-9-

TESLÎS (Üç tanrı inancı)
ve BÂTILLIĞI

Protestanlar, Kur’ân-ı kerîm ile bugünkü İncîlleri mukâyese için beş bahs seçmişlerdir. Birinci bahsde, Kur’ân-ı kerîmde, üç uknumun ya’nî (Baba, oğul, Rûhül-kuds)den meydâna gelen üç tanrı inancının bulunmamasını, Kur’ân-ı kerîmin noksanlığına nisbet etmişlerdir. Teslîs (Trinite) inancının dahâ önceki ilâhî kitâblarda rumuz, işâret ile bildirilmiş olduğunu iddiâ ederler. Kendilerinin neşr etdiği ba’zı kitâblarda, bu büyük mes’elenin Tevrâtda mübhem, şübheli olduğunu i’tirâf etdikden sonra, isbât için, yalnız Yuhannâ İncîlinden ve A’mâl-i rusül [Resûllerin işleri] ve havârîlerin mektûblarından başka bir delîl ortaya koymağa da, muktedir olamazlar. Delîl olarak ileri sürdükleri kitâb ve risâlelerin, asl ve esâsları sağlam olmadığından, aslâ kıymetleri yokdur.

Teslîs mes’elesini izâh için, önce (İşâ-i Rabbânî) üzerinde ba’zı incelemelerin beyân edilmesi lâzımdır. Yukarıda biraz bahs etdiğimiz gibi, bu işâ-i rabbânî, hıristiyanların din esâslarından, ya’nî akîde [inanç] esâslarındandır. Çünki, hıristiyanların akîdelerine göre, Îsâ aleyhisselâm, her biri hakîkî ilâh olan üç ilâhdan biri olduğundan, hıristiyanlar onun etini yiyip, kanını içerek güyâ onunla birleşirlermiş. İşlemiş oldukları günâhlar bu şeklde, [hâşâ] Allahın oğlunu kurbân ederek afv olunurmuş. Ya’nî mayalı veyâ mayasız bir parça ekmek ile bir mikdâr şerâba papaz okuduğu zemân, ekmek aynıyla Îsâ aleyhisselâmın eti, şerâb da kanı olurmuş.

[Böyle olduğu, Matta İncîlinin yirmialtıncı bâbının, yirmialtıncı âyeti ve devâmında, Markos İncîlinin ondördüncü bâbının, yirmiikinci âyeti ve devâmında, Luka İncîlinin yirmiikinci bâbının, ondokuzuncu âyeti ve devâmında yazılıdır diyorlar. Hâlbuki, bu İncîllerde, Îsâ aleyhisselâm hayâtda iken icrâ edilmiş olan, bir vak’a bildirilmekdedir. Benden sonra, siz de, her zemân böyle beni kurban ederek, günâhları afv etdiriniz diye bir emr, hiç bir İncîlde yazılı değildir.] Luka İncîlinin, yirmiikinci bâbının ondokuzuncu âyetinde, (Benden sonra hâtırlanmam için bunu yapın)

-159-

diye yazılı ise de, bunu günâh afvı ve îmân esâsı hâline getiriniz di-ye yazılı değildir. Hıristiyanlar, kilisede ekmek ve şerâbı aralarında paylaşarak, yirler ve içerler. Böylece Îsâ aleyhisselâm kurban edilmiş ve yinilip içilmiş oluyormuş. Bu mes’elede, ya’nî ekmek veşerâbın et ve kana dönüşmesi ve böylece Îsâ aleyhisselâmın kurban edilmiş olmasında, hıristiyan kiliseleri [ve fırkaları] arasında muhtelif te’vîller vardır. Ba’zılarının i’tikâdına [inancına] göre, (sâdece ekmek ve şerâb, Îsâ aleyhisselâmın cesedine ve kanına dönüşüp kâmilen, tam olarak Îsâ olurmuş.)

Yeryüzünde bir kaç bin papaz aynı anda ellerindeki ekmekleri okuyarak, mukaddes hâle getirdiklerinde, her bir papazın meydâna getirdikleri birer Îsâ, yâ birbirlerinden başkadırlar, yâhud birbirlerinin aynıdırlar. Birbirlerinden başka olmaları, hıristiyanların i’tikâdına göre bâtıldır. [Çünki, pek çok Mesîhler, hâşâ birçok ilâhlar meydâna gelmekdedir.] Aynı olması da, işin aslına, eşyânın hakîkatına uygun değildir. Çünki her birinin maddesi, diğerinin maddesinden ayrıdır, başkadır. Bir cismin, aynı anda, değişik mekânlarda bulunamıyacağı da, açıkca bilinen şeylerdendir. Bunun için, okuyup mukaddes olan ekmekler, tek bir Mesîh olamazlar. Bu dahî, hıristiyanların i’tikâdına göre bâtıldır. Çünki onlar, tek Îsânın varlığına inanmakdadırlar.

Bir papaz, ekmeği üç parçaya ayırıp, her birini birer şahsa verdiği zemân, ekmeğin tehavvülünden meydâna gelen Mesîh, yâ parça parça olur veyâ her bir parça tam bir Mesîh olur. Birincisine göre, ilah parçalanmış olur. İlahın parçalanabileceğine inanmak, hiçbir dîne uygun bir inanış değildir.

İkincisine göre, ekmek, bir Mesîh hâline dönmüşdü. Ekmek taksîm edilince müteaddid Mesîhler nereden çıkmakdadır? Hıristiyanların inançlarına göre, Îsâ aleyhisselâm insanları [günâhdan] kurtarmak için, bir kurban olarak âleme geldi ve kendini fedâ et-di. Şimdi, papazların kiliselerde yapdıkları İşâ-i Rabbânî kurbanı, vakti ile yehûdîlerin salîb üzerinde yapdıkları kurbanın aynı olursa, Îsâ aleyhisselâm hayâtda iken, Havârîlere ekmeği yidirmesi ve şerâbı içirmesi ile icrâ edilen, ilk İşâ-i Rabbânî, insanların günâhlardan kurtulmalarına kâfî olurdu. [Hıristiyanlara göre] Îsâ aleyhisselâmın sonradan yehûdîler tarafından ağaçdan salîb üzerinde haça gerilmek sûreti ile kurban edilmesine ve dünyânın her yerinde papazların [Kurban] âyinleri yapmalarına lüzûm kalmazdı. İnsanların günâhlarının afv olunması için, hazret-i Îsânın kendini bir def’a kurban etdiği, bunun bir def’a zuhûr etdiği İbrânîlere mektûbun dokuzuncu bâbının sonunda yazılıdır.

[Peşâver üniversitesi öğretim üyelerinden, Ülfet Azîz Essa-

-160-

med, 1399 [m. 1976] senesinde üçüncü baskısı Pakistânda yapılan, (A Comparative Study of Christianity and İslâm) ya’nî, (İslâmiyyet ile hıristiyanlığın mukâyesesi) ismli kitâbının, (Hıristiyan Akîdelerinin Kaynağı) kısmında diyor ki:

(Îsâ aleyhisselâmın teblîg etdiği nasrânîlik ile, göğe yükseltilmesinden sonra te’sîs edilen ve çeşidli kiliselerin inandığı hıristiyanlık, birbirinden çok farklıdır.

Îsâ “aleyhisselâm” Allahü teâlânın emrlerini, ümmetine teblîg eden ve onlara va’z ve nasîhat eden ve insan olan bir Peygamber idi.

Ümmetinden, tevbe etmelerini ve eski, bozuk, kötü âdet ve alışkanlıklarından vazgeçmelerini istemişdi. Îsâ “aleyhisselâm” yeni bir dînin kurucusu değildi. Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinin yenileyicisi idi.

Îsevî dîni, va’z ve nasîhat idi. Bu dinde (Vaftîz) ve (İşâ-i Rabbânî) gibi, âyinler yok idi.

O, günâhlara keffâret olarak ve çarmıha gerilerek kurban edilmeğe gelmemişdi.

Îsâ aleyhisselâmın, göğe yükseltilmesinden hemen sonra, kendisine îmân eden ve yakın arkadaşları olan havârîler, kendilerine resûller ismini verdiler.

Havârîler, hiç şübhesiz Îsâ aleyhisselâmın yolunda olan, tek Allaha inanan ve Îsâ aleyhisselâmı onun elçisi kabûl eden kimselerdi.

Havârîler, her işde, Îsâ aleyhisselâmın kendilerine emr etdiği gibi, Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atına göre amel etdiler.

Filistin ve civârında, büyük yehûdî cemâ’atleri oturmakda idi. Fekat, Kudüsde oturan yehûdîler, dünyâ yehûdîlerine göre çok azdı.

İskenderiyye (Alexandria) şehri büyük bir kültür merkezi idi. Burada birçok dînî ve felsefî görüşler öğretilmekde idi.

Yehûdîlerin parçalanmaları ve bozulmaları, yunan felsefesi ve mevcûd putperest cemâ’atlerin te’sîri ile olmuşdu. Bu putperest cemâ’atlerin her biri, kurtarıcı tanrılar edinmişlerdi.

Îsâ aleyhisselâm, Peygamberlik vazîfesini yapmağa başladığı zemân, yehûdîlerden ba’zıları, onu beklenilen Mesîh kabûl etdiler. [Îsâ aleyhisselâmın, üç sene gibi kısa bir zemân süren teblîginden sonra, kendisine inanan yehûdîler çoğaldı.] Ancak, Onun sözlerini ve kendisini, yunan felsefesi ve putperest cemâ’atlerin fikrleri ışığında, tefsîre tâbi’ tutdular. Böylece, Îsâ aleyhisselâmın

– 161 -

hakîkî dîni, değişdirilmeğe başlandı. Îsâ aleyhisselâmın yolunu öğretmek yerine, Onun şahsını yüceltme teşebbüsleri, bu değişikliğin ilk işâretleri idi.

Hıristiyan din adamlarının ileri gelenlerinden Dr. Morton Scott Enslin bu husûsda, (Christian Beginnings) kitâbının ikinci kısm, yüzyetmişikinci sahîfesinde diyor ki:

(Îsânın “aleyhisselâm” şahsiyeti ile uğraşma, kim olduğunu araşdırma ve her şeyi Onun şahsiyeti ile ilgi kurarak açıklama gayretleri, kendisi için uydurulan ve kendisinin hiçbir zemân söylemediği şeyleri ve kendisinin teblîg etdiği, Allahü teâlânın kullarından istediği şeyleri ve tevbeye çağırdığı husûsunu unutdurdu. Böylece, ümmetine teblîg etdiği ahkâmın öğrenilmesi ve itâat edilmesi yerine, şahsiyetinin açıklanıp anlaşılması lâzım olan bir kimse hâline geldi.)

Bu temâyül, Îsâ aleyhisselâmın (Logos=Mukaddes kelâm) kelimesi ile îzâh edilmesine ve netîcede, tanrılaşdırılmasına sebeb oldu. Çünki, İskenderiyyeli yehûdî felsefeci PHİLO, bu husûsda felsefî görüşler ileri sürmüşdü. [Kitâbımızın, (Teslîsin bâtıllığının Îsâ aleyhisselâmın sözleri ile isbâtı) kısmında Philodan bahs edeceğiz.]

Bu zemândaki kilise babalarının, Îsâ aleyhisselâm hakkındaki yazıları, uygunsuzluklar, saçmalıklar ile doludur. Kilise babalarının bu yazılarında, Îsâ aleyhisselâmın ehemmiyyetle üzerinde durduğu tek ALLAH inancı ile, kendisine izâfe edilen Allahlık iddiâsını uzlaşdırma gayreti içinde oldukları görülür.

Dağılmış bir hâlde bulunan yehûdîler ve bunların yehûdî olmıyan komşuları arasında, Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği îmân esâsları ile alâkası olmıyan, yeni bir din ortaya çıkdı.

Bu mevzû’da Dr. Morton Scott Enslin aynı kitâbının ikincikısm, yüzseksenyedinci sahîfesinde diyor ki, (Îsevîlik, yehûdîlerin yaşadıkları yer olan Filistinden, putperest milletlerin memleketlerine yayıldı. Bu yayılma birçok değişmelere sebeb oldu. Îsevîler,Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinden uzaklaşdılar. Îsâ aleyhisselâmın teblîg etdiği din bilgilerini, putperestlerin kabûl edebilecekleri hâle getirdiler. Böylece tutarsız, akl ve mantığın kabûl edemiyeceği bir din meydâna geldi.)

Roma imperatorluğunda birkaç çeşid putperest cemâ’at vardı. Bu cemâ’atler, i’tikâd [inanç] i’tibârı ile, birbirinden çok farklı idi. Fekat, şu dört husûs hepsinde müşterek idi:

1 - Hepsi, kurtarıcı bir tanrıya inanıyor ve onun ölümünü, insanların günâhları için keffâret ve ona inananlar için kurtuluş ka-

-162-

bûl ediyorlardı.

2 - Hepsinde, o dîne girmek için, bir giriş âyini vardı. Bu âyinle, o dîne kabûl edilen kimsenin, kötülüklerden temizlenmiş olduğuna inanılıyordu.

3 - Hepsinde, tanrı ile ma’nevî olarak birleşmek, bütünleşmek inancı vardı. Bu bütünleşme, sembolik olarak o din mensûbları tarafından, tanrının etini yimek ve kanını içmek şeklinde icrâ edilirdi.

4 - Hepsinde Cennet inancı olup, onu isterlerdi. Orada râhat edeceklerinden emîn idiler.

[(Encylopedia Americana)da, (Sacrifice) [Kurban] kelimesinde diyor ki:

(Eski yunanda, gök tanrısı Olympus adına (thusiai) ve (sphagia) denilen, kurban âyinleri yapılırdı. Thusiai, her zemân gündüz olur ve tercîhen sabâhleyin yapılırdı. Kurban edilen hayvanların belli kısmları, biftek olarak (Bomos) denilen taş üzerinde yakılırdı. Hayvanın geri kalan kısmları, yüksek bir taşın etrâfında toplanmış olan kimseler tarafından yinilirdi. Âyin, müzik ve dans ile sona ererdi.]

Sphagia denilen kurban âyini ise, gece yapılırdı. Bu âyinde etin yakılması için kullanılan taşa (eschara) denilirdi.

Yunanca olan bu âyin ismleri latincede sâdece (sacrifice) kelimesi ile ifâde edildi. Kurbanların yakıldığı taş olan (Bomos) ve etrâfında toplanılarak kurbanın yinildiği taş olan (eschara) kelimeleri için (Altars) kelimesi kullanılırdı.)

Hıristiyanlık dîninde icrâ edilen (İşâ-i rabbânî veyâ Ehvaristiya) kurban âyîninde, ekmek ve şerâbın konulduğu ve etrâfında cemâ’atın toplandığı taşa da, (Altar) denilir. Bu âyinde de, müzik bulunur. Mukaddes olan ekmek, kırılınca, kurban icra edilmiş, ekmek, şerâba batırılıp yinilince de, tanrı ile ma’nevî olarak birleşilmiş olunurmuş. Yunanlılardaki (thusiai) ve (sphagia) âyinleri ile, hıristiyanlıkdaki İşâ-i rabbânî âyini arasında benzerlik açıkca görülmekdedir. [Bu mevzû’ya aşağıda devâm edeceğiz.]

Îsâ aleyhisselâmın, kurtarıcı tanrı olarak kabûlü, çarmıha gerildi denilmesi, kurban olarak telâkkî edilmesi, yukarıda zikr etdiğimiz, yunan putperest cemâ’atlerinin, hıristiyanlığa etkilerinin bir sonucu olduğu muhakkakdır.

Hıristiyanlarda (Vaftîz) ve (İşâ-i rabbânî) denilen iki önemli âyin vardır. Vaftîz, hıristiyanlığa kabûl âyînidir. Kişi bununla, doğuşdan gelen günâhdan temizlenmiş kabûl edilir. İkinci âyin olan İşâ-i rabbânî, (Eucharist) veyâ (Mass Communion) veyâ

-163-

(Holy Communion) denir ki, (kudsî paylaşma) demekdir.

Dr. Morton Scott Enslin, bu âyînle hıristiyanlığın, Romalılar zemânındaki putperest fırkalardan birisi hâline geldiğini i’tirâf ederek, aynı kitâbının ikinci kısmının yüzdoksanıncı sahîfesinde diyor ki, (Mîlâdın ikinci asrına doğru hıristiyanlık, bozuk dinlerden birisi hâline gelmişdi.)

Lord Raglan, (The Origins of Religions) [Dinlerin Aslı] ismli kitâbında, Roma imperatorluğu zemânındaki dînî cemâ’atlerin âyînlerini beyân etmekde ve bu âyînleri, şimdiki hıristiyan âyînlerinin aslı olarak görmekdedir. Raglan diyor ki:

(Târîh öncesi devirlerde, genç bir adamı, kutsal kurban olarak seçmek ve onu bir sene boyunca imtiyâzlı kişi kabûl ederek her arzûsunu yerine getirmek ve sene sonunda belli bir âyîn tertîb ederek, o kimseyi kurban edib, etini yimek, kanını içmek âdeti, dinden haberleri olmıyan ba’zı kavmlerde var idi. Kurban edilen kimsenin, etinden ve kanından tarlalara da serpilir, böylece toprağın bereketli olacağına inanılırdı. Kurbanlık seçilen kimsenin, kendi kavminin dînî lideri ile anlaşarak, yerine başka birisinin kurban edilmesi de olurdu. Başka bir kimse kurban edildikden sonra, asl kurban edilmesi lâzım olan kişi, tekrar bir sene boyunca, yine imtiyâzlı ve kutsal oluyor ve her arzûsu yerine getiriliyordu. Senenin sonunda yerine, yine başka bir kimse kurban ediliyordu. Böylece, devâmlı olarak kutsal sayılan ve her arzûsu yerine getirilen imtiyâzlı kişiler zuhûr etdi. Bu ilk devâmlı kutsal kişiler, kavmleri tarafından (kral) veyâ (yaşıyan tanrı) olarak telakkî edilir oldular. Bu kutsal kişilerin insanlıklarının, ya’nî bedenlerinin ayrı bir şahsiyyet, ilahlıklarının ayrı bir şahsiyet olduğu kabûl edilirdi. İlahın, tanrının bu kimselere hulûl etmiş, vücûdlarına girip yerleşmiş olduğu, bu kavmlerce kabûl edilirdi. Bir müddet sonra, kavmleri, kutsal kabûl etdikleri bu kimseleri, tanrı veyâ tanrının oğlu diyerek tapınmağa başladılar.

[Eski çağdaki putperestlerde veyâ çeşidli milletlerde, tanrıların, yarı tanrıların ve kahramanların efsânevî hikâyelerine mitoloji denir.] Önce âyîn vardır, sonra bu âyîni îzâh için mitolojik hikâyeler uydurulmuşdur. Hayâlî tanrıların ölmesi veyâ dirilmesi ile kendilerinin kurtulacağı zan olunurdu.

Kurtarıcı tanrıya inanan kavmlerin âyînlerinin en mühimi, kişinin tanrı ile birleşdiğine, bütünleşdiğine inandıkları, sembolik et yime ve içki içme âyînleridir. Kurtarıcı tanrı inancı, bir müddet sonra güneş tanrısı inancı ile birleşdirildi. Herbir kurtarıcı tanrının, kış başlangıcında doğduğuna inanıldı. Kış başlangıcı ise, Julian takvîmine göre 25 Aralıkdır. Hıristiyanlar da, Îsâ

-164-

aleyhisselâmı kurtarıcı bir tanrı yaparak, bu târîhde doğduğunu kabûl etdiler ve bu geceyi (mîlâd) ve (Noel) olarak her sene kutlamağa başladılar.

Edward Carpenter, çeşidli kurtarıcı tanrı hikâyeleri, meselâ, yunanlıların (Dionysus)u, Romalıların (Hercules)i, Perslerin (Mithras)ı, Mısrlıların (Amonra, Oziris ve İzis)leri, kuzey Samiîlerin (Baâl)ı, Âsur ve Bâbillilerin (Tammuz)u ile, hıristiyanların Îsâ aleyhisselâmın hayât hikâyesi diye inandıkları şeyler arasındaki benzerliklere dikkati çekmekdedir. Şöyle ki:

1 - Hepsi, Noel ya’nî 25 Aralık veyâ buna yakın bir günde doğmuşdur.

2 - Hepsi, bâkire annelerden doğmuşdur.

3 - Hepsi, bir mağara veyâ yeraltında bir mahzende doğmuşdur.

4 - Hepsi, insanlar için meşakkatlere katlanmışlardır.

5 - Hepsi, nûrlandırıcı, iyileşdirici, kurtarıcı ve şefâat edici gibi ismler almışlardır.

6 - Hepsi, karanlık güçler tarafından mağlûb edilmişlerdir.

7 - Hepsi, Cehenneme yâhud arz küresinin diğer tarafına inmişlerdir.

8 - Hepsi, yeniden dirilmiş ve insanların Cennete girmelerine öncülük etmişlerdir.

9 - Hepsi, insanlar ile irtibat kuran azîzler seçmişler ve vaftîz âyîni ile cemâ’at kabûl eden, dinler te’sîs etmişlerdir.

10 - Hepsi, kurban yemekleri yinilerek anılmışlardır.) Lord Raglanın sözü burada temâm oldu.

Newyork Üniversitesinde târîh profesörü olan, Waelance Ferguson diyor ki, (Hıristiyanların yortuları, putperest yortuları ile,aynı târîhlere rastlar. Meselâ, Noel târîhi, Îrân ve Romada güneş tanrısı Mithrasın doğum târîhi idi. Ayrıca bu târîh çok eskiden beri putperest dünyâsında önemli bir yortu günü idi.)

Mitoloji kahramanları üzerinde çalışmalarını (The Hero), (Kahramanlar) ismli kitâbında toplıyan Lord Raglan, hikâyelerde gördüğü hâdiseleri 22 madde hâlinde sıralamış ve hangi mitoloji kahramanının hayât hikâyesinde bunlardan kaç tanesinin geçdiğini tesbit etmişdir. Bu maddelerden onbeş dânesinin, Îsâ aleyhisselâmı anlatan, bu günkü hıristiyanlıkda bulunduğunu da, maddeler hâlinde bildirmişdir.

Bunlar da, hıristiyanlığın kaynağının putperestlik olduğunu bize göstermekdedir. [Dahâ sonra, (Teslîsin bâtıllığının, Îsâ aleyhis

-165-

selâmın sözleri ile isbâtı) bahsinde bunlara ba’zı misâller vereceğiz.]

Meşhûr felsefeci ve târîhci Winwood Reade diyor ki, (Hıristiyan âlemi putperest âlemine hâkim olunca, putperest âlemi de,hıristiyanlığı bozdu. Oziris ve Apollo masalları, Îsâ aleyhisselâmaatf edildi. Yehûdîlerin inandıkları ve Îsâ aleyhisselâmın teblîg et-diği, tevhîdin ya’nî tek Allaha îmân yerini, [Brahmanizmde de bulunan ve] Mısrlıların ihdâs etdikleri ve Eflâtûn tarafından felsefeye sokulan, teslîs (Trinity) ya’nî üç tanrı inancı aldı. (Bana iyi demeyin, iyi bir dânedir. O da Allahdır) diyen bir zâtın kendisi bizzat Allah yerine konuldu veyâ birin üçde biri denildi.) Pakistândaki Peşâver Üniversitesi müderrisinin kitâbından terceme temâm oldu.)]

[Bütün bunlar gösteriyor ki, hıristiyanlık, Îsâ aleyhisselâmın teblîg etdiği ve Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atının devâmı olan(Nasrânîlik) değildir. Îsâ aleyhisselâmın ismi arkasına sığınmış, putperestliğin karışdırıldığı, akl ve mantığın kabûl edemiyeceği bir dindir. Hıristiyanlıkdaki, vaftîz ve İşâ-i rabbânî gibi âyînlerin,Îsevîlikde bulunmayıp, sonradan putperestlikden alınarak Îsevîliğe karışdırıldığını ve Îsâ aleyhisselâm bir insan ve Peygamber iken sonradan tanrılaşdırıldığını, pek çok hıristiyan din adamı, profesörler, ilm ve fen adamları açıkça yazmakdadırlar. Papazlar, bu yazılara ve islâm âlimlerinin kendilerine tevcîh etdikleri sorulara cevâb vermek yerine, bu kitâbları toplatdırıp yok etmek yolunu seçmekde ve eskisinden dahâ fazla, yalan, yanlış ve mantıksız yazılarla dolu, yeni kitâblar ve risâleler yazmakda ve dağıtmakdadırlar. Bu da bize gösteriyor ki, 19. ve 20. ci yüzyılda hıristiyanlık temâmen iflâs etmiş, boş ve bâtıl olduğu iyice anlaşılmışdır.]

İlk def’a olarak, iki cezvit papazı, Çinlileri hıristiyan yapmak için, Kanton şehrine gelmişdi. [Cezvit (Jesuit) 941 [m. 1534] senesinde papazların teşkîl etdiği bir misyoner cem’iyyetidir.] Kan-ton vâlîsinden hıristiyan dîni hakkında va’z vermek için müsâade istediler. Vâlî bunlara ehemmiyyet vermedi ise de, cezvitler onu hergün gelip râhatsız etdiklerinden, nihâyet, (Ben bu mes’ele için Çin Fagfûrundan [sultânından] izn almağa mecbûrum. Kendisine haber vereceğim) dedi ve mes’eleyi Çin Fagfûruna bildirdi. Gelen cevâbda, (Bunları bana gönder. Ne istediklerini anlıyayım) denilmekde olduğundan, cezvitleri, Çinin merkezi olan Pekine yolladı. Bu mes’eleden haber almış olan Budist râhibler, fenâ hâlde telâşa düşdüler. [Ve (bu adamlar, hıristiyanlık adı altında zuhûr eden yeni bir dîni, milletimize telkîn etmeğe çalışıyor-

-166-

lar. Bunlar, kudsî Budayı tanımıyorlar, halkımızı yanlış bir yola sokacaklardır. Lütfen onları buradan kovun!) diye Fagfûra yalvardılar.] Fagfûr, (Evvelâ ne söylediklerini bir anlıyalım. Ondan sonra, bu husûsda karar veririz) dedi. Memleketin, sayılı devlet ve din adamlarından müteşekkil, bir meclis tertîb etdi. Cezvitleri bu meclise da’vet ederek: (Yaymak istediğiniz dînin esâsları nedir, anlatın) dedi. Bunun üzerine, cezvitler şöyle bir ifâdede bulundular: (Semâyı ve Arzı yaratan Allah birdir. Fekat, aynı zemânda üçdür. Allahın biricik oğlu ve Rûhul-kuds de birer Allah-dır. İşbu Allah, Âdem ve Havvâyı yaratıp Cennete koydu. Onlara her dürlü ni’meti verdi. Yalnız bir ağaçdan yimemelerini emr etdi. Her nasılsa şeytân, Havvâyı aldatdı. Havvâ da Âdemi yanıltarak, Allahın emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden yidiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, onları Cennetden çıkardı ve dünyâya gönderdi. Burada, onların çocukları ve torunları zuhûr etdi. Fekat bütün bunlar, büyük babalarının işlediği günâh ile kirlenmişlerdir. Hepsi günâhkârdır. Bu hâl, tam 6000 sene devâm etdi. Nihâyet Cenâb-ı Hak, insanlara acıdı ve onların günâhını afv etdirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekden ve bu biricik oğlunu, günâh keffâreti için, kurban etmekden başka çâre bulamadı. İşte, bizim inandığımız Peygamber, Allahın oğlu olan Îsâdır. Arabistânın garbında Filistin denilen bir nâhiye [bölge] ve orada Kudüs denilen bir şehr vardır. Kudüsde, Celîle denilen bir yer, Celîlenin de, Nâsıra isminde bir köyü vardır. İşte bu köyde bundan bin sene önce Meryem isminde bir kız bulunuyordu. Bu kız, amcasının oğlu olan Yûsüf-i neccâr ile nişânlanmış ise de, henüz bâkire idi. Bir gün, tenhâ bir yerde bulunurken, Rûh-ül-kuds gelip, ona Allahın oğlunu ilkâ etdi [koydu]. Ya’nî, kız bâkire iken hâmile oldu. [Bundan sonra nişanlısı ile Kudüse giderlerken] Beyt-i lahmde, bir ahır içinde çocuğu oldu. Allahın oğlunu ahırdaki yemlik içine koydular. Şarkda bulunan râhibler, onun doğduğunu, gökde birdenbire yeniden peydâ olan bir yıldızdan öğrenerek hediyyelerle onu aramağa çıkdılar ve nihâyet bu ahırda buldular. Ona secde etdiler. Îsâ denilen Allahın oğlu, 33 yaşına kadar Allahın melekûtu üzerine va’z etdi. (Ben Allahın oğluyum. Bana inanın, sizi kurtarmağa geldim) dedi ve ölüleri diriltmek, a’mâları tekrâr basîr [gören] yapmak, topalları yürütmek, cüzzamlıları tedâvî etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla onbin kişiyi doyurmak, suyu şerâb yapmak, kışın meyve vermediği için, bir incir ağacını bir işâret ile kurutmak gibi, dahâ birçok mu’cizeler gösterdiyse de, çok az insan ona îmân etdi [inandı]. Nihâyet hâin yehûdîler, onu Romalılara şikâyet etdiler

-167-

ve onun haça gerilmesine sebeb oldular. Lâkin, Îsâ, haçda öldükden üç gün sonra, tekrâr dirilerek, kendisine inananlara göründü. Bundan sonra semâya çıkıp, babasının sağ tarafına oturdu. Babası da dünyânın bütün işlerini ona terk etdi. Ve kendisi geri çekildi. İşte, bizim va’z edeceğimiz dînin esâsı budur. Buna inananlar, öteki dünyâda Cennete, inanmıyanlar ise, Cehenneme gideceklerdir) dediler.

Bu sözleri dinleyen Çin Fagfûru, papazlara (Ben sizden ba’zı şeyleri süâl edeceğim. Bunlara cevâb verin) dedi ve şöyle sormağa başladı: (İlk süâlim şudur: Siz, Allah, hem bir, hem de üçdür diyorsunuz. Bu, iki iki dahâ beş eder gibi, ma’nâsız bir lafdır. Bu işin as-lını bana îzâh edin!) Papazlar cevâb veremedi. (Bu, Allahın bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez) dediler. Fagfûr, (İkinci süâlim şudur: Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan çok kudretli Allah, kullarından birinin işlediği günâh için Onun, bu işden haberi bile olmayan bütün sülâlesini nasıl günâhkâr sayar? Bunların afvı için nasıl olur da, kendi öz oğlunu kurban etmekden başka çâre bulamaz? Bu, Onun büyüklüğüne yakışır mı? Buna ne dersiniz?) dedi. Papazlar yine cevâb veremedi. (Bu da, Allahın bir sırrıdır) dediler.Fagfûr, (Üçüncü süâlim de şudur: Îsâ, bir incir ağacından mevsimsiz meyve istemiş, ağaç vermeyince onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek, bir ağacın yapamıyacağı bir şeydir. Böyle olduğu hâlde, Îsânın buna kızıp ağacı kurutması, bir zulm değil midir? Bir Peygamber, zâlim olurmu?) dedi. Papazlar, buna da cevâb veremedi. (Bu işler ma’nevî işlerdir. Allahın sırlarıdır. İnsanların aklları buna ermez) dediler. Bunun üzerine, Çin Fagfûru, (Ben size izn ve müsâade veriyorum. Gidiniz, Çinin istediğiniz yerinde va’z veriniz) diye onlara müsâade etdi. Onlar, Fagfûrun huzûrundan çıkdıkdan sonra, meclisde bulunanlara dönüp, (Ben Çinde böyle saçmalıklara inanacak bir ahmak bulunacağını zan etmiyorum. Onun için bu adamların, bu hurâfeleri va’z etmelerinde, hiçbir mahzûr görmedim. Ben emînim ki, bunları dinleyen vatandaşlarımız, dünyâda ne ahmak kavmler bulunduğunu görerek, kendi dinlerinin kıymetini dahâ iyi anlıyacaklardır) dedi. Papazların, süâllerin hepsine cevâb veremediklerini hâtırlatmak için, bu kitâbımıza (Cevâb Veremedi) ismini koyduk.

-168-