İMÂM-I HÂDÎ ALÎ BİN MUHAMMED

“radıyallahü anh”

İmâm-ı Muhammed Takînin “radıyallahü anh” oğludur. Oniki imâmın onuncusudur. İsmi Alîdir. Künyesi Ebül Hasendir. Kendisine üçüncü Ebül Hasen de denilmişdir. Lakabı Hâdîdir. Askerî lakabıyla meşhûrdur. Annesi bir câriyedir. Annesi halîfe Me’mûnun kızı Ümmü Fadldır diyenler de vardır. Hicretin ikiyüzondört senesinde, Receb ayının onüçünde, Medînede doğdu. Hicretin ikiyüzellidört senesinde cemâziyelâhir ayının sonunda, pazartesi günü Bağdâdın Sermenray nâhiyesinde vefât etdi. Kabri, Sermenrayda kendi serâyındadır. Kum beldesinde olduğunu söyliyenler de vardır. Fekat bu doğru değildir. Kum beldesinde Mûsâ Kâzımın “radıyallahü anh” kızı Fâtımanın “radıyallahü anhâ” meşhedi vardır. Mûsâ Kâzım “radıyallahü anh” bu kızı için, Fâtımayı kim ziyâret ederse Cennete gider, buyurmuşdur. Bu sözü

-384-

İmâm-ı Alî Rızâ “radıyallahü anh” nakl etmişdir.

● İmâm-ı Hâdînin “radıyallahü anh” menkıbelerinden biri şöyledir: Bir gün Sermenray civârında bir köye gitmişdi. Bir köylü kendisini görmek istedi. Falan köye gitdi, dediler. Arayan kimse o köye gitdi ve huzûruna vardı. İmâm-ı Hâdî “radıyallahü anh” o köylü kimseye ne isteğin var diye sordu. Köylü, ben hazret-i Alînin “radıyallahü anh” sevenlerindenim. Çok borcum var. Epey zemân geçmesine rağmen borçlarımı ödeyemedim. Benden bu borç yükünü kaldıracak sizden başka kimse bilmiyorum, dedi. İmâm-ı Hâdî hazretleri o köylüye, hiç üzülme buyurdu. O gece onu misâfir etdi. Sabâhleyin İmâm-ı Hâdî “radıyallahü anh” köylüye sana bir söz söyliyeceğim. O sözü aynen yerine getireceksin, buyurdu. Köylü, sözünüze aykırı bir iş yapmam, dedi. Köylü için, bir kâğıda, falan kimsenin şu kadar borcu, benim borcumdur diye yazdı. Yazdığı mikdâr köylünün borclu olduğu mikdârdan fazla idi. Kâğıdı köylüye verdi ve şöyle dedi: Ben yakında Sermenraya döneceğim. Bir cemâ’at içinde otururken, bu kâğıdı bana getir. Borcunu iste ve benimle ağır konuş buyurdu. Köylü baş üstüne efendim diyerek kâğıdı alıp gitdi. İmâm-ı Hâdî “radıyallahü anh” Sermenraya döndü. Halîfenin adamlarının ve diğer kimselerin bulunduğu bir topluluk arasında oturduğu bir sırada, o köylü geldi. Kâğıdı çıkarıp, İmâm-ı Hâdîden “radıyallahü anh” borcunu istedi. İmâm-ı Hâdî hazretleri gâyet yumuşak konuşarak özr beyân etdi ve falan gün ödeyeyim diye söz verdi. Bu durumu halîfe Mütevekkil duydu. İmâm-ı Hâdî hazretlerine otuz bin akçe gönderdi. Va’d edilen gün köylü geldi. Otuz bin akçeyi köylü kimseye verip, bununla borcunu öde, kalanını da evine harcarsın, buyurdu. Köylü, ey Resûlullahın torunu! Ben bu paranın üçde birine râzı idim. Fekat Allahü teâlâ ne kadar göndereceğini dahâ iyi bilir, dedi.

● Halîfe Mütevekkil hastalanıp, vücûdunda bir çıban çıkmışdı. Çok ağrı ve şiddetli ateş yapıyordu. Tabîbler ilâc bulamadılar. Neredeyse ölecekdi. Annesi Mütevekkil iyileşirse, kendi mâlımdan İmâm-ı Hâdî hazretlerine çok mâl göndere-

-385-

ceğim diye, nezr etdi. Bir gün halîfe Mütevekkilin yakın adamlarından Feth bin Hâkân, İmâm-ı Hâdîden de “radıyallahü anh” bir ilâc soralım, dedi. Bir kimse göndererek ondan ilâc sordurdular. İmâm-ı Hâdî hazretleri, falan şeyi çıbanın üzerine koyun, Allahü teâlânın izniyle fâideli olur, dedi. Bu haber Mütevekkilin meclisine ulaşınca, orada bulunanlar gülüşdüler ve alay etdiler. Feth bin Hâkân tecribe edelim, zararımız olmaz dedi. İmâm-ı Hâdî hazretlerinin söylediği şeyi çıbanın üzerine koydular. Çıban yarılıp, içindeki cerâhat boşaldı. Halîfe Mütevekkilin iyileşdiğini annesi duyunca, on bin dinârı bir keseye koydu ve kendi mührüyle kesenin ağzını mührleyerek, İmâm-ı Hâdî hazretlerine gönderdi.

Halîfe Mütevekkil tam sıhhate kavuşdukdan bir kaç gün sonra, bir kimse halîfeye İmâm-ı Hâdînin “radıyallahü anh” yanında çok mâl ve sayısız silâh var diye şikâyet etdi. Halîfe, vezîri Sa’îde, gece yarısı İmâm-ı Hâdînin evine girmesini ve orada bulduğu mâl ve silâhları kendisine getirmesini emr etdi. Vezîr Sa’îd şöyle anlatmışdır: Yanıma bir merdiven aldım. Gidip evinin damına çıkdım ve bacadan içeri girdim. Karanlık olduğundan ne tarafa gideceğimi şaşırdım. O sırada İmâm-ı Hâdînin “radıyallahü anh” sesini duydum. Ey Sa’îd! Biraz bekle, mum getirsinler, buyurdu. Mum gelince, aşağı indim. İmâm-ı Hâdî hazretleri yünden bir elbise giymiş, başında da yünden bir takke vardı. Hasır bir seccâde üzerinde kıbleye karşı oturuyordu. Ey Sa’îd! İşte odalar, ara buyurdu. Odaları aradım, bana söylendiği gibi mâl ve silâh yokdu. Sâdece halîfe Mütevekkilin annesinin gönderdiği kese, ağzı mührlü olarak duruyordu. Onun yanında mührlü bir kese dahâ vardı. İmâm-ı Hâdî hazretleri seccâdeye de bak buyurunca, seccâdeyi kaldırdım. Altında kınında sokulu bir kılıc vardı. Keseleri ve kılıcı aldım, Mütevekkile götürdüm. Halîfe Mütevekkil annesinin mührüyle mührlü keseyi görünce merâk edip sordu. Hâdiseyi anlatdılar. Halîfe Mütevekkil bir kese dinâr da kendisi koyup, getirdiklerimi aynen geri götürmemi emr etdi. İmâm-ı Hâdî hazretlerinin huzûruna varıp, mahcûb bir hâlde, efendim,

-386-

iznsiz evinize girmek bana çok zor geldi. Fekat bana böyle emr edildi, dedim. O zemân, meâl-i şerîfi, (... Haksızlık edenler hangi âkıbete döndürüleceklerini yakında bileceklerdir) olan Şu’ârâ sûresi 227.ci âyet-i kerîmesini okudu.

● Halîfe Mütevekkil, İmâm-ı Hâdîyi “radıyallahü anh” Medîneden Irak tarafına çağırdı. Sermenraya varınca, onu Hân-üssâdık denilen kötü bir yerde konaklatdılar. İmâm-ı Hâdî hazretlerini sevenlerden Sâlih bin Sa’îd huzûruna girip, efendim cânım size fedâ olsun, bunlar sizin kıymetinizi gizlemek ve nûrunuzu söndürmek istiyorlar. Çünki, sizi böyle kötü bir yerde konaklatdılar, dedi. İmâm-ı Hâdî “radıyallahü anh” ona, ey İbni Sa’îd! Sen henüz bu derecede misin buyurdu. Sonra mubârek eliyle işâret etdi. Sâlih bin Sa’îd şöyle demişdir: O sırada güzel bağçeler içinde serâylar, ırmaklar, hûrîler ve inci gibi dizilmiş vildânlar gördüm. Hayrete düşdüm. Bana, ey İbni Sa’îd! Biz nerede olursak, bunlar bizimle berâberdir. Biz bu kötü konaklama yerinde değiliz, buyurdu.

● Bir kimse şöyle anlatmışdır: Hânımım hâmile idi. Bir oğlumun olması için İmâm-ı Hâdî hazretlerinden düâ istedim. Oğlun olacak, adını Muhammed koy buyurdu. Oğlum oldu ve adını Muhammed koydum.

● Yine bir kimse anlatmışdır: Hânımım hâmile idi. Çocuğumun oğlan olması için İmâm-ı Hâdîden “radıyallahü anh” düâ istedim. Çok kız vardır ki erkek evlâddan hayrlıdır buyurdu. Kızım oldu.

● Bir şahs imâm-ı Hâdîye “radıyallahü anh”, Kûfe kâdîsı bana çok eziyyet ediyor diye şikâyet etdi. Ona iki ay dahâ sabr et buyurdu. İki ay sonra o kâdî vazîfesinden atıldı.

● Halîfe Mütevekkil evinde çeşîdli kuşlar bulundururdu. Kuşların sesinden gelenlerin sözlerini anlayamazdı. Gelenler de Mütevekkilin sözlerini anlayamazlardı. İmâm-ı Hâdî “radıyallahü anh” gelip içeri girince, kuşlar susar, çıkınca, tekrâr ötmeğe başlarlardı.

-387-

● Hindistândan gözboyayıcı bir sihrbâz gelmiş. Garîb gösteriler yapıyordu. Mütevekkil onu çağırıp, eğer bir oyun göstererek İmâm-ı Hâdî Alî bin Muhammedi mahcûb edebilirsen, sana bin dinâr vereceğim, dedi. Sihrbâz, olur, yaparım. Fekat bir yemek ve yanına birkaç yufka getirin ve beni onun yanına oturtun, dedi. Söylediği gibi yapdılar. İmâm-ı Hâdî “radıyallahü anh” bir parça ekmek almak istedi. Sihrbâz birşeyler yapdı. Ekmek önünden ucdu. Bu işi üç def’a yapdı. Orada bulunanlar gülüşdüler. Odadaki bir divân yasdığı üzerinde aslan resmi vardı. İmâm-ı Hâdî hazretleri o aslan resmine işâret ederek bunu tut, dedi. O resm cânlı bir aslan oldu. Sıçrayıp sihrbâzı yutdu. Sonra tekrâr yasdığa gidip, resm hâlini aldı. Mütevekkil sihrbâzı geri çıkarması için İmâm-ı Hâdîden “radıyallahü anh” çok istediyse de kabûl etmedi. Vallahi Allahın düşmânlarını dostlarına musallat edeni, aslâ göremezsiniz, buyurdu. Sonra oradan ayrıldı. Bu hâdiseden sonra o sihrbâzı kimse göremedi.

● Bir gün İmâm-ı Hâdî “radıyallahü anh” halîfenin evlâdından birinin düğün yemeğinde bulundu. Herkes edeble oturuyordu. Yalnız bir genç çok konuşarak ve gülerek edebsizlik ediyordu. İmâm-ı Hâdî hazretleri ona ey genç, ağız dolusu gülüyorsun ve Allahü teâlânın zikrinden gâfil oluyorsun! Hâlbuki sen üç gün sonra kabrde olacaksın, buyurdu. Genç, bu sözleri duyunca, edebsizlikden vazgeçdi. Sonra yemek yiyip dağıldılar. Ertesi gün o genç hastalandı ve üç gün sonra vefât etdi.

● Yine bir gün düğün yemeğinde idiler. Samîra ehlinden bir kimse boş sözler söylüyor, imâm-ı Hâdî hazretlerine gereken hürmeti göstermiyordu. İmâm-ı Hâdî “radıyallahü anh” bu kimsenin evinden acı bir haber gelecek, bu yemeklerden yiyemeyecek, buyurdu. Yemekler hâzırlanınca, o kimse ellerini yıkayıp, yemeği yiyeceği sırada, hizmetcisi ağlayarak içeri girdi. O kimseye, annen damdan düşdü, ölmek üzeredir. Hemen yetiş, ölmeden önce onu gör dedi. O şahs yemek yiyemeden kalkıp gitdi.

-388-