İkinci Bölüm

İBÂDETLERİMİZ VE NAMÂZ

İbâdet Nedir?

İbâdet, bizi ve bütün mevcûdâtı yokdan var eden, her an varlıkda durduran, görünür ve görünmez kazâlardan, belâlardan koruyan ve her an çeşidli ni’metler, iyilikler vererek yetişdiren Allahü teâlânın emr ve yasaklarını, yerine getirmekdir. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmuş olan Peygamberlere, Evliyâya, âlimlere özenmekdir, uymakdır.

İnsanın, kendisine sayısız ni’metleri gönderen Allahü teâlâya, gücü yetdiği kadar şükr etmesi, insanlık vazîfesidir. Aklın emretdiği bir vazîfe, bir borçdur. Fekat insanlar, kendi kusûrlu aklları, kısa görüşleri ile Allahü teâlâya karşı şükr, saygı olabilecek şeyleri bulamaz. Şükr etmeye, saygı göstermeye yarayan vazîfeler, Allahü teâlâ tarafından bildirilmedikçe, övmek sanılan şeyler, kötülemek olabilir.

İşte, insanların Allahü teâlâya karşı kalb, dil ve beden ile yapmaları ve inanmaları lâzım olan şükr borcu, kulluk vazîfeleri, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş ve Onun sevgili Peygamberi tarafından ortaya konmuşdur. Allahü teâlânın gösterdiği ve emr etdiği kulluk vazîfelerine “İslâmiyyet” denir. Allahü teâlâya şükr, Onun Peygamberinin getirdiği yola uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun dışında kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibâdeti, Allahü teâlâ kabûl etmez, beğenmez. Çünki, insanların iyi, güzel sandıkları çok şey vardır ki, İslâmiyyet, bunları beğenmemekde, çirkin olduklarını bildirmekdedir.

Demek ki, aklı olan kimselerin, Allahü teâlâya şükr etmek, ibâdet yapmak için Muhammed aleyhisselâma uymaları lâzımdır.

Muhammed aleyhisselâma uyan kimse müslimândır. Allahü teâlâya şükr etmeye, ya’nî Muhammed aleyhisselâma uymaya da, “ibâdet etmek” denir. İslâmiyyet iki kısmdır:

1- Kalb ile i’tikâd edilmesi, inanılması lâzım olanlar.

-30-

2- Beden ve kalb ile yapılacak ibâdetler.

Beden ile yapılan ibâdetlerin en üstünü namâzdır. Mükellef olan her müslimânın, günde beş vakt namâz kılması farzdır.

Mükellef Kime Denir?

Akllı olan ve bülûğ çağına giren erkek ve kadınlara “Mükellef” denir. Mükellef olan kimseler, Allahü teâlânın emr ve yasaklarından mes’ûldürler. Dînimizde, mükellef olan kimseye, önce îmân etmek ve sonra da ibâdet yapmak emr olunmuşdur. Ayrıca, yapılması yasak edilen harâmlardan ve mekrûh işlerden de kaçınmaları lâzımdır.

Akl, anlayıcı bir kuvvetdir. Fâideliyi zararlıdan ayırd etmek için yaratılmışdır. Akl, bir ölçü âleti gibidir. İki iyi şeyden, dahâ iyi olanını ve iki kötü şeyden, dahâ kötü olanını ayırır. Akllı kimse, sâdece iyiyi ve kötüyü anlayan değil, iyiyi görünce onu alan ve kötüyü görünce de onu terk edendir. Akl, göz gibidir. İslâmiyyet de ışık gibidir. Işık olmazsa göz göremez.

Bülûğ çağı, erginlik yaşı demekdir. Erkek çocukların bülûğ çağına girmeleri, oniki yaşını bitirince başlar. Erkek çocuğun bülûğ çağına girdiğini gösteren alâmetler vardır. Bu alâmetler görünmezse, onbeş yaşına gelince, dinde bülûğ çağına girdiğine hükmedilir.

Kız çocuklarının bülûğa ermesi ise, dokuz yaşını doldurunca başlar. Dokuz yaşındaki kız çocuğunun bülûğa erdiğinin alâmetlerinin hiçbiri görünmezse, onbeş yaş temâm olunca, bülûğ çağına girdiğine hükmolunur.

Ef’âl-i Mükellefîn (Ahkâm-ı İslâmiyye):

İslâm dîninin bildirdiği emrlere ve yasaklara “Ahkâm-ı şer’ıyye” veyâ “Ahkâm-ı islâmiyye” denir. Bunlara “Ef’âl-i mükellefîn” de denilmekdedir. Ef’âl-i mükellefin sekizdir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh, harâm, mekrûh ve müfsid.

1-FARZ: Allahü teâlânın, yapılmasını âyet-i kerîme ile açıkca ve kesin olarak emr etdiği şeylere farz denir. Farzları terketmek harâmdır. İnanmıyan ve yapılmasına ehemmiyyet vermeyen kâfir olur. Farz iki çeşiddir:

-31-

Farz-ı Ayn: Her mükellef olan müslimânın bizzat kendisinin yapması lâzım olan farzdır. Îmân etmek, abdest almak, gusl etmek (ya’nî boy abdesti almak), beş vakt namâz kılmak, Ramezân ayında oruc tutmak, zengin olunca zekât vermek ve hacca gitmek, farz-ı ayndır. [Otuz iki farz ve elli dört farz meşhûrdur.]

Farz-ı Kifâye: Müslimânlardan bir kaçının veyâ sâdece birinin yapması ile diğerlerinin sorumlulukdan kurtulduğu farzlardır. Verilen selâmın cevâbını söylemek, cenâzeyi gasl etmek [ya’nî yıkamak], cenâze namâzı kılmak, Kur’ân-ı kerîmin temâmını ezberleyip hâfız olmak, cihâd etmek, san’atına, ticâretine lâzım olandan fazla din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi farzlar böyledir.

2-VÂCİB: Yapılması farz gibi kesin olan emrlere denir. Bu emrin Kur’ân-ı kerîmdeki delîli farz kadar açık değildir. Zannî (şübheli) olan bir delîl ile sâbitdir. Vitr namâzını ve Bayram namâzlarını kılmak, zengin olunca kurban kesmek, fitre (sadaka-i fıtr) vermek vâcibdir. Vâcibin hükmü farz gibidir. Vâcibi terk etmek, tahrîmen mekrûhdur. Vâcib olduğuna inanmıyan kâfir olmaz. Fekat, yapmayan Cehennem azâbına lâyık olur.

3-SÜNNET: Allahü teâlânın açıkca bildirmeyip, yalnız Peygamber efendimizin yapılmasını övdüğü, yâhud devâm üzere kendisinin yapdığı veyâhud yapılırken görüp de mâni’ olmadığı şeylere “Sünnet” denir. Sünneti beğenmemek küfrdür. Beğenip de yapmıyana azâb olmaz. Fekat özrsüz ve devâmlı terk eden itâba, azarlanmaya ve sevâbından mahrûm olmaya lâyık olur. Meselâ, Ezân okumak, ikâmet getirmek, cemâ’at ile namâz kılmak, abdest alırken misvâk kullanmak, evlendiği gece yemek yidirmek ve çocuğunu sünnet etdirmek gibi.

Sünnet iki çeşiddir:

Sünnet-i Müekkede: Peygamber efendimizin devâmlı yapdıkları, pek az terketdikleri kuvvetli sünnetlerdir. Sabâh namâzının sünneti, öğlenin ilk ve son sünnetleri, akşam namâzının sünneti, yatsı namâzının son iki rek’at sünneti böyledir. Bu sünnetler, aslâ özrsüz terk olunmaz. Beğenmeyen kâfir olur.

Sünnet-i Gayr-i Müekkede: Peygamber efendimizin, ibâdet maksâdı ile arasıra yapdıklarıdır. İkindi ve yatsı namâzlarının dört rek’atlık ilk sünnetleri böyledir. Bunlar çok kerre terk olunursa, bir şey lâzım gelmez. Özrsüz olarak büsbütün terk

-32-

olunursa itâba ve şefâ’atden mahrûm olmaya sebeb olur.

Beş-on kimseden birisi işlese, diğer müslimânlardan sâkıt olan sünnetlere de “Sünnet-i alel-kifâye” denir. Selâm vermek, i’tikâfa girmek gibi. Abdest almağa, yimeğe, içmeğe ve her mübârek işe başlarken besmele çekmek sünnetdir.

4-MÜSTEHAB: Buna, mendub, âdâb da denir. Sünnet-i gayr-i müekkede hükmündedir. Peygamber efendimizin ömründe bir iki kerre dahî olsa yapdıkları ve sevdikleri, beğendikleri husûslardır. Yeni doğan çocuğa yedinci gün ism koymak, erkek ve kız çocuğu için akîka hayvanı kesmek, güzel giyinmek, güzel koku sürünmek müstehabdır. Bunları yapana çok sevâb verilir. İşlemeyene azâb olmaz. Şefâ’atden mahrûm kalmak da olmaz.

5-MUBÂH: Yapılması emr olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere mubâh denir. Ya’nî günâh veyâ tâ’at olduğu bildirilmemiş olan işlerdir. İyi niyyetle işlenmesinde sevâb, kötü niyetle işlenmesinde azâb vardır. Uyumak, halâlinden çeşidli yemekler yimek, halâl olmak şartıyle türlü elbise giymek gibi işler, mubâhdırlar. Bunlar, İslâmiyyete uymak, emrlere sarılmak niyyetiyle yapılırsa sevâb olurlar. Sıhhatli olup, ibâdet yapmaya niyyet ederek, yimek içmek böyledir.

6-HARÂM: Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerîmde, “yapmayınız” diye açıkça yasak etdiği şeylerdir. Harâmların yapılması ve kullanılması kesinlikle yasaklanmışdır. Harâma, halâl diyenin ve halâle, harâm diyenin îmânı gider, kâfir olur. Harâm olan şeyleri terk etmek, onlardan sakınmak farzdır ve çok sevâbdır.

Harâm iki çeşiddir:

Harâm li-aynihî: Adam öldürmek, zinâ, livâta etmek, kumar oynamak, şarâb ve her dürlü alkollü içkileri içmek, yalan söylemek, hırsızlık yapmak, domuz eti, kan ve leş yimek, kadınların, kızların başı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları harâm olup, büyük günâhdırlar. Bir kimse, bu günâhları işlerken Besmele okusa veyâ halâl olduğuna i’tikâd etse, yâhud Allahü teâlânın harâm etmesine ehemmiyet vermese, kâfir olur. Bunların harâm olduğuna inanıp, korkarak yapsa kâfir olmaz. Fekat Cehennem azâbına lâyık olur. Eğer ısrâr edip, tevbesiz ölürse, îmânsız gitmeye sebeb olur.

Harâm li-gayrihî: Bunlar aslları i’tibâriyle halâl olup, başkasının haklarından dolayı harâm olan şeylerdir. Meselâ bir kişi-

-33-

nin bağına girip, sâhibinin izni yok iken meyvesini koparıp yimek, ev eşyâsını ve parasını çalıp kullanmak, emânete hıyânet etmek, rüşvet, fâiz ve kumar ile mal, para kazanmak gibi. Bunları yapan kimse, yaparken Besmele söylese veyâhud halâldir dese kâfir olmaz. Çünki, o kişinin hakkıdır, geri alır. Beşbuçuk arpa (bir dank) ağırlığında gümüş kıymeti kadar hak için, yarın kıyâmet gününde cemâ’at ile kılınmış yediyüz rek’at kabûl olunmuş namâzın sevâbı, Allahü teâlâ tarafından alınıp, hak sâhibine verilir. Harâmlardan kaçınmak, ibâdet yapmakdan dahâ çok sevâbdır. Onun için harâmları öğrenip, kaçınmak lâzımdır.

7-MEKRÛH: Allahü teâlânın ve Muhammed aleyhisselâmın, beğenmediği ve ibâdetlerin sevâbını gideren şeylere mekrûh denir.

Mekrûh iki çeşiddir:

Tahrîmen mekrûh: Vâcibin terkidir. Harâma yakın olan mekrûhlardır. Bunları yapmak azâbı gerekdirir. Güneş doğarken, tam tepede iken ve batarken namâz kılmak gibi. Bunları kasıtla işleyen âsî ve günahkâr olur. Cehennem azâbına lâyık olur. Namâzda vâcibleri terk edenin, tahrîmi mekrûhları işleyenin, o namâzı iâde etmesi vâcibdir. Eğer sehv ile, unutarak işlerse, namâz içinde secde-i sehv yapar.

Tenzîhen mekrûh: Mubâh, ya’nî halâl olan işlerine yakın olan, yâhud, yapılmaması yapılmasından dahâ iyi olan işlerdir. Gayri müekked sünnetleri veyâ müstehabları yapmamak gibi.

8-MÜFSİD: Dînimizde, meşrû olan bir işi veyâ başlanmış olan bir ibâdeti bozan şeylerdir. Îmânı ve namâzı, nikâhı ve haccı, zekâtı, alış ve satışı bozmak gibi. Meselâ, Allaha ve kitâba söğmek küfr olup, îmânı bozar. Namâzda gülmek, abdesti ve namâzı bozar. Oruclu iken bilerek yimek, içmek orucu bozar.

Farzları, vâcibleri ve sünnetleri yapana ve harâmdan, mekrûhdan sakınana ecr, ya’nî sevâb verilir. Harâmları, mekrûhları yapan ve farzları, vâcibleri yapmayana günâh yazılır. Bir harâmdan sakınmanın sevâbı, bir farzı yapmanın sevâbından kat kat çokdur. Bir farzın sevâbı, bir mekrûhdan sakınmanın sevâbından çokdur. Mekrûhdan sakınmanın sevâbı da, sünnetin sevâbından çokdur. Mubâhlar içinde, Allahü teâlânın sevdiklerine “Hayrât ve Hasenât” denir. Bunları yapana da sevâb verilir ise de, bu sevâb, sünnet sevâbından azdır.

-34-

İSLÂM DÜŞMANLARI

İslâm düşmanları, islâmiyyeti yok etmek için, Ehl-i sünnet kitâblarına saldırıyorlar. Kur’ân-ı kerîmde, Mâide sûresinde, altıncı cüz’ün son sahîfesinde, (İslâmın en büyük düşmanı, yehûdîlerle müşriklerdir) buyuruluyor. Müşrik, puta, heykele tapan kâfirlerdir. Hıristiyanların çoğunun müşrik oldukları meydândadır. Yemenli Abdüllah bin Sebe’ ismindeki yehûdî, Ehl-i sünneti yok etmek için (Şî’î) fırkasını kurdu. Şî’îler, kendilerine (Alevî) diyorlar. İslâm düşmanı ingilizler, bütün imperatorluk kuvvetleri ile, Hindistândan, Afrikadan topladıkları altınlar ile, kanlı muhârebeler ile ve (Vehhâbîlik) ismini verdikleri, yalanlarla dolu kitâbları ile Ehl-i sünnete saldırmakdadırlar. Dünyânın her yerinde, ebedî se’âdete kavuşmak istiyenlerin, şî’î ve vehhâbî kitâblarına aldanmayıp, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarına sarılmalarını tavsiye ederiz.

İSLÂMIN ŞARTLARI

İslâm dînine girmiş olanlara, ya’nî müslimânlara farz olan, muhakkak yapılması gereken beş esâs vazîfe vardır:

1- İslâmın şartlarından birincisi (Kelime-i şehâdet) getirmekdir. Kelime-i şehâdet getirmek demek, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlüh) söylemekdir. Ya’nî âkıl ve bâliğ olan ve konuşabilen kimsenin, (Yerde ve gökde, Allahdan başka, ibâdet edilmeğe hakkı olan ve tapılmağa lâyık olan hiçbirşey ve hiçbir kimse yokdur. Hakîkî ma’bûd ancak, Allahü teâlâdır). O, vâcib-ül-vücûddür. Her üstünlük Ondadır. Onda hiçbir kusûr yokdur. Onun ismi (Allah)dır, demesi ve buna kalb ile kesin olarak inanmasıdır. Ve yine, o gül renkli, beyâz kırmızı, parlak, sevimli yüzlü ve kara kaşlı ve kara gözlü, mübârek alnı açık, güzel huylu, gölgesi yere düşmez ve tatlı sözlü, Arabistanda Mekkede doğduğu için Arab denilen, Hâşimî evlâdından (Abdüllahın oğlu Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın kulu ve resûlüdür, ya’nî Peygamberidir).Vehebin kızı olan hazret-i Âminenin oğludur.

2- İslâmın beş şartından ikincisi, şartlarına ve farzlarına uygun olarak, hergün beş kerre (Vakti gelince, namâz kılmakdır). Her müslimânın, her gün, vaktleri gelince, beş kerre namâz kıl-

-35-

ması ve herbirisini vaktinde kıldığını bilmesi farzdır. Namâzları; farzlarına, vâciblerine, sünnetlerine dikkat ederek ve gönlünü Allahü teâlâya vererek, vaktleri geçmeden kılmalıdır. Kur’ân-ı kerîmde, namâza (Salât) buyuruluyor. Salât; lügatde insanın düâ etmesi, meleklerin istigfâr etmesi, Allahü teâlânın merhamet etmesi, acıması demekdir. İslâmiyyetde (Salât) demek; ilmihâl kitâblarında bildirildiği şeklde, belli hareketleri yapmak ve belli şeyleri okumak demekdir. Namâz kılmağa (İftitâh tekbîri) ile başlanır. Ya’nî erkeklerin ellerini kulaklarına kaldırıp göbek altına indirirken, (Allahü ekber) demeleri ile başlanır. Son oturuşda, başı sağ ve sol omuzlara döndürüp, selâm verilerek bitirilir.

3- İslâmın beş şartından üçüncüsü, (Malının zekâtını vermekdir). Zekâtın lügat ma’nâsı, temizlik ve övmek ve iyi, güzel hâle gelmek demekdir. İslâmiyyetde zekât demek; ihtiyâcından fazla ve (Nisâb) denilen belli bir sınır mikdârında (Zekât malı) olan kimsenin, malının belli mikdârını ayırıp, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen müslimânlara, başa kakmadan vermesi demekdir. Zekât, yedi sınıf insana verilir. Dört mezhebde de, dört dürlü zekât malı vardır: Altın ve gümüş zekâtı, ticâret malı zekâtı, senenin yarıdan fazlasında çayırda otlıyan dört ayaklı kasab hayvanları zekâtı ve toprak mahsûlleri zekâtıdır. Bu dördüncü zekâta (Uşr) denir. Yerden mahsûl alınır alınmaz uşr verilir. Diğer üç zekât, nisâb mikdârı oldukdan bir sene sonra verilir.

4- İslâmın beş şartından dördüncüsü, (Ramezân-ı şerîf ayında, hergün oruc tutmakdır). Oruc tutmağa (Savm) denir. Savm, lügatde, birşeyi birşeyden korumak demekdir. İslâmiyyetde, şartlarını gözeterek, Ramezân ayında, Allahü teâlâ emr etdiği için, hergün üç şeyden kendini korumak demekdir. Bu üç şey; yimek, içmek ve cimâ’dır. Ramezân ayı, gökde hilâli [yeni ayı] görmekle başlar. Takvîmle önceden hesâb etmekle başlamaz.

5- İslâmın beş şartından beşincisi, (Gücü yetenin, ömründe bir kerre hac etmesidir). Yol emîn ve beden sağlam olarak, Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bırakdığı çoluk-çocuğunu geçindirmeğe yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kerre, ihrâmlı olarak, Kâ’be-i mu’azzamayı tavâf etmesi ve Arafât meydânında durması farzdır.

Yukarıda bildirilen, islâmın beş şartından en üstünü, (Kelime-i şehâdet) söylemek ve ma’nâsına inanmakdır. Bundan sonra

-36-

üstünü, namâz kılmakdır. Dahâ sonra, oruc tutmak, dahâ sonra, hac etmekdir. En sonra, zekât vermekdir. Kelime-i şehâdetin en üstün olduğu, sözbirliği ile bellidir. Geri kalan dördünün üstünlük sırasında, âlimlerin çoğunun sözü, yukarıda bildirdiğimiz gibidir. Kelime-i şehâdet, müslimânlığın başlangıcında ve ilk olarak farz oldu. Beş vakt namâz, bi’setin onikinci senesinde ve hicretden bir sene ve birkaç ay önce mi’râc gecesinde farz oldu. Ramezân-ı şerîf orucu, hicretin ikinci senesinde, Şa’bân ayında farz oldu. Zekât vermek, orucun farz olduğu sene, Ramezân ayı içinde farz oldu. Hac ise, hicretin dokuzuncu senesinde farz oldu.