● Vâris, meyyitin malının temâmına hissedârdır. Ba’zısından hisse almak verâset değildir. 1/268. [Mektûbât Tercemesi: 383.]
● Vâsıtînin (lehü-kalbün) [Kaf sûresi 37.] Âyet-i kerîmesini tefsîri. 3/119.
● Vâkı’ât [rü’yâlar] i’tibâre şâyeste [uygun] değildir. Âlem-i şehâdetde [madde âleminde] müyesser olan [meydâna gelen, ele geçen] mu’teberdir, kıymetlidir. 2/58. [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]
● Vâkı’ât [rü’yâ] ve ahvâli [hâli] nâkıs olan şeyhlere izhâr eylemeyeler ki [söylememelidir ki], onlar azı çok zan ederler. 1/230. [Mektûbât Tercemesi: 282.]
● Vâlidenin oğluna fâidesi olmadığı gün için hâzırlık yapmıyana yazıklar olsun. 1/214. [Mektûbât Tercemesi: 257.]
● Vâlideyn hukûku [ana-babanın hakları], Hakîkî matlûbun [Allahü teâlânın] rızâsını kazanmak yanında hiç kalır. Allahü sübhânehûnun hakkı, bütün mahlûkların haklarından öncedir. 1/127. [Mektûbât Tercemesi: 173.]
● “Vallahü basîrun bimâ ya’melûne” [Onların yapdıkları herşeyi Allahü teâlâ görücüdür.] buyurmuşdur. Allahü te-
âlâ, herşeyi gördüğü hâlde, çirkin işleri yaparlar. Aşağı bir kimsenin bile, bu işleri gördüğünü bilseler, yüz çevirir, yapmazlar. Bunlar, yâ Hak teâlânın görmesine inanmıyorlar. Yâhud, Onun görmesine kıymet vermiyorlar. Îmânı olana ikisi de yakışmaz. 1/73, 1/78. [Mektûbât Tercemesi: 111, 124.]
● Vebâ, Hak teâlânın murâdı [isteği] olduğundan, Onun murâdı ile [isteği ile] dil-tenk [sıkıntılı] olmamak gerekdir. Çünki, sevgilinin işidir. Ondan lezzet alalar. 2/88. [Se’âdet-i Ebediyye: 1035.]
● Vebâ olan yerden kaçmayıp, vefât eden kimse, şehîd olur. 2/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 1035.]
● Vebâ hastalığı olan bir yerden kaçmak, büyük günâhdır. 2/16. [Se’âdet-i Ebediyye: 1034.]
● Vitr nemâzını gece yarısının sonuna te’hîr müstehabdır. 1/29. [Mektûbât Tercemesi: 47.]
● Vücûd ile mümkin arasındaki farka sebeb ademdir. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]
● Vücûb-i vücûd mertebesinde vücûd sâbit ise de zarfiyyet-i hâricî ve ilmî peydâ [açık, meydânda] olmamışdır. 3/114.
● Vücûd mertebesinin âlem-i misâlde zuhûru noktaya yakındır. 2/71.
● Vücûd için keşf ve şühûd erbâbından bir cem’i gafîr hakîkat-i vâcib-ül-vücûd teâlâdır demişlerdir. 3/88.
● Vücûd-i ilâhî ve vücûb, i’tibâratdandır.
● Vücûd ve sübût lâfzları, mütekellimîn indinde [yanında] aynı ma’nâyadır. Tâife-i âliyye, mâ-sivâya vücûd ıtlâkını câiz görmezler [mâsivâyı vücûd olarak kabûllenmeyi câiz görmezler.]. 2/98. [Se’âdet-i Ebediyye: 930.]
● Vücûd-i ilâhîden bir ışık, ilm sıfatındaki hakîkat-i mümkinât olan, mâhiyyetler üzerine düşerek, vücûd-i zıllî ile hâricde mevcûd olmuşlardır. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]
● Vücûdun mâsivâdan [mahlûklardan] nefyi vücûd-ı asâleti nefyidir. Zîrâ vücûd, Hak teâlânın esâs sıfatlarındandır. Diğerini, ona şerîk kılmazlar. Eğer mümkinde [yaratılanlarda] vücûd var ise, Hak teâlânın vücûdunun ışığındandır. Ondan yansımadır. Bu zıllı vücûd, Hak teâlânın vücûdu yanında yok gibidir. Yakındır ki, mevhûmlardan ad edeler. 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]
● Vücûdü mümkin [mümkinin vücûdü] için isbât eylemek ve hayr ve kemâli ona râci’ kılmak, onu hakka şerîk [ortak] kılmakdır. 2/1.
● Vücûd-i vâcib-i teâlâ [Allahü teâlânın vücûdü], mümkinlerin vücûdünün ötesidir. Ve mutlak, mukayyedâtın [mahlûkların] ötesidir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Vücûd-i mutlakı [mutlak vücûdü], mukayyed vücûda münhasır bilmek küfrdür. 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]
● Vücûd-i beşeriyyetden [beşerî vücûddan, maddî vücûddan] ne kadar var ise, yolun perdesi de o kadar bâkîdir [devâmlıdır]. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]
● Bir vücûd ki âm ve müşterek ola. Hak teâlânın vücûd-i hâssının zılâlindendir. Ve bu zıl dahî, zât-i Hak teâlâ üzerine ve eşyâ üzere ber sebil-i teşkîk iştikâkân mahmüldür. Muvâtat [uygun] değildir. Ve o zılden murâd vücûd-i teâlânın merâtib-i tenezzülâtda zuhûrudur. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]
● Vücûd-i hâricî, bizim efhâmımızın [fehmimizin, idrâkimizin] ötesidir. 3/114.
● Vücûd-i hâricîde Zât-i teâlâ ve tekaddesden gayri hiç nesne yokdur. 3/109.
● Vücûd-i zihnî ve mertebe-i ilmî, aynı şey olup, ta’rîfi. 3/109.
● Vücûd-i vehmî mertebesi, vehmin yok olması ile, yok olmadığından, nefs-ül-emrîdir. Fekat, bu nefs-ül emr vücûd-i vâcib-i teâlâda sâbit olan nefs-ül-emre cenbünde [nazaran] lâ-şey [adem] hükmündedir. 3/109.
● Vücûd-i vehmî ki, hâricde görünendir. Vehmin yok olması ile, yok olmaz ve sebât ve istikrârı olmıyan evhâm ve hayâl değildir. Ve bu dünyâ işleri ve âhıret mu’âmelesi ona bağlıdır. 2/99 [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]
● Vücûd-i vehmî, mücerred vehmin meydâna getirmesi ile olmayıp, Hak teâlânın yaratması ile vehm mertebesinde hâsıl olmuşdur. 3/68. [Se’âdet-i Ebediyye: 926.]
● Vücûd-i müteaddiden çokluğun yok olması ile hükm eylemek ilhâd ve zındıkadır [zındıklıkdır]. 3/32.
● Vücûda ve tevâbi’i vücûda [vücûda tâbi’ olanlara, bağlılara] mazhariyyet [zâhir olma] ve mir’âtiyyet [ayna olma] için ademden gayri kâbil yokdur. Zîrâ şey’in mazharı, ol şeyin mukâbilidir [zıddıdır]. Vücûdun mübâyın ve mukâbili ademdir. 3/58.
● Vücûd-i teâlâ için [Allahü teâlânın vücûdü için] hiç adem mukâbil değildir. 3/64.
● Vücûd-i zıllî, mahlûkların varlığının başlangıcıdır. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]
● Vücûd-i ferzend [evlâdın varlığı], Allahü teâlânın büyük ihsânıdır. Yaşadıkları müddetçe, insan çok fâidelerini görür. Ölümleri de, sevâb kazanmağa ve yükselmeğe sebeb olur. [Fekat, çocuklarına dîni, îmânı öğretmiyen ana babaya, çok azâb yapılacakdır.] 2/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 1035.]
● Vahdet-i vücûd erbâbı, ism ve sıfatları, i’tibârât-i ilmiye zan ederler. [İlmin i’tibârları zan ederler]. 2/45.
● Vahdet-i vücûd, sekrin galebesinden [çokluğundan] ve muhabbetden meydâna gelir. Muhabbet, sevenin nazarından [gözünden] gayriyi siler, giderir. Ve aşırı şevkden dolayı, kesreti, vahdetin aynası gösterir. Mir’at, şühûddan gizlenmişdir. Zâhir olan hemen sûretdir. 3/32.
● Vahdet-i vücûd mutlakâ nefs-ül-emrîdir. Ve te’addüd-ü vücûd, tevehhüm [kuruntuya düşme] ve teheyyül [hayâle getirme] i’tibâriyle nefs-ül-emrîdir. 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]
● Vahdet-i vücûda bağlı olanlar [tutulanlar] zıllı asldan fark edememişlerdir. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]
● Vahdet-i cemâl, hazret ilme tesmiye olunur ki, te’ayyün-i evvelin ya’nî hakîkat-i Muhammedînin zıllıdir. 3/122.
● Vahşî “radıyallahü anh”, Veysel Karnîden üstündür. 1/210. [Mektûbât Tercemesi: 251.]
● Vera’, islâmiyyetin men etdiği şeyleri terk etmekden ibâretdir. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]
● (Vera’ ile dîniniz kâimdir [ayakdadır].) Hadîs-i şerîf. 2/81. [Se’âdet-i Ebediyye: 96.]
● Vera’ ve takvâ, yasaklardan sakınmak demek olup, zarûriyyât-i dindendir. 1/286. [Mektûbât Tercemesi: 420.]
● Vera’, ya’nî harâmlardan kaçmadıkça ve mubâhların fazlasından kaçınmadıkca ele geçmez. 1/286. [Mektûbât Tercemesi: 420.]
● Vera’ın temâm olması için, lîsanını gıybetden korumalı, sû’i zandan kaçınmalı, kimse ile alay etmemeli, yabancı kadınlara, kızlara bakmamalı, doğru söylemeli, Allahü teâlânın ni’metlerinin çokluğunu düşünerek, kendini ucbdan [beğenmekden kurtulmalı], malı boş yerlere harc etmemeli, nefsi için mevki’, makâm istememeli, nemâzları vaktinde kılmalı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri îmân ve iyi işleri öğrenip, kendini bunlara uydurmalı. 2/66. [Se’âdet-i Ebediyye: 97.]
● (Zerre miskâli vera’, nâfile sadaka, oruc ve nemâzdan hayrlıdır.) Hadîs-i şerîf. 2/66. [Se’âdet-i Ebediyye: 97.]
● Vasl-ı uryânî, nûrânî perdelerin temâmen kalkmasından [yok olmasından] sonradır. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]
● Vüsûl, nübüvvet mertebesinde, husûl, vilâyet makâmında olur. 1/302. [Mektûbât Tercemesi: 482.]
● Vüsûl [ulaşma, yetişme] ile ittisal [kavuşma] meyânında fark çokdur. 1/220. [Mektûbât Tercemesi: 266.]
● Vüsûlde pîr [ihtiyâr], civân [genç], nisâ [kadın], sıbyan [çocuk] ve emvât [ölüler] müsâvîdirler. Yalnız edebe riâyet şartdır. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Vüsûl-i matlûb [matlûba ulaşma], âfâk ve enfüsün ötesine bağlılık ve mâ-sivây-ı sülûk ve cezbeye bağlıdır. 3/100.
● Vüsûl, bekâ-billâh makâmında hâsıldır ki, fenâdan ve nisyân-ı mâ-sivâdan [mâsivânın unutulmasından] sonra hâsıl olur. 3/32.
● Vüsûl-i zât-i teâlâ iki kısmdır: [Zât-i teâlâya kavuşmak iki kısmdır.] Biri nazarî kavuşmak olup, asâleten Halîlullahın nasîbidir. Zîrâ, Zât-i teâlâya yakın te’ayyün, te’ayyün-i evveldir ki, rabb-i Halîldir. İkincisi, vüsûl-i kademî olup, bilhassa Habîbullaha mahsûsdur ki, bu vüsûl [kavuşmak], kurb derecesinde çok kuvvetli olmakla, tecellî-i zâtın Resûlullaha münâsebeti ziyâdedir. İmdî Enbiyâ meyânında, bütün fazîletler, bu iki büyüğün nasîbi oldu. 3/88.
● Bu kısa vaktde ve az fırsatda, ma’nevî hastalık [illet] olan, kalb hastalığının, çok zikr ederek, giderilmesi, mühim [ehemmiyyetli] ilâcdan ve büyük maksaddan olmalıdır. 1/166. [Mektûbât Tercemesi: 207.]
● Vakt-i şebâbda [gençlikde], istikâmet üzere olmak [ahkâm-ı islâmiyyeye uymak], dünyâ ve âhıret ni’metlerinin en üstünüdür. [Bunun için, evlâdlarını dinsiz muallimlerin, gazetenin, arkadaşların tuzaklarına düşürmemelidir] 1/146. [Mektûbât Tercemesi: 185.]
● Vilâyet-i sâniye [ikinci vilâyet], fenâdan sonra, bekâ ile müşerref olup [şereflenip], vücûd ve tevâbi’-i vücûd i’tâ buyurulmasıdır. 3/89.
● Vilâyâtin tefâvütleri [farklılıkları], derecât-i kurb i’tibâriyledir [yakınlık dereceleri i’tibâriyledir]. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Vilâyet, kurb-i zıllîdir [zıllere yakınlıkdır]. Ve onda olan giriftarlık [bağlılık] zılle bağlılıkdır. 3/36. [Se’âdet-i Ebediyye: 481.]
● Vilâyeti, tahâret [abdest almak] gibi, islâmiyyeti, nemâz gibi bilmek gerekdir. 2/46. [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]
● Vilâyet, Allahü teâlâya yakınlıkdan ibâretdir ki, bu ise zıllere yakınlıkdır. 1/302. [Mektûbât Tercemesi: 482.]
● Vilâyetde, insanlık sıfatlarını, nübüvvetde, sıfatların çirkin şeylere bağlanmasını yok etmek lâzımdır. 1/302. [Mektûbât Tercemesi: 482.]
● Vilâyetde, dünyâ ve âhıretin unutulması lâzımdır. Nübüvvetde, âhırete bağlılık iyidir. 1/302. [Mektûbât Tercemesi: 482.]
● Vilâyet, fenâ ve bekâ devletini [ni’metlerini] tahsîlden ibâretdir [kazanmakdan ibâretdir]. 1/216. [Mektûbât Tercemesi: 259.]
● Vilâyet, akl ile anlaşılamaz. 1/198 [Mektûbât Tercemesi: 236.]
● Vilâyetde kerâmet şart değildir. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Vilâyet, Allahü teâlâya yakınlıkdan ibâretdir ki, mâ-sivâyı unutdukdan sonra, ihsân edilir. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Vilâyetde, kemâl-i itminân olamayıp, kısmen mevcûddur. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Vilâyetin bütün üstünlükleri, ahkâm-ı islâmiyyenin sûretine uymanın netîcesi, Peygamberlik üstünlükleri, ahkâm-ı islâmiyyenin hakîkatinin meyveleridir. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Vilâyet dereceleri temâm olup, nihâyete vardıkdan sonra, keşf veyâ ilhâm ile hâsıl olan bilgiler, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine tam uygundur. [Nakl olunan bilgilerin aynıdır.] 1/286. [Mektûbât Tercemesi: 420.]
● Vilâyetin yarısı urûc [yükselmek] ve diğer yarısı nüzüldür [inişdir]. Ba’zıları yükselmek tarafını vilâyetin temâmı zan edip, iniş tarafını nübüvvetin kemâlâtı zân ederler. Hâlbuki bu iniş dahî, yükselmek gibi vilâyetdendir. 1/301. [Mektûbât Tercemesi: 480.]
● Vilâyetin nihâyeti [sonu] seyr-i enfüsînin nihâyetine [sonuna] kadardır. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]
● Vilâyet mertebelerinin nihâyeti [sonu] kulluk makâmıdır. Abdiyyetin [kulluk makâmının] fevkinde [üstünde] bir makâm yokdur. 1/285 [Mektûbât Tercemesi: 415.]
● Vilâyetde teveccüh Hakkadır. Nübüvvetde teveccüh, hem Hakka, hem halka olup, birbirine mâni’ olmaz. 1/273. [Mektûbât Tercemesi: 398.]
● Vilâyetde, nefs itmînâna kavuşmuş iken, bedeni meydâna getiren maddeler, taşkınlık ve serkeşlikden vazgeçmiş değildirler. Meselâ, cüz’i nârî hayriyyet ve tekebbürden vazgeçmiş değildirler. Cüz’i arzî hisset ve alçaklığına pişmân olmamışdır. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Vilâyet beş derece olup, herbiri, beş latîfeden birinin vilâyetidir. Herbir derece, ülülazm Peygamberlerden birinin vilâyetinin bir parçasıdır. Vilâyetin birinci derecesi, Âdem aleyhisselâmındır ki, onun mürebbîsi [onu yetişdiren] tekvîn sıfatıdır ki, menşe-i sudûr-i ef’aldir. [Amellerin meydâna çıkışının başlangıcıdır. İnsanların her işini bu sıfat yapar.] İkinci derece, İbrâhîm ve Nûh aleyhimesselâmın ayağının altıdır [altındadır]. Onların rableri [yetişdiricileri] ilm sıfatıdır ki, sıfât-i zâtiyyenin en genişidir. Ve üçüncü derece, Mûsâ aleyhisselâmın ayağının altındadır. Ve Onun rabbi, selb sıfatlarındandır ki, mukaddes ve kusûrsuzdur. Dördüncü derece, Îsâ aleyhisselâmın ayağı altındadır. Onun rabbi selb sıfatlarındandır, sübût sıfatlarından değildir. Bu derece, takdîs ve tenzîh makâmıdır. Meleklerin çoğu bu makâmda Îsâ aleyhisselâm ile ortakdırlar. Bu makâmda büyük şân vardır. Beşinci derece, Peygamberlerin sonuncusunun ayağı altındadır. Ve onun rabbi, rablerin rabbidir. Ve sıfatları, şu’ûnları, takdîsleri ve tenzîhleri kendinde toplamakdadır. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Vilâyeti birinci derecede olan bir Nebînin vilâyeti, en yüksek derecede olan velînin vilâyetinden çok üstündür. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Vilâyet, yâ hâssa [husûsî] veyâ âmme [umûmî] dir. Vilâyet-i âmme, mutlakan vilâyetdir. Vilâyet-i hâssa, Vilâyet-i Muhammedîdir ki, tam fenâ ve olgun bekâdır ki, nefs mutmainne olur. 1/135. [Mektûbât Tercemesi: 178.]
● Vilâyetlerin birbirlerinden üstünlüğü, latîfelerin üstünlük sırasına bağlı değildir. Tâ ki, ahfâ sâhibi diğerlerinden efdâl ola. Belki, asla yakınlık ve uzaklık bakımındandır. Ve kalb latîfesinde olan bir Velî, asla dahâ yakın olmakla, ahfâ sâhibinden dahâ üstün olabilir. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Vilâyet-i Muhammedî geri alınmaz. Diğer vilâyetler, elden gidebilir, geri alınabilir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Vilâyet-i sugrâda, vehm ve hayâlden kurtuluş yokdur. Vilâyet-i kebîrede [kübrâda] vehm ve hayâlden kurtuluş müyesser olur. 2/3.
● Vilâyet-i sugrâ, âlem-i kebîrdeki latîfeleri geçdikden sonra başlar. Beş latîfenin aslları olan zılleri, seyr-i fillah ile geçmekle biter. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Vilâyet-i sugrâ, âfâk ve enfüse te’alluk eder ki [onunla alâkalıdır ki], vilâyet-i zıllîdir ve bunun müntehîlerine tecelli-i berkî [şimşek gibi gelip-geçen tecellî] vardır. Vilâyet-i kübrâ, asla te’alluk edip, akrabiyyet [yakınlık] Hak sübhânehûda seyrdir. Bu vilâyet-i Enbiyâ olup, dâimî tecellîdir. 2/3.
● Vilâyet-i ulyâ ki, vilâyet-i mele’i a’lâdır. Bâtın ismine te’alluk eder [bağlıdır]. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Vilâyet-i kübrâ ki, vilâyet-i Enbiyâdır. İsmlerin zıllerinin ve sıfât-ı vücûbîye dâiresini, seyr-i fillah ile geçdikden sonra başlar. İsmlerde, sıfatlarda ve şü’unlarda seyr ederek biter. Böylece, beş latîfenin seyri temâm olur. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Vilâyetlerin ve kemâlât-i nübüvvetin üstünde, İbrâhîm aleyhisselâmın kemâlâtı [üstünlüğü] ve son resûl olan Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemin kemâlâtı mevcûddur. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Vilâyet-i hâssadan sonra uruc [çıkış] ve nüzûldür [inişdir]. 2/59. [Se’âdet-i Ebediyye: 764.]
● Vilâyet-i Muhammediyye [Muhammed aleyhisselâmın vilâyeti], bütün Peygamberlerin vilâyetlerini hâvîdir [hepsini kaplar]. Onların birinin vilâyetine kavuşmak, bu vilâyet-i hâssanın bir parçasına kavuşmakdır. 1/77. [Mektûbât Tercemesi: 122.]
● Vilâyet-i Muhammedîde, seyrin sonu, şânın zılline kadardır ki, onun ismidir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Vilâyet-i kübrâ, asla âid yakınlıkda, Hak sübhânehü ve teâlâda seyrdir ki, bu, vilâyet-i Enbiyâ olup, dâimî tecellîdir. 2/3.
● Velînin nüzûlü [aşağı dönmesi] çok olunca, kemâli de çok olur. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]
● Velî, sahâbe mertebesine yetişemez, ulaşamaz. 3/24. [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]
● Velî, hiçbir Pergamberin mertebesine varamaz. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Velînin bir bakımdan Nebî üzerine efdal olması mümkindir. Her bakımdan üstünlük Nebî içindir. 2/7.
● Velîlerin mebde-i te’ayyünleri, ayağı altında oldukları Peygamberin mebde’i te’ayyünü olan ismin cüz’iyyâtının cüz’iyyâtıdır [parçalarından bir parçadır]. 3/114.
● Vehm ve hayâl, enfüs ve âfâk dâiresinden çıkmak mümkin değildir. Bunların nihâyeti, zıllin nihâyetine dekdir. Ve bir makâmda ki, zıl olmaya, vehm dahî yokdur. 2/58. [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]
● Vehm ve hayâl, sâlikin [tesavvuf yolcusunun] ahvâlini tasvîr ve âşikâr edip [meydâna çıkarıp], ilm erbâbından eder. 2/58. [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]
●
Vehm, kul ile Rab arasındaki ellibin senelik yolu, az zemânda kat edip,
derecât-i vüsûle îsâl eder [kavuşma dere-
cesine kavuşdurur] ve hayâl, dekâık-ı esrâr-ı gaybî [gayb esrârını] kendi aynasında keşf eder. 3/109.
● Vehm mertebesinde, meydâna gelme, Hak teâlânın yaratması ile olup, vehmin vücûda getirmesi değildir. 3/97.
● Vehm mertebesinin, ilm mertebesinden ziyâde, hâricî mertebeye benzeme ve münâsebeti vardır. 3/109.
● Zeydiyye mezhebi, Zeynel’âbidînin oğlu Zeydin yoludur ki, şî’î mezhebidir.