– L–

● Lâ ilâhe illallah kelime-i tayyibesinin [mubârek kelimesinin] tekrârının kalbin [rûhun] nûrlanmasında büyük te’sîri vardır. Bu mubârek kelimenin tekrârı ile, onun esrâr denizinden siyrâb ve şâdâb [letâfetli ve suya kanmış] olan kimseye derîce-i matlûb küşâde [açılmış] ve rûy-i maksûd bedîdâr [açık] olmakla, âzâde olur [râhat olur.] 6/76.

(Lâ yectemi’u havfâni havf-üd-dünyâ ve havf-ül-âhireti) “Hadîs-i şerîfi”. [İki korku bir arada bulunmaz: Dünyâ korkusu ve âhıret korkusu.] 6/227.

● Lâ tahtına cemî’ meşhûdâtı ve mütecellîyâtı [bütün görünen ve tecellî edeni] idhâl edeler [dâhil edeler]. 5/72.

(Lâ tüşed-dür-rıhâlü-illâ-ilâ-selâseti mesâcidiel-mescidil-harâm ve mescidî hâzâ vel-mescid-il-aksâ.) Hadîs-i şerîf. [Üç mescidden başka mescidlere ziyâret için gidilmez. Mescid-i Harâm ve benim mescidim [Mescid-i Nebevî] ve Mescid-i Aksâ.] 6/72.

● Lâ te’ayyün makâmı yokdur. Lâ te’ayyün-i mahzâ [Hâlis Lâ te’ayyün makâmına ayak basmak] vücûb ile [vâcib-ülvücûd ile] mütehakkık olmakdır ki, muhaldir [mümkin değildir]. 4/24.

(Lâ yü’minü ehâdüküm hattâ yükâlü innehu mecnûnün) “Hadîs-i şerîfdir.” [Bir kimseye deli denilmedikçe, îmânı temâm olmaz.] 6/173.

Lâ yese’unî erdî ve lâ semâî ve lâkin yese’unî kalbü abdil mü’mini [Yere ve göke sığmam. Fekat, mü’min kulumun kalbine sığarım] hadîs-i kudsîsinden, hulûl ve ittihâd [birleşmek] ma’nâsı fehm olunmaya ki [anlaşılmaya ki], Hak teâlâ ondan münezzeh ve müberrâdır. Bir emr-i bî-keyfdir ki, erbâbına vâdıh ve hüveydâdır [açık, bellidir]. Men lem yezük, lem yedri [tadmıyan bilmez], andan her ne ki bizim tehayyülimizde vâki’ ola [hâtıra gele]. Hak sübhânehû ondan pak ve berterdir [yüksekdir]. 6/123.

-398-