BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Yaratdıklarını şâhid yaparak ülûhiyyetinin sırlarını bize bildiren Allahü teâlâya hamd olsun. Sonradan olanlar ile ve imkân delîlleri ile rubûbiyyetinin ikrâr yolunu bize gösterdi.
Kendisine kulluk etmek şerefini, fadl ve ihsânı ile bildirdi. Azametinin ihsânı olarak; bize, se’âdete, rahmete ve magfirete vesîle olan yolları gösterdi. Âhır zemânda, insanlara ve cinlere, Adnân oğullarından olan habîbi Muhammed aleyhisselâmı Peygamber olarak göndermekle, kalbleri îmân nûru ile ve irfân sırları ile aydınlatdı. Kur’ân-ı kerîm sofrasını indirmekle, Habîbine “sallallahü aleyhi ve sellem” ihsânda bulundu. Habîbini Furkân ile ve hidâyete sebeb olucu olarak gönderdi. Diğer Peygamberlere hiçbir zemân vermediği altı şey ile Habîbini mümtaz kıldı. Onun ümmetini de, magfireti ve rızâsı bulunan beş şey ile üstün kıldı. O, Kureyş kabîlesine mensûb, Hâşim oğullarından, ümmî bir Resûldür. Onun dîni bütün dinleri yürürlükden kaldırdı.
Ebül Kâsım Muhammed aleyhisselâm, öncekilerin ve sonrakilerin seyyididir “sallallahü aleyhi ve sellem ve alâ sâiril-enbiyâ-i vel mürselîn ve alâ âlihî ve sahbihî”. Onun eshâbı “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, din semâsının, şeytânları kovan yıldızlarıdır. Hangisine uyarsanız, Allahü teâlânın yardımı ile ve güç vermesi ile kurtulursunuz. Tâbi’în, tebe-i tâbi’în ve selef-i sâlihîn “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” üzerine salât ve selâm olsun.
Şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yokdur. [İlah, herşeyi yokdan var eden ve her an varlıkda durduran demekdir.] Yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür ve emînidir. Devâmlı ve doğru olan bir şehâdet ile şehâdet ederim. Söylemekle, göklerin ve yerin
her tarafını dolduran bir şehâdet ile şehâdet ederim.
Allahım! İnsanların ve cinlerin tâati, cismânî ve rûhânî âlemde bulunanların ibâdetleri, Senin ihtiyâcsızlığın, sonsuz kudretin yanında beyhûde bir sedâdır. Lâkin, bu za’îf ve gönlü kederli kulların inlemesi ve muhabbet çimeninde öten bülbüllerin iştiyâklı sesleri Senin katında dahâ kıymetlidir. İlâhî! Her ne kadar cürüm ve isyânımızın sonu yok ise de, Senin rahmet ve gufrân denizin de sınırsızdır. Ma’siyyet ateşi âlemi tutuşdursa, Senin rahmetinin bir damlası onu söndürür. Cihânı zulmet bulutu kaplasa, Senin inâyet rüzgârının bir nefeslik esmesi ile dağılır, gider. Kâinâtı zulmet bulutu kaplasa, Senin hidâyet güneşinin bir zerresi o perdeyi kaldırır.
İlâhî! Senin hayât verdiğin gönlü kimse öldüremez. Senin yakdığın çırağı kimse söndüremez. Senin muhabbet cezben nasîb olan kimse, Senin sevdiğin olur. Senin haşmetinin bir parıltısına kavuşan hayrete düşer.
İlâhî! Senin makbûlün olan bir azîzin eli kılıç gibi kesdi. Cevher cânı safâ nûru ile doldu. Senin red etdiğin sultânın eli tutuldu. Hevâ yoluna düşüp, perîşan oldu.
İlâhî! Bütün âleme rahmet etsen, cenâbından bir zerre noksan olmaz. Lâkin hikmetinin sırrına ermek için, akla imkân yokdur. İlâhî! Riyâ ateşinden kalbi kurtarıp, muhlîs eyle. Bu kalbi muhabbet potanda, inâyet cevherin ile hâlis altın eyle. İlâhî! Her ne kadar, cürmüm çok ise de, Habîbin “sallallahü aleyhi ve sellem” hurmetine afv eyle! Lutfüne lâyık olanı ihsân eyle. İlâhî! Cân-ı müştak ayrılık ateşini duymaz. Susamış gönül, kavuşmanın hâsıl edeceği zevki duymaz. İlâhî! Bu ne ateş dolu bir içecekdir ki, divânelik mayası ve susuzluk sermâyesidir. İlâhî! Bu nasıl sınırsız bir susuzlukdur ki, yüzbin okyânus [deryâ] içilse, aynen kalıp, susuzluk gitmiyor. İlâhî, bu ne devâmlı kalan bir bardak ki, bunun doldurucusu, vaslın iştiyâkıdır. İlâhî, bu ne te’sîr edici bir sâkîdir ki, sundukca, içecek devâmlı kalıyor. İlâhi, bu işde akl şaşkındır. Şöyle ki, hüsnünün güneşi meydânda iken, gizlidir, görünmez. Bu parlıyan nasıl bir nûrdur ki, gözler onu gör-
mekde hayretdedir. İlâhî, bu ne gönül sırrıdır ki, akllar onu bilmekde bulanıkdır. İlâhî, se’âdet ve şekâvet alın yazısıdır. O hâlde iyi ameline de güvenmemelidir [Onun afv ve magfiretine güvenmelidir]. İlâhî, çünki, yazılmış ise, silinmiş yokdur. O hâlde Senin inâyetin dışında birşey bulmuş olan yokdur. İlâhî, bu ne güzellikdir ki, bu güzelliği anlatmakda bir za’îf karınca [benim gibi âciz bir kimse] söz sâhibi oluyor. İlâhî, bu ne haşmet ve celâldir ki, akl onu anladığını söylemekde dilsizdir. Ba’zen hükmünün sırrı, örümcek ağını perde yapar. Ba’zen azametin sivrisineğin iğnesini zülfikâr yapar.