● (Sâ’imin [oruclunun] ağzında, açlık sebebi ile hâsıl olan koku, Allahü teâlâ indinde, miskden dahâ güzel kokudur.) Hadîs-i şerîf. 5/11. [İslâm Ahlâkı: 564.]
● Sâhib-i hakîkînin [hakîkî sâhibin] fermânına itâ’at ve
boyun eğmek lezzetini, harâmlardaki lezzetden ziyâde bilmek gerekdir. Ni’metleri ihsân eden Allahü teâlânın bir kimseden ve onun işinden râzı olması ni’meti, diğer lezzetlerin tadı ile bir olmaz. 4/211.
● Sâlih-i vefâ [vefâ sâhibi sâlih], hayr ameli işler. Lâkin ma’siyyetden [kötülüklerden] kaçınmak sıddîkların işidir. 5/112.
● Sâlih kimsenin gördüğü rü’yâlar, müjdedir ve istidâdı haber verir. Çok vâki’ olur ki, o istidâdı gösteren rü’yâ zuhûra gelir. Ve ekseriyâ dahî zuhûra gelmez. Cân fedâ eylemek gerekdir ki, iş, sözden işe ve işitmekden ele-avuca gele. [Adını duymakla kalmıya, ele geçe.] 4/200.
● Sabâhat, hüsn-i tafsilidir ki, [yüz güzelliğinin açıklanmasıdır ki], onunla boy güzelliği, yüz güzelliği ve göz güzelliği ve kaş güzelliği diye ta’bîr olunur. Hâlbuki, melâhat, bir hüsndür ki [görülmiyen güzellik, bir güzellikdir ki], ma’nevî ve zevkîdir. Ve ta’bîr ölçüsünün dışında ve ötesindedir. [Ta’bîri mümkin değildir.] 4/113.
● (Sabâh ve akşam rızkı olup, dilenen, Cehennem ateşini çoğaltır.) Hadîs-i şerîf. 5/37. [Hak Sözün Vesîkaları: 337.]
● Muhammed Sıbgatullah, Muhammed Ma’sûm “kuddise sirruh”un mahdûmzâdeleridir. 4/231.
● Sohbet, dünyâ için olup, âhiret düşünülmez ise, dünyâ için ve âhıret için hüsrândır. 4/31.
● Sâlihlerin sohbetini arayınız. 4/14.
● Sohbet-i fukarâ ve sulehâ [dervişlerin ve sâlihlerin sohbetine] ve ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olan şeylere rağbet edip, ahkâm-ı islâmiyyenin hilâfına [muhâlif] iş gördükleri mahalden kaçalar. 5/99.
● Sohbet-i pîr [pîrin sohbeti] müyesser olmazsa, kayıtsız [tam bir] muhabbet ile de [uzakdan] feyz alınır. Yalnız bu ikisinin arasında büyük fark vardır. 6/47.
● Sohbet-i ehlullah [ehlullahın sohbeti], kemâlin ele
geçmesi ve sülûk konaklarının geçilmesi için mutlaka lâzımdır. 6/9.
● Sohbet-i ehlullahın fâideleri. [Evliyânın sohbetinin fâideleri.] 4/158.
● Sohbet-i îşânın [Onların sohbetinin] bir sâati, kırk günlük mücâhedelerden dahâ üstündür. 4/47.
● Sohbet lâzımdır. Çâre yokdur. Sûret ve râbıta ile iktifâ olunmak [kifâyet etmek] hatâdır. 4/50. [Hak Sözün Vesîkaları: 328, Kıyâmet ve Âhıret: 161.]
● Sohbetin ve Onlara hizmetin mükâfâtı, Hak teâlâya kavuşmakdır. Diğer amellerin karşılığı, ona yakınlığa ulaşdıramaz. Bu işin hakîkatidir ki, nefs-i emmâreyi itmînâna getirir. Diğer amelleri de sûretden hakîkate getirir. 4/233.
● Sohbet edeceğin kimse ile Allahü teâlânın maıyyeti basar-i basîretine dûçâr olmalıdır. 4/125.
● Sohbet-i agniyâdan [Dünyâlık toplıyanın sohbetinden] kaçınmak lâzımdır. 4/125.
● Sohbet-i nâ cins [yabancılar ile sohbet]den, tefrîka ehli ile, bid’at ehlinin sohbetinden kaçınalar. 4/145.
● Sohbet-i ehli dünyâ [dünyâ ehlinin sohbeti] mevcûd iken, hakîkî matlûbun sevdâsının kalbde hâsıl olması, ne büyük ni’metdir. Dervişlerin muhabbeti onun eseri ve Onların niyâzı onun beyyine-i vâdıhıdır. [Onun açık delîlidir.] 4/143.
● Sadr [göğüs], ilm mahallidir, yeridir. Gayb âleminden gelen [ulaşan] her feyz, evvelâ sadra gelir. 5/97.
● Sadaka-i tetavvu’u [nâfile sadakayı] istemek, kazanmağa kudreti olmıyan muhtâc içindir. Muhtâc, nefsine mevt veyâ maraz isâbetinden havf eden câyı’ [ölmekden veyâ hasta olmakdan korkan aç] veyâ bedeni örtecek şeye kudreti olmıyan açık kimsedir. Böyle kimse, âciz olmayıp da, kesbine başka birşey mâni’ olursa, bir günlük yiyeceği istemesi câiz olur. [İstediği bir günlük ola]. Eğer kesbi terk etme-
ğe sebeb, nâfile nemâz ve oruc ile meşgûliyyet ise, zekât istemek câiz değil ve nâfile sadaka istemek mekrûhdur. 5/37. [Hak Sözün Vesîkaları: 337.]
● Sadakanın sevâbı, evvelâ Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve sonra meyyitin rûhuna hediyye edilmelidir. 5/36. [Se’âdet-i Ebediyye: 512.]
● Sırât-ı müstekîme hidâyet demek [doğru yola kavuşmak demek], kulun rızâsını kazâ ve kadere tâbi’ etmek demekdir. 4/44.
● Sırât-ı müstekîm [doğru yol] ahkâm-ı islâmiyyedir. Bir düz çizgi gibidir. Bu hattı müstekîmden az bir ayrılık, şeytânların yoludur. 6/16. [Kıyâmet ve Âhıret: 104, Cevâb Veremedi: 358.]
● Sıfât-i ilâhî [Allahü teâlânın sıfatları], ehl-i sünnet indinde, zât-i ilâhî üzerine, nasıl olduğu bilinemez tarzda, hâricde mevcûdlardır. 5/105.
● Sıfat ve ef’âli [Allahü teâlânın sıfatları ve fi’lleri] zâtından ayrı değildir. Eğer ayrılık var ise zıllerdedir. 4/183.
● Sıfât-i ilâhî [Allahü teâlânın sıfatları] hâricde mevcûddur. Bununla berâber, sıfata her ne âid olur ise, zâta da âiddir. Ve sıfatlar zâtda i’tibâr edilmekdedir. Bu i’tibârât-ı zâtiyye, şü’ûn-i zâtiyye ıtlak olunur. 5/105.
● Sıfât-i ilâhî [Allahü teâlânın sıfatları] ve şu’ûnâtı [şu’ûnları], zât-i teâlâdan hiç ayrı olmayıp, ayrılması yokdur. Fekat, zâtın âşıkları için, muhabbet-i zâtiyye cihetinden zât-i teâlâ ile berâberlik hâsıl olur ki, o makâmda şân ve i’tibârdan hiç hâtıra gelmez. Bu muhabbet hâllerinin husûsiyyetlerinden ve şaşılacak şeylerindendir. 5/119.
● Sıfat, ef’âl ve zât-i ilâhînin hakîkatinden, mahlûkların, cehl ve hayretden gayri nasîbi yokdur. Gayba îmân eylemek lâzımdır. Her ne keşf ve şühûd hâsıl olursa, “Lâ” derken yok etmelidir. 6/66.
● Sıfât-i vâcibî [Allahü teâlânın sıfatları], yokluğun şâibesinden uzaklardır. Zât-i teâlâya muhtâc olduklarından,
imkân-ı zâtîden müberrâ [Allahü teâlânın zâtının imkânlarından uzak] değillerdir. [Zât ile vardırlar]. 4/221.
● Sıfât-i ilâhînin i’tibârâtı üzerine tefevvuku [Allahü teâlânın sıfatlarının, i’tibârâtı üzerine üstünlüğü] vardır. 4/183.
● Sıfat, hakîkatde zâtın gayrıdır. [Sıfat başka, zât başkadır.]. 4/85.
● Sıfât-ı ilm [ilm sıfatı], hayât sıfâtından başka, bütün ismlerin ve sıfatların üstüdür. Ve bütün sıfatların hepsini kendinde toplamışdır. 4/113.
● Samed [bir olmak, benzersizlik], birliğe işâretdir ki, sıfât-i ef’al ve sâir sıfât-i sübûtiyyeden ve şu’ûn ve i’tibârât-i zâtiyeden, bütün bunların vasfların mâlik olma mertebesidir. 4/76.
● Sûretden hakîkate ve sözden ma’nâya geçeler. 6/170.
● Sûret-i pîr [pîrin sûreti] hakîkatde pîrin aynı değildir. Ve pîre olan ihtiyâcı gidermez. Pîrde şeyler vardır ki, anın sûretinde yokdur. 5/50.
● Suver-i misâliye keşfi [Keşf edilen misâlî sûretler] ve bunlarla konuşma hoşdur ve ilmî müjdelerdir ammâ, hakîkî matlûb ile işleri yokdur. Ve çünki, bâtınî nisbeti bozmaz. Havf yokdur. 4/182.
● Sûrî âlâm [ortaya çıkan elemler] ma’nevî terakkîlere vesîledir. 6/68.
● Sofiyye-i kirâm, matlûbu insan kendisinde idrâk eder demişlerdir. Enfüsün dışında [nefslerin dışında] söz konuşmamışlardır. İdrâkın hakîkati ise, enfüsün dışındadır ki, enfüs o mu’âmeleye nisbetle âfâk hükmündedir. Âfâk ve enfüs vehmin cevelan etdiği yerdir. [Onun sahâsı içindedir.]. 5/103.
● Sôfî, sûretde halk ile berâber olup, hakîkatde halkdan uzak, ayrıdır. 6/119.
● (Savm [oruc] benim içindir ve onun karşılığını ben veririm diye, Hak teâlâ buyurur.) “Hadîs-i şerîf.” 5/11. [İslâm Ahlâkı: 564.]
● Sayd-ı hestî, bî dâm-ı nistî mutasavver ve sûret pezîr değildir. [Varlık avı, yokluk tuzağı olmadan tasavvur edilemez ve zuhûr etmez.] [İnsan kendini yok bilmedikçe, Allahü teâlâya kavuşamaz]. 6/120.
● Zarûretler, mahzûrları [harâmlığı] ortadan kaldırır, mubâh kılar. 5/37. [Hak Sözün Vesîkaları: 337.]
● Da’yedeke alâ füâdike fe innel kalbe yeskünül lil halâli. [Elini kalbinin üzerine koy! Halâl için muhakkak kalb sâkin olur.] 5/110. [Cevâb Veremedi: 349, Fâideli Bilgiler: 169.]
● Dalâlet erdında [kâfir ülkesinde] bir kimseyi irşâd eylemek sadakadır. 4/147. [Herkese Lâzım Olan Îmân: 141, Cevâb Veremedi: 342.]