Eshâb-ı kirâmdan ve eimme-i ı’zâmdan “rıdvânullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” bildirilen peygamberlik delîlleri ve müjdeleri:
● Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbının “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve Ehl-i beytinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, diğer ümmetlerden üstün ve fazîletli olduklarına i’tikâd etmek dînî bir vecîbe ve islâm akâidindendir. Selef-i sâlihînin onlar hakkında nakl etdikleri hadîs-i şerîflere ve menkıbelerine i’timâd ederiz. Doğru olduğuna inanırız. Onların arasında vukû’ bulan ihtilâflar ve muhârebeler hakkında susarız, konuşmayız. Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi aleyh” şöyle buyurmuşdur: “Allahü teâlâ bizim ellerimizi onların kanlarına bulaşdırmadığı gibi, biz de dillerimizi bulaşdırmayız. Onların işleri hakkında konuşmayız, Allahü teâlâya bırakırız.” Onlardan ba’zısı ba’zısından efdal de olsa, işlerinin derinliğine dalmayız. Bunları onların yüksek ilmlerine ve üstün akllarına havâle ederiz. Zîrâ onlar her ne iş yapmışlarsa ve onlardan her ne iş meydâna gelmişse, o işin bir hikmeti vardır ve sünnet-i seniyyeye uygundur. Onlar hidâyet ehlidirler ve dalâlet üzerinde birleşmezler. Her ne kadar ba’zı husûslarda ittifâk etmeyip, ihtilâfa düşmüş olsalar da, bunlar yüksek ictihâdları, Hakka sarılmaları ve dîne bağlılıkları sebebiyle vukû’ bulmuşdur. Kıyâmet günü bu işlerinden dolayı hesâba çekilmezler. Bilakis kendi ictihâdlarına göre hareket etdikleri için sevâba kavuşacaklardır. Onlar Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetiyle ve dînin yayılmasında, Resûlullaha yardımcı olmakla şereflenmiş seçilmiş kimselerdir. Onların üstünlükleri Kur’ân-ı kerîmde bildirilmişdir.
Allahü teâlâ [Feth sûresi 18.ci âyetinde meâlen], (Ağaç
altında sana söz veren mü’minlerden Allahü teâlâ elbette râzıdır.), [Feth sûresi 29.cu âyetinde meâlen] (Muhammed “aleyhisselâm” Allahın Resûlüdür. Onun yanında bulunanlar (Eshâb-ı kirâm) kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gâyet merhametlidirler. Onları rükû’ ve secde ederken (nemâz kılarken) görürsün. Allahdan lütf ve rızâ isterler...), [Tevbe sûresi 100.cü âyetinde meâlen] (İyilik yarışında önceliği kazanan muhâcirler ve ensâr ve onlara güzelce uyanlardan Allah râzı olmuşdur. Onlar da Allahdan râzıdırlar...) buyurmuşdur.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yıldızlar gök ehli için sığınakdır. Ben Eshâbım için sığınağım. Eshâbım da ümmetim için sığınakdır. Hangisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz. Eshâbıma dil uzatmayınız! Ümmetimden herhangi biri, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshâbımın bir müd arpa sadakasına verilen sevâba kavuşamaz.)
İmrân bin Husaynın “radıyallahü anh” rivâyet etdiği bir hadîs-i şerîfde şöyle buyrulmuşdur: (Zemânlar, asrlar ehâlisinin en hayrlısı, en iyisi benim asrımın ehâlisidir. [Ya’nî Sahâbe-i kirâmın hepsidir.] Ondan sonra ikinci asrın, ondan sonra üçüncü asrın mü’minleridir.) Bu hadîs-i şerîfi Buhârî, Müslim ve Tirmizî “rahimehümullah” bildirmişlerdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfde de: (Beni gören veyâ beni görenleri gören müslimânı Cehennem ateşi yakmaz) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfi Tirmizî “rahmetullahi aleyh” bildirmişdir. Diğer bir hadîs-i şerîfde ise: (Beni görenlere ne mutlu ve Eshâbımı sevenlere ne mutlu, çünki sizin en hayrlınızdır) buyruldu. Eshâb-ı kirâmın kalbleri Allahü teâlâya kavuşmuş ve Onda fânî olmuşlardır. Konuşdukları zemân hakkı söylerler. Hükmetdikleri zemân adâletle hükmederler. Allahü teâlâ [A’râf sûresi 181.ci âyetinde meâlen], (Yaratdıklarımızdan bir ümmet vardır ki, hakkı gösterirler ve onunla hükmederler) buyurdu. Eshâb-ı kirâmın fazîleti hakkında Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ” buyurmuşdur ki: Resûlullahdan “sallallahü aleyhi-
ve sellem” sonra bu ümmetin en üstünü hazret-i Ebû Bekrdir. Sonra hazret-i Ömer, sonra hazret-i Osmân, sonra hazret-i Alîdir. Sefînenin “radıyallahü anh” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: “Benden sonra halîfelik otuz senedir. Ondan sonra melikler olur” buyurmuşdur. Ebû Dâvüd “rahmetullahi aleyh” (Kitâb-ı Sünen) adlı risâlesinde, İbni Ömerden rivâyet ederek şöyle bildirmişdir: Ümmet-i Muhammedin, Peygamberlerden sonra en fazîletlisi hazret-i Ebû Bekrdir. Ondan sonra hazret-i Ömerdir. Ondan sonra hazret-i Osmândır. Ondan sonra hazret-i Alîdir “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Muhammed bin Hanefîyye şöyle demişdir: Babam hazret-i Alîye “radıyallahü anh”, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” sonra bu ümmetin en hayrlısı kimdir, diye sordum. Hazret-i Ebû Bekrdir, dedi. Ondan sonra kimdir, dedim. Hazret-i Ömerdir, dedi. Hazret-i Osmândır diyeceğini düşünerek, ondan sonra kimdir diye sormadan, Ondan sonra sen misin, dedim. Ben müslimânlardan biriyim, dedi. Bunu Buhârî ve Ebû Dâvüd “rahimehümallah” nakl etmişlerdir.
● Süveyde ibni Gafele “radıyallahü teâlâ anh” şöyle anlatmışdır: Hazret-i Alîye “radıyallahü anh” şöyle dedim: Şîâdan bir cemâ’atin yanına uğramışdım. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömerden “radıyallahü anhümâ” bahsediyorlardı ve onların aleyhinde konuşuyorlardı. Şâyet onlar, senin bu ikisi hakkında kalbinde gizlediğin şeyi bilmeselerdi, böyle konuşmazlardı. Benim bu sözlerim üzerine hazret-i Alî “radıyallahü anh”: “Böyle bir şeyi kalbimde gizlemekden Allahü teâlâya sığınırım. Kalbimde onlara karşı iyi düşünceden başka birşey yokdur. Çünki onlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” çok yakın iki dostu ve iki vezîridirler” buyurdu. Sonra ağlayarak, gözlerinden yaşlar akarak ve elimden tutup kalkdı. Beyâz sakalını avucuna alıp, üzgün ve düşünceli bir hâlde minbere çıkdı. İnsanlar toplanınca ayağa kalkdı. Kısa, fekat çok belâgatlı bir hutbe okudu. Buyurdu ki: “Bir takım kimselere ne oluyor ki, Kureyşin iki büyüğü
ve müslimânların babaları gibi olan hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer “radıyallahü anhümâ” hakkında, onların şânına yakışmayan şeyler konuşuyorlar ve bunları da bana isnâd ediyorlar! Bu sözleri söyliyenler cezâlandırılırlar. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, o ikisini ancak mü’min olanlar sever. Fâcir ve alçak olandan başkası da onlara buğz etmez. Sizin içinizde onlara denk kim olabilir. Onları seven beni sevmiş olur. Onlara buğz eden bana buğz etmiş olur. Ben onlara buğz edenlerden uzağım. Biliniz ki, bu ümmetde Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” sonra, insanların en üstünü Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü anh”. İslâmiyyete ondan dahâ çok hizmet eden yokdur. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” en sevgili olan odur. Resûlullahdan sonra bu ümmet içinde, Allahü teâlâ katında Ebû Bekrden dahâ kıymetli, dahâ hayrlı, dünyâda ve âhıretde ondan dahâ üstün kimse yokdur. Yine Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr-i Sıddîkdan “radıyallahü anh” sonra bu ümmet içinde insanların en hayrlısı Ömer-ül-Fârûk, sonra Osmân-ı Zinnûreyndir “radıyallahü anhümâ”. Sonra benim. Onlar hakkında bana isnâd etdiğiniz yalan sözleri red ediyorum. Sizin bu husûsda Allahü teâlâya karşı hiçbir delîliniz yokdur. Kendim için, sizin için ve diğer bütün müslimân kardeşlerim için istigfâr ediyorum.”
Hulâsâ Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm ecma’în” arasında bu dördü, fazîlet, ihsân ve iyilik, herkesin hürmet ve saygısını kazanmak, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” halîfeleri olmak bakımından, muhâcirlerin büyükleri ve islâma yardımda en önde gelen seçilmiş zâtlardır. Onların büyüklüklerini akl ile anlamak mümkin değildir. Onları üstün ve yüksek bilmek, hürmet ve saygı göstermek icmâ’ ile sâbitdir. Selef-i sâlihînin yolu budur. Bunun dışındaki yollar nefse uymak, te’assub, bid’at ve sapıklıkdır. Dalâlete düşmekden dâimâ Allahü teâlâya sığınırız.
Biliniz ki hazret-i Alî “radıyallahü anh” halîfelik husûsunda ictihâd etdi ve ictihâdında isâbet etdi. O sırada hilâfete ondan dahâ lâyık kimse yokdu. Hazret-i Mu’âviye “radı-
yallahü anh” ictihâdında hatâ etdi.
İbrâhîm Hanefî “rahimehullahü teâlâ” buyurdu ki, Hasen bin Alî “radıyallahü anhümâ” halîfeliği hazret-i Mu’âviyeye teslîm edince, taraftarlarından biri ona, (ey mü’minleri zelîl eden) diye hitâb etdi. Hazret-i Hasen de “radıyallahü anh”: Ben mü’minleri azîz edenim. Babam Alîden “radıyallahü anh” duydum, buyurdu ki: “Mu’âviyenin “radıyallahü anh” halîfeliğine karşı gelmeyiniz. Çünki benden sonra bu vazîfeyi o üzerine alacakdır. Onu kaybetdiğiniz zemân, başların kopduğunu ve yere düşdüğünü görürsünüz.”
Hasen-i Basrî “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki: Hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü anh” şöyle buyurduğunu nakl eder. Bir gün Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Yanında hazret-i Hasen vardı. Bir kerre o insanların üzerine doğru gidiyor, bir kerre de insanlar ona doğru geliyorlardı. Bu sırada Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: “Benim bu oğlum seyyiddir. Ümmîd edilir ki, Allahü teâlâ bunun vâsıtasıyla müslimânlardan iki büyük cemâ’atin arasını ıslâh eder.” Bunu İmâm-ı Buhârî bildirmişdir.
Biliniz ki, Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” çocukları, babalarının kendilerine güzel terbiye vermeleri sebebiyle fazîletlidirler, üstündürler. Şübhesiz ki, hazret-i Fâtımanın “radıyallahü anhâ” evlâdları, hazret-i Ebû Bekrin, hazret-i Ömerin, hazret-i Osmânın evlâdlarından ve hazret-i Alînin hazret-i Fâtımadan “radıyallahü anhüm ecma’în” olmayan evlâdlarından üstündürler. Çünki onlar, Allahü teâlânın kendilerinden ricsi giderdiği temiz bir nesil, sülâle-i tâhiredirler. Allahü teâlâ onları tertemiz kılmışdır. Onlar Ehl-i beyt-i Resûldürler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ehl-i beytim Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Ona binen kurtulur.)
Câbir bin Abdüllah “radıyallahü anh” şöyle bildirmişdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kusvâ adlı devesi üzerinde hutbe îrâd ederken, şöyle buyurduğunu işitdim: (Ey insanlar! Size iki şey bırakıyorum. Allahü teâlânın kitâ-
bını ve Ehl-i beytimi. Onlara yapışırsanız, dalâlete düşmezsiniz.) Yine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Âl-i Muhammedi sevmek sırâtdan geçmeğe vesiledir.) Çünki Resûlullah sırât üzerinde bulunacakdır.
İbni Mâlik, İsmâ’îl bin Abdüllah bin Ca’fer-i Tayyârdan, o da hazret-i Alîden “radıyallahü teâlâ anhüm” şöyle bildirmekdedir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” gökden inen rahmete (yağmura) bakarak, kim bana düâ eder buyurdu ve iki kerre tekrâr etdi. Hazret-i Zeyneb “radıyallahü anhâ” ben düâ ederim yâ Resûlallah dedi. Bunun üzerine öyleyse Alîye, Fâtımaya, Hasene ve Hüseyne düâ et buyurdu. Sonra hazret-i Haseni sağ tarafına, hazret-i Hüseyni sol tarafına, hazret-i Alîyi ve hazret-i Fâtımayı karşısına aldı. Onların üzerini bir aba ile örtdü ve şöyle buyurdu: (Her peygamberin Ehl-i beyti vardır. Bunlar da benim Ehl-i beytimdir.) Bir rivâyetde de (Bunlar benim Ehl-i beytimdir. Benim Ehl-i beytim en iyisidir) buyurdu. Zeyneb “radıyallahü anhâ”, yâ Resûlallah, ben de sizin aranıza gireyim, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Sen yerinde dur. Sen inşâallah hayra kavuşacaksın) buyurdu. (Ayn-ül meânî) kitâbında bu hadîs-i şerîfle alâkalı olarak şöyle yazılıdır: Resûlullah da “sallallahü aleyhi ve sellem” o abanın altına girdi. Bu sırada Cebrâîl aleyhisselâm gelip, onlarla teberrük için, o da abanın altına girdi. (Keşf-üsSa’lebî) kitâbında ise şöyle denilmekdedir: Allahü teâlâ [Ahzâb sûresi 33.cü âyetinde meâlen] (... Ey Ehl-i Beyt! Şübhesiz Allah, sizin ricsden (günâhdan) uzak olmanızı istiyor) buyurdu.
Allahım! Bizi bozuk i’tikâddan, boş şeylerle uğraşmakdan kurtar. Bize eşyânın hakîkatini olduğu gibi göster. Kalblerimizi Evlâd-ı Resûlün ve Eshâb-ı kirâmın muhabbeti üzerine sâbit kıl. Bize Ehl-i sünnet vel-cemâ’at i’tikâdı üzere ölmeği nasîb eyle. Kıyâmet gününde bizi sıddîklarla, şehîdlerle haşr eyle. Şübhesiz ki Sen herşeye kâdirsin.
İmâm-ı Ahmed bin Hanbele “rahmetullahi aleyh” şöyle süâl edildi: Ey İmâm, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sel-
lem” Eshâbından “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” çok kerâmet bildirilmemişdir. Hâlbuki evliyâdan çok kerâmetler bildirilmişdir. Bunun sebebi nedir? Buyurdu ki: Onların îmânları o kadar kuvvetli idi ki, kerâmetlerle ve hârikalar ile takviye edilmeğe ihtiyâcları yokdu. Fekat diğerlerinin îmânı onların îmânları mertebesinde değildi. Bu sebeble kerâmetlerle îmânları kuvvetlendirildi.
Evliyânın büyüklerinden Şihâbüddîn Sühreverdî “kuddise sirruh” buyurdu ki: Allahü teâlâ sevdiği kullarının yakînini kuvvetlendirmek için, onlara mükâfat olarak kerâmetler ihsân eder. Onların da üstünde ba’zı kulları vardır ki, onların kalblerinden perdeler kalkmış, bâtınları yakîne ve ma’rifete kavuşmuşdur. Böyle kulların yakînlerinin ve ma’rifetlerinin kuvvetlenmesi için hârikalara, kerâmetlere ihtiyâcları yokdur. Bu sebeble Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbından kerâmetler az bildirildi. Sonra gelen evliyâdan ise çok kerâmetler görüldü. Çünki Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinde bulunmaları bereketiyle, vahyin inişine, meleklerin gelip gitmesine şâhid olmaları sebebiyle, bâtınları nûrlandı. Âhıreti görmüş gibi oldular. Dünyâya kıymet vermediler. Nefsleri tezkiye buldu, temizlendi. İslâmiyyete uygun olmayan âdetleri terk etdiler. Kalb aynaları parladı. Kendilerine ihsân edilen yüksek mertebeler sebebiyle, kendilerinden çok kerâmet görülmesine lüzûm kalmadı. Çünki, yakînleri çok kuvvetli olanlar, hikmetlerle dolu olan âlemin her zerresinde, Allahü teâlânın kudretinden, başkalarının göremediklerini görürler.
Evliyânın kerâmeti, onların irâde ve isteği dışında meydâna gelir. Kerâmet hissî ve ma’nevî olmak üzere iki kısmdır. İnsanların avâmı, hissî kerâmetlerden başkasını bilmez. Meselâ halk arasında kerâmet denince, hâtırlardan geçenleri söylemek, geçmişe ve geleceğe âid şeyleri haber vermek, su üzerinde yürümek, havada uçmak ve bir ânda bir yerden bir yere gitmek ve insanların gözünden kaybolmak, düâsı derhâl kabûl olmak gibi kerâmetler anlaşılır. Sâdece kendilerinden
böyle kerâmetler görülen kimselere evliyâ derler. Onların ibâdetleri yapıp yapmadıklarına, islâm dîninin ve tesavvufun âdâbına ri’âyet edip etmediklerine bakmazlar. Böyle i’tikâddan Allahü teâlâya sığınırız.
Ma’nevî kerâmetlere gelince, onları ancak Allahü teâlânın seçilmiş kulları bilir. İslâmiyyetin emrlerine tam uymak, ma’rifet-i ilâhiyyeye kavuşmak, hayrlı işlere koşmak, üzerine vazîfe olan şeyleri yerine getirmekde gayretli olmak, güzel ahlâk sâhibi olmak, kalbden kin, hased, kötü düşüncelerin ve diğer kötü huyların gitmesi, elinde olanı vermek, benliği terk, Allahü teâlâya karşı vazîfeleri yerine getirmek, alıp verdiği nefeslerde gafletden uzak olmak gibi hâller de ma’nevî kerâmetlerdir. Bunlarda mekr ve istidrâc bulunmaz. Bunların hepsi ahde vefâyı ve maksadın doğruluğunu ve kazâya rızâyı gösterir. Böyle olan kimselerle mukarreb melekler berâber olurlar.
Avâmın bildiği ve kerâmet olarak gördüğü şeylerde gizli mekr bulunabilir. Şâyet bunlar kerâmet ise, netîcesinin istikâmet veyâ istikâmete sebeb olması îcâb eder. Yoksa kerâmet değildir. Netîcesi istikâmet olunca, amellerden tad almak, ibâdetlerin mükâfatına ve amellerin netîcesine kavuşmak mümkindir. Eğer bir kimse, kendisinden kerâmet meydâna gelmesini isterse, âhıretde hesâba çekilebilir.
Hissî kerâmetlerden hiçbiri, kerâmet-i ma’neviyyeye dâhil değildir. Bu sebeble Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü anhüm ecma’în” hissî kerâmetler çok bildirilmemişdir. Fekat, ma’nevî kerâmetleri çok bildirilmişdir. Bu husûsda Evliyâyı kirâm onların derecesine ulaşamamışdır. Hattâ onlar, Eshâb-ı kirâmın vilâyet kandillerinden feyz almışlardır.
Evliyânın kerâmeti hakdır. Hak olduğu Kur’ân-ı kerîmde bildirilmekdedir. Allahü teâlâ [Âl-i İmrân sûresi 37.ci âyetinde meâlen] (... Zekeriyyâ ma’bedde onun yanına her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. Ey Meryem! Bu sana nereden geldi, dedi. O da, bu Allah tarafındandır. Çünki, Allah dilediğine sayısız rızk verir, dedi.) buyurdu.
Tefsîr âlimleri bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle buyurmuşlardır. Hazret-i Zekeriyyâ “salevâtullahi ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhi” hazret-i Meryemin yanına her girdiğinde, onun yanında yaz günlerinde kış meyveleri, kış günlerinde ise yaz meyveleri görürdü. Hazret-i Meryemin Peygamber olmadığı sözbirliği ile bildirilmekdedir. Bu âyet-i kerîme, Evliyânın kerâmetini inkâr edenlere karşı tam bir delîldir. Hadîs-i şerîflerden ve diğer haberlerden ise sayılamayacak kadar pek çok delîl vardır.