İKİNCİ KISM:

Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından sonra peygamberliğine delâlet eden mu’cizeleri:

Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kendinden sonra, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü teâlâ anh” halîfe olacağını haber vermişdir. Bir gün bir kadın Resûlullahın huzûruna gelip, bir şey istedi. Bir müddet sonra gel, buyurdu. Kadın, yâ Resûlallah, gelince sizi bulamazsam ne olacak, dedi. Beni bulamazsan, Ebû Bekre git. Benden sonra halîfe o olsa gerekdir, buyurdu.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kimseye birkaç deve yükü hurma verdi. O şahs, yâ Resûlallah! Senden sonra bu bağışı bana veren olmaz, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” sana veren olur, buyurdu. Kim olur diye sorunca, Ebû Bekr verir, buyurdu. O şahs bunu hazret-i Alîye “radıyallahü anh” söyledi. Hazret-i Alî o kimseye, Re-

-261-

sûlullaha gidip, Ebû Bekrden sonra kim verir, diye sor dedi. Gidip sordu. Ömer bin Hattâb, buyurdu. Bunun üzerine hazret-i Alî o şahsa, yine gidip sor, Ömer bin Hattâbdan sonra kim olur, dedi. O da gidip Resûlullaha yine sordu. Osmân ve Alî “radıyallahü anhümâ” olur, buyurdu. Hazret-i Alî bunu işitince hiçbirşey söylemedi.

● Bir bedevî Medîneye satmak için birçok kılıç getirmişdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o kılıçları veresiye satın aldı. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” o şahsı görüp, kılıçları ne yapdın, diye sordu. Resûlullaha veresiye satdım deyince, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” bir şey olursa, kılıçların parasını kimden alacaksın, dedi. O şahs bilmiyorum, gidip Resûlullaha sorayım, dedi ve gidip sordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o şahsa, senin mâlının bedelini edâ edecek, benim borcumu ödeyecek ve ahdime vefâ gösterecek olan kimse Ebû Bekrdir, buyurdu. O kimse hazret-i Alîye gelip bunu söyledi. Hazret-i Alî eğer Ebû Bekre “radıyallahü anh” birşey olursa paranı kimden alacaksın, dedi. O şahs bunu sormadım, gidip sorayım diyerek, gidip sordu. Bu sefer Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: Benim ve Ebû Bekrin başına bir iş gelirse, benim borcumu ödeyip, sözümü yerine getirecek olan kimse Ömer bin Hattâbdır, buyurdu.O şahs bunu da gidip hazret-i Alîye söyledi. Hazret-i Alî peki, Ömer bin Hattâba da “radıyallahü anh” bir şey olursa ne yaparsın, dedi. Bunun üzerine o şahs, Resûlullahın huzûruna gidip, bunu da sordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana, Ebû Bekre ve Ömere birşey olursa, sen helâk oldun, demekdir, buyurdu.

● Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir evde idik. Kapı kapalı idi. Birisi gelip kapıyı çaldı. Resûlullah bana, ey Enes bak kimdir, buyurdu. Çıkıp bakdım, gelen hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk idi. İçeri girip, Resûlullaha haber verdim. Kapıyı aç, gelen kimseyi Cennetle müjdele ve benden sonra halîfe olacağını söyle, buyurdu. Sonra bir kişi dahâ gelip kapı-

-262-

yı çaldı. Resûlullah, ey Enes, kapıya bak, buyurdu. Gidip bakdım. Hazret-i Ömer-ül Fârûk gelmişdi. Resûlullaha bildirdim. Kapıyı aç, geleni Cennet ile müjdele ve Ebû Bekrden sonra halîfe olacağını söyle buyurdu. Dahâ sonra kapı yine çalındı. Ey Enes, bak kimdir, buyurdu. Çıkıp bakdım. Hazret-i Osmân-ı zinnûreyn idi. Resûlullaha bildirdim. Kapıyı aç, onu Cennetle müjdele ve Ömer bin Hattâbdan sonra halîfe olacağını söyle ve Onu şehîd edecekler, sabr etsin, buyurdu.

● Sefîne “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mescid yapıyordu. Bir taş koydu ve Ebû Bekre “radıyallahü anh”, benim koyduğum taşın yanına bir taş koy, buyurdu. Sonra hazret-i Ömere “radıyallahü anh”, sen de taşını Ebû Bekrin taşının yanına koy, buyurdu. Sonra da bunlar benden sonra halîfelerimdir, buyurdu.

● Huneyn gazâsında, harbin şiddetlendiği sırada, Cündeb “radıyallahü anh” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelip, yâ Resûlallah, harb çok şiddetlendi. Eshâbından birini seçiniz, eğer size bir emr vâki’ olursa, onu seçelim. Eğer olmazsa, onu seçilmiş bilelim, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” işte Ebû Bekr, eğer bana bir şey olursa, onu bana halîfe olarak seçiniz. Ömer bin Hattâb benim dostumdur. O benim dilimden doğruyu söyler. Osmân bin Affân bendendir ve ben ondanım. Alî bin Ebî Tâlib benim dünyâda ve âhıretde kardeşim ve yoldaşımdır, buyurdu “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.

● Sefîne “radıyallahü teâlâ anh” şöyle nakl etmişdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Benden sonra halîfelik müddeti otuz senedir. Ondan sonra melikler saltanat sürer”. Ebû Bekr “radıyallahü anh” iki sene, Ömer “radıyallahü anh” on sene, Osmân “radıyallahü anh” oniki sene ve Alî radıyallahü anh” altı sene halîfelik yapdılar.

● Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” haz-

-263-

ret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osmân, hazret-i Talha, hazret-i Zübeyr “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ile Hira dağı üzerinde idiler. Dağ sallandı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” dağa hitâb ederek, sâkin ol, senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve şehîdler var, buyurdu.

● Hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” şöyle demişdir: Bir gün Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” izn veriniz de beni vefâtımdan sonra senin yanına defn etsinler, dedim. Seni benim yanıma nasıl defn etsinler, kabrimin yanında Ebû Bekrin, Ömerin “radıyallahü anhümâ” ve Îsâ bin Meryemin “aleyhisselâm” kabrlerinden başka kabr olmayacak, buyurdu.

● Yine hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” birgün hazret-i Osmâna “radıyallahü anh” bakdı ve Allahü teâlâ Osmâna rahmet eylesin, o şehîd olacakdır, buyurdu. Sonra hazret-i Alîye “radıyallahü anh” ve Zübeyre “radıyallahü anh” bakdı ve siz birbirinizle harb edeceksiniz! Zübeyr, sen âsî olsan gerekdir, buyurdu. Sonra Talhaya “radıyallahü anh” bakıp, Allahü teâlâ bunu şehîd edene rahmet etsin, buyurdu.

● Hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbımdan birinin buraya gelmesini istiyorum. Ona ba’zı söyliyeceklerim var, buyurdu. Ebû Bekri “radıyallahü anh” çağırayım mı dedim. Birşey söylemedi. Anladım ki, ona diyeceği bir şey yokdu. Ömeri “radıyallahü anh” çağırayım mı dedim. Yine birşey söylemedi. Anladım ki istediği o da değildi. Sonra Osmân bin Affânı “radıyallahü anh” çağırayım mı dedim. Çağır gelsin, buyurdu. Hazret-i Osmânı “radıyallahü anh” çağırdım. Gelip Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna oturdu. Resûlullah ona ba’zı şeyler söyledi. Hazret-i Osmânın rengi değişdi. Bir şeyler dahâ söyledi. Rengi eski hâline döndü. Hazret-i Osmânın evini kuşatdıkları zemân, niçin muhârebe etmiyorsun, diye sordular. Resûlullah “sal-

-264-

lallahü aleyhi ve sellem” bana çok şeyler söyledi. Bu belâya sabr ederim, dedi. Hazret-i Osmânı çağırdığım zemân, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ona evinin kuşatılacağını ve şehîd edileceğini söylediğini zan ediyorum.

● Ammâr bin Yâser “radıyallahü anh” şöyle demişdir: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Emîr-ül mü’minîn Alîye “radıyallahü anh”, Ey Alî, sana Sâlihin “aleyhisselâm” devesini boğazlayan bedbaht insanlardan haber vereyim mi? Onlardan biri senin başına kılıç ile vurup, yüzünü kana bulayan kimsedir, buyurdu.

● Ebül-Esved Düelî şöyle nakl etmişdir: Emîr-ül mü’minîn Alîden “radıyallahü anh” işitdim, şöyle dedi: Bir gün Medîneden çıkdım. Atıma binip gitmek için, ayağımı atımın üzengisine koyduğum sırada, Abdüllah bin Selâm çıkageldi. Nereye gidiyorsun, dedi. Iraka gidiyorum, dedim. Dikkatli ol. Eğer sen Iraka gidersen, başına kılıçla vursalar gerek, diye söyledi ve yemîn ederek bunu Resûlullahdan işitdim, dedi.

Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü anh” Yenbu’da hastalanmışdı. Niçin burada duruyorsun. Vefât edersen bu köylüler senin işini görmezler. Medîneye gidersen orada kardeşlerin işini görürler, cenâze hizmetini yaparlar, dediler. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki: Ben burada vefât etmem. Hem de başımın kanı yüzüme ve sakalıma akmayınca vefât etmem. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana böyle haber verdi.

● Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir bağçeye uğramışdık. Yâ Resûlallah! Bu ne hoş bağçedir, dedim. Yâ Alî, Cennetde senin bağçen bundan dahâ güzel olacakdır, buyurdu. Böylece yedi bağçeye uğradık. Ben hepsinde, bu ne güzel bağçedir, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” cevâbında, dâimâ Cennetde senin bağçen dahâ güzeldir, buyurdu. Sonra ağlamağa başladı. Yâ Resûlallah! Seni ağlatan sebeb nedir, dedim. İnsanların senin için kalble-

-265-

rinde olan kinden dolayı ağlıyorum. Onu, ben vefât etdikden sonra ortaya çıkarırlar, buyurdu. Yâ Resûlallah! Din selâmet üzere devâm eder mi, dedim. Selâmet üzere devâm eder, buyurdu.

● Âişe “radıyallahü anhâ” şöyle buyurmuşdur: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Talhayı “radıyallahü anh” bir yere giderken gördü. Yer yüzünde yürüyen bir şehîddir, buyurdu.

● Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hanımlarına şöyle buyurdu: Sizden alnı tüylü devenin sâhibi, Hav’abın köpekleri kendisine havladığı yere kadar gider. Çok kimse onun sağ tarafında, çok kimse de sol tarafında öldürülür. Kendisi de zor kurtulur, buyurdu. Hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ”, Cemel vak’asında Iraka giderken, Benî Âmir sularından bir suyun yanına varmışdı. Orada köpekler havlamağa başladı. Bu suyun adı nedir diye sordu. Hav’ab dediler. Bunun üzerine hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” ben geri dönüyorum, dedi. İbni Zübeyr “radıyallahü anh” geri dönme, Allahü teâlâ senin vâsıtanla iki zâtın arasını ıslâh eder, dedi. Hâyır geri döneceğim. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurdu diyerek, Resûlullahın zevcelerine buyurduğu şeyi anlatdı.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Cemel vak’asına işâretle; bir kavm çıkar, helâk olurlar. Felâh bulmazlar! Onların önderi bir kadındır ve o Cennete girecekdir, buyurmuşdur.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hanımlarına “radıyallahü teâlâ anhünne”, benden sonra size yardım eden doğru sözlü ve iyi işli birisi olacakdır, buyurdu. Sonra, yâ Rabbî, Abdürrahmân bin Avfı Cennet ırmaklarından kandır, diye düâ etdi. Resûlullahın vefâtından sonra, Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü anh” mâlının bir kısmını kırkbin dinâra satdı ve ezvâc-ı tâhirâta taksîm etdi.

● Bir gün Emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî, Zübeyr ile “radıyallahü anhümâ” başbaşa konuşuyorlardı. Resûlullah “sal-

-266-

lallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîye Zübeyr ile başbaşa konuşuyorsun. Fekat o seninle muhârebe edecekdir, buyurdu. Cemel vak’ası olunca, hazret-i Alî “radıyallahü anh” bunu Zübeyre “radıyallahü anh” hâtırlatdı. Zübeyr “radıyallahü anh” muhârebeden vazgeçip geri döndü. Arkasından biri gelip Zübeyri “radıyallahü anh” şehîd etdi. Kılıcını hazret-i Alîye getirdi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Zübeyri katl eden Cehennemdedir, dedi.

● Hendek kazıldığı gün, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek eliyle Ammâr bin Yâserin “radıyallahü anh” başını sıvazlayarak, seni, isyân edenlerden bir gurub şehîd edecekdir, buyurdu. Sıffîn muhârebesinin şiddetlendiği bir sırada, Ammâr bin Yâser “radıyallahü anh” yemîn ederek, bugün Resûlullahın bana va’d etdiği gündür, dedi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” susup hiç cevâb vermedi. Bir dahâ aynı şeyi söyledi. Hazret-i Alî yine cevâb vermedi. Ammâr bin Yâser üçüncü yemîn ederek aynı şeyi söyleyince, hazret-i Alî, evet bu gün o gündür, dedi. Ammâr bin Yâser tekbîr getirerek, bugün tatlı rüzgârlar esmeğe başladı. Bugün Muhammed aleyhisselâma ve Onun yakınlarına kavuşuyorum, dedi. Sonra muhârebeye daldı. Hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” taraftârlarından bir kaç kişiyi düşürdü. O sırada susadı ve su istedi. Süt ile karışık su getirdiler. Bu suyu görünce, Allahü ekber, dedi. Sonra yemîn ederek, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana, seni isyân edenlerden bir gurub şehîd edecekdir. Şehîd edilmen Cebrâîl ile Mikâîl “aleyhimesselâm” arasında olacakdır. Bunun alâmeti şudur ki, o sırada su isteyeceksin, sana süt ile karışık su verecekler buyurdu, dedi.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Abdüllah bin Amr bin Âs’a “radıyallahü anh” buyurdu ki: Ammârın kâtilini Cehennem ile müjdele! Sıffîn vak’asında Ammâr bin Yâser “radıyallahü anh” şehîd edildi. İki kişi onun başını hazret-i Mu’âviyeye “radıyallahü anh” getirdiler. Her biri kendisinin onu şehîd etdiğini söylüyordu. Hazret-i Mu’âviye onu şehîd edene bir kese gümüş vereceğim. Bunun anlaşıl-

-267-

ması için Abdüllah bin Amr bin Âsı hakem ta’yîn ediyorum, dedi. Abdüllah bin Amr o iki kimseden birine, bunu nasıl katl etdin diye sordu. O kimse üzerine hamle yapıp öldürdüm, dedi. Abdüllah bin Amr ona, hâyır bunun kâtili sen değilsin, dedi. Sonra diğer şahsa nasıl katl etdin diye sordu. O kimse dedi ki, birbirimize hücûm etdik. Ben kuvvetli bir vuruşla vurdum. Atından yere düşdü. Dizleri üzerinde durup, Cebrâîl ve Mikâîl “aleyhimesselâm” arasında pişmân olacak kimse felâh bulmasın, dedi. Sonra sağına soluna bakındı. Yanına yaklaşıp başını kesdim, dedi. Bunun üzerine Abdüllah bin Amr o kimseye şu gümüşleri al ve Cehenneme gideceğini de bil, dedi. O şahs, ölürsek vay hâlimize! Öldürürsek vay bize dedi. Gümüşleri yere atıp “İnnâlillah ve innâ ileyhi râci’ûn” âyet-i kerîmesini okudu. Hazret-i Mu’âviye, Abdüllah bin Amra ne oldu dedi. Bunun üzerine Abdüllah bin Amr şöyle dedi: Ben şâhidlik ederim ki, mescid yapılırken herkes bir taş getirdi. Ammâr bin Yâser iki taş getirdi. Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim, buyurdu ki: “Ey Ammâr! Seni isyân edenlerden bir gurub şehîd edecekdir. Sonra bana dönerek, ey Abdüllah, Ammârı katl edeni Cehennem ateşiyle müjdele buyurdu, dedi.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîye “radıyallahü anh”, yakın zemânda seninle Âişe “radıyallahü anhâ” arasında bir hâdise vukû’ bulacakdır, buyurdu. Bu Cemel vak’asına işâret idi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bu iş Eshâb arasında yalnız bana mı mahsûsdur, dedi. Resûlullah, evet yâ Alî buyurdu. Hazret-i Alî, o zemân ben Eshâbın en kötüsü olmuş olurum, dedi. Hâyır, öyle olmuş olmaz. Fekat o hâdise vukû’ bulur. Ona gâlib gelirsin ve onu tekrâr makâmına gönderirsin, buyurdu. Nitekim Cemel vak’asında hazret-i Alî gâlib geldi. Hazret-i Âişeye hurmet ve ikrâmda bulunarak, onu Medîneye gönderdi.

● Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” Yemenden bir mikdâr altın gönderdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu altınları Necid hal-

-268-

kına paylaşdırdı. Ensâr ve muhâcirîn “radıyallahü anhüm ecma’în” yâ Resûlallah! Bizi bırakıp Necid halkına altın dağıtıyorsun, dediler. Resûlullah, müslimânlarla iyi geçinsinler diye altınları onlara dağıtdım, buyurdu. O sırada saçı sakalı birbirine karışmış, vücûdunu kıllar kaplamış ve gözleri içine çökmüş bir şahs geldi. Yâ Muhammed! Allahdan sakın, dedi. Resûlullah ben âsî olursam, Allahü teâlânın emrini kim tutar, buyurdu. Hâlid bin Velîd “radıyallahü anh”, yâ Resûlallah, müsâade ediniz bu adamı öldüreyim, dedi. Resûlullah müsâade etmedi. O şahs da dönüp gitdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Bu şahsın neslinden bir kavm çıkacakdır. Kur’ân-ı kerîmi okuyacaklar. Fekat boğazlarından aşağı geçmeyecekdir. Müslimânları öldürecekler. Puta tapanlara dokunmayacaklardır. Onlar okun yaydan çıkdığı gibi islâm dîninden çıkarlar. Nitekim, hâricîler o kavmden türemişdir. Bu sebeble onlara Mârikîn (dinden çıkanlar) denilmişdir.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Esmâ binti Umeyse “radıyallahü anhâ”, seni ümmetimden üç kişi hanım edinecekdir. Bunlar Ca’fer bin Ebî Tâlib, Ebû Bekr bin Kuhâfe ve Alî bin Ebî Tâlibdir “radıyallahü anhüm ecma’în”. Bunlardan birisini seç ki, Cennetde kocan olsun, buyurdu. Esmâ binti Ümeys “radıyallahü anhâ”, Ca’fer bin Ebî Tâlibi “radıyallahü anh” seçdi. Çünki Resûlullahın emriyle en önce onunla evlenmişdi. Ca’fer bin Ebî Tâlibin vefâtından sonra, onu hazret-i Ebû Bekr nikâh etdi. Hazret-i Ebû Bekrin vefâtından sonra da hazret-i Alî nikâh etdi “radıyallahü anhüm ecma’în”.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîye “radıyallahü anh”, sen dinden çıkan bir gurub insanla, ya’nî hâricîlerle harb edeceksin. Onların arasında, bir eli bir parça et olan, omuzu başında kadın memesi gibi bir şey olan ve o et parçası üzerinde yaban fâresi kuyruğu gibi kıllar bulunan bir adam olacakdır, buyurdu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” hâricîlerle savaşıp gâlib gelince, ölüler arasında ta’rîf edilen şahsı aratdı. İlk arayışda bulunamadı. Hazret-i Alî ben yalan

-269-

söylemem ve bunu bana haber veren de yalan söylemez. Bir dahâ arayın, dedi. Bir dahâ aradılar ve ta’rîf edilen kimsenin cesedini kırk ölünün altında buldular.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîye “radıyallahü anh”, senin eline Benî Hanîfe esîrlerinden bir câriye geçecekdir. Ondan bir oğlun olacakdır. Adını Muhammed koy ve onu benim künyemle çağır, buyurdu. Hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü anh” halîfeliği sırasında Yemâme fethedildi. Benî Hanîfeden esîrler alındı. Hazret-i Ebû Bekr, esîrlerden Havle binti Ca’fer bin Kays-il Hanefiyye adlı câriyeyi hazret-i Alîye gönderdi. Ondan hazret-i Alînin Muhammed adlı oğlu dünyâya geldi. [Muhammed bin Hanefiyye bu zâtdır. Hicrî 21. senesinde tevellüd, 71 de vefât etdi.]

● Yemâmeden bir kadın başında yara bulunan bir çocuğu Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdi. Resûlullah çocuğun başına mubârek ağzının suyundan sürdü. Yara iyileşdi. O çocuğun neslinden gelenlerde bir dahâ bu cins yara hiç görülmedi. Aynı kadın başında yara olan başka bir çocuğu peygamberlik iddiâsında bulunan yalancılardan Müseyleme-tül Kezzâba götürdü. Müseyleme tükrüğünü çocuğun başına sürdü. Çocuğun başı temâmen kel oldu. Neslinde de bu hastalık devâm etdi.

● Ebû Zer Gıfârî “radıyallahü anh” Emîr-ül mü’minîn hazret-i Osmânın halîfeliği sırasında, Medîneden Rebzeye göç edip, orada yerleşdi. Vefât etmeden önce çok hastalandı. Annesi devâmlı ağlıyordu. Anneciğim niçin ağlıyorsun, diye sordu. Annesi vefâtın yaklaşdı! Evde kefen yapacak bir parça bezimiz dahi yokdur, dedi. Annesine, onun için üzülme. Bir gün bir cemâ’at ile birlikde Resûlullahın huzûrunda oturuyorduk. İçinizden biriniz sahrâda vefât edecekdir. Ehl-i islâmdan bir cemâ’at onun cenâzesinde hâzır bulunacakdır, buyurdu. O zemân o meclisde bulunanlardan benden başka hepsi vefât etdiler. Şimdi sen şu tepeye çıkıp bir bak. Resûlullahın işâret buyurduğu cemâ’atin gelmeleri lâzım, dedi. Annesi, oğlum hâcıların gelip gitme zemânı geçdi. Şimdi kim olur, dedi. Çıkıp bakması için ısrâr edince, annesi o tepeye çı-

-270-

kıp bakdı. Develerine binmiş oldukları hâlde bir gurub insanın geldiklerini gördü. Onlara işâret etdi. Yanına geldiler. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sahâbesi Ebû Zer vefât etmek üzeredir, yanına geliniz, dedi. Gelenler, ona annemiz babamız fedâ olsun diyerek yanına toplandılar. Ebû Zer “radıyallahü anh” onlara, Resûlullahın buyurduğu şeyi söyledi. Sonra kefenim yokdur. Arzû ederim ki reîslik, emîrlik veyâ vâlîlik yapmış olan birisi bana kefen versin, dedi. Ensârdan bir genç, ey amca, ben söylediğin işleri yapmadım. Fekat yanımda annemin ketenden eğirip dokuduğu iki elbise vardır, dedi. Ebû Zer “radıyallahü anh” o gence hayr düâda bulundu ve sonra vefât etdi. Gelen cemâ’at cenâzesini yıkayıp, nemâzını kıldılar. Onlardan biri Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü anh”, biri de Mâlik bin Eşter idi.

● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinde bir cemâ’at ile oturuyordum. Resûlullah, içinizden birinin dişi kıyâmet günü Cehennemde Uhud dağından dahâ büyük olur, buyurdu. O gün o meclisde bulunanların hepsi zemânla vefât etdi. Bir ben, bir de Ricâl kalmışdı. Beni bir korku kapladı. Devâmlı Ricâlin hâlinden haber sorardım. Sonunda onun mürted olduğunu ve Müseylemetül Kezzâba tâbi’ olduğunu haber aldım. Böylece o korku benden bir parça gitdi.

● Uhud gazâsında Râfi’ bin Hudeycin “radıyallahü anh” göğsüne bir ok saplandı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelip; yâ Resûlallah! Göğsümdeki oku çekiniz, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ey Râfi’, istersen oku demiri ile birlikde çıkarayım. İstersen demiri içerde kalsın, oku çıkarayım ve kıyâmet günü senin için bu şehîddir diye şâhidlik edeyim, buyurdu. Râfi’ “radıyallahü anh”, yâ Resûlallah, oku çek demiri içerde kalsın ve kıyâmet gününde şâhidlik eyle, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” oku çıkardı. Okun demiri hazret-i Râfi’in vücûdunda kaldı. Hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” halîfeliği zemânına kadar yaşadı. Sonra yarası tâzelendi ve o yara sebebiyle vefât etdi “radıyallahü anh”.

-271-