İMÂM-I TAKÎ MUHAMMED BİN ALÎ

“radıyallahü anh”

İsmi Muhammed bin Alîdir. Oniki imâmın dokuzuncusudur. İmâm-ı Alî Rızânın “radıyallahü anh” oğludur. Künyesi Ebû Ca’ferdir. Künyesi ve ismi İmâm-ı Muhammed Bâkıra “radıyallahü anh” benzediği için kendisine Ebû Ca’fer-i Sânî de denilmişdir. Lakabı Takî ve Cevâddır. Annesi Hayrzâne veyâ Reyhâne adında bir câriye idi. Hicretin yüzdoksanbeşinci senesinde Receb ayının onunda, Cum’a günü Medînede doğdu. Hicretin ikiyüzyirminci senesinde, Zilhicce ayının altısında Salı günü vefât etdi. Kabri Bağdâdda, dedesi Mûsâ Kâzımın “radıyallahü anh” kabrinin arkasındadır.

İmâm-ı Muhammed Takî “radıyallahü anh” dahâ küçük yaşda iken, edebi ve ilmi o derece idi ki, halîfe Me’mûn ona hayrân olup, kızı Ümmü Fadlı ona nikâhlayarak Medîneye göndermişdir. Me’mûn ona her sene bin dirhem gönderirdi.

● İmâm-ı Muhammed Takî “radıyallahü anh” babasının vefâtında onbir yaşında idi. Bağdâdın mahâllelerinin birinde arkadaşlarıyla bir yol üzerinde duruyorlardı. Halîfe Me’mûn ava giderken o yoldan geçdi. Bütün çocuklar yoldan kaçdılar. İmâm-ı Muhammed Takî “radıyallahü anh” yerinde durdu. Me’mûn gelip ona biraz bakdı. Allahü teâlâ gönüllerde ona karşı muhabbet vermişdi. Halîfe ona, arkadaşların yoldan çekildiler, sen niçin durdun diye sordu. Yol dar değil ki, ben kenâra çekilince yol açılsın. Suçum da yokdur ki, senden korkup kaçayım. Sana hüsn-ü zannım vardır ki, sen suçsuz kimseyi incitmezsin, buyurdu. Onun güzel yüzü ve tatlı sözü, halîfe Me’mûnun çok hoşuna gitdi. Senin ismin nedir diye sordu. Muhammeddir, dedi. Kimin oğlusun diye sordu. İmâm-ı Alî Rızânın “radıyallahü anh” oğluyum, dedi. Me’mûn babasını rahmetle andı ve ondan râzı olduğunu söyledi. Sonra yoluna devâm etdi. Şehrden uzaklaşınca, yanındaki doğan kuşlarından birini av için bir su gölüne saldı. Doğan kuşu gözden kayboldu ve bir müddet sonra havâdan aşağı indi. Pençesinde küçük bir balık getir-

-381-

mişdi. Balık yarı canlı idi. Me’mûn hayret etdi. Balığı kendi eline aldı ve geri döndüler. Yine İmâm-ı Muhammed Takînin “radıyallahü anh” arkadaşlarıyla birlikde bulunduğu yoldan geçiyorlardı. Bütün çocuklar yoldan kaçdılar. Muhammed Takî “radıyallahü anh” yerinden ayrılmadı. Me’mûn yanına gelip, ey Muhammed, elimdeki nedir diye sordu. Allahü teâlâ denizde küçük bir balık yaratdı. Melik ve halîfenin doğan kuşları da onu avladı. Bunu bana Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Ehl-i beytinin sülâlesi haber verdi, buyurdu. Me’mûn hayret etdi ve İmâm-ı Muhammed Takînin yüzüne biraz dahâ bakdı ve sen hakîkaten İmâm-ı Rızânın “radıyallahü anh” oğlusun, dedi. Ona ihsân ve ikrâmlarını artdırdı.

● Halîfe Me’mûnun kızı ve İmâm-ı Muhammed Takînin “radıyallahü anh” hanımı olan Ümmü Fadl, babası Me’mûna mektûb yazarak, İmâm-ı Muhammed Takînin kendisinin üzerine câriye ve hanım almak istediğini şikâyet etdi. Me’mûn cevâb yazarak, seni İmâm-ı Muhammed Takîye verirken, Allahü teâlânın ona halâl etdiğini harâm etmedim. Bundan sonra bana bu konuda şikâyet mektûbu yazma, dedi.

● İmâm-ı Muhammed Takî “radıyallahü anh” buyurdu ki: Zâlimin adâletle geçen günü, mazlûmun zulm edilen gününden dahâ ağır gelir. Câhiller çoğalınca, âlimler onlar arasında garîblerdir. Musîbete sabr, kötülük yapan için musîbetdir. Fâcirden yardım ümîd eden, onu seven için en küçük cezâ, mahrûm kalmakdır. İki kimse ebedî hastadır; sıhhatli olduğu hâlde perhîz yapan ve hasta olduğu hâlde perhîz yapmayan.

● Halîfe Me’mûn, kızı Ümmü Fadlı İmâm-ı Muhammed Takî “radıyallahü anh” ile nikâhlayıp, Medîneye gönderdi. Akşama doğru Kûfeye ulaşdılar. Orada konaklayıp, bir mescide girdiler. Mescidin avlusunda henüz yemiş vermemiş bir sidre, Arabistân kirazı vardı. İmâm-ı Muhammed Takî hazretleri bir ibrik su istedi. O ağacın altında abdest aldı ve nemâz kıldı. Nemâzdan sonra ağacın dibine geldi. Ağaç tâze

-382-

meyve vermişdi. Çok tatlı ve çekirdeksizdi. Orada bulunan halk, teberrüken o meyvelerden yidiler.

● Selefden bir zât şöyle anlatmışdır: Irakda idim. Şâmda bir kişiyi peygamberlik da’vâsında bulunuyor diye, zincirlere bağlayarak habs etdiklerini duydum. Habshâneye gidip, kapıcılara bir şeyler vererek o şahsın yanına girdim. Aklı ve fehmi yerinde idi. Başına gelenleri anlat dedim. Şöyle anlatdı: Şâmda hazret-i Hüseynin “radıyallahü anh” mubârek başının medfûn bulunduğu söylenen mescidde ibâdet ediyordum. Karşıma âniden bir zât çıkdı. Bana kalk dedi, kalkdım. Biraz yürüdük. Kendimi Kûfe mescidinde buldum. O zât burası neresidir, diye sordu. Kûfe mescididir dedim. Nemâza durdu. Ben de nemâza durdum. Nemâz bitince dışarı çıkdı. Ben de onunla berâber çıkdım. Bir müddet yürüdük. Kendimi Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mescidinde buldum. Ravda-i Resûle “sallallahü aleyhi ve sellem” selâm verdim. O zât orada da nemâz kılmağa başladı. Ben de nemâza durdum. Nemâz bitince dışarı çıkdı. Ben de onunla çıkdım. Bir müddet yürüdük. Mekkeye varmışdık. Kâ’beyi tavâf edip, dışarı çıkdık. O zât gözden kayboldu. Ben kendimi Şâmda ibâdet etdiğim mescidde buldum. Bu hâle hayret etdim. O zâtın kim olduğunu anlayamadım. Ertesi sene aynı vaktde o zât beni yine yanına alıp, aynı yerleri dolaşdırdı. Ayrılacağı zemân, bu gördüklerimi yaratan Allahü teâlâ hakkı için, siz kimsiniz diye sordum. İmâm-ı Muhammed Takî bin Alîyim buyurdu. Sabâhleyin bu hâdiseyi tanıdıklarıma anlatdım. Şâm vâlîsi bunları duymuş. Beni peygamberlik da’vâsında bulunuyor diye, yakalayıp bu habse atdılar, dedi.

Şâm vâlîsine bir mektûb yazarak bu durumu anlatdım. Vâlî mektûbun arkasına: O şahsı bir gecede, Şâmdan Kûfeye götüren kimse, onu bizim habshânemizden kurtarsın diye yazmışdı. Bu söz bana çok ağır geldi ve çok üzüldüm. Durumu o şahsa bildirmek üzere habshâneye gitdim. Bir de bakdım ki, vâlînin adamları telâşlı ve sıkıntı içindeler. Ne oldu diye sordum. Peygamberlik da’vâsında bulunuyor diye habs

-383-

edilen kimse kayboldu. Bilemiyoruz ki onu yer mi yutdu, yoksa gök kuşları mı kapdı diyorlardı.

● Halîfe Me’mûn vefât edince, İmâm-ı Muhammed Takî “radıyallahü anh” bizim kurtuluşumuz, otuz ay sonradır buyurdu. Otuz ay geçdikden sonra o da vefât etdi.

● Bir şahs şöyle anlatmışdır: İmâm-ı Muhammed Takînin “radıyallahü anh” huzûruna gidip, falan sâliha hanım size düâ ediyor ve kendisine kefen yapmak için bir elbisenizi istiyor, dedim. O sâliha hanımın elbiseye ihtiyâcı kalmamışdır, buyurdu. Bu sözün ma’nâsını anlayamamışdım. Sonra o sâliha hanımın onüç veyâ ondört gün önce vefât etdiğini haber aldım.

● Bir kimse şöyle anlatmışdır: Bir arkadaşla sefere çıkacakdık. Vedâ etmek için İmâm-ı Muhammed Takîye “radıyallahü anh” gitdik. Bu gün sefere çıkmayınız. Sabr edin, yârın gidiniz, buyurdu. Huzûrundan ayrılınca, arkadaşım benim yüklerim gitdi. Ben bu gün yola çıkacağım dedi ve yola çıkdı. Gece konakladığı dereye sel gelip, selde boğuldu.