Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfde buyurdular ki, (Cebrâîl aleyhisselâm Kâ’be kapısı yanında iki gün bana imâm oldu. İkimiz, fecr doğarken sabâh namâzını, güneş tepeden ayrılırken öğleyi, herşeyin gölgesi kendi boyu olunca ikindiyi, güneş batarken [üst kenârı gayb olunca] akşamı ve şafak kararınca yatsıyı kıldık. İkinci günü de, sabâh namâzını, hava aydınlanınca, öğleyi, herşeyin gölgesi kendi boyunun iki katı olunca, ikindiyi, bundan hemen sonra, akşamı, oruc bozulduğu zemân, yatsıyı, gecenin üçde biri olunca kıldık. Sonra yâ Muhammed! Senin ve geçmiş Peygamberlerin namâz vaktleribudur. Ümmetin, beş vakt namâzın herbirini, bu kıldığımız iki vaktin arasında kılsınlar dedi). Hergün kılınması emr olunan namâz sayısının beş olduğu buradan da anlaşılmakdadır.
Sabâh Namâzı Vakti: Fecrin doğmasından, ya’nî şarkda beyâzlık başlamasından i’tibâren, güneş doğuncaya kadardır.
Öğle Namâzı Vakti: Gölgeler kısalıp, uzamağa başladığı zemândan i’tibâren başlar ve gölge bir misli veyâ iki misli uzayıncaya kadar devâm eder. Birincisi iki imâma, ya’nî İmâm-ı Ebû Yûsüf ile İmâm-ı Muhammede göre, ikincisi ise, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye “rahmetullahi aleyhim” göredir.
İkindi Namâzı Vakti: Öğle vakti bitince başlar. Bu da:
1- İmâm-ı Ebû Yûsüf ve İmâm-ı Muhammede göre, gölge kendisini meydâna getiren cism kadar uzayınca başlar ve güneş kayboluncaya kadar devâm eder.
2- İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye göre ise; gölge kendisini meydâna getiren cismin iki misli olunca başlar, güneş kayboluncaya kadar devâm eder.
Fekat, güneş sarardıkdan sonra ya’nî üfuk hattına bir mızrak boyu yaklaşınca, her namâzı kılmak harâmdır. Ya’nî ikindi namâzını bu kadar gecikdirmek harâmdır. Fekat, ikindi namâzını kılmamış ise, güneş batıncaya kadar da kılmak lâzımdır.
Akşam Namâzı Vakti: Güneş kayboldukdan sonra başlayıp, şafak kararıncaya kadar, ya’nî kırmızılık kayboluncaya kadar devâm eder.
Yatsı Namâzı Vakti: Akşam namâzı vaktinin çıkmasından i’tibâren, fecrin ağarmasına kadar devâm eder. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye “rahmetullahi aleyh” göre, yatsının vakti, gökdeki beyâzlık kaybolunca başlar. Nitekim ikindi vaktinde böyle
geçmişdi. Ya’nî iki imâma göre yatsı vakti oldukdan sonra, en az yarım sâat dahâ bekleyip yatsıyı kılarsa, bütün imâmlara göre kılmış olur. Yatsı namâzını özrsüz, şer’î gecenin yarısından sonraya bırakmak mekrûhdur.
Namâzları vaktlerinden önce ve sonra kılmak harâmdır. Büyük günâhdır. (Türkiye gazetesi)nin hâzırlamış olduğu dıvar takvîmlerinde, namâz ve imsâk vaktleri doğru olarak bildirilmişdir.
Namâz kılması tahrîmen mekrûh, ya’nî harâm olan vaktler üçdür. Bu üç vaktde başlanan farzlar sahîh olmaz. Güneş doğarken, batarken, gündüz ortasında ikendir. Bu üç vaktde, önceden hâzırlanmış cenâzenin namâzı, secde-i tilâvet ve secde-i sehv de câiz değildir. Güneş batarken, yalnız o günün ikindi namâzı kılınır.
Yalnız nâfile kılmak mekrûh olan iki vakt vardır. Sabâh namâzının farzını kıldıkdan sonra, güneş doğuncaya kadar. İkindi farzını kıldıkdan sonra, akşamın farzından önce nâfile kılmak mekrûhdur.
Her memleketin namâz vakti, o memleketin ekvatordan uzaklığı ve mevsimlere göre değişir:
67 dereceden geçen kuzey kutup dâiresinin kuzeyinde bulunan soğuk memleketlerde, güneşin meyli çok olduğu zemânlarda, şafak kaybolmadan fecr başlar. Bunun için Baltık Denizinin şimâl [kuzey] ucunda, yazın gece olmayıp, yatsı ve sabâh namâzlarının vakti başlamaz.
Hanefî mezhebinde vakt, namâzın şartı değil, sebebidir. Sebeb bulunmazsa, namâz farz olmaz. O hâlde, böyle memleketlerde bulunan müslimânlara bu iki namâz farz olmaz. Güney yarım kürede, her yer deniz olduğu için böyle memleket yokdur.
Şa’bânın otuzuncu gecesi, bir şehrde hilâl görülünce, bütün dünyâda oruca başlamak lâzım olur. Gündüz görülen hilâl gelecek gecenin hilâlidir. [Kutublara ve Aya giden müslimânın da, seferî değilse, bu ayda gündüzleri oruc tutması lâzımdır. Yirmidört sâatden dahâ uzun günlerde, oruca sâatle başlar ve sâatle bozar. Gündüzü böyle uzun olmıyan bir şehrdeki müslimânların zemânına uyar. Eğer oruc tutmazsa, gündüzleri uzun olmayan yere gelince kazâ eder.]