Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmı [hâşâ] tanrı kabûl etdikleri gibi, havârîleri ve Pavlosu da, resûl, Peygamber kabûl etmekdedirler. Onların yazdıkları risâleleri, mektûbları da, vahy ile bildirilmiş ilâhî kitâblar, risâleler kabûl etmekdedirler. Bunun için bu risâleler (Kitâb-ı mukaddes)in Ahd-i cedîd kısmında dört İncîlden hemen sonra yer alır.
Dört İncîlin temâmlayıcısı olan ve dört İncîlin ekleri denilen bu risâlelere nazar edilirse, gerek birbirleri ile, gerekse İncîller ile pek çok tenâkuz ve ihtilâfları vardır. Bunlar, tek tek anlatılacak olsa, Kitâb-ı mukaddesin temâmından dahâ büyük cildler yazılması îcâb ederdi.
Bunlara ba’zı misâller verelim:
Pavlosun îmân ediş şeklindeki ihtilâflar için Rahmetullah efendi (İzhâr-ül-hak) kitâbında buyuruyor ki:
Pavlosun nasıl îmân etdiği hakkında Resûllerin işlerinin dokuzuncu, yirmiikinci ve yirmiüçüncü bâblarında pekçok ihtilâflar vardır. Ben bunları (İzâlet-üş-şukûk) ismli kitâbımda on vech üzere beyân etdim. Fekat, bu kitâbımda, bunlardan üçünü zikr etmekle iktifâ edeceğim:
1 - Resûllerin işlerinin dokuzuncu bâbının yedinci âyetinde: (Onunla berâber yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular. Sesi işitiyorlar. Fekat kimseyi görmüyorlardı) demekdedirler.
Yirmiikinci bâbının dokuzuncu âyetinde ise: (Benimle berâber olanlar gerçi nûru gördüler. Fekat bana söz söyliyenin sesini işitmediler) demekdedir.
Yirmialtıncı bâbda ise sesin işitilip işitilmediği husûsu hiç bir şey söylenmiyerek kapalı geçilmişdir. Bu üç ifâde arasındaki tenâkuz meydândadır.
2 - Aynı kitâbın dokuzuncu bâbının altıncı âyetinde, (Rab ona dedi ki: Kalk şehre gir, ne yapman îcâb ediyorsa sana söylenecek) demekdedir.
Yirmiikinci bâbın onuncu âyetinde, (Rab bana: Kalk Şâma git, orada ne yapılması lâzım geleceği sana söylenir) demekdedir.
Yirmialtıncı bâbının onaltı, onyedi ve onsekizinci âyetlerinde ise: (Kalk ve ayakda dur. Çünki hem gördüğün şeylerde, hem sana göstereceğim şeylerde, seni hizmetçi ve şâhid ta’yîn etmek için sana göründüm. Seni, kendilerine göndereceğim kavmden ve milletlerden kurtaracağım. Tâ ki, onların gözlerini açıp kendilerini karanlıkdan nûra ve şeytânın tasallutundan [sataşmasından] Allaha döndüresin ve bana îmân etmeğe ve günâhların bağışlanmasına ve mukaddesler arasında nasîbe nâil olsunlar) diye yazılıdır. Bunlardan şu netîceye varılır: Dokuzuncu ve yirmiikinci bâbındaki âyetlerden, onun yapacakları, şehre vardıkdan sonra, kendisine beyân edileceği söylenmiş iken, yirmialtıncı bâbdaki âyetlere göre, sesi işitdiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmişdir.
3 - Yirmialtıncı bâbın ondördüncü âyetinde: (Nûrun görünmesinde biz hepimiz yere düşdük) demekdedir. Hâlbuki, dokuzuncu bâbın yedinci âyetine göre, onunla berâber bulunanların nutku tutulur, ses çıkaramaz olurlar. Yirmiikinci bâbında ise, susmak, nutku tutulmak diye bir şeyden bahs edilmemişdir.
Yine (İzhâr-ül-hak)da buyuruluyor ki: Resûllerin a’mâli risâlesinin diğer bâblarında olan ihtilâflar bunlardan dahâ fenâdır.
Pavlosun, Korintoslulara yazdığı birinci mektûbun onuncu bâbının birinci ve sonraki âyetlerinde, (Ecdâdımız bulutun altında idiler. Denizden geçdiler. Bulutda ve denizde Mûsâ tarafından vaftîz oldular. Siz onların ba’zıları gibi putperest olmayasınız ve zinâ etmeyiniz. Nitekim onlardan ba’zıları zinâ edip bir günde yirmiüç bini birden öldü) demekdedir. Ahd-i Atîkde adetler (sayılar) kitâbının yirmibeşinci bâbının birinci ve sonraki âyetlerinde (İsrâîl oğulları zinâ etmeğe başladı. Cenâb-ı Hak tâ’ûn hastalığını musallat eyledi. Tâ’ûndan ölen yirmidört bin kişi idi) denilmekdedir.Ölenlerin mikdârı arasında 1000 kadar bir fark göründüğünden, ikisinden birisi elbette yanlışdır.
Yine Resûllerin işlerinin yedinci bâbının ondördüncü âyetinde: (Yûsüf, adam gönderip babası Ya’kûb ile bütün akrabâsı, yetmişbeş kişiyi [Mısra] da’vet etdi, çağırdı) demekdedir. Bu ibârede Yûsüf aleyhisselâmın Mısrda olan iki oğlu ile kendisi, bu yetmişbeş kişiye dâhil değildir. Zikr edilen aded, sâdece Ya’kûb aleyhisselâmın aşîretinin sayısını bildirmekdedir.
Hâlbuki Tekvînin kırkaltıncı bâbının yirmiyedinci âyetinde ise, (Ya’kûb oğullarından olup Mısra gelenlerin adedi yetmiş kişi idi) demekdedir. Resûllerin a’mâli kitâbının ibâresinin yanlış olduğu meydândadır.
İşte hıristiyanlık akîdesinin [inancının] temel kitâbı olan dört
İncîlin ve risâlelerin hâli budur. Yukarıda zikr etdiğimiz gibi, gerek bu İncîllerde, gerekse (Ahd-i atîk)de ve (Ahd-i cedîd)de bulunan ihtilâflar yalnız bunlardan ibâret değildir. Bunlardaki ihtilâfların herbiri anlatılsa, cildler tutacağından ve bunların bir kısmı, (İzhâr-ül-hak) ve (Şems-ül-hakîka) kitâblarında bildirilmiş olduğundan, burada dahâ fazla bilgi vermedik. Bu husûsda dahâ fazla bilgi almak isteyenlere, protestan ilm adamlarından Cizlerin 1233 [m. 1818] senesinde ta’b edilen (Tahrirât-i enâcîl) ismli kitâbına ve Selirmacirin 1817 senesinde ta’b edilen (Mukaddime-i kitâb-ı Ahd-i cedîd) adlı eserine, Sîfırin 1832 senesinde ta’b edilen (Birinci İncîlin aslı) ismindeki kitâbına ve muâsırlarından Yor adlı müsteşrikin (İncîller üzerine müâhezât) ismindeki kitâbına ve Şuazer adlı müsteşrikin 1841 senesinde neşr edilen (Yuhannâ İncîli üzerine inceleme) adlı eserine ve mu’âsırlarından Gustav İchtelin Îsâ aleyhisselâmın hâllerine dâir yazdığı kitâba ve Stauruz ve diğer [bir çok târîhcilerin] yazdığı eserlere mürâce’at etmelerini tavsiye ederiz.
Müslimânların kendisine sarıldıkları, [kendisine uymaları sebebi ile dünyâ ve âhiret se’âdetine kavuşdukları] Kur’ân-ı kerîm ise, Allahü teâlânın, (Kur’ân-ı kerîmi biz indirdik ve yine onu biz hıfz edeceğiz) meâlindeki Hicr sûresinin dokuzuncu âyetinin ma’nâ-i şerîfi mûcibince, hicret-i nebeviyyeden zemânımıza kadar, ya’nî binikiyüzdoksanüç [1293] senedir [Bugün için, bindörtyüzyirmiüç senedir] çeşidli milletlere mensûb müslimânların ellerinde bulunduğu hâlde, bir noktası dahî fazla veyâ eksik olmıyarak, Allahü teâlânın ilâhî hıfzı ile mahfûz olduğu, herkes tarafından tasdîk edilmişdir. Hâl böyle iken, beş-on altın ücret [maâş] ile vazîfeli olarak, islâm memleketlerine gelip, [İç yüzünü yukarda îzâh etdiğimiz hıristiyanlık ile], sağlam temeller üzerine oturtularak, zemânımıza kadar aynı doğruluk ve sağlamlığı ile bizlere ulaşan islâmiyyeti mukâyese ederek, doğrulukdan, hak din olmakdan nasîb almak hülyâsına düşmüş olan bir kaç papazın iddi’âlarına, hayret etmekden başka ne denilebilir. Bunların teşebbüsleri, dedikleri gibi, hakkı, doğruyu ortaya koymak olsa idi, islâm kitâblarını lâyıkı ile mütâlea etmediklerinden, bir noktaya kadar ma’zûr görülebilirlerdi. Fekat, işin aslı böyle olmayıp, çeşidli safsatalar ve hîleler ile câhilleri aldatmak ve islâmiyyetden ayırmakdır. İslâm âlimlerinin yazdıkları kitâblara ve kendilerine sordukları süâllere cevâb veremeyip, sanki o kitâbları görmemiş gibi, evvelki cehâlet [ve inâdları] ile münâsebetsiz bir şeklde islâmiyyete saldırmakdadırlar. Yalan ve iftirâlarla dolu gizli gizli risâleler, kitâblar te’lîf etmekde ve el altından neşr etmekdedirler.