– T–

(Teennî [acele etmemek] Allahü teâlâdandır. Ve acele şeytândandır.) Hadîs-i şerîf. 4/147. [Cevâb Veremedi: 342, Herkese Lâzım Olan Îmân: 141.]

● “Ve tebettel ileyhi tebtilâ”. (Mâsivâdan kesilip, Allahü teâlâya dön) âyet-i kerîmesinin ma’nâsı, nefsinden ve âlem-i emr ve âlem-i halkdaki diğer bütün latîfelerden ve onlara bağlı (dönen) vücûdî kemâlâtdan da tam ma’nâsı ile kesil [kop, ayrıl]. 4/52

● Ticâretde fâsid akdlerden sakınalar ve bu husûsda çok dikkat edeler. 4/202. [İslâm Ahlâkı: 562, Hak Sözün Vesîkaları: 336.]

● Tecellî-i ef’âl zuhûr edince, kalb fânî olup, kendi fi’lini fi’l-i hak bularak bâkî olur. 6/4

● Tecellî-i sıfat, kendi sıfat ve kemâlâtını, Hak teâlânın sıfat ve kemâlâtı görmeği müntecdir [netîcelendirir]. 5/109.

-250-

● Tecellî-i sıfatın kemâli, adem aynasında aks eden kemâllerin ve sıfatların kendi aslına dâhil olmasıdır. 5/105

● Tecellî-i zât, sıfatlar makâmında olanlar için, berkîdir. Fekat, makâmı sıfatdan kurtulmuş olanlar için (tecellî-i zât) dâimîdir. 5/109.

● Tecellî-i berkîler (şimşek gibi gelip-geçen tecellîler), tecellî-i şüûnîdir. Tecellî-i zât değildir. [Şüûnların tecellîsidir. Zâtın tecellîsi değildir]. Tecellî eden şân, sâlikin mebde-i te’ayyünü olan ismin üsûlünden bir asldır. 4/122.

● Tecellî-i zâtî sırasında ârif, kendini eşyâyı ihâta etmiş bulur. 6/164

● Tecellî-i zâtdandır ki, aslın kemâllerine kavuşmasından sonra ârif, kendini hiç sayar ve tam yok olur. 4/182 [Kıyâmet ve Âhıret: 376, İslâm Ahlâkı: 559.]

● Tecellî-i zâtî, (aslında) Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” sonuncusuna mahsûsdur. Lâkin ona tufeyl ve tâbi’ olmak yolu ile diğer Peygamberlere ve ümmetinden Ona tam tâbi’ olanlara da nasîb olur. Diğer Peygamberler için sıfatların tecellîleri vardır. Lâkin, Enbiyâya sıfatların tecellîsinde hâsıl olan kurb [yakınlık], Muhammed-iyyül-meşreb olan Evliyâya tecellî-i zâtîde hâsıl olmaz. 6/35

● Tahsîl-i me’âşda [Mâişeti tahsîlde, elde etmekde], bir kimse sabra kâdir olamazsa, bir gayret ve çalışma ile eğer hâsıl olursa ne iyi. Ve illâ devâmlı çalışmağa kapılmıyalar ki, işlerin peşinde koşarak kıymetli ömrde perîşanlık hâsıl olur. 5/62 [Hak Sözün Vesîkaları: 342.]

● Tedbîr, umûr-ı dünyâda [dünyâ işlerinde] iskât-ı tedbîrdir. Âhıret işlerinde, gayret göstermek ve günâhları terk etmekdir. [Dünyâ işleri üzerinde fazla durmamak, âhıret işleri üzerinde ısrarla durmak lâzımdır.] 4/207

● Terakkî [yükselme] ve yakınlık mertebelerinin hâsıl olması, temâmen, sünnete uymağa, bid’atden sakınmağa bağlıdır. 6/17

● Terk-i hükmî; islâmiyyetin emr etdiği üzere, zekâtı

-251-

minnet ile emr edilenlere vermek, sıla-ı rahm, komşu ve borç istiyenlere ve gayrinin hakkına riâyet ve malı isrâf etmemek ve onu lehv ve la’ba [oyun ve eğlenceye] ve zînete vesîle etmemekdir. 4/14.

● Terk-i dünyâ lâzımdır. Bundan kurtuluş yokdur. Hakîkî terk müyesser olmazsa, hükmen terk mutlaka lâzımdır ki, kurtulmak ümmîd oluna. 4/14.

● Teselsül, sonu gelmiyen işlerin birbirini ta’kib etmesine derler. 5/52.

● Tesavvuf, emrleri ve nehyleri yapmakda ferâhlık ve sürûr duymakdır. (Ebû Amr). 5/110 [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]

● Te’ayyünün ma’nâsı sudûrdur [hâsıl olmakdır]. 4/85

● Te’ayyün, gayb-i hüviyyet üzere i’tibâr olunup, bunun verâ’sında [ötesinde] te’ayyün yokdur. Seyr ve sülûk ve ma’rifet de yokdur. 4/110

● Te’ayyünât mertebeleri, zıllerin ve zuhûrların mertebeleridir. Bunun üstü, mertebe-i ıtlak-ı zât-ı teâlâdır. 4/183.

● Te’ayyün-i imkânî, şahsın te’ayyün-i vücûbîsinin ki, hakîkat-i insandır, zıllıdir. 6/2

● Te’ayyün-i evvel, te’ayyün-i hubbîdir. Mertebe-i ıtlakdan ve genc-i meknûndan [gizli hazîneden] ilk önce arsa-ı zuhûra gelip, müteayyin olan nesne hubdur. 4/113

● Te’ayyünât kâmilen [temâmen] te’ayyün-i evvel-i vücûdînin zımnında [altında] mündericdir [toplanmışdır.]. Te’ayyün-i ilmî-i zımnî ve te’ayyün-i ilmî-i tafsîlî, onun zımnındadır. 4/183.

● Te’ayyün-i evvel, sıfatları toplu ve tafsîlli olarak (içinde) toplıyan hakîkatdir ki, vücûd diye ismlendirilmişdir. Bu mertebe, te’ayyün-i vücûdî ve te’ayyün-i ilmî-i cümelîdir [kendinde toplamışdır]. 4/85

● Te’ayyün-i sânî, te’ayyün-i vücûdîdir. 4/183.

-252-

● Te’ayyün-i ilmî, te’ayyün-i vücûdîden dûndür [aşağıdadır]. Ve onun husûsiyyetlerinden bir husûsiyyetdir. 4/113.

● Tefevvuk-ı mekân efdaliyyeti [mekânın üstün olması efdal olmağı] göstermez. 6/2

● Takdîr-i ilâhî, halk ve îcâddan [yaratmakdan] ibâretdir. 5/83 [Hak Sözün Vesîkaları: 345.]

● Takvâ hakkındaki ba’zı âyet-i kerîmelerin tefsîrî. 4/52

● Ta’ziyeye dâir mektûb: Allahü teâlânın dostlarının vefâtlarının mâtemini diğer insanların mâtemleri gibi bilmeyeler. Diğerlerinin mâtemi, bir yerdedir. Lâkin bunların mâtemi yeryüzünün temâmında ve göklerdedir. Diğerlerinin mâtemi, cismâniyânın ba’zısındadır. Bunların mâtemi, cismâniyâna ve rûhâniyâna şâmildir. Diğerlerinin mâtemi, sâdece zâhirde ve sûretdedir. Bu büyüklerin vücûdları ma’nevî feyzler ve bâtının (kalbin) feyz almasına vâsıtadır. Bu bakımdan mâtemleri bedenlere ve rûhlara yayılır. Lâkin böyle iken, yine onlar için, mâtem tutarken de, Allahü teâlâyı sevenlerin ve tanıyanların nazarında (güzel iş), güzel görünmek gerekdir. İstenen şey odur ki, Allahü teâlânın işine râzı ve mutlu olalar. Ve cadde-i islâmı muhkem ahz edeler. [İslâmiyyete sağlam yapışalar]. Peygamber-i Hudânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sünneti ile amel edeler. Vâlidelerin ve sâir ehl-i hukûkun rızâlarını taleb edeler. Allahü teâlânın rızâsını kazanmakda tam gayret göstermeğe riâyet edeler. Gençliği sâhibinin hizmetlerine sarf edeler. Günleri boş yere geçirmeyip, oyun ve eğlenceye [lehv ve lu’ba] sarf eylemeye. Zevk ve safâya bağlı olmıyalar ki, zevk ve safâ Cennetdedir. Ve sülehâ ve dervişânı kalb ve gönülden azîz tutalar. Ve onlar ile berâber bulunmayı seçeler. Dünyâ ehline, Âhireti düşünmiyenlere ve dünyânın süslerine göz-ucu ile dahî nazar eylemeyeler. Ve onu hakîr ve değersiz ve öldürücü zehr tasavvur edeler. Ve i’yâl ve evlâda iyi şeklde mu’âmele ve güzel olarak iyi ve hoş davranalar. Ve ammâ, onlar ile tâm münâsebet eylemeyeler. Cenâb-ı mukaddesden, yüz çevirmesine sebeb olmayıp, (innehü kâne fî ehlihi mesrûran) “Ve ammâ o kim-

-253-

se ki, sağ eli boynuna zincirli olmakla, kitâb-ı a’mâli [amel defteri] arkasından sol eline verilir. O, onu gördükde, vâh, keşki helâk ve hebâ olaydım diye temennî eder. O hâlde alevli ateşe bırakılır. Zîrâ o, dünyâda âhireti inkâr edip, âile ve kabîlesi arasında mâl ve makâm ile mesrûr idi.” (İnşikak Sûresi: 13) va’dine yakalanmıyalar. 4/234.

● Tekebbür harâmdır. 5/106 [Kıyâmet ve Âhıret: 101.]

● Tilâvet-i Kur’ân, Hak teâlâ ile tekellümdür [konuşmakdır]. 6/93.

● Teklîfât-ı islâmiyyeyi [islâmiyyetdeki teklîfleri] inkâr eden, mülhid ve zındıkdır. 5/53.

● Telvîn makâmında, kesret-i vâridât ve televvün-i ahvâl [hâllerin değişmeleri] mevcûddur. 5/28.

● Tekvîn makâmında, mâsivâyı unutmak ve kalbe gelen hâtırâtı nef’etmek mevcûddur. 5/28.

● Tenâsüh, rûhun bedene teallukundan önce, başka diğer bir cesede te’allukudur ki, böyle inanmak küfrdür. 6/5

● Tevbe, günâhı müte’âkib olursa [hemen günâhdan sonra olursa], üç sâat zarfında ise, deftere yazılmaz. 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]

● Tevbe kapısı açıkdır. Hak teâlâ ra’ûf ve rahîmdir. Kusûr işlemekden kimse hâlî değildir. Ümmîdvâr olalar. 5/12

● Teveccüh muhabbetsiz müessir değil, lâkin muhabbet teveccühsüz müessirdir. 4/33 [İslâm Ahlâkı: 557.]

● Teveccühde huzûr ve gaybet [yanında ve uzakda olması] berâberdir. 4/122.

● Teveccüh-i pîr-i kâmil [kâmil pîrin teveccühü], dağ gibi zulmeti ve kederleri, her ne yol ile meydâna gelirler ise gelsinler, sâdık mürîdden def’eder. 6/121.

● Teveccüh yapılması için, kalb ile yalvarmak lâzımdır. 6/157.

● Teveccüh bir emr-i zâhirdir ki [açık bir işdir ki] beyâna [açıklamağa] ihtiyâcı yokdur. 6/251.

-254-

● Teveccüh-i kalb yolu şudur ki, geçmiş günâhlara [kusûrlara] pişmân olup, tevbe-i nasûh edile. Ve üç kerre kelime-i istigfârı söyliyeler. Sonra, göğsün sol tarafında bulunan ve hakîkî kalbin yeri [makâmı] olan kalbi sanavberîye müteveccih olup, Allah lafzı mübârekini tekrar-tekrar söyliyeler ve kalbden söyliyeler. 6/177.

● Tevhîd, Allahü teâlâyı [zâtı kadîm olanı], Allahü teâlâdan gayriden ayrı kılmakdır ki, dereceleri ve mertebeleri vardır. 4/47.

● Tevhîd iki nev’dir. Tevhîd-i avâm; tevhîd-i havâs. Tevhîd-i havâsda, mâsivâya muhabbet ve nefsin adâveti [düşmanlığı] kalmaz. 4/123.

● Tevhîdin tarîkatde ma’nâsı, mâsivâya [mahlûklara] teveccüh ve iltifât etmekden ve başka şeyi görmek ve bilmekden kalbi temizlemekdir. 4/165

● Tevhîd-i şühûdî, mâsivâya şühûd ve şuûru kaldırmakdır ki, tarîkatın şartıdır. 4/150.

● Tevhîd-i vücûdî, nef’i vücûd-i eşyâ olup [eşyânın varlığını kaldırmak olup], tarîkatda şart değildir. 6/73

● Tevhîd, nefs-il-emrde [haddi zâtında] şühûdîdir. Vücûdî değildir. 4/230. [Se’âdet-i Ebediyye: 959.]

● Tevessüt-i ta’âm ve tevessüt-i menâm ve tevessüt-i kelâm lâzımdır. 4/145

● Tevekkül, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hâlidir. Kesb, Onun sünnetidir. 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]

● Teheccüd ve kıyâm-ı leyl [gece kalkmak], tarîka-i aliyyenin zarûriyyâtındandır. 5/36. [Hak Sözün Vesîkaları: 336.]