NUN - N

– N –

● Nâfile nemâz, Kur’ân-ı kerîmi hatm, tesbîh ve tehlîl edince, sevâbını ölmüşlere hediyye etmek, etmemekden iyidir. 2/77.

● Nâkıs ile kâmilden [kusûrlu ile mükemmelden] mürekkeb olan şey kusûrludur. 3/74.

-179-

● Nâmûs ve âr, örf ve âdet, nefs-i emmâre hevâsından dolayıdır. [Nefs-i emmârenin isteklerinden dolayıdır.] 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

● Nübüvvet vilâyetden efdaldir. 1/268. [Mektûbât Tercemesi: 383.]

● Nebînin nübüvveti, kendi vilâyetinden üstündür. 1/261. [Mektûbât Tercemesi: 343.]

● Nübüvvet, aklın erdiği makâmların ötesidir. 3/36 [Se’âdet-i Ebediyye: 481.]

● Nübüvvetde teveccüh halkadır. 2/46. [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]

● Nebî [Peygamber], kendinden önceki bir Resûlün, Nas ile vâkı, hâsıl olan ahkâmına tâbi’dir. İctihâd ve sünnetine tâbi’ değildir. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]

● Her Nebînin ayağı altında, bir vilâyet-i hâssa mevcûddur. 1/294. [Mektûbât Tercemesi: 468.]

● Necâset, her zemân necâsetdir. Bir vakt pis olması, başka vakt temiz olması düşünülemez. [Aynı, kendisi necs her zemân necsdir. Önce ve sonra mubâh olamaz.]. 3/22. [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]

● Günlerin uğursuzluğu, Âlemlere rahmet olanın gelmesi ile bitmişdir. 1/256. [Mektûbât Tercemesi: 318.]

● Nisânın [kadınların] intisâbı [bağlanması] câizdir. Mahremleri değil ise, perde arkasında oturup, tarîkati ahz ederler [alırlar]. 1/256. [Mektûbât Tercemesi: 318.]

● Nisvânda [kadınlarda] şirkin gizlisinden kurtulan ve kâfirlik alâmetlerinden birini yapmıyan çok azdır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]

● Nasîhatlerin îcâbı ile amel etmek hâsıl olmaz ise de, kusûr ve noksanını i’tirâf dahî hâsıl olur, o da bir devletdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

● Nazar ber kadem [Bu yolda ayaklarına bakmak.] 1/295. [Mektûbât Tercemesi: 473.]

● Nüzûl [iniş], uruc [yükseliş] mikdârı olur. 1/234.

-180-

● Ni’metleri başkalarına göstermek, hamd etmek olur. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]

● Nefs-ül-emr mertebesi [kendisini görmek], vehm mertebesinden [hayâlini görmekden] ekvâ ve esbetdir. 3/100.

● Nefs-ül-emr mertebesi vehmlerin zevâliyle [yok olması ile] zâil olmıyan [yok olmıyan] vücûd demekdir. 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]

● Nefs-ül-emrde aynadaki sûret mevcûd değildir. Fekat, tevehhüm ve tehayyül [kuruntuya düşme, hayâle getirme] i’tibâriyle, sûretin husûli nefs-ül-emrî olur. Birincisi, mutlaka nefs-ül-emrîdir. İkincisi tevehhüm ve tehayyülün tavassutuyla nefs-ül-emri olur. 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]

● Nefs-i emmâre. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]

● Nefs-i emmâre eşyânın en câhilidir. Himmeti [gayreti] kendini mahv etmeğedir. 3/27. [Se’âdet-i Ebediyye: 428.]

● Nefs-i emmârenin gâyesi, kendisi gibi bir kimseye bağlı olmayıp, herkes ona bağlı ola. [Ondan emr ala, ona uya.] 3/60.

● Nefs, bizzât, ahkâm-ı semâviyyeyi inkâr eder. 3/60.

● İnsanın nefsi, Allahü teâlâya isyân, can düşmanı olan şeytâna itâ’at dilemekdedir. 3/27. [Se’âdet-i Ebediyye: 428.]

● Herkesin ene [ben] diye hitâbından [söylemesinden] kasdedilen kişi kendi nefsidir. 3/62. [Se’âdet-i Ebediyye: 754.]

● Nefs-i emmâre hayvanlarda yokdur. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]

● Nefs-i nâtıka, nefs-i emmâre demekdir. 1/34. [Mektûbât Tercemesi: 60.]

● Nefs-i nâtıkanın hakîkati adem [yokluk]dur ki, vücûdün aks etmesi [yansıması in’ikâsı] vâsıtası ile, kendini mevcûd tasavvur etmişdir. [Kendini, vücûd vâsıtası ile mevcûd zan etmişlerdir.] 3/62. [Se’âdet-i Ebediyye: 754.]

● Nefs, bir merkez, santraldır. Duygular, organlar onun

-181-

tafsîlatıdır [âletleridir]. 1/22. [Mektûbât Tercemesi: 38.]

● Nefsin kalb ile bağlılığı vardır. Gönül vâsıtası ile rûha bağlanır. Rûhdan gelen feyzler, tafsîlatlı olarak kalbe ve nefse ve nefsden his organlarına yayılır. 1/22. [Mektûbât Tercemesi: 38.]

● Nefs-i emmârenin inkârı mevcûd iken, ahkâm-ı islâmiyyeyi delîl ile [akl ve fen ile] anlamak güçdür. Önce nefsi temizlemek zarûrî olup, bundan sonra, îmân-ı hakîkî müyesser olur. 1/46. [Mektûbât Tercemesi: 79.]

● Nefs-i emmârenin azgınlık zemânı olan gençlik zemânında, insan, şeytâna muhâlefetde bulunsa, az bir amel için çok sevâba nâil olur. İhtiyârlık zemânında [ömrün sonunda] güç ve kuvvet kalmaz ve normal şartlar bozulup, [cem’iyyetin sebebleri, perişân oldukda] nedâmet ve pişmânlıkdan gayri yapılacak iş yokdur. Ve çok olur ki, o zemâna dahî yetişmek nâsib olmaz. Pişmânlık zemânı yakalanamayıp, pişmânlık nasîb olmazsa, ebedî azâb ve büyük cezâya yakalanır. 1/96. [Mektûbât Tercemesi: 143.]

● Nefs-i emmâre üzerine, islâmiyyetin emr ve yasaklarına uymakdan ziyâde, zor bir iş [şey] yokdur. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]

● Nefs-i emmârenin fesâdâtı semm-i kâtildir. [Nefs-i emmârenin fesâdları yol kesicidir.] Şeytânın ilkâsı ile olan hâricî fesâdlar, kolaylıkla zevâl pezîrdir. [Kolaylıkla izâle edilir.] 3/27. [Se’âdet-i Ebediyye: 428.]

● Nefs-i emmârenin harâblığı [mahv olması] dînin sâhibine uymakla olur. Gayrı ile mümkin değildir. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]

● Nefs, emmârelikden kurtulup, itmînâna kavuşmadıkça, islâmiyyetin aslının hâsıl olması, müyesser olmaz. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]

● Nefsin safâsı, dalâletdir. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]

-182-

● Nefsin tezkiyesi [kötülüklerinin izâlesi] mergûbdur [beğenilir]. 3/60.

● Nefsin tezkiyesi, kalbin safâsına ve onu kalbin siyâset eylemesine bağlıdır. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]

● Nefs mutmainne olunca, serkeşlik [dikbaşlılığı] ve taşkınlığı kalmaz. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]

● Nefsin itmînânı, Zât-i ilâhînin tecellîsi zemânında olur. 1/253. [Mektûbât Tercemesi: 316.]

● Nefs mutmainne oldukdan sonra meydâna gelen serkeşliği [dik başlılığı, isyânı], dört unsurda olup, bu serkeşlik, hilâf-ı evlâ olanı terk etmek ve ruhsatı istemek ve azîmeti terk eylemek olup, harâm işlemek ve farzları terk etmek değildir. 3/27. [Se’âdet-i Ebediyye: 428.]

● Nefsin itmînânı, anâsırın [unsurların, maddelerin] i’tidâlinden [orta derecede olmasından] evvel veyâ sonra olur. Birincisinde, rezîl sıfatlara dönmesi muhtemeldir. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]

● Nefsin itmînânı, ilm-i huzûrînin yok olmasından ibâret olan nefsin fânî olması sebebi ile olur. 3/52. [Se’âdet-i Ebediyye: 924.]

● Nefsin safâsiyle keşf-i mugayyebât olur ki, istidrâcdır. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]

● Nefs-i emmâre inadcıdır. Bir işi murâd etdikde, netîcesine varmağa acele eder. Hakîkatini ve boşluğunu [bâtıllığını] düşünmez. 1/228. [Mektûbât Tercemesi: 280.]

● Naks ve şer ve kötülük demek, bunları anlamak demekdir. Fenâlık ve naks ile vasflanmak değildir. 1/9

● Nokta-i cevvâleden [Bir ipin ucuna taş bağlayıp, diğer ucundan tutup, çevirince, taşdan] hâsıl olan dâire-i mevhûmenin [hakîkatde olmayıp, var gibi görünen dâirenin] o noktaya [taşa] hiç ilgisi yokdur. Faraza o dâire temâm görünse, dâire hâsıl olunca, o nokta sınırlanmamışdır. Nokta dâirenin herhangi bir cihetindedir, denilemez. 3/68 [Se’âdet-i Ebediyye: 926.]

-183-

● Nokta-i cevvâlenin dönmesinden fehmde [hayâlde] meydâna gelen dâire, [var kabûl edilen dâire] gibi, aslı yokluk olan bu âlem, var zan olunmakdadır. 2/98. [Se’âdet-i Ebediyye: 930.]

● Nokta-i cevvâle mevcûddur. Hayâlde teşekkül eden dâire hâricde yokdur. Lâkin, his ve vehm mertebesinde var kabûl edilmişdir [var görülmekdedir]. 3/58.

● Nokta-i cevvâleden dâirenin husûli [Dâire şeklinde hızla dönen bir noktadan dâirenin meydâna gelmesi] vehm ve hayâl bakımından nefs-ül-emrîdir. [Yalnız, geçici bir görünüş olmayıp, kalıcı bir varlıkdır.] Lâkin hakîkatde dâire yokdur. Nokta vardır. 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye 943.]

● Nakl-i ervâh [rûh nakli] mevcûd değildir. 2/58. [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]

● Nemâz dînin direğidir ve müslimân ile kâfirin arasındaki farkı bildirir. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]

● Nemâz, bütün ibâdetlerin ve orucun üstü ve efdalidir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

● Nemâzda otururken, parmağı ile işâret etmek, mu’teber rivâyetde harâmdır. Fetvâ böyledir. 1/312. [Se’âdet-i Ebediyye: 267.]

● Nemâzın âdâbı. 2/87. [Se’âdet-i Ebediyye: 288.]

● Nemâzları evvel vaktinde kılmak lâzımdır. Lâkin, insanlık îcâbı (âcizlik) müstesnâdır. Ve kışın yatsının te’hîri müstehabdır.[●] 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

● Nemâzda her tekbîr, o rüknü yapmağa lâyık olmadığını bildirmekdedir. 1/304. [Mektûbât Tercemesi: 487.]

● Nemâzda, erkâna ve şartlara ve sünnetlere ve edeblere riâyet edip, tumânînete ve ta’dîl-i erkâna riâyetde mübâlega oluna. [Aşırı dikkat göstere]. Zîrâ ekserî kimseler, nemâzı zâyi’ edip, elden kaçırıp, ta’dîl-i erkânı yapmamışlardır. Bunlar

---------------------------------

[●] demişler ise de, imâm-ı Rabbânî tecvîz etmiyor [izn vermiyor].

-184-

hakkında azâblar bildirilmişdir. Nemâz düzgün olarak edâ olunursa, kurtuluş ümmîdi çok olur. 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.] [Köyde, yolda nemâz kılmak için kıble cihetini bilmek lâzımdır. Güneş gören bir toprağa bir çubuk dikilir. Yâhud bir ip ucuna birşey bağlanıp sarkıtılır. Takvîmde yazılı (Kıble sâati) vaktinde çubuğun, ipin gölgesi, kıble istikâmetini gösterir. Gölgenin, güneşin bulunduğu tarafı, kıble ciheti olur.]

● Nemâzda, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” safları düzeltir, ondan sonra nemâza dururlardı ve “safları düzeltmek, nemâz kılmanın bir parçasıdır” buyururlardı. 2/64.

● Nemâzda niyyet, yalnız kalb ile olmak sünnetdir. Dil ile niyyet bid’atdir. 1/186. [Mektûbât Tercemesi: 223.]

● Nemâzın edâsında, bu farzı bizim Peygamberimiz edâ eylemişdir. Ben de edâ edeyim diye niyyet edildikde, ümmîddir ki, farzı yapmak sevâbından başka, tâbi’ olmak sevâbı da ayrıca hâsıl ola. 3/88.

● Nemâzın hakîkati. 3/77. [Se’âdet-i Ebediyye: 941.]

● Nemâz vardır ki, kırık kalbleri zevk ile doldurur. Râhat-i bîmârândır. 1/261. [Mektûbât Tercemesi: 343.]

● Nemâz vardır ki, günâhları yok eder. Nemâz vardır ki, kötülüklerden korur. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]

● Nemâzdaki lezzetden, nefsin zevki ve nasîbi yokdur. 1/137. [Mektûbât Tercemesi: 179.]

● Nemâzın mi’râc olması, bu ümmete mahsûsdur. 1/261. [Mektûbât Tercemesi: 343.]

● Nemâz, mü’minin mi’râcı olduğu için, teşehhüdde [otururken], mi’râcdaki kelimeleri okumak emr buyuruldu. 1/304. [Mektûbât Tercemesi: 487.]

● Nemâzın dünyâdaki rütbesi, âhıretdeki rü’yetin rütbesi gibidir. [Allahü teâlâyı görmek gibidir]. 1/137. [Mektûbât Tercemesi: 179.]

● Nemâzın üstünlüğünden birşey anlıyan, simâ’ ve nag-

-185-

meden [mûsikîden] söz etmez ve vecd ve tevâcüdü ağzına almaz. 1/261. [Mektûbât Tercemesi: 343.]

● Nemâzda öyle an olur ki, ârif dilini, Mûsâ aleyhisselâma söyliyen ağaç gibi bulup, bütün a’zâsını vâsıta ve âlet gibi görür. Öyle zemânlar olur ki, nemâzda bâtını zâhirine karışır. Bilmediğimiz bir bağ ile o âleme bağlanır. 1/305. [Mektûbât Tercemesi: 489.]

● Nâfile nemâz sevâbı hediyye edilir. 2/77.

● Nâfile nemâzı cemâ’at ile kılmak tahrîmen mekrûhdur. 1/288. [Mektûbât Tercemesi: 440.]

● Nâfilelerin, farz yanında, hiç i’tibârları yokdur. Belki nâfilenin sünnete [beş vakt nemâzın sünnetlerine] dahî nisbeti böyledir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

● Nâfilelerin edâsı, zıllere yakınlık hâsıl eder. Farzların edâsı, asla yakınlık hâsıl eder. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]

● Nûr-ı ilâhî, sıfat ve şu’ûnâtın fevkidir [üstüdür]. Ve bu tecellî, tecellî-i zâtiyyenin de fevkidir [üstüdür]. Hakîkat-i Kâ’be zan ederim ki, bu nûr-i sırfdır ki, cümlenin mescûdudur [secde etdiği yerdir]. Bu nûr dahî nûrâniyyet-i sırf hicâblarından [perdelerinden] bir perdedir. 3/76.

● Nûr-i kamerin [ay ışığının] nûr-ı şemsden [güneş ışığından] müstefâd olduğu [alındığı]. 3/118.

● Nevm zemânında [uyku zemânında], yüz kerre tesbîh, tahmîd ve tekbîr getirmek, kendini hesâba çekmek sayılır. 1/309. [Mektûbât Tercemesi: 494.]

● Nevm [uyku] ki, büsbütün gafletdir. Lâkin tâ’at yapmakda hâsıl olan tenbelliği def’ niyyeti ile oldukda, ayni ibâdet olur. 1/160. [Mektûbât Tercemesi: 195.]

● Ne devletdir ki, herkes bir kimseyi kötü bileler, o ise hakîkatde iyi ola. 1/149. [Mektûbât Tercemesi: 187.]

● Niyyetsiz amel sahîh olmaz. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]

● Niyyetin ehemmiyeti. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]

-186-

● Niyyetin lüzûmu muhtemel olan şeylerdedir. Belli olan şeyde niyyet etmeğe hâcet yokdur. 3/110.

● Niyyetini doğru yapamıyan kimse, kendini niyyet etmeğe zorlamalıdır. 1/70. [Mektûbât Tercemesi: 108.]

● Niyyete göre amel dürüst olur. Diğer işleri niyyet etmek ile kendilerini bâtıl kılmıyalar. 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.]

● Niyyet-i pîrân [şeyhler için] oruc tutmak ve istek ve maksadını o oruca bağlı kılıp, o vesîle ile istekde bulunmak ve isteğinin onlar sebebi ile, hâsıl olduğuna inanmak, ibâdetde şirkdir. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]