(Nûr ül-izâh)da ve (Tahtâvî) hâşiyesinde ve (Halebî) ile (Dürr-ül-muhtâr) da, namâzların kazâsı sonunda, (Mültekâ)da ve (Dürr-ül-müntekâ)da ve (Vikâye)de, (Dürer)de ve (Cevhere)de ve başka kıymetli kitâblarda, orucun sonunda, vasıyyet eden meyyit için iskât ve devr yapmak lâzım olduğu yazılıdır. Meselâ, (Tahtâvî) hâşiyesinde diyor ki, (Tutulmamış orucların fidye vererek iskât edilmesi için nass vardır. Namâz orucdan dahâ mühim olduğundan, şer’î bir özr ile kılınamamış ve kazâ etmek istediği hâlde, ölüm hastalığına yakalanmış bir kimsenin, kazâ edemediği namâzları için de, orucda yapıldığı gibi iskât yapılması için, bütün âlimlerin sözbirliği vardır. Namâzın iskâtı olmaz diyen kimse câhildir. Çünki, mezheblerin sözbirliğine karşı gelmekdedir. Hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, başkası yerine oruc tutamaz ve namâz kılamaz. Fekat, onun orucu ve namâzı için fakîri doyurur) buyuruldu.) Ehl-i sünnet âlimlerinin üstünlüklerini anlıyamıyan ve mezheb imâmlarımızı da, kendileri gibi hayâl ile konuşuyor sanan ba’zı kimselerin, (İslâmiyyetde iskât ve devr yokdur. İskât, hıristiyanların günâh çıkarmasına benziyor) gibi şeyler söylediklerini işitiyoruz. Bu gibi sözleri, kendilerini tehlükeli duruma düşürmekdedir. Çünki Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Ümmetim, dalâlet üzerinde birleşmez) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, müctehidlerin sözbirliği ile bildirdikleri şeylerin elbette doğru olduklarını gösteriyor. Bunlara inanmıyan, bu hadîs-i şerîfe inanmamış olur. İbni Âbidîn, vitr namâzını anlatırken, (Dinde zarûrî olan, ya’nî câhillerin de bildikleri icmâ’ bilgilerine inanmıyan kimse, kâfir olur) buyuruyor. (İcmâ’), âlimlerin sözbirliği demekdir. İskât, günâh çıkartmağa nasıl benzetilebilir? Papazlar, günâh çıkartıyoruz diyerek insanları soyuyorlar. Hâlbuki, İslâmiyyetde din adamları iskât yapamaz. İskâtı yalnız, ölünün velîsi yapabilir ve para din adamlarına değil, fakîrlere verilir.
Bugün, hemen her yerde, iskât ve devr işleri islâmiyyete uygun yapılmamakdadır. İslâmiyyetde iskât yokdur diyenler,
böyle söylemeyip de, bugün yapılmakda olan iskât ve devrler İslâmiyyete uygun değildir, deselerdi, çok iyi olurdu. Biz de kendilerini desteklerdik. Böyle söylemeleri ile, hem korkunç bir tehlükeye düşmekden kurtulurlardı, hem de İslâmiyyete hizmet etmiş olurlardı. İskât ve devrlerin, dînimize uygun olarak nasıl yapılacağı aşağıda bildirilecekdir. İbni Âbidîn, kazâ namâzlarının sonunda buyuruyor ki:
Fâite namâzları olan [ya’nî özr ile kaçırıp, kazâya kalmış namâzları bulunan] bir kimse, bunları îmâ ile de kılmağa gücü yeter iken kılmamış ise, öleceği zemân, keffâretinin iskât edilmesi için vasıyyet etmesi vâcibdir. Kazâya gücü yetmemiş ise, vasıyyet etmesi lâzım olmaz. Ramezân-ı şerîfde oruc yiyen müsâfir ve hasta da kazâ edecek zemân bulamadan ölürse, vasıyyet etmeleri lâzım gelmez. Allahü teâlâ, bunların özrlerini kabûl eder. Hastanın keffâretlerinin iskâtı, öldükden sonra velîsi tarafından yapılır. Ölmeden önce yapılmaz. Diri insanın, kendi için iskât yapdırması câiz değildir. (Cilâ-ül kulûb)da diyor ki, (Üzerinde Allahü teâlânın hakkı veyâ kul hakkı bulunan kimsenin, iki şâhid yanında vasıyyet söylemesi veyâ yazmış olduğunubunlara okuması vâcibdir. Üzerinde hak bulunmayanın vasıyyet etmesi müstehabdır).
Keffâret iskâtı için vasıyyet eden meyyitin velîsi, ya’nî mîrâsını yerlerine sarf için vasıyyet etdiği veyâ vârisi olan kimse, mîrâsın üçde birinden, herbir vakt namâz için ve vitr namâzı için ve kazâ edilmesi lâzım olan bir günlük oruc için, bir fıtra mikdârı ya’nî yarım sâ’ [Beşyüzyirmi dirhem veyâ binyediyüzelli gram] buğdayı fakîrlere [veyâ fakîrlerin vekîllerine] fidye verir.
Keffâret iskâtı için vasıyyet etmedi ise, velînin keffâret iskâtı yapması Hanefîde lâzım olmaz. Şâfi’î mezhebinde, vasıyyet etmedi ise de, velînin iskât yapması lâzımdır. Kul hakkını, vasıyyet olmazsa da, meyyitin bırakdığı maldan velînin ödemesi, Hanefî mezhebinde de lâzımdır. Hattâ alacaklılar, mirâsı ele geçirince, mahkemesiz alabilirler. Kazâya kalan orucların fidyesini, ya’nî mal ile ödenmesini vasıyyet etdi ise, bunu yerine getirmek vâcibdir. Çünki, islâmiyyet emr etmekdedir. Vasıyyet etmedi ise, namâz fidyesini vermek vâcib değil, câiz olur. Bu son ikisi kabûl olmaz ise, hiç olmazsa sadaka sevâbı hâsıl olup, günâhlarını temizlemeğe yardım eder. İmâm-ı Muhammed böyle buyurmuşdur. (Mecma-ul-enhür)de diyor ki, (Nefsine ve şeytâna uyarak namâzlarını kılmamış, ömrünün sonuna doğru buna pişman [olup kılmağa ve kazâ etmeğe başlamış] olanın, kazâ ede-
mediği namâzlarının iskâtının yapılması için vasıyyet etmesi câiz olmaz denildi ise de, câiz olduğu (Müstasfâ)da yazılıdır).
(Cilâ-ül-kulûb)da diyor ki: (Kul hakları, ödenecek borçlar, emânet, gasb, sirkat, ücret ve bey’ sebebi ile verecekler ve döğmek, yaralamak, haksız olarak kullanmak gibi beden hakları ve söğmek, alay, gıybet, iftira gibi kalb haklarıdır).
Vasıyyet eden meyyitin malının üçde biri iskât yapmağa kifâyet ediyorsa, velînin bu mal ile fidye vermesi lâzımdır. Kifâyet etmiyorsa, üçde birinden fazlasını vârisin teberru’ etmesi câiz olduğu (Feth-ul-kadîr)de yazılıdır. Bunun gibi, farz olan haccının yapılması için vasıyyet etse, vârisi veyâ başka biri, hacparasını hediyye verse, câiz olmaz. Ölmeden vasıyyet etmeyip, vârisi kendi parası ile iskât yapsa veyâ hacca gitse, meyyitin borcu ödenmiş olur. Vârisden başkasının parası ile bunlar câiz olmaz diyenler varsa da, (Dürr-ül-muhtar) ve (Merâkıl-felâh) ve (Cilâ-ül-kulûb) kitâblarının sâhibleri olur, dediler.
Keffâret iskâtı, buğday yerine un veyâ bir sâ’ arpa, hurma, üzüm ile de hesâb edilerek, bunlar da verilebilir. [Çünki, bunlar buğdaydan dahâ kıymetli oldukları için, fakîre dahâ fâidelidirler]. Hepsi yerine kıymetleri olan altın veyâ gümüş de verilebilir. [Kâğıd para ile iskât yapılmaz]. Secde-i tilâvet için fidye vermek lâzım değildir.
Fidye parası, mirâsın üçde birini aşarsa, vârisler izn vermedikçe, velî üçde birden fazlasını sarf edemez. (Kınye) kitâbında diyor ki, bütün ömrünün namâzları için malının üçde birinin verilmesini vasıyyet eden meyyitin, borcu da olsa, alacaklısı, vasıyyetin yapılmasına izn verse de, vasıyyetin yapılması câiz olmaz. Çünki, islâmiyyet, önce borcun ödenmesini emr etmekdedir. Borcu ödemek, alacaklının râzı olması ile sonraya bırakılamaz.
Bütün namâzların iskât edilmesi için vasıyyet eden kimsenin kaç yaşında öldüğü bilinmiyorsa, bırakdığı mîrâsın üçde biri, namâzlarının iskâtına yetişmediği zemân, bu vasıyyet câiz olur. Mîrâsın üçde biri, iskât için yetişir ve artarsa, bu vasıyyeti câiz olmaz, bâtıl olur. Çünki, malın üçde biri, iskâta yetişmediği zemân, üçde biri ile, iskât edilecek namâzların sayısı belli olduğundan, vasıyyeti bu namâzlar için sahîh olur. Geri kalan namâzları için olan vasıyyeti lağv, ya’nî boş lâf olur. Üçde biri, çok olduğu zemân, ömrü ve dolayısı ile namâz sayısı belli olmadığı için, vasıyyeti bâtıl olur.
Namâz iskâtı için vasıyyet eden meyyitin hiç malı yoksa veyâ üçde biri, vasıyyete yetişmiyorsa veyâ hiç vasıyyet etmemiş olup, velî kendi malı ile iskât yapmak istiyorsa, (Devr) yapar. Fekat velî devr yapmağa mecbur değildir. Devr yapmak için, velî, bir aylık veyâ bir senelik iskât için lâzım olan altın liralık veyâ beşibiryerde veyâ bilezik, yüzük veyâ gümüş geçer para ödünç alır. Meyyit erkek ise, yaşından oniki sene, kadın ise dokuz sene düşerek, kaç sene borcu olduğunu hesâblar. Bir günlük altı namâz için, on kilo, bir güneş yılı için, üçbinaltıyüzaltmış kilo buğday vermek lâzımdır. Meselâ bir kilo buğday yüzseksen kuruş olduğu zemân, bir senelik namâz iskâtı altıbinbeşyüzseksensekiz veyâ kısaca altıbinaltıyüz lira olur. Bir altın lira [yedi gram ve yirmi santigram olup] yüzyirmi lira olduğu zemân, bir senelik namâz iskâtı için ellibeş veyâ ihtiyâtlı olarak altmış altın lâzım olur. Meyyitin velîsi beş altın ödünç alsa ve dünyâya düşkün olmayan, dînini bilen ve seven birkaç, meselâ dört fakîr bulsa: [Bunların fıtra veremiyecek, ya’nî sadaka alacak fakîr olmaları şartdır. Fakîr olmazlar ise, iskât kabûl olmaz]. Meyyitin velîsi, ya’nî vasıyyet etdiği kimse veyâ vârislerinden biri veyâ bunlardan birinin vekîl etdiği kimse, (Merhûm.......... efendinin iskâtı salâtı için, bedel olarak, bu beş altını sana verdim) diyerek, beş altını birinci fakîre sadaka niyyet ederek verir. Sonra fakîr, (Aldım kabûl etdim. Sana hediyye etdim) diyerek bunu vârise veyâ vârisin vekîline hediyye eder ve vâris teslîm alır. Sonra, yine buna veyâ ikinci fakîre verir ve hediyye olarak ondan geri teslîm alır. Böylece, aynı fakîre dört kerre veyâ dört fakîre birer kerre verip ve almakla bir devr olur. Bir devrde, yirmi altınlık namâz keffâreti iskât edilmiş olur. Meyyit erkek ve altmış yaşında ise, kırksekiz senelik namâz için 48 x 60 = 2880 altın vermek lâzım olur. Bunun için de, 2880 : 20 = 144 kerre devr yapar. Altın adedi on ise, 72 devr; Altın adedi yirmi ise, 36 devr yapar. Fakîr adedi on ve altın adedi de on ise, 48 senelik namâz keffâretinin iskâtı için, yirmidokuz devr yapar. Çünki:
Namâz kılmadığı yıllar x bir yıllık altın sayısı=fakîr sayısı x devr eden altın sayısı x devr sayısıdır. Misâlimizde yaklaşık olarak: 48 x 60 = 4 x 5 x 144 = 4 x 10 x 72 = 4 x 20 x 36 = 10 x 10 x 29
Görülüyor ki, namâz iskâtında, devr sayısını bulmak için, bir yıllık altın sayısı ile meyyitin namâz borcu yılı çarpılır. Ayrıca, devr olunan altın sayısı ile, fakîr sayısı da çarpılır. Birinci çarpım, ikinci çarpıma bölünür. Bölüm, devr sayısı olur. Buğdayın ve altının kâğıd lira değerleri her zemân yaklaşık olarak
aynı oranda değişmekdedir. Ya’nî altın değeri ile buğdayın değeri her zemân birlikde azalmakda veyâ artmakdadır. Bu bakımdan, iskât için, bir yıllık buğday mikdârı değişmediği gibi, bir yıllık altın sayısı da ya’nî yukarıda bulduğumuz altmış altın da hemen hemen aynı olmakdadır. Bunun için, iskât hesâbında, her zemân ihtiyâtlı olarak:
Bir aylık namâz iskâtı beş altındır.
Bir aylık ramezân orucu iskâtı bir altındır.
kabûl edilmekdedir. Devr edilecek altın mikdârı ve devr sayısı buradan bulunur.
Namâz
iskâtı bitdikden sonra, tutulmıyan, kazâ edilmeleri lâzım olan orucların iskâtı
için, beş altın dört fakîre üç kerre devr eder. Çünki, bir senelik ya’nî, otuz
günlük oruc keffâret iskâtı, elliikibuçuk kilo buğday veyâ
Bir yemîn keffâreti için, her gün on fakîr ve özrsüz bozulup, keffâret lâzım olan bir günlük oruc keffâreti için bir günde altmış fakîr lâzımdır ve bir fakîre bir günde, yarım sâ’ buğdaydan fazla verilmez. Ya’nî, birkaç yemîn keffâreti, bir günde on fakîre verilmez. O hâlde, yemîn ve oruc keffâretleri için bir günde devr yapılmaz. Yemîn vasıyyeti varsa, bir yemîn için, bir günde on fakîrin herbirine ikişer kilo buğday veyâ un veyâ bu değerde herhangi bir mal, altın, gümüş verilir. Bunları, bir fakîre on gün arka arkaya vermek de olur. Yâhud bir fakîre kâğıd para verip, “Seni vekîl etdim. Bu para ile, hergün, sabâh ve akşâm olmak üzere iki kerre, on gün karnını doyuracaksın!” demelidir. Karnını böyle on gün doyurmayıp, kahve, gazete parası yaparsa câiz olmaz. En iyisi, bir aşçı ile pazarlık edip, on günlük parayı aşçıya verip, fakîr, bu aşçıda hergün sabâh ve akşâm olmak üzere iki kerre on gün karnını doyurmalıdır. Niyyet etdikden sonra bozulan oruc ve zıhâr keffâretleri de böyle olup, bu ikisinde, bir günün keffâreti için, altmış fakîre bir gün veyâ bir fakîre altmış gün yarım sâ’ buğday veyâ bu değerde başka mal vermek veyâ her gün iki kerre doyurmak lâzımdır.
Vasıyyet edilmeyen zekât iskâtı yapılması lâzım değildir. Vârisin, zekât iskâtı için de, kendiliğinden devr yapabileceğine fetvâ verilmişdir.
Devr yaparken velî, altınları fakîrlere her verişde, namâz veyâ oruc iskâtı diye niyyet etmelidir. Fakîr de, geriye verirken, hediyye etdim demeli ve velî teslîm aldım demelidir. Velî, iskât yapamıyacak hâlde ise, meyyitin iskâtlarını yapmak için birini vekîl eder, iskâtları ve devri bir vekîl yapar.
İmâm-ı Birgivînin (Vasıyyetnâme) kitâbında ve bunun Kâdizâde Ahmed efendi şerhinde diyor ki, fakîrlerin nisâba mâlik olmaması şartdır. Meyyitin akrabâsından olsa, câizdir. Fakîre verirken, (Falancanın şu kadar namâzının iskâtı için, şunu sana verdim) demesi lâzımdır. Fakîr de, (Kabûl etdim) demelidir ve altınları alınca, kendinin olduğunu bilmesi lâzımdır. Bilmezse önceden öğretmelidir. Bu fakîr de lutf edip kendi isteği ile (Falancanın namâzının iskâtı için, bedel olarak şunu sana verdim) diyerek, başka fakîre verir. O fakîr de, eline alıp, (Kabûl etdim) demelidir. Alınca kendi mülkü olduğunu bilmelidir. Emânet hediyye gibi alırsa, devr kabûl olmaz. Bu ikinci fakîr de, (Aldım, kabûl etdim) dedikden sonra, (ol vech ile sana verdim) diyerek üçüncü fakîre verir. Böylece namâz, oruc, zekât, kurban, sadaka-i fıtr, adak ve kul hakları, hayvan hakları için devr yapmalıdır. Fâsid ve bâtıl alış-veriş de, kul hakları içindedir. Yemîn ve oruc keffâretleri için devr yapmak câiz değildir.
Ondan sonra, altınlar hangi fakîrde kalırsa lutf edip, arzûsu ve rızâsı ile, velîye hediyye eder. Velî alıp, kabûl etdim der. Eğer hediyye etmezse, kendi malıdır, zor ile alınmaz. Velî bir mikdâr altını veyâ kâğıd para veyâ meyyitin eşyâsından bu fakîrlere verip, bu sadaka sevâbını da meyyitin rûhuna hediyye eder. Borcu olan fakîr ve bâlig olmamış çocuk, devr yapmağa katılmamalıdır. Çünki, eline geçen altınlar ile borcunu ödemesi farzdır. Bu farzı yapmayıp, altınları meyyitin keffâreti için yanındaki fakîre vermesi câiz olmaz. Devr kabûl olur ise de, kendisi hiç sevâb kazanmaz. Hattâ günâha girer.
Malı olmıyan meyyit, devr yapılmasını vasıyyet ederse, velînin devr yapması vâcib olmaz. Meyyitin keffâretlerini iskât edecek kadar malının hepsini, mîrâsın üçde birini aşmamak üzere vasıyyet etmesi vâcib olur. Böylece, devre lüzûm kalınmadan, iskât yapılır. Üçde biri iskâta yetişdiği hâlde, üçde bi-
rinden az malın devr edilmesini vasıyyet ederse, günâha girer. İbni Âbidîn, beşinci cild ikiyüzyetmiş üçüncü (273) sahîfede buyuruyor ki, (Küçük çocukları olan veyâ fakîr olup, mîrâsa muhtâc hâlde bâlig çocukları sâlih olan hastanın, nâfile olan hayrât ve hasenâtı vasıyyet etmeyip, malını sâlih çocuklarına bırakması dahâ iyidir.) (Bezzâziyye)de hediyyeyi anlatırken, diyor ki, (Malını hayrâta sarf edip, fâsık olan çocuğuna mîrâs bırakmamalıdır. Çünki günâha yardım etmek olur. Fâsık çocuğa da nafakadan fazla para, mal vermemelidir).
Çok sayıda namâz, oruc, zekât, kurban ve yemîn borçları olup da, bunlar için, mîrâsın üçde birinden az bir malın devr edilmesini ve geri kalan mal ile, Kur’ân-ı kerîm, hatm-i tehlîl ve mevlid okutulmasını vasıyyet etmek câiz değildir. Bunları okumak için para veren ve alan günâha girer. Kur’ân-ı kerîm öğretmek için para alıp-vermek câizdir. Okumak için câiz değildir.
Meyyitin borclu olduğu namâzları, orucları, vârislerin ve herhangi bir kimsenin kazâ etmesi câiz değildir. Fekat nâfile namâz kılıp, oruc tutup, sevâbını meyyitin rûhuna hediyye etmek câiz ve iyi olur.
Meyyitin borcu olan haccını, vasıyyet etdiği kimsenin kazâ etmesi câiz olur. Ya’nî meyyiti borcdan kurtarır. Çünki hac, hem beden ile, hem de mal ile yapılan ibâdetdir. Nâfile hac, başkası yerine her zemân yapılır. Farz hac ise, ancak ölünceye kadar hacca gidemiyecek kimse yerine, vekîli tarafından yapılır.
(Mecma’ul-enhür)de ve (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (Meyyitin iskâtını defnden önce yapmalıdır.) Defnden sonra da câiz olduğu (Kuhistânî)de yazılıdır.
Meyyit için namâz, oruc, zekât, kurban keffâretlerinin iskâtında, bir fakîre nisâbdan fazla verilebilir. Hattâ, altınların hepsi, bir fakîre verilebilir.
Ölüm hastasının, kılmadığı namâzların fidyesini vermesi câiz değildir. Oruc tutamıyacak kadar ihtiyâr olanın, tutamadığı orucların fidyesini vermesi câizdir. Hastanın namâzlarını başı ile îmâ ederek de kılması lâzımdır. Böyle îmâ ile bir günden fazla namâz kılamıyacak hastanın, kılamadığı namâzları afv olur. İyi olursa, bunları kazâ etmesi lâzım gelmez. Tutamadığı orucları, iyi olunca tutması lâzımdır. İyi olmayıp vefât ederse, bu orucları afv olur.