Muhammed Ma’sûm hazretleri, ikinci cildin seksenüçüncü mektûbunda, Mirzâ Muhammed Sâdıka, fârisî olarak buyuruyor ki: İki ni’meti ve kazâ ve kader mes’elesini şerh etmekdedir. Bu iki ni’mete kavuşan kimsede, hiç zevk ve hâl bulunmasa, bunun için hiç üzülmemelidir. Bu iki ni’metden birisi, dînin sâhibi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmakdır. İkincisi, üstâdını, mürşidini sevmekdir. Bu iki ni’met, insanı bütün se’âdetlere ve feyzlere kavuşdurur. Bu iki ni’metden birisi noksan ise, sonu felâket olur. İlmin, amelin, kerâmetlerin bol olması, bunu felâketlerden kurtarmaz. Bu iki ni’metin bozulmasına, elden çıkmasına sebeb olan en zararlı, en tehlükeli şey, dinsiz ve mezhebsiz kimselerle ve bunların kitâbları [gazeteleri] ve her dürlü yayınları ile berâber olmakdır. Böyle bozuk kimselerden, arslandan kaçar gibi kaçmalıdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin [îmânı ve ibâdetleri bozuk olmayan hakîkî müslimânların] kitâblarını okumalıdır. Büyüklerin kitâblarını okumak isteyenlere, İmâm-ı Rabbânînin Mektûbâtını okumak çok fâidelidir[1]. [Hakîkat Kitâbevinin çıkardığı kitâblar, bu doğru âlimlerin kitâblarından terceme edilmişdir. İslâmiyyeti doğru olarak öğrenmek isteyenlere bu kitâbları tavsiye ederiz.]
Kazâ ve kader bilgileri çok nâzik, ince ve anlaması güçdür. Bunları konuşmak ve münâkaşa etmek, hadîs-i şerîflerle yasak edilmişdir. Müslimânların vazîfesi, Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uygun yaşamakdır. Kazâ ve kadere inanmamız emr olundu. Bunları incelememiz emr olunmadı. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği kadar öğrenmemiz ve inanmamız lâzımdır. Bu hakîkî âlimler [islâm bilgilerinin mütehassısları] buyuruyor ki, Allahü teâlâ insanların, hayr ve şer, bütün yapacaklarını ezelde biliyordu. Vaktleri gelince, bunların yaratılmasını irâde etmekde ve yaratmakdadır. Onun yaratmasına (takdîr) denir. [Ezeldeki ilme kader denir. Kader, ilm-i ezelîdir. Emr-i ezelî değildir.] Hâlık ve mûcid yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yokdur. Hiç bir insan, hiç birşey yaratamaz. (Mu’tezi-
---------------------------------
[1] İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî, Hindistânda yetişen Ehl-i sünnet âlimlerinin ve Evliyânın en büyüklerindendir. 1034 [m. 1624] senesinde Serhend şehrinde vefât etmişdir.
le) ve (Kaderiyye) denilen câhil ve ahmak kimseler, kazâ ve kadere inanmadılar. İnsan, dilediğini, kendi gücü ile yaratmakdadır dediler. Böyle, kâfir olan kimseler, zemânımızda çokdur.
Hayr ve şer, herşeyin yaratılmasında, insanın irâdesinin ve ihtiyârının da te’sîri vardır. İnsan bir şey yapmak ister, Allahü teâlâ da isterse, o şeyi yaratır. İnsanın irâdesine, dilemesine (kesb) denir. Demek ki, insanların yapdığı her hareket, her iş, insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratması iledir. Adam öldürene kıyâmetde azâb yapılması, onu kesb etdiği içindir. (Cebriyye) denilen kimseler ise, insanın kesbini, irâdesini inkâr etdiler. İnsan istese de, istemese de, her hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgârdan sallanması gibidir dediler. Her şeyi Allah zorla yapdırıyor. İnsan hiç bir şey yapamaz zannetdiler. Böyle söylemek küfrdür. Böyle inanan kâfir olur. Bunlara göre, iyi iş yapanlara kıyâmetde sevâb verilir. Günâh işleyenlere, azâb yapılmaz. Kâfirlere, âsîlere, fâsıklara azâb yapılmaz. Çünki, bu günâhları yapan hep Allahü teâlâdır. Bunlar, günâh işlemeğe mecbûr olmuşlardır dediler. Bütün Peygamberler, böyle inananlara la’net etdi. Elin, ayağın titremesi ile, irâde ederek hareket etdirilmesi, bir olur mu? (Hicr) sûresinin 92 ve 93. üncü âyetlerinde meâlen, (Allahü teâlâ onların yapdıklarının hepsini soracakdır) buyuruldu. (Vâkı’a) sûresinin 24. üncü âyetinde meâlen, (Yapdıklarının cezâsını çekeceklerdir) buyuruldu. (Kehf) sûresinin 29. uncu âyetinde meâlen, (İsteyen îmân etsin, dileyen inkâr etsin. İnkâr edenlere Cehennem ateşini hâzırladık) buyuruldu. (Nahl) sûresinin 33. üncü âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, onlara zulm etmez. Onlar, kendilerine zulm ediyorlar) buyuruldu. Ba’zı mezhebsizler, zındıklar, Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uymak zahmetinden kurtulmak için ve günâhlarından dolayı azâb çekmemek için, insanların irâdesi, kesbi bulunduğuna inanmıyorlar.
Allahü teâlâ kerîmdir, merhameti sonsuzdur. İnsanlara hep fâideli olan şeyleri ve yapabilecekleri kadar emr etmişdir. Zarârlı olanları yasak etmişdir. (Bekara) sûresinin 286. ıncı âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ insanlara kolay yapacakları şeyleri emr et-di) buyuruyor. İnsanda irâde bulunduğuna inanmayanlara, çok şaşılır. Bunlar, kendilerine itâ’at etmiyenlere, sıkıntı verenlere niçin kızıyorlar? Oğullarını ve kızlarını niçin terbiye etmeğe uğraşıyorlar? Zevcelerini kötü yolda görseler, niçin kızıyorlar? Niçin, bunların irâdesi yokdur, mecbûrdurlar diyerek, hoş görmüyorlar? Dünyâda her kötülüğü yapıp, âhıretde azâb görmemek için böyle inanıyorlar. Hâlbuki, (Tûr) sûresinin 7. inci âyetinde
meâlen, (Rabbin elbette azâb yapacakdır. Ondan kurtuluş yokdur) buyuruldu.
Kaderiyye, kazâ ve kaderi inkâr etdikleri için, cebriyye de, irâdeyi inkâr etdikleri için, doğru yoldan ayrıldılar. Bid’at sâhibi oldular. Doğru yol, ikisinin arasında olan (Ehl-i sünnet ve cemâat) fırkasının inandığı yoldur. Bu hak yolda olanlara (sünnî) denir. Ehl-i sünnet fırkasının reîsi olan imâm-ı Ebû Hanîfe, imâm-ı Ca’fer Sâdıkdan[1] sordu “radıyallahü anhümâ”: (Ey Resûlullahın torunu! Allahü teâlâ insanların hareketlerini, bunların irâdesine mi bırakmışdır. Yoksa, herşeyi cebr ile mi yapdırmakdadır?) dedi. Cevâbında buyurdu ki, (Allahü teâlâ, kendi hakkını kullarına bırakmaz ve onlara zor ile yapdırıp, azâb etmesi, Onun adâletine yakışmaz). Kâfirler diyor ki, (Allahü teâlâ, bizim kâfir, müşrik olmamızı istedi. Onun istediği oldu). (En’âm) sûresinin 148. inci âyetinde meâlen, (Müşrikler diyor ki, Allah bizim ve babalarımızın müşrik olmamızı istemeseydi...) buyurulmakda ve (Bunlardan evvel gelenler de, inanmadıkları için, kendilerine azâb yapdık) cevâbını vermekdedir. Müşrikler, bu sözleri, özr olarak söylemiyorlar. Böyle söylemeleri, azâbdan kurtulmaları için değildir. Bunlar, şirklerinin, küfrlerinin kötü olduklarını bilmiyorlar. Allahü teâlânın her dilediği iyidir, irâde etdiği şeylerin hepsinden râzıdır. Râzı olmasaydı irâde etmezdi. Bizim şirkimizden de râzı olması, bize azâb yapmaması lâzımdır, demekdedirler. Hâlbuki, Allahü teâlâ küfrden, şirkden râzı olmadığını Peygamberleri ile bildirdi. Küfrün kabîh olduğunu ve kâfirlerin mel’ûn olduklarını, bunlara sonsuz azâb yapacağını bildirdi. İrâde edilen şeyden râzı olmak lâzım gelmez. Allahü teâlâ küfrü ve isyânı irâde eder, yaratır. Fekat, bunlardan râzı değildir. Bunlardan râzı olmadığını, Kur’ân-ı kerîmde açıkca bildirmişdir. Belki de, müşriklerin böyle söylemeleri, Peygamberlerle alay etmek için idi.
Süâl: Allahü teâlâ, hayr ve şerri ezelde takdîr etmiş, bilmişdir. Bildiğine göre irâde etmekde ve yaratmakdadır. İnsanın irâdesi aradan kalkmakdadır. İnsanlar hayrı ve şerri yapmakda mecbûr olmuyor mu?
Cevâb: Allahü teâlâ, ezelde, insanın kendi irâdesi ile yapacağını bilmişdir. Allahü teâlânın böyle bilmesi, kulda irâde ve ihtiyâr olmadığını göstermez. Allahü teâlâ, insanın hâricinde olan birçok şeyleri de ezeldeki takdîrine uygun olarak yaratmakdadır. İn-
---------------------------------
[1] İmâm-ı Ca’fer Sâdık, Resûlullahın torunu olan imâm-ı Hüseynin torununun oğludur.
san, hareketlerinde mecbûr olsaydı, Allahü teâlâ da, bütün yaratdıklarında mecbûr olurdu. Görülüyor ki, Allahü teâlâ muhtârdır, ya’nî mecbûr değildir, insan da muhtârdır.