaman tanımak gerekir). (Bununla beraber) eğer bilirseniz, (alacağınızı) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır. 

[ 002.280 ] ( AY )

Eğer borçlu, darlık içinde ise, o hâlde ona genişlik vaktına kadar mühlet vermek var. Bununla beraber alacağınızı sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz...

[ 002.280 ] ( EO )

Ve şayed borçlu sıkıntıda ise o halde bir kolaylığa intizar, bununla beraber tasadduk etmeniz hakkınızda daha hayırlıdır.

[ 002.280 ] ( ES )

Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ödeme kolaylığına kadar bir süre tanıyın. Ve bu gibi borçlulara alacağınızı bağışlayıp sadaka etmeniz eğer bilirseniz sizin için, daha hayırlıdır.

[ 002.280 ] ( NQ )

And if the debtor is in a hard time (has no money), then grant him time till it is easy for him to repay, but if you remit it by way of charity, that is better for you if you did but know.

[ 002.281 ] ( KK )

æóÇÊøóÞõæÇ íóæúãðÇ ÊõÑúÌóÚõæäó Ýöíåö Åöáóì Çááøóåö Ëõãøó ÊõæóÝøóì ßõáøõ äóÝúÓò ãóÇ ßóÓóÈóÊú æóåõãú áÇó íõÙúáóãõæäó ﴿ ٢٨١ ﴾

[ 002.281 ] ( MŞ )

Öyle bir günden (kıyâmet gününden) (dinde emirleri yaparak ve haram kılınanlardan uzak durarak) korkun ki, o gün (hesap vermek üzere) Allah’a döndürülecek (Allah’ın huzuruna çıkarılacak)sınız. Sonra (o gün) herkese (hayır ve şerden) kazandığının karşılığı tamamen ödenecek ve onlara asla (sevapları eksiltilmek veya günahları çoğaltılmak suretiyle) haksızlık edilmeyecektir.

[ 002.281 ] ( AY )

Öyle bir günden (kıyâmet gününden) korkun ve sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese dünyada kazandığı amellerin karşılığı tamamen verilecek ve onlara asla haksızlık (zulüm) yapılmıyacaktır.

[ 002.281 ] ( EO )

eğer bilirseniz. Hem korunun öyle bir güne hazırlanın ki döndürülüb o gün Allaha götüreceksiniz, sonra herkese kazandığı tamamile ödenecek ve hiç bir zulme maruz olmiyacaklar.

[ 002.281 ] ( ES )

Öyle bir günden korkunuz ki, o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra da herkese kazancı tamamıyla ödenecek ve hiç kimse haksızlığa uğramayacaktır.

[ 002.281 ] ( NQ )

And be afraid of the Day when you shall be brought back to Allah. Then every person shall be paid what he earned, and they shall not be dealt with unjustly.

[ 002.282 ] ( KK )

íóÇÃóíøõåóÇ ÇáøóÐöíäó ÂãóäõæÇ ÅöÐóÇ ÊóÏóÇíóäúÊõãú ÈöÏóíúäò Åöáóì ÃóÌóáò ãõÓóãøðì ÝóÇßúÊõÈõæåõ æóáúíóßúÊõÈú Èóíúäóßõãú ßóÇÊöÈñ ÈöÇáúÚóÏúáö æóáÇó íóÃúÈó ßóÇÊöÈñ Ãóäú íóßúÊõÈó ßóãóÇ Úóáøóãóåõ Çááøóåõ ÝóáúíóßúÊõÈú æóáúíõãúáöáö ÇáøóÐöí Úóáóíúåö ÇáúÍóÞøõ æóáúíóÊøóÞö Çááøóåó ÑóÈøóåõ æóáÇó íóÈúÎóÓú ãöäúåõ ÔóíúÆðÇ ÝóÅöäú ßóÇäó ÇáøóÐöí Úóáóíúåö ÇáúÍóÞøõ ÓóÝöíåðÇ Ãóæú ÖóÚöíÝðÇ Ãóæú áÇó íóÓúÊóØöíÚõ Ãóäú íõãöáøó åõæó Ýóáúíõãúáöáú æóáöíøõåõ ÈöÇáúÚóÏúáö æóÇÓúÊóÔúåöÏõæÇ ÔóåöíÏóíúäö ãöäú ÑöÌóÇáößõãú ÝóÅöäú áóãú íóßõæäóÇ ÑóÌõáóíúäö ÝóÑóÌõáñ æóÇãúÑóÃóÊóÇäö ãöãøóäú ÊóÑúÖóæúäó ãöäó ÇáÔøõåóÏóÇÁö Ãóäú ÊóÖöáøó ÅöÍúÏóÇåõãóÇ ÝóÊõÐóßöøÑó ÅöÍúÏóÇåõãóÇ ÇáúÃõÎúÑóì æóáÇó íóÃúÈó ÇáÔøõåóÏóÇÁõ ÅöÐóÇ ãóÇ ÏõÚõæÇ æóáÇó ÊóÓúÃóãõæÇ Ãóäú ÊóßúÊõÈõæåõ ÕóÛöíÑðÇ Ãóæú ßóÈöíÑðÇ Åöáóì ÃóÌóáöåö Ðóáößõãú ÃóÞúÓóØõ ÚöäúÏó Çááøóåö æóÃóÞúæóãõ áöáÔøóåóÇÏóÉö æóÃóÏúäóì ÃóáÇøó ÊóÑúÊóÇÈõæÇ ÅöáÇøó Ãóäú Êóßõæäó ÊöÌóÇÑóÉð ÍóÇÖöÑóÉð ÊõÏöíÑõæäóåóÇ Èóíúäóßõãú ÝóáóíúÓó Úóáóíúßõãú ÌõäóÇÍñ ÃóáÇøó ÊóßúÊõÈõæåóÇ æóÃóÔúåöÏõæÇ ÅöÐóÇ ÊóÈóÇíóÚúÊõãú æóáÇó íõÖóÇÑøó ßóÇÊöÈñ æóáÇó ÔóåöíÏñ æóÅöäú ÊóÝúÚóáõæÇ ÝóÅöäøóåõ ÝõÓõæÞñ Èößõãú æóÇÊøóÞõæÇ Çááøóåó æóíõÚóáøöãõßõãú Çááøóåõ æóÇááøóåõ Èößõáøö ÔóíúÁò Úóáöíãñ ﴿ ٢٨٢ ﴾

[ 002.282 ] ( MŞ )

Ey îman edenler! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman (bir vesika olması ve anlaşmazlıklara yol açmaması bakımından) onu (borç anlaşmasını) yazın (senet yapın). İçinizden (kendisine güven duyulan) bir kâtip onu adâletle (doğru olarak) yazsın (ki, malda ve ödeme vaktinde bir fazlalık veya bir noksanlık olmasın). Katip, Allah’ın kendisine (yazı yazmasını) öğrettiği (ve bu şekilde kendisine iyilik ettiği) gibi (o, böyle bir göreve çağrıldığı zaman) yazmaktan çekinmesin (iyilik etsin ve her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde (başkasına ait) hak olan (borçlu) da (borcunu ikrar ederek) yazdırsın ve Rabbi olan Allah’dan korksun da o haktan (borcundan) hiçbir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, sefih (savurgan, malını tasarruf etmekten alıkonan) veya zaîf (küçük, deli ve bunak) yahut bizzat yazdırmaya gücü yetmeyen (dilsiz veya dil bilmeyen yahut kendi lehine ve aleyhine olan şeyleri bilemeyen kimse) ise, velisi, doğru olarak yazdırsın. (Bu borç alıp verme işinde, hür, Müslüman ve bulûğa ermiş) erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek (şahit) bulunmazsa, o hâlde, râzı olacağınız (doğruluğuna güvendiğiniz) şahitlerden bir erkekle iki kadın olsun ki, (o kadınlardan) biri unutursa, diğeri ona hatırlatsın. Şahitler, (şahitlik için) çağrıldıkları zaman (gitmekten ve ifâde vermekten) kaçınmasınlar. Borç az olsun, çok olsun, onu vadesiyle beraber yazmaktan üşenmeyin. Bu (yazma işi), Allah katında en âdil (doğru), şahitlik için en sağlam ve şüpheyi gidermeye en yakın olanıdır. Ancak aranızdaki ticaret (alış veriş) peşin olursa, onu yazmamakta size bir günah (sorumluluk) yoktur. Alış veriş yaptığınız zaman da (herhangi bir anlaşmazlığa düşmemek için) şahit tutun. Ne kâtip, ne de şahit (önemli işlerinden alıkonulması, ücretlerinin verilmemesi, kendilerine baskı yapılması ve uygunsuz tekliflerde bulunulması gibi sebeplerle) asla zarara uğratılmasın. Eğer (bunu) yaparsanız (onlara zarar verirseniz), muhakkak sizin için bir fısk (emrin ve tâattin dışına çıkmak) olur. (Emirleri ve yasakları hakkında) Allah’tan korkun, Allah size (işlerinizi nasıl yapacağınızı) öğretiyor. (Yüce) Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

[ 002.282 ] ( AY )

Ey îman edenler, muayyen bir vâde ile birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın (sened yapın). Aranızda bir yazıcı da doğrulukla onu yazsın. Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde (başkasına ait) hak olan kimse, borcunu ikrar ederek yazdırsın ve Rabbi olan Allah’dan korksun, o hakdan (borcundan) hiç bir şeyi eksik etmesin. Eğer üzerine hak bulunan kimse (borçlu), akılsız, bunamış olursa, yahut kendisi söyleyip yazdıramıyacaksa velisi dosdoğru söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, o hâlde, doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın gerekir. Böylece o iki kadından biri unutursa, diğerine şâhitliği hatırlatsın. Şâhitler, şâhitlik yapmak için çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, hakkı vadesiyle beraber yazmaktan usanmayın. Bu hareket, Allah katında adâlete daha uygun, şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemenize daha da yakındır. Meğer ki aranızda hemen devredeceğiniz bir alışveriş (ticaret) olsun. O zaman bunu yazmamanızda size bir beis yoktur. Alış-veriş yaptığınız vakit de şâhit tutun. Yazana da, şâhitlik edene de zarar verilmesin. Eğer zarar verirseniz, o mutlaka kendinize dokunacak bir fısk (itâattan çıkış) olur. Allah’dan korkun, Allah size ilim öğretiyor. Allah her şeyi kemâliyle bilicidir.

[ 002.282 ] ( EO )

Ey o bütün iman edenler! Muayyen bir va'de ile borclaştığınız vakıt onu yazın, hem aranızda doğrulukla tanınmış bir yazı bilen yazsın, bir yazı bilen de kendisine Allahın öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın; bir de hak kendi üzerinde olan adama söyleyib yazdırsın ve her biri Rabbı Allahızülcelâlden korkun da haktan bir şey eksiltmesin; Şayed borclu bir sefih veya küçük veya kendisi söyleyip yazdıramıyacak ise velisi dosdoğru söyleyip yazdırsın, erkelerinizden iki hazırı şahid de yapın, şayed ikisi de erkek olamıyorsa o zaman doğruluğuna emin olduğunuz şahidlerden bir erkekle iki kadın ki biri unutunca diğeri hatırlatsın, şahidler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar, siz yazanlar da az olmuş çok olmuş onu va'desine kadar yazmaktan usanmayın, bu, Allah yanında adalete daha muvafık olduğu gibi hem şahadet için daha sağlam, hem şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir, meğer ki aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun, o zaman bunu yazmamanızda size bir beis yoktur, alım satım yaptığınız vakit de şahid tutun, bir de ne yazan ne şehadet eden zararlandırılmasın, eğer ederseniz o mutlak kendinize dokunacak bir fısk olur, hem Allahtan korkun Allah size ilim öğretiyor, ve Allah her şeyi bilir.

[ 002.282 ] ( ES )

Ey iman edenler! Belli bir vade ile karşılıklı borç alış verişinde bulunduğunuz vakit onu yazın. Hem aranızda doğruluğuyla tanınmış yazı bilen biri yazsın. Yazı bilen biri, Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah'dan korksun da haktan birşey eksiltmesin. Şayet borçlu bir bunak veya küçük bir çocuk veya söyleyip yazdıramıyacak durumda biri ise velisi doğrusunu söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın ki, birisi unutunca, öbürü hatırlatsın, şahitler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar; siz yazanlar da az olmuş, çok olmuş, onu vadesine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun olduğu gibi; hem şahitlik için daha sağlam, hem şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Meğer ki, aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun, o zaman bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım satım yaptığınız vakit de yine şahit tutun. Ayrıca ne yazan, ne de şahitlik eden bir zarar görmesin. Eğer onlara zarar verirseniz, o işte mutlaka size dokunacak bir günah olur. Üstelik Allah'dan korkun. Allah size ayrıntılarıyla öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.

[ 002.282 ] ( NQ )

O you who believe! When you contract a debt for a fixed period, write it down. Let a scribe write it down in justice between you. Let not the scribe refuse to write as Allah has taught him, so let him write. Let him (the debtor) who incurs the liability dictate, and he must fear Allah, his Lord, and diminish not anything of what he owes. But if the debtor is of poor understanding, or weak, or is unable himself to dictate, then let his guardian dictate in justice. And get two witnesses out of your own men. And if there are not two men (available), then a man and two women, such as you agree for witnesses, so that if one of them (two women) errs, the other can remind her. And the witnesses should not refuse when they are called on (for evidence). You should not become weary to write it (your contract), whether it be small or big, for its fixed term, that is more just with Allah; more solid as evidence, and more convenient to prevent doubts among yourselves, save when it is a present trade which you carry out on the spot among yourselves, then there is no sin on you if you do not write it down. But take witnesses whenever you make a commercial contract. Let neither scribe nor witness suffer any harm, but if you do (such harm), it would be wickedness in you. So be afraid of Allah; and Allah teaches you. And Allah is the All-Knower of each and everything.

[ 002.283 ] ( KK )

æóÅöäú ßõäúÊõãú Úóáóì ÓóÝóÑò æóáóãú ÊÌöÏõæÇ ßóÇÊöÈðÇ ÝóÑöåóÇäñ ãóÞúÈõæÖóÉñ ÝóÅöäú Ãóãöäó ÈóÚúÖõßõãú ÈóÚúÖðÇ ÝóáúíõÄóÏøö ÇáøóÐöí ÇÄúÊõãöäó ÃóãóÇäóÊóåõ æóáúíóÊøóÞö Çááøóåó ÑóÈøóåõ æóáÇó ÊóßúÊõãõæÇ ÇáÔøóåóÇÏóÉó æóãóäú íóßúÊõãúåóÇ ÝóÅöäøóåõ ÂËöãñ ÞóáúÈõåõ æóÇááøóåõ ÈöãóÇ ÊóÚúãóáõæäó Úóáöíãñ ﴿ ٢٨٣ ﴾

[ 002.283 ] ( MŞ )

Eğer siz seferde (yolculukta) olup (borç alışverişi yapmak isterseniz) ve (borcu) yazacak bir kâtip bulamazsanız, o zaman (borca karşılık) alınan (veya alınacak) rehinler (yeterlidir). Şâyet birbirinizden eminseniz (rehin almayın.) (Bu durumda) kendisine emniyet duyulan (güvenilen) kişi (borçlu), Rabbi olan Allah’tan korksun da (üzerindeki) emâneti (borcunu) ödesin. (Borcun ödenmemesi durumunda görüp bildikle­rinizle ilgili olarak) şâhitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse (gördüğü, bildiği hâlde şâhitlik yapmaz veya gördüğü ve bildiğini inkâr ederse), şüphesiz kalbi günahkârdır. (Bu yanlış davranışıyla Müslüman kardeşinin hakkının zayi edilmesine sebep olmuş ve azâbı hak etmiş olur.) (Yüce) Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilicidir. 

[ 002.283 ] ( AY )

Eğer seferde olup yazıcı (kâtip) bulamadınızsa, o takdirde borçludan alınmış rehinler kâfidir. Birbirinize emîn bulunursanız, kendisine güvenilen kimse, üzerindeki emânet borcu sahibine ödesin ve Rabbı olan yüce Allah’dan korksun. Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse muhakkak onun kalbi günah içindedir. Allah ne yaparsanız hakkıyle bilendir.

[ 002.283 ] ( EO )

Ve eğer seferber iseniz bir yazıcı da bulamadınızsa o vakıt kabzedilmiş rehinler, yok birbirinize emin olmuşsanız kendisine inanılan adam Rabbı olan Allahtan korsun da üzerindeki emaneti te'diye etsin, bir de şehadeti ketmetmeyin, onu kim ketmederse mutlak onun kalbi vebal içindedir ve Allah her ne yaparsanız bilir.

[ 002.283 ] ( ES )

Şayet siz sefer üzere olur bir kâtip de bulamazsanız, o vakit alınmış bir rehin belge yerine geçer. Yok eğer birbirinize güveniyorsanız kendisine güvenilen adam Rabbi olan Allah'dan korksun da üzerindeki emaneti ödesin. Bir de şahitliğinizi inkâr edip gizlemeyin, onu kim inkâr ederse mutlaka onun kalbi vebal içindedir. Her ne yaparsanız Allah onu bilir.

[ 002.283 ] ( NQ )

And if you are on a journey and cannot find a scribe, then let there be a pledge taken (mortgaging); then if one of you entrust the other, let the one who is entrusted discharge his trust (faithfully), and let him be afraid of Allah, his Lord. And conceal not the evidence for he, who hides it, surely his heart is sinful. And Allah is All-Knower of what you do.

[ 002.284 ] ( KK )

áöáøóåö ãóÇ Ýöí ÇáÓøóãóÇæóÇÊö æóãóÇ Ýöí ÇáúÃóÑúÖö æóÅöäú ÊõÈúÏõæÇ ãóÇ Ýöí ÃóäúÝõÓößõãú Ãóæú ÊõÎúÝõæåõ íõÍóÇÓöÈúßõãú Èöåö Çááøóåõ ÝóíóÛúÝöÑõ áöãóäú íóÔóÇÁõ æóíõÚóÐøöÈõ ãóäú íóÔóÇÁõ æóÇááøóåõ Úóáóì ßõáøö ÔóíúÁò ÞóÏöíÑñ ﴿ ٢٨٤ ﴾

[ 002.284 ] ( MŞ )

Göklerde ve yerde (yeryüzünde) olanların hepsi Allah’ın (mülkü ve yaratığı)dır. İçinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi (âhirette) onunla hesaba çeker (kalplerinizden geçirdiklerinizi size bildirir). Sonra dilediğini mağfiret eder (af eder), dilediğine azap eder. Allah, her şeye kâdirdir. (O’nun sizi hesaba çekip cezalandırması, her şeye kâdir olduğunun delillerindendir.)

(Bu âyet-i kerîme ile ilgili İslâm âlimleri şu açıklamayı yapmışlardır:

Ahbârın -hâdise ve kıssaların- neshedilmesi caiz değildir. Nesih, ancak emir ve nehiylerde caizdir. Dolayısıyla bu âyet, mensûh değildir.

İnsan, kalbine iyice yerleştirip gerçekleştirmeye azmettiği şeylerden sorumludur; hoşlanmadığı, fakat içinden de bir türlü söküp atamadığı şeylerden sorumlu değildir. Bk. Râzi.

Hadis-i Şerifte buyrulmuştur:

“Şüphesiz Allah, ümmetimin içinden geçirdiklerini işlemedikleri veya konuşmadıkları müddetçe affetmiştir. Bk. Buhârî, 2528.

Ebû Dâvûd, 2209. Tirmizî, 1183.Nesâî, 6/156-157.İbn Mâce, 2044.Ahmed, Müsned; 2/255.

Cumhûr, bu hadis-i şerifte geçen kötü ve günah olan şeyleri “insanın içinden geçirmesi”, hata ve yanılma sonucu olduğundan, af edilir. Yoksa azmedip kesin karar verdikleri hususlar bunun dışındadır, demiştir. Nitekim; İmâm Mansûr Mâturîdî ve Şemsu’l-eimme el-Hulvânî de bu te’vîli benimsemişlerdir.

Ancak bir âyet-i kerîme’de şöyle buyrulmuştur:

“Mü’minler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve âhirette çok acıklı bir azap vardır. Allah her şeyi bilir, siz bilmezsiniz.” Bk. Nûr, 19.

Nitekim, Hazret-i Âişe “radıyallahu anhe”den nakledilmiştir ki: “Kul, herhangi bir masiyete niyet eder de, onu işlemezse, bundan dolayı o kimse dünyada başına gelebilecek bir gam, keder ve sıkıntı ile cezalandırılır.” Bk. Nesefî ve Râzî.

İbn Abbâs “radıyallahu anh”dan da şöyle nakledilmiştir:

“Allahü teâlâ, kıyâmet günü, bütün mahlûkâtı biraraya toplar ve onlara kalplerinden geçirdiklerini haber verir. Mü’minlere haber verir ve sonra onları affeder.

Günahkârlara da, kalplerinden geçirdikleri küfür ve günahları haber verir. Onları muâheze eder.” Bk. Râzî ve Kurtubî.

Bu âyet-i kerîme nâzil olunca, Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Abdurrahmân ibn Avf, Muâz “radıyallahu anhüm” ve bazı mü’minler, Hazret-i Peygamber “aleyhisselâm”a gelerek, “Ya Resûlallah! Biz, güç yetiremiyeceğimiz amellerle mükellef tutulduk. Çünkü, hiç şüphe yok ki içimizden birisi, kalbinde yer almasını istemediği şeyleri hatırından geçirebilir. Üstelik o kimse dünyadadır...” dediler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:

“Belki de sizler İsrâil oğullarının, “İşittik, ama isyan ettik” [Nîsa, 46] dedikleri gibi demek istiyorsunuz. Sizler, “İşittik ve itâat ettik” [Bakara, 285] deyiniz.” buyurdu. Bu cevap, onlara çok ağır geldi. Onlar, bu konuda bir yıl beklediler. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ: “Allah, hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez…” [Bakara, 286] âyetini indirdi. Bk. Râzî.)

 

[ 002.284 ] ( AY )

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Siz içinizde olan şeyi açıklasanız da, saklasanız da Allahü Tealâ sizi onunla hesaba çeker; nihâyet dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap eder. Allah her şeye kâdirdir.

[ 002.284 ] ( EO )

Allahındır hep Göklerdeki ve Yerdeki, siz nefislerinizdekini açsanız da gizlesiniz de Allah onunla sizi hisaba çeker, sonra dilediğine mağfiret eyler, dilediğine de azab, ve Allah her şey'e kadîrdir.

[ 002.284 ] ( ES )

Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Siz içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine de azab eder. Allah her şeye kadirdir.

[ 002.284 ] ( NQ )

To Allah belongs all that is in the heavens and all that is on the earth, and whether you disclose what is in your ownselves or conceal it, Allah will call you to account for it. Then He forgives whom He wills and punishes whom He wills. And Allah is Able to do all things.

[ 002.285 ] ( KK )

Âãóäó ÇáÑøóÓõæáõ ÈöãóÇ ÃõäúÒöáó Åöáóíúåö ãöäú ÑóÈøöåö æóÇáúãõÄúãöäõæäó ßõáøñ Âãóäó ÈöÇááøóåö æóãóáóÆößóÊöåö æóßõÊõÈöåö æóÑõÓõáöåö áÇó äõÝóÑøöÞõ Èóíúäó ÃóÍóÏò ãöäú ÑõÓõáöåö æóÞóÇáõæÇ ÓóãöÚúäóÇ æóÃóØóÚúäóÇ ÛõÝúÑóÇäóßó ÑóÈøóäóÇ æóÅöáóíúßó ÇáúãóÕöíÑõ ﴿ ٢٨٥ ﴾

[ 002.285 ] ( MŞ )

Peygamber (Muhammed aleyhisselâm), Rabbinden kendisine (vahiy olarak) ne indirildiyse ona (Kur’ân’a) îman etti. Müminler de (îman etti). Hepsi (onlardan herbiri) Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îman etti. “Biz Allah’ın peygamberleri arasında (Yahûdi ve Hıristiyanların yaptığı gibi bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak suretiyle) ayırım yapmayız (dediler).

Ve dediler ki: (Bizlere tebliğ edilen emirleri, vahiyleri) işittik ve (onları kabul ederek) itâat ettik. Ey Rabbimiz, mağfiretini isteriz (af edilmemizi dileriz), (âhirette) dönüş ancak sanadır (senin huzurunda hesap vermek üzere toplanacağız).

(Bundan önceki âyet-i kerîme [Bakara, 84] nâzil olduğu zaman, Mü’minler vesvese gibi kalplerinden geçenlerden hesaba çekilmenin üzerlerine ağır geldiği konusunda endişelerini beyan edince, bu âyet-i kerîme [Bakara, 2/86] nâzil olmuştur.)

 

[ 002.285 ] ( AY )

Peygamber (aleyhisselâm) ve mü'minler, rabbisinden kendine indirilen Kur’ân'a îman ettiler; hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îman eylediler. (Allah’ın) Peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırt etmeyiz, duyduk ve itâat ettik; Ey Rabbimiz, mağfiretini isteriz, dönüşümüz ancak sanadır, diye söylediler.

[ 002.285 ] ( EO )

Peygamber, Rabbından ne indirildi ise ona îman getirdi, mü'minler de, her biri «Allaha ve melâikesine ve kitablarına ve peygamberlerine: Peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırmayız diye» iman getirdiler ve şöyle dediler: semi'na ve eta'na, gufranını dileriz ya rabbena! sanadır gidiş.

[ 002.285 ] ( ES )

Peygamber, Rabbi'nden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. "Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır." dediler.

[ 002.285 ] ( NQ )

The Messenger (Muhammad ) believes in what has been sent down to him from his Lord, and (so do) the believers. Each one believes in Allah, His Angels, His Books, and His Messengers. They say, "We make no distinction between one another of His Messengers" - and they say, "We hear, and we obey. (We seek) Your Forgiveness, our Lord, and to You is the return (of all)."

[ 002.286 ] ( KK )

áÇó íõßóáøöÝõ Çááøóåõ äóÝúÓðÇ ÅöáÇøó æõÓúÚóåóÇ áóåóÇ ãóÇ ßóÓóÈóÊú æóÚóáóíúåóÇ ãóÇ ÇßúÊóÓóÈóÊú ÑóÈøóäóÇ áÇó ÊõÄóÇÎöÐúäóÇ Åöäú äóÓöíäóÇ Ãóæú ÃóÎúØóÃúäóÇ ÑóÈøóäóÇ æóáÇó ÊóÍúãöáú ÚóáóíúäóÇ ÅöÕúÑðÇ ßóãóÇ ÍóãóáúÊóåõ Úóáóì ÇáøóÐöíäó ãöäú ÞóÈúáöäóÇ ÑóÈøóäóÇ æóáÇó ÊõÍóãøöáúäóÇ ãóÇ áÇó ØóÇÞóÉó áóäóÇ Èöåö æóÇÚúÝõ ÚóäøóÇ æóÇÛúÝöÑú áóäóÇ æóÇÑúÍóãúäóÇ ÃóäúÊó ãóæúáÇóäóÇ ÝóÇäúÕõÑúäóÇ Úóáóì ÇáúÞóæúãö ÇáúßóÇÝöÑöíäó ﴿ ٢٨٦ ﴾

[ 002.286 ] ( MŞ )

(Yüce) Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazandığı (hayır, iyilik, sevap) lehine, yaptığı (şer, kötülük) de aleyhinedir. (Hiç kimse başkasının günahından dolayı sorumlu tutulmaz.) Ey Rabbimiz, eğer unuttuk veya hata ettikse (bir kastımız olmadan doğru olanı terk ettikse, önceki ümmetleri onunla hesaba çektiğin gibi) bizi hesaba çekme! Ey Rabbimiz, önceki (ümmet)lere (İsrâil oğullarına tevbede kendilerini öldürmelerini, zekâtta malın dörtte birini vermelerini, elbisenin pislenen yerini kesmelerini) yüklediğin gibi bize ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü (taşımaya katlanamayacağımız sıkıntı, belâ ve azâbı) da yükleme! Bizi(m günahlarımızı) af eyle. Bizi(m ayıplarımızı ve kusurlarımızı da) mağfiret eyle (ört, bizi utandırma ya Rabbi!). (Fazlını, ihsanını göndererek ve mizanda sevabımızı ağır kılarak) bize rahmet eyle! (Biz kuluz ve her şeyimizle sana muhtacız.) (Sen) bizim Mevlâmız (seyyidimiz, yardım edenimiz ve bütün işlerimizin yaratanı ve idâre edeni) ancak sensin. (Senin gönderdiğin İslâm dinini kabul etmeyen) kâfir kavimlere (ve düşmanlara) karşı bize yardım eyle (Allah’ım)!

[ 002.286 ] ( AY )

Allah bir kimseye, ancak gücü yettiği kadar teklif eder. Herkesin kazandığı hayrın sevabı kendine ve yaptığı fenalığın zararı da yine onadır. Rabbimiz! Eğer unuttuk, yahut kasdimiz olmıyarak hata ettikse bizi (ondan) hesaba çekme. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin musibetler gibi, bize, ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Güç yetiremiyeceğimiz şeyi bize yükletme, bizden çıkan günahları affet, bizi bağışla, bize merhamet buyur. Sen mevlâmız, yardımcımızsın. Artık kâfirler topluluğu üzerine bize zafer ve yardım ihsan buyur.

[ 002.286 ] ( EO )

Allah kimseye vüs'unden öte teklif yapmaz, herkesin kazandığı lehine yüklendiği aleyhinedir, ya rabbena! eğer unuttuk veya kasdımız bize bizden evvelkilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme, ya rabbena! hem de bize takatımız olmayanı yükletme, ve bizden günahlarımızı afiv buyur ve bizlere mağfiretini reva, rahmetini atâ kıl, sensin mevlâmız, bizi mansur buyur, artık seni tanımıyanlara karşı, kahrolsun kâfirler!

[ 002.286 ] ( ES )

Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize.

[ 002.286 ] ( NQ )

Allah burdens not a person beyond his scope. He gets reward for that (good) which he has earned, and he is punished for that (evil) which he has earned. "Our Lord! Punish us not if we forget or fall into error, our Lord! Lay not on us a burden like that which You did lay on those before us (Jews and Christians); our Lord! Put not on us a burden greater than we have strength to bear. Pardon us and grant us Forgiveness. Have mercy on us. You are our Maula (Patron, Suppor-ter and Protector, etc.) and give us victory over the disbelieving people."