HE - H

– H –

● Her anda âlem ademe gider. Ve onun bir misli vücûde gelir [âlem, her ân yok olur ve bir benzeri meydâna gelir], her an böyle olur şeklinde Füsûsda beyân olunan teceddüd-i misâle ba’zı sofiyye kâildir [ba’zı sofiyye böyle inanmakdadırlar]. Bizim indimizde, sâbit değildir. [Bir görünüşdür.] Hakîkat değildir. Bu mu’amele eğer var ise şühûdîdir. Nefs-ül-emrde vâkı’ değildir. Eğer bu mu’âmele nefs-ül emrde vâkı’ olsa, birisi ma’siyyet işleyip mu’azzeb olan [azâb içinde bulunan] diğeri olmak lâzım gelir ki, kadıyye-i [mu’âmele] adâletden ba’îd [uzak] değildir. 2/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 966.]

● Her kim ki, makbûldür [sevilendir]. Derd-i belâ ile mâsivâyı sevmekden, onu men edip, sevgili tarafına çekerler. Her kim ki, istenilen [taleb edilen] değildir. Onu kendi hâli üzere terk ederler. [Ya’nî, derd ve belâ, sevilenlere verilir.] 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]

● Herkesin konuşmasında, ene [ben] lafzı [sözü] ile, maksûd [istenilen] nefsdir. 3/62. [Se’âdet-i Ebediyye: 754.]

● Her ne ki, âhıret için hâzırlanmışdır, güzeldir. Eğer, güzel görünmese bile. Her ne ki, dünyâ için hâzırlanmış ola, dünyâlıkdır, çirkindir. Eğer, güzel görünse bile, çirkindir. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]

● Her ne ki, kalbin huzûruna yardım ede, mübârekdir. Ve her ne ki, yardımcı olmıya, uğursuz ve nâmübârekdir

-197-

[mübârek değildir]. 1/176. [Mektûbât Tercemesi: 217.]

● Her hakîkat ki, islâmiyyet onu yasaklıya, zındıklık ve ilhâddır. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]

● Her hâtırayı [akla geleni] yapmak lâzım değildir. Hâtıra ba’zı şeyler gelir ki, onları yapmamak dahâ iyi olur. Nefs, inâdcıdır. 1/228. [Mektûbât Tercemesi: 280.]

● Herkes, her ne mahâlde [yerde], her ne bulursa, onu yimesi doğru değildir. Ahkâm-ı islâmiyyenin dışında hareket etmiş olmıya. O kimse başlı başına değildir ki, ne bilirse onu yapsın. Hâlbuki, Allahü teâlâ vardır. Ve emr ve yasaklar ile teklîf buyurmuşdur. Rızâsını ve rızâsızlığını [beğendiği ve beğenmediği şeyleri], âlemlere rahmet olan Peygamberi ile beyân buyurmuşdur. Se’âdetsiz, bedbaht o kimsedir ki, Mevlâsının beğenmediği şeyleri ister. Ve her şeyi Mevlâsı izn vermeden kullanmak istiyor. Böyle kimseler utansın ki, dünyâda bu şeylerin sâhiblerine bile sormadan kullanmıyor. Bu, hakîkî olmıyan sâhiblerin, haklarını gözetiyorlar da, bunların hakîkî sâhibi, beğenmediği şeyleri, şiddet ile, pek sıkı yasak etdiği ve yapanları ağır cezâlarla korkutduğu hâlde, Onun sözüne iltifât etmiyor, aldırmıyor. Bu hâl nedir? Müslimânlık mıdır, kâfirlik midir? 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.]

● Her şey, vâcib-ül-vücûdün “celle sültânehu” irâdesi ile [dilemesi ile] var olmakdadır ve Allahü teâlânın fi’li ile var olur. Kendi irâdemizi Hak teâlânın irâdesine tâbi’ kılıp, kavuşduğumuzu, aradığımız şeyler olarak bilip ve onunla sevinmek gerekdir. Böyle olmamak, kulluğu kabûl etmemek, Mevlâya “celle sultânehû” karşı gelmek olur. 3/59. [Se’âdet-i Ebediyye: 425.]

● Herkes, kendi aklının derecesine göre, anladığı nesneyi söyler. Kelâm sâhibi, kelâmından bir ma’nâ murâd eder ve işiten o kelâmdan, diğer ma’nâ fehm eder [düşünür], anlar. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]

● Her şeye kalbi bağlamakdan kurtulmadıkça, Hak teâlâya bağlanılamaz. Lâkin, mâ lâ yüdrekü küllühu Lâ yütrek küllühu muktezâsı ile, birkaç günlük ömrü ahkâm-ı islâ-

-198-

miyyeye uymakla geçirmek lâzımdır. 1/305. [Mektûbât Tercemesi: 489.]

● Her amelde [işde] karşılığın misli, ne mikdâr olduğunu, Allahü teâlâ bilir. İnsan bilgisi bunu anlıyamaz [idrâk etmekden âcizdir]. Meselâ, muhsan olan bir kimseyi kazf edene [akllı olan nâmûslu kimseye zinâ isnâd edene] seksen sopa vurulması emr buyurulmuşdur. Ve hırsızlık haddi olarak, hırsızın sağ elinin kesilmesine, zinâ haddinde, eğer bekâr ise yüz sopa ile ve bir sene şehrden sürmek takdîr olunmuşdur. Ve evli olan kadın ve erkeği [zinâ edince, ölünceye kadar] recm etmek hükm buyrulmuşdur. Bu sınır ve takdîrin sırrını insanlar anlıyamaz. 1/214. [Mektûbât Tercemesi: 257.]

● Her yüz sene başında, bu ümmetin ulemâsından bir müceddid ta’yîn eylemişlerdir ki, islâmiyyeti ihyâ buyurur. 2/4.

● Her sabâh ve akşam yüz kerre, Sübhânallahi ve bi hamdihî, sübhânallahil-azîm, diyeler. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

● Her-çi maksûd-ı tüst, ma’bûd-i tüst [maksâdın ne ise, tapdığın odur], şahsın gâyesi, şahsın teveccüh eylediği [ele geçirmek istediği] şeydir ki, hayâtda oldukca ondan ayrılmaz. Vazgeçmez. Ve onu ele geçirmekde her türlü aşağılık ve kötülük meydâna gelse de, tehammül eder. Bu ma’nâ ibâdetin esâsıdır ki, zillet ve aşağılığın kemâlinden haber verir. Pes, maksûd [gâye], ma’bûd olur. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]

● Her ki yekcâ hemecâ, her ki heme câ hiç câ. [Bir kimse ki, bir mürşide bağlanırsa, her velîden yardım görür. Her mürşide tâbi’ olan, hepsinden mahrûm kalır.]. 3/20.

(Helekel-müsevvifûn) Hadîs-i şerîfi, (tevbeyi ve iyi işleri sonraya bırakmak ile fırsatı kaçıranlar helâk oldular.) 1/73. [Mektûbât Tercemesi: 111.]

● Heme ûst [herşey Odur] sözünün ma’nâsı, eşyâ ma’dum [adem, yok] ve mefkûd olup, Hak sübhânehû mevcûddur, demekdir. 3/89.

-199-

● Heme ûst [herşey Odur] doğru değildir. Heme ez ûst [Herşey Ondandır] doğrudur. 3/89.

● Hem âlim [ilm sâhibi], hem sôfî [tesavvuf yolcusu] olan kimse, kibrit-i ahmerdir [ya’nî kıymetli ve az bulunur]. 2/57.

● Himmeti bülend gerekdir ki [yüksek, kıymetli şeyler aramalıdır ki], Allahü teâlâ herşeyi bir sebeb ile yaratdığı için, gönderdiği için, kendisine kavuşduran sebebi, vesîleyi, ondan istemelidir. 1/75. [Mektûbât Tercemesi: 120.]

● Hindistânın şerâfeti. 2/22.

● Hindistanda bu nev’ Evliyânın toplanması ve bu kısm, Allah için toplanmalar, eğer bütün âlem devr olunsa, bu devletin yüzde biri bulunamaz ve buradaki kazançlar ele geçmez. 1/226. [Mektûbât Tercemesi: 278.]

● Hindistânda, hokkabazlar aynada bağ ve bağçe göstermişler. 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]

● Hindistânda dahî dört Peygamber gelmiş [gönderilmişdir], Allahü teâlâya da’vet buyurmuşlardır. Hindde bir Peygambere dört kimsenin îmân etdiği bilinmiyor. Da’vetleri umûmî değildir. Hak sübhânehû, bir kavmde veyâ bir yerde bir şahsı bu devlet ile [ni’metle] şereflendirip, o kavmi da’vet ederdi. Onlar, inkâr ederek, Hak teâlânın helâkına uğrarlardı. Hindistânda böylece, yıkılmış şehr harâbeleri çokdur. 1/259. [Mektûbât Tercemesi: 323.]

● Hindistânda bir şahs Mehdîlik da’vâ eylemiş idi. Bir cemâ’at cehâletlerinden, onu va’d edilen Mehdî zân eylediler. Onların anlayışlarına göre, Mehdî gelmiş olup, vefât etmiş ve kabri de Fere şehrinde imiş. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]

● Hind ki, Ebû Süfyânın zevcesi ve Mu’âviye radıyallahü anh’ın annesidir. Kadınların bî’atına dâhil ve belki onların başlarında idi. Ve onların tarafından konuşmuş idi. Bu bî’atden ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” istigfârından, onun hakkında büyük lutuf me’mûl ve ümîddir. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]

-200-

● Hendese, yalnız mâlâ-ya’nîdir. Ve fâidesizdir. 3/23.

● Hindlilerin ma’bûdları râm ve kerşen, ana ve babadan meydâna gelmişdir. 1/167. [Mektûbât Tercemesi: 207.]

● Hevâ-yı nefsâniyye ki [nefsin arzûsu ki], bâtıl ilâhdır. Lâ tahtına idhal edip, temâm müntefî [yok] olmalıdır. 3/2.

● Hevâ [arzû, istek] ve heves arzûları [gençlik arzûları], Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin ve şeytânın sevdiği şeylerdir. Ahkâm-ı islâmiyyeye uygun şeyler ise, Allahü teâlânın [ahkâm-ı islâmiyyeye uygun ilm ve amel] sevdiği şeylerdir. Akllı ve zekî insanlar, Allahü teâlânın düşmanlarını sevindirip, hakîkî sâhibi gazaba getirmezler. 3/35. [Se’âdet-i Ebediyye: 116.]

● Hey’et-i vahdânî, mudgânın [yüreğin, kalbin] ismidir ki, on latîfeden mürekkebdir. Âlem-i halka âid eczâsı çok, âlem-i emri azdır. 2/21.

● Hiç kimse, kendi kadar, hiç kimseyi dost ittihaz eylemez. 3/100.

● Hiçbir kimse, Peygamberimizin sohbetinde bulunanların fazîletine eşid olamaz. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]

● Hiçbir kimse, şeytânın ilkâsından [aldatmasından] korunmuş değildir. Peygamberlere olan ilkâyı, Onlara bildirirler. [Allahü teâlâ bildirir]. Evliyâda bu bildirme lâzım değildir ki, onlar Peygamberlere uyarlar. Her ne ki, islâmiyyete muhâlif olsa, red edip, onu bâtıl bilirler. Hiçbir Velî, Nebî mertebesine ulaşamaz. Lâkin, ba’zı üstünlük Velîye olmak câizdir. [Fekat her bakımdan üstünlük Nebîdedir]. 2/57.

● Hiçbir Peygamber, kendi dîninde veyâ başka bir Peygamberin dîninde harâm olan bir fi’li işlememişdir. [O işi işleme vaktinde, o iş mubâh olsa da.] İçki [alkol, şerâb] mubâh idi. Sonra harâm oldu. Hiçbir Peygamber içki içmemişdir. O fi’li işlememişdir. 3/22. [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]

● Heyûlaya ehl-i islâm kâil [inanmış] değildir. 3/53.

-201-