● Câmi’ıyyet-i ârifin ma’nâsı. 4/203.
● Cebriyye mezhebi, kuldan irâde ve ihtiyârı kaldırıp [yok deyip], kulu; işlerin yapılmasında mecbûr bilirler. Bel-
ki işi kulun [irâde-i cüz’iyyesi ile] yapdığını, kula nisbet eylemezler. Ve bunu Allahü teâlâ yapıyor [kulu mecbûr] bilirler. Bu küfrdür. Ve buna böyle inanan kâfirdir. Hayrlı işe sevâb taleb edip, şer işe azâb yokdur. Ve kâfirler ve âsîler ma’zûr ve onlara süâl ve azâb yokdur. Zîrâ işler bil-cümle Hakdandır. Ve bunlar mecbûrdurlar derler. Böyle i’tikâd küfrdür. Hak teâlâ Saffât sûresi 24.cü âyetinde meâlen buyurur: (Onlar inanışlarından ve yapdıklarından sorulacaklardır.) Hicr sûresi 92. ve 93.cü âyet-i kerîmelerinde meâlen, (Rabbin hakkı için, onların hepsine kıyâmet gününde işledikleri küfr ve ma’siyyetlerden süâl edip, cezâlarını veririz.) buyuruluyor. Yetmiş Peygamber lisânından bunlar mel’ûndur. Ve mezhebleri aklın anlıyacağı şeklde bâtıldır. Zîrâ elin titremesi ile, eli istekle kaldırmak başka olduğu meydândadır. Kulun o kadar ihtiyâr ve kudreti vardır ki, emrlerin ve nehylerin uhdesinden gelmeğe kâdirdir. Hak teâlâ kerîmdir. Kula gücü yetmiyeceği şeyi emr buyurmamışdır. Uhdesinden gelmeğe kâdir olduğu kadar teklîf buyurmuşdur. Bu cemâ’at, kendilerine eziyyet edeni kınayıp, intikâm almağa kalkarlar. Ve çocuklarını döverler ve edeblendirirler. Yabancı bir erkeği kendi zevceleri ile görseler, kınayıp, azar da ederler. Ma’zûr ve mecbûrdur deyip, göz yummazlar. Kat’î nas ile sâbit olan âhıret azâbından bu behâne ile kurtulmak ve istedikleri işleri ihtiyâr eylemek isterler. Böylece kazâ ve kaderi inkâr ederler. 5/83, 5/137. [Fâideli Bilgiler: 231.]
● Ca’fer bin Sinân buyuruyor ki, (İbâdet ve iyilik yapanların, kendilerini, günâh işleyenlerden üstün görmeleri, onların günâhlarından dahâ fenâdır.) 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]
● Ca’fer bin Sinân buyuruyor ki, (İşlenen günâhın tevbesinden gaflet eylemek, o günâhı işlemekden dahâ kötüdür.) 5/110 [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]
● Celâleddîn-i Rûmî, vahdet-i vücûd mensûblarının reîslerindendir. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]
●
Celâleddîn-i Rûmî, sofiyye-i muvahhidîn [vahdet-i
vücûd ehlinin] reîslerinden iken, kendine bağlı olanların ahvâline riâyet ve helâk edici şeylerden onları selâmete rağbet etdirip himâye ediyor, kendilerini ve bunları tehlükelerden koruyor, fâideli şeyleri çekip, zararlı şeylerden kaçınıyorlar. İhtiyâçlarını elde etmeğe uğraşıyorlar. Çocuklarını terbiye ediyorlar. Mühim işlerde birbirine danışıyor, kızlarını ve âilelerini açık gezdirmeyip, yabancıların bunlara yaklaşmasına müsâ’ade etmiyorlar. Çocuklarını fenâ arkadaşlardan koruyorlar. Zâlimlere ve düşmanlara cezâlarını veriyor ve hastalarını zararlı gıdâlardan perhîz ediyorlar. O hâlde bu alçak dünyâ işlerinde, kesret ahkâmına riâyeti terk etmek mübâh iken, bunları gözetip de, âhıret işlerinde bu ahkâma riâyet farz olduğu hâlde, terk etmek ve vahdet-i vücûd hîlesi ile kulluk vazîfelerinden kurtulmak istemek, ahkâm-ı ilâhîyeye inanmamak ve Peygamberlere inanmamakdır. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]
● Celâl ve elem yolu ile olan lezzet, cemâl ve in’am [ni’metler] lezzetinden ziyâdedir [çokdur]. 4/106
● Cem’ makâmı, insanları Hak teâlâdan ayrı görmeyip, birinin ahkâmını diğere câri kılmakdır. Cem’ makâmı sekrdir. Fark makâmı, ya’nî cem’ül-cem’ sahv olup, buraya vüsûlde ârif islâm-ı hakîkî ile müşerref ve da’vet ve irşâda lâyık olur. 5/64
● Cem’ makâmında Allahü teâlânın varlığı zuhûr ve istilâ edip, sâlik kendi mevhûm varlığını âciz [hiçbir şey] bulur. Bîçâre sâlik mukayyed varlıkdan nasıl haberdâr olur. Ve hakîkî varlıkdan nasıl haber bulup, cemâl ve kemâlden ne vech ile hissedâr olur. O yüksek makâmdan onun nasîbi, nasîb alamamakdır. Bu işde ilm-i matlûbu nice tedârik eder ki, ilm-i münâfîyi ayndır. [Asl ilme tersdir]. Çok ârif, bu makâm-ı cem’den terakkî edip, fark-ı ba’del cem’e vâsıl ve bekâ ve şu’ûr ile şeref hâsıl etdikde, ilm ile aynın ikisi cem’ olur. Ve biri diğerine münâfi (zıd) olmaz. O zemânda ilm-i bâkî ile fehm eder, ilm-i fânî ile değil. Ayn-ı fenâda bâkî ve ayn-ı bekâda fânîdir. 5/52.
●
Cem’ makâmında olan sâlik nemâzı merfû’ bulur [kal-
dırılmış bulur]. Ve islâmî teklîfleri, zincîr-i dest [el bağı] ve pây-ı mecnûn bulur ve hayâl-i sükût tekâlif eder. Ve zikri laklaka [söz kalabalığı] ve günâh fehm eder. 4/181
● Cem’ul cem’, halkı Hak celle ve a’lâdan ayrı görmek olup, küfr-i tarîkatdan sonra hâsıl olur. 6/207
● Cem’ul cem’, ya’nî fark mertebesi, islâm-ı hakîkî, sahv ve ma’rifet makâmıdır. 4/26
● Cem’ul cem’ makâmında olan sâlikin ârâmı [râhatı] ubûdiyyetde ve lezzeti de tâ’atdedir. 4/181
● Cem’i Muhammedî “sallallahü aleyhi ve sellem” cem’i ilâhîden dahâ geniş diyen ârif, cem’i Muhammedî vücûb ve imkân mertebelerini câmi’dir [toplamışdır.] Lâkin cem’i ilâhî onları câmi değildir diye buyurur. Hâlbuki bu şühûd şey’in misâllerinin asla benzemesi kabîlindendir. Zîrâ cem’i Muhammedîde olan numûne vücûb mertebesinin numûneleridir. Aslı değildir. O mertebe imkânın ihâtasından dahâ yüksek [berter] ve münezzehdir. 6/164.
● Cin, teklîfde insana tâbi’ ve bizim Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” dînine tâbi’ kılınmışdır. 6/29
● (Cennetde yüz derece vardır ki, a’lâsı Allah yolunda cihâd edenlere ihsan edilmişdir. İki derecenin arası yer ve gök arası kadardır). Hadîs-i şerîf. 4/64.
● (Cennete giren insanların çoğunun girmelerine sebeb, Allah için takvâ ve güzel ahlâkdır. Ve Cehenneme insanların çoğunun girmelerine sebeb, gam ve ferecdir (tasa ve şâdümânlıkdır)) Hadîs-i şerîfini Tirmizî ve İbni Hibban ve Beyhekî rivâyet ederler. 4/147 [Cevâb Veremedi: 342, Herkese Lâzım Olan Îmân: 141.] Ferec=Gam’ın aksi.
● Cennetin eşcar [ağaçları], enhar [nehirleri] ve bunun gibi hûrî ve gılmâni, Hak sübhânehûnun tenzîh ve tahmîdinin ma’nâlarının görünmesidir ki, dünyâda o ma’nâlar bu harfler kisvesine ve kelimeler sûreti ile peydâ olmuşdur [görünmüşdür, ortaya çıkmışdır]. Meselâ Sübhânallah gibi ve dahî Elhamdülillah gibi. Ve bu kelimelere dünyâda mübâ-
şeret, mûcib-i terakkîdir [söylemek yükselme sebebidir]. Bunun gibi, Cennetde o latîfelere ve ni’metlere kavuşmak derecelerin yükselmesine ve makâmların yükselmesine sebebdir. 4/189.
● (Cennete girmek ancak, rahmet-i ilâhî iledir.) Hadîs-i şerîf. 4/119.
● Cüneyd-i Bağdâdînin Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmağı teşvîk etmesi. 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]
● Cüneyd-i Bağdâdî buyurur ki, hâdis [mahlûk] kadîme [hâlıka] makrûn oldukda [yaklaşdıkda], bundan eser kalmaz. Ya’nî arş ve arşda bulunan herşey hâdisdir. Ârifin kalbi yanında nisbeti mahv ve telâşî sâhibidir ki, kalb kadîmin nûrlarının zuhûr etdiği yerdir. O hâlde nasıl his eder. 6/123
● Cüneyd-i Bağdâdî vahdet-i vücûd bânîsi iken [kurucusu iken], serâpa [tepeden tırnağa kadar] ahkâm-ı islâmiyyeye uymak ile bezenmişdi. 4/29 [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]
● Cüneyd-i Bağdâdî kutbiyyet ve ferdiyyetin kemâlâtını câmi’ idi. 4/154.
● Civânlık eyyâmı [gençlik çağı] ömrün en kıymetli zemânıdır. En kıymetli şey ise ma’rifetullahdır. Gençliğini en kötü şey olan hevâ ve heves peşinde harcayıp, ma’rifetullahı, ömrün en kötü zemânı olan ve ele geçeceği de kesin olmıyan ihtiyârlık zemânına bırakanlara yazıklar olsun. 4/65. [İslâm Ahlâkı: 558.]
● Civânân-ı müste’idana hayf ve efsun ki, fıtrat-i âlîlerini bu fânî-i denîye masrûf edip, [Kıymetli ömrünü bu fânî ve denî (alçak) olan dünyâ için sarf eden kâbiliyyetli gençlere çok yazık!], onlar gençliklerini dünyâ için harcamakla aldatıcı bir kahbeye tutulmuşlar, kıymetli cevherleri, saksı parçaları ile değişmişlerdir. (Mutlak cemâl parlak ve hâzırdır [dönülecek yer bellidir.]). 4/164
●
Cehl ve hayret, şühûd-i ma’rûf üzere [bilineni gör-
mek, bilmek] meziyyet sâhibidir ve a’lâ-i makâmâtdır. 4/182. [İslâm Ahlâkı: 559, Kıyâmet ve Âhıret: 376.]
● (Cû’ [açlık] bir kimseye galebe edip, bunu insanlardan gizleyip, Allahü teâlâya teveccüh ederse, Allahü teâlâ onun bir senelik rızkını verir [rızkını açar].) Hadîs-i şerîf. 5/37 [Hak Sözün Vesîkaları: 337.]
● Çehre-i mâşûk [ma’şûkun yüzü] karşı karşıya gelen iki aynalarda, aynanın temizliği ve nûrâniyyeti kadar aks ve meydâna çıkar [görünür]. Ayna renge bulanmış ve sûreti kabûl etmiyorsa, noksanlık aynadadır. Yoksa aynanın gösterdiği sûretde değil. 6/167
● Cihâdın fazîletleri hakkında Hadîs-i şerîfler. 4/64