Hangi kitâbdan alındığı ve zemânı zikr edilmiyen, yine Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hicretinden vefâtına kadar vukû’ bulan hâdiseler.
● Zeyd bin Erkam “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Medîne köylerinden birine giderken, bir köylünün çadırına rastladık. O köylü, çadıra bir dişi geyiği bağlamışdı. Geyik feryâd ederek dile gelip; yâ Resûlallah! Bu köylü beni avladı. Benim uzakda iki dâne yavrum var. Memelerim süt ile dolu. Ne beni boğazlıyor ki, bu belâdan kurtulayım. Ne de salıverir ki gidip iki yavrumu emzireyim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” geyiğe seni serbest bırakırsam, yine gelirmisin, buyurdu. Gelirim, eğer gelmezsem Allahü teâlâ bana on kişinin azâbını versin, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” geyiği salıverdi. Geyik gidip aradan çok geçmeden geri geldi. Diliyle dudaklarını yalıyordu. Resûlullah onu tekrâr çadıra bağladı. O sırada çadırın sâhibi, elinde bir tulum su ile geldi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bu geyiği bana satar mısın deyince, yâ Resûlallah, sizin olsun, dedi. Resûlullah o geyiği alıp, serbest bırakdı. Zeyd bin Erkam “radıyallahü anh” geyiği çöllerde, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah diyerek, dolaşdığını gördüm, demişdir.
● Seleme bin el-Ekva’ “radıyallahü anh” anlatır. Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir gurub insana rastladık. Ok atıyorlardı. Bu oyun iyi oyundur. Sizin babalarınızdan birisi ok atıcı idi, buyurdu. Ben İbni Ekva’ ile olayım ok atalım buyurdu. O topluluk ok atmayı bırakdı. Niçin atmazsınız deyince, yâ Resûlallah! Siz İbni Ekva’ ile bir olunca
hepimize gâlib gelirsiniz, dediler. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, ben yalnız hepinize karşı olayım buyurdu. O gün akşama kadar ok atdılar. Akşam olunca birbirlerinden ayrıldılar, bakdılar ki berâbere kalmışlar.
● Ebû Sa’îd Hudrî “radıyallahü anh” nakl eder. Medînenin çevresinde bir çoban koyun otlatıyordu. Bir kurt sürüden bir koyun kapmak istedi. Çoban mâni’ oldu. Kurt kuyruğunun üzerine oturup dile geldi ve şöyle dedi. Allahü teâlâdan korkmuyor musun da, benim rızkıma mâni’ oluyorsun! Çoban ne acâib işdir, kurt insan gibi konuşuyor, deyince, kurt: Bundan dahâ acâibi şudur ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Medînede halka geçmiş ümmetlerin hâllerini söylüyor, dedi. Çoban koyunlarını acele acele sürerek, Medîneye yakın bir yere geldi. Koyunlarını emniyyetli bir yere bırakdı. Sonra Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gidip, başından geçenleri anlatdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” dışarı çıkdı ve çobana kurdun sana söylediği şeyleri halka anlat, buyurdu. Çoban yüksek bir yere çıkıp, olanları bir bir anlatdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çoban doğru söyledi. Yırtıcı hayvânların insanlar ile konuşması kıyâmet alâmetlerindendir, buyurdu.
● İhbân bin Üveys, Hüza’a kabîlesinin koyunlarını otlatıyordu. Bir kurt âniden sürüden bir koyun kapıp parçaladı. İhbân, vallahi ben hiç böyle zâlim bir kurt görmedim, diyerek, koyunu kurtdan almak için peşinden koşdu. Kurt dile gelip, ey İhbân! Allahü teâlânın verdiği nasîbimden beni mahrûm mu etmek istiyorsun, dedi. İhbân şaşırıp, acâib bir iş, kurt konuşuyor, dedi. Kurt; bundan dahâ şaşılacak şey, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” Medînede sizi Allahü teâlânın kitâbına da’vet ediyor, siz ondan gâfilsiniz, dedi. İhbân, ben Muhammedin “aleyhisselâm” huzûruna gitsem, koyunlarıma kim bakar, dedi. Kurt bana yetecek kadar koyun ayırır isen, koyunlara ben bakarım. Ayırdığından fazlasına da dokunmam, dedi. İhbân, kurda birkaç koyun ayırıp, sürüyü bırakarak, bir gurub çobanla Medîneye gitdi. Medîneye vardıklarında, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” Eshâb-ı kirâm ile oturuyordu. İhbânı görüp, ey İhbân, kurt sözünde durdu, buyurdu. İhbân “radıyallahü anh” yanındaki çobanlarla birlikde müslimân oldu.
● Eshâb-ı kirâmdan biri şöyle anlatmışdır: Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kişi yemek getirdi. Biz yimeğe başladık. Resûlullah bir lokma aldı. Ne kadar çiğnediyse de mubârek boğazından geçmedi. Nihâyet lokmayı çıkarıp bırakdı. Elini yemekden çekdi. Biz de Resûlullahın yemekden vazgeçdiğini görerek yemeği bırakdık. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yemeğin sâhibini çağırıp, bu yemeği nereden aldın diye sordu. Yemeğin sâhibi, bu bir koyunun etidir ki, sâhibi gelmeden ben acele edip, parasını sonra veririm diyerek kesdim. Onu pişirdik, dedi. Bunun üzerine Resûlullah, o yemeğin esîrlere verilmesini emr etdi.
● Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Abbâsa “radıyallahü anh”, Ey Ebel Fadl! Ben gelinceye kadar git evinde otur, buyurdu. Hazret-i Abbâs evine gidip, bekledi. Kuşluk vakti Resûlullah onun evine gidip, ev halkına selâm verdi. Onlar da selâmına cevâb verdiler. Sonra bir araya toplanınız buyurdu. Ridâsını onların üzerine örtüp: “Yâ Rabbî! Bunlar benim ehl-i beytimdir. Ridâmla onları örtdüğüm gibi, sen de onları Cehennem ateşinden ört” diye düâ etdi. Evin dıvârlarından ve kapısından âmîn, âmîn diye sesler işitildi.
● Bir gün muhâcirîn ve ensârın kadınları “radıyallahü anhünne” bir araya toplanmışlardı. Hazret-i Fâtımanın “radıyallahü anhâ” da gelmesi için Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” izn istemişlerdi. Hazret-i Fâtıma, o toplantıda giyeceği güzel elbiseleri olmadığı için, gitmek istemedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” “Git yâ Fâtıma! Bizim yolumuzda kimseyi ümmidsiz bırakmak yokdur” buyurdu. Hazret-i Fâtıma o toplantıya katıldı. Döndüğünde üzüntülü idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o toplantıya katılan kadınlardan birini çağırıp, o toplantının durumunu sordular. O hanım dedi ki: Yâ Resûlallah! Fâtıma gelince
bütün kadınlar onun güzel elbiselerine hayrân kaldılar. Birbirlerine böyle güzel elbiseleri nereden almışlar, diyorlardı. Hazret-i Fâtıma, yâ Resûlallah niçin bana öyle görünmedi ki, ben de sevineydim, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, o elbiselerin güzelliği senin üzerine örtülmesindedir. Onları sana göstermediler ve sen görmedin, buyurdu.
● Yemende bir su vardı. O sudan kim içse ölüyordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o suya haber gönderdi ve buyurdu ki: Herkes müslimân oldu, sen de müslimân ol. Ondan sonra o sudan içen hiçbir kimse ölmedi. Ancak hummâ hastalığına tutulurdu.
● Eshâb-ı kirâmdan bir zât şöyle anlatmışdır: Medîneye gelip îmân etdim. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrundan hiç ayrılmazdım. Bir gece akşamla yatsı vakti arasında Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” dışarı çıkdı. Bana islâmiyyetin hükmlerini öğretdi. Her nasılsa, o gece gök gürleyip şimşek çakdı. Her taraf iyice karardı ve şiddetli yağmur yağdı. Biz yâ Resûlallah, evlerimize nasıl gideceğiz dedik. Ben sizi evlerinize ulaşdırırım. Size aslâ bir sıkıntı erişmez, buyurdu. Sonra bekleyiniz buyurdu. Biz de bekledik. Mescidden dışarı çıkdı. Her tarafı koyu bir karanlık kaplamışdı. Gökden devâmlı yağmur yağıyordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bize, evlerinize doğru yürüyüp gidiniz, buyurdu. Bunun üzerine evlerimize gitmek üzere yürüdük. Hiç birimize yağmur dokunmadı. Elbiselerimiz de ıslanmadı.
● İbni Abbâs “radıyallahü anhümâ” anlatır: Gâyet güzel yüzlü bir yehûdî vardı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetlerinde devâmlı bulunurdu. Bir gün Resûlullah o yehûdîye, senin gibi güzel yüzlü bir kimsenin Cehennemde yanmasına acıyorum, buyurdu. Yehûdî ben dînimi başka biri için terk etmem, dedi. O yehûdî yine bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetine gelmişdi. Resûlullah hûrîlerden bahseden ve meâl-i şerîfi, (Onlar için, iri gözlü (güzel yüzlü) hûrîler de var. Gün görmemiş inci misâli) olan
Vâkı’a sûresi 22, 23.cü âyet-i kerîmelerini okudu. O yehûdî yâ Resûlallah, o hûrîlerden biri için bana kefîl olur musun, dedi. Birine değil, yetmişine birden kefîl olurum, buyurdu. Yehûdî îmân edip müslimân oldu. İslâmiyyetin emrlerine gâyet iyi uydu. Sonra da vefât etdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” cenâze nemâzını kıldırdı. Kabre koydu ve kabrinin içine inip uzun müddet kaldı. Kabrden çıkdığında mubârek alnı terlemişdi ve gömleğinin yakası yırtılmışdı. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” bunun sebebini sorduklarında: Kabre çok hûrî hücûm etdi. Hepsi ben onun olacağım diyordu. Güçlükle yetmiş hûri ayırdık. Bu arada yakamı yırtdılar, buyurdu.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osmân ve hazret-i Alî “radıyallahü anhüm ecma’în” ile birlikde bir gün, Ebû Heysem bin Teyhânın evine gitdiler. Ebû Heysem, hoş geldiniz yâ Resûlallah ve eshâbı! Evimi şereflendirseniz de size ikrâmda bulunsam diye dâimâ arzû ederdim. Bu gün ise evimde az bir yiyecek vardı. Fekat onu komşulara verdim, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (çok iyi yapmışsın, Cebrâîl aleyhisselâm bana komşu hakkında o kadar çok vasıyyetlerde bulundu ki, komşuların birbirlerine mîrâscı olacağını zan etdim!) buyurdu. Evin bağçesinde bir hurma ağacı görüp, ey Ebâ Heysem, izn verir misin şu hurma ağacından hurma toplayalım, buyurdu. Yâ Resûlallah! O hurma ağacı hiç hurma vermedi. Siz bilirsiniz, dedi. Resûlullah, Allahü teâlâ o ağaçdan çok hurma verecekdir, buyurdu. Alîye “radıyallahü anh” bir bardak su getir, buyurdu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” bir bardak su getirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bardakdaki suyun bir kısmını içdi. Bir kısmını da mubârek ağzında çalkalayıp, o hurma ağacının üzerine dökdü. Hemen o ânda ağacın üzerinde hurma salkımları görüldü. Hurmaların bir kısmı tâze, bir kısmı kuru idi. Hurmaları topladılar. Tam yetecek kadardı. Sonra Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Bu Allahü teâlânın size kıyâmet gününde vereceği ni’metlerdendir.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gazâda bana, ey Ebâ Hüreyre, yanında yiyecek bir şey var mıdır, buyurdu. Yâ Resûlallah, dağarcıkda birkaç dâne hurma var, dedim. Getir, buyurdu. Ben de götürdüm. Mubârek elini kabın içine sokdu ve hurma çıkardı. O hurmaya mubârek elini sürdü ve düâ etdi. Sonra bana, Eshâbdan on kişi da’vet eyle buyurdu. Çağırdım, geldiler ve o hurmalardan yidiler. Onlar gidince, on kişi dahâ çağır buyurdu. Yine on kişi dahâ çağırdım, gelip onlar da o hurmalardan yiyip gitdiler. Böylece bütün orduyu onar onar da’vet etdim. Hepsi hurmalardan yiyip doydular. O kabın içinde yine hurma vardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana, bu kabı sakla, elini içine sok, ağzını aşağı çevirme, buyurdu. Resûlullah hayâtda iken her ne zemân elimi o kabın içine soksam, hurma çıkarıp yirdim ve halka da dağıtırdım. Hazret-i Ebû Bekrin, hazret-i Ömerin ve hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” halîfelikleri sırasında bu hâl aynen devâm etdi. Hazret-i Osmânın şehîd edildiği gün benim evimi de yağmaladılar ve o hurma kabını da almışlar. O hurma dağarcığından ikiyüz veskden fazla hurma almışdım. Bir vesk altmış sa’dır. [Bir sa’ 4,2 litredir.]
● Râşid bin Abd-i Rabbih “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir çok kabîlenin tapdığı Süva’ adında bir put vardı. Ba’zı kabîleler bana, Süva’ putuna götürmem için bir takım hediyyeler verdiler. Giderken yolda bir başka putun yanına uğradım. O putun içinden “Abdülmuttalib oğullarından bir Nebî çıkdı. Zinâyı, fâizi ve putlar için kurban kesmeyi harâm etdi. Bu iş çok dikkate şâyândır. Gökyüzünden şeytânların parlıyan ateşle haber çalmakdan kovulması da çok şaşılacak şeylerdendir.” diye bir ses işitdim. Bir başka putun içinden de şöyle bir ses geldi: “Tapılmakda olan Dımad terk edildi. Nemâz kılan, oruc tutmayı ve zekât vermeği emr eden bir Peygamber çıkdı.” Bir diğer putdan ise: “Îsâ bin Meryemden sonra Peygamberliğe ve hidâyete kavuşmağa sebeb olmağa vâris olan kimse Kureyşden Ahmeddir” diye bir ses geldi.
Sonra Süva adlı putun yanına gitdim. Bakdım ki iki tilki o putun çevresinde dolaşıyorlardı. Dilleriyle putu yalıyorlar ve yanına konulmuş olan hediyyelerden yiyorlardı. Sonra da ayaklarını kaldırıp putun üzerine bevl ediyorlardı. Ben bu hâli şi’rle şöyle ifâde etdim.
Tilkilerin başına bevl etdiği şey hiç rab olur mu,
Tilkilerin üzerine bevl etdiği şey muhakkak zelîldir.
Bu hâdise Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Medîneye hicret etdiği sıralarda olmuşdu. Bunlar başımdan geçdikden sonra, Medîneye gitdim. O zemân benim adım Zâlim idi. Yanımda bir köpeğim vardı. Onun adı da Râşid idi. Resûlullahın huzûruna varınca adımı sordu. İsmim Zâlimdir, dedim. Köpeğimin adını sordu, Râşiddir dedim. Senin adın Râşid, köpeğin adı Zâlim olsun buyurdu. Ben îmân edip, müslimân oldum. Sonra Resûlullahdan kendi memleketimde bir yer istedim. Bana, bir at koşumu ve üç taş atımı genişliğinde bir yer verdi. Bir matara da su verdi. O suyun içine mubârek ağzının suyundan koydu. Bu suyu sana verilen toprağa dök. Su senden artarsa halkı ondan men’ etme, onlar da alsınlar, buyurdu. O suyu götürüp kendisine ayrılan toprağa dökdü. Oradan bir tatlı pınar çıkdı. Oraya hurma ağaçları dikdi. O diyârın halkı şifâ niyyetiyle o pınarın suyu ile yıkanırlardı. O suyun adını Ma’ür-Resûl (Resûlullahın pınarı) koydular. Nakl edilir ki, Râşid “radıyallahü anh” erâzîsinde bir kayayı yuvarlamışdı. Bu iş insan gücü ile olacak bir iş değildi, denilmişdir.
● Birgün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâb-ı kirâm ile “radıyallahü anhüm ecma’în” oturuyordu. Deveye binmiş olduğu hâlde bir kimse geldi. Yorgun ve uykusuz görünüşünden, yoldan geldiği anlaşılıyordu. Hanginiz Muhammedsiniz diye sordu. Eshâb-ı kirâm, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gösterdiler. Yâ Muhammed! Önce sen Allahü teâlânın sana emr etdiği şeyi mi bildirirsin, yoksa ben putlardan işitdiklerimi mi anlatayım, dedi. Önce Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona îmânı bildirdi. Sonra o kim-
se şöyle anlatdı: Benim adım Gassân bin Mâlik Âmirdir. Bizim memleketimizde bir put vardı. Onun önünde kurbanlar keserdik. Bir gün Isâm adında bir kimse, o putun önünde kurban kesdi. Âniden o putdan, “Ey Isâm, ey Isâm, günler temâm oldu, islâm geldi. Putların bâtıl olduğu ortaya çıkdı. Boşa kan akıtmak yasaklandı. Sıla-ı rahm emr edildi. Tevhîd inancı apaçık ortaya çıkdı, vesselâm” diye bir ses işitdiğini ve korkduğunu bana anlatdı. Sonra yine Târık adında birisi dahâ o putun önünde kurban keserken: Ey Târık, ey Târık, sâdık Nebî gönderildi. Azîz olan Hâlıkdan apaçık bir vahyle geldi, diye bir ses işitdiğini anlatdı. Artık senin haberin bizim diyârda yayıldı. Bunları işitdikden birkaç gün sonra, ben de o putun önünde kurban kesdim. Kurbanı kesdikden sonra, o putun içinden yüksek bir ses açık bir dille şöyle dedi: “Ey Gassân! Tıhâmeden (Hicâzdan) çıkan Peygamber hakdır. Ona tâbi’ olan selâmet bulur. Onunla mücâdele eden pişmân olur. Onun islâma da’veti kıyâmete kadardır.” Bunları putdan işitdikden sonra put yukarı doğru kalkdı ve yüzüstü yere düşdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm ecma’în” bunları duyunca, Allahü ekber diyerek, tekbîr getirdiler. Gassân bin Mâlik ise, yâ Resûlallah bu ma’nâda üç beyt söyledim. Müsâade ederseniz o beytleri okuyayım dedi. Müsâade edildi ve o beytleri okudu.
● Abbâs bin Mirdâs “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Sıcak bir günde develerimin arasında oturuyordum. Âniden beyâz bir deve kuşunun üstüne binmiş, bembeyâz elbiseli bir kimse karşıma çıkdı. Ey Abbâs bin Mirdâs! Salı günü iyilik ve takvâ ile gönderilen ve Kusvâ devesinin sâhibi olan kimseyi görmedin mi, dedi. Korkdum ve develerimin arasından çıkıp tapmakda olduğum dımad adındaki putumun yanına gitdim. Putun içinden birdenbire bir ses geldi, şöyle diyordu: “Süleymoğulları kabîlelerine söyle ki, Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm getirilmeden önce, ötedenberi tapılmakda olan dımad putu yıkıldı ve mescid ehli ondan kurtuldu. Meryemoğlu Îsâdan “aleyhisselâm” sonra nübüvveti ve hidâ-
yeti getiren zât Kureyş kabîlesinden bir Peygamberdir.” Putdan bunları işitince, çok korkdum. Gidip bu durumu kabîleme anlatdım. Benî Hârise kabîlesinden üçyüz kişi toplanıp, Medîneye gitdik. Mescide girince, Resûlullah bana bakıp tebessüm etdi. Ey Abbâs, nasıl müslimân oldun? buyurdu. Vuku’ bulan hâdiseleri anlatdım. Doğru söylüyorsun buyurdu ve çok memnûn oldu. Hepimiz Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda müslimân olduk.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Huzeym bin Fâtek “radıyallahü anh”, bir gün emîr-ül mü’minîn hazret-i Ömere “radıyallahü anh” nasıl müslimân olduğumu anlatayım mı, dedi. Anlat buyurdu. Bunun üzerine şöyle anlatdı. Devemi kaybetmişdim. Onu ararken akşam oldu. Korkulu bir derede kaldım. Yüksek sesle, buradaki kötü kimselerden bu vâdînin azîzine sığınırım, dedim. O sırada bir ses duydum. Yazıklar olsun sana. Celîl olan, ni’metler veren, yüce Allaha sığın, diyordu. Ey seslenen kimse, söylediğin hak mıdır, dalâlet midir, dedim. Tekrâr seslenip şöyle dedi. Allahü teâlânın mu’cizeler sâhibi Resûlü Medînede insanları hayrlara da’vet ediyor. Nemâz kılmağı ve oruc tutmağı emr ediyor. İnsanları boş oyun ve eğlencelerden sakındırıyor. Bunları işitince, deveme binip, Medînenin yolunu tutdum. Medîneye vardığım gün Cum’a günü idi. Ebû Bekr “radıyallahü anh” mescidden çıkıp, yanıma yaklaşdı. Mescide gir, senin müslimân olduğunun haberi bize ulaşdı, dedi. Ben tahâret nasıl yapılır bilmiyorum deyince, bana öğretdi, abdest alıp mescide girdim. İçeri girince minber üzerinde Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Mubârek yüzü ayın ondördü gibi parlıyordu ve şöyle buyuruyordu: “Bir müslimân şartlarına uygun abdest alsa, sonra tam bir dikkatle nemâzı devâmlı kılsa muhakkak Cennete girer.”
Bu husûsda bir rivâyet de şöyledir: Huzeym bin Fâtek “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bana seslenen ve kendisini görmediğim kimseye sen kimsin diye sordum. Ben Mâlik ibni Mâlikim. Necid cinnîlerinin reîsiyim. Resûlulla-
hın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda îmân etdikden sonra, beni Necid cinnîlerini Allahü teâlâya îmâna da’vet için vazîfelendirdi. Ey Huzeym! Şimdi sen hemen Medîneye git, Resûlullahın huzûruna varınca, îmân edip müslimân ol. Ben senin deveni bulup evine götürür, âilene teslîm ederim, dedi. Medîneye gitdim, Cum’a günü idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” minber üzerinde hutbe okuyordu. Devemi mescidin önüne bağlayayım ve nemâzı bitirsinler, sonra mescide gireyim, hâlimi bildireyim diye düşündüm. Bir de bakdım ki, Ebû Zer “radıyallahü anh” mescidden dışarı çıkdı. Merhâba ey Huzeym! Beni sana Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” gönderdi. Senin müslimân olduğunu haber verdi. Mescide gir ve cemâ’at ile birlikde nemâz kıl, dedi. Mescide girdim, cemâ’at ile nemâz kıldım. Sonra Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna yaklaşdım. Bana hâlimden haber verdi ve arkadaşın sözünde durdu, deveni bulup âilene teslîm etdi, buyurdu. (Şevâhid-ün nübüvve) kitâbının müellifi şöyle yazmışdır: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bi’seti sırasında cinnîlerden vâki’ olan haberler pek çokdur. Bunları kitâblarda yazmışlardır. Biz kısaca bu kadar bildirdik.
● Emîr-ül mü’minîn Ömer “radıyallahü anh” bir gün bir yerde oturmuşdu. Önünden bir şahs geçdi. Bu geçen Sevâd bin Kâribdir. Onun cin arkadaşı ona, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zuhûrundan, peygamberliğinden haber vermişdir, dediler. Emîr-ül mü’minîn hazret-i Ömer “radıyallahü anh” onu çağırıp, yine önceki gibi kehânetine devâm ediyor musun, diye sordu. Sevâd bin Kârib çok kızdı ve ey Emîr-el mü’minîn! Hiç kimse bana böyle yüzüme karşı konuşmamışdır, sen konuşdun. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, kızma, zîrâ senin kehânetin bizim dahâ önce içinde bulunduğumuz şirkden dahâ kötü değildi. Bizlere anlat. Senin cinnî arkadaşın sana Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” peygamberliğinden nasıl haber vermişdi, dedi. Bunun üzerine Sevâd bin Kârib şöyle anlatdı: Bir gece uyku ile uyanıklık arasında bir hâlde oturuyordum. O cinnî yanıma gelip
ayağı ile dürterek, kalk ey Sevâd. Eğer akllı isen sözlerimi dikkatle dinle! Şu bir gerçekdir ki Allahü teâlâ Lüveyy bin Gâlib oğullarından bir Peygamber gönderdi. O halkı Allahü teâlâya ibâdete da’vet ediyor, dedi. Bunu anlatmak için bana birçok beytler okudu. Beni bırak uykusuzum, dün gece uyuyamadım, dedim ve ona iltifât etmedim. İkinci gece tekrâr geldi ve aynı şeyleri söyledi. Yine aynı şeklde cevâb verdim. Üçüncü gece yine geldi ve aynı sözleri söyledi. Ben de önceki gecelerde olduğu gibi cevâb verdim. Fekat bu sefer sözleri bana çok te’sîr etdi. Sabâhleyin Medîneye gitdim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı ile oturuyorlardı. Yâ Resûlallah! Bir şey arz edebilir miyim, dedim. Müsâade etdi. Hâlimi anlatıp, sözlerimin sonunda şu ma’nâdaki beytleri okudum:
Şehâdet ederim, Allahdan başka rab yok,
Görünür, görünmez herşeyden emînsin sen çok!
Ey kıymetli kimselerin evlâdı, sen Allaha vesîlesin,
Peygamberlerin en üstünü sensin.
Ey cihânın güzeli, bize bildir herşeyi,
Ne kadar saçımızın ağarsa da her teli.
Senden başka bir şefâ’atci olmadığı zemânda,
Sevâd bin Kâribe sen şefâ’atci ol orada.
Ben başımdan geçenleri anlatıp, bunları söyleyince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâm çok memnûn oldular. Resûlullahın memnûniyyeti mubârek yüzünden belli oluyordu. Hazret-i Ömer, Sevâd bin Karîbden bunları dinleyince, bu hâdiseyi senden dinlemek istiyordum. Elhamdülillah nasîb oldu, dedi. Sonra o cinnî sana hâlâ geliyor mu diye sordu. Sevâd bin Kârib, hâyır Kur’ân-ı kerîm okuduğumdan beri gelmedi. Bu bana o cinnînin sözlerinden çok dahâ iyidir, dedi.
● Hazret-i Alî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” beni, halk arasında islâmiyyetin hükmleri ile hükmetmem için Yemene kâdî olarak
vazîfelendirdi. Yâ Resûlallah! Ben âlim değilim. Kâdîlık yapacak hükmleri bilmem, dedim. Mubârek elini göğsüme koydu ve (Yâ Rabbî! Kalbine hidâyet et ve lîsanına istikâmet ver) diye düâ buyurdu. Ondan sonra iki kimse arasında hükm vermekde hiç şübheye düşmedim.
● Yine hazret-i Alî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana, benim deveme binerek Yemene git. Yemen yakınında falan tepeye varıp, üzerine çıkdığın zemân, halkın seni karşılamaya geldiğini göreceksin. Orada taşa toprağa Resûlullah size selâm söyledi diye söyle, buyurdu. O tepeye varınca halkın beni karşılamaya geldiğini gördüm. Esselâmü aleyküm ey taşlar ve topraklar. Resûlullah size selâm söyledi, dedim. O ânda birden bire yeryüzünde bir uğultu ve gürültü kopdu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” selâmına cevâb verdiler. Beni karşılamaya gelenler bu hâli görünce, îmân etdiler.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelip, yâ Resûlallah! Senden işitdiklerimi unutuyorum, diye şikâyetde bulundu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ridânı yere ser, buyurdu. Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” ridâsını yere serdi. Resûlullah mubârek elini uzatıp havadan bir kerre veyâ üç kerre birşey alıp ridânın içine bırakdı. Ridânı topla ve göğsüne koy buyurdu. Ebû Hüreyre buyurduğu gibi yapdı. Ondan sonra işitdiği hiçbir şeyi unutmadı.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Annem müşrik bir kadın idi. Ne kadar islâma da’vet etdiysem de kabûl etmedi. Bir gün yine onu islâma da’vet etdim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hakkında bir söz söyledi. Çok incindim. Ağlayarak Resûlullahın huzûruna gitdim. Bu durumu anlatıp, yâ Resûlallah, bir düâ ediniz de Allahü teâlâ Ebû Hüreyrenin annesine îmân nasîb etsin dedim. “Yâ Rabbî, Ebû Hüreyrenin annesine hidâyet ver” diye düâ buyurdu. Anneme müjde vereyim diye eve gitdim. Evin kapısını kilitli buldum. İçerden su sesleri geliyordu. Gusl abdesti
aldığını anladım. Annem içerden, ey Ebû Hüreyre, biraz sabr eyle, diye seslendi. Biraz sonra elbisesini giyip kapıyı açdı ve innî eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü diyerek müslimân olduğunu bildirdi. Ben hemen koşarak Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitdim. Sevincimden ağlayarak, müjde yâ Resûlallah, annem hakkındaki düânız kabûl olundu, dedim. Sonra, yâ Resûlallah, bir düâ dahâ ediniz de Allahü teâlâ insanların kalbinde ben ve annemi sevgili eylesin ve onları da bizim kalbimizde sevgili eylesin, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunun için de düâ buyurdu. Hiçbir mü’min yokdur ki, benim adımı işitsin de beni sevmemiş olsun.
● Bir yehûdî, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” için süt sağmışdı. “Yâ Rabbî ona cemâl, güzellik ver” diye düâ buyurdu. O yehûdînin saçları yetmiş yaşına kadar ağarmadı.
● Nâbiga adlı bir şâir, bir gün şi’rini Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” okudu. Resûlullah onun hakkında, “Allahü teâlâ ağzını bozmasın, dağıtmasın” diye düâ etdi. Nâbiga yüzyirmi sene yaşadığı hâlde ağzından bir dişi düşmedi.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek elini Kays bin Zeydin başına koyup, Ey Kays! Allahü teâlâ sana bereket versin, diye düâ etdi. Kays bin Zeyd yüz sene yaşadı ve hiç başı ağrımadı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek elinin dokunduğu saçları hiç ağarmadı ve hiç ihtiyârlamadı.
● Câbir bin Abdüllah “radıyallahü anh” anlatır: Gazvelerden birine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile birlikde çıkmışdım. Birgün bir ağacın gölgesinde otururken, Resûlullah bulunduğum yere geldi. Yâ Resûlallah, gölge yere buyurun, dedim. Teşrîf edip, oturdu. Yanımda salatalık vardı. Çıkarıp Resûlullaha ikrâm etdim. Bunu nereden buldun diye sordu. Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
Medîneden getirdim, dedim. Benim develerimi otlatan bir arkadaşım vardı. O sırada o da yanımda idi. Üzerinde eski bir elbise vardı. O hâliyle yürüyüp gitdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana bu arkadaşının üzerindeki elbisesinden dahâ iyi elbisesi yokmu diye sordu. Yâ Resûlallah! İki elbisesi dahâ var, ben vermişdim. Çantasında saklıyor deyince, arkadaşını çağır, o iyi elbiseleri giysin, buyurdu. Onu çağırdım. Gelip, çantasındaki elbiseleri giyinip gitdi. Sonra Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, arkadaşının hâlinin ne olacağını biliyor musun? Allahü teâlânın onun için takdîr etdiği ölüm bu harbde olacakdır, buyurdu. Arkadaşım bu sözleri işitip, yâ Resûlallah, Allah yolunda mı öleceğim diye sordu. Evet, buyurdu. O gazâda şehîd oldu “radıyallahü anh”.
● Gazvelerden birinde Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” devesi kayboldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Allahü teâlânın o deveyi geri göndermesi için düâ etdi. Allahü teâlâ bir kasırga gönderdi. Kasırga deveyi önüne katıp, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanına getirdi.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek elini Hanzala bin Huzeymin “radıyallahü anh” başının üzerine koydu. Resûlullah ona, “Allahü teâlâ sana bereketler versin” diye düâ etdi. Bir kimsenin yüzünde veyâ bir hayvanın memesinde şişlik olsa, Hanzala “radıyallahü anh” o şişliğe üfürür, sonra elini kendi başı üzerine koyarak, “Bismillâh alâ eser-i yed-i Resûlillah” derdi. Sonra elini o şişliğin üzerine sürerdi. Şişlik hemen kaybolurdu.
● Habîb bin Füveyk “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Gözlerime beyâz perde inmişdi. Hiç görmezdi. Babam beni Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna götürdü. Gözlerine ne oldu diye sordular. Bir gün devemi sürerken, ayağım bir yılan yumurtasına dokundu. O ânda gözlerime ak indi, görmez oldu, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek nefesleriyle iki gözüme üfürdüler. O ânda gözlerim görmeğe başladı. Habîb bin Füveyk seksen
yaşına geldiği hâlde, gözleri gâyet iyi görürdü ve iğneye iplik takardı.
● Bir şahs sol eliyle yemek yirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” niçin sağ elinle yimiyorsun diye sordu. O şahs yalan söyliyerek, sağ elimle yiyemiyorum, dedi. Sağ elinle yiyemeyesin buyurdu. Artık o şahsın sağ eli hiç ağzına yetişmedi.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir Cum’a günü hutbe okuyordu. Mescide bir kimse girip, yâ Resûlallah, davârlarımız helâk oldu. Yollar ıssızlaşdı. Düâ buyurunuz da Allahü teâlâ bize yağmur versin, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek ellerini kaldırıp, (Allahım bize yağmur ver, Allahım bize yağmur ver, Allahım bize yağmur ver) diye düâ etdi. Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Gökde bir zerre bulut yokdu. Âniden dağ üzerinden bir kalkan büyüklüğünde bulut gözükdü. Gök yüzünün ortasına gelince yayıldı ve her tarafı kapladı. Sonra yağmur yağmaya başladı. Bir hafta güneş yüzü görmedik. Yine Cum’a günü geldi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbe okurken bir kişi mescide girdi ve: Yâ Resûlallah, hayvânlarımız yağmurdan helâk oldu, yollar kesildi. Düâ buyurunuz da yağmur kesilsin, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek ellerini kaldırıp, (Allahım, bizim üzerimize değil, etrâfımıza döndür. Tepelere, yüksek yerlere, vâdîlere, ağaçlıklara çevir) buyurdu. Mescidden çıkdığımızda yağmur kesilmiş, güneş açmış, her taraf aydınlanmışdı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” buna benzer mu’cizeleri çok görülmüşdür.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Urve bin EbilCa’d Bârakîye bir koyun satın alması için bir dinâr verdi. O da gidip bir dinâra iki koyun satın aldı. Sonra koyunun birisini bir dinâra satdı. Bir koyun ve bir dinârla Resûlullahın huzûruna geldi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona (Allahü teâlâ seni ve ticâretini bereketli eylesin) diye düâ etdi. Urve “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Kûfe pazarın
da kırk bin dirhem kazanmadan dönmezdim. Nakl edilir ki, Urve “radıyallahü anh” Kûfenin zenginlerinden oldu.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Sa’d bin Ebî Vakkâsa “radıyallahü anh” şöyle düâ buyurdu: “Yâ Rabbî! Sa’d düâ edince, düâsını kabûl eyle”. Bu düâdan sonra Sa’d bin Ebî Vakkâsın her düâsı kabûl olurdu.
● Medlûk “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Hizmetçilerimle birlikde Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelip, îmân etdim. Resûlullah mubârek elini başıma sürdü. Başımda Resûlullahın dokunduğu yer ağarmadı. Diğer kısmları ağardı.
● Cu’ayl-i Eşcaî “radıyallahü anh” anlatmışdır: Bir gazvede Resûlullah ile birlikde idim. Atım çok za’îf idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kamçısıyla atıma bir kerre vurdu ve “Allahım, bu atı ona bereketli eyle” diye düâ etdi. Artık atımın başını tutamadım. Bütün atlıları geçerdim.
● Enes “radıyallahü anh” anlatır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir şahsı nemâz kılarken gördü. O şahs secdeye eğildikce, saçını yere değmesin diye eliyle tutuyordu. Resûlullah “Allahım onun saçını çirkin eyle” diye düâ etdi. O şahsın saçları döküldü.
● Sa’lebe bin Hâtıb, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelip, yâ Resûlallah, mâlımın çok olması için bana düâ buyur, dedi. Bunun üzerine: (Vah sana ey Sa’lebe, şükrünü yapabildiğin az mâl, şükrünü yapamayacağın çok mâldan iyidir) buyurdu. Sa’lebe tekrâr, yâ Resûlallah, düâ et Allahü teâlâ bana çok mâl versin, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Vah sana ey Sa’lebe, benim gibi olmayı istemez misin! Eğer şu dağların altın olmasını ve benim yanımda hareket etmelerini dileseydim, olurdu!) Sa’lebe tekrâr, yâ Resûlallah düâ eyle ki, Allahü teâlâ bana çok mâl versin. Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah hakkı için, mâlım üzerine düşen her hakkı
edâ edip, yerine getireyim, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” tekrâr, (Ey Sa’lebe şükrünü yapabildiğin az mâl, şükrünü yapamadığın çok mâldan iyidir) buyurdu. Fekat, Sa’lebe ısrâr edip yine, yâ Resûlallah, düâ et de Allahü teâlâ bana çok mâl versin, dedi. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Allahım Sa’lebeyi çok mâl ile rızklandır) diye düâ etdi. Sa’lebe bir mikdâr koyun satın aldı. Allahü teâlâ bu koyunlara öyle bereket verdi ki, koyunlar çoğalıp, Medîneye sığmaz oldu. Koyunlarını alıp Medînenin dışına çıkdı. Gündüz mescide nemâza gelir, gece gelmezdi. Koyunları zemânla dahâ çok artdı. Çok uzaklara gitdi. Artık Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mescidine Cum’adan Cum’aya gelirdi. Koyunları dahâ da artınca öyle uzağa gitdi ki, aslâ mescide ve cemâ’ate gelemez oldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” epey zemândan beri Sa’lebeyi göremeyince hâlini sordu. Hâlini anlatdılar. Bunun üzerine, “Vay Sa’lebe bin Hâtıba” buyurdu.
Bir müddet sonra Allahü teâlâ zenginlere zekât vermeği farz kıldı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zenginlerin zekâtını toplamak üzere iki kişi vazîfelendirdi. Sa’lebeye ve Benî Süleym kabîlesinden zengin bir kimse var, ona uğrayınız, buyurdu. O iki kimse Sa’lebenin yanına gidip zekâtını istediler. Sa’lebe elinizdeki mektûbu göreyim, dedi. Mektûbu gösterdiler. Sa’lebe bu istediğiniz harâcdan başka birşey değildir. Hele siz gidin başkalarından bir toplayın bakalım, dedi. O iki kimse Sa’lebenin yanından ayrılıp, başka yere gitdiler. Süleym kabîlesine mensûb olan zengin kimse onların kendisine zekât almak için geldiklerini haber alınca, onları karşıladı. Develerimin en iyilerini zekât için alınız, dedi. O iki sahâbî sana farz olan zekât bunlardan azdır, dediler. O kimse ise bu iyi develeri alınız. Allahü teâlânın rızâsını mâlımın en iyisiyle kazanayım, dedi. Sonra o iki sahâbî tekrâr Sa’lebenin yanına geldiler. Sa’lebe tekrâr mektûbu gösterin, dedi. Mektûbu gösterdiler. Sa’lebe bu harâcdır, siz gidin ben bir düşüneyim, dedi! O iki sahâbî Medîneye dönüp, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna
çıkdılar. Henüz onlar söze başlamadan, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: “Vay Sa’lebe bin Hâtıba” dedi. Süleym kabîlesinden olan ve zekâtını veren zengin kimseye ise, berekete kavuşması için düâ etdi. Allahü teâlâ Sa’lebe hakkında [Tevbe sûresi 75, 76.cı âyetlerinde meâlen], (Onlardan kimi de Allaha şöyle kesin söz vermişdi. Eğer bize lütf ve kereminden ihsân ederse, muhakkak zekâtını vereceğiz, gerçekden sâlihlerden olacağız. Ne zemân ki Allah, kereminden isteklerini verdi, cimrilik edip yüz çevirdiler. Zâten yan çizip duruyorlardı.) buyurdu. Sa’lebenin kabîlesi bunu işitince, Sa’lebeye haber verip, helâk oldun. Allahü teâlâ senin hakkında âyet-i kerîme gönderdi, dediler. Sa’lebe, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelip, işte mâlımın zekâtı kabûl eyle, dedi. Resûlullah, Allahü teâlâ senin zekâtını kabûl etmekden beni men’ etdi, buyurdu. Sa’lebe ağladı ve başına toprak serpdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, sen kendi kendine etdin! Sana söyledim, sözümü dinlemedin! buyurdu ve onun zekâtını almadı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât etdikden sonra Sa’lebe zekâtını hazret-i Ebû Bekre “radıyallahü anh” getirdi. Yâ Emîr-el mü’minîn! Zekâtımı kabûl eyle, dedi. Hazret-i Ebû Bekr, ben Resûlullahın kabûl etmediğini nasıl kabûl edebilirim, buyurdu. Dahâ sonra hazret-i Ömere “radıyallahü anh” getirdi. O da kabûl etmedi. Fekat hazret-i Osmân “radıyallahü anh” halîfeliği sırasında kendi ictihâdına binâen kabûl etdi. Sa’lebe, hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” halîfeliği sırasında vefât etdi.
● Katâde bin Melcân, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelmişdi. Resûlullah mubârek elini onun yüzüne sürdü. Katâde “radıyallahü anh” yaşlanıp, her a’zasında ihtiyârlık alâmetleri görüldüğü hâlde, yüzü gençliğinde olduğu gibi tâze kaldı. Bunu nakl eden kimse şöyle demişdir. Katâde “radıyallahü anh” vefât etdiğinde yanına oturdum. O sırada arkamdan bir kadın geçdi. O kadının yüzünü Katâdenin “radıyallahü anh” yüzünde aynada görür gibi gördüm.
● Câbir “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” pazarda giderken bir kadın feryâd ederek, yâ Resûlallah! Benim bir kocam var, bana devâmlı eziyyet ediyor. Hakkımı gözetmiyor. Beni ondan ayır, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o kadının kocasını çağırtdı. O kimse gelip, yâ Resûlallah! Ben onu dâimâ azîz tutarım. Onu incitmem, iyi geçinirim, dedi. Kadın ağladı ve yalan söylüyor. Yalan söylemekde hiç hayr yokdur. Ben yalancıyı kendime yâr edinmem, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” tebessüm etdi. Kadının başörtüsünün bir ucundan kocasının da başından tutarak, “Yâ Rabbî bunların arasında ülfet ve muhabbet nasîb eyle” diye düâ buyurdu. Câbir “radıyallahü anh” demişdir ki, o kadın bir ay sonra Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldi. Ben şehâdet ederim ki, sen Allahü teâlânın Resûlüsün. Yeryüzünde bana kocamdan dahâ sevgili kimse yokdur, dedi.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kimseyi bir iş için bir yere gönderdi. O şahs gelip o husûsda yalan söyledi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona beddüâ etdi. O kimse karnı yırtılmış ve ölmüş olduğu hâlde bulundu. Defn etdiler, yer kabûl etmedi.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” anlatır: Birgün hava kapalı idi. Bütün Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” mescidde toplanmışdık. Öğle nemâzının vaktinin çıkmasına az kaldı zan etdik. O sırada bir kimse çıka geldi. Henüz nemâzı kılmadınız mı, dedi. Biz Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” evindedir, çağır dedik. O kimse essalâtü (nemâz) yâ Resûlallah diye çağırdı. Sonra susup oturdu. Bir müddet sonra yine essalâtü yâ Resûlallah diye bağırdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kızgın bir hâlde elinde bir ağaçla dışarı çıkdı. Bağıran kim idi, diye sordu. O kimse ayağa kalkıp, yâ Resûlallah bendim, dedi. Resûlullah elindeki ağaçla ona vurdu. Sonra nemâzı kıldık. Havâdaki bulut dağıldı. Bakdık ki, güneş gökün ortasındadır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o kimse nerede buyurdu. O kimse huzûruna geldi. Re-
sûlullah buyurdu ki: Bana eziyyet etdin. Çağırdığın sırada ben Rabbime ibâdet ediyordum. Bir hâcet için Ona düâ ediyordum. Allahü teâlâ ben nemâz kılıncaya kadar güneşi yerinde durdurur. Nitekim Süleymân bin Dâvüd “aleyhimesselâm” bir dünyâ işi ile meşgûl iken, nemâz vakti geçdi. Allahü teâlâ onun için güneşi geri gönderdi, buyurdu. O kimse ben kısâs yapmam yâ Resûlallah, dedi. Öyleyse bana hakkını halâl et, bağışla, buyurdu. O kimse, yâ Resûlallah, asıl bağışlanmaya ben muhtâcım, dedi. Sonra Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” onu azâd etmek için bir deveye satın aldı ve “Adâlet Rabbimizdendir” buyurdu.
● İbni Abbâs “radıyallahü anhümâ” şöyle anlatmışdır: Bir kimse Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldi. Allahın Resûlü olduğuna delîlin nedir, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hurma ağacını çağırıp, getirirsem îmân edermisin buyurdu. Evet deyince, hurma ağacını yanına çağırdı. Ağaç geldi. O kimse hemen îmân etdi. Bir rivâyete göre ise, Resûlullah o hurma ağacından bir salkım hurmayı çağırmışdır. Hurma salkımı ağaçdan kopup yere düşdü ve sıçraya sıçraya geldi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hurma salkımına yerine geri git deyince de, yerine gitmişdir. O şahs ben şehâdet ederim ki, Sen Allahın Resûlüsün diyerek îmân etmişdir.
● Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kazâ-i hâcet için sahrâya çıkdılar. Tenhâ bir yer bulamadılar. Eshâb-ı kirâmdan birine: Şu ağaca söyle, öbür ağacın yanına gitsin, buyurdu. O sahâbe gösterilen ağacı çağırdı. O ağaç diğer bir ağacın yanına gitdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o ağaçların arkasında kazâ-i hâcet yapdılar. Sonra o ağaca yerine git deyince, ağaç yerine gitdi.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Birgün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Kubâ tarafına gitdik. Bir dıvâra rastladık. Orada bir deve vardı. O deve ile su taşırlardı. Deve, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” görünce, başını yere koydu. Eshâb-ı kirâm, yâ Resûlallah, biz sana secde etmeğe deveden dahâ çok müstehakız, dediler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Sübhânallah, Allahü teâlâdan başkasına secde etmek câiz olsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini emr ederdim) buyurdu.
● Ya’lâ bin Sübâbe “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir yolda giderken kazâ-i hâcet yapmak istediler. Orada karşı karşıya iki hurma ağacı vardı. Emr etdiler, o iki ağaç yanyana geldi. Kazâ-i hâcetden sonra ağaçlar yerlerine gitdiler. Sonra Resûlullahın yanına bir deve geldi. Boynunu yere koydu. Sesini boğazında döndürdü ve o kadar ağladı ki, göz yaşlarından toprak ıslandı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu devenin ne dediğini biliyor musunuz diye sordu. Allahü teâlâ ve Resûlü dahâ iyi bilir, dedik. Sâhibi bunu yârın kesecekmiş, buyurdu. Sonra devenin sâhibini çağırıp, bu deveyi bana bağışla, buyurdu. O kimse, yâ Resûlallah! Bundan dahâ kıymetli mâlım yokdur, dedi. O hâlde deveni kesme ve ağır işler yapdırma, buyurdu. O şahs kabûl etdi. Sonra Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kabre uğradı. Bu kabrde yatan kimse, bir günâh sebebiyle azâbdadır. O günâh büyük günâh değildir, buyurdu. Sonra yaş bir hurma ağacını o kabrin üzerine dikdi. Bu hurma dalı yeşil kaldığı müddetçe Allahü teâlâ bu kimsenin azâbını hafîfletir, buyurdu.
● İbni Abbâs “radıyallahü anhümâ” şöyle anlatmışdır: Bir kimsenin iki devesi vardı. Bir gün her nasılsa develer azgınlaşıp koşuşdurmağa başladılar ve bir avluya girdiler. Develerin sâhibi avlunun kapısını kapatdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâb-ı kirâm ile o avluya geldiler. Develerin sâhibine kapıyı aç buyurdular. O kimse, Resûlullaha bir zarar gelir diye korkarak önce açmak istemedi. Tekrâr aç buyurunca, açdı. Devenin biri hemen kapının yanında idi. Resûlullahı görünce başını yere koyup secde etdi. Onun da başını bağladılar. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” develerin sâhibine, bunlara dikkat et, bir dahâ serkeşlik yapmasınlar, buyurdu. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, bu hâli görünce, yâ Resûlallah, bu develer hiçbir şey bilmedikleri
hâlde size secde etdiler. Size bizim secde etmemiz dahâ lâyık değil midir, dediler. (Ben kimsenin kimseye secde etmesini emr etmem. Eğer emr etseydim, kadınların kocalarına secde etmelerini emr ederdim) buyurdu.
● İbni Mes’ûd “radıyallahü anh” anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Mekke seferinde idik. Resûlullahın âdeti şöyle idi ki, kazâ-i hâcet sırasında uzağa giderdi. Tenhâ bir yer bulmayınca oturmazdı. Zîrâ o sırada kendini mahlûkâtın görmesinden son derece sakınırdı. Kendisini temâmen gizlerdi. Her nasılsa bir menzilde böyle tenhâ bir yer bulunamadı. Orada birbirine uzak iki ağaç vardı. Bana ey İbni Mes’ûd, o ağaçların yanına git, Allahın Resûlü bir araya gelip birleşmenizi istedi, birleşin, onu mahlûkâtın görmesine perde olun diye söyle, buyurdu. O ağaçlar birbirinin yanına geldiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hâcetini giderince, ağaçlar yerlerine gitdiler.
● İbni Mes’ûd “radıyallahü anh” anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Medîne sokaklarından birinde bulunduğu sırada, bir deve koşarak gelip, Resûlullahın önünde secde etdi. Sonra başını kaldırdı. Devenin gözlerinden yaş akıyordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu devenin sâhibi kimdir diye sordu. Falan kimsedir, dediler. Çağırmalarını emr buyurdu. Çağırdılar ve o şahs Resûlullahın huzûruna geldi. Bu deveye ne yapmak istiyorsun da şikâyetci oluyor, buyurdu. O şahs, yâ Resûlallah! Yirmi senedir bu deve ile su çekerim. Onu uzun zemândan beri besliyorum. Şimdi semîz oldu, onu kesmek istiyorum, dedi. Bunun üzerine, o deveyi bana sat veyâ kesmekden vazgeçip bağışla buyurdu. O şahs, bu deveyi size bağışladım, sizin olsun yâ Resûlallah, dedi. Resûlullah o deveyi kendi develerinin arasına katdı.
● Câbir “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir sefere çıkmışdık. Yolculuk sırasında bir gün, ey Câbir, matara ile su getir, buyurdu. Bir matara su getirdim. Yolda giderken birbirine dört arşın mesâfede iki ağaç gördük. Şu ağaçlardan birine söyle, diğe-
rinin yanına gitsin, buyurdu. Söyledim, ağaçlar yanyana geldiler. Resûlullah o ağaçların arkasında kazâ-i hâcet eyledi. Sonra ağaçlar yerine gitdi. Sonra develerimize binip yola devâm etdik. Karşımıza kucağında çocuğu ile bir kadın çıkdı. Yâ Resûlallah! Bu oğlancığı üç def’adır cinnî tutar, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” durdu. Çocuğu alıp devenin palanı üzerine koydu. Üç def’a ey Allahın düşmânı çık, buyurdu. Sonra çocuğu annesine verdi. Seferden dönüşümüzde aynı yere gelince, o kadın çocuğu ile birlikde yine karşımıza çıkdı. İki koyun getirmişdi. Yâ Resûlallah! Bunlar benim hediyyemdir, kabûl buyurun. Seni Peygamber olarak gönderen Allah hakkı için, sizinle ilk karşılaşdığımız günden beri, çocuğu cinnî tutmadı, dedi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” emri üzerine koyunun birini aldık, birini de kadına bırakdık. Sonra yola devâm etdik. Birden bire karşımıza bir deve çıkdı. Gelip Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda başını yere koyarak secde etdi. Resûlullah bize, halka sesleniniz toplansınlar buyurdu. Halkı çağırdık, toplandılar. Resûlullah onlara bu deve kimindir, diye sordu. Ensârdan bir cemâ’at, bizimdir yâ Resûlallah, dediler. Bu deveye ne yapdınız diye sordu. Bu deveyle yirmi senedir su çekerdik. Şimdi onu boğazlamak istedik, kaçdı, dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunu bana satınız buyurdu. Sizin olsun yâ Resûlallah, dediler. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu deve benim oldu. Artık onu eceli gelinceye kadar hoş tutunuz, boğazlamayınız, buyurdu. Orada bulunan müslimânlar, yâ Resûlallah, sana secde etmeğe biz hayvânlardan dahâ lâyık değilmiyiz, biz niçin yapmayalım, dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Kimsenin Allahü teâlâdan başkasına secde etmesi câiz değildir. Eğer câiz olsaydı, kadınların kocalarına secde etmeleri gerekirdi.)
● Ya’lâ bin Ümeyye-i Sakafî şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir yere gidiyorduk. Bir deveye rastladık. Deve, Resûlullahı görünce boğazından ses çıkararak bağırıp, boynunu yere koydu. Resûlullah “sallalla-
hü aleyhi ve sellem” orada durdu. Bu devenin sâhibi kimdir, diye sordu. Bir kişi gelip, o devenin sâhibi benim yâ Resûlallah, dedi. Resûlullah, bunu bana sat buyurdu. O kimse, onu size bağışladım, dedi. Bağışlama, sat buyurunca, yâ Resûlallah satmam, bağışlarım, dedi. Sonra o kimse âilemin bu deveden başka geçineceği birşeyi yok, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o kimseye mâdem böyle diyorsun, bilmiş olasın bu deve devâmlı iş gördürdüğünüzden ve az yem verdiğinizden şikâyet ediyor. Bu hayvâna iyi davranarak geçimini sağla, buyurdu. Sonra oradan ayrılıp gitdik. Bir yere varınca Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” orada uyudu. Bir de bakdık ki, bir ağaç, yeri yara yara gelip, Resûlullahın üzerine gölge yapdı. Sonra tekrâr yerine gitdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” uyanınca bu hâdiseyi söyledik. O ağaç bana selâm vermek için Allahü teâlâdan izn istedi, buyurdu.
● Enes “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gün ensârdan birinin avlusuna girdi. Yanında hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve ensârdan bir cemâ’at “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” vardı. Avluda bir koyun sürüsü bulunuyordu. Koyunlar Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” secde etdiler. Eshâb-ı kirâm, yâ Resûlallah! Biz size secde etmeğe bu koyunlardan dahâ lâyıkız, dediler. Buyurdular ki, (Allahü teâlâdan başkasına secde edilmez. Eğer edilse idi, kadınların kocalarına secde etmelerini emr ederdim.)
● Ehl-i beytin bir köpeği vardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” evden dışarı çıkınca, o hayvân kalkar dolaşırdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” eve teşrîf edince, o hayvân iki dizi üzerine çöküp oturur, hiç hareket etmezdi ve hiç ses çıkarmazdı.
● Yemenli birisi şöyle anlatmışdır. Yemende evimde bir kuyu kazmışdım. Tuzlu su çıkdı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelip, bu durumu arz etdim. Bana bir matara su verdi. O suyu götürüp kuyuya dökdüm. Kuyunun suyu tatlandı.
● Ziyâd bin Hâris es-Sadâi şöyle anlatmışdır: Mensûb olduğum kavm Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gidip şöyle dediler: Yâ Resûlallah! Bizim bir kuyumuz vardır. Yaz gelince suyu azalır ve bize yetmez. Yazın su bulmak için etrâfa dağılırdık. Kışın yine bir araya toplanırdık. Şimdi etrâfımıza düşmânlar geldi. Eğer çevreye dağılırsak bizi öldürürler. Düâ buyurunuz da kuyumuzdaki su bize ve davârlarımıza yetsin, dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yedi dâne çakıl taşı istedi. Mubârek ellerini bu taşlara sürdü ve düâ etdi. Bu taşları Allahü teâlânın ismini söyliyerek o kuyuya birer birer atınız, buyurdu. Buyurduğu gibi yapdılar. O kuyunun suyu öyle çoğaldı ki, gece-gündüz devâmlı su çekseler de bir damla eksilmezdi.
● Emîr-ül mü’minîn hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü anh” kölesi Sa’d şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir seferde berâber idik. Bir yerde konaklamışdık. Bana, yâ Sa’d, falan yere git. Orada bir keçi var, sütünü sağ getir, buyurdu. Ben o yeri biliyordum. Orada hiç keçi yokdu. Oraya gidip bakdım, bir keçi duruyordu. Memeleri süt ile dolu idi. Yaklaşıp keçiyi sağdım. Kâfilenin hareket zemânı geldi. Keçinin yanına bir kimseyi bırakdım. Ben yolculuk hâzırlığı ile meşgûl iken, keçi kayboldu. Ne kadar aradıysam da bulamadım. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitdim. Yâ Sa’d, niçin geç kaldın, buyurdu. Yâ Resûlallah! Yolculuk hâzırlığı ile meşgûl oldum. Sütünü sağdığım keçi de kayboldu. Ne kadar aradıysam da bulamadım, dedim. Onu sâhibi aldı gitdi, buyurdu. Doğru söylüyorsunuz yâ Resûlallah, dedim.
● İbni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” şöyle anlatmışdır: Bir kadın Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna bir oğlan çocuğu getirdi. Yâ Resûlallah! Bu oğlumu her sabâh ve akşam cinnîler tutuyor. Deli gibi hareketler yapıyor, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek eliyle çocuğun göğsünü sıvazladı ve düâ etdi. O ânda çocuk kusdu. Karnından köpek yavrusu gibi siyâh bir şey çıkdı. Çocukda görülen önceki hâller artık bir dahâ görülmedi.
● Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” anlatmışdır: Zeyd bin Erkamın “radıyallahü anh” gözü ağrıyordu. Ona geçmiş olsun ziyâretine gitdim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” da orada idi. Mubârek elleriyle Zeyd bin Erkamın iki gözünü açdı. Mubârek ağzının suyundan koydu ve “Senin için bir sıkıntı kalmadı” buyurdu. Gözleri hemen iyileşdi. Sabâhleyin Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitdi. Ey Zeyd, gözlerinin ağrısı devâm etseydi ne yapardın? diye sordular. Yâ Resûlallah, sabr ederdim ve Allahü teâlânın takdîrine rızâ göstererek netîceyi beklerdim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, cânım kudretinde olan Allahü teâlâ için, eğer senin gözlerin o hâlde kalsaydı ve sen sabr etseydin afv edilmiş olarak Allahü teâlâya kavuşurdun, buyurdu.
● Utbe bin Ferkadın “radıyallahü anh” hânımı şöyle anlatmışdır: Biz birkaç kadın Utbenin hanımları idik. Güzel kokulu olmak için, hoş kokular sürünürdük ve bir birimizle yarışırdık. Utbe hiç koku sürünmezdi. Fekat onun güzel kokusu, hepimizin güzel kokusunu basdırırdı. Her ne zemân insanlar arasına gitse halk, biz Utbenin kokusundan dahâ güzel koku hiç görmedik derlerdi. Bir gün Utbeye bunun sebebini sorduk. Şöyle anlatdı: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında vücûdumda kabarcıklar çıkmışdı. Bu hâlimi Resûlullaha anlatdım. Bana vücûdunu aç buyurdu. Açıp huzûruna oturdum. Mubârek eline nefesini üfürüp karnıma ve sırtıma sürdü. Bendeki bu hoş koku o zemândan beri gitmedi.
● Cerhed es-Selemî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” evine gitmişdim. Sofra hâzır idi. Yemeğe oturduk. Sağ elim ağrıdığından, yemeğe sol elimi uzatınca, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” “Yemeği sağ elinle yi” buyurdu. Yâ Resûlallah, sağ elim ağrıyor, dedim. Mubârek nefeslerini sağ elimin üzerine üfürdüler, elim hemen iyileşdi ve bir dahâ ağrımadı.
● Eshâb-ı kirâmdan bir zât şöyle anlatmışdır: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitmişdik. Yanı-
mızda bir oğlan çocuğu vardı. O çocuğun bir gün önce sağ kolu kırılmışdı. Kolunun yanlarına küçük tahta parçaları koyup sargıyla sarmışdık. Resûlullah o çocuğu yanına çağırdı. Kolundaki sargıları çözüp açdı. Sonra mubârek elini çocuğun kırık koluna sürdü. O ânda çocuğun kolu iyileşdi. Hangi kolunun kırıldığını oradakiler fark edemediler. Sonra yemek getirdiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o çocuğa sağ elinle yi buyurdu. Yemekden sonra o çocuğa bu sargıları al evine götür, buyurdu. Çocuk o sargıları alıp evine gitdi. Giderken kavminden îmân etmemiş olan bir ihtiyâra rastladı. İhtiyâr kimse, çocuğun elinde sargıları görünce, bu ne hâldir diye sordu. Çocuk, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kırık kolumdaki sargıları çözdü ve mubârek elini koluma sürdü. O ânda kolum iyileşip, sapasağlam oldu, dedi. O ihtiyâr kimse bunları işitdikden sonra hemen Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gidip, îmân etdi.
● Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Ebû Talhanın “radıyallahü anh” gâyet tenbel ve hiç iyi gitmeyen atına bindi. Resûlullah o ata bindikden sonra, at öyle hızlandı ve çevikleşdi ki, hiçbir at ona yetişemedi.
● Şerhabil Ca’fî “radıyallahü teâlâ anh” şöyle anlatmışdır: Elimde bir ur çıkmışdı. Birgün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gidip, yâ Resûlallah, elimdeki bu ur sebebiyle kılıç kullanamıyorum ve atın dizginlerini tutamıyorum, dedim. Yanıma yaklaş buyurdu. Huzûruna yaklaşdım. Elini aç buyurdu, açdım. Mubârek nefesini elime üfürdü ve mubârek elini elime sürdü. O ânda elimdeki şişlik temâmen kayboldu.
● Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” anlatmışdır: Hastalanmışdım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” ile beni görmeğe geldiler. Ben kendimden geçmişdim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” abdest almış ve abdest aldığı sudan benim üzerime dökmüş. Kendime geldiğimde hastalığım temâmen iyileşmişdi.
● Bir gün bir genç, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gelip; yâ Resûlallah! Zinâ etmem için bana izn ver, dedi. Eshâb-ı kirâm hayrete düşüp, bağrışmağa başladı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o gence yanıma yaklaş buyurdu. Genç yaklaşıp huzûrunda oturdu. Başkalarının annen ile zinâ etmesine râzı olur musun, buyurdu. Genç, hâyır dedi. Senin gibi hiç kimse istemez, buyurdu. Sonra kızınla başkalarının zinâ etmesine râzı olur musun, diye sordu. Hâyır, râzı olmam, dedi. Yine başkalarının kız kardeşin ile zinâ etmesine râzı olur musun, dedi. Hâyır olmam, diye cevâb verdi. Dahâ sonra amcasının, halasının ve diğer akrabâlarının kızları için de ayrı ayrı sordu. Hepsine hâyır, başkalarının onlarla zinâ etmesine râzı olmam diye cevâb verdi. Bunun üzerine Resûlullah mubârek elini o gencin göğsüne koydu ve “Allahım bunun günâhını afv eyle, kalbini temizle ve zinâdan koru” diye düâ buyurdu. O genç artık hiç harâma meyl etmedi.
● Âişe-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında işsiz bir kadın vardı. Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” et yemeği yirken, o kadın geldi. Allahü teâlânın Resûlüne bakınız, oturmuş kullar gibi yemek yiyor, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, evet ben kulum, kullar gibi otururum ve yemek yirim, buyurdu. O kadın, yidiğiniz yemeklerden bana da veriniz, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o yemekden bir parça verdi. Kadın, yâ Resûlallah, mubârek elinizle ağzıma koyunuz, dedi. Resûlullah mubârek eliyle ağzına verdi. Bu lokmayı yidikden sonra, o kadındaki tenbellik bir dahâ görülmedi.
● Râfi’ bin Hadîc “radıyallahü teâlâ anh” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitmişdim. Yanında bir kişi et pişiriyordu. Et hoşuma gitdi. Bir parça, alıp yidim. Bir sene boyunca karnım ağrıdı. Bu hâli Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” anlatdım. Onda yedi kişinin hakkı vardı, buyurdu. Sonra mubârek eliyle karnımı sığadı. Onu Peygamber olarak gönderen Allah
hakkı için o ağrı geçdi ve bir dahâ hiç karnım ağrımadı.
● Ebû Şehm “radıyallahü anh” anlatmışdır: Medîne yolunda gidiyordum. Karşıma bir kadın çıkdı. Elimle kadına dokundum. Sonra insanların Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bî’at etmeğe gitdiklerini gördüm. Ben de gitdim. Bî’at için elimi uzatdım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek elini çekdi. Yolda kadına elimi uzatdığımı hâtırlatdı. Yâ Resûlallah. Bî’atımı kabûl buyurunuz. Bir dahâ aslâ öyle şeyler yapmam, dedim. Çok iyi olur, buyurup benimle bî’at etdi.
● Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda bir kişinin çok ibâdet ve mücâhede yapdığını anlatıyordum. O sırada o kimse arkada bir yerde gözükdü. Yâ Resûlallah! İşte bahsetdiğim kimse diyerek onu gösterdim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Cânım kudretinde olan Allah hakkı için, ben o kimsenin yüzünde şeytânın eserini görüyorum) buyurdu. Sonra o şahs Resûlullahın huzûruna geldi. Resûlullah o şahsa: (Allah hakkı için söyle, bizi görünce, içinden bu kavmin benden dahâ iyisi yokdur diye geçmedi mi?) buyurdu. O şahs evet geçdi, dedi. Sonra dönüp gitdi. Bir yerde toprak üzerine mescid şeklinde çizgi çizip orada nemâza durdu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: “Kim gidip bu kimseyi öldürür?” diye sordu. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” o şahsın yanına gitdi. Fekat nemâzdadır diye öldürmekden çekindi ve geri döndü. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldi. Resûlullah, ne yapdın diye sorunca, yâ Resûlallah, onu nemâz kılarken gördüm. Öldürmekden çekindim, dedi. Resûlullah tekrâr “Kim gidip onu öldürür?” diye sordu. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” kalkıp, ben öldürürüm, diyerek o kimsenin yanına gitdi. O da hazret-i Ebû Bekr gibi öldürmeden geri döndü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” “Bu adamı kim öldürebilir?” diye tekrâr sordu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” kalkdı, ben öldürürüm, dedi. Resûlullah, (Yâ Alî! Eğer onu yerinde bulabilirsen öldürürsün) buyurdu. Hazret-i Alî gitdi. Fekat o adamı yerinde bulamayıp geri döndü. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sel-
lem” huzûruna gelip, durumu bildirdi. Bunun üzerine, “O şahs ümmetim arasında fitne çıkaracakdır. Eğer onu öldürseydin, ümmetimden iki kişi arasında aslâ muhâlefet çıkmazdı. Benî İsrâîl yetmişbir fırkaya ayrıldı. Çok geçmeden benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılır. Bir fırka hâriç, diğerleri Cehennemdedir” buyurdu.
● Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına, yârın herkes bir sadaka getirsin, buyurdu. Utbe bin Zeyd “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: O gece Allahü teâlâya şöyle münâcâtda bulundum: “Yâ Rabbî! Resûlünün bize sadaka getirmemizi emr etdiğini biliyorsun. Benim sadaka edecek hiç bir şeyim yokdur! Ben de kendi kendimi, şânımı sadaka ediyorum” dedim. Sabâh olunca, Eshâb-ı kirâmın herbiri bir sadaka getirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana bakdı ve “Dün gece kendi şânını sadaka eden kimse nerededir?” buyurdu. Hiç kimse cevâb vermedi. Yine buyurdular ki: Dün gece kendi şânını sadaka eden kimse nerededir? Yine hiç kimse cevâb vermedi. Bunun üzerine ben ayağa kalkıp, o kimse benim yâ Resûlallah, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” üç def’a, “Allahü teâlâ sadakanı kabûl etdi” buyurdu.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana Ramezân ayının zekâtını korumamı emr buyurdu. Bir gece bir kimse gelip, o zekât malından alırken onu yakaladım. Seni Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna götürürüm, dedim. Beni salıver, bir dahâ gelmem. Bu işi çoluk çocuğum çok muhtâc olduğu ve çok fakîr olduğum için yapdım, dedi. Ben de acıyıp salıverdim. Sabâhleyin Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitdim. Ey Ebâ Hüreyre! Dün geceki esîrini ne yapdın, buyurdu. Yâ Resûlallah! Annem, babam sana fedâ olsun. Çoluk çocuğum muhtâc ve çok fakîrim, dedi. Ben de acıyıp serbest bırakdım, dedim. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o yalan söyledi, yine gelecek, buyurdu. Onu gözetledim. Geldi ve yakaladım. Sen beni serbest bırak, bir dahâ gelmem demedin mi, diye sordum. Bu
def’a beni serbest bırak, sana bir kaç kelime öğreteyim. Onlardan çok fâide görürsün, dedi. Onlar nelerdir, dedim. Yatacağın zemân Âyet-el kürsîyi başından sonuna kadar oku. Allahü teâlâ seni muhâfaza eder ve şeytân sana yaklaşamaz, dedi. Sabâhleyin Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitdim. Yine sordu. Durumu aynen anlatdım. Bunun üzerine buyurdu ki: “O yalancı olduğu hâlde doğru söylemiş”. Sonra, Onun kim olduğunu biliyor musun, diye sordu. Hâyır bilmiyorum, dedim. O şeytân “aleyhilla’ne” idi, buyurdu.
● Ebû Sa’îd Hudrî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir gün annem beni Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” ba’zı şeyler istemem için gönderdi. Huzûruna varıp oturdum. Mubârek yüzünü bana çevirerek, (Kim mâlik olduğu şeye kanâ’at ederse, Allahü teâlâ onu başkasına muhtâc etmez. Kim çirkin şeylerden sakınırsa, Allahü teâlâ onu iffetli eyler. Kim mâlik olduğu şey ile yetinirse, Allahü teâlâ ona kâfidir. Kim bir okıyelik mikdârında birşeye sâhib olduğu hâlde, başkasından birşey isterse, devâmlı isteyici olur) buyurdu. Ben kendi kendime falan devemiz bir okıyeden dahâ iyidir dedim. Hiçbir şey istemeden Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrundan kalkıp gitdim.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Teyemmüm âyeti nâzil olmuşdu. Nasıl teyemmüm edileceğini bilmiyordum. Öğrenmek için Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” evine doğru gitdim. Evlerine yaklaşınca, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” beni gördü. Ne için geldiğimi anladı. Biraz ileri gidip tebevvül etdi. Sonra gelip iki mubârek elini toprağa vurup yüzünü ve iki kolunu mesh etdi. Başka birşey yapmadı. Ben de artık birşey sormadan geri döndüm.
● Yine Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Suheyb “radıyallahü anh” Mekkeden hicret ederken, Kureyş müşriklerinin gencleri bir gurub hâlinde onu ta’kîbe başladılar. Suheyb “radıyallahü anh” yanına aldığı okları göstererek,
benim iyi ok atdığımı bilirsiniz. Bana yaklaşmayınız, dedi. Müşrikler, bize Mekkede sakladığın yiyeceklerin yerini söyle, seni ta’kîbden vazgeçelim, dediler. Bırakdığı yiyeceklerin yerini söyledi. Onlar da ta’kîb etmekden vazgeçdiler, dönüp gitdiler. Suheyb “radıyallahü anh” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna varınca, üç kerre, “Alış verişinde kazançlı çıkdın” buyurdu. Sonra, meâl-i şerîfi, (İnsanlar arasında, Allahın rızâsını kazanmak için cânını verenler vardır. Allah, kuluna karşı şefkatlidir) olan, Bekara sûresinin 207.ci âyet-i kerîmesi nâzil oldu.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gün islâm ordusunu bir yere göndermişdi. O sene kıtlık olduğundan, her askerin yol azığını ayrı ayrı vermişdi. Askerler arasında Cüdeyrin “radıyallahü anh” yol azığını vermeği unutmuşdu. Cüdeyr “radıyallahü anh” islâm ordusunun arkasından gidiyordu. Yol boyunca “Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber sübhânellahi velhamdülillahi velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” diye söylüyordu ve bu ne güzel azıkdır yâ Rabbî diyordu. Dâimâ bunu söylüyor ve sabrla yola devâm ediyordu. Cebrâîl “aleyhisselâm” Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” gelip, beni Allahü teâlâ gönderdi. Bütün ordunun yiyeceğini verdiniz. Fekat, Cüdeyrin “radıyallahü anh” azığını vermeği unutdunuz. O yolda, Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber sübhânellahi velhamdülillahi velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm diyerek ve yâ Rabbî bu ne güzel azıkdır diye söyliyerek gidiyor. Onun bu söyledikleriyle yer ve gök arası nûr ile dolacak. Ona yiyecek gönder, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbdan birini çağırıp, Cüdeyrin “radıyallahü anh” azığını götürmesi için ona verdi ve selâm söyledi. Onun azığını unutdum. Allahü teâlâ bana Cibrîli göndererek, bu durumu haber verdi, buyurdu. O sahâbî azığı alıp, Cüdeyre “radıyallahü anh” yetişdi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” söylediklerini haber verdi. Bunun üzerine Cüdeyr “radıyallahü anh”: Yâ Rabbî, sana hamd olsun. Sen zemân ve mekândan münezzehsin. Za’îfliğime ve sabrsızlığıma merhamet etdin. Sen beni unutmadı-
ğın gibi, beni de seni unutmayanlardan eyle” diye düâ etdi. Azığı getiren sahâbî ondan işitdiklerini aynen Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” anlatdı. Resûlullah bu haberi getiren sahâbîye: “Eğer o sırada başını yukarı kaldırsaydın, Cüdeyrin sözlerinin nûrunu yer ile gök arasında görürdün” buyurdu.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâb-ı kirâma, bir yere bir cemâ’at gönderdim. Siz de biraz sadaka veriniz, buyurdu. Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü anh” mâlımın yarısını sadaka olarak vereyim, yarısını da âileme bırakayım, dedi. Bir başka sahâbî de bir sa’ hurma getirdi. Yâ Resûlallah! Kova ile su çekdim, ücret olarak iki sa’ hurma verdiler. Bir sa’ hurmayı âileme bırakdım, bir sa’ hurmayı da sadaka olarak vermek için getirdim, dedi. Münâfıklar, Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü anh” için onun mâlının yarısını tasadduk etmesi riyâdır, dediler. Bir sa’ hurma getiren sahâbî için de, Allahın ve Resûlünün onun bir sa’ hurmasına ihtiyâcı vardır, dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ [Tevbe sûresi 79.cu âyetinde meâlen], (O kimseler ki, mü’minlerin istiyerek verdikleri sadakaları ayblarlar. Böylece mü’minler ile alay etmiş olurlar. Allahü teâlâ da onların istihzâlarının cezâsını verir. O münâfıklar için şiddetli azâb vardır) buyurdu.
● Meymûne “radıyallahü anhâ” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gece benim evimde idi. Abdest almak için kalkmışdı. Üç kerre Lebbeyk dediğini işitdim. Yâ Resûlallah, orada kim var, kiminle konuşuyorsunuz diye sordum. Benî Ka’b kabîlesinin şâiri, Mekkede öldürüleceklerini zan etmişler, benden yardım istedi, buyurdu. Üç gün sonra Benî Ka’b kabîlesinden bir kimse geldi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile nemâz kıldı. Sonra bir şi’r okudu. Şi’rde Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” yardım istendiği anlatılıyordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Lebbeyk Lebbeyk buyurdu. Sonra Medîneden dışarıya çıkıp, Ravhada konakladı. Havada bir bulut gördüler. Benî Ka’b kabîlesine yardım için gelmişdir, buyurdu.
● İbni Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” şöyle nakl etmişdir: Bir gece Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir yere gidiyorduk. Kim sabâh nemâzı vaktini bekler buyurdu. Yâ Resûlallah! Ben bekleyip uyandırırım, dedim. Sen uyursun buyurdu. Tekrâr kim sabâh nemâzı vaktini bekler, buyurdu. Yine ben bekleyeyim, dedim. Sonra Resûlullahın devesinin ve kendi devemin yularını birlikde tutup, gece sabâh nemâzının vaktini beklemeye başladım. Gecenin sonuna doğru Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurduğu gibi uyuya kalmışım. Güneşin sıcaklığının te’sîriyle uyandım. Kendi devem yanımda idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” devesi kaybolmuşdu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kimseye şöyle git diye işâret etdi. O kimse gidip, Resûlullahın devesini buldu. Yuları bir ağaca dolanmışdı. Çözüp getirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” abdest aldı. Orada bulunanlar da abdest aldılar. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Bilâle “radıyallahü anh” ezân okumasını emr buyurdu. Ezân okundu. Sabâh nemâzının sünnetini kıldık. Sonra kâmet okundu, cemâ’atle sabâh nemâzının farzını kıldık. Selâm verdikden sonra, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Allahü teâlâ dileseydi sizi sabâh nemâzına uyandırırdı. Fekat sizden sonra gelenler uyuyarak veyâ unutarak sabâh nemâzını geçirdiklerinde sabâh nemâzını bu şeklde kazâ etmelerini öğretmeyi diledi.”
● Câbir “radıyallahü teâlâ anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir seferde idik. Bir rüzgâr çıkdı. “Bu rüzgâr bir münâfığın ölümü içindir” buyurdu. Medîneye geldiğimizde, münâfıklığıyla ve fesadçılığıyla meşhûr azgın bir münâfığın öldüğünü haber aldık.
● Katâde bin Nu’mân “radıyallahü teâlâ anh” şöyle anlatmışdır: Bir gece çok karanlık ve şiddetli yağmur vardı. Bunu ganîmet bilip yatsı nemâzını Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile kıldım. Nemâz bitince, Resûlullah geri dönüp; bu karanlık gecede burada niçin kaldın, buyurdu. Yâ Resûlallah! Sizinle nemâz kılmağı ganîmet bildim, dedim. Bana bir asâ –
verip, şeytân senden sonra evine girmişdir. Bu asâyı al, ondan yayılan ışıkla evine git. Şeytânı evinde bir köşede bulursun. Bu asâ ile ona vur, buyurdu. Asâyı alıp mescidden çıkdım. Asâdan bir ışık yayıldı. Onun aydınlığında evime gitdim. Evdekiler uyumuşlardı. Evde köşelere bakdım. Şeytân bir köşede kirpi sûretinde duruyordu. Elimdeki asâ ile ona o kadar vurdum ki, sonunda evimden çıkıp gitdi.
● İbni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bize doğru geliyordu. O sırada bir bulut peydâ oldu. Biz o bulutdan yağmur yağacak diye ümmîd etdik. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, bu bulutu sürükleyen melek bana geldi ve selâm verdi. Yâ Muhammed “aleyhisselâm”, bu bulutu, Yemen diyârında falan vâdîye sevkediyorum, dedi. Birkaç gün sonra Yemenden develer üzerinde ba’zı kimseler geldi. Onlara sorduk. Bulutu gördüğümüz gün oraya yağmur yağdığını söylediler.
● Ebû Cüz’a adında bir kimse, Kubâda bir kadına âşık olmuşdu. Onunla bir dürlü buluşamadı. Pazara gidip Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” elbisesi gibi bir elbise satın aldı. O elbiseyi giyip Kubâya gitdi. Onlara beni Resûlullah gönderdi ve kendi elbisesini de bana giydirdi. İstediğin evde misâfir ol buyurdu, dedi. Kubâ halkı, Ebû Cüz’anın devâmlı kadınlara bakdığını farketdiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bizi dâimâ kadınlara bakmakdan sakındırırdı. Bu kişi kimdir ki, hiç çekinmeden devâmlı kadınlara bakıyor diyerek, o kimsenin hâlinden şübheye düşdüler. İşin aslını anlamak için, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” iki kişi gönderdiler. O iki kimse Resûlullahın huzûruna vardıklarında, kaylûle uykusunda idi. Beklediler, uyanınca, yâ Resûlallah! Ebû Cüz’ayı Kubâya siz mi gönderdiniz, diye arz etdiler. Resûlullah, Ebû Cüz’a kimdir, diye sordu. Kendisini bize sizin gönderdiğinizi söyledi. Üzerinde sizin elbisenize benzer bir elbise var. Bunu bana Resûlullah giydirdi diyor. Biz onun hâlini öğrenmek için huzûrunuza geldik, dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sel-
lem” gadablandı, mubârek yüzünün rengi değişdi ve “Kim bana isnâden yalan söylerse Cehennemdeki yerini hâzırlasın” buyurdu. Sonra o iki kimseye, hemen gidin, eğer onu sağ bulursanız, öldürünüz ve ateşe atınız. Fekat öyle zan ediyorum ki, siz vardığınızda onun işi temâm olmuş, ölmüş bulursunuz. Fekat onu ateşde yakınız, buyurdu. O iki sahâbî Kubâya döndüler. Ebû Cüz’a bevl etmek için bir yere oturduğu sırada âniden bir yılanın onu sokup öldürmüş olduğunu haber aldılar.
● Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Ümmü Varakayı “radıyallahü anhâ” ziyâret eder ve ona şehîde derdi. Bir kölesi ve bir de câriyesi vardı. Onları müdebber etmişdi. Ya’nî vefâtından sonra serbest olacaklarını söylemişdi. Emîr-ül mü’minîn Ömerin “radıyallahü anh” halîfeliği sırasında köle ve câriye anlaşarak Ümmü Varakayı şehîd etdiler. Hazret-i Ömer bunu haber alınca, sadakallahu ve Resûlühü, Resûlullah dâimâ, haydi kalkınız, gidip şehîdeyi ziyâret edelim buyururdu, dedi.
● Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” islâm düşmanı Hâlid bin Nebîhden bahsederek, onu kim öldürerek benim gönlümü onun sıkıntısından kurtarır, buyurdu. Eshâb-ı kirâmdan Abdüllah bin Üneys “radıyallahü teâlâ anh” ben gidip onu öldürürüm. Yalnız o nasıl bir kimse, bana onun vasfını bildiriniz yâ Resûlallah dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, onu görünce kalbine bir korku gelir, buyurdu. Abdüllah bin Uneys “radıyallahü teâlâ anh” şöyle demişdi. Resûlullah böyle buyurunca, yâ Resûlallah, Sizi hak Peygamber olarak gönderen Allah hakkı için, ömrümde hiç kimseden korkmadım dedim. Hâlid bin Nebîh Arafâtda idi. Abdüllah bin Üneys “radıyallahü anh” onu Arafâtda buldu. Bundan sonrasını şöyle anlatır: Oraya gitdim. Güneş batmadan bir kişi gördüm. O kişiyi görünce kalbime bir korku düşdü. Anladım ki o, Hâlid bin Nebîhdir. Bana sen kimsin, dedi. Bir işim var. Onun için dolaşıyorum. Bu gece seninle kalabilirim, dedim. Peki peşimden gel, dedi. Onu ta’kîb etdim. Acele ile ikindi nemâzını kıldım. Beni gö-
rür diye de korkdum. Sonra arkasından ona yetişip kılıç ile vurarak onu öldürdüm.
● Sakîf kabîlesinden bir kimse ile ensârdan bir zât, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” ba’zı süâller sormak için biraraya gelmişlerdi. Sakîf kabîlesinden olan kimse, ensârdan olan zâta sen Medînelisin, süâlini her zemân sorabilirsin. Müsâade edersen, önce ben süâllerimi arz edeyim, dedi. O da müsâade etdi. Sakîf kabîlesinden olan kimse, Resûlullahın huzûruna vardı. Resûlullah ona süâlini sen mi sorarsın, yoksa ben mi söyliyeyim, buyurdu. Yâ Resûlallah siz söyleyiniz dedi. Senin süâllerin nemâz ve orucdandır, buyurarak cevâblandırdı. O kimse seni Peygamber olarak gönderen Allah hakkı için, benim süâllerim buyurduğunuz gibi bunlar idi, dedi. Sonra ensârdan olan zât, Resûlullahın huzûruna yaklaşdı. Ona da süâllerini ben mi söyliyeyim, sen mi söylersin buyurdu. Siz söyleyin yâ Resûlallah dedi. Senin süâllerin hacdan, arefe gününden, saç kesmekden ve tavâfdandır, buyurarak hepsini cevâblandırdı. Ensârdan olan zât, Allah hakkı için benim süâllerim de bunlardı, dedi.
● Ammâr bin Yâser “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir seferde berâberdik. Bir yerde konakladık. Su getirmeye gitmek için kovamı ve su tulumumu aldım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” su alırken birisi sana mâni’ olmak isteyecekdir, buyurdu. Kuyunun başına gitdim. Siyâh bir kimse yanıma geldi. Bugün bu kuyudan bir kova su almana izn vermem dedi ve beni tutdu. Ben de onu tutup yere yıkdım. Taşla vurarak yüzünü ve burnunu ezdim. Sonra su kablarımı doldurup, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna döndüm. Suyun yanında bir kimseyle karşılaşdın mı diye sordu. Ben de olanları aynen anlatdım. O sana mâni’ olmak isteyen şeytân idi, buyurdu.
● Vâbesa bin Ma’bed “radıyallahü teâlâ anh” şöyle anlatmışdır: Hayr ve şerden herşeyi sormak niyyetiyle Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna gitdim. Bir
cemâ’at toplanmışdı. Kalabalığın arasından geçip Resûlullaha iyice yaklaşmak istedim. Oradakiler bana biraz uzakda dur dediler. Beni bırakınız, Resûlullaha iyice yaklaşayım. Zîrâ bana Ondan dahâ sevgili kimse yokdur, dedim. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, yaklaş, buyurarak, beni huzûruna çağırdı. Mubârek dizlerinin dibine oturdum. Ey Vâbesa. Hayr ve şerden herşeyi sormak için geldin değil mi buyurdu. Evet yâ Resûlallah dedim. Mubârek parmaklarını göğsüme koydu ve “Ey Vâbesa, kalbinden fetvâ iste! Kalbine gelen şey iyi ise kalbin sükûnet bulur. Kalbinde tereddüt ve çarpma olursa o şey kötüdür, günâhdır. Sana başkaları fetvâ verseler bile sen kalbine bak!” buyurdu.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında iki kişi vardı. Birisi sohbetlere devâmlı gelirdi. Diğeri ise sohbetlere az gelir ve iyi ameli de az görülürdü. Sohbetlere devâmlı gelen kimse, bir gün Resûlullaha kıyâmet ne zemân kopacakdır diye sordu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” “Kıyâmet için ne hâzırladın” buyurdu. Allahü teâlânın ve Resûlünün muhabbetini hâzırladım, dedi. Resûlullah ona, “Sen sevdiklerinle berâber olacaksın ve senin için hesâb yokdur”, buyurdu. Sohbetlere az gelen kimse vefât etdi. Resûlullah, “Biliyormusunuz, Allahü teâlâ o kişiyi Cennete koydu” buyurdu. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” hayret ederek birbirlerine bakışdılar. Bu hâli o şahsın hanımına, yine hayretlerini belirterek söylediler. Hanımı şöyle dedi: Kocam her ezân okunduğunda, müezzin Lâ ilâhe illallah deyince, “Allahdan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Her şehâdet edene, Allahü teâlânın kâfi geleceğine inanırım” derdi. Müezzin, Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah deyince de: “Her şehâdet eden gibi şehâdet ederim. Bu îmânım bana kâfidir” derdi. Bu sözleri duyanlar, Resûlullahın huzûruna döndüklerinde, dahâ onlar bir şey söylemeden, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, o kimsenin hanımının anlatdıklarını söyledi ve Allahü teâlâ onu, bu sebeble Cennete koydu, buyurdu.
● Ukbe bin Âmir el-Cühenî “radıyallahü anh” şöyle an-
latmışdır: Bir gün Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda idim. Dışarı çıkdığımda ehl-i kitâbdan bir cemâ’at, ellerinde kitâblarıyla gelmişdi. Benden Resûlullahın huzûruna girmek için izn istediler. Durumu Resûlullaha haber verdim. “Benim onlarla ne işim var. Onlar bir şey sormak isterler, ben onu bilmem. Ancak Allahü teâlâ bildirirse bilirim.” buyurdu. Sonra bana su getir, buyurdu. Suyu getirdim. Abdest alıp iki rek’at nemâz kıldı. Mubârek yüzünde bir sevinc eseri göründü. Dışardakilere söyle içeri gelsinler. Eshâbdan da kimi bulursan çağır, buyurdu. Dışarda bekleyenler huzûruna girince onlara, sormak istediğinizi isterseniz ben size haber vereyim ve kitâblarınızda yazılı olduğu gibi cevâbını vereyim, buyurdu. Onlar, biz de böyle istiyoruz, dediler. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, siz İskender kıssasını sormak istiyorsunuz, buyurdu ve kitâblarında bildirildiği gibi temâmen anlatdı. Ehl-i kitâbdan olan cemâ’atin temâmı Resûlullahın anlatdıklarının hepsini i’tirâf etdiler.
● Habîb bin Mesleme-i Fihrî “radıyallahü anh” Medîneye gelip, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitmişdi. Peşinden babası gelip, yâ Resûlallah, benim bu oğlum elim ayağım gibidir diyerek, onu götürmek istedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Habîbe, kalk babanla geri dön. Çünki, onun ömrü az kalmışdır. Yakında vefât eder, buyurdu. Babası o sene vefât etdi.
● İmrân bin Hasîn “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile bir seferde idim. Bir gece sabâha az bir zemân kalıncaya kadar yürüdük. Sonra bir yerde konaklayıp uyuduk. Sabâh nemâzına uyanamadık. Güneşin sıcağının te’sîriyle ilk uyanan hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” oldu. O da hazret-i Ömer-ül Fârûku “radıyallahü anh” uyandırdı. Hazret-i Ömer uyanınca uyuya kaldığımızı görüp, yüksek sesle tekbîr getirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de uyandı. Sonra, Eshâb-ı kirâm uyanıp, sabâh nemâzının geçdiğinden şikâyet etdiler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” korkmayınız, yola devâm ediniz, buyurdu. Bir müddet gitdikden sonra, Resûlul-
lah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir yerde konakladı ve su istedi. Cemâ’at ile sabâh nemâzını kıldı. [Aynı nemâzları kazâya kalmış idi.] Nemâzdan sonra Eshâbdan birinin bir kenârda durduğunu gördü. Sen niçin nemâz kılmadın, diye sordu. O şahs cünüb oldum, su bulamadım yâ Resûlallah, dedi. Teyemmüm et buyurdu.
Sonra yola devâm etdik. Eshâb-ı kirâm susuzlukdan şikâyet etdiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Alîyi “radıyallahü anh” ve eshâbdan birini huzûruna çağırıp, bizim için su arayınız, buyurdu. Su aramak için gitdiler. Bir kadına rastladılar. Bir deveye iki tulum su yüklemiş, kendisi de deveye binmişdi. O kadından suyun nerede olduğunu sordular. Kadın su için dün bu vakt yola çıkmışdım, dedi. Kadını Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna getirdiler. Resûlullah bir kab istedi ve tulumdaki sudan bu kaba dökün buyurdu. Kaba su dökdüler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” o kabdaki sudan alıp mubârek ağzında çalkalayıp tekrâr kaba boşaltdı. Kabdaki suyu da tuluma boşaltdı. Sonra geliniz bu sudan içiniz, buyurdu. Herkes ihtiyâcı kadar su aldı. Sonra cünüp olup su bulamayan sahâbîye de, bir kab su verip, bununla gusl abdesti al buyurdu. Suyun sâhibi kadın olanları seyrediyordu. Herkesin su ihtiyâcı bitince, kadının tulumundaki su öncekinden dahâ fazla duruyordu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kadına bir mikdâr hurma, un ve sevik verdi. Senin suyunu eksiltmedik. Allahü teâlâ bize su verdi, buyurdu. Kadın oradan ayrılıp kavminin yanına gitdi. Niçin geç kaldın, dediler. O da olanları aynen anlatdı. Sonra kadın Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” kasdederek, Onun için, kavminin dîninden başka bir dîne da’vet ediyor, diyorlar. O ya büyük bir sihrbâzdır, ya da Allahın peygamberidir, dedi. Sonra Eshâb-ı kirâm o civârda ganîmet elde etdiler. O kadının kavmine hiç dokunmadılar. Kadın bu hâli görünce kavmine, istermisiniz müslimân olalım, dedi. Bütün kavmi müslimân oldu.
● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir def’asında açlıkdan neredeyse karnım sırtıma yapışacakdı. Mi’deme taş bağladım. Birisi beni evine götürsün de bir şey-
ler yidirsin diye, Eshâb-ı kirâmın gelip geçdiği yol üzerine oturdum. Önce hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” geldi. Ona Kur’ân-ı kerîmden bir âyet-i kerîmeyi sordum. Maksadım beni evine götürüp, birşeyler yidirmesi idi. Sonra hazret-i Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anh” oradan geçiyordu. Ona da bir âyet-i kerîmeyi sordum. İkisi de beni götürmediler. Sonra âniden Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” geldi. Bana bakıp yüzümden aç olduğumu anladı. “Ey Ebâ Hüreyre, benimle birlikde gel” buyurdu. Resûlullahı ta’kîb etdim. Mubârek zevcelerinden birinin evine gitdik. Yanınızda hiç yiyecek bir şey var mıdır diye sordu. Eve, falan kimse sizin için biraz süt hediyye göndermiş dedi. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana, ey Ebâ Hüreyre git, Eshâb-ı soffayı çağır buyurdu. Eshâb-ı soffa, malı, çoluk çocuğu olmayan sahâbîler idi. Mescidde kalırlar ve Eshâb-ı kirâm onlara bakardı. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” hediyye gelince, ondan hem kendisi yir, hem de Eshâb-ı soffaya verirdi. Sadaka gelince kendisi yimez, onun temâmını Eshâb-ı soffaya verirdi. Ben kendi kendime o sütden önce biraz içseydim, sonra Eshâb-ı soffayı çağırsaydım. Çünki, onlar gelirse, bana bir kâse sütden ne kalacak diye düşündüm. Sonra Eshâb-ı soffayı çağırdım. Hepsi gelip, Resûlullahın huzûrunda oturdular. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bana, ey Ebâ Hüreyre, süt kâsesini al bana ver, buyurdu. Sonra tekrâr bana geri verdi. Bunu herkese ver, hepsi içsinler buyurdu. Eshâb-ı soffanın hepsi tek tek o kâseden süt içdiler. Ben ve Resûlullah henüz içmemişdik. Resûlullah süt kâsesini elimden mubârek eline alıp, yine bana geri verdi ve iç, buyurdu. Sütden bir mikdâr içdim. Yine iç, buyurdu, içdim. Bir dahâ iç buyurdu, tekrâr içdim. Dördüncü def’a iç buyurdu. Yâ Resûlallah, artık içmeğe mecâlim kalmadı, iyice doydum, dedim. Elimden süt kâsesini alıp, kalan sütü de kendileri içdiler.
● Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Medîneye hicret etdikleri zemân, ben sekiz yaşında idim. Babam vefât etmişdi. Annem, Ebû Talha “radıyallahü anh” ile evlenmişdi.
Ebû Talha çok fakîrdi. Bir iki gün hiç yemek yimeden geçirdiğimiz zemânlar olurdu. Bir gün annemin eline biraz arpa geçmişdi. O arpayı un yapdı ve iki ekmek pişirdi. Komşudan da biraz süt istedi. Bana haydi git, Ebû Talhayı çağır da berâber yiyelim, dedi. Ben yemek yiyeceğiz diye sevinerek dışarı çıkdım. Bir de bakdım ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ile oturuyorlardı. Huzûruna yaklaşıp, yâ Resûlallah annem sizi çağırıyor, dedim. Kalkdılar, Eshâb-ı kirâma da kalkınız, buyurdular. Eve doğru yürüdük. Eve yaklaşınca, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” babalığıma, ey Ebâ Talha, hiçbirşey hâzırladın mı ki bizi da’vet ediyorsunuz, buyurdu. Ebû Talha “radıyallahü anh”, seni Peygamber olarak gönderen Allah hakkı için, dünden beri bir lokma yiyecek yimedim. Evde de yiyecek birşey olduğunu zan etmiyorum, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, “O hâlde Ümmü Selîm bizi niçin da’vet etdi eve bir bak!” buyurdu. Ebû Talha evine girdi ve hanımı Ümmü Selîme, Resûlullahı niçin da’vet etdin diye sordu. Hanımı iki arpa ekmeği pişirdim, komşudan da biraz süt aldım. Enese, baban Ebû Talhayı çağır, gel yiyelim diye söyledim, dedi. Ebû Talha dışarı çıkıp, durumu Resûlullaha anlatdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” üzülmeyiniz, bizi evine al, buyurdu. Birlikde eve girdik. Resûlullah anneme, Ey Ümmü Selîm, o ekmekleri getir, buyurdu. Sonra mubârek elini ekmeklerin üzerine koydu. Ey Ebâ Talha! Eshâbdan on kişi çağır içeri gelsinler, buyurdu. Ebû Talha on kişi çağırdı. Resûlullah onlara oturun, Bismillâh diyerek benim parmaklarım arasından yiyiniz, buyurdu. O on kişi yiyip doydular. On kişi dahâ çağır buyurdu. Ebû Talha on kişi dahâ çağırdı, onlar da aynı şeklde yiyip doydular. Böylece yetmişüç kişi o yiyecekden yiyip doydu. Sonra bize, Ey Ebâ Talha ve ey Enes, geliniz yiyiniz, buyurdu. Resûlullah ile birlikde biz de yiyip doyduk. Sonra ekmekleri Ümmü Selîme verdi, al yi ve dilediğin kimseye de yidir, buyurdu.
● Abdürrahmân bin Ebî Bekr “radıyallahü anhümâ” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile
Eshâbdan yüzotuz kişi bir yolculukda idik. Resûlullah, içinizde hiç yiyeceği olan var mıdır, diye sordu. Eshâbdan birinde bir sa’ kadar [Bir sa’ 4,2 litredir] un bulundu. Hamur yapıp pişirdiler. Sonra bir müşrik geldi. Yanında bir koyunu vardı. Resûlullah ona koyunu satar mısın, yoksa hediyye mi edersin, buyurdu. Satılıkdır deyince, koyunu satın aldı. Koyunu kesip ciğerini kebâb yapdılar. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” koyunun etinden yüzotuz kişinin herbirine bir parça verdi. O sırada bir kimse orada değildi. Onun payı da ayrıldı. Kebâb yapılan ciğeri iki kap içine koydular. Hepimiz ondan yiyip doyduk. Kab içinde biraz da artmışdı. Sonra develeri yükleyip, yola devâm etdik.
● Sümre bin Cündeb “radıyallahü anh” anlatmışdır: Bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna bir tabak yemek getirdiler. Sabâhdan öğleye kadar, bir gurub yiyip gitdi, bir başka gurub geldi. Birisi bana o tabağa başka yerden yemek konuyor mu diye sordu. Hâyır, ancak şuradan yardım geliyor diyerek, gökyüzüne işâret etdim.
● Ümmü Evs “radıyallahü anhâ” şöyle anlatmışdır: Bir gün Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” hediyye olarak bir kab yağ gönderdim. O kabdaki yağdan biraz kalıncaya kadar yimişler. Sonra mubârek nefeslerini tabağa üfürüp, bereket ile düâ ederek, bunu Ümmü Evse götürünüz, buyurmuşlar. O kabı bana getirdiler. İçi yağ ile dolu idi. Kabın yağ ile dolu olduğunu görünce, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hediyyemi kabûl etmeyip, geri göndermiş zan etdim. Huzûruna gidip ağlayarak, yâ Resûlallah, benden ne günâh sâdır oldu da hediyyemi kabûl etmediniz, dedim. Bunun üzerine durumu anlatıp hâtırımı hoş etdi. Tam bir tesellî ile sevinerek huzûrundan ayrıldım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hayâtda olduğu müddetce, hazret-i Ebû Bekrin, hazret-i Ömerin ve hazret-i Osmânın “radıyallahü anhüm” halîfelikleri sırasında o yağdan devâmlı yidim, bitmedi. Sıffîn vak’asına kadar böyle devâm etdi. Ondan sonra bitdi.
● Enes bin Mâlikin annesi Ümmü Selîm “radıyallahü anhâ”, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” hediyye ola-
rak bir tulum yağ gönderdi. Resûlullah yağı kabûl edip, tulumu geri gönderdi. O sırada Ümmü Selîmin evine bir kadın gelip, biraz yağ istedi. Ümmü Selîm dahâ şimdi yağımı Resûlullaha hediyye gönderdim. İşte kabı boş duruyor, dedi. Kadın kabı getirin bir bakalım. Belki içinde bir parça kalmışdır, dedi. Ümmü Selîm kızına Resûlullaha yağ gönderdiğimiz kabı getir bakalım, içinde hiç yağ kalmışmıdır dedi. Kızı kabı getirince, temâmen yağ ile dolu olduğunu görüp şaşırdılar. Ümmü Selîm, Resûlullahın huzûruna gidip, yâ Resûlallah! Benden ne günâh sâdır oldu da hediyyemi kabûl buyurmadınız. O yağı sizin yimeniz için hâzırladım, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” biz hediyyeni kabûl etdik. O kabın içindeki yağın hepsini boşaltdık, buyurdu. Ümmü Selîm, Sizi âlemlere Peygamber olarak gönderen Allah hakkı için o kab yağ ile dolu duruyor, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” tebessüm ederek, o yağdan yi! Kabı yerinden oynatmayınız, buyurdu. Ümmü Selîmin gönlü ferâhladı ve sevinerek huzûrundan ayrılıp evine gitdi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hayâtı müddetince ve emîr-ül mü’minîn hazret-i Ebû Bekrin, hazret-i Ömerin ve hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anhüm” halîfelikleri müddetince o yağdan devâmlı yidiler. Bu hâl, emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü anh” ile Mu’âviye “radıyallahü anh” vak’asına kadar devâm etdi.
● Ümmü Şüreyk “radıyallahü anhâ” bir gün câriyesiyle Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” bir tulum yağı, hediye olarak gönderdi. Resûlullah kabûl edip, kabı boşaltarak câriyeye verdi. Bu tulumu ağzını bağlamadan as, buyurdu. Ümmü Şüreyk bir gün evine girince o tulumun yağ ile dolu olduğunu gördü. Hemen ağzını bağladı. Câriyesini azârlıyarak sana bu yağı Resûlullaha götür demedim mi dedi. Câriyesi yemîn ederek, götürdüm. Yağı boşaltıp tulumu geri verdiler. Ağzını yere çevirip bakdım, içinde bir damla yağ yokdu. Resûlullah bana bu tulumu as, ağzını bağlama buyurdu, dedi. Ümmü Şüreykin vefâtına kadar o yağdan yidiler. Hattâ bir def’asında yetmişiki kişi yidiği hâlde hiç eksilmemişdi.
● Rükeyn bin Sa’îd el-Müzenî “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Dörtyüz atlı kimse Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna geldiler ve yemek istediler. Resûlullah, hazret-i Ömere “radıyallahü anh” bunlara birşeyler ver, buyurdu. Hazret-i Ömer bir sa’ hurmadan başka yiyecek birşeyim yok, dedi. Resûlullah yine, haydi bunlara birşeyler ver buyurunca, peki, dedi. Hazret-i Ömerle evine gitdik. Evinin kapısını açdı. İçerde bir mikdâr hurma vardı. İstediğiniz kadar alıp götürünüz, dedi. Herbirimiz ihtiyâcımız kadar aldık. Dışarı çıkarken bakdık ki, sanki o hurmadan hiç alınmamış gibi aynen duruyordu.
● Câbir bin Abdüllah “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Hurmalarımı Medînede bir yehûdîye satardım. Önce parasını alırdım. Hurmalar olgunlaşınca toplayıp teslîm ederdim. Bir sene hurma az oldu. Toplarken yehûdî yanıma geldi. Yehûdîden borcum için biraz müddet istedim, vermedi. Durumu Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdim. Eshâb-ı kirâma: “Kalkın gidelim. Yehûdîden Câbir için mühlet isteyelim” buyurdu. Hurma bağçemize geldiler. Resûlullah benim için yehûdîden mühlet istedi. Yehûdî, ey Ebel Kâsım, mühlet veremem, dedi. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hurma bağçesinin çevresini dolanıp geldi. Tekrâr yehûdîden mühlet istedi. Yine vermedi. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” bir mikdâr hurma ikrâm etdim. O hurmalardan yidi. Sonra bana bu hurma bağçesinde senin ikâmet etdiğin yer neresidir diye sordu. Falan yerdir yâ Resûlallah, dedim. Oraya benim için bir döşek ser buyurdu. Döşeği serdim. Resûlullah orada biraz uyudu. Uyanınca, bir mikdâr hurma dahâ ikrâm etdim, yidiler. Sonra yine o yehûdîden mühlet istedi, fekat kabûl etmedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kalkıp hurma bağçesinin çevresinde gezindi. Sonra bana hurmaları topla ve borcunu öde, buyurdu. Hurmaları topladım ve borcumu temâmen ödedim. Bir o kadar hurma da artdı. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna varıp durumu arz etdim. “Şehâdet ederim ki, ben Allahın Resûlüyüm” buyurdu.
● Yine Câbir bin Abdüllah “radıyallahü anh” anlatmışdır: Babam vefât etdi. Çok borcu kaldı. Hurma toplama zemânı gelince, borçlu olduğumuz kimselere bu hurmaları borcumuza karşılık aranızda paylaşın. Bana hiç kalmasın, dedim. Bu hurmalar borçlarınızı karşılamaz, diyerek kabûl etmediler. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gidip, alacaklıların sizi görmesini arzû ediyorum dedim. Hurmaları topla ve gurub gurub ayır, buyurdu. Resûlullahın emr etdiği gibi yapdım. Sonra teşrîf buyurdular. Alacaklılar Resûlullahı görünce bana yapışdılar. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” onların bu hâlini görünce, bir hurma öbeğinin yanına varıp, üç kerre çevresinde dolaşdı ve yanına oturdu. Sonra bana alacaklılarını çağır, buyurdu. Çağırdım, geldiler. Alacakları olan babamın borcu kadar hurmayı ölçüp, tam aldılar. Ben babamın borcunun ödenmesine ve bana bir dâne hurma kalmamasına râzı idim. Bir de bakdım ki, Resûlullahın yanında oturduğu hurma yığını, herkes alacağını aldığı hâlde, bir dâne bile eksilmemişdi.
● Ebû Katâde “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile bir seferde idik. Akşam nemâzında hutbe okudu ve: “Bu gece sabâha kadar yürürsek, inşâallah yârın suya ulaşırız” buyurdu. Gece ben Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında yürüdüm. Gece yarısından sonra Resûlullahı uyku basdırdı. Devesinden düşecek gibi oldu. Yandan tutdum. Doğrulup devenin üzerine oturdular. Biraz sonra yine uyudular. Düşecekleri sırada yandan tutdum. Uyanıp devenin üzerine oturdular. Bu hâl üzere sabâha kadar yola devâm etdik. Yine uyku basdırdı ve devenin üzerinden yan tarafa meyl etdiler, hemen tutdum. Mubârek başını kaldırıp bana sen kimsin, dedi. Ebû Katâdeyim, dedim. Ne zemândan beri benimle birlikdesin, buyurdu. Bu gece devâmlı sizin yanınızda idim yâ Resûlallah, dedim. “Peygamberini koruduğun gibi, Allah da seni korusun” buyurdu. Ordudan geri kaldık. Askerlerden hiç kimse görünmüyordu. Bana ey Ebâ Katâde, askerlerden hiç kimse görünüyor mu diye sordu. Ben de işte bir atlı, işte bir
atlı dahâ diye gösterirken, yedi kişi bir araya geldik. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yolun dışına çıkıp bir yerde istirâhata çekildi. Bize nemâz vaktini gözleyin, buyurdu. Ancak bizden en önce uyanan Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” oldu. Güneş doğmuşdu. Sonra biz de uyanıp sabâh nemâzı geçdi diye feryâd ederek yerimizden kalkdık. Resûlullah bize develerinize bininiz buyurdu. Sonra yola çıkdık. Bir müddet gitdik, güneş yükseldi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” su matarasını istedi. Mataramı verdim, abdest aldı. Matarada birazcık su kaldı. Yâ Ebâ Katâde! Bu suyu sakla, bu su çok kıymetli olacakdır, buyurdu. Sonra her zemân kıldığımız gibi sabâh nemâzının sünnetini ve farzını kıldık [kazâ etdik]. Nemâzdan sonra Resûlullah bineklerinize bininiz, buyurdu. Bindik ve yola devâm etdik. Biz kendi aramızda yavaş bir sesle, sabâh nemâzını kaçırdık! Taksirâtımız oldu diye konuşuyorduk. Bunun üzerine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” sizin bana uymanız size yetmez mi? Uykuda taksirât olmaz. Bir nemâzı vakti geçinceye kadar kılmamak günâhdır, buyurdu. Bir müddet dahâ yola devâm etdik. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, önden gidenler ne yapıyorlar. Sabâh oldu, Peygamberlerini bulmayacaklar mı? Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü anhümâ” yanındakilere Resûlullah arkamızdadır. Sizi bırakıp gitmez dediler. Bir kısmı da öndedir, dediler. Eğer Ebû Bekrin ve Ömerin “radıyallahü anhüm” sözünü tutarlarsa doğru yolu bulurlar. Bir müddet dahâ yola devâm etdik ve Eshâb-ı kirâma yetişdik. Yâ Resûlallah! Susuzlukdan helâk olacağız, dediler. “Size helâk olmak yokdur, helâk olmazsınız” buyurdu. Sonra devesinden inip, bir bardak istedi. Benden de mataramda kalan az mikdârdaki suyu istedi, getirdim. Mataradan bardağa su dolduruyor. Ben de Eshâb-ı kirâma veriyordum. Eshâb-ı kirâm, mataradaki suyun az olduğunu görünce, su içmek için izdihâm oldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” izdihâm yapmayınız. Hepiniz suya kanacaksınız, buyurdu. Sonunda bütün Eshâb-ı kirâm suya kandı. Benden ve Resûlullahdan başka su içmeyen kalmadı. Resûlullah bana da iç, buyurdu. Önce siz buyurun, içiniz yâ Resûlallah, de
dim. “Bir kavmin su dağıtıcısı en son su içer” buyurdu. Bunun üzerine alıp içdim. Sonra Resûlullah da içdi. Sonra oradan kalkıp, yola devâm etdik. Resûlullahın dahâ önceden işâret buyurduğu gibi bir suya ulaşdık.
● Mikdâd bin Esved “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Bir def’asında iki arkadaşımla birlikde Medîneye gitmişdik. Yol meşakkatinden gözlerimiz yanmışdı. Eshâb-ı kirâmdan “aleyhimürrıdvân” hiç kimse bizi evine götürmedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bizi alıp, evine götürdü. Evinde üç keçi vardı. Bu keçilerin sütünü sağıp içiniz, buyurdu. Kendisi ayrılıp gitdi. Biz keçileri sağıp sütünü içdik. Resûlullahın payını da ayırdık. Akşam, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” geldi. Uyuyan kimseyi uyandırmayacak ve uyanık kimsenin de duyacağı kadar yavaş sesle selâm verdi. Sonra mescide gidip nemâz kıldı. Sonra gelip kendisi için ayırdığımız sütü içdi. Bir gece şeytân bana vesvese verdi. Ensâr, Resûlullaha hediyyeler getiriyor. Onun bu süte ne ihtiyâcı vardır diyerek, Resûlullah için ayırdığımız sütü içdim. Fekat sütü mi’demde tutamadım, geri çıkardım. Bu işden çok pişmân oldum. Kendi kendime, Resûlullahın payını içdin! Şimdi gelip sana beddüâ ederse, âhıretim harâb olur, diyordum. Üzerimde bir örtü vardı. Başımı örtsem ayağım, ayağımı örtsem başım açıkda kalırdı. Hiç uyuyamıyordum. Arkadaşlarım uyudular. Zîrâ onların hiç bir düşüncesi ve sıkıntısı yokdu. O sırada Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” geldi. Selâm verip mescide geçdi ve nemâz kılıp geri geldi. Süte bakdı, kabı boş görünce, ellerini semâya doğru açdı. Ben kendi kendime işte şimdi bana beddüâ ediyor, dedim. Fekat Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, yâ Rabbî, beni doyuranı doyur, bana su verene su ver” diye düâ etdi. Hemen yerimden kalkıp elbisemi giydim. Keçilerin en semîzini Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” için kesecekdim. Yanıma da bir bıçak aldım. Keçilere bakdım, memeleri sütle dolu idi. Bir çanak alıp süt sağdım. Sütün yağı üstünde duruyordu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitdim. Bana bu gece sütünüzü içdiniz mi diye sordu.
İçdik yâ Resûlallah dedim. Sonra elimdeki sütden biraz içip, sen de iç diye bana verdi. Biraz dahâ içiniz yâ Resûlallah, dedim. Biraz dahâ içip kabı bana verdi. Ben de içdim. Fekat beni bir gülme tutdu. Gülmekden yere düşdüm. Resûlullah bana ey Mikdâd! Bu senin yaramazlığından biridir. Sonra ben olan hâdiseyi anlatdım. Bu Allahü teâlânın rahmetinden başka bir şey değildir. Niçin bana haber vermedin. İki arkadaşını da uyandırsaydık, onlar da bu rahmetden nasîblenselerdi, buyurdu. Siz rahmete kavuşdunuz. Ben de kavuşdum, başkasının bu rahmete kavuşması veyâ kavuşmamasından endîşem yokdur, dedim.
● Ebû Kursâfe “radıyallahü anh” şöyle anlatmışdır: Benim müslimân olmam şöyle vukû’ buldu: Bir annem bir de halam vardı. Halamı dahâ çok severdim. Koyunlarımız vardı, onları otlatmaya giderdim. Giderken halam bana ey oğlum, sakın Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” yanına varma, seni sapdırır, derdi. Bir gün koyunları otlakda bırakdım. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna gitdim. Akşama kadar orada kaldım. Akşam koyunları aç ve memeleri boş eve döndüm. Halam koyunlara ne oldu diye sordu. Bilmiyorum, dedim. Ertesi gün yine aynı şeklde yapdım. O gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: “Ey insanlar, hicret ediniz, islâma sıkı sarılınız. Cihâd devâm etdiği müddetçe hicret kesilmez” buyurdu. O gün de koyunları önceki gün gibi eve götürdüm. Üçüncü gün yine Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetine gitdim ve müslimân oldum. Resûlullah ile müsâfehâ yaparak bî’at etdim. Sonra halamın ve koyunların hâlinden şikâyet etdim. Koyunlarını yanıma getir, buyurdu. Gidip getirdim. Mubârek elini koyunların memelerine ve sırtlarına dokundurdu ve bereket ile düâ etdi. O ânda koyunların hepsi semîz bir hâle geldi ve memeleri süt ile doldu. Koyunları eve getirdim. Halam yavrum koyunları hergün böyle otlat dedi. Bugün de hergün olduğu gibi otlatdım. Yalnız bu gün başka bir hâdise oldu, dedim. Hâdiseyi tek tek anlatdım. Müslimân olduğumu söyledim. Annem ve halam da müslimân oldular “radıyallahü anhüm”.