– Z –

(Zekât vermiyenler arasâtda, nar gibi kızgın levhalar ile dağlanacak,) Hadîs-i şerîfi. 5/11. [İslâm Ahlâkı: 564.]

● Zekâtı, emvâl-i nâmiyeden [ticâret malından] ve

-291-

en’âm-i sâimeden [kırda, çayırda otlıyan kasab hayvanlarından] ve toprak mahsüllerinden minnet ve rağbet ile edâ edeler. [Zekâtı acele ve çabuk vereler]. Mal sadaka ile noksan olmaz. Hadîsde vârid olmuşdur ki: “Zeheb (altın) ve fıdda (gümüş) her şekilde ticâret malıdırlar. Bunların sâhibi, zekât hakkını yerine getirmezse, kıyâmet gününde, nardan safha ve levhalar yapılıp, ateşe atılıp, temâm nar gibi oldukda, sâhibinin alnını ve sırtını onunla dağlarlar. Soğudukda, tekrâr iâde olunur. Mikdârı ellibin sene olan günde, tâ ki kulların arasında hesâblaşma temâm olup, ehl-i Cennet Cennete ve ehl-i Cehennem Cehenneme vâsıl oluncaya dek, bu şekilde azâb olunur” diye buyurmuşlardır. Kemâli kereminden, havalân-ı havlden sonra [Nisâb mikdârı mal oldukdan ve üzerinden bir sene geçdikden sonra] ve muhtâc oldukları mahalle sarf olundukdan sonra, geri kalan malın, kırk hissede bir hissesi Allahü teâlâya sadaka eylemek üzere farz eylemişdir. Ne insâfsızlıkdır ki, onun edâsında ihmâl (tenbellik) göstere ve hîle ile zekât vermiye. Cân ve mâl, bil-cümle Hak teâlânındır. Eğer malın temâmını fukarâya vermeyi emr buyurup ve cânı dahî taleb eylese [cânı vermeyi dahî emr buyursa], Allahü teâlânın vâlühleri [onun aşkı ile yananlar] ve hayranları, hiç bırakmadan ve kaşlarını çatmadan ve şevk ve arzû ile [cân ve mâlın] temâmını îsâr ederler [cömertce verirler] ve se’âdetlerini onda bilirler. 5/11. [İslâm Ahlâkı: 564.]

● Zelle ve me’âsînin [Günâhların ve hatâların] ilâcı, tevbe ve inâbet ve pîrin teveccühü iledir. 6/222.

● Bu zemân, nübüvvet zemânından uzak ve sünnetlerin nûrlarının azaldığı zemândır. Ve bid’at zulmetinin artdığı zemândır. 4/74.

● Zemân-ı belâ ve evkât-ı ibtilâda [belâ ve zorluk zemânında], nef-yü isbât sühûlet ile [kolaylıkla] müyesser olur. 4/42. [Hak Sözün Vesîkaları: 339.]

● Zemâne ehlinin kalbinde, müdâhene o kadar mütemekkin olmuşdur ki [yerleşmişdir ki], Allahü teâlânın emr ve nehyine riâyet ziyâde düşvardır [güçdür, zordur]. 4/212.

-292-

● Zemânın ve zemâne ehlinin değişmesinden kalb daralmasından ve onun devâm etmesinden ve kalkmasından infiâle düşmiyeler [üzülmiyeler]. Belki ibret alıp, korkmalı ve titremelidir. Cümleyi Hak sübhânehudan bileler. Ve her nesneyi ona havâle edeler. 6/43.

● Zemin her ne kadar zulmet ve karanlık içinde oldu. Lâkin çeşme-i hayât zulümâtdadır. [Âb-ı hayât karanlıkda bulunur.]. 6/65.

● Zındıklar ve mülhidler mezhebine göre, günâha ısrâr eden ve devâm eden ârif azâb olunmaz. 5/53.

● Zındıkın maksadı, islâmiyyeti yıkmakdır. Her neş’enin [dünyâ ve âhiret hayâtının] hükmleri başkadır. Birini diğerine kimse karışdıramaz. Meğer câhil veyâ zındık ola. Bu neş’e [dünyâ] sûret ve hakîkatden mürekkebdir. Bu neş’ede hiç hakîkat sûretden ayrı değildir. Âhıret neş’esi [hayâtı] ki, hakîkatin zuhûrudur. Sûretlerin hakîkatlerden ayrılması o vaktde hâsıl olur. Bir hükm ki, islâmiyyetde, yolun başında olana lâzım gelir, sonunda olana dahî lâzım gelir. Bütün mü’minler ve ârifler, avâm ve havâs, bu ma’nâda, aynı derecede müsâvîdir. Zındık, yapdığı işleri Allahü teâlâdan bilip, kendi nefsini bundan uzak tutup ve böylece dinden ve îmândan çıkar. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]

● Zî-hicr-i dositân hûn şüd derûn-i sîne cân-ı men,

Firâk-ı hem-nişînân suht mağz-ı istehân-ı men.

[Sevdiklerimden ayrı kaldığım için, göğsümde rûhum kan ağlıyor.

Birlikde oturduklarımın ayrılığı, kemiklerimin iliğini yakıyor.] 4/157.

● Zühd, tevbe ve tevekkül, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” mütâbe’at ile olmadıkca, makbûl değildir. 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]

(Kıyâmet günü Allahü teâlânın huzûruna kavuşanlar, vera’ ve zühd sâhibleridir.) Hadîs-i şerîf. 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]

-293-

● Zeytine, yetmiş Peygamber, bereket ile düâ etmişdir. 4/113.

● Zeytinin en çok fâidelisi [fâidesi çok olanı], Şâmda yetişir. Mübârek bir ağaçdır. 4/113.