● Kabe kavseyn ev ednâ. 2/91.
● Kâdî İyâd, (Şifâ)sında, imâm-ı Mâlikden naklen buyuruyor ki: Eshâb-ı kirâma ve Alî ve Mu’âviye veyâ Amr ibni
● Âs’a “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” dalâlet ve küfr üzere dil uzatan öldürülür. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]
● Kabr, dünyâ ile âhıret arasında geçiddir, ya’nî vâsıtadır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Kabr azâbı, âhıret azâbları cinsindendir. Rü’yâ elemleri, dünyâ azâbları cinsindendir. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]
● Kabr sıkması ve onda Münker-Nekîrin süâli hakdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Kabr azâbı, kâfirlere ve ehl-i îmânın ba’zı âsîlerine olacakdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]
● Kabrde hâsıl olan hâller, ölüm zemânında hâsıl olan hâllerin üstündedir. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]
● Kabr azâbından ve sevâbından halâs imkânsızdır. [Kabrde yâ azâb veyâ sevâb vardır.] 2/58. [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]
● Kabr azâbı, bilhâssa, bevlden sakınmıyanlara [üzerine idrar sıçratanlara] ve söz taşıyanlaradır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Kabr üzerine çiçek veyâ ağaç dikmelidir. Bunların tesbîhlerinin sevâbı meyyite vâsıl olur. (İbni Âbidîn.)
● Kaderin ma’nâsı, ortaya getirmek ve yaratmakdır. Yokdan yaratıcı ancak Allahü teâlâdır. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]
● Kulun kudreti, fi’llerin meydâna gelmesinde te’sîr eder. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]
● Kudret, işi yapabilecek gücü ve yapmıyacak gücü vardır, ma’nâsınadır. 3/26.
● Âleme kadîmdir [sonradan yaratılmamış] demek küfrdür. 3/57. [Se’âdet-i Ebediyye: 116.]
● Kur’ân-ı kerîme mahlûk diyen kâfir olur. Kur’ân-ı kerîmin harfleri ve kelimeleri, kelâm-ı nefsînin delîlleri olup, bir kısmı önce, sonra olması sebebi ile hâdis ve mahlûkdur.
Bu kelimelerin delâlet etdiği ma’nâlar kadîmdir, mahlûk değildir. 3/120.
● Kur’ân-ı kerîm iki kısmdır. Muhkemât ve müteşâbihâtdır. Muhkemât, islâm ilmlerinin ve ahkâmın kaynağıdır. İkinci kısmı, hakîkat ve esrâr [sırlar] ilminin hazînesidir ki [deposudur ki], te’vîlini ancak râsih âlimler açıklar. Muhkemât, Kur’ân-ı kerîmin kökleri ve meyvâlarıdır, ammâ müteşâbihât maksaddır ve kitâbın özüdür. 2/18.
● Kur’ân-ı kerîm tilâveti, ibâdetlerin üstünüdür. [Tilâvet, insan okumasına denir. Teypden, hoparlörden çıkan sese, okumak değil zırlamak denir. “Elmalı tefsîri”] 3/100.
● Kur’an-ı kerîmde, sâlih amellerden maksad, islâmın beş rüknüdür. 1/304. [Mektûbât Tercemesi: 487.]
● Kur’ân-ı kerîmden ahkâm çıkarmak, evvelâ ibâret-i nas ve işâret-i nas ve delâlet-i nas ve iktizâ-i nas ile anlaşılır. Lügat ehlinden avâm ve havâs bu anlayışda berâberdirler. İkinci olarak, ictihâd vâsıtası iledir ki, müctehid olan âlimlere mahsûsdur. Üçüncü olarak, insanın idrâkden âciz olduğu ma’nâlardır ki, bunun bildirilmesi cenâb-ı Hakdandır ve ancak Peygambere mahsûsdur ki, açıklanması sünnet iledir. 2/55. [Se’âdet-i Ebediyye: 48.]
● Kur’ân-ı kerîmin toplayıcısı Osmân-ı Zinnûreyndir. Belki Sıddîk ve Fârûkdur “radıyallahü anhüm”. 2/23. [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]
● Kur’ân-ı kerîmin adem-i fehminden [anlaşılmamasından] hâsıl olan i’câz ve hidâyet [derin ma’nâ], anlaşılandan hâsıl olmaz. [Anlaşılmıyan kısmın ma’nâsı, dahâ çok olup, anlaşılanın azdır.] 3/29.
● Kur’ân-ı mecîd, islâmiyyetin ahkâmının hepsini kendinde toplamışdır. Geçmiş dinlerin hepsini de kendinde toplamışdır. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]
● Kur’ân-ı kerîm, inzâl olan bütün kitâbların hepsinin aslı ve en şereflisidir. Zîrâ merkez, dâirenin çevresine göre en şerefli yeridir. 3/100.
● Kurb [yakınlık] ve vüsûl [kavuşmak] ve emsâli sözler, başka kelime bulunamadığı için söylenmişdir. Yoksa, o makâmda, kurb ve vüsûl, şühud [görmek] ve ma’rifet [bilmek] ve cehl [cehâlet] yokdur. 1/279. [Mektûbât Tercemesi: 410.]
● Kurb [yakınlık] ve bu’d [uzaklık] o makâmda birbirinden başka değildir. 1/262. [Mektûbât Tercemesi: 345.]
● Bedenlerin yakınlığı, kalblerin yakınlığında çok te’sîrlidir. 1/207. [Mektûbât Tercemesi: 244.]
● Bedenlerin yakınlığı istenmelidir. Çünki, ni’metin temâmı bu yakınlığa bağlıdır. 1/222. [Mektûbât Tercemesi: 274.]
● Karanfil, tarçın ve sâir şerbetlerin içilmesi yasak değildir. [Çay ve kahve de böyledir.] 1/191. [Mektûbât Tercemesi: 227.]
● Kusûr ve noksanı i’tirâf etmek de bir devletdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]
● Kazâ iki kısmdır: Kazâ-i mu’allak, kazâ-i mübremdir. Kazâ-i mu’allak değişebilir. Kazâ-i mübrem değişmez. 1/217. [Mektûbât Tercemesi: 261.]
● Kazâya râzı olmak, isteğe mâni’ olsa, düâ ile emr olunmamak lâzım gelirdi. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]
● Kazâ, insanın kudretini ve ihtiyârını yok etmez. Hak teâlânın kazâ eylediğini, kul ihtiyârı ile işler veyâ terk eder. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]
● Kutb-ul-aktâb, kutb-ı medârdır. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]
● Kutba, yardımcıları i’tibâriyle kutb-ul-aktâb dahî derler. 1/256. [Mektûbât Tercemesi: 318.]
● Kutb-ı medâr makâmı, hilâfet makâmına münâsib olan, kemâlât-ı asliyyenin [asl olgunlukların] zılleridir. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Kutb-ı irşâd makâmı, imâmet makâmının kemâlâtı zılliyyesidir. [Zılli kemâlâtıdır]. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● Kutb-ı irşâd, yukarı çekilerek son mertebeye kavuş-
dukdan sonra, nefsi kulluk makâmına iner. Rûhu da, Cenâb-ı Hakka müteveccih olan bir müntehîdir ki, ferd-i kemâlâtı kendisinde toplamışdır. 1/285. [Mektûbât Tercemesi: 415.]
● Kutb, Muhammed-ül-meşrebdir. Zâtın tecellîsi Muhammedîler içindir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Kutb-ı ebdâl, İsrâfil aleyhisselâmın ayağı altındadır. Muhammed aleyhisselâmın ayağı altında değildir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● İnsanın latîfe-i kalbi, hakîkat-i câmi’adır. Âlem-i halk ile âlem-i emrin kemâlâtını câmi’dir. [İkisinin kemâlâtını kendisinde toplamışdır]. 2/21
● Kalb, vilâyet lisânında, insanlığın hakîkatlerini toplayıcıdır ki, âlem-i emrdendir. Nübüvvet lisânında kalbden murâd, et parçasından ibâretdir ki, cesedin sâlih olması onun ıslâhına bağlıdır. 2/21.
● Kâmil mü’minin kalbi mekânsızdır. Diğerlerinin kalbi mekânsızlık zirvesinden inip, maddeye [niçin, ne kadara] bağlanmışdır. Mümkinât dâiresine dâhil olmuşdur. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Kalb, rûh ile nefs arasında geçiddir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Kalb, âlem-i halk ile, âlem-i emr arasında geçiddir. 3/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 914.]
● Kalb, hâllerin başlangıcında ve ortasında hislere tâbi’dir. Bunlara sohbetden uzak kalmak câiz değildir. Fekat, sonda, kalbin hisse bağlılığı kalmayıp, hisden uzak olmak, kalbin yakınlığına te’sîr etmez. 1/117. [Mektûbât Tercemesi: 166.]
● Kalbe gelen zulmeti [lekeleri] temizlemek için, tevbe ve istigfâr ve pişmânlık ve ilticâ etmelidir [sığınmalıdır] . En kolay şeklde mümkin olur. 1/171. [Mektûbât Tercemesi: 212.]
● Kalbin itminânı zikr iledir. İsbât ve delîl ile değildir. 3/36. [Se’âdet-i Ebediyye: 481.]
● Kalbin akla ve nefse bir mikdâr bağlılığı muhakkakdır. 1/41. [Mektûbât Tercemesi: 69.]
● Kalbin, birden fazlaya muhabbeti olmaz. [Kalbin muhabbeti, muhakkak bir şeyedir]. Ve maddelerin çokluğu, mal, evlâd, makâm ve medh olunmak ve insanlar arasında makâm sâhibi olmak gibi muhabbetin çeşidleri ve mikdârları, her ne kadar birden fazla şeye kalbin muhabbetini gösterse de, yine sevgisi birdir ki, o da nefsidir. Ve onlara olan muhabbeti nefsine olan muhabbetin parçalarıdır. Zîrâ, adı geçen eşyâyı kendi nefsi için ister. Nefsine olan muhabbeti yok olsa, onlara muhabbeti dahî yok olur. 1/24. [Mektûbât Tercemesi: 42.]
● Kalb iki hâlden birisindedir. Yâ, îmân edilecek şeylere îmân etmiş, bağlanmışdır. Veyâhud, o îmân edilecek şeyleri inkâr etmekdedir. Îmân edip bağlanmanın alâmeti, îmân edilecek şeylere kalbin râzı olmasıdır. Ve onun sebebiyle göğsün açılması ve ferâhlamasıdır. Küfr ve inkârın alâmeti, tasdîk edilecek şeyleri kalbin sevmemesi ve o sebebden göğsün daralmasıdır. 3/51.
● Kalbde hâsıl olan ma’nâ ve diğer latîfeler [lutfa uğraması] için, hayâlde sûret vardır. 3/119.
● Kalb göze tâbi’dir. Gözü harâmlara kapamayınca, dilin [gönülün] muhafazası zordur. Ve zîrâ kalb gördüğü harâma bağlı oldukca, fercin muhâfazası zordur. Çünki, fercin korunması için, gözü harâmdan korumalıdır; kapamalıdır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]
● Kalbin selâmeti, mâsivâyı unutmağa bağlıdır. Öyle ki, bin sene ömrü olsa, eşyâ aslâ hâtırına gelmiye. Bu devlete kalbin fânî olması derler. Ve bu yolda, ilk adımdır. 1/278. [Mektûbât Tercemesi: 409.]
● Kâmil mü’minin kalbi ya’nî ârife olan zuhûr [ârifde görünenler] Arşın nûrlarından alınmışdır. Ve zıllıdir. 3/11. [Se’âdet-i Ebediyye: 917.]
● Kalbde görünenler, Arşın dalgalarıdır, Arşdan aks
ederler. Arşın hakîkati değildir. 1/95. [Mektûbât Tercemesi: 141.]
● Kalb ve Arş, gerçi âlem-i halkda görülmekdedir. Ammâ âlem-i emrdendirler. 1/34. [Mektûbât Tercemesi: 60.]
● Kalbin tasdîk ve yakîni hâsıl oldukdan sonra, zuhûr eden küfr ve inkâra kaynak, nefs-i emmârenin red sıfatıdır ki, makâm sevgisi ve hükm etmek cibilliyetinden ileri gelir. Ve başkasına tâbi’ olmak ve taklîd etmeği kabûl etmeme tabî’atında [yaratılışında]dır. İsteği budur ki, herkes kendini tasdîk etsin, bağlansın. Ve kendi başkasına tâbi’ ve teslîm ve taklîd ile bağlanmasın. [Nefs böyle ister]. 3/51.
● Kalblerin bu dünyâda Hak teâlâdan nasîbi îkândan gayri değildir. [Yakînî bir îmândan gayrî değildir]. Onu rü’yet ve müşâhede zan ederler. 3/90. [Se’âdet-i Ebediyye: 927.]
● Kalb sâlih ise, beden dahî sâlih olur. Kalb fâsid ise, beden dahî fâsiddir. 2/21.
● Kalb cârullahdır [Kalbde Allahü teâlâ tecellî etmekdedir]. Mukaddes cenâbına kalb gibi yakın birşey yokdur. Kalbin incitilmesinden kaçınmak lâzımdır. Mü’min kalbi olsun. Âsî kalbi olsun. Zîrâ komşu eziyyetden korunmalıdır. Allahü sübhânehunun zâten incinmesine sebeb olan küfrden sonra, kalbi incitmek gibi bir eziyyet yokdur. Halkın cümlesi [insanların hepsi] Allahü teâlânın köleleridir. Bir şahsın kölesine hâinlik yapmak ve darb etmek, efendisini incitir. Muhakkak şimdi, mutlak mâlik olan Allahü teâlânın büyüklüğü düşünüldükde, onun mahlûkunda tasarruf eylemek, ancak emr eylediği kadar mümkindir. 3/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 914.]
● Kalb-i hakâyık muhâldir. [Bir şeyin özünü değişdirmek mümkin değildir. Meselâ bakırı altın, cevizi armut yapmak mümkin değildir.] 3/1. [Se’âdet-i Ebediyye: 101.]
● Ay, ışığını güneş ışığından alıyor. 3/118.
● Kamis, ayaklara kadar, dır’, göğse kadar açılan gömlekdir. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]
● Kul hakkı, ne kadar az olsa da, Cennete girmeğe mâ-
ni’dir. 2/87. [Se’âdet-i Ebediyye: 288.]
● Kavme ve celsede tumânînet edeler ki, farz veyâ vâcibdir. 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.]
● Gadab kuvveti, şehvet kuvveti, hırs, hased, alçaklık ve bil-cümle kalıbın parçaları olan dört unsurun muhtelif tabi’atlarıdır. 2/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]
● Kıyâs ve ictihâd bid’at değildir. Zîrâ, kıyâs ve ictihâd, nasların ma’nâsını açıklar. Bundan başka bir şey ortaya koymaz. 1/186. [Mektûbât Tercemesi: 223.]
● Küçük kıyâmet ölümdür. 1/276. [Mektûbât Tercemesi: 403.]
● Kıyâmet gününde, gökler ve yıldızlar ve yer ve dağlar ve denizler ve hayvan ve bitki ve madenler, hepsi yok olurlar. Bu yok olma birinci nefhada olacakdır. 3/57. [Se’âdet-i Ebediyye: 116.]
● Kıyâmet günü müyesser olan hâller, kabrdeki hâllerin üstündedir. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]
● Kıyâmet, insanların şerlileri üzerine kopsa gerekdir. 2/23. [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]
● Kıyâmetde ahkâm-ı islâmiyyeden süâl olunur. Tesavvufdan olunmaz. 1/48. [Mektûbât Tercemesi: 84.]
● Kıyâmet alâmetlerinin sonuncusu ateşdir ki, Adenden çıksa gerekdir. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]
● Kıyâmetde hesâb, önce nemâzdandır. Nemâz dürüst ise, diğer hesâblar kolay geçer. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]
● Kıyâmet yakındır. Zulmetlerin toplanma zemânıdır. Hayrlı olmak ve nûrlu olmak nerededir. 3/106.