-19-

YEHÛDÎLİK, TEVRÂT ve TALMUD

Îsevîlik, Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinin devâmı olduğu için, yehûdîler ve kitâbları hakkında ma’lûmât vermemiz fâideli olacakdır. Önce yehûdîliğin târîhcesini bildirelim:

İbrâhîm aleyhisselâm, ulül-azm Peygamberlerdendir. O, ne yehûdî, ne de hıristiyan idi. Hakîkî müslimân idi. İbrâhîm aleyhisselâm Benî İsrâîlin, ya’nî yehûdîlerin, ve ayrıca arabların da ceddidir. Muhammed aleyhisselâmın da, dedelerindendir.

Geldânîlerin merkezi Bâbil şehri idi. Meliklerine (Nemrûd) denirdi. Geldânîler o zemân, aya, güneşe ve yıldızlara taparlardı. Bunları temsîl eden çeşidli putlar yapmışlardı. Nemrûdlar da putlar arasında idi. Allahü teâlâ, İbrâhîm aleyhisselâmı bunlara Peygamber olarak gönderdi. Fekat îmân etmediler. O mübârek Peygamberi, ateşde yakmak istemişler, ancak Allahü teâlâ, ateşi selâmet kılmışdı. Günlerce odun toplıyarak yakdıkları bu ateşin içerisi, İbrâhîm aleyhisselâm için yeşil bir bağçe oldu. Bu mu’cize karşısında da, çoğu îmân etmedi. İbrâhîm “aleyhisselâm” Mısra gitdi. Sonra Allahü teâlânın emri ile Filistine döndü. İbrâhîm aleyhisselâmın vefâtından sonra, oğlu, İshak aleyhisselâm, bundan sonra da, bunun oğlu Ya’kûb aleyhisselâm Peygamber oldular. Ya’kûb aleyhisselâmın diğer ismi, İsrâîldir. Bunun için, Ya’kûb aleyhisselâmın oniki oğlundan çoğalan insanlara, (Benî İsrâîl) ya’nî İsrâîl oğulları denilir. Ya’kûb aleyhisselâmın oğullarından Yûsüf aleyhisselâmı, kardeşleri kıskandılar. Bir kuyuya atıp, Ya’kûb aleyhisselâma, öldü diye yalan söylediler. Sonra,

-326-

kuyuya gelen yolcular, Onu kuyudan çıkarıp, Mısra götürdü. Orada, köle diye satdılar. Yûsüf aleyhisselâmı, Mısrın mâliye vezîri, Azîz satın aldı. Evine götürdü. Hanımı Zelîha, Ona âşık oldu. Yûsüf “aleyhisselâm”, ona iltifât etmeyince, iftirâ etdi. Bu iftirâ üzerine, Yûsüf aleyhisselâm zindâna habs edildi. Mısr hükümdârı Fir’avnın bir rü’yâsını ta’bîr ederek, zindândan çıkarıldı. Fir’avn, Yûsüf aleyhisselâmı mâliye vekîli yapdı. Yûsüf aleyhisselâm, baba-sı Ya’kûb aleyhisselâmı ve diğer kardeşlerini Ken’ân diyârından ya’nî Filistinden Mısra getirdi. Fir’avn, Ya’kûb aleyhisselâma ve çocuklarına çok hurmet ve iltifât etdi. Böylece, İsrâîl oğulları, Mısra yerleşmiş oldular. Önce, Mısrda râhat bir hayât süren İsrâîl oğulları, sonradan Mısrda büyük bir zulm ve sıkıntı görmüşler, köleliğe düşmüşlerdir. Onları bu sıkıntılardan kurtaran ve (Ard-ı Mev’ûd) ya’nî va’d olunmuş topraklara [Filistine] götüren, Mûsâ aleyhisselâm olmuşdur.

Mûsâ aleyhisselâmı, Fir’avn serâyında büyütdü. Kırk yaşına gelince, serâyı terk edip, akrabâlarının ve büyük kardeşi Hârûnun yanına geldi.

Birgün, Mısrlı bir kâfirin [kıptînin], Benî İsrâîlden birine işkence etdiğini gördü. Kurtarırken, kıptî öldü. Mûsâ aleyhisselâm korkarak, Tebük civârındaki Medyen şehrine gitdi. Orada Şu’ayb aleyhisselâmın kızı ile evlendi. Ona on sene hizmet etdi. Mısra dönmek için yola çıkdı. Yolda, Tûr dağında, Allahü teâlâ ile konuşdu. Mısra gelip, Fir’avnı dîne da’vet etdi. Benî İsrâîle serbestlik verilmesini istedi. Fir’avn kabûl etmedi. (Mûsâ, büyük sihrbâzdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor) dedi. Ya-nındaki vezîrlere sordu. Onlar da, (sihrbâzları topla, onu mağlûb etsinler) dediler. Sihrbâzlar geldiler. Mısr halkı önünde, ipleri ye-re atdılar. Her ip, yılan görünüp, Mûsâ aleyhisselâma doğru yürüdü. Mûsâ “aleyhisselâm” asâsını yere bırakdı. Büyük yılan oldu. İpleri yutdu. Sihrbâzlar şaşırdılar. Îmân etdiler. Fir’avn kızdı. (O, sizin ustanız imiş. Ellerinizi, ayaklarınızı keseceğim. Hepinizi hurma dallarına asacağım) dedi. (Biz Mûsâya inandık. Onun Rabbine sığınıyoruz. Yalnız Onun afv ve merhametini isteriz) dediler. Kâfirlerin suları kan oldu. Kurbağa yağdı. Cild hastalıkları oldu. Üç gün karanlık oldu. Fir’avn, bu mu’cizeleri görünce korkdu. Benî İsrâîlin Mısrdan çıkmasına izn verdi. Mûsâ aleyhisselâm, Benî İsrâîl ile, Kudüse doğru giderken, Fir’avn pişmân oldu. Askerleriyle arkalarına düşdü. Süveyş körfezi açılıp, mü’minler karşıya geçdi. Fir’avn geçerken, deniz kapandı. Askerleri ile birlikde boğuldu. Benî İsrâîl, yolda öküze tapanları gördüler. Mûsâ aleyhisselâma (Biz de böyle tanrı isteriz) dediler. Mû-

-327-

sâ aleyhisselâm, (Allahü teâlâdan başka tanrı yokdur. Allahü teâlâ sizi kurtardı) dedi. Sonra, Tîh çölüne düşdüler. Yolu şaşırdılar. Aç ve susuz kaldılar. Gökden (Men) ve (Selva) ya’nî helva ve et inerdi. Bunları yirlerdi. Asâsı ile yere vurunca, su çıkardı. Bundan da içerlerdi. (Helva ile etden bıkdık. Bakla, soğan gibi şeyler isteriz) dediler. Mûsâ aleyhisselâmı gücendirdiler. Bunun için, kırk sene çölde kaldılar. Mûsâ “aleyhisselâm”, Hârûn aleyhisselâmı vekîl bırakıp, Tûr dağına gitdi. Orada kırk gün ibâdet etdi. Allahü teâlânın kelâmını işitdi. Allahü teâlâ (Tevrât) kitâbını ve on emrin ya-zılı olduğu iki levhâyı indirdi. Tîh çölünde, Sâmirî adında bir münâfık, herkesdeki altınları, süs eşyâsını eritip, bunlardan bir buzağı yapdı. (Mûsânın ilâhı budur. Buna tapınız!) dedi. Tapmağa başladılar. Hârûn aleyhisselâmı dinlemediler. Mûsâ “aleyhisselâm” gelip olanları görünce çok kızdı. Sâmirîye la’net etdi. Büyük kardeşinin sakalından tutup, darıldı. Pişmân olarak, yalvardılar. Mûsâ aleyhisselâm, Tevrâtı ve on emri teblîg etdi. (Tevrât)a göre ibâdet etmeğe başladılar. Sonra yine bozuldular. Yetmişbir fırkaya ayrıldılar.

Mûsâ “aleyhisselâm”, ümmeti ile Lût gölünün cenûb tarafına geldi. (Ûc bin Ûnk) adında bir melik ile harb etdi. Şerî’a nehri şarkındaki yerleri ele geçirdi. Erîha şehri karşısındaki dağa çıkdı. Ken’ân ilini uzakdan gördü. Yerine Yûşâ aleyhisselâmı halîfe bırakıp, bir rivâyete göre, mîlâddan 1605 sene evvel yüzyirmi (120) yaşında, orada vefât etdi. Erîha şehrini, sonra da Kudüsü, Yûşa’ “aleyhisselâm” Amâlika kâfirlerinden aldı.

Dahâ sonra, Dâvüd aleyhisselâm melik oldu. Kudüsü tekrâr al-dı. Böylece, yehûdîlerin en parlak zemânı başladı. Sonra, Süleymân aleyhisselâm, babasının hâzırlatdığı yere meşhûr ma’bedi ya’nî (Mescid-i Aksâ)yı yapdırdı. Süleymân aleyhisselâm, içinde Tevrât ve on emr ve diğer emânetler ve on emrin yazılı olduğu levhalar bulunan (Tâbût-ı sekîne)yi, ya’nî (Mukaddes sandığı) ma’bedin bir odasına koydurdu.

Oniki kabîleye ayrılmış olan yehûdîler, Süleymân aleyhisselâmın vefâtından sonra, iki devlete ayrıldılar. On kabîle İsrâîl devletini, diğer ikisi Yehûdâ devletini kurdular. Azgınlaşarak hak yoldan ayrılıp, taşkınlık etdiler. Gadab-ı ilâhîye uğradılar. İsrâîldevleti M.Ö. 721 de Âsûrîler, sonra da, Yehûdâ devleti M.Ö. 586 da Bâbilliler tarafından yıkıldı. Âsûrîler Bâbil devletini işgâl et-di. 587 de Âsûrî hükümdârı Buhtunnasar Kudüsü yakıp yıkdı. Yehûdîlerin çoğunu öldürdü, kalanlarını da, Bâbile sürdü. Bu karışıklıkda gökden inen Tevrât yakıldı, yok edildi. Bu hakîkî Tevrât, çok büyükdü. Ya’nî, kırk cüz idi. Her cüzde bin sûre, her sû-

-328-

rede bin âyet vardı. Bu muazzam kitâbı, Uzeyr aleyhisselâmdan başka kimse ezberlememiş idi. Tevrâtı yehûdîlere yeniden ta’lîm etdi. Zemânla bir çok yerleri unutuldu, değişdirildi. Muhtelif kimseler, hâtırlarında kalan âyetlerini yazarak, Tevrât isminde çeşidli risâleler meydâna geldi. Mîlâddan takrîben dörtyüz sene evvel yaşamış olan Azrâ ismindeki bir haham bunları toplıyarak, şimdi mevcûd olan Ahd-i atîk denilen Tevrâtı yazdı. Îrân hükümdârı Şîreveyh, Âsûrîleri yenince, yehûdîlerin tekrâr Kudüse dönmelerineizn verdi. Yehûdîler, M.Ö. 520 den sonra Mescid-i Aksâyı yeniden ta’mîr etdiler. Önce Perslerin, sonra da, Makedonyalıların idâresi altında yaşadılar. M.Ö. 63 senesinde Kudüs, Romalı kumandan Pompey tarafından zabt edildi. Pompey, yehûdîleri dağıtdı. Şehri ve Mescid-i Aksâyı, yakdı, yıkdı. Böylece yehûdîler, Roma devleti hâkimiyetine girdiler. M.Ö. 20 de Romalıların Filistindeki yehûdî vâlîsi Herod, ma’bedi tekrâr yapdırdı. Yehûdîler dahâ sonra, Roma hâkimiyetine isyân etdiler. Fekat mîlâdın 70. senesinde Roma-lı kumandan Titus, Kudüsü temâmen yakdı, yıkdı. Şehri virâneye çevirdi. Beyt-i mukaddes de yandı. Sâdece batı dıvarı kaldı. Bu dıvara türkler (Ağlama dıvarı) derler. Bu dıvar, yüzyıllarca yehûdîlerdeki millî ve dînî şuuru ayakda tutmuşdur. Kurtarıcı Mesîh inancı da, yehûdîlerde bu şuurun devâmını te’mîn etmişdir. Bizanslılar ve sonra Emevîler ve Osmânlılar bu dıvarı muhâfaza ederek, mescidi ta’mîr etmişlerdir.

Titusun, katliâm ve zulmünden sonra yehûdîler, bölük bölük Filistini terk etdiler. Kudüs ve çevresinden kovuldular. Yehûdî esîrler, Romalıların emrinde çalışdırılmak üzere, Mısra sevk edildiler. Bu sene, yehûdîler dünyânın her yerine yayıldılar.

Yehûdîler, Yehûdîliğin iki emr kaynağını birbirinden ayırmışdır: 1- Yazılı emrler, 2- Sözlü emrler.

Yehûdîlerin mukaddes saydıkları kitâbları, (Torah) [ya’nî Tevrât] ve (Talmud) olmak üzere ikiye ayrılır: Birincisi, yazılı emrleri, ikincisi ise, sözlü emrleri ihtivâ ediyor derler.

Torah kitâbına hıristiyanlar (Ahd-i atîk) ismini verirler. Yehûdîler, Torahı üç kısma ayırmışlardır: 1-Torah, ya’nî Tevrât, 2-Neviim, ya’nî Peygamberler, 3-Ketûbîm, ya’nî Kitâblar.

Torah ismini, bu üç kısmın, ibrânîce baş harflerini birleşdirerek meydâna getirmişler. Neviim iki kısmdır. İlk peygamberler dört kitâb, son peygamberler onbeş kitâbdır. Ketûbîm, ya’nî kitâblar ise, yehûdîlere göre onbir, hıristiyanlara göre onbeş kitâbdır.

Yehûdîler, Tevrât ismini verdikleri beş kitâbın Allahü teâlâ ta-

-329-

rafından, Mûsâ aleyhisselâma indirildiğine inanmakdadırlar. Bu beş kitâb, (Tekvin), (Hurûc), (Levililer), (Sayılar), (Tesniye)dir. Tesniyede, Mûsâ aleyhisselâmın ölümü, ihtiyârlığı, yaşı ve defn edildiği ve yehûdîlerin ona mâtem [yas] tutdukları yazılıdır. [Tesniye bâb 34]. Bu ahvâl, Mûsâ aleyhisselâm vefât etdikden sonra, Mûsâ aleyhisselâma vahy olundu dedikleri kitâbda nasıl bildirilmişdir? Bu misâl, Tevrâtın Mûsâ “aleyhisselâm” tarafından bildirilen ve Allahü teâlâ tarafından vahy edilmiş olan, hakîkî Tevrât olmadığının açık delîllerindendir.

Bir yehûdî din adamı olan, H.Hirsch Graetzin, (History of the Jews) kitâbındaki beyânına göre, yehûdîler, kendi cemâ’atlerinin Tevrâtın emrlerine tam ittibâ’ edebilmelerini te’mîn için (Yetmişler Meclisi)ni kurdular. Bu meclisin reîsine, (Baş Kâhin) dediler. Yehûdî gençlerine, mekteblerde dinlerini öğreten, Tevrâtı açıklayan yehûdî din adamlarına (Yazıcılar) denilir. Bunların, Tevrâta yapdıkları açıklamaların, ilâvelerin bir kısmı, sonradan yazılan Tevrâtlara karışdırılmışdır. İncîllerde geçen yazıcılar işte bunlardır. Bunların bir diğer vazîfesi de, yehûdîlerin Tevrâta ittibâ’ etmelerini sağlamakdır.

Yehûdîlerin ekserîsinin inanmadıkları bir Tevrât dahâ vardır ki, buna (Şomranim Tevrâtı=Tora Ha-Şomranim) derler. Bu Tevrâta inananlar, yazıcıların Tevrâta açıklamalar ve ilâveler yapmalarına, hattâ harflerini dahî değişdirmelerine karşı çıkmışlardır. Yehûdîlerin ellerindeki Tevrât ile Şomranim Tevrâtı arasında altı bin kadar ihtilâf bulunduğu bildirilmekdedir.

Hıristiyanlar Torah kitâbı için, (Ahd-i Atîk) ya’nî (Eski Ahd) ta’bîrini kullanırlar. Yehûdîler, bu ta’bîri kabûl etmezler.

Bugün Tevrât dedikleri kitâbın, Allahü teâlâ tarafından Mûsâ aleyhisselâma gönderilen hakîkî Tevrât olmadığı şübhesizdir. En eski yazılan Tevrât nüshası ile, Mûsâ aleyhisselâm arasında iki bin sene vardır. Mûsâ aleyhisselâm, Tevrâtın (Tâbût-i sekîne)ye, ya’nî (Mukaddes Sandığı)na konularak muhâfaza edilmesini ümmetinin âlimlerinden istemişdi. Süleymân aleyhisselâm (Mescid-i Aksâ)yı binâ edince, Ahd sandığını buraya koymuş ve sandığı açdırmışdır. Sandık açılınca, içerisinden yalnız (Evâmir-i Aşere), ya’nî on emrin yazılı olduğu iki levhâ çıkmışdır.

ABD’nin Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden Elliot Friedmanın, 1987 senesinde neşr etdiği, (Tevrâtı Kim Yazdı) ismli kitâb, yehûdî ve hıristiyan dünyâsını karışdırdı. Profesör Friedman, Tevrâtı teşkil eden beş kitâbın, beş ayrı ilâhiyyâtcı tarafından yazıldığını ve Mûsâ aleyhisselâma indirilen Tevrât kitâbının asl nüshası ile hiç bir sûretde kıyaslanamayacağını açıkladı.

-330-

Hıristiyanların inandığı, (Kitâb-ı Mukaddes)in (ahd-i atîk) ve (ahd-i cedîd) kısmlarının birbirleriyle tenâkuz içerisinde bulunduğunu belirten profesör Friedman, kitâbında bunun misâllerini zikr etmişdir. Ayrıca, Tevrâtın içerisindeki kitâbların da birbirleri ile, hattâ kendi bâbları arasında tenâkuzlarla dolu olduğuna dikkati çeken profesör Friedman, böyle bir esere (İlâhî kitâb) vasfının verilemiyeceğini bildirmişdir. Tevrâtı meydâna getiren beş kitâbdaki, ifâde tarzları da, birbirinden temâmen farklıdır.

Prof. Elliot Friedman’a göre bugünkü Tevrât, Mûsâ aleyhisselâmdan birkaç asr sonra yaşıyan beş haham tarafından kaleme alınmış ve Azrâ adındaki haham bunları tek tek toplıyarak, Ahd-i Atîk’in asl nüshası olduğu iddi’âsı ile çoğaltdırmışdır. Târîh profesörü Friedman, kaleme aldığı eserinde, dahâ sonra şu ifâdelere yer vermişdir:

(Günümüzde, Tevrât’ın üç nüshası mevcûd: Yehûdîler ve protestanların kabûl etdikleri ibrânîce nüsha, katolik ve ortodokslar tarafından kabûl edilen yunanca nüsha ve sâmirîlerce kabûl edilen sâmirî dilinde yazılmış nüsha. Bunlar Tevrâtın en eski ve en i’timâdlı nüshaları olarak bilinmelerine rağmen, gerek aynı nüshanın içinde ve gerekse nüshalar arasında birçok yerlerinde tezâdlar vardır. Hiçbir ilâhî dinde bulunmıyan, insanlara zulm telkînleri, Peygamberlerden ba’zılarına karşı çok çirkin ve makâmlarına yakışmıyacak isnâdlar vardır. Hakîkî Tevrâtda ise, tezâdlar bulunacağından söz edilemez.)

Fransız papazlarından, Richard Simon da, (Historia Critique du Vieux Testament) kitâbında, Tevrâtın Mûsâ aleyhisselâma vahy edilen Tevrât olmadığını, sonradan farklı zemânlarda yazılarak bir araya getirildiğini belirtmişdir. Papazın bu kitâbı toplatdırılmış, kendisi de kiliseden kovulmuşdur.

Dr. Jean Astruc de, (Conjectures il parait que Mouse s’est Servi pour composer le livre dela Genese) adlı eserinde, Tevrâtın beş kısmının çeşidli yerlerden derlenmiş birer kitâb olduğunu yazmışdır. Jean, bir kısmındaki ismlerin değişdirilerek, iki-üç yerde tekrâr edildiğine de dikkatleri çekmişdir.

Tekvînin birinci bâbının onbirinci âyeti ve devâmında, nebâtların insandan önce yaratıldığı, yazılıdır. İkinci bâbının beş, altı, yedi, sekiz ve dokuzuncu âyetlerinde ise, insanın yaratıldığı ve o zemân yer yüzünde hiç bir nebâtın bulunmadığı, nebâtâtın insandan sonra yaratıldığı yazılıdır. Bu ve bunun gibi pek çok tenâkuzlara, büyük hatâlara dikkati çeken Jean Astruc dinsiz i’lân edilmişdir.

-331-

Gottfried Eichhorn, Tekvînden başka, sonra gelen beş kitâbın da, târîhleri i’tibârı ile ve lisân olarak birbirinden farklı olduğunu 1775 senesinde neşr etdiği kitâbında yazmışdır. Fekat Eichhorn ve kitâbları aforoz edilmişdir.

Alman şâiri ve filozof Herden [1744-1803] (Von Geiste den hebraischen Poesie) eserinde, Ahd-i atîkin, (Mezmûrlar) kitâbının içindeki şi’rlerin birçok ibrânî şâirlerine âid olduğunu, başka başka zemânlarda yazıldığını ve sonradan bir araya cem’ edildiğini yazmakdadır. Ayrıca (Neşîdeler Neşîdesi)nin de, beşerî ve müstehcen bir aşk kasîdesi olduğunu, bu şi’rlerin Süleymân aleyhisselâm gibi bir Peygambere atf olunamıyacağını da beyân etmekdedir. Merâk edenlerin, (Neşîdeler Neşîdesi) kitâbına göz gezdirmeleri kâfîdir.

19. yüzyılda İbrânî lisânı üzerindeki incelemeler artınca, Tevrâtdaki beş kitâbın Mûsâ aleyhisselâma âid olmadığı ve ahd-i atîkdeki kitâbların muhtelif zemânlarda bir araya getirildiği isbât edildi. Bu husûsda, Avrupalı pek çok târîhci, papaz ve piskoposlar eserler neşr etmişlerdir.

Mood İncîl Enstitüsünden Dr. Graham Scroggie, (İncîl Allah kelâmı mıdır?) ismli kitâbda (Ahd-i Atîk) ve (Ahd-i Cedîd)in Allah kelâmı olmadığını i’tirâf etmekdedir.

Dr. Stroggie ise, (Tekvîn kitâbı, şecerelerle doludur. Kim kimden doğdu, nasıl doğdu? Hep bunlardan bahs ediliyor. Bunlardan bana ne? Bunların ibâdet ve Allahü teâlâyı sevmek ile ne alâkası var? Nasıl iyi bir insan olunabilir? Kıyâmet günü nedir? Kime ve nasıl hesâb vereceğiz? Sâlih bir insan olmak için neler yapmak lâzımdır? Bunlardan pek az bahs olunuyor. Ekseriyâ, muhtelif efsâneler var. Dahâ gündüz anlatılmadan, geceye geçiliyor) demekdedir. Böyle bir kitâb nasıl Allah kelâmı olabilir?

Bugün, yehûdîlerin (Torah), hıristiyanların ise, (Ahd-i Atîk) dedikleri kitâbları okuyan bir kimse, Allahü teâlâ tarafından indirilmiş bir kitâb değil, fuhş, müstehcenlik ve ahlâksızlığı öğreten bir seks kitâbı okuduğunu zan eder. Bu kitâbların, Allah kelâmı olmadığını anlayan batılı birçok papaz ve fen adamları, pekçok kitâblar neşr ederek, hakîkati herkese duyurmağa çalışmışlardır. Bunları burada zikr etmeğe kitâbımızın hacmi müsâid değildir.

-332-