Yûsüf-i Erdebîli “rahimehullahü
teâlâ” (Envâr) adlı kitâbında Şeyh Ebû
Amr bin Salâhdan nakl etmişdir. O dedi ki, (Ma’rife-tül
hadîs) adlı kitâbda, İmâm-ı Nevevînin “rahimehullah” (İrşâd) adlı kitâbından alarak dedi ki: Eshâb-ı
güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinin hepsi âdildirler. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
âhırete intikâlleri sırasında yüzondörtbin Sahâbe mevcûd idiler. Kur’ân-ı
azîm-üş-şân ve sahîh hadîs-i şerîflerde,
hepsinin adâletleri ve büyüklükleri bildirilmekdedir “rıdvânullahi teâlâ
aleyhim ecma’in”.
Birinci Menâkıb:
(Mesâbîh-i şerîf) kitâbının,
bu bâbının sahîh hadîs-i şerîfler kısmının
evvelinde, Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet
etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdular ki: (Eshâbımı
kötülemeyiniz! Sizlerden biri Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshâbımdan
birinin bir müd arpa sadakasının veyâ yarısının sevâbına kavuşamaz.) Kevrânî
“rahimehullahü teâlâ” buyurmuş ki, muhakkak sizin biriniz, Uhud dağı kadar
altın sadaka vermekle, Sahâbe-i güzînin bir müd veyâ onun yarısı mikdârı
sadakasında nâil olduğu ecr ve sevâba kavuşamaz. Sahâbî;
o kimsedir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerini, mü’min olduğu hâlde bir kerre gören kimse demekdir. Denildi ki, hadîs-i şerîfin ma’nâsı şudur: Sahâbe-i güzîn
“rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinden fakîr olan birinin Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretlerinin huzûrunda, az bir mal vermesi, onlardan sonra
gelenlerin vermelerinden efdaldir. Sahâbe-i güzînin fazîleti, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
huzûrlarına ve sohbet-i şerîflerine erişmek ile oldu. Başka birşey ile olmadı.
Zîrâ onlar vahy zemânına yetişdiler. Bizden birimizin bin sene ömrü olsa, bütün
ömrümüzce, Alla-
hü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin
emrlerine imtisâl etsek ve yasaklarından kaçınsak, belki kendi zemânımızın
cümle insanlarının âbidi olsak, bütün ibâdetlerimiz, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bir sâat sohbetinde olmağa
mukâbil olmaz. Bundan dolayıdır ki, onların fazîletine hiçbir şey eşid olmaz.
Kevrânînin kelâmı temâm oldu.
(Müslim) şârihi “rahimehullahü teâlâ” beyân
etmiş ki, Sahâbe-i güzîn “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin seb’i [onları
kötülemek] harâmdır. Harâm olan fuhş ile aynıdır. Onlardan fitnelere karışmış
olsun veyâ olmasın aynıdır. Zîrâ onlar müctehiddir. Onların şânlarına
yakışmıyan ma’nâlar söylemek büyük günâhlardandır. Bütün âlimlerin mezhebi odur
ki, onları kötüliyen ta’zîr olunur. Katl olunmaz. Ba’zı mâlikî mezhebi âlimleri
katl olunur, dedi.
Tayyibî hazretleri demişdir ki,
Sahâbe-i kirâmın hepsi, mutlaka âdildirler. Kur’ân-ı azîm-üş-şân ve hadîs-i şerîflerin ve i’timâd olunur kimselerin
icmâ’ları ile anlaşılmakdadır. Yine (Envâr) kitâbında
Yûsüf-i Erdebîli “rahimehullahü teâlâ” demişdir ki, Mu’âviye “radıyallahü teâlâ
anh” hazretlerine ta’n etmek câiz değildir. O Sahâbe-i kirâmın büyüklerindendir.
Yezîdden başkasına la’net etmek ve kötülemek câiz değildir. [Hattâ onu bile
kötülemek lüzûmsuzdur.] Zîrâ hepsi mü’min ve müslimândırlar. Allahü teâlânın
irâdesine kalmışdır. İsterse azâb eder, isterse rahmet eder. İmâm-ı Gazâlî ve
Nevevî ve gayrileri böyle dediler. Hüccet-ül islâm imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi
aleyh” buyurmuşdur ki: Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseynin “radıyallahü anhümâ”
şehîd edilmelerini ve Sahâbe-i kirâmın arasında meydâna gelen çekişme ve
çarpışmaları hikâye etmek, anlatmak harâmdır. Çünki, Eshâb-ı kirâmın ba’zısına
buğz etmeğe sebeb olur. Hâlbuki onlar dinde âlimdirler. Din imâmları
bilgilerini rivâyet yolu ile onlardan almışdır. Bu doğru yol ile doğru din
bilgilerini öğrendik. Onları kötüleyen kimse kendi mel’ûndur. Kendi nefsine ve
dînine ta’n etmiş olur. İmâm-ı Gazâlînin kelâmı temâm oldu.
İkinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i
şerîf)de, yukarıda bildirilen hadîs-i şerîfin
devâmında bildirilmişdir. Ebû Bürdeden ve onun da babasından nakl olunan hadîs-i şerîfde, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” mubârek başını semâdan yana kaldırarak, (Yıldızlar
gökde emene’dir [rahmet veyâ emînin çoğulu]. Yıldızlar gitdiği zemân, gökde va’d olunan şeyler olur.
Ben de Eshâbım üzerine emînim. Gitdiğim zemân, Eshâbıma va’d olunan şeyler
gelir. Eshâbım da ümmetim üzerine emenedir. Eshâbım gidince, ümmetime va’d
olunan şeyler gelir) buyurdular.
(Müslim) hadîs kitâbını şerh eden
“rahimehullahü teâlâ” beyân etmişler ki; hadîs-i şerîfde
geçen emenetün kelimesi, emân, rahmet demekdir ve emînin çoğuludur. Emîn ise
hâfız, koruyucu ya’nî sebebdir. Gökler için va’d olunan şeyler, kıyâmet
günündeki yarılması, dağılmasıdır. Yıldızların gitmesinden maksad, karârması ve
dökülmesidir. (Ben Eshâbıma emeneyim ve ben ki gitdim; Eshâbıma, fitneden, harbden
ve ba’zı arabların irtidâdından, kalblerde meydâna gelen ihtilâflardan va’d
olunan şeyler gelir, demekdir.) Bunlarla alâkalı olan şeyleri açıkca
bildirdiler. Buyurdukları herşey vâki’ oldu. Ümmetine va’d olunan şeyler,
zuhûra geldi. Bid’at fırkalarının zuhûru, dinde olan çeşidli reformist
hareketler, şeytânın arkadaşlarının meydâna çıkması, [Deccâl] rûmun zuhûru,
Mekke ve Medînenin harâb olması, hayrât ehlinin gitmesi, şer ehlinin gelmesi ve
kıyâmetin bunlar üzerine kopması bunlardandır.
Üçüncü Menâkıb: Yine o hadîs-i
şerîfin devâmında, Ebû Sa’îd-i Hudrîden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (İnsanlar
üzerine bir zemân gelir. Bir kısm kimseler gazâ ederler. İçinizde Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâbından
kimse var mıdır, derler. Evet derler. Sonra harb kazanılır. Ondan sonra nâs [insanlar]
üzerine bir zemân gelir ki, harb ederler.
İçlerinden bir cemâ’at derler ki, içinizde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” eshâbı ile görüşmüş [tâbi’înden] kimse var mıdır. Derler ki, evet. Sonra harb kazanılır. Yine
insanlar üzerine bir zemân gelir ki, harb ederler. Bir cemâ’at der ki, içinizde
Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâbını görmüş olanları
gören [tebe-i tâbi’înden] kimse var
mıdır. Derler ki, evet. Sonra harb kazanılır. [Ya’nî feth müyesser
olur.]) Bu hadîs-i
şerîfde
(Buhârî) ve (Müslim)
müttefiklerdir. [Ya’nî her ikisinde de vardır.] (Müslim) rivâyetinde ziyâde etmişdir ki, dördüncü
ordu da vardır. Ya’nî denilir ki, (Bakınız!
İçinizde, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâbını göreni görenini göreni görmüş kimse var mıdır!) Bir
kişi bulunur. Harb kazanılır. Tayyibî “rahimehullahü teâlâ” buyurmuş ki, bu hadîs-i şerîfde, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri için mu’cize, Eshâb-ı kirâm,
tâbi’în ve tebe-i tâbi’în “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” için fazîlet
vardır.
Dördüncü Menâkıb: Yine o hadîs-i
şerîfin devâmında, İmrân bin Husayndan “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetimin
üstünleri benim zemânımda bulunanlardır. Ya’nî Eshâbımdır. Sonra o kimselerdir
ki, Eshâbımı ta’kîb eder. Sonra o kimselerdir ki, onları ta’kîb edeni ta’kîb
eder. Muhakkak onlardan sonra bir kavm gelir ki, onlardan şâhidlik istenmeden
şâhidlik ederler ve hıyânet ederler. Onların yapdıkları o hıyânet ile onlarda
emânet kalmaz. O kimsenin hilâfınca ki, tahkîr olunduğunda, bir kerre hıyânet
eder. O hıyânet etmiş olur. Ammâ onunla emânetden çıkmaz. Ba’zı hâllerde
sözünde durmazlar. Onlarda semizlik zâhir olur [şişmân olurlar].) Bir rivâyetde (İstenmeden
yemîn edenler...) buyurulmuşdur.
Türpüştî “rahimehullah” demişdir
ki: Bir kerre gaflet ile hıyânet edenden güven kalkmaz. Devâmlı hıyânet yapanda
emniyyet kalmaz. Ona güvenilmez. Şişmânlık ile de din işlerinde fazla dikkat
etmemek ve gafletde olmak anlaşılır. Çünki, umûmiyyetle şişmân kimseler, din
işlerine az ehemmiyyet verir. Nefslerine riyâzet çekdirmeyip, arzû ve
isteklerinin çoğu, lezîz yemekler ve uyku olur. Bu hadîs-i
şerîfler sahîh hadîslerdendir. Bundan sonra nakl olunanlar da öyledir.
Beşinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i
şerîf)de, Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet
edilmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” buyurdular ki: (Eshâbıma ikrâm [hurmet]
ediniz. Şübhesiz, Eshâbım sizin üstünlerinizdir [hayrlılarınızdır]. Sonra onları ta’kîb edenler, sonra da onları ta’kîb
edenler üstündürler. Sonra yalan yayılır. Hattâ istenmediği hâl-
de yemîn eder, istenmeden şâhidlik
ederler. Dikkat ediniz. Cennetin ortasına girerek se’âdete kavuşmak isteyen,
cemâ’atden ayrılmasın. Çünki, şeytân kendi görüşüne uyarak cemâ’atden ayrılan
ile birlikdedir. İki kişi bir araya gelse şeytân onlardan çok uzak olur. Ancak yabancı bir kadın ile bir erkek bir
araya gelirse şeytân onların üçüncüsü olur. Kim iyiliklerinden dolayı sevinir,
kötülüklerine üzülürse, mü’mindir.) Yine (Mesâbîh-i
şerîf)in hasen hadîslerinde, Câbir “radıyallahü teâlâ anh”
hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Beni gören ve beni göreni gören müslimânı Cehennem ateşi
yakmaz.)
Altıncı Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i
şerîf)in hasen hadîsler kısmında, Abdüllah bin Magfel “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretlerinden korkunuz! Allahü teâlâ
hazretlerinden Eshâbım hakkında korkun. Onları kötü sözlerinize hedef ittihâz
etmeyiniz. Her kim ki onlara buğz eyler, bana buğz etdiği için buğz eder. Her
kim ki onlara ezâ eder, bana ezâ [eziyyet) eder. Her kim ki bana ezâ eder, Allahü teâlâ hazretlerine
ezâ [eziyyet] eder. Her kim ki Allahü
teâlâ hazretlerine ezâ ederse, ona azâb yapması yakındır.)
Yedinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i
şerîf)in haseninde [hasen hadîslerinde], Enes “radıyallahü teâlâ
anh” rivâyet etmişdir. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ümmetimde
Eshâbım tuz gibidir. Yemek ancak tuz ile lezzetli olur.) Abdüllah
bin Zübeyr “radıyallahü anh” babasından nakl etdiği hadîs-i
şerîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Kıyâmet günü,
eshâbımdan herbiri, kabrlerinden kalkarken, vefât etdiği memleketin bütün
mü’minlerinin önlerine düşerek ve onlara nûr ve ışık saçarak, arasat meydânına
götürürler.) İbni Mes’ûd “radıyallahü anh” hazretleri rivâyet
etmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” buyurdular ki: (Eshâbımdan bana, beni
rencîde edecek birşey söylemeyiniz. Ben onların yanına kalbim selîm olarak
çıkmak isterim!) Ya’nî Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri arzû eder ki, dünyâdan o hâlde
çıkmak is-
ter ki, kalb-i şerîfleri
Eshâbından râzı olsun. Onlardan birisine hıkd [kin] bağlamış olmasın. Onun için
onlarla alâkalı iyi olmıyan şeyleri bildirmeyin demekdir.
Sekizinci Menâkıb: (Ravda-tül ulemâ) kitâbı yirmiyedinci bâbda, Eshâb-ı
kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” üstünlükleri beyân olunmuşdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerinin hadîs-i şerîflerine uymak ve
taklîd etmek câizdir. Bunda ihtilâf yokdur. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân”
kavl-i şerîflerini taklîd câiz midir, değil midir, ihtilâf etdiler.
Âlimlerimiz, zâhir usûlde dediler ki, câizdir. Bütün Sahâbenin kavlleri
huccetdir. Ma’nâlarını bilmeden, onu tasdîk ederiz ve amel ederiz. Hattâ İmâm-ı
a’zam “rahimehullah” hazretlerinden rivâyet olunmuş ki, kendisine soruldu:
Sizin sözleriniz, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kitâbı Kur’ân-ı kerîme
muhâlif olursa, ne yapmak gerekdir. Buyurdu ki: Benim kavlimi terk edip,
Kitâbullaha uyunuz [onun bildirdiği gibi yapınız!]. Yine soruldu: Sizin
kavliniz Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” kavline muhâlif olursa, ne yapmak gerekdir. Buyurdu ki: Benim
kavlimi terk edip, Resûlullahın kavli ile amel
ediniz. Sonra yine soruldu: Sahâbe-i güzîn hazretlerinin kavlleri, senin
kavline muhâlif olursa, ne yapmak lâzımdır. Buyurdu ki: Benim kavlimi terk
edip, Sahâbe-i kirâmın kavlini tutunuz. Denildi ki, tâbi’înin kavli senin
kavline muhâlif olursa, ne yapmak lâzımdır. Buyurdu ki: Biz de onlar gibiyiz.
Avâmın kavlini taklîd câiz değildir. Zâhir olan âlimlerimizden rivâyet olunur
ki, Sahâbe-i güzînin kavlleri, sözleri hüccetdir. Kavlleri taklîd olunur.
İmâm-ı Şâfi’î “rahimehullahü
teâlâ” zâhir usûlünde dedi ki, Sahâbe-i güzîn hazretlerinden her bir kimsenin
kavli taklîd olunmaz. İmâm-ı Şâfi’î mezhebi âlimlerinden ba’zıları dediler ki,
dört kimsenin kavli taklîd olunur. Onlar (Halîfe-i
râşid)dir. Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alî “radıyallahü teâlâ anhüm
ecma’în”. Biz deriz ki, bütün Eshâb-ı kirâmın kavlleri taklîd olunur. Ondan
dolayı Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Bir hadîs-i
şerîfde buyurdular ki: (Eshâbım gökdeki
yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz!) Ondan
dolayı ki, ümmeti bunun
üzerine icmâ’ etmişdir ki,
insanların en üstünleri, en efdalleri Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretlerinin Eshâbıdır. Eğer kavlleri taklîd olunmasa, diğer
ümmetler üzerine üstünlükleri açık olmazdı. Allahü teâlâ hazretleri onların
fazîletlerini, üstünlüklerini bildirmek için Âl-i İmrân sûresi
159.cu âyet-i kerîmesini gönderdi.
Meâl-i şerîfi, (Allahü teâlânın rahmeti
ile sen onlara suhûlet gösterirsin. Eğer sen, kötü yaratılışlı, katı kalbli
olsa idin, onlar yanından dağılırlar idi. Onları afv et. Onların magfiretini
iste ve işlerinde onlar ile müşâvere et!) olan
bu âyet-i kerîme, Eshâb-ı güzînin fazîletleri üzerine ve onların kavllerine
ittibâ’ üzerine delîldir. Aslında Resûl-i ekrem
hazretleri onlar ile müşâvereye muhtâc değildi. Bununla berâber emr olundu. (Ravda-tül ülemâ) kitâbının sözü temâm oldu.
(Mîzân-i Şa’rânî) kitâbında, İmâm-ı Şâfi’î
hazretlerinin (Rey’ sâhibleri ve onlardan sakınmak) ile alâkalı sözünün nakl
edildiği faslda, İbni Salâhdan “rahimehullah” şöyle rivâyet etmişdir. Hadîs
ilminde nakl etmiş ki, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri (Risâle-i
kadîme)sinde, Sahâbe-i güzîn hazretleri üzerine senâdan sonra dedi
ki, onlar o senâya ehldir. (Sahâbe, ilm, ictihâd, vera’ ve akl bakımından
bizden üstündür. Onların rey’lerini çok beğeniriz. Bize göre, bizim
rey’lerimizden evlâdır!) buyurmuşdur. Beyhekî de rivâyet etmişdir ki, İmâm-ı
Şâfi’î hazretlerine soruldu; (yaya olarak hacca gideceğim diye nezr eden bir
kimse, sözünde durmasa ne yapması lâzım gelir.) Yemîn keffâreti verir diye
cevâb vermişdir. Süâl eden kimse bu fetvâ karşısında duraklayınca, İmâm-ı Şâfi’î
buyurmuş ki, (Benden çok üstün olan İbni Ebî Ribâh “radıyallahü teâlâ anh” da
böyle fetvâ verdi. [Bu zât sahâbeden idi.]) Yine (Mîzân)da
bundan evvel beyân buyurmuşlardır ki, İmâm-ı Şâfi’î; Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîflerinden
başka, Eshâb-ı kirâmın ve tâbi’înin sözlerinden de ictihâd ederken
fâidelenmişlerdir. Yine (Mîzân)da,
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretlerinin, fazîleti, makâmı ve ilmi beyânında nakl
olunmuş ki, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri; İmâm-ı a’zamın kabrini ziyâret sırasında,
ictihâdını terk etdi. Sabâh nemâzı vaktinde, sabâh nemâzını kıldı. Sonra
buyurdu: (Ben nasıl okuyayım, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin huzûrunda ki, o sabâh
nemâzı kılarken kunût okumamış-
dır.) İmâm-ı Şâfi’î de, edebini
gözetmekden dolayı okumadı. Böylece edeb kapısını açdı. Bütün müctehidlere ve
kavllerine, iyi düşünülmesini, ictihâdlarından dolayı kötülenemiyeceğinin
bilinmesinin lâzım olduğunu ve bunların Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sözlerinden delîller çıkararak ictihâd etdiklerini
bildirmek istedi. Yine (Mîzân)da nakl
etmişdir ki, İmâm-ı Şâfi’î hazretleri buyurdu ki, her zemânda hadîs âlimleri
Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” gibidir. Zemân-ı
şerîflerinde buyururlardı ki, (Ben hadîs âlimlerinden birisini görsem, güyâ Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerinin Eshâb-ı güzîninden birisini görmüş gibi olurum!) (Mîzân)ın sözü temâm oldu. Ma’lûmdur ki, (Mîzân)dan nakl olan (Ravda)dan
nakl olunanı nakz eder. İmâm-ı Şâfi’î hakkında ve onların yüksek şânlarına
lâyık olan da budur.
Evliyânın efdali,
Sıddîk-ı ekber, ba’dehu Fârûk,
ve Zinnûreynden sonra, Alîdir ol Velîyullah.
Kalan Eshâbı hem ki,
cümlesinin zikri hayrolsun,
cemî’i Âl-ü Eshâb-ı kirâmı severim fillah.
Aşere-i mübeşşere ve
Fâtıma, Hasen ve Hüseyn,
bu ümmetden bunlara Cennet ile neşhedü billah.
Ve gayri kimseye aynîle
Cennetlik denilmez ki,
o gaybe hükm olur, gaybi ne bilsin kimse gayrillah.
Ve Eshâb-ı kirâmın
cümlesinden sonra ümmetden,
cemî’i Tâbi’în
olmuşdur, efdalü Evliyaillah.