– F–

● Fâsık, mübtedi’ ve âsînin [günâhkâr, bid’at sâhibi ve isyânkârın] evine, yemeğine, ancak zarûret veyâ bir müslimânın işini görmek için gidilir. 5/106. [Kıyâmet ve Âhıret: 101.]

● Fâil, ancak azîz ve celîl olan zât-i vâcibdir. Vücûd ancak vâsıtadır ve şartdır. 4/85.

(Muhakkak ki, ben dünyâyı harâb etmek için [harâmları ve mekrûhları harâb etmek için] gönderildim. Dün-

-334-

yâyı ma’mûr etmek için gönderilmedim.) Hadîs-i şerîf. 4/155.

● Firâset, sâlih kimseleri ayırabilmek ve tanıyabilmekdir. 4/50. [Hak Sözün Vesîkaları: 328, Kıyâmet ve Âhıret: 161.]

● Farzların yerine getirilmesinde havâs ve avâm ve Enbiyâ ve Evliyâ müsâvîdir. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]

● Farzları temâmlıyan edebler ve nâfileler de, farzlardan sayılmışlardır. 4/24.

Farzlar, yakınlık bahşeden [yaklaşdıran] amellerin en sevgilisidir. “Hadîs-i kudsî”. 5/140. [Kıyâmet ve Âhıret: 164.]

● Farz nemâzlardan sonra Muhammed Ma’sûm yetmiş kerre estagfirullah, derdi. 5/80. [Hak Sözün Vesîkaları: 344.]

● Farzların yapılmasına mâni’ olan nâfileler ile meşgûl olmak, mâlâya’nîye dâhildir. 6/228.

● Fazîletleri ve kerâmetleri olmıyan, fekat Peygambere tâbi’ olmakda ileri derecede olanın kıymeti, fâideli bir ilâc [iksir]dir. 4/10. [İslâm Ahlâkı: 557.]

● Fazîlet ve kerâmet sâhibi olan, fekat Resûle uymakda gevşek olanın sohbeti öldürücü zehrdir. 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]

● Fadl-ı külli sâhibinin [tâm üstünlük sâhibinin], fazîletlerin çeşidlerinin hepsi ile üstün olması îcâb etmez. 6/24.

● Fudayl bin İyad, ulemâ-i sofiyyedendir. [Tesavvuf büyüklerindendir]. Bid’at ehlini kötülemişdir. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]

● Fakîrler, zenginlerden, yarımgün [âhıret günü] evvel Cennete gireceklerdir. 4/11.

(Çok sabr eden fakîrler [derdliler], yarın kıyâmet gününde Allahü teâlânın dostlarıdır.)Hadîs-i şerîf.” 5/152.

(Fakîrlik belâsına düşen, insanlara ihtiyâcını arz etmekle fakîrlikden kurtulamaz. Cenâb-ı Hakka yalvararak zenginliği yaklaşdırır.) “Hadîs-i şerîf.” 5/37.

-335-

● Belli bir fakîrlik ve darlık, Allahü teâlânın hâs kullarına, tarafından inâyetdir. 6/208.

● Fakîrlikden kalbleri üzülmesin ve geçim sıkıntısından da muzdarip olmıyalar. “Allahü teâlâ, kim için isterse, onun rızkını genişletir ve takdîr eder.” Hak celle ve a’lânın tâlibleri, Onun işlerinden şâd olup ve lezzet duymaları gerekdir. 4/42.

● Göklerin ve âlemlerin, kazâ ve kaderde alâkaları yokdur. Hayr ve şerrin vâsıtasız hâlıkı Hak teâlâdır. Ehl-i islâm [müslimânlar] akl-ı fe’âle inanmamışlardır. 6/87.

● Fenâ, varlığın, Allahü teâlânın rızâsında yok olmasından ibâretdir. 6/73.

● Fenâ, kötü ahlâkdan kurtulmak, bekâ, güzel ahlâk ile vasflanmakdır. 6/137.

● Kalbin fenâsı, kalbin mâsivâya olan ilm ve muhabbet bağlantısının kesilmesidir, kopmasıdır. 4/177. [Kıyâmet ve Âhıret: 284.]

● Kalbin fenâsının ta’rîfi. 6/169.

● Kalbin fenâsı, mâsivâ ile ilgili olan ilm-i husûlînin unutulması olup, tecellî-i ef’âle bağlıdır. 4/165.

● Nefsin fenâsı, sâlik, emânet olarak alınmış olan kemâlâtı asla [sâhibine] verilmiş görmek ve bu kemâlâta ayna olan kendini yok bulmak ve hareketsiz ve hissiz bir cansız madde görmekdir. 4/47.

● Fenâ, muhabbetin netîcesidir. 5/153.

● Hakîkî fenâ, kemâlâtın, Hak teâlâdan olduğunu bilip, kemâlâtı sâhibine teslîm edip, kendi yokluğu ile hakîkatlenmekdir ki, (Ben) ta’bîrine kâdir olamaz. [Ben diyemez.] 4/127. [İslâm Ahlâkı: 559.]

● Fenâ demek, varlıklar kalmaz. Vâcib, nasıl söylenmiş ise, öylece kalır. 4/104.

● Fenâ, kendini Mevlâ-yı teâlânın aynı olarak tasavvur

-336-

değil, belki kendini ortadan kaldırmakdır. 4/232.

● Fenâ ve bekâ, sâhibinin vicdânına [rûhuna, kalbine] bağlıdır. Anlatmak ile olmaz [Doğru ifâde edilemez]. 5/11. [İslâm Ahlâkı: 564.]

● Fenâ, ayn-el-yakîndir. [Görerek yakîndir, inanmakdır]. Bekâ, hakk-el-yakîndir [yaşayarak yakîndir]. 5/52.

● Nefsin fenâsı, sıfatlarının tecellîsinin netîcesidir. 4/165.

● Nefsin fenâsında sâlik, vücûdü ve onun kemâl sıfatdan olan tâbi’lerini, vâcibî üstünlüklerin zılleri bulur. Ve bu kemâlâtı asla teslîm edip, kendini ölü varlık görür. Sâlik kendini yok görüp, bağlı olan şeyleri de asldan bilmezse adem denir. 4/123.

● Nefsin fenâsı, on latîfenin fenâsını da ihtivâ etmekdedir. 4/133.

● Nefsin fenâsının kemâli, aslın sıfatına bağlandığı gibi [katıldığı gibi], yokluk dahî, mutlak yokluğa bağlanır [katılır]. 6/152.

● Latîfelerin fenâsı, o latîfenin kendi aslına kavuşmasına bağlıdır. 5/84.

● Rûhun fenâsı, sıfatların tecellîsinin ortaya çıkmasının netîcesidir. 6/4.

● Sırrın fenâsı, sıfat, şu’ûnât ve i’tibârâtın tecellîsi netîcesinde hâsıl olur. 6/4.

● Hafînin fenâsı, tenzîhî olan selbî sıfatların tecellîsi netîcesinde hâsıl olur. 6/4.

● Nefsin fenâsı, eserin ve aynın zevâline bağlıdır. 5/91.

● Fenâ hâsıl olmadıkca, bekâ bulunmaz. 6/244.

● Şeyhde fânî olmak, üveysîden gayriye [vefât eden velîden istifâde edenden başkasına] zarûrîdir ki, irâdeyi pîrin irâdesine tâbi’ kılmakdır. 4/50. [Hak Sözün Vesîkaları: 328, Kıyâmet ve Âhıret: 161.]

-337-

● Şeyhde fânî olmak, hakîkî fenânın başlangıcıdır. 5/153.

● Fenâ ve bekâda mu’teber olan, devâmlı olmakdır. 5/94.

● Fenâdan maksad, îmânın parlaması ve ahkâm-ı islâmiyyeye tam bağlanmakdır. 4/177. [Kıyâmet ve Âhıret: 284.]

● Kalbin fenâsı, hem cezbe, hem sülûke terettüb eder. [Hem sülûk, hem cezbeye âiddir]. Kalbin fenâsına kavuşan, seyr-i ilallahı temâm edip, kendi aslına kavuşup ve değişik hareketden istikrarlı harekete [telvinden temkine] kavuşmak hâsıl olduysa, ümîddir ki, dönüşünden emîn ola. 5/109.

● Fenâ ve bekâ, cezbe yönünden olup, sülûk yapılmamış ise, tekrâr beşerî varlığa dönebilir. 4/165.

● Fenâ ve bekâ, bâtın [rûh] hâllerindendir. Beşerî ihtiyâcların görülmesine muhtâcdır. Ondan kurtuluş mümkin değildir. 4/182. [İslâm Ahlâkı: 559, Kıyâmet ve Âhıret: 376.]

● Fenâ ve bekâ, rûh vasflarındandır. Fekat, sûrî eşyânın ortadan kalkması, rûhun mu’âmelelerine yardımcı olurlar. 4/83.

● Hakîkî fenâ sâhibi, şu’ûr sâhibidir, ayırd eder. Eşyânın hakîkatini bilmişdir. Zîrâ bu makâmda fenâ ve bekâ birbirlerinden ayrılırlar. Ve ayn-i fenâda bâkî ve ayn-i bekâda fânîdir. Zâtının yokluk ve kemâl sıfatların emânet olduğunu bilip, kendini sırf yokluğa ilhâk eder [katar]. 6/181.

● Nefsin fenâsına vâsıl olmıyan sâlike, gadab zemânında şeytân yol bulur. “Goncdüvânî” 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]

● Fenâ makâmında kalmak iyi değildir. Bekâya yükselmek lâzımdır. 4/38.

● Fenâ, kendi başına olgunluk ise de, istenen maksaddan değildir. Asl maksada kavuşmak için vâsıtadır. 4/156.

● Kalbin fânî olması, vilâyetde bir basamakdır. 6/169.

● Fenâ her uzva ulaşmadıkça kemâle ulaşılmaz. [Kemâl bulmaz.] 6/67.

-338-

● Her mertebenin fenâ ve bekâsı, onun dahâ üstüne çıkmağa basamak olur. 4/182. [Kıyâmet ve Âhıret: 376, İslâm Ahlâkı: 559.]

● Nefsin fenâsına başlamak, küçük vilâyetdedir. Nefsin hakîkî fenâsı, büyük vilâyetdedir. 5/97.

● Fenâ ve bekâ, her ne kadar vilâyet-i sugrâda [küçük vilâyetde] da teşekkül ederlerse de, fenânın hakîkati, vilâyet-i kübrâdadır [büyük vilâyetdedir]. 5/97.

● Adem-i hâs’ın adem-i mutlaka [husûsî yokluğun mutlak yokluğa] katılması, bu vilâyetin husûsiyetlerindendir. 6/152.

● Nefsin fenâsının kemâlinden sonra bekâdır. Ve vilâyet-i kübrânın mu’âmeleleri ileridedir. 4/88.

● Kalbin fenâsından sonra, nefsin fenâsı, sonra nefsin itminânı, sonra, islâm-ı hakîkî. 5/5.

● Fenâ ve bekâ ilâhî sırlardandır. Ve zevk ve vicdan ile anlaşılır. İnsanlık [nefs] kayası [dağı] yerinde durdukca, hakîkî fenâ görünmez. Ortaya çıkmaz. Kulluk vazîfesi, kuldan hiçbir vakt sâkıt olmaz. 6/143.

● Fenâ ve bekâdan sonra, iş asla ve aslın aslına bağlanır. Ve cehl ve hayrete düşer. Bu cehl ve hayret, bilinen cehl ve hayret olmayıp, ilm ve ma’rifet üzerine binlerce meziyyeti vardır. [İlm ve ma’rifetden binlerce def’a üstün bir hâldir.] 4/122.

● Fenâ ve bekâ şühûdîdir [görünüşdedir]. Vücûdî [varlıkda] değildir. 4/152.

● Fânî olanın, fenâ hâlinde kendini mahv ve yok olmuş bulmasının sebebi budur ki, kötü sıfatların nefs latîfesinde tam yerleşmesi vardır. Meselâ, benlik ve emr dinlememek ve emr edilenlere itâ’at etmemek ve câhil olduğunu bilmemek gibi ki, emânet olan üstünlüğü kendinden bilip, kendini kâmil ve hayr olmak üzere bilir. Bu sıfatın yokluğu ile, nefsin yokluğu tasavvur edilebilir. 6/137.

-339-

● Sâlik fânî olduğunu biliyorsa, ona fenâ derler. Bu ilm dahî yok olup, yokluğu ortaya çıkarsa, fenânın fenâsı derler. 6/73.

● Fenâ ve Bekâ; Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” iktisâb olunmuş [alınmış olup], fekat, bu ta’bîrleri Ebû Sa’îd-i Harrâz açıklamışdır. 5/59. [Hak Sözün Vesîkaları: 339.]

● Bir fenâ ki, yokluk dahî, varlık gibi ondan ayrılıp, asla katıla. Zâtın tecellîsindendir. 6/30.

Cihâd için, (Allah yolunda bir sâ’at beklemek, Hacer-i esved yanında Kadr Gecesi nemâz kılarak ihyâ etmekden hayrlıdır.) Hadîs-i şerîf. 4/64.