Protestan papaz, neşr etdiği bir risâlede şöyle demekdedir: (İncîllerin târîhinden habersiz olan müslimânlar, hıristiyanların ellerinde olan İncîllerin aslının olmadığını, hıristiyanların İncîlde Muhammed aleyhisselâmın peygamberliği hakkında vârid olan, ba’zı İncîl âyetlerini gizlemek için, İncîli tahrîf etdiklerini, değişdirdiklerini iddiâ ederler. Buna şu cevâb verilir: İmâm-ı Buhârî, Şah Veliyullah-ı Dehlevî, Fahreddîn-i Râzî ve Hindistân âlimlerinden Seyyîd Ahmed ve diğer âlimler, bugün kullanılan İncîllerin hazret-i Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânından evvel kullanılan İncîl nüshalarının aynı olup, tahrîf edilmemiş olduğunu beyân etmişlerdir. Bugün Avrupanın ba’zı meşhûr kütübhânelerinde bulunan çok eski İncîl nüshaları da, bu sözümüzü tasdîk ederler. Bundan dolayı, eğer müslimânların ellerinde bulunan İncîllerde ve o İncîllerin asr-ı se’âdetden evvel muhtelif lisânlara yapılan tercemelerinde, İncîlin tahrîf iddiâlarını kuvvetlendirecek bir delîl varsa, hepsini müslimânların ortaya koymalarını isteriz.)
Biz müslimânlar, onların bu da’vetlerini memnûniyyet ile kabûl edip, istedikleri delîlleri birer birer ortaya koyacağız.
Bilindiği gibi, hıristiyanlık akîdesinin [inancının] esâsı olan (Kitâb-ı mukaddes), (Ahd-i Atîk) ve (Ahd-i Cedîd) ismiyle iki kısma ayrılır: (Ahd-i Atîk=Eski Ahd) ismindeki kısmı, Semâvî kitâb olan Tevrâtdan alındığı bildirilen parçalar ile, ba’zı Benî İsrâîl Peygamberlerine isnâd edilen hikâyelerden meydâna gelmişdir. (Ahd-i Cedîd=Yeni Ahd) ise, İncîl denilen dört kitâb ile, ba’zı havârîlerin ve Pavlosun etraflarındaki yerlere gönderdikleri iddiâ edilen ba’zı mektûblardan, risâlelerden ibâretdir. Ahd-i Atîk kitâblarının tahrîf edildiği, hıristiyanlar tarafından da, tasdîk edilmişdir. Bu husûsda geniş ma’lûmât almak isteyenler, Rahmetullah Efendinin “rahmetullahi aleyh” arabî (İzhâr-ülhak) kitâbına ve bunun türkçe tercemesi olan (İbrâz-ül-hak) kitâbına mürâce’at edebilirler. Biz burada, Ahd-i Atîk ile ilgili geniş ma’lûmât vermiyeceğiz. [Yehûdîler, nasrânîlere eziyyet ve işkenceyi artdırdılar. Bu zulmleri, cinâyetleri yetişmiyormuş gi-
bi, Îsâ aleyhisselâma ve annesi hazret-i Meryeme çok kötü iftirâlarda bulundular. Hattâ, o yüce Peygambere veled-i zinâ, mubârekannesine fâhişe kadın diyecek kadar işi azıtdılar. Îsevîler, Allahü teâlânın gönderdiği Tevrât kitâbında böyle çirkin, iğrenç iftirâların bulunmadığını isbât etmek için, Tevrâtı latinceye terceme etdiler. Yehûdî dîninin iç yüzü ve yehûdîlerin, müslimânlara ve hıristiyanlara karşı yapdıkları iftirâları ve düşmanlıkları, kitâbımızın sonunda, (Yehûdîlik, Tevrât ve Talmud) başlığı altında uzun bildirilmişdir.]
Protestan târîhcilerinden Strauss [Strauss, (David Friedrich)Alman târîhcisidir. 1291 [m. 1874]de öldü. (Îsânın hayâtı), (hıristiyanlık ta’lîmi), (Îsânın yeni hayâtı) gibi, eserler neşr etdi.] şöyle demekdedir: (Hıristiyanlığın ilk yayıldığı zemânlarda, hıristiyanlar, yehûdîler tarafından çeşidli zemânlarda değişdirilmiş olan Ahd-i Atîki yunancaya terceme etdiler. Bu terceme o zemân, Benî İsrâîlin ellerindeki isrâîliyyât kitâblarına uymuyor diye yehûdîler, buna karşı çıkdılar. Hıristiyanlar, yehûdîleri susduracak cevâblar bulmak için, Ahd-i Atîkin bu yunanca tercemesine yeniden ilâveler yapdılar. Meselâ, Îsâ aleyhisselâmın babaları diyerek, ba’zı ismler Zebûra sokuldu. Îsâ aleyhisselâmın Cehennemlere girmesi kısmı Ermiya kitâbına yerleşdirildi. Yehûdîler bu tahrîfleri görüp, “bunlar bizim kitâblarımızda yokdur” diye feryâd etdikce, papazlar “Ey Allahdan korkmaz hîlekârlar! Siz kütüb-i mukaddeseyi tahrîf etmeğe cesâret ediyorsunuz” diye yehûdîlere saldırdılar. Dahâ sonra, hıristiyanlarla yehûdîler arasındaki bu çekişme ilerledi. Hıristiyan papazlardan bir kısmı da şübhe ve tereddüde düşdü. Böylece hıristiyanlar pek çok fırkalara bölündüler. Bu ihtilâflar, aralarında büyük harblerin ya-pılmasına sebeb oldu. Îsâ aleyhisselâmdan üçyüz yirmibeş sene sonra, Bizans imperatoru Büyük Konstantinin emri ile üçyüz ondokuz papaz, İznîkde bir meclisde toplandılar. Her birinde pek çok şübheler ve zıdlıklar bulunan (Kitâb-ı mukaddes) nüshâları hakkında meşveret ve tahkîk ile işe başladılar. Bu meclisde hazret-i Îsânın ulûhiyyetine inananlar gâlib geldi. İsrâîliyyât kitâblarından terceme etdikleri kısmları da karışdırarak (Kitâb-ı mukaddes)i yeni bir şekle sokdular. Kabûl etdikleri bu nüshanın dışındaki diğer nüshaların şübheli olduklarına karâr verdiler. Cirumun, bu nüshaya yazdığı mukaddemede bu husûs bildirilmekdedir. [Cirum, Ing. Jerome Saint, Arablar buna Irûnimus demekdedirler. İstanbulda üç sene kaldı. 382 de Romaya gitdi. Papanın sekreteri oldu. Kitâb-ı mukaddesi Latinceye terceme etdi. 30 Eylülde yortusu yapılır. Yapdığı terceme kilisenin resmî met-
ni olmuşdur.] 364 senesinde Lodisiye ismli bir meclis dahâ toplandı. Bu meclis, Ahd-i Atîk kitâblarını kabûl etdikden sonra, İznik meclisinde red edilen (Kitâb-ı Ester) ile Havârîlere isnâd edilen al-tı risâlenin sıhhat ve doğruluğunu kabûl etdi. Bunlar, (Risâle-i Ya’kûb), (Petrusun ikinci risâlesi), (Yuhannânın ikinci ve üçüncü risâlesi), (Yehûda risâlesi), (Pavlosun ibrânîlere yazdığı risâle)dir. Bu kitâb ve risâlelerin doğruluğunu her yere i’lân etdiler. (Yuhannânın müşâhedeler kitâbı ya’nî vahy kitâbı) 325 ve 364 senelerinde toplanan her iki meclisde de kabûl edilmeyip, şübheli kaldı. Bundan sonra, 397 senesinde Kartacada yüzyirmialtı kişiden müteşekkil bir meclis dahâ toplandı. Bu meclis, dahâ önceki iki meclisin şübheli, uydurma gözü ile bakıp, red etdikleri kitâblardan, birkaç dânesinin dahâ doğruluğunu kabûl etdi. Bunlar, (Kitâb-ı Tûbiyâ), (Kitâb-ı Bârûh), (Kitâb-ı Kilîsâî), (Kitâb-ül-Makkâbiyyîn), (Kitâb-ı müşahedât-ı Yuhannâ, ya’nî Vahy kitâbı)dır. Kartaca meclisinde bu kitâbların kabûlünden sonra, şübheli denilmiş olan kitâblar, bütün hıristiyanlarca makbûl oldu. Bu hâl, binikiyüz sene kadar böylece kaldı. Protestanlığın ortaya çıkması ile (Kitâb-ı Tûbiyâ), (Kitâb-ı Bârûh), (Kitâb-ı Yehûdiyyet), (Kitâb-ı Kezdüm), (Kitâb-ı Kilîsâî), (Kitâb-ül-Makkâbiyyîn-i evvel ve sânî) hakkında büyük tereddüdler meydâna geldi. Protestanlar, dahâ önceki hıristiyanların kabûl etdikleri bu kitâbların doğru olmadığını ve red edilmelerinin vâcib olduğunu söylediler. (Kitâb-ı Ester)in de ba’zı bâblarını red etdiler. Ba’zı bâblarını kabûl etdiler. Bu red ve inkârlarını çeşidli delîller ile isbât etdiler. Bunlardan birisi, bu kitâbların aslının İbrânî ve Kildânî lisânları ile olduğu ve şimdi bu lisânlarda mevcûd böyle bir kitâbın olmamasıdır. Târîhci papaz olan Vivisbius, kitâbının dördüncü cildinin yirmiikinci bâbında yukarıda zikr etdiğimiz bu kitâbların bilhâssa (Kitâb-ül-Makkâbiyyîn-i sânî)nin tahrîf edilmiş olduğunu yazmışdır.)
Protestanlar, binikiyüz seneden beri, bütün hıristiyanların (Rûh-ül-kuds) kutsal rûh ile ilhâm olunmuş zan etdiklerini ve verdikleri kararları, hıristiyanlığın esâsı kabûl etdikleri (Konsil), ya’nî eski rûhban meclislerinin yanlış ve bâtıl şeyler üzere icmâ’ ve ittifâk etmiş olduklarını kabûl ve i’tirâf etdiler. Böyle olmakla berâber, yine o meclislerin akl ve kabûlden çok uzak olan, bir çok kararlarını kendileri de kabûl etdiler. Böylece, birbirine zıd esâslar üzerine kurulmuş, misli görülmemiş bir yola girdiler. As-lı, esâsı böyle şek ve şübhelerle örtülmüş olan bir din, nasıl olur da, akl sâhibi milyonlarca hıristiyan tarafından, kalbleri kendisine bağlıyan, kurtuluş ve se’âdet vesîlesi olarak kabûl edilebilir? Bu hâli görenler (Bu iş hayret edilecek şeydir) diyerek hayretden
parmaklarını ısırırlar.
Hıristiyanlar, gerek (Ahd-i Atîk), gerekse (Ahd-i Cedîd) kitâblarından îmân esâslarını tesbît etmekdedirler. Bu kitâblar şübhe ve tereddüdlerden uzak değildir. Hiç birisinin, aslı sahîh bir sened ile zemânımıza kadar geldiği isbât edilmiş değildir. Ya’nî Îsâ aleyhisselâmdan, âdil kimselerce zemânımıza kadar ulaşdırılmış değildir. Bilindiği gibi, bir kitâbın doğruluğunun ve semâvîliğinin, ya’nî Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş olmasının kabûlü, (şu kitâb falan Peygamber vâsıtası ile yazılmış, değişdirilmekden ve bozulmakdan uzak, muttasılan sağlam sened ile, âdil kimseler tarafından rivâyet edilerek bize kadar ulaşmışdır) diye bildirilmesine bağlıdır. Akl-ı selîm sâhibi olanlara, sağlam delîllerle bu husûs isbât edilmedikçe, o kitâb hakkında şübhe ve tereddüdler yok olmaz. Çünki, sâdece kendisine ilhâm geldiği zan edilen şahıslara isnâd edilen bir kitâb, o şahsın bizzât kendisinin tasnîf etmiş olduğunu isbâta kâfî değildir. Ayrıca bir veyâ birkaç hıristiyan fırkasının teassub ve gayret ile, mücerred olarak doğruluğunu iddiâları da, bu kitâbların sıhhatini isbâta kâfî değildir. Hıristiyan papazların (Kitâb-ı Mukaddes)lerinin sıhhatini, geçmiş Peygamberlerden veyâ Havârîlerden birine isnâddan başka ortaya koyacakları bir delîlleri yokdur. Bu iddiâları, i’tikâd [îmân] esâslarını beyân eden ve doğruluğunda kalblerden şübheleri giderecek, iknâ edici delîllerden değildir. Hiç bir akl sâhibi, kendisini dünyâda râhata ve huzûra, âhiretde de, azâbdan kurtaracak ve sonsuz se’âdete kavuşduracak dîni, za’îf esâslar üzerine kurarak, emîn ve rahât olamaz. Hâlbuki, ahd-i atîkin içindeki kitâbların bir çoğunu ve ahd-i cedîd kitâblarından, hazret-i Îsâ ve hazret-i Meryemden ve o asrlardan bahs eden yetmişi mütecâviz, hattâ ba’zıları bugün mevcûd olan kitâbları hıristiyanlar inkâr edip, bunlar uydurulmuş yalanlardır, demekdedirler. (İzhâr-ül-hak) kitâbında bu husûsda geniş bilgi vardır.
Hıristiyan papazların eskileri ve sonra gelenleri ittifak ile bildiriyorlar ki, Matta İncîli ibrânîce idi. Hıristiyan fırkaları, birbirlerinden ayrılmaları sebebi ile, sonradan bu asl nüshâyı gayb etdiler. Bugün mevcûd olan Matta İncîli, ibrânîce asl nüshânın tercemesidir. Bu tercemeyi yapan kimsenin kim olduğu da belli değildir. Zemânımıza kadar müterciminin kim olduğunun bilinmediğini hıristiyan papazların ileri gelenlerinden olan Cirum da i’tirâf etmekdedir.
Katolik Thomas Ward, (Cirum yazdığı bir makalesinde, eski hıristiyan âlimlerinden ba’zıları Markos İncîlinin son bâbının ve ba’zıları Luka İncîlinin yirmiikinci bâbının ba’zı âyetlerinde ve
ba’zıları yine Luka İncîlinin ilk iki bâbının doğruluğunda şübheye düşdüler. Hıristiyanların Marsiyon (Marcion) fırkasının ellerinde bulunan İncîl nüshâlarında bu iki bâb yokdur) demekdedir. Nortin (Norton) 1253 [m. 1837] senesinde Bostonda basılan kitâbının yetmişinci sahîfesinde, Markos İncîli hakkında şöyle diyor: (Bu İncîlde tahkîke muhtac ibâreler vardır ki, onaltıncı bâbının dokuzuncu âyetinden sonuna kadar olan âyetlerdir.) Metinde bir şek ve şübhe alâmeti göstermeyip, şerhinde bu âyetlerin İncîle sonradan sokulduğunu söyliyen ve bunun delîllerini sıralayan Nortin, hayretini bildirerek, şöyle demekdedir: (Kitâbları istinsâh eden kâtiblerin âdetlerini incelediğimiz zemân, onların metinlerdeki ibâreleri anlayıp yazmakdan ziyâde, metinlere kendi fikrlerini sokmaya çalışdıklarını görürüz. Bu husûs bilinince, İncîldeki ibârelerin niçin şübheli olduğu anlaşılır.)
[NORTON ANDREWS: Amerikan İncîl bilgini ve muallimidir. 1201 [m. 1786] da doğdu. 18 Eylül 1853 de öldü. 1804 senesinde Harvarddan mezûn oldu. İlâhiyyât üzerinde çalışdıkdan sonra, Bowdoin kolejinde, 1809 yılında ders verdi. 1818 yılında Harvarda matematik muallimi olarak döndü. 1813 yılında üniversitenin İncîl tefsîrcisi oldu. 1819 dan 1830 senesine kadar edebiyyat profesörünün yardımcılığını yapdı. Teslîsi red eden ve Tevhîd akîdesini [inancını] savunan (unitarianism) mezhebinin kuvvetli müdâfi’lerindendir. Calvenizmi ve Tehodere Parker tarafından temsîl edilen naturalist [tabî’iyyeci] teolojiyi şiddet ile red etdi. 1833 yılında (A Statement of Reasons for not believing the Doctrines of Trinitarians: Teslîs fikrine inanmamak için ma’kûl bir beyân) kitâbını yazarak neşr etdi. (Encyclopedia Americana cild-20, sh. 464)].
Yuhannâya nisbet edilen İncîlde de sağlam bir rivâyet senedi yokdur. Markos İncîli gibi, tahkîke muhtâc, mübhem, hattâ birbirine zıd ibâreleri vardır. Meselâ:
Birincisi: Bu İncîlde, Yuhannânın gördüğü şeyleri yazmış olduğuna dâir açık bir delîl yokdur. Bir şeyin aksi isbât edilmedikce, eski hâlinin doğruluğuna hükm edilir.
İkincisi: Yuhannânın yirmibirinci bâbın yirmidördüncü âyetinde (İşte bu cümleleri [ya’nî Yuhannâ İncîlini] yazan ve doğruluğuna şehâdet eden şâkird budur, [ya’nî Yuhannâdır.]. Biz onun şehâdetinin doğru olduğunu biliriz) denilmekdedir. Görülüyor ki, bu sözü Yuhannâ hakkında, Yuhannâ İncîlini yazan kâtib söylemişdir. Bu âyetde Yuhannâya gâib zamîri olan (O) ile işâret edilmiş, asl kitâbı yazan (uyduran) kâtib kendisini mütekellim, (yazan kimsenin kendisi) sıgası ile (Biz) diye yazmışdır. Bundan anlaşıldığı gibi, Yuhannâ İncîlini yazan Yuhannânın kendisi olma-
yıp, bir başkasıdır. Kendisi, Yuhannânın şehâdetinin doğru olduğunda ma’lûmâtı olduğunu iddiâ etmişdir. Bunlardan anlaşılan; bu İncîli yazan adam Yuhannânın ba’zı mektûblarını ele geçirip, ba’zı ibâreleri çıkarmış, ba’zı şeyler de ilâve ederek, bu kitâbı yazmışdır.
Üçüncüsü: Mîlâdî ikinci asrda, Yuhannâ İncîli üzerine ihtilâfların ve inkârların meydâna çıkdığı zemân, Yuhannânın talebelerinden Polycarpenin (Poltarp) tâlebesi İriyüs [Arb. İyryanûs], hayâtda idi. Niçin inkârcılara cevâb verip nakl etdiği, rivâyet etdiği, İncîli tashîh edip, sahîhliğinin delîllerini ortaya koymamışdır. Eğer rivâyet etdiği doğru olsaydı feryâd eder, (benim rivâyetim doğrudur) derdi. Eğer bu husûsun doğruluğu Polycarpe ile talebesi İriyüs arasında geçmemişdir denilirse, bu söz hakîkatden çok uzakdır. İriyüs pek çok lüzûmsuz mes’eleleri durmadan, üstâdından sorarak öğrenirken, (Bu İncîl, Yuhannânın mıdır?) süâlini sormaması ve bunu öğrenmemesi mümkin midir? Eğer unutdu denilirse, bu dahâ uzak bir ihtimâldir. Zîrâ İriyüs, üstâdının yolunu, âdetlerini çok iyi bilmesi ve duyduğu şeyleri lâyıkıyle hıfz etmesi ile bilinmekdedir. Yosibis (Eusebe) 1263 [m. 1847] senesinde neşr edilen târîhinde, beşinci cild, yirminci bâbı, ikiyüzondokuzuncu sahîfesinde İriyüsün, Yuhannâ İncîlinin rivâyet edildiği lisanlar hakkında olan sözünü, şöyle nakl etmişdir: (Ben Allahü teâlânın fadlı ile şu sözleri işitdim ve bunları ezberledim. Her hangi birşey üzerine yazmadım. Eskiden beri âdetim budur. Böylece ezberlediğim şeyleri dâimâ tilâvet eder, okurum.) Buradan anlaşılıyor ki, ikinci asrda dahî, İncîli inkâr edenler olmuş ve onlara karşı cevâb verilerek, doğruluğu isbât edilememişdir. Hıristiyan âlimlerinden Selsus (Celsus), mîlâdın ikinci asrında (Hıristiyanlar, İncîllerini üç-dört def’a, belki dahâ fazla, ma’nâsını değişdirecek şeklde, tebdîl ve tahrîf etdiler) diye feryâd etmişdir. (Mani Kiz) fırkasının ileri gelen âlimlerinden Fastus da mîlâdî dördüncü asrda: (İncîller üzerinde tahrîf yapılmışdır. Bu doğrudur. Ahd-i Cedîdi ne Îsâ aleyhisselâm, ne de Havârîleri te’lîf etmemişdir. Bil’aks hâli meçhûl kimseler te’lîf etmişdir. İnsanların i’tibârını kazanmak için de, Havârîlere ve onların arkadaşlarına nisbet etmişlerdir. Birçok yanlışlıklar ve tenâkuzlar bulunan kitâblar te’lîf ederek hıristiyanları incitmişlerdir) demekdedir.
Dördüncüsü: Katolik Herald, 1844 senesinde neşr edilen kitâbının yedinci cild, ikiyüz ellinci sahîfesinde, Estadlen ismli müellifden rivâyet ile, bu Yuhannâ İncîlini İskenderiyye mektebi talebelerinden birisinin yazmış olduğundan, hiç şübhesi olmadığını bildirmişdir.
Beşincisi: Bretşnayder, Yuhannâ İncîlinin temâmı ve Yuhan-
nânın mektûblarının hepsinin Yuhannâya âid olmayıp, ikinci asrda meçhûl bir şahıs tarafından yazılmış olabileceğini bildirmişdir. [Al: Bretschneider 1776-1848 Alman Protestan teologu [ilâhiyyâtcısı]dır. İncîli tenkîd eden kitâb yazmışdır.]
Altıncısı: Kirdinius, (Yuhannâ İncîli yirmi bâb idi. Sonradan Efsûs [Efes] kilisesi yirmibirinci bâbı ilâve etmişdir) demişdir.
Yedincisi: Bu Yuhannâ İncîlini ve Yuhannânın bütün yazdıklarını mîlâdın ikinci asrında Vecîn (Alogiens) fırkasında olanlar inkâr etdiler.
Sekizincisi: Yuhannâ İncîlinin, sekizinci bâbının başında olan onbir âyetini bütün hıristiyan ilm adamları red etmişdir. Japonca tercemesinde de yokdur.
Dokuzuncusu: Dört İncîl, te’lîf edilirken, senedsiz pek çok bâtıl rivâyetler içerisine karışdırılmışdır. Bu rivâyetlerle dahî, eldeki dört İncîlin sıhhatine, doğruluğuna dâir getirebilecekleri bir senedleri yokdur. 1237 [m. 1822] senesinde, Thomas Hartwell, neşr etdiği tefsîrinin dördüncü cild, ikinci bâbında şöyle diyor: (İncîllerin te’lîf zemânları hakkında bizlere ulaşan nakl ve haberler temâmen noksan ve netîcesizdir. İncîllerin sıhhati husûsunda bizlere hiç bir yardımları yokdur. Hıristiyanların ilk din adamlarının ileri gelenleri, bâtıl rivâyetleri tasdîk ve kabûl ederek, durmadan yazdılar. Dahâ sonra gelenler de, onlara hurmeten, yazdıklarını nasıl olursa olsun, hiç düşünmeden ittifâk ile kabûl etdiler. İşte bu yalan yanlış rivâyetlere, bir kâtibden diğer kâtibe, bir nüshadan diğer bir nüshaya nakl edilerek zemânımıza kadargeldi. Üzerinden asrlar [yüz yıllar] geçdikden sonra, İncîlleri bâtıl rivâyetlerden temizlemek çok zor olmuşdur.) Yine aynı cildde diyor ki, (İncîl-i evvel, ya’nî Matta İncîli mîlâdın otuzyedi, otuzsekiz, kırkbir, kırkyedi, altmışbir, altmışiki, altmışüç, altmışdört veyâ altmışbeş senelerinde, İncîl-i sânî, ya’nî Markos İncîli mîlâdın ellialtıncı senesinde veyâ dahâ sonra altmışbeşinci senesine kadar herhangi bir senede te’lîf olunmuşdur. Gâlib olan rivâyete [görüşe] göre, altmış veyâ altmış üçde te’lîf olunmuşdur. İncîl-i sâlis, ya’nî Luka İncîli mîlâdın elliüç, altmışüç veyâ altmışdört senesinde, Yuhannâ İncili ise, altmışsekiz, altmışdokuz, yetmiş veyâ doksan sekiz senesinde yazılmışdır.) İbrânîlere mektûb ve Petrusun ikinci risâlesinin ve Yuhannânın ikinci ve üçüncü risâlelerinin, risâle-i Ya’kûbun ve risâle-i Yehûdânın ve müşâhedât-ı Yuhannânın (Yuhannânın vahyinin) ba’zı kısmlarının, Havârîlerden rivâyet edildiği husûsunda hiçbir sened ve vesîka yokdur. Bunların, 365 senesine kadar sıhhatları şübheli idi. Ba’zı kısmları ise, bu âna kadar, hıristiyan din âlimlerine göre yanlış ve red edilmiş
idi. Hattâ süryânî lisânına yapılan tercemelerinde bu kısmlar yokdur. Arab kiliselerinin hepsi, Petrusun ikinci risâlesini, Yuhannânın ikinci ve üçüncü risâlelerini, risâle-i Yehûdâ ve müşâhedât-ı Yuhannânın sıhhatını [doğruluğunu] kabûl etmediler. Süryânî kiliseleri de, aynı şeklde, başlangıcından bugüne kadar, bunları inkâr etmişlerdir. İncîl araştırmacısı Horn, tefsîrinde, ikinci cild, ikiyüzaltı ve ikiyüz yedinci sahîfelerinde diyor ki: (Petrusun risâlesi, risâle-i yehûdâ, Yuhannânın ikinci ve üçüncü risâleleri ve müşâhedâtı, ya’nî vahyi ve Yuhannâ İncîlinin sekizinci bâbının ikinci âyetinden onbirinci âyetine kadar dokuz âyet, Yuhannânın birinci risâlesinin beşinci bâbının yedinci âyeti, İncilin Süryânîce tercemesinde aslâ mevcûd değildirler.) Demek ki, Süryânî tercemeyi yapan mütercim, bu zikr etdiğimiz kısmların doğru ve şer’î bir hükm için sened olamıyacağını anlamış ve terceme ederken far-kına varabildiği bu yerleri terceme etmemişdir. Katolik Ward, 1841 senesinde neşr etdiği kitâbının otuzyedinci sahîfesinde, protestanların ileri gelenlerinden Rogersin, (Risâle-i ibrâniyye, risâle-i Ya’kûbu ve Yuhannânın ikinci ve üçüncü risâleleri ile müşâhedâtını, i’tikâden tekzîb etdiğinden, papazların ileri gelenleri, bu risâleleri (Kitâb-ı mukaddes)den çıkarmışlardır) dediğini bildirmekdedir. Protestan papazlarından Daktris de, Yosniysin zemânına kadar, her kitâbın doğruluğunun kabûl edilemediğini bildirerek, risâle-i Ya’kûb, risâle-i Yehûdâ, Petrusun risâle-i sâniyesi ve Yuhannânın risâle-i sâniye ve sâlisesi, Havârîlerin toplayıp yazdıkları şeyler olmadığında ısrâr etmişdir. Ayrıca, (Risâle-i ibrânîyye, bir zemâna kadar red olunduğu gibi, Petrusun risâle-i sâniye ve sâlisesi ile müşâhedât-i Yuhannâ ve Yehûdâ risâlesi, Süryânî ve Arab kiliselerince doğruluğu kabûl edilmemiş iseler de, bizlere göre doğruluğu teslîm edilir, ya’nî doğru kabûl ederiz) demişdir.
Hıristiyan İncîl tefsîrcilerinden Dr. Nathaniel Lardner, tefsîrinin dördüncü cild, yüzyetmişbeşinci sahîfesinde (Serl ve onun as-rında olan Orşilim, ya’nî Kudüs kilisesi, Müşâhedât-i Yuhannâ kitâbının doğruluğunu kabûl etmemişdir) dediğini bildirdikden sonra, (Serlin, yazdığı Kanûn fihristinde bu kitâbın ismi dahî yokdur) demişdir. Üçyüzyirmiüçüncü sahîfesinde de: (Müşâhedât-i Yuhannâ, eski İncîllerin Süryânîceye yapılan tercemelerinde yokdur. Ne Webar Hiberios, ne de Ya’kûb ismli müellifler tarafından bunun üzerine şerh yazılmamışdır. Waybidicsu da, Petrusun ikinci risâlesini, Yuhannânın ikinci ve üçüncü risâlelerini ve Müşâhedât-i Yuhannâyı ve Yehûdâ risâlesini, kendi kitâb fihristine almamışdır. Bu husûsda Süryânîlerin görüşleri de budur) diyerek, et-
raflı ma’lûmât vermişdir.
Katolik Herald de, kitâbının yedinci cild ikiyüz altıncı sahîfesinde diyor ki: (Râus kitâbının yüzaltmışıncı sahîfesinde, protestan papazlarının ileri gelenlerinin ekserîsi Yuhannânın Müşâhedât (Vahy) kitâbının doğruluğunu kabûl etmezler). Prof. Rabwald de, kuvvetli delîller ile isbât ederek diyor ki, (Yuhannâ İncîli, Yuhannânın risâleleri ve Müşâhedâtı yalnız bir kişinin yazdığı şeyler olamaz). Vivisbius, târîhinin yedinci cild, yirmibeşinci bâbında Webvnisichinden nakl ederek, eski papazlar, Yuhannânın Müşâhedâtını Kitâb-ı mukaddesden çıkarıp red etmeğe çalışdıklarını anlatırken diyor ki: (Bu kitâb-ı Müşâhedât, başdan sona kadar ma’nâsızdır. Onu, Havârîlerden olan Yuhannâya nisbet etmek de çok yanlışdır. Câhillik ve hakîkati görmemekdir. Onu yazan kimse, ne havârî, ne mesîhî ve ne de sâlih bir kimse değildir. Belki bu Müşâhedâtı Sern Tehsin (Cerinhac) isminde bir Romalı yazdı. Yuhannâya nisbet edilerek Yuhannâ yazdı denildi.) diye yazmakdadır. Dahâ sonra, kendisi şöyle demekdedir: (Fekat, bu kitâbı, ya’nî Yuhannânın Müşâhedâtını, kitâb-ı Mukaddesden çıkarmağa gücüm yetmez. Zîrâ binlerce hıristiyan kardeşimiz bu Yuhannâya ta’zîm ederler. Ben, bu kitâbı yazan kimsenin, kendisine ilhâm geldiğini tasdîk ederim. Fekat, Havârîlerden Ya’kûbun kardeşi ve Zeydînin oğlu olan ve Yuhannâ İncîlini yazan Havârî Yuhannâ olduğunu pek kolay kabûl edemem. Sözlerinden ve hâllerinden anlaşılan Havârî olmamasıdır. Kitâb-ı Müşâhedâtı [Vahyi] yazan kimse, Kitâb-ı A’mâl ya’nî Resûllerin işleri kitâbında zikr edilen Yuhannâ da değildir. Çünki, İşâya memleketine gelmemişdir. Hâlbuki bu İncîli yazan İşâyâ ehâlisinden bir diğer Yuhannâdır ki, her ikisine de Yuhannâ ismi verilmişdir. Yine Yuhannâ İncîli ve risâleler ile Müşâhedâtın ibâre ve mefhûmlarından anlaşılıyor ki, Yuhannâ İncîlinin ve risâlelerin müellifi olan Yuhannâ, Müşâhedât kitâbının musannifi değildir. Çünki İncîlin ve risâlenin ibâresi, Yunancada güzel ve düzgün bir şekldedir. İçinde galat, yanlış lafzlar yokdur. Fekat, Müşâhedât kitâbının ibâresi böyle olmayıp, Yunan lehcesine muhâlif, bilinmeyen, alışılmamış bir üslûb üzerine yazılmışdır. Havârî olan Yuhannâ, İncîlinde ve risâlelerinde ismini açıkca söylemeyip, kendinden mütekellim (şahıs) veyâ gâib sigaları ile bahs eder. Kendini uzun uzun anlatmaksızın maksada başlar. Müşâhedâtı yazan şahs ise, böyle olmayıp, başka bir üslûb ta’kîb etmekdedir. Yine Yuhannânın Müşâhedâtının ya’nî Vahy risâlesinin, birinci bâbının birinciâyeti, (Îsâ Mesîhin vahyidir; i’lânıdır ki, Allahü teâlâ, Onu Mesîhe verdi. Yakında olması muhakkak olan şeyleri kullarına gösterme-
si için, vahyi kendisine verdi. Ve onu, kendi kulu Yuhannâ vâsıtası ile gönderdi.) ve dokuzuncu âyeti, (Ben, Îsâda olan sıkıntıya ve melekûta ve sabra sizinle berâber hissedâr olan kardeşiniz Yuhannâyım.) ve yine yirmiikinci bâbın sekizinci âyeti, (Ben, bu hâdiseleri görüp işiten Yuhannâyım.) tarzında olup, bu âyetlerde, Havârîlerin ta’kîb etdikleri üsûlün hilâfına olarak, ismini açıkca söylemişdir. Eğer eski âdetlerinin tersine, kavmine kendini bildirmek için, burada ismini açıkca söyledi denilirse, ona şöylece cevâb verilir: Maksadı sâdece bu ise, kendisine mahsûs olan lâkabı ve sıfâtı yazmalıydı. Meselâ, (Ben Ya’kûbun kardeşi ve Zeydî oğlu Yuhannâyım veyâ hazret-i Mesîhin şâkirdi ve onun sevdiği Yuhannâyım) gibi ta’bîrleri kullanmalıydı. Kendi şahsına mahsûs vasfını söylemekden sakınıp, kendisini diğer insanlardan ayırmıyarak, kardeşiniz ve hâdiseleri görüp işiten ta’bîrlerini kullanmışdır. Burada maksadımız, akl sâhibleri ile alay etmek değildir. Belki iki şahsın ifâdeleri ve yazıları arasında bulunan açık farkı ortaya koymakdır.) demekdedir. Vivisbiusun sözü burada temâm oldu.
Yine Yosibis (Eusébe) târîhinde, üçüncü cildin, üçüncü bâbında, (Petrusun birinci risâlesi doğrudur. Fekat ikinci risâlesi, Kitâb-ı mukaddesden olamaz. Ancak, Pavlosun ondört risâlesi, ya’nî mektûbları kırâet olunur, okunur. Fekat ba’zıları İbrânîlere mektûb kısmını, Kitâb-ı mukaddesden çıkardı.) demekdedir. Yine Yosibis, aynı kitâbının yirmibeşinci bâbında, risâle-i Ya’kûb, risâle-i Yehûdâ ve Petrusun ikinci risâlesi ve Yuhannânın ikinci ve üçüncü risâlelerinde ihtilâf edilip, hakîkî müelliflerinin meçhûl olduğunu beyân etmekdedir. Yosibis, yine aynı târîhinin altıncı cild, yirmibeşinci bâbında: (Risâle-i İbrâniyye hakkında Aircin şöyle demişdir: Hıristiyanların ellerinde dolaşan bu risâleyi, Şeb-i Rûmda (Gülnaht) ismli bir kimse yazmışdır. Ba’zıları, Lukanın onu terceme etdiğini söylemişlerdir) demekdedir. İlk hıristiyan teologlarından Arm, (Fr. İrene, ing. Irenaeus, 140220) ve 220 senesi ricâlinden Polinius ve 251 senesinde yaşıyan Pontius ismli müellifler, risâle-i İbrâniyyeyi temâmen inkâr etmişlerdir. Mîlâdî 200 târîhi ricâlinden Kartacalı Tortilin Bersper diyor ki: (Risâle-i İbrâniyye Berniyânın risâlesidir.) 212 senesi ricâlinden Kis Berstper rûm da, (Pavlosun risâlelerini onüç adet sayıp, ondördüncü risâle olan risâle-i İbrâniyye onlardan değildir.) demişdir. 248 senesinde yaşayan Kartacalı Sâiy Pern Başb de, bu risâleyi hiç zikr etmemişdir. Süryânî kilisesi de, bu âna kadar Petrusun Risâle-i sâniyyesini ya’nî ikinci mektûbunu, Yuhannânın Risâle-i sânîye ve sâlisesinin ya’nî ikinci ve üçüncü mektûbları-
nın sıhhatini [doğruluğunu] kabûl etmemişlerdir. Hıristiyanların ileri gelenlerinden Aiscalcen diyor ki: (Petrusun Risâle-i sâniyyesini yazan kimse, zemânını zâyi’ etmişdir, boş yere harcamışdır.) 1266 [m. 1850] senesinde basılan Bible târîhinde diyor ki: (Kritius ismli müellif, risâle-i Yehûdâ, Aydernik saltanatı zemânında Orşilim [Kudüs] üskuflarından onbeşinci üskuf olan, Yehûdânındır demişdir.) [Bible, İncîl demekdir. Üskuf: İncîl okuyucularının üst derecesinde olan hıristiyan din adamlarına denir.] Yuhannâ İncîlini şerh eden eski müelliflerden Aircin, mezkûr şerhinin beşinci cildinde, (Pavlosun her kiliseye risâleleri (mektûbları) olmayıp, ba’zı kiliselere yazdığı risâleleri de, üç-dört satırdan ibâretdir.) demişdir. Aircinin bu sözüne göre, Pavlosa âid olduğu söylenilen risâlelerin hiçbirisi, onun te’lîfi olmayıp, başkalarının te’lîfi olduğu hâlde, ona nisbet edildiği anlaşılmakdadır. Pavlosun, Galatyalılara yazdığı mektûbun ikinci bâbında, onbirinci âyetden i’tibâren onaltıya kadar şu cümleler yazılıdır: (Fekat Petrus Antakyaya geldiği, azarlanmayı hak etdiği zemân, ben onunla yüzyüze geldim. Kabâhatli idi. Çünki Ya’kûb tarafından ba’zı kimseler gelmeden evvel, bir takım insanlarla [Putperest milletlerle] berâber yemek yiyordu. Fekat onlar geldikleri zemân hitanlı (sünnetli) olanlardan [Yehûdîlerden] korkarak çekildi ve ayrıldı. Diğer yehûdîler de, Petrus ile berâber geri çekildi, riyâ yapdılar. O derece ki, Barnabas bile onların riyâsına kapıldı. Fekat ben İncîlin hakîkatına göre doğru yürümediklerini görünce, hepsinin önünde Petrusa dedim ki, “sen yehûdî iken, yehûdî gibi değil, diğer milletler [putperestler] gibi yaşıyorsun! Niçin diğer milletleri yehûdîler gibi yapmağa zorluyorsun? O milletlerden olan günâhkârlar değil, zâten yehûdî olan bizler, insanın şerî’at amelleri vâsıtası ile değil, ancak Îsâ Mesîhe îmân etmekle sâlih olacağını bildiğimizden, biz de Mesîh Îsâya îmân etdik. Ancak şerî’at işlerinden değil, Mesîhe îmân etmekle sâlih sa-yılalım. Çünki hiçbir insan, şerî’at amellerini yapmakla sâlih olamaz”.)
Bu cümlelerin baş tarafı son tarafının temâmen zıddı olduğundan, ikisinden birisinin (ya’nî yâ baş tarafı, veyâ son tarafının) sonradan ilâve edildiği anlaşılmakdadır. Çünki Pavlos mektûbunun baş tarafında [onbirinci âyet] Petrusu Antakyada nasıl azarladığını yazdığı hâlde, ona atf etdiği kabâhat, putperest diğer milletler ile berâber yehûdî âdetlerinin hilâfına yemek yimesi idi. [Eğer Petrus gibi bir Rûh-ül kudsden ilhâm almış ve Mesîhin hizmetcisi olan bir zâta yukarda zikr etdiğimiz hakâretleri yapması edebsizlik değil ise.] Hattâ onu azarladığında, sen yehûdî olduğun
hâlde, putperestler gibi dîninin emrlerine ehemmiyyet vermezsen, onları hangi yüzle, hangi salâhiyyet ile yehûdî şerî’atine da’vet ediyorsun, demişdi. Fekat ondan sonra, Pavlos hemen mevzû’ değişdirip, şerî’atin emrlerinin lüzûmsuzluğundan bahs etmeğe başlar.Üçüncü bâbında amelin, ibâdetin lüzûmsuzluğu husûsunda pek çok söz söyledikden sonra, kendisi Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atine temâmen uyduğunu ifâde eder. Nitekim, Resûllerin A’mâli kitâbının yirmibirinci bâbında, onyedinci âyetden i’tibâren şöyle yazılıdır: (Pavlos Yeruşalime gelip, şâkirdânı ile Ya’kûbun yanına girince, bütün ihtiyârlar hâzır idiler. Ve Pavlosa hitâben, kardeş îmân etmiş yehûdîlerden kaç bin kimse olduğunu görüyorsun. Bunların hepsi şerî’atin ya’nî Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinin gayretini çekerler. Senin hakkında da, tâifelerin (putperest milletlerin) arasında bulunan bütün yehûdîler çocuklarını sünnet etmemelerini, âdetlerine uymamalarını, hazret-i Mûsânın yolundan ayrılmalarını öğretiyorsun diye haber aldılar. Şimdi ne olacak? Zîrâ senin geldiğini işitirler. Şimdi bu bizim sana söylediğimizi yap, bizde nezr edilmiş olan dört kimse var, bunları alıp onlar ile berâber kendini temizleyip, başlarını tıraş etsinler diye onlar için masraf et, senin hakkında işitdikleri şeylerin aslı olmadığını sen kendin de şerî’ate uyarak,senin şerî’atin emr etdiği gibi hareket etdiğini hepsi anlasınlar. Îmân etmiş milletlere ise, putlara kurban olunandan ve kandan ve boğazı sıkılarak boğulmuşdan ve zinâdan kendilerini korumalarına karâr vererek yazdık, dediler. O zemân Pavlos, bu adamları alıp, ertesi gün onlarla berâber kendisini tathîr etdi ve onlardan her biri için kurban takdîm olununcaya kadar, tahâret günlerinin bitdiğini i’lân ederek ma’bede girdi.)
İşte görülüyor ki Pavlos, şerî’at ile beden temiz olmaz. Mesîh bizim için mel’ûn olmakla berâber, bizi şerî’atin emrlerinden kurtardı, deyip dururken, kendisi Ya’kûbun ve ihtiyârların nasîhatı ile amel ederek, şerî’ate uymak sûretiyle temizlenir ve ma’bede girer.
Pavlosun bu risâlesindeki âyetler bize hıristiyanlığın esrârından bir kaç ince mes’eleyi anlatıyor:
Birincisi: Pavlosun (sünnete ihtiyaç yokdur) dediği, Mesîhe îmân eden yehûdîler arasında yayıldı. Bu yehûdîlerin, Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinden ayrılmamak üzere, Îsâ aleyhisselâma îmân etdiklerinden, Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinin değişdirilmesine râzı olmadıklarıdır.
İkincisi: O sırada şerî’atin devâm edip etmemesi, pek lüzûmlugörülmemişdir. Îsâ aleyhisselâmın havârîsinden olan zât, (Her ne şeklde olursa olsun, halkın toplanması îcâb eder) diyerek asl
maksadının, her dürlü yollara başvurarak, halkı kendi dinlerindetoplamak olduğu anlaşılıyor. Sâdece halkı toplamak için, Îsâ aleyhisselâmın havârîsinden olan bir zâtın Pavlosa böyle bir teklîfde bulunmak cesâretini göstermesi, hıristiyanlığın nasıl temeller üzerine kurulmuş olduğunu göstermekdedir.
Üçüncüsü: Mîlâdın ikinci asrı ortalarında Hirapulius piskoposu olan meşhûr Paypas, kitâbında hazret-i Îsânın sözleri ve fi’llerine dâir yalnız iki kısa mecmû’anın mevcûd olduğunu zikr etmişdir. Bunlardan birisi, havârîlerden Petrusun tercümânı olan Markosa âid bir mecmû’a, diğeri de, İbrânîce ba’zı emrleri ve ahkâmı toplıyan Mattanın mecmû’asıdır. Paypas, Markosa âid olan mecmû’anın, gâyet kısa, noksan ve zemân sıralamasına göre yazılmamış olup, ba’zı hikâye ve nakllerden ibâret olduğunu beyân etmişdir. Bundan anlaşılan şudur: İkinci asr ortasında Matta ile Markosun birer kısa mecmû’aları mevcûd olup, Paypas onları görmüş, vasfları ile berâber yazmış ve birbirinden farklarını da beyân etmişdir.
Bugün ellerde mevcûd olan Matta ve Markos İncîlleri ise, sanki birbirinden istinsâh edilmiş, yazılmış gibi, birisi diğerine benzer ve tafsîlâtlıdır. Paypasın gördüğü nüshaların bunlar olmadığı veyâ sonradan bu nüshalara ilâveler yapılarak, genişletilmiş oldukları açıkdır.
Luka ve Yuhannâ İncîllerine gelince; Paypas bunlardan hiç bahs etmemişdir. Hâliyle Paypas, Hirapuliusda olduğu veyâ Yuhannânın talebeleri ile karşılaşıp, onlardan ma’lûmât aldığı hâlde, Yuhannâ İncîline dâir tek bir harf dahî söylememişdir. Bu hâl ise, Yuhannâ İncîlinin o târîhden sonra yazılmış olduğunu isbât eder.