Hıristiyanlar, dilleri ile Allahü teâlânın kudret sâhibi olduğunu söylemekle berâber, Allahü teâlâ için âcizlik isnâd etdikleri de ma’lûmdur. [Dahâ önce bildirdiğimiz gibi] Tevrât (Ahd-i Atîk) muharrefdir. Tevrâtda Allahü teâlânın âlemi altı günde yaratıp, yedinci günde oturup istirâhat etdiği bildirilmekdedir. Tekvînin ikinci bâbının başında, (Ve Allah yapdığı işi yedinci günde bitirdi. Ve yapdığı bütün işden yedinci günde istirâhat etdi. Ve Allah yedinci günü mubârek kıldı ve onu takdîs etdi. Çünki Allah, yaratıp yapdığı bütün işden o günde istirâhat etdi) denilmekdedir. [Bunun için hıristiyanlar haftanın yedinci günü olan (Pazar) günü çalışmaz, istirâhat eder, ta’tîl yaparlar.]
Allahü teâlâ, [hâşâ] bir marangoz gibi çeşidli âletlerle mi yaratdı da, bu yorgunluk hâsıl oldu? Tekvînin otuzikinci bâbının yirmidördüncü ve devâmındaki âyetinde, [hâşâ] (Ya’kûb yalnız başına kaldı ve seher sökünceye kadar bir adam onunla güreşirken, Ya’kûbun uyluk başı incindi. Ve Rab dedi: Bırak gideyim. Çünki, seher vakti oluyor. Ve Ya’kûb dedi: Beni mubârek kılmadıkca, seni bırakmam. Ve Rab ona dedi: Adın nedir? Ve o dedi: Ya’kûb. Ve Rab dedi: Artık sana Ya’kûb değil, ancak İsrâîl denilecek. Çünki, Allah ile ve de insanlarla uğraşıp yendin) demekdedir.
Ey hıristiyanlar! İnsâf ediniz. Allahü teâlâ yaratdığı kul ile sabâha kadar alt üst olup, güreş tutup, yakasını Ya’kûb aleyhisselâmın eline vermiş ve yakasını kurtaramamış! Hiç böylesine âciz bir ilâh olur mu? Allahü teâlâ, elbette böyle şeylerden münezzehdir.
Müslimânların [temiz] i’tikâdlarına göre, Allahü teâlâ, her mümkini yaratmağa kâdirdir. Kudret sıfatı ile muttasıfdır. Kudret, ezelî bir sıfat olup, te’alluk [irâde, arzû] etdiği şeye te’sîr eder, yaratır. Böyle olduğunda, bütün müslimânlar ittifâk etmişlerdir. Allahü teâlâ, kudretinin te’alluk etdiği herşeyi yaratmağa kâdirdir. Yaratılan herşey Onun kudreti ile var olmuşdur.
Hak tecellî eyleyince, herşeyi âsân eder,
Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsân eder.
Allahü teâlânın kudretinin te’alluk etdiği herşey, kudretin te’al-
luku, ya’nî yaratılması husûsunda müsâvîdirler. Çünki mümkindirler, mahlûkdurlar. Kudret sıfatı, vâcib-ül-vücûd ve mümteni’ [var olamaz] olan şeylere te’alluk etmez. Te’alluk [irâde] etmesi, mümteni’dir, imkânsızdır. Mümkin olmak, ya’nî var ve yok olabilmek, mümkinâtdan olan bütün varlıklar arasında müşterek bir vasfdır. Mümkinâtın [mahlûkâtın] hepsi, kudret sıfatı te’sîr edince, var veyâ yok olmakdadırlar. Allahü teâlânın kâdir olması zâtındandır. Bu husûs, kudretin te’alluk etdiği bütün varlıklar için müsâvîdir.
Allahü teâlânın kudreti, mahlûklardan [varlıklardan] ba’zısına mahsûs olsa idi, bunun bir sebebi olması lâzım olurdu. Bu ise, [hâşâ] Allahü teâlânın kemâlinin başka bir şeye bağlı olmasını îcâb etdirirdi. [Çünki bu hâl, Allahü teâlânın kudretini, ba’zı varlıklara sarf etmeğe mecbûr kılan bir sebeb olmasını îcâb etdirirdi.] Bu ise, noksanlıkdır. Noksanlık ise, ilahda bulunamaz.
Hıristiyanlara göre, Allahü teâlâ, [hâşâ] her şeye kâdir değilmiş. Çünki, Tevrâtda yazıldığına göre, Allahü teâlâ, (Benî İsrâîl ile Kenân diyârına berâber gideceğim. Boruyu kuvvet ile çalsınlar ki, ben de işitebileyim) demişdir. Müslimânların i’tikâdına göre, Allahü teâlâ her şeyi işitici ve görücüdür. Fekat Allahü teâlâ göz ve kulak [ses ve ışık] gibi vâsıtalardan münezzehdir. [Görmesi ve işitmesi vâsıtasızdır.]
Hıristiyanların i’tikâdına [inancına] göre, Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâma hulûl etmişdir. Onların Îsâ aleyhisselâm için, Allahdan Allah, Nûrdan Nûr dediklerini, dahâ önce bildirmişdik.
Müslimânların i’tikâdına [inancına] göre, Allahü teâlâ, başka bir şeye hulûl etmekden münezzehdir. Çünki, bir şeyin başka bir şeye hulûlü iki yolla olur. Birincisi, bir şeyin mekânına hulûl olur, ya’nî girilir. İkincisi ise, sıfatına, mevsûfa hulûldür. Allahü teâlâ, herhangi bir mekâna hulûl etmekden münezzehdir. Bunun delîli, Allahü teâlânın mekândan ve bir şeye cüz, ya’nî bir şeyin parçası olmakdan münezzeh olmasıdır. Çünki, mekân ile bir şeye cüz olmak, cismlerin ve cisme âid şeylerin husûsiyyetlerindendir. Hâlbuki, Allahü teâlânın cism olmadığı, cisme âid husûsiyyetlerin onda olmadığı, delîllerle isbât edilmişdir. Böyle olduğu, bütün âlimler tarafından ittifak ile bildirilmişdir. Sıfatın mevsûfa hulûlü yolu ile, Allahü teâlânın bir şeye hulûl etmesinin muhal olmasına gelince, bu ve başka yollarla olan hulûl şeklleri, Allahü teâlânın (vâcib-ül-vücûd) olmasına muhâlifdir [aykırıdır]. Çünki, bir şeye hulûl eden, elbette o şeye muhtâc olur. Gerek cismin mekâna hulûlü, gerekse a’râzın [sıfatın] cevhere [maddeye] hulûlü veyâ sûretin [şeklin] maddeye yâhud sıfatın mevsûfa hulûlü, hükemâya [felsefecilere] göre hulûl etmek değil, sâdece bir
vasıfdan ibâretdir. Hülâsa, hulûl eden şey, hulûl etdiği mahalle muhtâcdır. [Bu ise, ilah için muhaldir.]
Hıristiyanlara göre, Allahü teâlâ maddedir ve cismdir. Çünki, Tevrâtda tekvînin birinci bâbının yirmiyedinci âyetinde, (Allahü teâlâ insanı kendi şeklinde yaratdığı için sever) demekdedir. Hattâ hıristiyanlar, kiliselerine çeşidli resmler, heykeller [putlar] yapıp onlara tapınırlar. (Allahü teâlâ göklerde oturur. Yer, Onun ayağının basamağıdır) diye inanırlar.
Allahü teâlâ, hıristiyanların bu i’tikâdlarından ve böyle şeylerin hepsinden münezzehdir. Bu husûs, Ehl-i islâm (müslimânlar) ile eski yunan felesofları arasında ittifaklıdır.
Böyle olduğunun delîlleri kelâm kitâblarında yazılıdır.
Yine hıristiyanlar, ([önceden zikr etdiğimiz gibi], Âdem aleyhisselâmdan meydâna gelen zelleden [hatâdan] dolayı, Îsâ aleyhisselâmın zemânına kadar, dünyâya gelen bütün insanlar ve bütün Peygamberler “aleyhimüsselâm”, [günâh kirine bulaşmış olduklarından] Cehennemde azâb olunacakları ve [hâşâ] Allahü teâlâ, bu büyük günâhı afv etmek için bir çâre bulamayıp, biricik oğlunu yehûdîler elinde çeşidli hakâret ve işkencelerle öldürtüp, sekiz gün Cehennemde yakdıkdan sonra, bunların afvına çâre bulduğu) inancındadırlar.
Müslimânların i’tikâdına [inancına] göre, Allahü teâlânın üzerinde bir hâkim ve Ondan hesâb soracak bir kimse yokdur. Allahü teâlâ gafûrdur, ya’nî afvı, mağfireti pek çokdur ve rahîmdir. Günâh işleyip, tevbe etmeden ölen bir kulunu dilerse afv eder, dilerse, günâhı kadar azâb eder. [Bütün kullarını afv edip, Cennetine koysa, ihsânına muvâfıkdır. Bütün kullarını Cehenneme atsa, adâletine muvâfıkdır.] Allahü teâlânın, kullarının afvına, biricik oğlunu katl etmekden başka çâre bulamadığı husûsu, çok garîb bir şeydir. Hâlbuki papazlar, köy köy dolaşıp hıristiyanların günâhlarını [belli ücret karşılığı afv etdim diyerek] afv etmekde, papalar da, Cennetin anahtarlarını cebine koymuş, tapusunu almış [gibi], Cennetden karış karış yer satmakdadırlar. [Papazların, bu işlere esâs aldıkları İncîl âyetlerini yukarıda bildirmişdik.]
Hıristiyanların Peygamberlere “aleyhimüsselâm” olan hurmetlerine [!] gelince, her bir Peygambere bir dürlü günâh isnâd ederler. Peygamberlere isnâd etdikleri bu çirkin şeylerin, en aşağı bir papaza dahî isnâd edilmesini câiz görmezler. Meselâ, Lût aleyhisselâmın [hâşâ] sekr hâlinde mubârek kızları ile zinâ etmesi, [Tekvin: 19-33, 34, 25] Yehûdânın gelini ile zinâ etmesi, [Tekvin: 38-13, ...18] Dâvüd aleyhisselâmın Uryânın zevcesi ile zinâ etme-
si, [II Samuel: 11-2, 3, 4] Süleymân aleyhisselâmın puta tapması,iftirâları gibi. Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın oniki havârîsinin nübüvvet ve resûllüklerine inanırlarken, bunlardan Yehûdânın, otuz dirhem rüşvet alıp, Îsâ aleyhisselâmı yehûdîlere teslîm etmesi, Petrus resûlün [Îsâ aleyhisselâmın yehûdîlere yakalandığı gece] horoz üç def’a ötünce, üç def’a Îsâ aleyhisselâmı tanıdığını inkâr etmesi, resûl Pavlosun da onaltı, onyedi sene Îsâ aleyhisselâma îmân edenleri çeşidli ezâlarla katl etdirmesi ve havârîlerden bir resûlün de, diri diri derisini yüzdürmesi ve bu Pavlosun îmân etdiğini bildirmesi ve hıristiyanların i’tikâdına [inancına] göre, Pavlosun [hâşâ] Mûsâ aleyhisselâmdan efdal bir resûl olması ve sünnet olmak yerine vaftîzi, İncîlde ve Tevrâtda açıkca bildirilmiş bir iş olan, oruc ibâdeti yerine perhîz yapmağı ihdâs etmesi ve İncîlin ve Tevrâtın bir çok ahkâmını değişdirmesi i’tikâdları, Peygamberlere “aleyhimüsselâm” olan yukarıda zikr etdiğimiz iftirâları gibidir.
Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâma ülûhiyyet isnâd etmek için, her Peygambere bir günâh isnâd ederler. Hıristiyanlarla yapılan birmünâzara toplantısında, Îsâ aleyhisselâmın ülûhiyyetini iddiâ eden bir papaza, bir islâm âlimi tarafından delîlinin ne olduğu sorulunca, cevâbında dört delîlim vardır diyerek, bunları saymağa başlamışdır:
(Birinci delîlim, Babasız yaratıldı) deyince, islâm âlimi, (Âdem aleyhisselâm hem annesiz, hem de babasız yaratıldı. Melekler de baba ve annesiz olarak yaratıldılar. [Meleklerde erkeklik ve dişilikyokdur.] O hâlde, Âdem aleyhisselâmın ve meleklerin de, Îsâ aleyhisselâm gibi [hâşâ] ilah [tanrı] olmaları îcâb ederdi) diye cevâb verdi. Papaz buna (cevâb veremedi). Bunun üzerine, ikinci delîline geçdi.
(İkinci delîlim, Îsâ aleyhisselâmın ölüleri diriltmesidir) deyince, islâm âlimi ona, (Tevrâtda yazıldığına göre, Benî İsrâîl Peygamberlerinden birkaç Peygamber de, ölüleri diriltmişdir. Bilhâssa Mûsâ aleyhisselâm, canlı olmıyan asâyı, diriltdi. Bunların da hâşâ Allahü teâlânın oğlu olmaları lâzım gelir) diye cevâb verdi. Papaz, buna da (cevâb veremedi). Bunun üzerine, üçüncü delîline geçdi.
(Üçüncü delîlim, Îsâ aleyhisselâmın semâya kaldırılmasıdır)deyince, İslâm âlimi, (Îsâ aleyhisselâm çeşidli hakâretlerle katl olundukdan sonra, semâya kaldırıldı diyorsunuz. İdrîs aleyhisselâmın da, hayâtda iken izzet ve rif’at ile semâya kaldırıldığı hıristiyanlar ile müslimânlar arasında ittifaklıdır. Bunun için, İdrîs aleyhisselâmın, Allahü teâlâya oğul olmağa dahâ lâyık olması lâzım gelir) diye cevâb verdi. Papaz buna da (cevâb veremedi). Bunun
üzerine dördüncü delîline geçdi.
(Her Peygamber günâh işledi. Fekat, Îsâ aleyhisselâm günâh işlemedi. İşte bu ülûhiyyet sıfatıdır) deyince, islâm âlimi (Hangi Peygamber günâh işledi) diye sorunca papaz, (Dâvüd aleyhisselâm) dedi. İslâm âlimi (Ey papaz! Bu sözünle sen yehûdîlerden dahâ kötü, dahâ aşağı oldun. Çünki, dört İncîlde de, Îsâ aleyhisselâmın dâimâ, Dâvüd oğlu Îsâ diye, kendinden bahs etdiği yazılıdır. Sizin inancınıza göre, [hâşâ] Dâvüd aleyhisselâm zânî olunca, Îsâ aleyhisselâmın kendisi için Dâvüd oğlu demesinin [hâşâ hâşâ] veled-i zinâyım demek olduğunda şübhe var mıdır? Ey papaz! Îsâ aleyhisselâmın kudretini, önce ülûhiyyete, ilâhlığa çıkarıp, sonra da veled-i zinâ derecesine indiriyorsun. Bu ikisi arasındaki tezâd [zıdlık] ne kadar çokdur) deyince, papaz yine (cevâb veremedi). Gâyet utanarak, hayret içinde, oradan ayrıldı gitdi.
Hıristiyanların garîb i’tikâdlarından birisi de, Allahü teâlânın fadl ve keremi ile, kulları arasından seçerek gönderdiği Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” hepsine günâh isnâd edip, günâhkâr bildikleri hâlde, kendi aralarından seçdikleri papaların ma’sûm olduklarına inanmalarıdır. Ne büyük ahmaklık! Haşr sûresinin ikinci âyetinde meâlen: (Ey basîret sâhibleri [Allahü teâlânın emrine nazar ederek düşünün de] ibret alınız) buyurulmuşdur.
[Tam ilmihâl (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının birinci kısm doksanikinci maddesinde diyor ki: