Matta İncîlinin dokuzuncu bâbının, dokuzuncu âyetinde şöyleyazılıdır: (Ve Îsâ oradan geçerken gümrük yerinde oturan ve Matta denilen bir adam görüp, ona, bana tâbi’ ol, ardımca gel deyince, o da kalkıp ona tâbi’ oldu, ardınca gitdi.) Şimdi, iyice dikkat ediniz, bu cümleleri yazan Mattanın kendisi ise, niçin kendisi olduğunu söylemeyip, bir başka Matta gibi söylemişdir. [Eğer, bu İncîli yazan Mattanın kendisi olsa idi hâdiseyi (Ben gümrük yerinde oturur iken, Îsâ “aleyhisselâm” oradan geçiyordu. Beni gördü ve bana tâbi’ ol, ardımca gel dedi. Ben de, kalkıp ona tâbi’ oldum, ardınca gitdim) şeklinde zikr etmesi îcâb ederdi.]
Matta İncîlinde, Îsâ aleyhisselâmın ağzından söylenilen her makâle, o kadar uzundur ki, bunların her birini, bir meclisde ve bir def’ada söylemek mümkin değildir. Yine bu husûsda onuncu
bâbındaki, Havârîlere verdiği nasîhatler ve ta’lîmât, beşinci, altıncı ve yedinci bâblarında devâmlı söylediği sözler ve yirmiüçüncü bâbında Ferîsîlere hitâben yapdığı azarlamalar ve sekizinci bâbında devâmlı getirdiği misâller, şübhesiz birer meclisde vâki’ olan şeyler değildir. Bunun delîli de bu sözler ve getirdiği misâllerin, diğer İncîllerde değişik pek çok meclise taksîm edilmesidir. Buradananlaşılıyor ki, bu İncîlin müellifî Îsâ aleyhisselâmın devâmlı arkadaşı olan gümrükcü Matta değildir.
Matta İncîlinde zikr edilen, Îsâ aleyhisselâmın; körleri, baras ve cin çarpmış fakîrleri iyi etmesi ve mu’cize olarak pek çok fakîrlere yemek yidirmesi hep ikişer mahalde beyân edilmişdir. Hâlbuki Markos ve Luka İncîllerinde bu vak’alar yalnız birer mahalde zikr edilmişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki, Mattaya nisbet edilen İncîlin müellifi, bu kitâbı yazarken, iki mehâza mürâce’at edip, bir vak’ayı ikisinde de, görmüşdür. Ancak, yanlış anlama sebebi ile birbirinden farklı zan ederek kitâbına yazmışdır.
Matta İncîlinin onuncu bâbının beşinci âyetinde, hazret-i Îsânın, resûllere ya’nî Havârîlere, putperest milletleri [dîne da’vet için] gitmemelerini ve Sâmiriyyelilerin şehrlerine girmemelerini tenbîh etdiği yazılıdır. Dahâ sonra ise, kendisi putperest yüzbaşının hizmetcisine ve Ken’ânlı bir kadının kızına şifâ’ verdiği bildirilmekdedir.
Yedinci bâbın altıncı âyetinde, (Mukaddes şeyleri köpeklere [putperestlere] vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın) dediği hâlde, yirmisekizinci bâbının ondokuzuncu âyetinde ise, (Siz gidip bütün milletleri şâkird edinin. Onları Baba, Oğul ve Rûh-ül-kuds adına vaftiz edin [Ya’nî dîninizi onlara öğretin]) demekdedir.
Onuncu bâbının beşinci âyetinde, (Milletler yoluna gitmeyin ve Sâmiriyyelilerin şehrlerinden hiç birine girmeyin) diye emr edildiği hâlde, yirmidördüncü bâbın ondördüncü âyetinde ise, (İncîl, bütün milletlere va’z edilecekdir ve sonu kurtuluş olacakdır) demekdedir. [Bu ve yukardaki âyetler, birbirine temâmen zıddır.]
Bunlar ve bunlar gibi sayısız ihtilâf ve tenâkuzlar bu İncîlde tekrârlanmışdır. Bu ilâveler, Matta İncîlinde tahrîf yapıldığını hiç şübhe bırakmıyacak şeklde isbât etmekdedir. Ba’zı mühim hâdiseler, diğer İncîllerde mevcûd olduğu hâlde, Matta İncîlinde yokdur.Meselâ, Îsâ aleyhisselâm tarafından yetmiş şâkirdin seçilmesi, Me-le-i havârîyyûnda urûcu, Bayram yapmak için iki kerre Yerûşâlime gelmesi ve Luazerin mezârdan kalkması fıkraları bu İncîlde yokdur. Bunun için Matta İncîlinin havârîlerden Mattaya isnâdı ya’nî Mattadan rivâyet edildiği şübhelidir.
Markosun havârîlerden olmadığında, bütün târîhciler ittifâk hâlindedir. Belki havârîlerden Petrusun tercümânıdır.
Paypas diyor ki: (Markos, Petrusun tercümânı idi. Markos, Îsâ aleyhisselâmın sözlerini ve fi’llerini mümkin mertebe, doğrudurdiyerek ezberden yazdı. Fekat, Îsâ aleyhisselâmın sözlerini ve fi’llerini intizâmlı, düzgün bir şeklde yazmadı. Çünki kendisi ne hazret-i Îsâdan işitdi, ne de Onun yanında bulundu. Dediğim gibi, Markos yalnız Petrusun arkadaşlarından idi. Petrus ile konuşduğuşeyleri ve Îsâ aleyhisselâmın sözlerini içerisine alan bir kitâb olsun diye tertîbli ve düzgün söylemeyip, îcâb etdiği vakt ve meclise göre söyledi. Bunun için, eğer Markos kitâbında ba’zı husûsları üstâdı Petrusdan öğrenmiş gibi yazarsa onu ayblamamalıdır. Çünki Markos işitdiği şeyleri unutmayarak, değişdirmeyerek yazmaya lüzûm görmemişdi.)
Markos İncîline eski hıristiyan âlimler, her gün şerhler yazdılar. Bunlardan İren diyor ki: (Markos ezberlediği şeyleri Petrus ve Pavlosun vefâtlarından sonra yazdı). İskenderiyyeli Kalman diyor ki: (Petrus dahâ Romada va’z verirken, Petrusun talebeleri, Markosa ricâ etdiler. O da, İncîlini yazdı. Petrus, kitâbın yazıldığını işitdi. Fekat yazıp-yazmaması için birşey demedi.) Târîhci Ousb diyor ki: (Petrus bu hâli işitince, talebelerinin bu gayretine memnûn oldu. Kiliselerde onun okunmasını tenbîh etdi.) Hâlbuki Markosun İncîli, Petrusun risâlelerinden (mektûblarından) ziyâde, Matta İncîlinin taklîdidir, ya’nî ona benzetilmişdir. Buna göre, Paypasın Markos yazdı dediği kitâb elde bulunan ikinci İncîlden başkadır. Markos İncîlinin altıncı bâbının onyedinci âyetinde, (Fekat, Hirodes kardeşi Filupusun zevcesi Hirodia ile evlenmişdi. Bunun için Yahyâyı tutdurup, zindâna habs etdi. Çünki Yahyâ Hirodese, kardeş hanımı ile evlenmek câiz değildir, derdi) demekdedir. Bu temâmen yanlışdır. Çünki Yosibis târîhinde, onsekizinci kitâbın beşinci bâbında, Hirodianın zevcinin ismi Filupus olmayıp, Hîrius olduğu açıkca bildirilmekdedir. Bu hatâ, Matta İncilinde de vardır. Hattâ (1237 [m. 1821]-1844) senelerinde basılan arabca tercemenin mütercimleri bu âyeti tahrîf ederek, Matta ve Lukanın ibârelerinde olan Filupus kelimesini düşürmüşler ise de, diğer senelerdeki terceme nüshalarında mevcûddur.
Yine Markos İncîlinin ikinci bâbında, (Hazret-i Îsâ onlara [şâkirdlerine] dedi ki, Dâvüdun kendisi ve yanında olanlar aç ve muhtâc olduğu zemân, baş kâhin Abiatarın günlerinde Allahın evine nasıl girdiğini ve kâhinlerden başkasının yimesi câiz olmı-
yan huzûr ekmeğini yidiğini ve kendisi ile berâber olanlara da verdiğini (hiç) okumadınız mı?) ma’nâlarında olan yirmibeşinci ve yirmialtıncı âyetlerindeki iki cümle yanlışdır, hatâlıdır. Çünki:
Birincisi, o zemân hazret-i Dâvüd yalnız idi. Yanında kimse yokdu. İkincisi ise, o günlerde baş kâhinlerin reîsi Abiatar olmayıp, belki onun babası Ahimlik idi. [Yehûdîleri idâre eden (Yetmişler meclisi) a’zâlarına kâhin denir. Vâizlerine yazıcı derler.]
Lukanın, havârîlerden olmadığı muhakkakdır. Luka İncîlinin başında diyor ki: (Ey fazîletli Teofilos, kelâmın vekîlleri, hizmetcileri olup, gözleri ile görmüş olanların bize nakl etdiklerine göre, aramızda vâki’ olan şeylerin hikâyesini tertîb ve tahrîr etmeğe bir çok kimseler girişdiğinde, ben de tâ başından beri [olanların] hepsini dikkat ile araşdırıp, tahkîk ederek, olduğu gibi, sırası ile sana yazmağı uygun gördüm.) [Luka, bâb bir, âyet 1-4.]
Bu ibâreden birkaç ma’na anlaşılıyor:
Birincisi: Müellifin kendi zemânında dahâ bir çok kimseler İncîl yazdıkları sırada, Luka da bu İncîli yazmışdır.
İkincisi: Havârîlerin kendi elleri ile yazdıkları hiçbir İncîl bulunmadığını, Luka işâret etmekdedir. Zîrâ (kelâmın vekîlleri ve gözleri ile görmüş olanların bize nakl etdiklerine göre) cümlesi ile İncîl yazanları, gözleri ile görenlerden tefrîk etmiş, ayırmışdır.
Üçüncüsü: Kendisi için Havârîlerden birinin şâkirdi, talebesiyim demez. Çünki o asrda Havârîlerden birine isnâd edilen pek çok te’lîfler, yazılar, risâleler bulunduğundan öyle bir senedin, ya’nî havârîlerden birinin talebesi olduğunu bildirmesinin, kendi kitâbı için, başkalarının i’timâdına sebeb teşkil edeceğini ümmîd etmemişdir. Belki her husûsu kendisi tahkîk ederek, esâsından öğrendiğini, dahâ kuvvetli bir delîl olarak göstermişdir. Dikkat edilecek bir husûs şudur: Bugün ellerde mevcûd olan İncîllerin her yeni baskısında, i’tirâz edilen ibâreleri, münâsib bir kelime ile değişdirerek tahrîf etmek, protestan papazların âdetleri olduğu gibi, Meârif nezâretinin 1301 târîhli ve 572 numaralı ruhsatı ile İngiliz ve Amerikan Bible şirketlerinin, 1303 [m. 1886] senesinde İstanbulda basdırdıkları türkçe İncîl nüshasında dahî bu ibâreyi başka şekle sokmuşlardır. (Bütün husûslar en ince noktalarına kadar bildiğim üzere) ibâresi yerine, (Benim de başından beri bütün husûslara dâir tam bir vukûfum, bilgim bulunduğundan) ibâresi konularak, ma’nâyı maksadlarına göre değişdirmişlerdir. Fekat, fransızca nüshalarda
ve Almanyada basılan almanca nüshalarda bu ibâre, bizim yukarıda terceme etdiğimiz gibidir.
Luka İncîlinin üçüncü bâbının yirmiyedinci âyetinde, Îsâ aleyhisselâma nisbet edilen neseb bildirilirken, (Nîrî oğlu Şelteil oğlu Zerubâbel oğlu Risâ oğlu Yuhannâ) demekdedir. Burada üç hatâ vardır:
Birincisi: Ahd-i Atîkin, birinci târîhler kısmının üçüncü bâbının ondokuzuncu âyetinde, Zerubâbelin çocukları açıkca bildirilmişdir. Orada Risâ ismi ile bir kimse yokdur. Bu şekldeki yazısı Mattanın yazdığı şeklin de tersidir.
İkincisi: Zerubâbel, Fedâyânın oğludur. Şelteil oğlu değildir. Şelteilin kardeşinin oğludur.
Üçüncüsü: Şelteil Yuhannânın oğludur. Yoksa Nîrî oğlu değildir. Matta da böyle yazmışdır.
Yine Luka İncîlinin üçüncü bâbının otuzaltıncı âyetinde, (Sâlih bin Ken’ân bin Arfahşad) diye yazılıdır ki, bu da yanlışdır. Zîrâ Sâlih, Arfahşadın torunu değil, oğludur. Böyle olduğu birinci târîhlerin birinci bâbında ve Tekvînin onbirinci bâbında [On, onbir ve onikinci âyetleri] bildirilmişdir.
Lukanın ikinci bâbının başında, (O günlerde bütün dünyânın tahrîr-i nüfûsu yapılsın diye Kayser Augustus tarafından fermân çıkdı. Kirinius Sûriye vâlîsi iken, yapılan ilk tahrîr bu idi.) diye bildirilen birinci ve ikinci âyetleri de yanlışdır. Zîrâ Romalılar, bütün dünyâya hiç bir zemân hâkim olamamışlardır ki, bütün dünyânın tahrîr-i nüfûsuna fermân çıksın. Hattâ protestan papazları âdetleri üzere bu soruyu geçişdirmek için, 1886 senesinde İstanbulda basdırdıkları Ahd-i Cedîd nüshasında bu ibâreyi tahrîf edip, (O günlerde Kayser olan Augustus tarafından bütün dünyânın deftere kaydedilmesi bâbında fermân çıkdı) şeklinde yazdılar. Fekat, 1243 [m. 1827] senesinde İngiltere cem’iyyetinin Pârisde basdırdığı türkçe nüshada bu ibâre (ve o günlerde vâki’ oldu ki, Kayser Augustus tarafından bütün dünyâyı tahrîr etmeğe fermân çıkdı. Yûsüf dahî tahrîr olunmak için hâmile olan nişanlısı Meryem ile Beyt-i lahm denilen Dâvüdun şehrine çıkdı.) sûretinde yazılıdır. Bundan sonra yazılan tahrîr maddesi incelenmeğe başlayınca; ne Lukaya muâsır olan eski Yunan târîhcilerinden bir kimse, ne de Lukadan birâz önce geçen târîhciler bu tahrîr-i nüfûsa dâir bir söz söylememişlerdir. Kirinius ise, Îsâ aleyhisselâmın doğumundan onbeş sene sonra, Sûriyeye vâlî olduğundan, tahrîr-i nüfûs işi şübheli, vukû’ bulmuş ise de, Kirinius zemânında olamayacağı açıkca ortadadır.
Yuhannâ İncîline gelince; bilindiği gibi, Yuhannâya nisbet edilen dördüncü İncîlin ortaya çıkmasına kadar; Îsâ aleyhisselâmın dîni esâsen Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinden ayrılmayıp, tevhîd esâsına dayanıyordu. Çünki, üç uknûm ya’nî teslîsden ilk def’a bahs eden, Îsâ aleyhisselâma inananlar arasına teslîs (üç ilâha inanmak) akîdesini [inancını] sokup, onları Îsânın “aleyhisselâm” dîninden ayıran Yuhannâ İncîlidir. Bu sebeb ile, Yuhannâ İncîlinin aslının doğruluğu üzerinde araştırma, inceleme yapmak gâyet mühimdir. Yuhannâ İncîli hakkında, eski hıristiyan din adamlarının eserlerinde bulunan çeşidli sözler, yukarıda bildirilmişdi.
Bu kitâb, havârîlerden Zeydî oğlu Yuhannâya âid değildir. İkinci asrdan sonra, aslı meçhûl bir şahıs tarafından kaleme alınmışdır. Bu husûsu, asrımız târîhcilerinden Avrupalı müsteşrikler çeşidli delîllerle isbât etmişlerdir.
Birinci delîl: Yuhannâ İncîlinin başında, (Kelâm başlangıçda var idi ve kelâm Allahü teâlânın nezdinde, indinde idi ve kelâm Allah idi) sözleri yazılıdır. Bu sözler ilm-i kelâmın ince mes’elelerinden olup, diğer İncîllerin hiç birinde yokdur. Eğer bu sözler Îsâ aleyhisselâmdan işitilmiş olsaydı, diğer İncîllerde de bulunurdu. Bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, Havârîlerden Yuhannâ olmayıp, Roma ve İskenderiyye mekteblerinde Eflâtûnun üç uknûm felsefesini okumuş bir kimsedir. Nitekim şimdi beyân olunacakdır.
İkinci delîl: Yuhannâ İncîlinin sekizinci bâbında, birinci âyetden onbirinci âyete kadar olan, zinâ eden kadın hakkındaki yazılarını bütün hıristiyan kiliseleri kabûl etmeyip, red ederler ve bu yazılar İncîlden değildir demekdedirler. Bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, eline geçirdiği bir çok İncîllerden toplayıp, gözüne ilişen birçok şeyleri de ayrıca kitâbına koymuş veyâ kendinden sonra bir başkası bu âyetleri ilâve etmişdir. Birinci hâle göre, müellif, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmıyarak bir mecmû’a yazmışdır. Yazdığı bu mecmû’a da kabûle şa’yân olmıyan şeylerdir. İkinci hâle göre, bu İncîlin tahrîf edilmiş olduğunu i’tirâf etmek lâzım gelir. İki hâle göre de, as-lı şübheli ve inanılmağa lâyık değildir.
Üçüncü delîl: Diğer İncîllerde getirilen ba’zı misâllerin ve ahvâlin ve mu’cizelerin, bu İncîlde bulunmayıp, diğerlerinde bulunmıyan bir çok şeylerin de, bu İncîlde bulunmasıdır. Îsâ aleyhisselâmın Luazeri diriltmesi, suları şerâba çevirmesi ve çarmıhda iken sevdiği şâkirdi ile annesini birbirlerine emânet etmesi gi-
bi şeyler, sâdece Yuhannâ İncîlinde bulunup, diğer İncîllerde yokdur. Nitekim bu husûsda ileride geniş bilgi vereceğiz.
Dördüncü delîl: Eski hıristiyanlardan ne Paypas, ne de Justen bu İncîli gördüklerine dâir herhangi birşey bahs etmemişlerdir. Husûsen Justen de, Yuhannâ İncîlini yazanın Yuhannâ olmadığını tasdîk etdiği hâlde, bu İncîl hakkında bir şey söylemez.
Beşinci delîl: Diğer üç İncîlde toplanan ve anlatılan haberlerin anlatılış tarzı ile, Yuhannâ İncîlinin anlatış tarzı, temâmen birbirlerine zıddır. Meselâ, diğer üç İncîlde Îsâ “aleyhisselâm” halkın terbiyesini isteyen bir muallim gibi, Ferîsîlerin riyâkâr hâllerine i’tirâz eder. Kalbin tasfiyesini ya’nî temizlenmesini, Allahü teâlâya yaklaşmayı, insanları sevmeyi, güzel ahlâkı emr eder ve Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atine zıd olan temâyüllerden nehy eder. Halka öğretdiği şeyler ve nasîhatleri gâyet açık ve tabîî ve herkesin anlıyabileceği şekldedir. Bu üç İncîl, her ne kadar ba’zı haberlerde birbirine zıd ve muhâlif iseler de, müttefik oldukları husûslarda, hepsinin bir kaynakdan çıkdığı anlaşılmakdadır. Fekat, Yuhannâİncîli böyle olmayıp, gerek ifâde şekli, gerekse, Îsâ aleyhisselâmın ahlâk ve davranışları husûsunda, bambaşka bir yol ta’kîb eder. Buİncîlde hazret-i Îsâ; Yunan felsefesini bilen, gâyet ince, güzel konuşan bir kimse olarak gösterildiği hâlde, Onun sözleri Allah korkusu ve güzel ahlâklı olmak gibi husûslarda olmayıp, kendi şahsının yüksekliğinden bahs etmekdedir. Bunu da, insanlar arasında bilinen şekli, ya’nî Mesîhin konuşma tarzı olan kelime ve ta’birlerle söylemez. İskenderiyye mekteblerinde kullanılan kelime ve cümlelerle anlatır. Bu sözleri, diğer üç İncîlde gâyet açık ve sâde olduğu hâlde, bu İncîlde kapalıdır. Mühim ve çok def’a iki ma’nâya gelen ve husûsî bir şeklde düzülmüş, muntazam tekrârlar ile doludur. Yuhannâda kullanılan üslûp, kalbleri kendisine çekecek yerde, red ve nefret uyandırır. Eğer bu İncîl, şimdiye kadar bir yerde gizlenmiş ve bugün ansızın ortaya çıkmış olsa idi, bunun Havârîlerden birinin te’lîfi olduğuna kimse inanmazdı. Fekat, asrlardan beri işitilmiş olduğundan, bu gariblikleri hıristiyanlar göremezler.
Altıncı delîl: Bu İncîlde görülen hatâlar dahâ çokdur. Meselâ, Yuhannâ İncîlinin birinci bâb, ellibirinci âyeti, (Doğrusu size söylerim ki, şimdiden sonra semânın, göğün açıldığını ve insanoğlunun üzerine Allahın meleklerinin inip çıkdığını göreceksiniz) şeklindedir. Hâlbuki Îsâ aleyhisselâmın bu sözü, Erden suyundan vaftîz olundukdan ve Rûh-ul-kudsün inmesinden sonra vâki’ olup,ondan sonra semânın açıldığını ve meleklerin Îsâ aleyhisselâm üzerine indiğini ve çıkdığını hiçbir kimse görmemişdir.
Bu İncîlin üçüncü bâbının onüçüncü âyetinde ise, (Hiç kimse, semâya, göğe çıkmamışdır. Ancak, semâdan inen ya’nî semâda olan, insanoğlu çıkmışdır) demekdedir. Bu âyet; birkaç cihetden yanlışdır:
Birincisi: Ya’nî kelimesi ile tefsîr edilen kısm, sonradan ilâve edilmişdir. Böylece âyet tahrîf olunmuşdur. Çünki âyetin baş tarafının ma’nâsı, (Semâdan inenden başka bir kimse, Semâya çıkmamışdır) demek iken, İncîlin müellifi veyâ istinsâh edenlerden biri,bundan maksadın insanoğlu ya’nî Îsâ aleyhisselâm olduğunu açıklamak için, açıklayıcı bir ibâre koymuşdur. Bu ibâreye dikkatlice bakılınca, ilâve olduğu hemen görülmekdedir. Zîrâ âyetin baş tarafını, açıklayıcı bu ibâreden ayırdığımız zemân, (Semâdan nâzil olan [inen] meleklerden başka, insanlardan kimse semâya yükselmemişdir) doğru ma’nâsı anlaşılır. Fekat, açıklayıcı ibâreye göre,(Semâdan inen insanoğludur) denilirse, hazret-i Îsâ, semâdan inmeyip, hazret-i Meryeme Rûh-ül-kuds [Cebrâîl aleyhisselâm] vâsıtası ile ilka edildiği inkâr edilmiş olur. Bundan başka, Îsâ aleyhisselâm (semâdan olan) sözünü söylerken yeryüzünde olup, semâda bulunmadığını inkâr etmek gerekir. Ayrıca, (Semâdan inen) sözüile (Semâda olan) sözünü, bir anda Îsâ aleyhisselâmın söylemesi mümkin değildir.
İkincisi: Âyetin birinci kısmı da yanlışdır. Çünki tekvînin beşinci bâbının yirmidördüncü âyetinde ve ikinci Meliklerin ikinci bâbının onikinci âyetinde Ahnûh ve İlya “aleyhimesselâm” da semâya yükselmişlerdir, denilmekdedir. Bu âyetin tahrîf edilmiş olduğunda, hiç şübhe edilemez.
Birdir Allah
Yeri gökü yaratan, ağaçları donatan,
Çiçekleri açdıran, bir Allahdır, bir Allah!
Allah her yerde hâzır, ne yaparsan o görür.
Ne söylersen işitir. Vardır, birdir, büyükdür.
Biz Allahı severiz. Her emrini dinleriz.
Beş vakt nemâz kılar, Ona isyân etmeyiz.
Bizlere akl verdi. Doğru yolu gösterdi.
Dîn-i islâma uymayan, ateşde yanar dedi.
Kur’âna îmân eden, Peygamberi izleyen,
Dünyâda mes’ûd olur, Cehennemden kurtulur.
Mü’min iyi huyludur. Herkes ondan memnûndur.
Kimseye zulm eylemez. Kendi de huzûrludur.
Yâ Rab! Afv eyle beni. Ve anamı babamı.
Kâfirlerin şerrinden koru müslimânları!