● Kâinâtda görülen Cemâl değil, Celâldir. 2/24. [Se’âdet-i Ebediyye: 947.]
● Kâr budur, bunun gayrisi hiçdir. 1/271. [Mektûbât Tercemesi: 386.]
● Kâfirlerin âdetlerini yapan ve merâsimlerine hurmet
eden bir kimsede, o esnâda zerre kadar dahî îmân var ise, Cehenneme gider. Ammâ o zerre îmân bereketi ile, ebedî azâbdan kurtulur. 2/37. [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]
● Kâfirlerin belli günlerinde, küfr ehlinin âdetlerini yapmak ve ehl-i küfrün hediyyelerine benzer hediyyeleri kızlarının ve oğullarının evlerine göndermek ve kaplarını kâfirler gibi o zemânlarda boyamak şirk ve küfrdür. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]
● Kâfirlerin, kendilerinin değer verdikleri günleri ta’zîm ve o günlerde yehûdîlerin belli âdetlerini yapmak, şirki gerekdirir ve küfrü îcâb etdirir. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]
● Kâfirlerin perîşân sözlerinden üzülmiyeler. “Herkes, kendine uygun işi yapar.” [Âyet-i kerîme meâli]. İyi ve kötü sözlerine karşılık vermemelidir. 1/204. [Mektûbât Tercemesi: 243.]
● Kâfirlerle karışmakdan kurtulmağa çâre yokdur. Bu karışma sebebiyle, ehl-i islâmı necs bilmiyeler. 3/22. [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]
● Kâfirlerle karışmak, görüşmek, zarûret mikdârı olmalıdır. 1/265. [Mektûbât Tercemesi: 349.]
● Kâfirlerin yiyecek ve içeceklerinin harâm olmasına hükm verenler, kendilerini onu işlemekden korumaları imkânsızdır. 3/22. [Se’âdet-i Ebediyye: 70.]
● Kâfirler, yalnız dâr-ül-harbde sâkin olanlar değildir. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]
● Kâfirlere Hak teâlânın düşmanlığı, zâtîdir. Nefsin arzûları ve diğer kötü amellerden hâsıl olan kötülüğü ise, sıfatları sevmez. Bunlara düşmanlık sıfata âiddir. Rahmet sıfatı, zâtın düşmanlığını ortadan kaldırmaz. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Kâfirlere, islâmiyyetin ahkâmını tatbîk etmek, kaf dağı kadar ağır gelir. 2/95.
● Mahrûm ve fakîr kâfirin sebebi şudur ki, kâfir, Hüdânın düşmanıdır. Ve dâimî azâba müstehakdır. Ve dünyâda
azâbın kaldırılması ihsân ve ni’met-i ilâhîdir. Kâfirlerin ba’zısına, hem azâbını kaldırarak, hem de lezzet bahş ederek, ba’zısının yalnız azâbını kaldırarak dünyâda fırsat verirler. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]
● Kâfirlerin ba’zısının hakîkatinde sevgi olduğu için, cezbe görülür ise de, islâmiyyete uymadıklarından, ebedî hüsrâna düşeceklerdir. 1/117. [Mektûbât Tercemesi: 166.]
● Tarîkati inkâr eden dahî, Allahü teâlâyı bir bilip, mâsivâyı yok ve fânî kılmışdır. Böylece ârifdir, fekat tam ârif değildir. 3/91.
● Kibr, alçak sıfatların en kötüsüdür. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Büyük günâh işlemek küfr değildir, fıskdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Büyük günâh işleyen îmândan çıkmaz. İmâm-ı a’zamdan süâl olunan kıssa. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]
● Büyük günâhların ısrarı, insanı küfre götürür. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Büyük günâh sâhibi, Allahü teâlânın irâdesine kalmışdır. İsterse, afv eder. Dilerse, azâb eder. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Büyük günâh sâhibinin azâbda ebedî kalması, harâma halâl demesinden dolayıdır [inkâr etmesidir]. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Kitâbullahdan sonra, kitâbların en sağlamı Buhâriyyi şerîfdir. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]
● “Kitâb-ı fıkarât” Hâce-i ahrârındır. 1/290. [Mektûbât Tercemesi: 447.]
● Yalan ve iftirâ, bütün dinlerde harâmdır. Ve bu harâmları işleyenlere azâblar bildirilmişdir. 3/34. [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]
● Kerâmet hakdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Kerâmet ile istidrâc arasındaki fark. 1/107. [Mektûbât Tercemesi: 191.]
● Kerâmetin çokluğu iki şey üzeredir. Yükselirken çok yükselip, inerken az inmekdir. [Urûcun çok olması, nüzûlün az olması.] 1/216. [Mektûbât Tercemesi: 259.]
● Kerâmet, yakîni kuvvetlendirmek içindir. Yakîn verilmiş [ihsân edilmiş] olan için kerâmete hâcet yokdur. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
● Kürsî-yi ilâhî, âlem-i emrden değildir. Zîrâ arşdadır. Göklerden de değildir. 2/76. [Se’âdet-i Ebediyye: 915.]
● Kerîmlerin keremine behâne [ufak bir sebeb] kâfîdir. 2/90.
● Kesb olunan amellere, a’zâların şâhidliği hakdır. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]
● Keşfde hatâ vardır. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]
● Keşf ve ilhâm, başkasına hüccet değildir. Ammâ müctehidin kavli, başkasına hüccetdir. 1/31. [Mektûbât Tercemesi: 52.]
● Kâ’be, zuhûrların ve Arşa olan tecellîlerin üstüdür. 2/72.
● Kâ’be, dıvar, direk ve taşdan ibâret değildir. Bunlar olmasa, yine Kâ’bedir. Ve kendisine doğru secde edilen yerdir. 3/100.
● Kâ’be, sûretâ dünyâdandır. Hakîkatde âhıretdendir. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]
● Kâ’be, Ravda-i mütahharadan efdaldir. 2/72.
● Kâ’benin hakîkati, te’ayyün mertebelerinin üstünde olup, sırf nûrdur. 3/100.
● Kâ’benin hakîkati. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]
● Kâfirleri azîz tutan, müslimânları tahkîr etmiş olur. 1/193. [Mektûbât Tercemesi: 229.]
● Küffârı [kâfirleri] azîz tutmak, meclislerine hurmet ve sohbetlerine devâm etmek ile olur. 1/163. [Mektûbât Tercemesi: 200.]
● Kâfirlerden şeyler süâl edip, hükmlerinin îcâbıyla amel eylemek, o düşmanları son derece yükseltmekdir. 1/163. [Mektûbât Tercemesi: 200.]
● Kâfirlerin kötülenmesinde yazılmış şi’rleri okumak câizdir. 1/139. [Mektûbât Tercemesi: 181.]
● Kâfirlere âhıretde asla merhamet yokdur. 2/220.
● Kâfirlerin dünyâda merhamete kavuşmaları, görünüş i’tibâriyledir. Hakîkatde hîledir, istidrâcdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Kâfirlere dünyâda hâsıl olan ni’metler, onların harâb olmaları için, istidrâc yolu ile, ni’met şeklinde gösterilmişlerdir. Tâ ki, yüz çevirme ve dalâletde gark olmaları içindir. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]
● Kâfirlerin düâları bâtıldır. Kabûl edilmez. Kabûl olma ihtimâli yokdur. 1/163. [Mektûbât Tercemesi: 200.]
● Kâfirlerin cezbeden nasîbi olduğu. 3/118.
● Kâfirlere nefslerinin parlaması vaktinde, gaybî işlerin meydâna gelmesi istidrâcdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Kâfirlerin te’ayyünlerinin başlangıcı mudıl ismine te’alluk eder [bağlanır]. 3/114.
● Dedi-koduya kıymet verilirse, söz taşıyanlardan kurtulmak mümkin değildir. Ve ihlâsa kavuşmak da, mümkin olmaz. 1/229. [Mektûbât Tercemesi: 281.]
● Küfr, nefs-i emmâre arzûlarından kaynaklanır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Muvakkat [geçici] bir küfr için, ebedî azâbla cezâlandıracağının sebebini [hikmetini] Allahü teâlâ bilir. Yaratılmışların ilmi buna yetişmez. 1/214. [Mektûbât Tercemesi: 257.]
● Küfrden başka günâhlar için, ebedî azâb bildiren âyet-i
kerîmeler; o günâhı işlemekde, hiçbir sakınca görmemek ve islâmiyyetin emr ve yasaklarını aşağı görmek gibi küfr şâibesinden [bulaşmasından] dolayıdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Küfr, her tarafı kaplamadıkça ve açıkdan yapılmadıkça Mehdî “aleyhirrahme” gelmez. 2/68. [Se’âdet-i Ebediyye: 398.]
● Küfr ve islâmın ahkâmının ikisini de berâber yapan müşrikdir. Küfrden uzak durmak, islâmın şartıdır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]
● Küfrün her çeşidine tutulmuş olan muayyen bir şahsa, islâm ihtimâli var ise, Cehennemlik demeyip, la’net etmemelidir. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]
● Küfrü doksan dokuz vechi ile zâhir [açık] ve bir vech ile islâm olan kimseyi, küfr ile hükm eylememeli. [Bir işinden veyâ bir sözünden yüz ma’nâ anlaşılsa, doksandokuzu küfrünü, biri îmânını gösterse, îmânlı olduğunu anlamalı]. 3/38. [Se’âdet-i Ebediyye: 68.]
● Küfr, dinleri inkârdır. Şirk, bir küfrdür ki, mutlak küfrden dahâ ileridir. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]
● Küfr, zarûrî olan dînî vecîbeleri ve meşhûr olan islâm dîninin ahkâmını inkâr ve dinden olduğu zarûrî olarak bilinen nesneyi kabûl etmemekdir. 3/38. [Se’âdet-i Ebediyye: 68.]
● Tarîkat küfrü, hakîkî sevgilinin muhabbetinin galebesinden doğduğu için, makbûldür. 2/95.
● Tarîkat küfrü sekr, islâm-ı hakîkî sahvdır. 3/46.
● Hakîkî küfr, Hâlık ile mahlûkun başkalığını görmemekdir. 1/245. [Mektûbât Tercemesi: 303.]
● Bir kelâm ki, onda sıra ola. Öncelik ve sonralık ola. Bunlar, sonradan olma alâmetlerdir. Hak teâlâdan sâdır olmaz. Mûsâ ve Cebrâîl aleyhimesselâmın işitdikleri kelâm-ı ilâhîdir. Ammâ, o kelâmların Hak sübhânehuya nisbeti, mahlûkun Hâlıka nisbeti gibi idi. Kelâmın söyliyene nisbeti gibi değil idi. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]
● Kelâm-ı ilâhî te’vîl olunur. Kelâm-ı ilâhînin tefsîri nakl ve işitmekle şartlıdır [olur]. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]
● Kelâm-ı lafzî, kelâm-ı nefsî gibi, Hak kelâmıdır. Bunu inkâr eden de kâfir olur. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]
● Kelâm-ı ilâhî, ba’zı büyükler için, tâbi’ olmak ve vâris olma yolu ile meydâna gelir ki, bu kelâm ilhâmın rûha bağlantılı olması ve melek ile olan kelâmın gayrıdır. 3/120.
● Kulun kelâmını, Allahü teâlâ, harf ve kelimelerin önceliği ve sonralığı ve vâsıtası olmaksızın işitir. 3/120.
● Gülistân ve Bostan gibi kitâbların öğrenilmesi ve öğretilmesi, kelâm ilmi akîdelerini [îmânı] ve fıkh ahkâmını öğretmeğe göre lüzûmsuzdur. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● (İki kelime vardır. Söylemesi çok kolaydır. Terâzîde çok ağır gelirler. Allahü teâlâ, bu iki kelimeyi çok sever. Sübhânallahi ve bi hamdihi, sübhânallahil’azîm.) Hadîs-i şerîf. 1/308. [Mektûbât Tercemesi: 493.]
● Kelime-i temcîd, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” ile elem ve kötü şeyleri def’ eyliyeler. 2/32. [Se’âdet-i Ebediyye: 427.]
● Kelime-i temcîd okumak, cin şerrinden muhâfaza eder. 1/174.
● Kelime-i tenzîhi, (Sübhânallahi ve bi hamdihî)yi her gün yüz def’a okumalı. “Hadîs-i şerîf.” 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Kelime-i tevhîd, Allahü teâlânın gadabını söndürür. 2/37. [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]
● Kelime-i tevhîdi tasdîk edip, zerre îmân hâsıl eden kimse küfr âdetlerine ve şirk pisliklerine bağlanmış olsa dahî, ümmîddir ki, ebedî Cehennemden kurtulur. 2/37. [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]
●
Tevhîd kelimesinden murâd, bâtıl ilahlara ibâdeti yok etmek ve Hak sübhânehûnun
ma’bûdiyyetini isbâtdır. [İbâ-
det edilecek yalnız O vardır.] 1/63. [Mektûbât Tercemesi: 99.]
● (Kelime-i tevhîd, terâzinin bir kefesine, gökler ve yer diğer kefesine konsa, bu kelimenin kefesi, diğer kefeden ağır olur.) “Hadîs-i şerîf.” 2/9 [Se’âdet-i Ebediyye: 372.], 2/37 [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]
● Kelime-i tevhîd, tarîkat ve hakîkat ve islâmiyyeti ihtivâ etmekdedir. 2/46. [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]
● Kelime-i tevhîdde, “Lâ ilâhe”nin ma’nâsı, Hak üzere başka ma’bûd yok demekdir. 2/8. [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]
● Kelime-i tevhîdin ma’nâsı, tarîkatda, sona kavuşmuş olanlara göre, Allahdan başka ma’bûd yokdur ki, islâmiyyet dahî böyledir. Başka mevcûd yokdur, başka maksûd yokdur demek, başlangıcda ve yolda [ortada] olanlara göredir. 3/77.
● Kelime-i şehâdeti, sâdece söylemek kifâyet etmez. Bunu münâfıklar da ağızlarına alırlar [söylerler]. Emrlere uymak lâzımdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● (Ba’zı oruc tutanlar vardır ki, onun orucdan eline geçen, açlık ve susuzlukdur.) “Hadîs-i şerîf.” 2/53.
● Bizim aklımızın ölçüsüne göre, bilinen kemâlât, noksanlığın kendisidir. 2/8. [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]
● Zâhirî kemâlât ile bâtınî kemâlâtı bir arada bulunduran kimse kibrit-i ahmerdir. [Bulunmaz bir hazînedir.] Ya’nî azîz ve nâdirdir. 2/57.
● Vilâyet olgunluklarında, nefs mutmainne iken, bedenin maddeleri, serkeşlik ve isyândan uzak [kurtulmuş] değildir. Nübüvvet kemâlâtında, bedenin maddeleri de, aşırılıkdan kurtulmuşlardır. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Vilâyet kemâlâtı, sâlik yükselirken, birbirinden ayırd edilip, bir asldan diğer asla, ilerlemekdir. Nübüvvet kemâlâtı başlayınca, mu’âmele-i icmâl ve besâtat-i sırfa [işin özüne ve basitliğe] vâsıl olur. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]
● Vilâyet kemâlâtını ikmâl edenlerin [temâmlıyanların] ba’zısını, hilâfet makâmı ile şereflendirirler. 1/256. [Mektûbât Tercemesi: 318.]
● Kemâlât-ı vilâyet, kemâlât-ı nübüvvetin [vilâyet üstünlükleri, nübüvvet üstünlüklerinin] sûreti olup, farkı bedendendir. 2/71.
● Nübüvvet kemâlâtına kavuşduran yollar ikidir: Birisi vilâyetin, geniş bir şeklde kemâlâtını kat’ederek, tecellîlerin ele geçmesinden sonradır. Diğeri, vilâyet kemâlâtı arada olmaksızın kavuşulup, Peygamberlere ve tâbi’lerine mahsûsdur. 1/301. [Mektûbât Tercemesi: 480.]
● Nübüvvet kemâlâtını temâm eyleyenlerden ba’zısını imâmet makâmı ile şereflendirirler. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
●
Nübüvvet kemâlâtı, âfâk ve enfüsün ötesindedir. 2/42. [Se’âdet-i Ebediyye: 933.]
● Nübüvvet kemâlâtında yükselirken, bâtın Hak sübhânehuya karşı olup, zâhir halk tarafınadır. İniş vaktinde halka karşı olur. Ve temâmen, insanları Hak celle ve a’lâya da’vet buyurur. 2/46. [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]
● Kemâlât-ı zâtiyye, zât-i teâlâ mertebesinde, zâtın kendisidir. Meselâ, ilm sıfatı o derecede zâtın aynıdır. Aynı şeklde, diğer sıfatlar da böyledir. Ve zât-i teâlâ temâmiyle ilmdir. Temâmiyle kudretdir. Ve ilâhir... olup, zât-i teâlânın bir kısmı ilm ve ba’zı diğeri kudret ve... ilâhir değildir. Parçalanma [cüz’lere bölünme] mümkin değildir. 3/26.
● Kemâlât-ı zâtiyye, ilm mertebesinde, açıklanmış ve ayırt edilmişdir. Ve ikinci mertebede, zıllî varlık peydâ eyleyip, sıfat diye ismlendirilmişdir. 2/1.
● Çöpçü, attârın kokularından nâhoş olur [hoşuna gitmez]. 3/98. [Se’âdet-i Ebediyye: 755.]
● Günâha ikrâr edip, ona kanâ’at eyleyen münâfıkdır. [Günâhını anlatır, tevbe etmez]. Îmânın sûreti, ondan azâbı
kaldırmaz. 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.]
● Günâhlar eğer, zinâ, alkollü içki içmek, müzik ve eğlence ve yabancı kadınlara bakmak ve abdestsiz Kur’ân-ı kerîmi tutmak ve bid’at i’tikâd gibi, Allahü teâlânın hakkı olup, kulun hakkına, hukûkuna âid olmazsa, onların tevbesi, pişmânlık, istigfâr ve özr dilemek iledir. Ammâ, farzların terkinde, kazâsı lâzımdır. Kulların hukûkunun tevbesinde, hukûku sâhibine veyâ vârislerine geri vermeli, halâllaşmalı, vârisi olmazsa, fukarâya, sâhibinin veyâ mazlûmun niyyetine vermeli, sevâbını ona bağışlamalıdır. 2/66. [Se’âdet-i Ebediyye: 97.]
● Günâhların başı, dünyâ sevgisidir. 1/110. [Mektûbât Tercemesi: 161.]
● Küçük günâhda ısrar, büyük günâha yol açar. Büyük günâhda ısrar, küfre götürür. 2/53.
● Kenz-i fârisî risâlesi, fârisî bir fıkh kitâbıdır. 1/29. [Mektûbât Tercemesi: 47.]
● Sâbit yıldızların hareketi, doğudan batıya doğrudur. 2/68. [Se’âdet-i Ebediyye: 398.]
● Gecenin yarısını uyku için, ikinci yarısını ibâdet ve tâ’at için ayırıp, tahsîs edeler. Eğer böyle bir gayrete kudreti yoksa, gecenin üçde birinde uyanık bulunalar ki, yarıdan sonra, altıda birine kadardır. 3/102.