Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

604

 

112 - İHLÂS SÛRESİ

 

CÜZ :

30

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İHLÂS SÛRESİ

1

De ki: O Allah tekdir.

(.......) zamîri şa'ndır. “Allah tektir” sözü şa'ndır. Bu, senin “O(hakikat şudur ki:) Zeyd ayrılmıştır.” sözünde olduğu gibidir. Sanki şöyle denilmiştir:

“Şan (söylenecek söz, hakikat) budur ki o Allah tekdir. O'nun ikincisi yoktur.”

(.......) mübteda olmak üzer mahallen merfûdur. Haber ise cümledir. Ona dönen bir zamîre muhtaç değildir. Çünkü o, senin “Kölen Zeyd bendedir.”sözünde olduğu gibi, manada müptedadır.

(.......) sözü de öyledir. O, anlatılmak istenen şa'ndır. “Zeydin babası ayrıldı, gitti.” sözü böyle değildir. Çünkü Zeyd ve cümle iki ayrı manaya delalet etmektedir. Dolayısıyla da ikisini birbirine bağlayacak şeye(zamîre) ihtiyaç vardı.İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir:

“Kureyş: Ey Resûlüm Muhammed! Bizi kendisine (kulluğa) çağırdığın Rabbini bize vasfet” demişti de bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.

Yani;'“Benden vasfını istediğiniz zât, o Allahu Teâlâ'dır” , demektir. Buna göre (.......) hazfedilmiş bir müptedanın haberidir.

Yani; “O, tekdir” demektir. O da“bir” manasınadır. Aslı(.......) dur. (.......) kenarda olduğu için (.......) ye dönüştürülmüştür. Akıl yönüyle onun “bir” olduğuna delil şudur:

Tek İlah bütün âlemi idare etme ve onu yaratma hususunda yeterlidir ya da değildir. Eğer yeterli ise diğeri zayi olur, kendisine ihtiyaç duyulmaz. Bu ise noksanlıktır. Noksan olan da ilâh olamaz. Eğer yeterli değilse o zaman da o noksandır. Çünkü akıl, mef'ûlun (mahrukatın) faile (yaratmaya) ihtiyacım gerektirmektedir. Tek fâil kâfidir.

Birin dışındakilerin ise hiçbir üstünlükleri yoktur. Değilse bu sonsuz sayıda ilâhların varlığına götürür ki bu da muhâldir.

İki ilahın varlığı ile ilgili söze gelince bu da muhâldir. Çünkü ikisinden biri yaptığı işlerden birini diğerinden saklamaya kâdir olabilir ya da olamaz. Eğer kâdir olursa o zaman kendisinden gizlenen (ilâh) câhil olur ve eğer kâdir olamazsa o zamanda o âciz olur. Şayet biz ma'dumu(olmayan şeyi) olması mümkün olan olarak farzetsek ve onlardan biri bile olamaz. Biri âciz olup diğeri kâdir olsa, âciz olan ilâh olamaz ikisi birlikte kâdir olsalar o zaman da onu yardımlaşmak suretiyle var ettiler demektir. Bu şekilde de onlardan her biri diğerinin yardımına muhtaç olur. Dolayısıyla da onlardan her biri âciz olur. Eğer onlardan her biri onu tek başına var etmeye kâdir olsa ve onu ikisinden biri var etse, bu ikincisi ya buna kâdir olarak kalır ki bu muhâldir. Çünkü mevcudun var edilmesi muhâldir. Ya da kalmaz. O zaman da birincisi ikincisinin kudretini ortadan kaldırmış olur. Bu sebeple de o, âciz hale ve onun tasarrufu altında mağlup hale gelir. Dolayısıyla da ilâh olamaz.

- “Tek olan gücünün yettiğini var ettiğinde onun kudreti gider. Dolayısıyla da size gereken bu tek olanın kendi kendini âciz kıldığını kabul etmektir.” dersen deriz ki:

- “Tek olan gücünün yettiği şeyi var ettiğinde kudretini uygulamıştır. Kudretini uygulayan da âciz değildir. Ortak ise kudretini uygulamamıştır. Bilâkis onun kudreti diğerinin kudreti sebebiyle” zail olmuştur. Bu da âciz demektir.”

2

Allah, Samed'dir.

“Onayöneldi, onu kastetti” , manasında kullanılan (.......) den Mef’ûl(maksud) manasına fildir. O, ihtiyaçlar hususunda kendisine teveccüh edilen efendidir. Mana; O (celle celâlühü), kendisini tanıdığınız, kendisinin göklerin ve yerin yaratıcısı, sizin yaratıcınız olduğunu ikrar ettiniz Allah'tır (celle celâlühü). O, tektir, ortağı yoktur. O, her mahlûkun doğrudan doğruya yöneldiği, muhtaç olduğu maksududur. O'ndan müstağni olamazlar. O ise onların hepsinden müstağni, ganidir, kimseye ihtiyacı yoktur.

3

Doğurmamıştır, doğurulmamıştır.

“Doğurmamıştır.”Çünkü o(hiçbir şeyle) hemcins değildir ki onun cinsinden ona bir eş olsun da onlardan çocuk doğsun.

“Onun nasıl çocuğu olabilir ki? Kendisinin bir eşi yoktur.” En'am, 101. Ayetiyle de bu manaya işaret edilmiştir.

“Doğurulmamıştır.” Çünkü her doğan sonradan var olmuştur ve cisimdir. O ise kadimdir. Varlığının başlarıgıcı yoktur. Zira bunun arası olmadığı için eğer kadim olmasaydı hadis olacaktı ve eğer hadis olsaydı onu var eden birine ihtiyaç duyacaktı. Aynı şekilde (o da) bir ikinciye (o da) birüçüncüye ihtiyaç duyacaktı. Dolayısıyla bu, işi teselsüle götürecekti ki bu da batıldır.

Cisim de değildir. Çünkü O, bir araya gelmiş parçalar bütününün ismidir. O zaman da onun her bir parçası kemal sıfatlarla muttasıf olmaktan hâli olmayacak. Dolayısıyla her bir parça ilâh olacaktı ki bunu söylemek iki ilahın varlığını söylemek gibi fasittir. Ya da onlar (parçalar) kemal sıfatlarla muttasıf değildirler. Tam tersi onun zıddı olan sonradan olma sıfatlarla muttasıftırlar ki bu da muhâldir.

4

Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir.

O'na hiç kimse denk olmadı.

Yani; O'nun benzeri olmadı. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) den O'nu(Allah'ı (celle celâlühü)) vasfetmelerini istediler de Allah Teâlâ ona sıfatlarını ihtiva eden şeyleri vahyetti.

(.......) sözü, O'nun eşyanın yaratıcısı ve yoktan var edicisi olduğuna işarettir. Bunun muhtevasında O'nu, Kâdir ve Âlim olarak vasfetmiştir. Çünkü yaratma son derece mükemmel, düzenli ve intizamlı olduğu için kudret ve ilmi gerektirmektedir. Bunda da onu diri olarak vasfetmiştir. Çünkü kudret ve ilimle muttasıf olanın diri olması gereklidir. Bunda da O'nu, işiten, gören, irâde eden, konuşan ve sair kemal sıfatlara sahip olan olarak vasfetmiştir. Zira eğer bunlarla sıfatlanmış olmasaydı bunların zıddıyla -ki onlar da; noksan sıfatlardır- sıfatlanmış olacaktı. Bu da sonradan olma alâmeti erindendir. Dolayısıyla kadim olanın bunlarla muttasıf olması mümkün değildir.

tektir”sözü, teklikle nitelendirme ve ortağı nefyetmedir. Yine(bu söz), O'nu yok olanları var etmek suretiyle yegâne olmakla ve gizlilikleri bilmek suretiyle de tek olmakla nitel endirmesidir.

(.......) sözü, her şeyi, O'na muhtaç olmakla nitelendirmedir. Her şey O'na muhtaç olduğunda da O, demek ki ganidir. Hiç kimseye muhtaç olamaz. Herkes O'na muhtaç olur.

doğurmadı”sözü, benzerliği ve hemcinsliği nefıydir.

doğurulmamıştır”sözü, sonradan olmayı nefiy ve ezelilikle ve ilklikle nitelendirmedir.

(.......) sözü ise herhangi bir şeyin O'na benzediğini nefiydir. Kim denkliğin -ki o benzerliktir- nefyinin geçmişte olduğuna, şu anda nefyettiğine delalet etmediğine inanırsa -ki şu anda kâfirlerde bunu iddia ediyorlar- günah içerisinde sapıtmış gitmiş demektir. Çünkü bu geçmişte olmadıysa zarureten şimdi de olmaz. Çünkü sonradan var olan, kadim olana denk olamaz.

Kâfirlerin sözünün hülasası, şirk koşmaya, benzemeye ve kemal sıfatlardan arî kılmaya yöneliktir.Bu sûre de -açıkladığımız gibi- bunların tümünü reddetmektedir.

Sîbeveyh, zarfı müstekar, yani; haber olduğunda zarfın öne geçmesini hoş karşılamaktadır. Çünkü o, kendisine muhtaç olunan olunca ilk iş olarak onun haber olduğu fazlalık olmadığı bilinsin diye öne geçirildi. Onun geri bırakılması fazlalık olduğu zamandır. Çünkü geri bırakılma fazlalık olanların hakkıdır. Fasih sözde öne geçirilmiştir. Çünkü bu söz -yaratıcının zâtını noksan sıfatlardan tenzih ederim sözü- denkliği nefy için söylenmiştir.Bu, mananın ortaya çıktığı nokta ve onun merkezi bir zarftır. Onun için bu zarf öne alınması en önemli olandır.

Ebû Amr(.......) üzerinde durulmasının güzel görüyor, geçilmesini hoş karşılamıyordu. Abdu’l-Varis şöyle demiştir:

“Kurralara bunun üzerinde (oldukları hâlde) yetiştik.” Geçildiğinde tenvinlenir ve esre kılınır. Ya da:

Tevbe, 30.âyetinin okunuşunda olduğu gibi tenvîn hazfedilir.

Hamza ve Halefe göre (.......) şeklindedir.Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. Hadisi şerifte:

“Kim ihlâs sûresini okursa muhakkak ki o, Kur'ân'ın üçte birini okumuştur.” Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, U/2896; Nesai, İftitaK 69. buyrulmuştur. Çünkü Kur'ân, Allah'ın(celle celâlühü) birliğini, sıfatlarının zikrini, emir ve nehiyleri, kıssaları ve öğütleri kapsamaktadır.Bu sûre ise tevhid ve sıfatlar için hasredilmiştir. Dolayısıyla Kur'ân'ın üçte birini ihtiva etmektedir. Bunda tevhid ilminin şerefine delil vardır. Niçin böyle olmasın ki ilim, öğrenilen şeyin şerefiyle şereflenir, düşüklüğüyle alçalır. Bu ilmin öğrettiği ise Allah(celle celâlühü), onun sıfatları ve onun üzerine câiz olanlar ve olmayanlardır. Onun makaminin şerefine ve mahallinin yüceliğine dair zannm nedir?

Allah'ım! Bizi, seni bilenler, senin için çalışanlar, senin vereceğin sevabı umanlar, azâbmdan korkanlar ve sana kavuşmak suretiyle ikram olunanlar zümresi ile birlikte hasret.

Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) ihlâs sûresini okuyan bir adamı işitti de ona

- “Vacip oldu” buyurdu.

- “Ya Rasûlellah! Ne vacip oldu?” denildi. Şöyle buyurdu:

- “Ona cennet vacip oldu.” Muvatta, 6/18, Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 11/2897; Nesai, İftitah, 69

FELAK SÛRESİ

1

De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.

Felak; sabah ya da halk ya da cehennemde bir vadi ya da orada bir kuyudur.

2

Yarattığı şeylerin şerrinden,

Yani; ateşten ya da şeytandan (.......) ismi mevsuldur. Geri dönen zamîr hazfedilmiştir. Ya da (.......) mastariyyedir. (.......) da yaratılanlar manasına gelir.

Ebû Hanîfe(radıyallahü anh) tenvinle(.......) şeklinde okumuştur. Buna göre(.......) fiille birlikte mastar teviliyle mahallen mecrûrdur. (.......) den bedeldir.

Yani;“yarattığının şerrinden” ,yani;'şerrinyaratılışından', demektir.

Ya da(.......) zaittir.

3

Karanlığı çöküp bastığı zaman gecenin şerrinden,

(.......): karanlığı şiddetli gecedir. Onun vukûbu; karanlığın her şeye girişi demektir.Âişe (radıyallahü anh) dan şöyle nakledilmiştir:

Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) elimi tuttu ve aya işaret etti. Şöyle buyurdu:

-'Bunun şerrindenAllah'a sığın. Çünkü bu, o(.......) (karanlığı bastığı zaman gece)dir.'“

Onun vukubu ayın tutulması ve kararmasıdır.

4

Düğümlere üfüren(nefesallallahü aleyhi ve sellem)lerin şerrinden,

(.......); kâdirılar ya da nefesle ya da iplere düğümler atan onlar üzerine üfüren ve sihir yapan büyücü topluluklar, demektir.

(.......); tükürüklü olarak üfürmektir. Bu,Mu'tezilenin, sihinn gerçekleşmesinin ve eserinin meydana gelmesinin inkârı hususundaki sözünün bâtıl olduğuna delildir.

5

Ve haset edenin, haset(ini belli) ettiği zaman, şerrinden,

Yani; hasedi ortaya çıktığında ve onun gereğince amel eylediğinde, demektir. Çünkü o ortaya çıkmadığında ondan hased ettiği kişiye dönen bir zarar olmaz. Bilâkis başkasının sevinci sebebiyle kederlendiği için kendi kendine zarar verir.

Hased; başkasının mazhar olduğu hayra üzülmektir. Yarattığı şeylerin şerrinden Allah'a sığındıktan sonra bu şeylerin de şerrindenAllah'a (celle celâlühü) sığınmak bunların şerrinin çok kötü olduğuna işarettir. Onların en şerlisi olduğu bilinsin diye hased ile bitirdi. O, Allah'a (celle celâlühü), gökte iblis tarafından yeryüzünde de kabil tarafından kendisiyle isyan edilen ilk günahtır.

KendisindenAllah'a (celle celâlühü) sığınılması gerekenlerin bir kısmını ma'rife bir kısmını nekra getirdi. Çünkü düğümlere her üfleyenler şerli kimselerdir.Bu sebeple (.......) kelimesi ma'rife kılınmıştır. (.......)(gece) kelimesi ise nekra kılınmıştır. Çünkü her gecede kötülük olmaz.

Bir kısmında olur, bir kısmında olmaz. Aynı şekilde her hasetçi de zarar vermez. Hayır işlerinde haset(gıpta) gibi nice hasletler var ki onlar övülen şeylerdir. Allahu a'lem.

NAS SÛRESİ

Mekkî ya da Medenî oluşu hususunda ihtilaf edilmiştir. 6 âyettir.

1

De ki: Sığınırım insanların Rabbine,

Yani; Onların terbiye edicisi ve onların ıslah edicisine,

2

İnsanların (yegâne) mâlikine,

Onların mâlikine ve onların işlerini düzenleyene,

3

insanların mabuduna,

Onların mabuduna.

Muzâfun ileyhi bir defa ifade etmekle yetinmedi. Çünkü (.......) sözü(.......) nin atfı beyanıdır. Çünkü ondan başkası içinde “İnsanların terbiyecisi” ve(.......)“İnsanların mâliki” denir.

Ama “İnsanların mabudu” sözü ise ancak O'na (celle celâlühü) mahsustur. O'nda (celle celâlühü) ortaklık yoktur.

Atfı beyan da açıklama içindir. Sanki o, gizlemek için değil, izhar için aranılan yerdir.Allah (celle celâlühü), her ne kadar bütün mahlûkatın Rabbi ise de(.......) kelimesi (.......) kelimesine onları yüceltmek için özellikle izafe edilmiştir. Sığınma insanların göğüslerine vesvese verenin şerrinden dolayı meydana geldi. Sanki şöyle denildi:

“İnsanlara vesvese verenin şerrinden, onların işlerini düzenleyen Rablerine -ki O, onların ilahi ve onların mabududur- sığınırım.”

Denildi ki:

“Birinciyle çocukları kastetti. “yetiştirme, büyütme” kelimesinin manası buna delalet etmektedir.İkincisiyle gençleri kastetti. Siyasetten haber veren (.......) Lâfzı buna delalet etmektedir.Üçüncüsüyle yaşlıları kastetti. İbadetten haber veren (.......) lâfzı buna delalet etmektedir. Dördüncüyle, sâlihleri kastetti. Zira şeytan onları saptırmaya çok düşkündür. Beşincisiyle de kendisinden sığınılan atfedildiği için ifsad edenleri kastetti”

4

O sinsi vesvese vericinin (şeytanın) şerrinden,

(.......); zelzele manasına gelen (.......) gibi vesvese manasına gelen bir isimdir. Maştan ise (.......) gibi esre ile (.......) dur. Bununla kastedilen şeytandır. Mastarla adlarıdırılmıştır. Sanki o, haddi zatında vesvesenin ta kendisidir. Çünkü o (vesvese) onun her daim üzerine düştüğü meşguliyetidir.

Ya da(.......) kelimesiyle vesvese sâhibi manası kastedilmiştir. Vesvese ise gizli ses demektir.

Hannas; âdeti gerilemek olan, hunusa mensûb olan demektir. O da; geri dönmek ve kesilmek gibi teahhur etmek, geri kalmak demektir. Nitekim Said b. Cübeyr'den(radıyallahü anh) şöyle nakledilmiştir:

“İnsan Rabbini zikrettiği vakit şeytan büzülür, geri kaçar. Gaflet edince de geri döner ve vesvese verir.”

5

Ki o insanların göğüslerine daima vesvese verendir.

Cümle sıfat olmak üzere mahallen mecrûrdur ya da merfûdur. Ya da zem üzere mensûbtur.

Bu son iki şıkka göre (.......) de durmak güzeldir.

6

(O şeytan) gerek cinden, gerek insandan (olsun).

Vesvese vereni beyandır. Şeytanın:

“Böylece biz herpeygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık.” âyetinde olduğu gibi cinlerden ve insanlardan olmak üzere iki kısım olduğunu açıklamaktadır.

Ebû Zeri’l-Gıfari(radıyallahü anh)’in bir adama:

“İnsan şeytanından Allah'a sığındın mı?” dediği nakledilmiştir.

Rivâyet edildiğine görePeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e sihir yapılmıştı. Hastalandı, uyurken ona iki melek geldi. Biri diğerine:

- Ona ne oldu? diye sordu. Diğeri:

- Sihir yapıldı, dedi.

- Ona kim sihir yaptı? diye sordu.

-'Yahûdî Lebid b. A'sam'dedi.

- O'na neyle sihir yaptı? diye sordu.

“Zi ervan kuyusunun dibindeki taşırı altında hurma tomurcuğunun kapçığı içinde bulunan tarak ve tararken dökülen saç veya sakal kılı ile” dedi.

Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı. Ve Zübeyr, Ali ve Ammar (rhm) ı gönderdi. Onlar kuyunun suyunu boşalttılar. Kapçığı çıkardılar. İçinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in başırıın tarantısı ve tarağından dişler vardı. Onda bir de yay kirişi vardı. Ona on bir düğüm atılmış ve iğneler saplanmıştı. İşte bu esnada bu iki sûre nâzil oldu.

Cebrâîl(aleyhisselâm), her âyeti okudukça bir düğüm çözüldü. Sonuncu düğümün çözülmesinde Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) sanki bir diz bağından kurtulmuş gibi kalktı. Cebrâîl(aleyhisselâm) şöyle demeye başladı.

Allah'ın ismiyle seni okuyup üflüyorum. Allah sana, sana eza veren her hastalıktan şifa verecektir.”

Bundan dolayıAllah'ın (celle celâlühü) kitabından ve Rasûlü'nün (sallallahü aleyhi ve sellem) sözünden olan şeylerle efsun yapmaya, okuyup üflemeye cevaz verilmiştir. Süryanîce, İbrânîce ve Hintçe olan şeylerle değil.

Zira onlara inanmak ve onlara itimat etmek helâl değildir. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin(ve sözlerimizin) kötülüğünden, işlediğimiz ve işlemediğimiz şeylerin şerrinden Allah'a sığınırız. Şehadet ederiz ki, Allah'tan(celle celâlühü) başka ilâh yoktur. O tekdir. Ortağı yoktur. Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem), O'nun kulu, Rasûlü, Nebisi ve seçilmiş dostudur. O'nu (sallallahü aleyhi ve sellem) müşrikler istemese de bütün dinlere galip kılmak için hidâyet ve hak dinle göndermiştir. Allah'ın(celle celâlühü) salâtı, geceler ve gündüzler devam ettiği müddetçe daima onun, insanların kandilleri olan âlinin ve Daru's-Selâm'ın anahtarları olan ashâbının üzerine olsun.

Âmin

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1310  H : 710)

 

NESEFÎ / MEDÂRİK TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç